1. 26.
    +3 -1
    Şirk kosmada dunya rekoruna kosuyor
    ···
  2. 27.
    +3 -1
    şirk odağı bunun ardından gidenlerde bu şirk batağına batarlar haberleri olmadan gibi tutarlar
    ···
  3. 28.
    +3 -1
    (bkz: Türk düşmanı)
    ···
  4. 29.
    +3 -1
    yazdıklarında küfr sözleri bulunan zat.
    ···
  5. 30.
    +4
    fars çingenesi humanist bir pid0fili muallaknin tekidir
    ···
  6. 31.
    +1 -3
    mevlananın dıbına koyim kodumunun türk düşmanı
    ···
  7. 32.
    +3 -1
    ateisttir beyler yazılarını okursanız görürsünüz bi kendini allah ilan etmediği kalmıştır
    aslında müslümanım ben benim seviyemde olmadan anlayamazsınız yazdıklarımı yeaa diyerek müslümanları keklemiş, kelle gitmesin diye arada 1 2 allah kuran demiştir
    ···
  8. 33.
    +3
    her bir hecesinin üç farklı dilde anlamı vardır ve lisanları farklı olsa da aynı manayı taşırlar.

    mev (yok): farsça
    la (yok): arapça
    na (yok): türkçe

    kısacası mevlana yokluktan gelen bir uludur.
    ···
  9. 34.
    +3
    sözleri falan var.
    ···
    1. 1.
      +1
      seni bu tanımla ekşi ye almazlar ki ):
      ···
  10. 35.
    +1 -2
    aşırı derecede abartılıyor. bugünlerde facebook listemde kaç dallama varsa sözlerini paylaşır bunun. iyice baydınız yani. neyse sonucunda islam ve tasavvuf dünyasında şair ve düşünce adamı olarak kayıtlara geçen bir kişi. binlerce şair var.
    ···
  11. 36.
    +1 -2
    gayrimüslim, eşcinsel felsefeci.
    aşk yaşadığı öğrencisi ile daha çok görüşebilmek için din kılıfını kullanmışlardır.

    madem din bize izin vermiyor, din biz olalım demişlerdir.
    ···
  12. 37.
    +1 -2
    gittiği her meyhanede iki bira içip bağıra bağıra saçma sapan sözler söyleyen düşünürümsü . birayı ağzıyla içmeyenlerden .
    ···
  13. 38.
    +2 -1
    Tasavvufçu, kafir, kendini tanrı gibi gören şahıs. Nedense hep dindar biri zannedilir
    ···
  14. 39.
    +2 -1
    @99 türk düşmanı çünkü birader, türklükle hiçbir ilgisi yok zaten yazdığı mesnevilerin hepsi farsça
    ···
  15. 40.
    +1 -2
    nahoş şiirleri vardır.(şemse, +18)

    • **
    "bu ayrılık

    kusuruma bakmayın benim, dostlar,
    bağışlayın beni.
    ben davullara, bayraklara aldırmayan
    bir padişahın yoluna düşmüşüm,
    deli divane olmuşum.
    çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben,
    çok uzaklardan geçen bir hayal gibi.
    ama yok da sayılmam hani,
    var olan bir şeyim ben.

    haydi ben bensiz geleyim,
    sen sensiz gel.
    ne varsa şu ırmağın içinde var,
    soyunalım iki can,
    dalalım şu ırmağa, hadi.
    bu kupkuru yerde yakınmadan gayri ne gördük,
    bu kupkuru yerde ne gördük zulümden gayri.

    bu ırmakta ne ölmek var bize,
    bu ırmakta ne gam var, ne keder var, ne dert.
    bu ırmak alabildiğine yaşamaktan,
    bu ırmak iyilikten, cömertlikten ibaret.

    durma, çabuk gel, gelmem deme.
    ne evet demek yaraşır sana, ne hayır, dostum,
    senin şânına sadece gelmek yaraşır".

    mevlana celaleddin rumi

    • **

    dün gece

    ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi:
    onunla sarmaşdolaş, dudak dudağa,
    talih kapısı ardına kadar açık,
    güneş (şems) kucağımızda.

    ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi:
    şarap tasını her sunuşunda
    diyordu aklına başına al.
    hani dün gece aklın da tam sırasıydı ya!

    mevlana celaleddin rumi

    mesneviden erotik hikayeler.

    • **

    ateş ile pamuk- fasıl 3725-3735

    zengin bir adam, zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüş bedenli kızını, artık evlilik
    çağı geldiği için kocaya verir. koca, kızın dengi değildir, ama babası kızının
    baştan çıkmasından da korkmuştur. o yüzden kızının çocuk yapmasını
    istemez: "kocan ansızın her şeyi bırakıp, kaçıp gider. çocuğu başına
    dert kalır." kız da babasına söz verir, ama işler söylendiği gitmez,
    gebe kalır.

