-
26.
+2Ya o lavinia yı yazdin çiğerimi gibip attın be kardeşim. Tulaaaayy aşkım geri döönn
-
27.
+2Lavinia best of
-
28.
+2Bekleneni gördüm bastım şukuyu
-
29.
+2
-
-
1.
+1adamsın panpa saol
-
2.
+1Sende yaz bisiler
-
1.
-
30.
+2Türk duygusu her Türkçüye en tatlı kımızdır
Türk ülküsü candan da aziz bayrağımızdır
Darbeyle gönüllerde yatan ülkü silinmez
Atsız yere düşmekle bu bayrak inmez! -
31.
+1Kırılır da bir gün bütün dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim.
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz barkımız bizim.
Kurtulur dil, tarih, ahlâk ve iman
Görürler nasılmış, neymiş kahraman
Gök ve yer su vermem dediği zaman
Her tarlayı sular arkımız bizim.
Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşlarının yanında füze
Başka alemlerden farkımız bizim.
Gideriz nur yolu izde gideriz
Taş bağırda solar dude gideriz
Bir gün akşam olur biz de ğideriz
Kalır dudaklarda, şarkımız bizim..
n.f.k -
32.
+1Tarifi imkânsız hisler içinde
Seviniyor, coşuyorum şu anda
Turan görünüyor sisler içinde
Yollarına düşüyorum şu anda
Niyet ettim daha yola girmeden
Geçilir mi Nahçivan'ı görmeden
Nahçivan'da bir çay içip durmadan
Bakü'deyim şaşıyorum şu anda
Bakü'de düğümü çözer gibiyim
Sanki istanbul’da gezer gibiyim
Bakü'yü okşayan Hazar gibiyim
Kabarıyor, şişiyorum şu anda
Can Azerbaycan'da kabaran yürek
Durmaz artık yolcu yolunda gerek
Ver elini Türkmenistan diyerek
Askabat'ı aşıyorum şu anda
Aşkabat’tan çıkıp Taşkent yoluna
Semerkant, Buhara, Özbek eline
Amu-Derya olup Aral gölüne
Dolup, dolup taşıyorum şu anda
Ben tasarken Tacikistan susuyor
Biskek'e varmasam Kırgız küsüyor
Tanrı Dağları'ndan rüzgar esiyor
Tatlı tatlı üşüyorum şu anda
Üşüsem de gidiyorum öteye
Kazakistan yani Alma-Ata'ya
Mazideki gibi binip bir tay'a
Yesi'deyim koşuyorum şu anda
Çünkü Yesi bir mübarek kucaktır
Ana kucağından daha sıcaktır
Ahmet Yesevi'ye ait ocaktır
O Ocakta pişiyorum şu anda
Horasan'ın erleri de pişmişler
Anadolu Rumeli'ye düşmüşler
Onlar bir ışık, bir güneşmişler
Nurlarında ışıyorum şu anda
Nurlarında ışıyorken iste tam
Gam bürüyor yüreğimi yine gam
Doğu Türkistan’ım, Bati Trakya’m
Yaranızı deşiyorum şu anda
Yaralı yaralı gönül yürüyor
Geri dönüp taa Bosna'ya varıyor
Evlad-ı Fatihan şehit veriyor
Mezarını eşiyorum şu anda
Mezar eşmek korkutmuyor beni pek
Ne mezarlar eştim bugünlere dek
Kırım’a, Musul'a, Kerkük'e tek tek
Ay Yıldızı döşüyorum şu anda
Ay Yıldız, örtüsü Kızıl Elma'nın
Arif doruğunda murat almanın
Ülkücü olmanın Bozkurt olmanın
Gururunu yaşıyorum şu anda
Ozan Arif -
33.
+2 -1Mehmet akif ersoy kocakarı ile ömer favorimdir. Atıyorum ama uzundur uyarırım.Tümünü Göster
Kocakarı ile Ömer
üstâd-ı necîbim ali ekrem bey’e
yok ya abbâs’ı bilmeyen, kimdi?..
o sahâbîyi dinleyin, şimdi:
bir karanlık geceydi pek de ayaz...
ibni hattâb’ı görmek üzre biraz,
çıktım evden ki yollar ıpıssız.
yolcu bir benmişim meğer yalnız!
aradan geçmemişti çok da zaman,
az ilerden yavaşça oldu iyân,
zulmetin sînesinde ukde gibi,
ansızın bir müheykel a’râbî!
bembeyaz bir ridâ içinde garîb,
geliyor muttasıl mehîb mehîb
ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;
durmadan karşıdan selâmlaştık.
düşünürken selâm alan sesini,
o heyûlâ uzandı tuttu beni:
bir de baktım, ömer değil mi imiş!
– yâ ömer! böyle geç zaman, bu ne iş?
