-
1.
+8 -1Son 300 Yılın Dünya siyasetini organize eden ingiliz Derin Devletinin iç Yüzü.
Üşenmeden okuyun. -
2.
+2Giriş: “Üst Aklı” TanımakTümünü Göster
Dünyada sürüp giden ve ardı arkası gelmeyen karışıklıklar, çekişmeler, çatışmalar ve savaşlar, Peygamberimiz (sav)’in bildirdiği şekilde, ahir zamanda, yani dünyanın son döneminde mutlaka gerçekleşecek olan olaylardır. Fakat Allah, dünyadaki her olayı sebeplere bağımlı yarattığı gibi dünyanın son zamanındaki kargaşa ortdıbını da belirli sebeplere bağlı olarak yaratmıştır. Bunun için deccal var olmalı, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmalı ve iyi ve kötünün mücadelesi mutlaka gerçekleşmelidir. Ahir zamanda yaşanacak Altın Çağ, deccalin yenildiği, yıkım içindeki dünyanın Hz. Mehdi (as) ile buluşarak birlikte kurtuluşa erdiği bir zaman olacaktır. Yüce Allah’ın bir müjdesi olan bu Altın Çağ ise çok yakındır.
ingiliz derin devleti, geçmişten beri kurguladığı senaryolarını sistematik bir şekilde hayata geçirmiştir. Bugün yaşanan tüm zorlu olaylar, bu ürkütücü senaryoların hayata geçirilmesinin bir sonucudur. Bu derin yapılanma, Hz. Mehdi (as)’ın zuhur zamanına yaklaşıldığını çok iyi bilmekte ve şeytani uygulamalarını özellikle bu dönemde yoğunlaştırmaktadır. Felaketler, yıkımlar, savaşlar ve ekonomik krizlerle Hz. Mehdi (as)’ın çıkışını engelleyeceğini sanmaktadır. Oysa, Hz. Mehdi (as)’ın gelişi kaderdedir. Kaderde olacak olanı ise engelleyebilecek yoktur.iyi ile kötünün mücadelesinin başlangıcı çok eskidir. Deccali sistem, çeşitli vesileler ve yöntemlerle iş başına gelmiş, insanları doğru yoldan saptırmak, bozguna uğratmak ve onlara öldürmeyi, nefreti, öfkeyi, mutsuzluğu ve sevgisizliği öğretmek için şeytanlarını kullanmıştır. Gizli ve şeytani yöntemlerle karanlıklar içinden çıkan ve sürekli olarak “üst akıl” olarak zikredilen bu deccali yapı, ingiliz derin devletidir.
Anlatılacak olan bu bilgiler, ingiliz derin devletinin gelişim aşamalarını anlatmakta ve özellikle Osmanlı ve islam alemi üzerindeki oyunlarını gözler önüne sermektedir. Geçmişte yaşanan ve bir imparatorluğun yıkımına ve islam aleminin parçalanmasına sebep olan bu oyunların bilinmesi, bugün yaşadığımız dünyayı daha iyi anlamamız için büyük önem taşımaktadır. Ayrıca ingiliz derin devletinin, tarih boyunca en büyük hedeflerinden biri ingiliz halkı ve ingiliz devleti olmuştur. Bu derin yapılanmanın bu amaçla, ingiliz bayrağına ve ingiliz Parlamentosu’na zarar vermeyi hedeflediği çok iyi bilinmelidir. Bunu vurgulamak için sitede özellikle ingiliz Bayrağı ve ingiliz Parlamentosu resimlerine yer verilmiştir.
Bu yazı boyunca verilen detaylar iyi incelenmeli ve yazılan konunun amacı iyice anlaşılmalıdır. Eleştiri konusu kesinlikle ingiliz devleti, ingiliz hükümeti, ingiliz bayrağı veya ingiliz halkı değildir. ingiliz halkı, değerli, kaliteli ve dost bir halktır. Burada vurgu yapılan unsur, ingiliz halkı da dahil olmak üzere tüm dünyaya bela getirmiş olan karanlık yapıdır. Bu deccali yapı, tüm deccali sistemler gibi elbette yıkılmaya ve yok olmaya mahkumdur. Fakat deccali yakından tanımak, yöntemlerini iyi tespit etmek ve ilmi mücadeleyi buna uygun yapmak bizim sorumluluğumuzdur. Sonunda galip gelecek olanlar, kuşkusuz Allah’ın taraftarlarıdır.
Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56) -
3.
+1Yazdıklarını okumadım da olay ingiltere'de başlıyor, basılan her para için pay alma şartıyla Yahudiler ingiliz ekonomisini kalkındırıp ingiltereyi geliştiriyor, orada elde ettikleri nüfuzla yüzyıllarca dünya siyasetinde pay sahibi oluyorlar.
-
4.