    3725-3735: babası dedi ki: bu ne, ben sana ondan kendini koru
    demedim mi? öğütlerim, yel miydi ki hiç sana tesir etmedi? / kız,
    baba dedi, nasıl tahammül edeyim? / erkekle kadın, şüphe yok ki
    ateşle pamuk. pamuk ateşten nasıl çekinebilir? / yahut da ateş nasıl
    olur da pamuğu yakmaz, çekinir? / babası dedi ki: a kızım, ben sana
    onun yanına gitme demedim. / yalnız menisinden kendini koru dedim.
    / tam zevk anında onun beli gelirken kendini çekmeliydin. / kız, peki
    beli ne vakit gelecek, ben ne bileyim? / bu, pek gizli bir şey, anlaşılmaz
    ki dedi. / babası gözleri süzüldü mü anla ki beli geliyor deyince, kız dedi:
    onun gözü süzülünceye kadar benim bu iki gözüm de kör oluyor a baba!..

    mevlana'ya göre bu hikâyenin kıssadan hissesi; erkekle kadın ateşle
    pamuğa benzer, ateşle pamuk birarada durmaz.

    • **

    mısır halifesinin aşkı

    musul padişahının güzeller güzeli cariyesinin ünü mısır halifesine ulaşır.
    bir adam halifeye cariyeyi över, resmini gösterir. halife, resme tutulur, onu
    alması için musul'a güçlü bir ordu gönderir. ordu musul'u yerle bir eder, taş
    kale mum gibi erirken musul padişahı cariyesinin istendiğini öğrenir. cariyesini
    mısır halifesine bağışlar. halifenin ordusu mısır'a doğru yola çıkar. ama bir er
    cariyeye âşık olur. 3875: ... aşk ateşi öyle parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu.
    / çadır içinde o ay parçasını kastetti. / akıl nerede, halifeden korkma nerede?...
    3880: o kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu. /
    aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir
    koptu. / er sıçradı, g.tü başı açık bir halde ateş gibi zülfikâr elinde dışarı çıktı. /,
    bir de ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmış
    koyuvermiş... 3885: ... er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan
    gibi aslanın önünü kesti. / kılıçla vurdu, başını ikiye böldü. / derhal o ay yüzlü
    dilberin bulunduğu çadıra koştu. / o hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti...
    3890: o tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erliğine şaşıp kaldı. / istekle ona kendini
    teslim etti. / o anda o iki can, birleştiler

    birkaç gün murat alıp verirler. o yiğit er cariyeyi mısır halifesine teslim eder.
    ama yaptığına pişmandır. cariyeden halifeye bir şey söylememesini ister.
    halife cariyeyi görünce sarhoş olur, "tası damdan düşer." 3940: halife buluşmayı
    diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti. / onu andı, aletini kaldırdı. /
    o cana canlar katan, o sevgisini gittikçe artıran güzelle buluşmaya niyetlendi.
    / kadının ayakları arasına oturdu. / oturdu ama takdir, zevkinin yolunu bağladı.
    / 3945: farenin çatırtısı kulağına değdi./ aleti indi, uyudu, şehveti tamamıyla kaçtı...
    cariye halifenin gevşekliği karşısında kahkahalarla güler, o erin aslanı öldürüp
    geldiğinde hâlâ aletinin inmediğini hatırlar. kendini tutmaya çalışır ama
    kahkahadan ağzını kapatamaz. halife uyanır kılıcı çeker. 3955: ... habis dedi,
    neden gülüyorsun? söyle... yalanla beni kandırmaya kalkışırsan, yahut boş bir
    bahane icat edersen, ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlayan bir nur vardır...

    cariye o yiğit erle yoldaki gerdeğini anlatır, "aslanı öldürdükten sonra bile aletinin
    hâlâ gergedan boynuzu gibi ayakta olduğunu", oysa fare çıtırtısının kendisinin
    aletini indirmesine dayanamayıp güldüğünü söyler sonra halife cariyeyi musul
    padişahından almakla hata yaptığını anlar. güvendiği er de emanete hıyanette
    bulunmuştur zamanla kin güderek yapacağı zulmün, yine başına kötülük olarak
    geleceğini fark eder. 3995: başkalarına yaptığım şeyler, ceza haline geldi,
    bana çattı bu kasıt bana döndü, kuyuya düştüm. 4000: ... kin gütme, öç alma
    zamanı değil. / ben kendi kendime bir ham iştir, yaptım... sonra cariyeden
    olanları kimseye söylememesini ister ve onu yiğit er kişiyle evlendirir.
    kıssadan hisse: kim kötülük ederse, kendine eder. zulmeden cezasını çeker.
    sınanmışı tekrar sınama.