– şu mahallâtı devre çıkmıştım...
gel bereber, benimle, üç beş adım.
• * *
ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;
uhrevî bir sükûn içinde civâr.
ömer olmuş gezer, sıyânet-i hak...
şu yatan beldenin huzûruna bak!
o semâlar kadar yücelmiş alın,
çakarak sînesinden âfâkın,
bir zaman sönmeyen nigâhıyle,
necm-i sâhirde sanki bir hâle !
duruyor her evin önünde ömer,
dinliyor, bî-haber içerdekiler.
geçmedik en harâb bir yapıyı,
yokladık sağlı sollu her kapıyı.
geldik artık medîne hâricine;
bir çadır gördü, durdu kaldı yine.
• * *
ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.
“açız! açız!” diye feryâd eden çocuklarının,
karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini ;
çıkardı yuttuğu yaşlarla çırpınan sesini:
– durundu yavrularım, işte şimdicek pişecek...
fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!
çocukların yeniden başlamıştı nâleleri...
selâmı verdi ömer, daldı âkıbet içeri,
selâmı aldı kadın pek beşûş bir yüzle.
– bu yavrular niçin, ey teyze ağlıyor, söyle?
– bugün ikinci gün, aç kaldılar...
– o halde, neden
biraz yemek komuyorsun?
– yemek mi? çömleği sen,
tirid mi zannediyorsun? içinde sâde su var;
çakıl taşıyla berâber bütün zaman kaynar!
ne çâre! belki susarlar, dedim. ayıplamayın.
– peki! senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...
tek erkeğin de mi yok?
– hepsi öldü... kimsem yok.
– senin midir bu küçükler?
– torunlarım.
– ne de çok!
adam, emîr’e gidip söylemez mi hâlini?
– ah!
emîr’e, öyle mi? kahretsin an-karîb allah!
yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...
ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!
– ne yaptı, teyze, ömer, böyle inkisâr edecek?
– ya ben yetîm avuturken, emîr uyur mu gerek?
raiyyetiz , ona bizler vedîatu’llâhız ;
gelip de bir aramak yok mu?
– haklısın, yalnız,
zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez;
gidip de söylememişsen, ne haldesin bilemez.
– niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?
sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?
zavallının işi çokmuş!.. nedir, muhârebe mi?
işitme sen de civârında inleyen elemi,
medîne halkını üryan bırak, mısır’da dolaş...
“gazâ! gazâ!” diye git soy cihânı, gel paylaş!
çocukların bu sefer yükselince feryadı,
kadın tehevvürü artık cünûna vardırdı:
– şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine;
ömer! savâik-i tel’în olur, iner tepene!
yetîmin âhını yağmur duası zannetme:
o sayha ra’d-ı kazâdır ki gönderir ademe!
“açız! açız! bize bir lokma olsun ekmek ver... ”
“susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!”
gidip de söyleyeyim hâ!.. dilencilik yapamam!
ömer de kim? benim ondan kerîm adamdı babam,
ölür de yüz suyu dökmem sizin halîfenize!..
ömer vuruldu bu son sözle...
– haklısın, teyze!
avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.
• * *
halîfe önde, bitik, suçlu, münfa’il , nâdim;
ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.
sabaha karşı biraz başlamıştı aydınlık.
köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,
bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor?
medîne’nin dalarak münhanî sokaklarına;
dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.
halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.
arandı her yeri, bir mum yakıp ale’l-acele.
– şu tek çuval unu gördün ya! haydi yükle bana;
bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.
çuval halîfe’de, yağ bende, çıktık anbardan;
kilitleyip geri döndük deminki yollardan.
mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; ömer yaralı;
dedim ki:
– ben zütüreydim... verir misin çuvalı?
– hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:
vebâli kendine âiddir ibni hattâb’ın.
kadın ne söyledi, abbâs, işitmedin mi demin?
yarın, huzûr-i ilâhî’de, kimseler, ömer’in
şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;
evet, hilâfeti yüklenmeyeydi vaktiyle.
kenâr-ı dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
gelir de adl-i ilâhî sorar ömer’den onu!
bir ihtiyar karı bî-kes kalır, ömer mes’ul!
yetîmi, girye-i hüsrân alır, ömer mes’ul!
bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:
ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:
o damla bir koca girdâb olur boğar ömer’i!
ömer duyulmada her kalbin inkisârından;
ömer koğulmada her mâtemin civârından!
ömer halîfe iken başka kim çıkar mes’ul?
ömer ne yapsın; ilâhî, beşer zalûm ü cehûl !
ömer’den isteniyor beklenen muhafazid’den...
ömer! ömer! nasıl aldın bu bârı sırtına sen?
– sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,
idâre eyleyecek düştüğün bu ma’rekeyi?
evet, adâleti “mutlak” hayâl edersen eğer,
ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!
beşer, adâleti “mutlak” tahayyül eylerse,
görür ümîdini mahkûm her zaman ye’se.
sen ey ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...
fakat elinde ne var? fıtraten beşer mazlûm!
görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,
zalâm içinde, yük altında inleyen ömer’i!
huzûr-i hakk’a çıkarken bu unlu cebhenle,
değil zemîni, getir şâhid âsûmânı bile!
– uzak mı yol? daha çok var mı?
– ancak üç beş adım.
mecâli kalmamış artık zavallının... baktım:
olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;
yavaş yavaş yürüyor. geldi bin belâ ne ise!
sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:
– bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.
hemen çakılları çömlekten indirip attı;
uzandı testiye, yağ koydu, sonra un kattı.
oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: ocak,
hemen sönüp gidecek...
– teyze, yok mu hiç yakacak?
kadın getirdi beş on parça yaş diken ömer’e;
ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.
ocak tüter, ömer üfler zefîr-i hârıyle;
zemîni lihye-i beyzâ-yı târumârıyle
sücûd tavr-ı huşû’unda, muttasıl süpürür;
içinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!
döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;
bulut geçer gibi necmin hıyât-ı nûrundan!
ocak tutuştu, yemek pişti;
– var mı teyze kabın?
getir de indirelim...
– var büyükçe bir kap, alın.
yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekleyecek!
ömer, çocuklara bir bir yedirdi üfleyerek!
kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i sürûr;
çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr .
ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi...
dedim...
– sabah oluyor kalkalım...
– evet, haydi!
yarın emâret’e gel teyze, öğleyin beni bul:
emîr’e söyleriz, elbette hayr olur me’mûl .
• * *
yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,
biz de çıktık vedâ edip artık.
hiç görünmeksizin gelip geçene,
doğru indik halîfe’nin evine.
“şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver”
diye, koyvermiyordu, çünkü, ömer.
etti az sonra subh-ı velveledâr
uyuyan şehri kâmilen bîdâr.
öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.
– gâlibâ teyze, uykusuz kaldın!
işte bağlanmak üzredir nafakan,
alacaksın her ay gelip buradan.
şimdi affeyledin, değil mi beni?
– böyle göster fakat adâletini. -
34.
+1Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz zütürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti. -
35.
+1Mestim bugün aşkınla ay yüzlü güzel konçuy,
Gönlümde esip çınla, ay yüzlü güzel konçuy.
Şevkinle serab ettin, aşkınla harab ettin,
Payında türab ettin,ay yüzlü güzel konçuy.
Sensiz yaşamak boştur, birlikte ölüm hoştur,
Coştum, daha çok coştur, ay yüzlü konçuy.
Sevginle geçip serden, bildim yaralar nerden;
Eyvah kara gözlerden, ay yüzlü güzel konçuy.
Zulmetteki mahımsın, gönlümdeki ahımsın,
Ömrümde günahımsın, ay yüzlü güzel konçuy.
Lebler sücü, bir tas ver; hem neş'e ve hem yas ver;
Hançer mi o kirpikler, ay yüzlü güzel konçuy.
Almış beni albızlar, gönlümde yaran sızlar,
Kurban sana Atsızlar, ay yüzlü güzel konçuy...
Hüseyin Nihal Atsız -
36.
+1Rezerved
-
37.
+1Yeni bir afyondur yenen her lokma
Biber avrupalı, tuz avrupalı.
Gülücükler sahte kirpikler takma
Dudak Avrupalı, göz Avrupalı.
Bebeklikte benliğini yitiren
Tepe tepe tepemizde oturan
Bizi çıkmazlara alıp zütüren
Ayak Avrupalı, iz avrupalı.
Birisi diskoda içer kıvırır
Birisi kulüpte konken çevirir
Yapmasını bilmez ki yıkar devirir
Ana avrupalı, kız avrupalı.
Kalıba uydurdu uyduklarımız
Yazmakla bitmez ki duyduklarımız
Paris modasıdır giydiklerimiz
Astar avrupalı, yüz avrupalı
En mahrem yerlerin kalktı örtüsü
Beş santim tırnaktır ellerin süsü
Bütün bunlar medenilik ölçüsü
Cilve avrupalı, naz avrupalı
ister sarı deyin isterse ırsi,
Büyük revaç buldu makbulün tersi
Duyduğumuz "okey, adiyös, mersi"
Ağız avrupalı, söz avrupalı
Her gün karşımıza on zıpır çıkar
Bağırır, çağırır, devirir yıkar
Dinler kulağımız gözümüz bakar
Şarkı avrupalı, saz avrupalı.