+11. Bölüm: DÜNYAYI SiNSiCE YÖNLENDiREN GiZLi GÜÇ: iNGiLiZ DERiN DEVLETiTümünü Göster
Devlet bürokrasisi içinde yuvalanan, hükümetleri doğrudan kontrolleri altına alan, değişime kimi zaman şiddet, kimi zaman ise propaganda yöntemlerini kullanarak karşı çıkan ve hukuk tanımayan grupların oluşturduğu gizli sistemlere derin devletler adı verilir. Derin devletlerin, kanunlara bağımlı olmayan plan ve uygulamaları vardır. Taleplerini cebir ve tehdit yoluyla icra ettirmeleri ve en önemlisi güçlü ve köklü mafya yapılanmaları tarafından himaye altına alınmaları nedeniyle kanunlar ve legal devletler üzeri hareket ederler. Bu yolla pek çok ülke içinde daima varlığını korumuş ve daima güçlü kalmışlardır. Devletlerin üzerinde adeta bir korku imparatorluğu kurmuşlardır. Ülkelerin mevcut devlet başkanları ve siyasi sistemleri, her ne kadar bağımsız gözükseler de, maruz kaldıkları dayatma sistemi nedeniyle çoğunlukla derin devletlerin himayesinde hareket etmek mecburiyetindedirler. Devlet sistemlerinde liderler tarafından alınan kararlar, vicdani ve makul bile olsa, söz konusu derin devletler tarafından kolaylıkla reddedilebilmekte; derin devletlerin çıkarları adına savaşlar, çatışmalar, bölücü eylemler başlatılabilmektedir.
Derin devletler, hemen her ülkede o veya bu şekilde varlığını göstermiştir. Kimileri oldukça güçlenmiş, kimileri milletler üzerinde tek başına söz hakkına sahip olacak bir nüfuza erişmiştir. Fakat ABD derin devleti de dahil olmak üzere, yeryüzüne hakim tüm derin devletlerin üzerinde, çok daha etkin, çok daha hakim ve çok daha derin bir mafya yapılanması vardır. Sözünü ettiğimiz bu yapılanma, ingiliz derin devletidir.
ingiliz derin devleti ateist mason localarında kapalı kapılar ardında kurulmuştur. Sinsi ve acımasız yöntemlerle yeni bir dünya düzeni geliştirmek ve bu yöntemle diğer tüm milletleri sömürmek ve nihayetinde Anglosakson ırkının önderliğinde zalim bir dünya diktatörlüğünü oluşturmak üzere oluşturulmuş bir mafya örgütlenmesidir. ingiltere’nin legal devlet sistemi, bu yapılanmadan münezzehtir.
Kurulduğu 5. yüzyıldan bu yana dünya çapında çok yönlü olarak ahlaksızlığı, dinsizliği, dejenerasyonu, çete ve mafya ruhunu, öfkeyi, şiddeti, savaş felsefesini, bölünmeyi ve terörü yaygınlaştırmayı hedeflemiş olan ingiliz derin devleti, dünya finans sistemini, ardından dünya politikasını ve topraklarını elde etmiş ve dünyayı ilgilendiren hemen her olayda tarih sahnesinde olmuştur. Devletlerin yıkılması, savaşların başlaması, darbeler, parçalanan ülkeler, terör örgütlerinin desteklenmesi gibi tüm deccali uygulama ve ataklar, kapalı kapılar ardında hep ingiliz derin devletinin kararlarıyla gerçekleşmiştir. Dönemin karanlık liderleri, 5. yüzyıldan itibaren tümüyle ateistlere ait olan mason localarında aldıkları kararlar doğrultusunda hareket etmiş ve hakim oldukları devletlere istediklerini yaptırır hale gelmişlerdir.
iki konuda önemli bir hatırlatma yapmak gerekmektedir. ilk olarak günümüzde masonluk, büyük ölçüde tüm dinlere saygı duyan, inançlı ve saygın bir yapılanma olarak varlığını sürdürmektedir. Bu görünümü ile dindar masonluk, oldukça önemli, etkili, elit bir kurum olarak takdire layıktır ve özellikle içinde bulunduğumuz ahir zamanda, Hz. Mehdi (as)’ın zuhuru sırasında büyük görevler üstlenecek önemli bir teşkilattır. Fakat geçmişte masonluk yapılanmalarının özellikle dinsizliği yaygınlaştırmak gibi bir düstur üstlendiği, bu nedenle de sürekli eleştirildiği bilinmektedir. ingiliz derin devletinin çıkış noktasını oluşturan masonik yapılanma da, oluştuğu ve derin devleti şekillendirdiği dönemde, dinsiz ve dejenere bir yapılanma olması nedeniyle burada eleştiri konumuzdur. Yoksa burada hedeflenen günümüz dindar masonik yapılanmaları değildir.
ikinci hatırlatma ise, derin devletler ile legal devletlerin karıştırılma ihtimali üzerinedir. Okumakta olduğunuz bu sitede, ingiliz devletinin kendisi değil, bu legal devlet içinde yapılanmış ve yüzyıllardır varlığını sürdüren derin devlet hedeflenmiştir. ingiliz hükümetinin zaman zaman tasvip etmediğimiz uygulamaları olsa da, bunların derin devletin etkisi ile gerçekleştiği aşikardır. Bu nedenle söz konusu sitede hedeflediğimiz unsurun, legal devletler olmadığını belirtmemiz elzemdir.
