+1
Çeşitli kumaşlar topladı ve dikiş makinesiyle daha sonra Bay Ickbarr Bigelsteine, yada kısaca Ick olarak adlandıracağım şeyi yarattı. Ick annemin tabiriyle kumaş bir canavardı. O beni, uyurken koktuğum canavarlara karşı koruyacaktı. Doğrusunu söylemek gerekirse oldukça ürkütücüydü. Şimdi bakınca annemin bu kadar tuhaf ve rahatsız edici bir şeyi nasıl düşündüğünü aklım almıyor. Ickbarr, beyaz düğmeden gözlere ve koca kedi kulaklarına sahip bir Frankestein cini gibi bir araya getirilmişti. Küçük kolları ve bacakları kız kardeşime ait siyah ve beyaz çizgili çoraptan, yüzü abimin uzun yeşil futbol çoraplarından yapılmıştı. Kafası şişkin olarak tanımlanabilirdi, ve ağzı için annem bir parça beyaz kumaştan zikzak şeklinde kocaman sırıtan dişler dikmişti. Onu başta sevmiştim.
O andan itibaren, Ick yanımdan ayrılmadı. Akşam karanlığından sonra tabi ki. Ick güneşi sevmezdi, ve onu benimle beraber okula zütürmeye çalıştığımda üzülürdü. Ama bu sorun değildi. Ona karabasanları uzak tutması için sadece gece ihtiyacım vardı, bu onun iyi olduğu alandı. Böylece her yatma vakti, Ick bana canavarların nerede saklandığını söylerdi, ve ben de onu odamın en dehşet verici yerine yakın bir konuma yerleştirildim. Eğer dolapta bir şey varsa, Ick kapısını engeller, eğer camımı tırmalayan bir canavar ise Ick camı tutardı, veya yatağımın altında kıllı bir yaratık varsa, oraya giderdi. Bazen canavarlar odamda olmazdı. Bazen rüyalarımda saklanırlardı, ve Ickbarr benimle rüyalarıma gelirdi. Hortlaklar ve iblislerle savaştığımız sürece Ick’i rüyalarıma getirmek eğlenceliydi. En güzel kısım Ick’in benle rüyamda konuştuğu zamanlardı. ‘’Beni ne kadar seviyorsun?’’ diye sorardı.