1. 41.
    0
    sakin olcaksanız, kendi yazdıklarımdan bir şey paylaşıcam şuan bir yarışma da derece aşamasın da.
    ···
  2. 40.
    0
    ÖLÜ SiRENLER

    Gerçekte duymadığım sesler bitti
    Öğleye doğru bir gökgürültüsü yalnız
    Karıştırdı ortalığı bir süre
    Gök akıttı bir parça yağmurunu
    Ve deniz kuşları umutsuz
    Arıyorken kokularını gölgelerinde
    Sıyırdı bir iki bulutu güneş de
    Yığılıp kaldı yorgun
    Denizin gözbebekleri üstünde.
    Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı
    Gökgürültüsünü de barındıran içinde
    Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden
    Tiz bir çıngırağı andıran
    Benzeyen zil sesine de
    Daha önce unutmuşum gibi denizde
    Yankılanıp durdu ara vermeden.

    Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk
    iki tek ağustosu çarpıştıran
    Sızdıran kanını bu yaz gününe
    Yaşayan bir mutluluk? Ve işte
    kaç yerinden kesilmiş ki ellerim
    Bekletip durdu da acısını bunca yıl
    Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme.

    Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda
    Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de
    Yıllarca beklemişti kendini
    Yeşimden sapı olan bir kılıçla
    Bense ne içimi yakan rüzgarı
    Ne denizdeki yangını, ne gökgürültüsünü
    Duymuş gibi olduğum sesleri de değil
    Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca
    Bir çürük dişle alnımdaki
    iki üç kırışığı yedeğine takmış da.

    Özledim ilkelliğimi dalgalarında
    Buldum savaşı bitmez derinliklerini
    karıştırdıkça bir kargının ucuyla
    Gördüm, bekliyordu kendini de o da
    Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi
    O turuncu ruh, değişken
    izledim onda ilk oluşumu sanki
    Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden.

    işledim payıma düşen her görüntüyü
    Kamaştı gözlerim kıyıya varınca
    Rüzgarın itişiyle kumlarda
    Durmadan yer değiştiren
    Sayısız siren iskeleti
    Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında
    Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu
    Tarihin onlara bağışladığı
    Bu garip raslantıdan
    Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi
    Kemikleri som altından.

    Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin.
    Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi
    Tanrım! tunç bir kapı kilidi
    Bronz bir sokak
    Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı
    Kimbilir kimin külrengi kalbi
    Tanrım!
    Neden herkes başka tarafa bakıyor
    Neden herkes başka biriydi.

    Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan
    Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan
    Arı kümeleri taşların arasında
    Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi
    Uçuşuyordu da
    Ağır ağır yanıyordu da şehir
    Yanmayan kadınlar gördüm
    Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından
    Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda
    Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım.
    Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz
    Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da
    Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka
    Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan
    Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına
    Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda
    Bir büyü gösterilirdi
    Bir kuyu sezdirilirdi
    Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda.

    Akşam geri verince bana gözlerimi
    Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da
    Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini
    Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa
    Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi
    Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin
    Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi

    Edip Cansever
    Tümünü Göster
    ···
  3. 39.
    0
    ilk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
    giyin, kuşan,
    benze bahar ağaçlarına...
    Hapisten
    mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
    kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
    böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
    ne münasebet,
    böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin
    kadını...
    ···
  4. 38.
    0
    Bilmez miyim hiç bütün bu sözler ne der ona
    Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar
    Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok
    Kıyılar da bomboş, kır yolları da
    Soluğumu duyuyorum ara sıra, bir onu duyuyorum
    Duymuyorum belki de, biliyorum yalnızca
    Ayaklarımın altında yaban naneleri, kekikler
    Yol kenarında bir kapı, tahta
    Peki, kim yitirmiş evini, ya da
    Hangi yitikle yok olmuş o yapı
    Kimbilir
    Vuruyorum yokuş aşağı, kıyıya
    Bir taşın üstüne oturuyorum
    Ben oturur oturmaz
    Çıkıyor kuytularından bütün görünümler
    Ve ufak bir oyun oynuyor bana doğa
    Alıp alıp zütürüyor gözlerimi bıkmadan
    Kısalıp uzayan bir çift yılan balığını andıran gözlerimi
    Güneşin şavkından yuvarlanan çakıllara
    Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar taslağı gibi
    Denize yeni sürülmüs bir tarlaya benziyor, uyanık, diri
    Ve işin tuhafı bense
    Alışıyorum gittikçe
    Her gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma
    Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden
    Ve bu yüzden mi bilmem
    Durup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum
    Sürüyle kus havalanıyor defnelerin içinden
    Sürüyle, evet, hatırlıyorum birden
    Nicedir unutmuşum saymayı bile günleri
    Dağılıp gitmişler herbiri bir yana
    Kuşlar gibi, onlar da
    Benimse ne gidecegim bir yer
    Ne de özlediğim bir şey var
    Öyleyse neden yazıyorum bu sözleri ona
    Bu biraz sevdaya benzeyen, biraz da sevdasızlığa
    Böyle gelişigüzel, böyle kırık dökük
    Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana.

    Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki
    Dalıp gidiyorum, düsünüyorum da, saat on iki
    Bir sigara yakıyorum, bir kağıda bir iki dize yazıyorum
    Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
    Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
    Yani tam böyle birşeye benziyor zaman
    Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
    Çıkageliyor sonra, saat on iki.

    Anlıyorum
    Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe sevgiyi
    Yalnızca bunun için uzun
    Yani sevgiyle de sevebilir insan, sevdayla da
    Örneğin
    Bir sevgiyi yontup onarmak için
    Döğüşmek de sevgidir
    Ve benim bildiğim kadarıyla
    Her şeydir bir insan, her şeydir
    Yalandır kısalığı yaşamın
    Ve özellikle insan dediğimiz şey
    inançli bir insan soyunun parçasıysa.

    Sonunda başbasa kalıyoruz gene
    Başbaşa kalıyoruz doğayla ben
    işte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden
    On temmuz cumartesi
    Bir vapur daha kalkıyor iskeleden
    Ve yağmur hızlanıyor biraz
    Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
    Tam öyle yapıyorum
    Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru seviyorum.

    edip cansever
    Tümünü Göster
    ···
  5. 37.
    -1
    Hasan Hüseyin Korkmazgil

    sen aşk şiiri yazamazsın hasan hüseyin
    çünkü aşk şiirden önce gelir sende
    oysa şiir önünde gitmelidir her şeyin

    sen aşk şiiri yazamazsın hasan hüseyin
    çünkü aşk
    kavganın içindedir
    çünkü sen
    içindesin kavganın

    elmayı kokusundan
    güvercini biçiminden soyutlamaktır
    yaşamak denilen kavgayı aşksız düşünmek

    sen aşk şiiri yazamazsın hasan hüseyin
    çünkü sen
    gagasından tutup kuşu
    öt kuşum öt kuşum demiyorsun
    çünkü sen
    yedirip çiçekleri ineğe
    koklayıp gerisini ineğin
    kok çiçeğim kok çiçeğim demiyorsun

    öpüşmek başka şeydir yiğidim
    öpüşmeyi düşünmek başka
    sevişmek başka şeydir güzelim
    sevişmeyi düşünmek başka

    sende yaprak -iki gözüm-
    sende yıldız -yürek sızım-
    sende su
    sende bu dört boyutlu kaçma tutkusu
    atlıkarıncadan geceleyin
    bakmaktır lunaparka

    sen aşk şiiri yazamazın hasan hüseyin
    çünkü sen ilkyaz yağmurlarında çırılçıplak
    dolaşır gibi sıcak morlarda
    içer gibi morları
    düşer gibi morlara
    yaşarsın aşkı iliklerinde

    çünkü sen iki düşman ucun bileşkesisin
    acısısın kavuşmanın
    ayrılmanın sevincisin
    sen aşk şiiri yazamazsın hasan hüseyin

    çünkü aşkın kendisidir şiirin
    oysa sen
    oysa aşk
    oysa sen
    sen
    sen aşk şiiri yazamazsın hasan hüseyin
    ···
  6. 36.
    0
    Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?

    Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?

    Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?

    Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.



    Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;

    Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;

    Herşey silinip kayboluyorken nazarımdan,

    Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...



    Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,

    Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!

    Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince

    Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince

    Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;

    Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.

    Gözler ki birer parçasıdır sende ilahın,

    Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,

    Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;

    Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!



    Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,

    Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...

    Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,

    Vaslınla da dinmez yine bağrıdaki ağrı.

    Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!

    Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!

    Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,

    Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.



    Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,

    Tek bendeki volkanları söndürse denizler!

    Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'

    imkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil

    Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.

    Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.



    Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.

    En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.

    Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;

    Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...



    Hüseyin Nihal Atsız
    ···
  7. 35.
    0
    -V-

    Bir şey var şu bizim durumumuz ona benziyor

    Umarsızlığı yüceltmek mi desem?
    Renkleri beklemek belki...

    Makbule geçmeyen armağan
    Ya da
    Zindanda gökbilim öğrenimi.

    Ya da
    Satın alınmak
    Ezgiler tarafından.

    Cemal sureya- Sıcak Nal
    ···
  8. 34.
    0
    höst lan şiir duydum geldim
    ···
  9. 33.
    0
    şimdi saat sensizliğin ertesi
    yıldız dolmuş gökyüzü ay-aydın
    avutulmuş çocuklar çoktan sustu
    bir ben kaldım tenhasında gecenin
    avutulmamış bir ben...

    şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
    ki bu yaşlar
    utangaç boynunun kolyesi olsun
    bu da benden sana
    ayrılığın hediyesi olsun

    soytarılık etmeden güldürebilmek seni
    ekmek çalmadan doyurabilmek
    ve haksızlık etmeden doğan güneşe
    bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
    mülteci isteklerim oldu ara sıra, biliyorsun..
    şimdi iyi niyetlerimi
    bir bir yargılayıp asıyorum
    bu son olsun be..bu son olsun!
    bu da benim sana
    ayrılırken mazeretim olsun!

    şimdi saat yokluğunun belası
    sensiz gelen sabaha günaydın!
    işi-gücü olanlar çoktan gitti
    bir ben kaldım voltasında sensizliğin
    hiç uyumamış bir ben...

    şimdi dişlerimi sıkıp
    dudaklarıma kanamayı öğrettim
    ki bu kızıl damlalar
    körpe yanağında bir veda busesi olsun
    bu da benden sana
    heba edilmiş bir aşkın
    son nefesi olsun...

    kafamı duvara vurmadan
    tanıyabilmek seni
    beyninin içindekileri anlayabilmek
    ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü
    bütün saatleri öylece durdurabilmek için
    çıldırasıya paraladım kendimi
    lanet olsun!
    artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
    olsun be! ne olacaksa olsun!
    bu da benim sana
    ayrılırken şikayetim olsun

    gözyaşım utangaç boynunun inciden kolyesi olsun
    her damla vefasız teninde bir veda busesi olsun
    isterim sende ben gibi yan ömrüne hep ağla hep ağla
    bu benden son dua bu benden ayrılık hediyesi olsun

    Yusuf Hayaloğlu

    http://www.youtube.com/watch?v=UE3pJ-EHpIw
    ···
  10. 32.
    +1
    en sevdiğim şiir manas destanı panpa
    ···
  11. 31.
    +1
    http://www.youtube.com/watch?v=Akj5C-qG4tU

    edip cansever
    ···
  12. 30.
    0
    bir nedeni yok yalnızca öptüm iskender reyiz
    ···
  13. 29.
    +1
    Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git
    Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
    Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
    Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
    Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
    Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
    Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
    Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz
    Sanki hiç olmamıştı

    Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
    Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı
    istanbullar
    Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların
    dünyaların
    Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
    Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
    Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
    Çünkü iki kişiydik

    Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
    Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
    Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
    iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
    Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
    Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
    Sonrası iyilik güzellik.

    cemal süreya - aşk
    ···
  14. 28.
    0
    o'dur
    bu'dur
    şu'dur
    bodur mendebur
    bir de bana
    kafiyeli yazamaz
    demiş..
    kafiye onu sıkar
    kafiye gururla sunar

    iki bira
    ···
  15. 27.
    0
    devam binler
    ···
  16. 26.
    +1
    Alın binler

    Ankara
    Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
    asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar...
    kimse keman çalmaz belki ama
    çok keman çalınsın balolarında
    diye yapılmış
    gri sisli binalar...
    alnının ortasında
    ciddi bir devlet asabiyeti.
    çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar,
    bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek
    bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş!
    (biz bir şeyi delicesine severiz
    ama tanrım neyi?)
    kahve önü çatlak mozaik
    bel kemiğine tehdit
    kürsüler üstünde
    çok sigara içen
    öğrenciler
    bir daha asla yaşayamayacağı
    aşkları teğet geçerken
    hep onu sevmeyenleri severek
    hep onu sevenin gözlerinden
    kalabalıklara kaçarak
    karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
    yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
    bir izmirli güzele dayatmak varken
    (hep kardeş olacak değiliz ya,
    yaşasın halkların sevgililîğî!)
    soyut bir sevdaya
    beşik kertilmiş olan
    dağda çoban,
    şehirde şark çıbanı sayılan,
    fırat'ın büyük elleri
    ararat'ın kız yelleri
    cilo'nun derin nefesleri
    hülasa kente hukuk mukuk okun
    mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş
    anadolu çocukları, ankara' ya öyle yakışırdı ki kar
    asfaltlar ışıldar,
    buz tutardı resmi yalanlar
    (belki balkona kar seyretmeye çıkar diye
    sevdiğimiz kızlar
    çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman
    bu kar mevzuu
    kızlara yeterince ilginç gelmemiştir
    hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar
    hüzünlü gelmez insana
    ankara'da,
    yoksa bugün bir hayat
    yaşanmayacakmı duygusu çöker bütün bozkıra.
    Kimse keman çalmaz belki
    Belki bu fiim hiçbir zaman
    o kadar fiyakalı olmayacak ama
    Hiçbir lahmacunda
    o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
    tadını vermeyecek bir daha
    Çok daha iyilerini yedim sonra
    bizzat Urfa'da hatta
    Ama hiçbirinde
    o kadar aç oturrnadım sofraya
    ankara'ya
    öyle yakışırdı ki kar
    çok yabancı bir soluk duyulur bazı
    bilinmez bir dilin ıslığından
    anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar
    öyle deme
    Ankara'yı sevmeyene bir zulümdür
    bu kadar insanın neden ankara'yı sevdiğini anlamadan
    ankara'da yaşamak
    yollarına hep sevdiğimiz insanların
    adlarını vermediler ama biz her duvara
    bilvesile onların adını yazarak yaşadık
    kül ve betondan mürekkep
    yaşadıkça yaşanılası gelen
    o tuhaf bozkır kokusunda.
    ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.
    asfaltlar ışıldar...
    bir günden bir sürü gün yapan
    mesai saatlerinde hiçbir şey yapan
    hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan
    rakıyı bol sulu içen
    dokunmasın için deği!
    çabuk bitmesin dîye devletimin tekel rakısı,
    hep kağıtlara bakarak,
    hep kağıtlardan bakarak
    hem neşet ertaş' ı hem bülent ersoy' u
    aynı anda sevmeyi başararak,
    karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
    çok beğenmeyerek ama
    yine de bu tasarrufunu takdir ederek
    boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken
    hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi
    yürüyen...
    memurlar...
    ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
    asfaltlar ışıldar,
    buz tutardı resmi yalanlar...
    biz, şimdi kapalı birr kuruyemişçi
    dükkanının -ki bütün plan kar altında
    tuzsuz ay çekirdeği çitileyip
    yanı sıra bafra içmektir-
    kötü ışıklandırılmış vitrininden
    umutsuzca içeri bakan,
    kimliği gereğinden fazla sorgulanmış,
    merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş,
    -yani sistem kendi verdiği kimliği
    zırt pırt geri istemektedir-
    doğduğu yer yüzünden
    doğuştan kavgacı zannedilen ama
    pek çoğu kavgadan nefret eden
    kavgacı esmer cesur korkak
    çoğu kürt çoğu türk çocuklardık...
    ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...
    ha sonra belki ahmed arifin aklına
    hiçbir şairin aklına gelmeyecek
    -çünkü hiçkimse bir daha ankara' yı
    O'nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir:
    kar altındadır varoşlar
    hasretim, nazlıdır ankara...
    ustam yine sen bilirsin ama
    hangi aralıkta bir şair ölmüşse
    işte o,en netameli aydır bence.
    ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...
    asfaltlar ışıldar...
    yalanlar...
    şimdi ve sonra ne zaman ankara'ya kar yağsa
    elim gönlüm, çocukluğum buz tutar.