Hedeflediğimiz kitlenin hiçbir şekilde söz konusu ülkenin halkı olmadığını da burada önemle belirtmek gerekmektedir. ingiliz halkı, bizim için oldukça değerli bir millettir. Halklar, derin devletlerin gerçekleştirdikleri kirli planlardan uzaktır ve masumdur. Dolayısıyla okuyacağınız sitede ingiliz derin devletine yöneltilmiş suçlamalardan ingiliz halkını tenzih ederiz. Gerçekte, derin devletlerin söz konusu uygulamalarından o ülkenin halkları da rahatsızdır ve pek çok derin proje onları da mağdur konumuna getirmiştir. Bu nedenle halkların selameti için de bu sinsi yapılanmaların oyunları mutlaka deşifre edilmelidir. Bu oyunların deşifre edilmesiyle, halklar üzerinde sinsi planlar kuran yeraltı yapılanmalarının etkisi kolaylıkla ortadan kalkabilecek, devletler ve halklar arasındaki suni anlaşmazlıklar son bulacak ve sevgiyi inşa etme yolları açılabilecektir. Okuyacağınız bu sitenin, ifade edilen noktaları dikkate alarak değerlendirilmesi oldukça önem taşımaktadır. -
5.
+1Cia tarafindan incelemeye alindin.
-
6.
0ingiliz Muhipler Cemiyeti – Osmanlı Yönetimindeki ingiliz DostlarıTümünü Göster
ingiliz Muhipler Cemiyeti (ingiliz Dostları Derneği), Damat Ferit Paşa ve Said Molla gibi üyeleri bünyesinde barındıran, hararetli bir şekilde ingiliz mandasını savunan ve Milli Mücadele’ye karşı hareket eden bir dernektir. 20 Mayıs 1919’da kurulmuştur. Derneğin ana politikası ingilizlerden para yardımı alarak Anadolu’da karışıklıklar çıkarmak ve Milli Mücadeleyi engelleyebilmektir. O dönemde Kurtuluş Savaşı’na karşı yapılan tüm yerel ayaklanmaların arkasında derneğin izi vardır. Derneğin bir diğer hedefi ise, çeşitli yayın organları yoluyla istanbul kamuoyunda, Ankara hükümeti aleyhinde ve ingiliz derin devleti lehinde imaj oluşturmaktır.
Dernek kurucu üyelerinden Said Molla, istanbul’da Yeni istanbul gazetesi ile propagandalar yapmıştır. ingiliz Büyükelçiliği’nden aylık 300 lira maaş aldığı daha sonra belgelerle ortaya çıkmıştır.254 Derneğin kuruluş beyannamesi, sözde “ilkel Türk soyunun Avrupa’dan getirilecek damızlık erkekler yoluyla ıslah edilmesi” gibi ilginç düşünceleri olan Dr. Abdullah Cevdet tarafından kaleme alınmıştır (Necip Türk Milletini tenzih ederiz). Dernek, kuruluşundan sonraki 3 ay içinde 53 bin üyeye ulaşmıştır. 23 Mayıs 1919’da Said Molla, tüm belediye başkanlarına tek kurtuluş yolunun ingiliz manda ve himaye fikrinin kabulü olduğunu telgrafla telkin etmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta, derneği ve üyelerinin amacını şu şekilde anlatmıştır:
istanbul’da, mühim addolunacak teşebbüslerden biri ingiliz Muhipleri Cemiyeti idi. Bu isimden, ingilizlere muhip olanların teşkil ettiği bir cemiyet anlaşılmasın! Bence, bu cemiyeti teşkil edenler, kendi şahıslarını ve menfaati şahsiyetlerini sevenler ve şahıslar ile menfaatlerinin masuniyeti (korunması) çaresini Lloyd George hükûmeti marifetiyle ingiliz himayesini teminde arayanlardır. Bu bedbahtların (mutsuz insanların), ingiltere Devletinin, kül halinde, bir Osmanlı Devleti muhafaza ve himaye etmek emelinde olup olamayacağını, bir defa mülâhaza edip etmedikleri cayi teemmüldür (etraflıca düşünmeye değerdir)…
Cemiyette ingiliz milletine mensup bazı sergüzeştcular (maceracılar) da vardı. Meselâ: Rahip Frew gibi. Ve muamelât ve icraattan anlaşıldığına göre, cemiyetin reisi Rahip Frew idi.
