/i/Kitap

kitap sever, seviyeyi yükseltmeye niyetli panpaların paylaşımlarda bulunduğu altincidir
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 26.
    +2
    Ya o lavinia yı yazdin çiğerimi gibip attın be kardeşim. Tulaaaayy aşkım geri döönn
    ···
  2. 27.
    +2
    Lavinia best of
    ···
  3. 28.
    +2
    Bekleneni gördüm bastım şukuyu
    ···
  4. 29.
    +2
    @2 siirin anlami

    http://c12.incisozluk.com.../11503/2/599172_o9eb3.png
    ···
    1. 1.
      +1
      adamsın panpa saol
      ···
    2. 2.
      +1
      Sende yaz bisiler
      ···
  5. 30.
    +2
    Türk duygusu her Türkçüye en tatlı kımızdır
    Türk ülküsü candan da aziz bayrağımızdır

    Darbeyle gönüllerde yatan ülkü silinmez
    Atsız yere düşmekle bu bayrak inmez!
    ···
  6. 31.
    +1
    Kırılır da bir gün bütün dişliler
    Döner şanlı şanlı çarkımız bizim.
    Gökten bir el yaşlı gözleri siler
    Şenlenir evimiz barkımız bizim.

    Kurtulur dil, tarih, ahlâk ve iman
    Görürler nasılmış, neymiş kahraman
    Gök ve yer su vermem dediği zaman
    Her tarlayı sular arkımız bizim.

    Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
    Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
    Sapan taşlarının yanında füze
    Başka alemlerden farkımız bizim.

    Gideriz nur yolu izde gideriz
    Taş bağırda solar dude gideriz
    Bir gün akşam olur biz de ğideriz
    Kalır dudaklarda, şarkımız bizim..
    n.f.k
    ···
  7. 32.
    +1
    Tarifi imkânsız hisler içinde
    Seviniyor, coşuyorum şu anda
    Turan görünüyor sisler içinde
    Yollarına düşüyorum şu anda

    Niyet ettim daha yola girmeden
    Geçilir mi Nahçivan'ı görmeden
    Nahçivan'da bir çay içip durmadan
    Bakü'deyim şaşıyorum şu anda

    Bakü'de düğümü çözer gibiyim
    Sanki istanbul’da gezer gibiyim
    Bakü'yü okşayan Hazar gibiyim
    Kabarıyor, şişiyorum şu anda

    Can Azerbaycan'da kabaran yürek
    Durmaz artık yolcu yolunda gerek
    Ver elini Türkmenistan diyerek
    Askabat'ı aşıyorum şu anda

    Aşkabat’tan çıkıp Taşkent yoluna
    Semerkant, Buhara, Özbek eline
    Amu-Derya olup Aral gölüne
    Dolup, dolup taşıyorum şu anda

    Ben tasarken Tacikistan susuyor
    Biskek'e varmasam Kırgız küsüyor
    Tanrı Dağları'ndan rüzgar esiyor
    Tatlı tatlı üşüyorum şu anda

    Üşüsem de gidiyorum öteye
    Kazakistan yani Alma-Ata'ya
    Mazideki gibi binip bir tay'a
    Yesi'deyim koşuyorum şu anda

    Çünkü Yesi bir mübarek kucaktır
    Ana kucağından daha sıcaktır
    Ahmet Yesevi'ye ait ocaktır
    O Ocakta pişiyorum şu anda

    Horasan'ın erleri de pişmişler
    Anadolu Rumeli'ye düşmüşler
    Onlar bir ışık, bir güneşmişler
    Nurlarında ışıyorum şu anda

    Nurlarında ışıyorken iste tam
    Gam bürüyor yüreğimi yine gam
    Doğu Türkistan’ım, Bati Trakya’m
    Yaranızı deşiyorum şu anda

    Yaralı yaralı gönül yürüyor
    Geri dönüp taa Bosna'ya varıyor
    Evlad-ı Fatihan şehit veriyor
    Mezarını eşiyorum şu anda

    Mezar eşmek korkutmuyor beni pek
    Ne mezarlar eştim bugünlere dek
    Kırım’a, Musul'a, Kerkük'e tek tek
    Ay Yıldızı döşüyorum şu anda

    Ay Yıldız, örtüsü Kızıl Elma'nın
    Arif doruğunda murat almanın
    Ülkücü olmanın Bozkurt olmanın
    Gururunu yaşıyorum şu anda

    Ozan Arif
    ···
  8. 33.
    +2 -1
    Mehmet akif ersoy kocakarı ile ömer favorimdir. Atıyorum ama uzundur uyarırım.