    • **

    hanımın zayıflayan eşeği

    bir hanımın eşeği giderek zayıflıyordu. nalbantlara bu illeti sordu. kimse bunun
    cevabını veremedi. kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı... evde
    bir de halayık vardı. ayıya türlü türlü oyun bellettikleri gibi o halayık da hanımının
    eşeğine kadına yakınlaşmasını öğretmişti, onunla nefsini köreltirdi. yalnız, hayvan
    içinde ileri gitmesin diye aletine bir kabak geçirirdi. bir gün evin hanımı ahır kapısı
    aralığından ne görsün? halayık bir sekinin üzerinde eşekle işi bitiriyor! görmezden
    gelip ahırın kapısını vurdu. 1350: ... halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı
    açtı. / yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya
    oruçluyum demek istiyordu. eline sapı yıpranmış süpürge aldı, develerin yatması
    için ahırı süpürüyor göründü... 1355: yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi.
    / fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne? / işi yarıda kalmış, öfkeli aleti
    oynayıp durmada. / gözleri kapıda seni beklemede... hanım, halayığı bir bahaneyle
    başka yere gönderdi.

    1360: ... zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
    / yalnız kaldım, bağıra bağıra şükredeyim. artık erkeklerin gâh tam, gâh yarım
    yamalak yakınlaşmasından kurtuldum. kadının keçileri sanki bini bulmuştu, öyle
    neşelendi. / eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü... 1365: şehvet isteği, g
    önlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir ateş
    parçası gösterir...

    halayık gidince kadın kapıyı kapar, sevine sevine eşeği kendisine çeker, o halayığın
    yattığı sekiye yatar.

    • **

    cilt 5 oğlanci hikayesi ( 2497-2515. beyitler 205-207.sf)

    bir adam ve birlikte olduğu oğlanla sohbeti... bir oğlancı, evine bir oğlan
    zütürdü. onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu. bu sırada o mel'un çocuğun
    belinde bir hançer gördü. dedi ki: belindeki ne? oğlan, kötü düşünceli biri
    hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap
    verdi.

    2500. oğlancı, tanrı'ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir
    düşünceye kapılmadım. sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası
    var? yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki? tutalım aliden zülfikar'ı
    miras aldın, tanrı aslanındaki kol, sende de varsa göster. mesih'ten bir nefes
    bellediğini farzedelim, isa'nın dudağı, dişi nerde ki a çirkin adam? kazanmak,
    bir şeyler elde etmek için diyelim ki bir gemi yaptın, nuh gibi bir gemi kaptanı
    hani?

    • **

    özet: adam ılık beyler :(
    Tümünü Göster
    ···
  16. 41.
    +3
    sevmek zorunda mıyız abi. sevmiyorum, hatta nefret ediyorum. Ama sizin o sorgulamayan kafanız ve hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığınız insanları, çoğunluk seviyor diye savunmanız daha yanlış bence.
    ···
  17. 42.
    +2 -1
    mevlana ile şems in arasındaki aşk kadın ile erkek arasındaki olan bir aşk değildir am beyinliler sizi hiç mi kitap okumuyorsunuz şimdi anlatırdım da adımız kültürlü bine çıkmasın bide seviyeyi arttırmayalım okuyun öğrenin amk.
    ···
    1. 1.
      0
      aynen amk. erkek ile erkek arasında olan aşktır.
      ···
  18. 43.
    +2
    "Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebilecegin kadar yersin. Denize testiyi daldirsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır."

    Zengin de olsan,kit kanaat de gecinsen kalbindeki huzur hic ekgib olmasın.
    ···
  19. 44.
    +2
    @84 adam türk değil ki, türkçe çevirileri var, ne bu nefret amk, adam kendi dilini mi değiştirsin.
    ···
  20. 45.
    +2
    (alıntıdır)

    Hz. Mevlânâ Eserlerini Niçin Türkçe Değil, Farsça Yazmıştır?

    1- Hz. Mevlânâ’nın doğduğu Belh şehrinde, Türklerin dahi genelde konuştuğu dil Farsça idi. Dolayısıyla O, eserlerini yabancı bir dilde değil, anadilinde yazmış sayılır.

    2- Hz. Mevlânâ Anadolu’ya geldiğinde herkesin konuştuğu ortak dil Türkçe değildi. Bu yüzdendir ki Karamanoğlu Mehmet Bey, zamanında “Bundan sonra Türkçe konuşulsun” diye ferman yayınlanmıştır.