Bu cemiyetin iki cephe ve mahiyeti vardı. Biri alenî cephesi ve medeni teşebbüsatla (girişimle), ingiliz himayesini talep ve temine matuf mahiyeti (yönelik bir içerik) idi. Diğeri hafî ciheti (gizli yönü) idi. Asıl faaliyet bu cihette idi. Memleket dahilinde teşkilât yaparak isyan ve ihtilâl çıkarmak, şuuru millîyi felce uğratmak, ecnebî müdahalesini teshil etmek (kolaylaştırmak) gibi hainane teşebbüsat, cemiyetin bu hafî (gizli) kolu tarafından idare edilmekte idi. Sait Molla’nın cemiyetin alenî teşebbüsatında olduğu gibi hafî cihetinde de ondan daha ziyade rolü olduğu görülecektir. Bu cemiyet hakkında söylediklerim, sırası geldikçe vereceğim izahat ve icabında irade edeceğim vesaikle (belgelerle) daha vazıh (açık) anlaşılacaktır.256
Atatürk’ün Nutuk’ta bahsettiği Rahip Frew, ingiliz istihbaratının istanbul şefi idi. Bütün ingiliz haberleşme şifreleri Frew’in elinde idi. Karakol Cemiyeti’nden Ali Rıza Bey bu şifreleri çalmış ve çözmüştü. Bu sayede Damat Ferit Paşa’nın teşviki ile Diyarbakır’da isyana kalkışacak Bedirhan Aşireti’nin bilgileri ve bu isyanın ne zaman başlayacağı Frew’un dosyasından öğrenilmiş, doğrudan doğruya Mustafa Kemal Paşa’ya haber verilerek tedbir alması sağlanmıştı.
istanbul’da ingiliz propagandası yapanlar sadece ingiliz Muhipler Cemiyeti üyeleri değildi. Refi Cevat Ulunay’ın çıkardığı Alemdar gazetesi Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı gün “Kimi istiyoruz” başlıklı başyazısında, “Her gün bir uzvumuz (organımız) koparılacağına tenimizi bir doktora teslim edip kurtulalım. Anglosaksonlar bulundukları yere öyle bir hayat nefh ederler (üflerler) ki, onu istikbale (geleceğe) karşı kuvvetli bir namzet (aday) olacak bir mevkiye (konuma) getirirler.” demişti.
Yine Damat Ferit’in ardından göreve gelen Sadrazam Tevfik Paşa, 11 Kasım’da göreve gelir gelmez Daily Mail gazetesine şu demeci vermişti: “Gayemiz, ingiltere ile eski dostluğumuzu canlandırmaktır. itilaf devletlerinin bizi biraz tecrübeli şahısların emrine vermeleri lazımdır.” -
7.
0ingiliz Derin Devleti Müttefiklerine, Anadolu için ABD Mandası Planladığını SöylemiştirTümünü Göster
I. Dünya Savaşı’nın ardından haritaların yeniden şekillenmesi, 1919 Paris Konferansı’nda gerçekleşmiştir. 18 Ocak 1919 tarihinde başlayan ve aylarca süren konferansa 32 ülkeden temsilciler katılmış ve 1646 ayrı oturum gerçekleştirilmiştir. Ama bu geniş yelpaze göstermeliktir. Konferansın kararları “4 Büyük” adı verilen grup tarafından alınmıştır. ingiltere Başbakanı Lloyd George, ABD Başkanı Woodrow Wilson, Fransız Başbakanı Georges Clemenceau, italyan Başbakanı Vittorio Emanule Orlando bu kararları alan 4 büyüktür.
Savaşı bitiren beş antlaşmanın metinleri Paris Konferansı’nda hazırlanmıştır. Aynı yıl Almanya ile imzalanacak Versailles, Avusturya ile imzalanacak Saint Germen, Bulgaristan ile imzalanacak Neuilly ve ertesi yıl Macaristan ile imzalanacak Trianon ile Osmanlı ile imzalanacak Sevr Antlaşması’nın şartları bu konferansta belirlenmiştir.