    Kocakarı ile Ömer

    üstâd-ı necîbim ali ekrem bey’e

    yok ya abbâs’ı bilmeyen, kimdi?..
    o sahâbîyi dinleyin, şimdi:

    bir karanlık geceydi pek de ayaz...
    ibni hattâb’ı görmek üzre biraz,
    çıktım evden ki yollar ıpıssız.
    yolcu bir benmişim meğer yalnız!
    aradan geçmemişti çok da zaman,
    az ilerden yavaşça oldu iyân,
    zulmetin sînesinde ukde gibi,
    ansızın bir müheykel a’râbî!
    bembeyaz bir ridâ içinde garîb,
    geliyor muttasıl mehîb mehîb
    ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;
    durmadan karşıdan selâmlaştık.
    düşünürken selâm alan sesini,
    o heyûlâ uzandı tuttu beni:
    bir de baktım, ömer değil mi imiş!
    – yâ ömer! böyle geç zaman, bu ne iş?
    – şu mahallâtı devre çıkmıştım...
    gel bereber, benimle, üç beş adım.

    • * *

    ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;
    uhrevî bir sükûn içinde civâr.
    ömer olmuş gezer, sıyânet-i hak...
    şu yatan beldenin huzûruna bak!
    o semâlar kadar yücelmiş alın,
    çakarak sînesinden âfâkın,
    bir zaman sönmeyen nigâhıyle,
    necm-i sâhirde sanki bir hâle !
    duruyor her evin önünde ömer,
    dinliyor, bî-haber içerdekiler.
    geçmedik en harâb bir yapıyı,
    yokladık sağlı sollu her kapıyı.
    geldik artık medîne hâricine;
    bir çadır gördü, durdu kaldı yine.

    • * *

    ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.
    “açız! açız!” diye feryâd eden çocuklarının,
    karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini ;
    çıkardı yuttuğu yaşlarla çırpınan sesini:
    – durundu yavrularım, işte şimdicek pişecek...
    fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!
    çocukların yeniden başlamıştı nâleleri...
    selâmı verdi ömer, daldı âkıbet içeri,
    selâmı aldı kadın pek beşûş bir yüzle.
    – bu yavrular niçin, ey teyze ağlıyor, söyle?
    – bugün ikinci gün, aç kaldılar...
    – o halde, neden
    biraz yemek komuyorsun?
    – yemek mi? çömleği sen,
    tirid mi zannediyorsun? içinde sâde su var;
    çakıl taşıyla berâber bütün zaman kaynar!
    ne çâre! belki susarlar, dedim. ayıplamayın.
    – peki! senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...
    tek erkeğin de mi yok?
    – hepsi öldü... kimsem yok.
    – senin midir bu küçükler?
    – torunlarım.
    – ne de çok!
    adam, emîr’e gidip söylemez mi hâlini?
    – ah!
    emîr’e, öyle mi? kahretsin an-karîb allah!
    yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...
    ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!
    – ne yaptı, teyze, ömer, böyle inkisâr edecek?
    – ya ben yetîm avuturken, emîr uyur mu gerek?
    raiyyetiz , ona bizler vedîatu’llâhız ;
    gelip de bir aramak yok mu?
    – haklısın, yalnız,
    zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez;
    gidip de söylememişsen, ne haldesin bilemez.
    – niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?
    sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?
    zavallının işi çokmuş!.. nedir, muhârebe mi?
    işitme sen de civârında inleyen elemi,
    medîne halkını üryan bırak, mısır’da dolaş...
    “gazâ! gazâ!” diye git soy cihânı, gel paylaş!