    3- iran ve Anadolu Selçuklularında resmî ve edebî dil Farsça idi. Türk entelektüellerinin lisanı Farsça idi. Din dili ise Arapçaydı; tefsirler Arapça yazılır, hadisler Arapça şerh edilirdi. Hz. Mevlânâ’nın Türkçe şiirleri varsa da çok azdır. Eserlerinde Arapça bölümler, bilhassa ayet, hadis metinleri ve bazı Arapça beyitler de çok miktardadır.

    Merhum Mesnevihan Şefik Can'ın açıkladığı üzere; 13. yüzyılda, Anadolu Türkçe’si çok zayıftı. Türkçe'ye göre Farsça çok zengin bir dildi. Sadece Hz. Mevlâna değil, o devrin bütün âlimleri ilmi eserleri Arapça, tasavvufî eserleri de Farsça yazıyorlardı. Avrupa’da da âlimler kendi öz dilleri ile değil, Latince yazıyorlardı. Ancak 13. yüzyıldan sonra ilk defa Dante italyanca bir eser yazdı. O dönemin en tanınmış yazarları eserlerini Latince yazmışlardır. Bu hususun daha iyi anlaşılması için, çok açık bir örnek olarak XIII. asrın zayıf Türkçe’siyle edebi bir dil olan Farsça arasındaki farkı Sultan Veled Hazretlerinin şiirlerinde görmek mümkündür. Sultan Veled’in Türkçe şiirleri okunduğunda çok cılız, zayıf, zevksiz bir ifade görülür. Halbuki Farsça yazdığı şiirleri okunduğu zaman, Hz. Mevlâna’nın Divan-ı Kebîr’inde bulunan manevî zevk hissedilir. Yakın tarihte, en büyük örnek ise Tagor olmuştur. Hint şairlerinden Tagor, şiirlerini eğer kendi Bengâl diliyle yazıp neşretseydi, ingilizce dilini kullanmasaydı, bugün Tagor’u kimse tanımaz, şiirleri de dünyada bilinmezdi. Akıllara şu soru gelebilir: “Yunus Emre şiirlerini Türkçe söyledi. Yunus’un şiirleri de Hz. Mevlâna’nın şiirleri gibi ölmeyerek günümüze kadar geldi.” Yunus Emre, Anadolu Türkçe’siyle, Oğuz lehçesiyle yazmıştır. Yunus Emre’nin dili çok temiz ve güzel bir Türkçe; ama zengin değil. Yunus bir dere, bir ırmak gibi çağlayarak akıp gelmiştir günümüze. Hz. Mevlâna ise, bir umman, bir deniz gibi coşmuştur. Eğer Hz. Mevlâna, şiirlerini Türkçe söyleseydi, şiirleri Âşık Paşa’nın veya Sultan Veled’in Türkçe şiirleri gibi çok yavan, çok zevksiz olurdu ve dünyadaki edebi yerini alamazdı. (Şefik Can, “Selçuklu Kültüründe Hz. Mevlana’nın Yeri”, III. Uluslar arası Mevlana Kongresi)

    4- Hz. Mevlânâ eserlerini eğer Türkçe yazmak isteseydi, doğup büyüdüğü Harezm bölgesinde konuşulan Hakaniye lehçesiyle (Doğu lehçesiyle) yazacaktı. Anadolu’da konuşulan lehçe ise Oğuz lehçesi (Batı lehçesi) idi. Dolayısıyla halk Doğu lehçesiyle yazılan eserleri yine rahatça anlayamayacaktı.

    5- Tasavvuf, çok özel bir sahadır. Kitaptan okunup öğrenilecek, hele de halkın kitaptan okuyarak öğrenebileceği bir saha kesinlikle değildir. Tasavvufi hayatta yşanılan tecrübeler ve tasavvufi eserlerde kullanılan kavramlar sahaya ve kişiye özeldir. Denilebilir ki; Hz. Mevlânâ, Yunus Emre’den farklı olarak, başta Mesnevi’si olmak üzere eserlerini Farsça yazmış ve böylece namahrem, avam ve acemilere karşı bir nevi tedbir almıştır. Eserleri, ancak ehil olanlar tarafından okunup anlaşılsın ve avama aktarılsın diye güvenlik tedbiri almıştır. Çünkü o dönemde Farsçayı bilmek, edebiyattan anlamanın, ilim ve irfana sahip olmanın, böylece avam olmaktan ayırt edilmenin bir vesilesiydi.

    6- "Hz. Mevlânâ'nın eserleri niçin Türkçe değil de Farsça?" eleştirisi, bazı yönleriyle "Kur'ân niçin Arapça?" sorusuna benziyor. Söyleyeni ve söyleneni önemseyen, hakikati anlamak isteyenin önünde engel bulunmamaktadır. Kişi Kur'an'daki mesajları Türkçe mealinden, Mesnevi'yi de tercümeslernden okuyabilir. Yeter ki dert edinsin...
    Tümünü Göster
    ···