Osmanlı’yı parçalama planına geçmeden, Almanya ile yapılan Versailles Antlaşması’na da değinmekte fayda vardır. Anlaşma öncesi Alman kamuoyuna, Wilson Prensipleri olarak bilinen 14 ilkenin antlaşmanın temeli olacağı anlatılmıştır. Fakat iş imza aşamasına geldiğinde, ağır bir sömürgecilik antlaşması ortaya konmuş ve Almanlar manen ve maddeten aşağılanmıştır. Ağır şartlar, Alman ekonomisinin senelerce itilaf Devletleri için çalışmasına sebep olmuştur. Birçok tarihçi, Almanya’da Nazi rejiminin yükselmesine ve Alman halkında intikam hislerinin doruğa çıkmasına sebep olarak, bu antlaşmanın ağır şartlarını göstermektedir.
ingiltere ve Fransa, Paris Konferansı’nda Osmanlı’nın; Arap bölgesi, Trakya, Akdeniz ve Ege bölgelerindeki topraklarını kendi aralarında paylaşmayı planlamışlardı. Türkiye’yi sadece Anadolu içlerinde sıkışmış Asyalı, küçük bir ülke haline getirmek istiyorlardı. Plana göre bu toprak parçasına sıkıştırılmış küçük Türkiye, ABD mandası altında hayatına devam edecekti.
Özetle Paris Konferansı’nda ingiliz derin devletinin planı; kendisini idare etmekten aciz gördüğü ülkelerin, gelişmiş ülkelerce sömürülmesi üzerine kuruluydu. işte Orta Doğu, bu plan üzerine paylaşıldı. 21 Mayıs 1919’da ingiltere, Konferans’a bir bildiri sunarak Mezopotamya, Suriye ve Filistin’in ingiltere ve Fransa mandasına verilmesini, Osmanlı’nın da ABD mandasına katılmasını önerdi. Bu planın gerçek yüzünü Halide Edip Adıvar’ın 10 Ağustos 1919’da Mustafa Kemal’e gönderdiği telgraftan okuyalım:
Dış durum istanbul’da şöyle görünüyor:Fransa, italya ve ingiltere, Türkiye’nin mandaterlik meselesini Amerikan Senatosu’na resmen teklif etmiş olmakla birlikte, Senato’nun bu teklifi kabul etmemesi için bütün güçlerini kullanıyorlar. Taksimden pay kaçırmak elbette işlerine gelmiyor.
Suriye’de aradığını bulamayan Fransa, zararını Türkiye’den kapatmak istiyor. italya, namuslu bir emperyalist olduğundan, savaşa ancak Anadolu’nun bölüşülmesinde pay almak için girdiğini açıktan açığa söylüyor. ingiltere’nin oyunu biraz daha incedir.
ingiltere, Türk’ün birliğini, çağdaşlaşmasını, gerçek bir bağımsızlık kazanmasını gelecekte bile istemiyor. Yeni imkan ve görüşlerle tamamen çağdaş ve kuvvetli bir Müslüman Türk hükümeti -başında hilafet de olursa- ingiltere’nin elindeki Müslüman esirler için kötü bir örnek olur. ingiltere, Türkiye’yi bütünü ile ele geçirebilse, kafasını kolunu koparır, birkaç yılda sadık bir sömürge durumuna sokar.
O dönemlerde de açıkça görülebildiği için ingiliz derin devletinin planları, her zaman daha sinsi ve daha kapsamlıydı. Amerikan mandası teşviki sadece bir oyundu. ingiliz derin devletinin çok önceden beri asıl isteği, parçalanmış, yıpranmış, yok olmuş ve zayıf bir Türk devletiydi.
ingiliz derin devletinin planlarını doğru analiz edebilmek için birkaç adım ilerisine bakmak gerekmektedir. Churchill için söylenen “O büyük bir ingiliz’dir; barışı korumaktan çok ingiltere’nin Avrupa’daki menfaatlerini korumayı düşünür”245 sözlerinin sadece Churchill için değil, derin devletin her adamı için geçerli olduğunu unutmamak gerekir. ingiliz derin devleti için müttefik ya da dost yoktur. Planın içindeki herkes amaca ulaşmak için kullanılacak bir elemandır. Bunların tek varlık sebepleri derin devletin amacına hizmet etmektir. Dünyanın en güçlü başkanı dahi olsa, kendisine dayatılan senaryoyu oynamaktan başka bir imkanı bulunmamaktadır. -
8.
0ingilizlerin istanbul’un işgali için Uyguladığı TaktiklerTümünü Göster
ingiliz derin devleti, istanbul’u işgal ederken birçok farklı taktik kullanmıştır. Benzer yöntemler bugün de devam etmektedir. Söz konusu taktiklerin deşifre edilmesi, ülkemizin ve tüm dünyanın içinde bulunduğu tehlikenin anlaşılması için de elzemdir. 100 yıl sonra da yürürlükte olan “Türklerin Anadolu’dan çıkarılması planı” en yüksek noktasına istanbul’un işgali ile ulaşmıştır. ingiliz derin devleti, bu amaca ulaşmak için kendi kamuoyunu hatta müttefiklerini bile kandırmakta bir mahsur görmemiştir. Milyonlar, bir avuç sözde derin devlet yöneticisinin oyuncağı olmuştur. Şöyle ki;
◉ ingiliz derin devleti ilk başlarda Anadolu’ya göz koymadığını savunmuştur.
ingiliz Başbakanı Lloyd George, 5 Ocak 1918’de Parlamento’da yaptığı konuşmada milletvekillerine; istanbul, Anadolu ve Trakya için herhangi bir savaş olmayacağını savunmuştur. Bu tarif edilen coğrafya, Osmanlı Devleti’nin Türk nüfusunun çoğunlukta olduğu topraklardır. Aslında burada Lloyd George, bir hedef şaşırtmacası yapmaya çalışmış ve ingiltere’nin bu bölgelerde gözü olmadığına dair kendi halkını ve Osmanlı’yı manipüle etmeye çalışmıştır.