    çocukların bu sefer yükselince feryadı,
    kadın tehevvürü artık cünûna vardırdı:
    – şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine;
    ömer! savâik-i tel’în olur, iner tepene!
    yetîmin âhını yağmur duası zannetme:
    o sayha ra’d-ı kazâdır ki gönderir ademe!
    “açız! açız! bize bir lokma olsun ekmek ver... ”
    “susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!”
    gidip de söyleyeyim hâ!.. dilencilik yapamam!
    ömer de kim? benim ondan kerîm adamdı babam,
    ölür de yüz suyu dökmem sizin halîfenize!..
    ömer vuruldu bu son sözle...
    – haklısın, teyze!
    avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.

    • * *

    halîfe önde, bitik, suçlu, münfa’il , nâdim;
    ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.
    sabaha karşı biraz başlamıştı aydınlık.
    köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,
    bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor?
    medîne’nin dalarak münhanî sokaklarına;
    dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.
    halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.
    arandı her yeri, bir mum yakıp ale’l-acele.
    – şu tek çuval unu gördün ya! haydi yükle bana;
    bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.
    çuval halîfe’de, yağ bende, çıktık anbardan;
    kilitleyip geri döndük deminki yollardan.
    mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; ömer yaralı;
    dedim ki:
    – ben zütüreydim... verir misin çuvalı?
    – hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:
    vebâli kendine âiddir ibni hattâb’ın.
    kadın ne söyledi, abbâs, işitmedin mi demin?
    yarın, huzûr-i ilâhî’de, kimseler, ömer’in
    şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;
    evet, hilâfeti yüklenmeyeydi vaktiyle.
    kenâr-ı dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
    gelir de adl-i ilâhî sorar ömer’den onu!
    bir ihtiyar karı bî-kes kalır, ömer mes’ul!
    yetîmi, girye-i hüsrân alır, ömer mes’ul!
    bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:
    ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
    zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:
    o damla bir koca girdâb olur boğar ömer’i!
    ömer duyulmada her kalbin inkisârından;
    ömer koğulmada her mâtemin civârından!
    ömer halîfe iken başka kim çıkar mes’ul?
    ömer ne yapsın; ilâhî, beşer zalûm ü cehûl !
    ömer’den isteniyor beklenen muhafazid’den...
    ömer! ömer! nasıl aldın bu bârı sırtına sen?

    – sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,
    idâre eyleyecek düştüğün bu ma’rekeyi?
    evet, adâleti “mutlak” hayâl edersen eğer,
    ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!
    beşer, adâleti “mutlak” tahayyül eylerse,
    görür ümîdini mahkûm her zaman ye’se.
    sen ey ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...
    fakat elinde ne var? fıtraten beşer mazlûm!
    görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,
    zalâm içinde, yük altında inleyen ömer’i!
    huzûr-i hakk’a çıkarken bu unlu cebhenle,
    değil zemîni, getir şâhid âsûmânı bile!
    – uzak mı yol? daha çok var mı?
    – ancak üç beş adım.

    mecâli kalmamış artık zavallının... baktım:
    olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;
    yavaş yavaş yürüyor. geldi bin belâ ne ise!
    sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:
    – bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.
    hemen çakılları çömlekten indirip attı;
    uzandı testiye, yağ koydu, sonra un kattı.
    oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: ocak,
    hemen sönüp gidecek...
    – teyze, yok mu hiç yakacak?

    kadın getirdi beş on parça yaş diken ömer’e;
    ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.
    ocak tüter, ömer üfler zefîr-i hârıyle;
    zemîni lihye-i beyzâ-yı târumârıyle
    sücûd tavr-ı huşû’unda, muttasıl süpürür;
    içinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!
    döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;
    bulut geçer gibi necmin hıyât-ı nûrundan!

    ocak tutuştu, yemek pişti;
    – var mı teyze kabın?
    getir de indirelim...
    – var büyükçe bir kap, alın.
    yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekleyecek!
    ömer, çocuklara bir bir yedirdi üfleyerek!
    kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i sürûr;
    çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr .
    ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi...
    dedim...
    – sabah oluyor kalkalım...
    – evet, haydi!
    yarın emâret’e gel teyze, öğleyin beni bul:
    emîr’e söyleriz, elbette hayr olur me’mûl .