Başımız ayıkmaz binlerce halttan
Örf, adet gemimiz delindi alttan
Analar Muğla'dan, Van'dan, Tokat'tan
Bebek avrupalı, bez avrupalı
Sahnede ekranda hıyar dinleriz
Deliye, densize uyar dinleriz
Saçma çığlıkları duyar dinleriz
Şarkı avrupalı, saz avrupalı
Herkes soyunuyor açılmıyor ki
Sokakta boynuzdan geçilmiyor ki
Müslüman gavurdan seçilmiyor ki
Şekil avrupalı, poz avrupalı
Türklük bu mu desem bu diyecekler
Şampanyayı sorsam su diyecekler
Bir gün kökümüze hu diyecekler
Kabuk avrupalı, öz avrupalı.
-Abdurrahim Karakoç -
38.
+1ABBAS
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalb ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Cahit Sıtkı TARANCı -
39.
+1Göğe Bakma Durağı
ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumıyalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukca güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
-Turgut UYAR -
40.
+1Bu gün Orhan veli kanık ın kitabını almıştım baya bi okudum 2 şiir çarptı gözüme birini yazmışsın diğerinde ben yazayım
Her gün bu kadar güzel mi bu deniz
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman
Her zaman güzel mi bu kadar
Bu eşya, bu pencere
Değil
Vallahi değil
Bir iş var bu işin içinde -
41.
+1Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski istanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun. Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur insan bir akşam üstü ansızın yorulur Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem Sana kullanılmamış bir gök getirsem Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem Ben sana mecburum sen yoksun.
Belki haziran da mavi benekli çocuksun Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin Kötü rüzgar saçlarını zütürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
attila ilhan reyizz -
42.
+1Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
Niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına
Niye kimseler izin vermez yollarına kuş konmasına
"Öyle güzelsin ki Kuş koysunlar yoluna" Demiş bir çocuk -
-
1.
+1nilgün marmara - kuş koysunlar yoluna adamsın panpa herkes bilmez
-
1.
-
43.
+1Senin kalbinden sürgün oldum ilkinTümünü Göster
Bütün sürgünlüklerim bir bak1ma bu sürgünün bir süregi
Bütün törenlerin sölenlerin ayinlerin yortularin disinda
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layikolmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüregime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yoruldugum ayakabilarimdan degil
Ayaklarimdan belli
Lambalar egri
Aynalar akrep melegi
Zaman çarpilmis atin son hayali
Ev miras degil mirasin hayaleti
Ey gönlümün dogurdugu
Büyüttügü emzirdigi
Kus tüyünden
Ve kus südünden
Geceler ve gündüzlerde
Insanliga anit gibi yükselttigi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünüm benim
Bütün siirlerde söyledigim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandim Salome'nin Belkis'in
Bosunaydi saklamaya çalismam öylesine agibarsin bellisin
Kuslar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devsirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alir sonsuzlugun haberini
Ey gönüllerin en yumusagi en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Yillar geçti sapan ölümsüz iz birakti toprakta
Yildizlara uzaniphep seni sordum gece yarilarinda
Çati katlarinda bodrum katlarinda
Gölgendi gecemi aydinlatan essiz lamba
Hep Kanlica'da Emirgan'da
Kandilli'nin kursuni safaklarinda
Seninle söylesip durdum bir ömrün baharinda yazinda
simdi onun birdenbire gelen sonbaharinda
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layik olmasam da
Ey çagdas Kudüs (Meryem)
Ey sirrini gönlünde tasiyan Misir (Züleyha)
Ey ipeklere yumusaklik bagislayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Daglarin yikilisini gördüm bir Venüs bardaginda
Köle gibi satildim pazarlar pazarinda
Günesin sarardigini gördüm Konstantin duvarinda
Senin hayallerinle yandim düslerin civarinda
Gölgendi yansiyip duran bengisu pinarinda
Ölüm düsüncesinin beni sardigi su anda
Verilmemis hesaplarin korkusuyla
Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layik olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünüm benim
Ülkendeki kuslardan ne haber vardir
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardir
Ask celladindan ne çikar madem ki yar vardir
Yoktanda vardan da ötede bir Var vardir
Hep suç bende degil beni yakip yikan bir nazar vardir
O sarkiya özenip söylenecek misralar vardir
Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardir
Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardir
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardir
Yanmissam külümden yapilan bir hisar vardir
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardir
Sirlarin sirrina ermek için sende anahtar vardir
Gögsünde sürgününü geri çagiran bir damar vardir
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adli bir çinar vardir
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili -
44.
+1TAHiRLE ZÜHRE MESELESi
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Nazım Hikmet Ran -
45.
+2 -1Ne güzel demiş Necip Fazıl Kısakürek -Ey bir aileye bile hükmedemeyen ilerici.Üç kıtaya, yedi denize hükmeden ecdadın mı gerici ?
başlık yok! burası bom boş!