Yine I. Dünya Savaşı’nı sonuçlandıran Mondros Mütarekesi’nde, istanbul’un işgaline dair hiçbir maddede hiçbir ifade geçmemektedir. itilaf devletleri adına imza koyan Amiral Calthorpe, istanbul’u işgal ederek, Osmanlı hükümetini feshetmek ya da askeri boyunduruk altına almak gibi bir niyetleri olmadığının sözlü garantisini vermiştir. Mütareke sonrası istanbul’a dönen Osmanlı heyeti, Calthorpe’un kişisel mektubunu da yanlarında taşımıştır. Calthorpe mektupta, Fransız ve ingiliz askerlerinin sadece boğazlarda bulunacağını, hatta Türk ordusundan küçük bir birliğin de bölgedeki Osmanlı egemenliğinin göstergesi olarak orada bulunabileceğini söylemektedir.
Fakat Mütareke’den sadece 13 gün sonra ingiliz ve Fransız güçleri istanbul’a girdiler. Mütarekede işgal olmayacağı sözünü veren Calthorpe, bu kuvvetlerin başına geçirildi ve ilk işi Tevfik Paşa hükümetinden 200 kişiyi tutuklamak ve 30’unu Malta’ya sürgüne göndermek oldu. Tutuklananların tamamı Türk ve Müslüman yöneticilerdi. Calthorpe bu hareketi ile istanbul’da bir işgal olduğunu ve işgal kuvvetleri ile birlikte hareket etmeyenlerin en sert şekilde cezalandırılacağı mesajını veriyordu. Amiral Calthorpe daha sonra Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 371/4172/23004 no’lu mesajda tutuklamaların amacına ulaştığını ve tutuklamalarla istanbul’daki muhtemel ayaklanmanın liderlerine gözdağı verildiğini söylüyordu.243
Ayrıca savaş döneminden fişlenmiş birçok subay da bu sürgüne dahil edildi. ingilizler istanbul’a ayak basınca, yalnız istanbul’da değil, bütün Türkiye’de insan avı başlattı. Öncelikle 9 Türk komutanın cezalandırılmak üzere yakalanmasını istediler. Bunlar, 6. Ordu Komutanı Ali ihsan Paşa, Medine’yi savunan Fahrettin Paşa, Kafkasya Ordusu Komutanı Nuri Paşa, Azerbaycan Ordusu Komutanı Mürsel Paşa, Kafkasya 9. Ordu Komutanı Şevki Paşa, Pozantı’da 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa, Yemen 40. Tümen Komutanı Galip Paşa ve Yemen’de 7. Kolordu Komutanı Tevfik Paşa’dır. Görüldüğü gibi bu isimler, savaşta ingilizleri yenen veya onlara güçlükler çıkaran ve vatanlarını kahramanca savunan Türk Ordusunun komutanlarıdır. Şunu belirtmek gerekir ki ingiliz derin devleti, komutanları hedef alarak Türklerin milli şuuru konusunda tarihi bir yanılgıya düşmüştür. Çünkü Türkler gibi milli şuur varlığı çok eskilere dayanan, tarih boyunca bağımsız yaşamış bir milletin içinden 100-150 kişinin yakalanıp sürgüne gönderilmesi, Türk Milletinin verdiği Kurtuluş Mücadelesini engelleyememiştir.
Dokuzuncu Ordu’yu dağıtmayan, silahları ve cephaneyi ingilizlere kaptırmayan, gıda stoklarını batıya taşıyan Yakup Şevki Paşa bu listenin en başındadır ve Malta’ya ilk sürgün edileceklerden olacaktır. Onun gibi Kars Şurası’nın bütün üyeleri de Malta’ya sürülecekler arasındadır. Kafkas Ordusu’ndan Halil Paşa, Küçük Cemal Paşa, Tümen komutanlarından Ali Rıfat ve Mürsel Bey’ler gibi birçok Türk Subayı, Mütareke’nin daha ilk aylarında ingilizlerce mimlenirler. işgal karargahında bunları yakalamak, yargılamak ve sürmek için plan yapılmaktadır.
işgal öncesi söylenen sözler ve verilen vaatler ingiliz taraftarı birçok aydın ve diplomat tarafından bir garanti olarak alınmıştır. Fakat mütareke sonrasında ingiliz Başbakan Lloyd George, sözlerini Türklere bir garanti amacıyla değil de kendi kamuoyunu, özellikle de Müslümanlarla savaştan muzdarip olan Hindistan Müslümanlarını rahatlatmak amacıyla söylediğini açıklayarak işgali kendince meşru göstermiştir.