    • * *

    yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,
    biz de çıktık vedâ edip artık.
    hiç görünmeksizin gelip geçene,
    doğru indik halîfe’nin evine.
    “şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver”
    diye, koyvermiyordu, çünkü, ömer.
    etti az sonra subh-ı velveledâr
    uyuyan şehri kâmilen bîdâr.

    öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.
    – gâlibâ teyze, uykusuz kaldın!
    işte bağlanmak üzredir nafakan,
    alacaksın her ay gelip buradan.
    şimdi affeyledin, değil mi beni?
    – böyle göster fakat adâletini.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 34.
    +1
    Beni bu güzel havalar mahvetti,
    Böyle havada istifa ettim
    Evkaftaki memuriyetimden.
    Tütüne böyle havada alıştım,
    Böyle havada aşık oldum;
    Eve ekmekle tuz zütürmeyi
    Böyle havalarda unuttum;
    Şiir yazma hastalığım
    Hep böyle havalarda nüksetti;
    Beni bu güzel havalar mahvetti.
    ···
  10. 35.
    +1
    Mestim bugün aşkınla ay yüzlü güzel konçuy,
    Gönlümde esip çınla, ay yüzlü güzel konçuy.
    Şevkinle serab ettin, aşkınla harab ettin,
    Payında türab ettin,ay yüzlü güzel konçuy.
    Sensiz yaşamak boştur, birlikte ölüm hoştur,
    Coştum, daha çok coştur, ay yüzlü konçuy.
    Sevginle geçip serden, bildim yaralar nerden;
    Eyvah kara gözlerden, ay yüzlü güzel konçuy.
    Zulmetteki mahımsın, gönlümdeki ahımsın,
    Ömrümde günahımsın, ay yüzlü güzel konçuy.
    Lebler sücü, bir tas ver; hem neş'e ve hem yas ver;
    Hançer mi o kirpikler, ay yüzlü güzel konçuy.
    Almış beni albızlar, gönlümde yaran sızlar,
    Kurban sana Atsızlar, ay yüzlü güzel konçuy...

    Hüseyin Nihal Atsız
    ···
  11. 36.
    +1
    Rezerved
    ···
  12. 37.
    +1
    Yeni bir afyondur yenen her lokma
    Biber avrupalı, tuz avrupalı.
    Gülücükler sahte kirpikler takma
    Dudak Avrupalı, göz Avrupalı.

    Bebeklikte benliğini yitiren
    Tepe tepe tepemizde oturan
    Bizi çıkmazlara alıp zütüren
    Ayak Avrupalı, iz avrupalı.

    Birisi diskoda içer kıvırır
    Birisi kulüpte konken çevirir
    Yapmasını bilmez ki yıkar devirir
    Ana avrupalı, kız avrupalı.

    Kalıba uydurdu uyduklarımız
    Yazmakla bitmez ki duyduklarımız
    Paris modasıdır giydiklerimiz
    Astar avrupalı, yüz avrupalı

    En mahrem yerlerin kalktı örtüsü
    Beş santim tırnaktır ellerin süsü
    Bütün bunlar medenilik ölçüsü
    Cilve avrupalı, naz avrupalı

    ister sarı deyin isterse ırsi,
    Büyük revaç buldu makbulün tersi
    Duyduğumuz "okey, adiyös, mersi"
    Ağız avrupalı, söz avrupalı

    Her gün karşımıza on zıpır çıkar
    Bağırır, çağırır, devirir yıkar
    Dinler kulağımız gözümüz bakar
    Şarkı avrupalı, saz avrupalı.