    Yılmaz Erdoğan
    Tümünü Göster
    ···
  17. 25.
    0
    kış geliyor hocam örtün yorgan yorgan üstüne
    edit: http://www.youtube.com/watch?v=4C4Kz5FF1sQ
    ···
  18. 24.
    0
    @19 hacim hayallerin kadar yazarsin

    öyle zaif kıl tenimi firkatinle kim
    vaslına mümkin ola yetürmek saba meni"

    demişm fuzuli

    (vücudumu hasretinle öyle zayıflat ki
    seher yeli beni kaldırıp sana getirmeye imkan bulsun)
    ···
  19. 23.
    +1
    Aşağıdaki şiir, edebiyat tarihimizin saygın şahsiyetlerinden Sümbülzade Vehbi Efendi'nin müstesna bir eseridir. Şiirin hikayesi ise şöyle: Bir gün padişah Vehbi Efendi'yi yanına çağırır ve: "Bana öyle bir şiir yaz ki bir mısrasını okuyunca içimden seni öldürmek, bir sonrakini okuyunca ise ödüllendirmek gelsin" der. Ve işte sonuç aşağıda:

    Azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana,
    Kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can.
    • * *
    Lal-u şarap içurem ve ıslatıp geçirem,
    Parmağına yüzüğü, hatem-i zer drahsan.
    • * *
    Eğil eğil sokayım, iki tutam az mıdır?
    Lale ile sümbülü kakülüne nevcivan.
    • * *
    Diz çökerek önüne ılık ılık akıtam,
    Bir gümüş ibrik ile destine ab-ı revan.
    • * *
    Salınarak giderken arkandan ben sokayım,
    Ard eteğin beline, olmasın çamur aman.
    • * *
    Kulaklarından tutam, dibine kadar sokam,
    Sahtiyenden çizmeyi, olasın yola revan.
    • * *
    Öyle bir sokayım ki, kalmasın dışarıda hiç,
    Düşmanın bağrına, hançerimi nagehan.
    • * *
    Eğer arzu edersen, ben ağzına vereyim,
    Yeter ki sen kulundan lokum iste her zaman.
    • * *
    Herkese vermektesin, bir de bana versene,
    Avuç avuç altını, olsun kulun şaduman.
    • * *
    Sen her zaman gelesin, ben Vehbi'ye veresin,
    Esselamun aleyküm ve aleykümesselam.
    ···
  20. 22.
    0
    k.iskender ne oldum delisi bir huur evladı olsa da. nick6nı girdim panpa
    ···