Bilmemiz gereken şudur: ingiliz derin devleti amacına ulaşmak gayesiyle hedef şaşırtmacaya yönelik konuşmalar yapabilir, dost gözükebilir, söz verebilir veya resmi mektuplar imzalayabilir. Ama tüm bu vaatler, derin devletin temsilcilerini gerçek planlarından bir milim bile saptırmamaktadır. Onlar, yüzyıllar önce kapalı kapılar ardında yapılan sinsi planlardan hiçbir şekilde şaşmayacaklardır. Göz boyamaya ya da süslü sözlere aldanmak ileride büyük felaketlerin yolunu açacaktır. -
9.
06. Bölüm: iSTANBUL’UN iŞGALiTümünü Göster
Avrupa’nın Derin Tuzaklarını Altüst Eden Merkez: istanbul
ingiliz derin devleti, istanbul’un, Avrupa güç dengelerini altüst eden önemli bir merkez olduğunu görmekteydi. Bu nedenle istanbul, Boğazlar ve Trakya’nın Osmanlı hükümetinin denetiminde kalmaması gerektiğine inanıyordu. istanbul’a sahip olmayan bir Türk devletinin, artık Avrupa’yı ilgilendiren konularda söz sahibi olma hakkının ortadan kalkmış olacağını düşünüyordu.
ingiliz derin devleti, Osmanlı’yı yıkma planını hep farklı amaçların arkasına sakladı. I. Dünya Savaşı döneminde bu emperyalist projenin maskesi, azınlık haklarını korumak oldu. ingiliz kamuoyunda, Osmanlıların Hristiyan tebaasına karşı güya acımasız politikalar güttüğü, başta Ermeniler ve Rumlar olmak üzere Osmanlı topraklarındaki Süryanilerin, Hristiyan Arapların sözde tehlike altında olduğu propagandası yaygınlaştı. Bu propagandanın temelini ise Anadolu’nun gerçek sahiplerinin Hristiyanlar olduğu ve bu bölgenin Türkler tarafından zorla gasp edildiği iftirası üzerine kurdular. Örneğin, Parlamenter Viscount Bryce, Lordlar Kamarası’ndaki konuşmasında, “Küçük Asya, Ermenistan, Suriye ve Arabistan’da 1000-1500 yıl önce uygarlıklar bulunduğunu” söylüyordu. “Daha sonra 600 yıl boyunca sözde Türk vahşetinin bu uygarlıkları yok ettiğini” iddia ediyordu. “Tekrar eski uygarlıklarını elde etmeleri için ise onların bölgedeki temsilcilerine bağımsızlık verilmesine ingiltere’nin yardımcı olması gerektiği” yalanını savunuyordu. ingiliz derin devleti, istanbul’un işgaliyle bu sözde “adaletsiz” politikaların son bulacağı iddiasındaydı. istanbul’un, Türklerin milli başkenti olmadığı ve şehrin çoğunluğunu gayri Müslimlerin oluşturduğunu iddia eden yazılar ingiliz gazetelerinde sıklıkla yer almaktaydı. Oysa 1919 yılındaki nüfus sayımına göre istanbul’un %67’si Müslümanlardan oluşmaktaydı. Bu oran gerçekte daha da fazlaydı, fakat Müslüman nüfusun bir kısmı Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı’nda cephelere gidip şehit olmuştu.
Dahası azınlık politikaları, ingiliz derin devletinin yaygınlaştırmaya çalıştığı kanının aksine son derece özgürlükçü ve sevecendi. Azınlık hakları Osmanlı içinde 600 yıl boyunca korunmuştu ve azınlıklar daima Osmanlı’nın bir parçası olarak yaşamış ve devlet kademelerinde dahi görev almışlardı. Genellikle sanat ve ticaretle uğraşan azınlıklar, daima imparatorluğun ve istanbul’un en güzel yerlerinde varlık içinde yaşamış ve destek görmüşlerdi. Hatta imparatorluğun yıkılmasından sonra da Türkiye toprakları üzerindeki varlıklarını sürdürmüşler ve yeni Türk devletine destek olmuşlardı. Dolayısıyla, azınlıklar üzerinden yaygınlaştırılan söylentiler yalnızca bir kara propagandaydı. O dönemde istanbul’a istihbarat için gelmiş bir kısım ingiliz ajanlar bile, sonradan Türklerin azınlık politikasını takdir etmişlerdir.