    Başımız ayıkmaz binlerce halttan
    Örf, adet gemimiz delindi alttan
    Analar Muğla'dan, Van'dan, Tokat'tan
    Bebek avrupalı, bez avrupalı

    Sahnede ekranda hıyar dinleriz
    Deliye, densize uyar dinleriz
    Saçma çığlıkları duyar dinleriz
    Şarkı avrupalı, saz avrupalı

    Herkes soyunuyor açılmıyor ki
    Sokakta boynuzdan geçilmiyor ki
    Müslüman gavurdan seçilmiyor ki
    Şekil avrupalı, poz avrupalı

    Türklük bu mu desem bu diyecekler
    Şampanyayı sorsam su diyecekler
    Bir gün kökümüze hu diyecekler
    Kabuk avrupalı, öz avrupalı.

    -Abdurrahim Karakoç
    ···
  13. 38.
    +1
    ABBAS

    Haydi Abbas, vakit tamam;
    Akşam diyordun işte oldu akşam.
    Kur bakalım çilingir soframızı;
    Dinsin artık bu kalb ağrısı.
    Şu ağacın gölgesinde olsun;
    Tam kenarında havuzun.
    Aya haber sal çıksın bu gece;
    Görünsün şöyle gönlümce.
    Bas kırbacı sihirli seccadeye,
    Göster hükmettiğini mesafeye
    Ve zamana.
    Katıp tozu dumana,
    Var git,
    Böyle ferman etti Cahit,
    Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
    Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

    Cahit Sıtkı TARANCı
    ···
  14. 39.
    +1
    Göğe Bakma Durağı
    ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
    Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
    Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
    Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
    Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
    Bu evleri atla bu evleri de bunları da
    Göğe bakalım
    Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
    inecek var deriz otobüs durur ineriz
    Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
    Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
    Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
    Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam
    Herkes yokken biz oluruz biz uyumıyalım
    Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
    Beni bırak göğe bakalım
    Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
    Tuttukca güçleniyorum kalabalık oluyorum
    Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
    Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
    Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
    Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
    Bana dönesin diye bir bir kapattım
    Şimdi otobüs gelir biner gideriz
    Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
    Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
    Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
    Durma kendini hatırlat
    Durma göğe bakalım
    -Turgut UYAR
    ···
  15. 40.
    +1
    Bu gün Orhan veli kanık ın kitabını almıştım baya bi okudum 2 şiir çarptı gözüme birini yazmışsın diğerinde ben yazayım

    Her gün bu kadar güzel mi bu deniz
    Böyle mi görünür gökyüzü her zaman
    Her zaman güzel mi bu kadar
    Bu eşya, bu pencere
    Değil
    Vallahi değil
    Bir iş var bu işin içinde
    ···
  16. 41.
    +1
    Ben sana mecburum bilemezsin
    Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin
    Ben sana mecburum bilemezsin
    içimi seninle ısıtıyorum.
    Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
    Bu şehir o eski istanbul mudur
    Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
    Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu
    Ben sana mecburum sen yoksun. Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur insan bir akşam üstü ansızın yorulur Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
    Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
    Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
    Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
    Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
    Durup köşe başında deliksiz dinlesem Sana kullanılmamış bir gök getirsem Haftalar ellerimde ufalanıyor
    Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem Ben sana mecburum sen yoksun.
    Belki haziran da mavi benekli çocuksun Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
    Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
    Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
    Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
    Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin Kötü rüzgar saçlarını zütürüyor
    Ne vakit bir yaşamak düşünsem
    Bu kurtlar sofrasında belki zor
    Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
    Ne vakit bir yaşamak düşünsem
    Sus deyip adınla başlıyorum
    içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
    Hayır başka türlü olmayacak
    Ben sana mecburum bilemezsin.

    attila ilhan reyizz
    ···
  17. 42.
    +1
    Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
    Niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
    Niye kimseler izin vermez yollarına kuş konmasına
    "Öyle güzelsin ki Kuş koysunlar yoluna" Demiş bir çocuk
    ···
    1. 1.
      +1
      nilgün marmara - kuş koysunlar yoluna adamsın panpa herkes bilmez
      ···
  18. 43.
    +1
    Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
    Bütün sürgünlüklerim bir bak1ma bu sürgünün bir süregi
    Bütün törenlerin sölenlerin ayinlerin yortularin disinda
    Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
    Af dilemeye geldim affa layikolmasam da
    Uzatma dünya sürgünümü benim

    Aşkın bu en onulmazından koparıp
    Bir tuz bulutu gibi
    Savuran yüregime
    Ah uzatma dünya sürgünümü benim
    Nice yoruldugum ayakabilarimdan degil
    Ayaklarimdan belli

    Lambalar egri
    Aynalar akrep melegi
    Zaman çarpilmis atin son hayali
    Ev miras degil mirasin hayaleti
    Ey gönlümün dogurdugu
    Büyüttügü emzirdigi
    Kus tüyünden
    Ve kus südünden
    Geceler ve gündüzlerde
    Insanliga anit gibi yükselttigi
    Sevgili
    En sevgili
    Ey sevgili
    Uzatma dünya sürgünüm benim

    Bütün siirlerde söyledigim sensin
    Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
    Seni saklamak için görüntülerinden faydalandim Salome'nin Belkis'in
    Bosunaydi saklamaya çalismam öylesine agibarsin bellisin
    Kuslar uçar senin gönlünü taklit için
    Ellerinden devsirir bahar çiçeklerini
    Deniz gözlerinden alir sonsuzlugun haberini
    Ey gönüllerin en yumusagi en derini
    Sevgili
    En sevgili
    Ey sevgili
    Uzatma dünya sürgünümü benim

    Yillar geçti sapan ölümsüz iz birakti toprakta
    Yildizlara uzaniphep seni sordum gece yarilarinda
    Çati katlarinda bodrum katlarinda
    Gölgendi gecemi aydinlatan essiz lamba
    Hep Kanlica'da Emirgan'da
    Kandilli'nin kursuni safaklarinda
    Seninle söylesip durdum bir ömrün baharinda yazinda
    simdi onun birdenbire gelen sonbaharinda
    Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
    Af dilemeye geldim affa layik olmasam da
    Ey çagdas Kudüs (Meryem)
    Ey sirrini gönlünde tasiyan Misir (Züleyha)
    Ey ipeklere yumusaklik bagislayan merhametin kalbi
    Sevgili
    En sevgili
    Ey sevgili
    Uzatma dünya sürgünümü benim

    Daglarin yikilisini gördüm bir Venüs bardaginda
    Köle gibi satildim pazarlar pazarinda
    Günesin sarardigini gördüm Konstantin duvarinda
    Senin hayallerinle yandim düslerin civarinda
    Gölgendi yansiyip duran bengisu pinarinda
    Ölüm düsüncesinin beni sardigi su anda
    Verilmemis hesaplarin korkusuyla
    Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
    Af dilemeye geldim affa layik olmasam da
    Sevgili
    En sevgili
    Ey sevgili
    Uzatma dünya sürgünüm benim

    Ülkendeki kuslardan ne haber vardir
    Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardir
    Ask celladindan ne çikar madem ki yar vardir
    Yoktanda vardan da ötede bir Var vardir
    Hep suç bende degil beni yakip yikan bir nazar vardir
    O sarkiya özenip söylenecek misralar vardir
    Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardir
    Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardir
    Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardir
    Yanmissam külümden yapilan bir hisar vardir
    Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardir
    Sirlarin sirrina ermek için sende anahtar vardir
    Gögsünde sürgününü geri çagiran bir damar vardir
    Senden umut kesmem kalbinde merhamet adli bir çinar vardir
    Sevgili
    En sevgili
    Ey sevgili
    Tümünü Göster
    ···
  19. 44.
    +1
    TAHiRLE ZÜHRE MESELESi

    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
    bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
    yani yürekte.
    Meselâ bir barikatta dövüşerek
    meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
    meselâ denerken damarlarında bir serumu
    ölmek ayıp olur mu?
    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
    Seversin dünyayı doludizgin
    ama o bunun farkında değildir
    ayrılmak istemezsin dünyadan
    ama o senden ayrılacak
    yani sen elmayı seviyorsun diye
    elmanın da seni sevmesi şart mı?
    Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
    yahut hiç sevmeseydi
    Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
    Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
    hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

    Nazım Hikmet Ran
    ···
  20. 45.
    +2 -1
    Ne güzel demiş Necip Fazıl Kısakürek -Ey bir aileye bile hükmedemeyen ilerici.Üç kıtaya, yedi denize hükmeden ecdadın mı gerici ?
    ···