Bu gerçeğe rağmen ingiliz derin devleti, azınlıklar üzerinden kara propagandaya devam etmiş, özellikle “haksızlığa uğrayan farklı millet, farklı din” kozunu oynayarak etki uyandıracağından emin olmuştu. Nitekim de öyle oldu. ingiliz derin devletinin işgal politikası bazı azınlık temsilcilerinde destek buldu. istanbul Rum Patriği, Paris Konferansı’na gönderdiği bir mektupta Doğu Sorunu’nun (Osmanlı’nın parçalanması), istanbul tekrar Yunan kontrolüne geçmediği sürece çözümlenemeyeceğini yazmıştı.
Benzer şekilde Osmanlı’nın Hristiyan tebaaları Mısır’daki Kıptiler, Lübnan’daki Marunîler ve Suriye’deki Hristiyan Asurlular, tıpkı istanbul Rumları gibi işgali bağımsızlıklarının bir ön adımı olarak görüp desteklediler. Osmanlı tebaasında sadece Museviler, başta Haham Naum Efendi olmak üzere Avrupalı işgalciler karşısında Türklerin yanında yer aldılar.
… “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin.
Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var).
(Sebe Suresi, 15) -
10.
0Fgu okuyacam
-
11.
0Rezervasyon
-
12.
0ingiliz Derin Devleti istanbul’un işgaliyle Birçok Hedefi Yerine GetirecektiTümünü Göster
Çanakkale Savaşı’ndaki Türk kahramanlığı, ingiliz derin devletinin uluslararası arenada küçük düşmesine sebep olmuştu. islam başkenti işgal edilerek yaşanan yenilginin intikamı alınacaktı. Çanakkale Savaşı’nı planlayan, ilan eden ve uygulamaya koyan siyasetçilerin tamamı ingiliz derin devletinin emirleri doğrultusunda hareket ediyordu ve Çanakkale yenilgisi sonrası ingiliz kamuoyunda saygınlıklarını kaybetmişlerdi. işgal maddesi ile bu kadrolar tekrar halkı etkileyecek konuma gelmeye çalıştılar. Ana strateji buydu.
istanbul, Osmanlı başkenti olmasının yanı sıra, islam dünyasının başkenti ve Müslümanların Halifesi’nin yaşadığı şehirdi. ingiliz derin devletine göre, işgal edilmiş bir başkent, başta Hindistan olmak üzere ingiliz iktidarı altında yaşayan Müslümanlara karşı bir gövde gösterisi olacaktı. ingiltere aleyhtarı ayaklanmalar ya da bağımsızlık hareketlerinin önüne set çekecekti. Bu sayede Müslümanların bir bayrak altında birleşmesi de engellenecek ve ingiliz hegemonyası bu topraklarda güçlendirilecekti.
istanbul’un işgal kararı, iki boğazın kontrolünü de beraberinde getirdi. istanbul Boğazı’nda demirli ingiliz donanması Marmara’nın çıkışını kontrol ediyordu. Çanakkale Boğazı bölgesi de ingiliz askerlerinin kontrolü altına girdi. Artık Marmara Denizi’ne dolayısıyla da Karadeniz’e giriş ve çıkış ingiliz kontrolündeydi. Bu sayede hem Rus donanmaları kontrol altında tutulabilecekti, hem de Rus ticareti vergilendirilebilecekti. Bu, yeni kurulan Bolşevik Rusya üzerinde stratejik bir üstünlük demekti. Rusya’nın, Avrupa yakınlarındaki tek limanı olan St. Petersburg ya da Sovyet dönemi ismiyle Leningrad limanı 6 ay boyunca donmuş durumda kalıyordu. Donanma için coğrafi ve stratejik altyapıya sahip değildi. Bu nedenle Ruslar, uzun zamandır sıcak denizlere inme planı gütmekteydi. Her ne kadar Karadeniz, Rus gemilerinin kontrolünde olsa da, boğazları kontrol eden devlet bu hakimiyeti esaret altına alıyordu. ingilizler, istanbul ve boğazları işgal ederek devrim sonrası Rusya’yı da elinin altında tutmayı planlıyordu.
ingiliz derin devleti, Bolşeviklerin, Türk bağımsızlık hareketi ile yakınlaşmasını da mercek altına almıştı. Rusların tekrar güçlenip emperyalist bir politika gütmeye başlamasını büyük bir ihtimal olarak görüyordu. Onlara göre boğazların ve istanbul’un ingiliz kontrolünde olması bu genişlemenin önüne set çekebilecekti.
istanbul’un işgali ile ingiliz derin devletinin bir başka amacı da Halifenin sömürgeler üzerindeki etkisini kırmak ve Müslüman dünyasına artık padişahın yani Halifenin ve tüm Osmanlı Devleti’nin ingiliz kontrolüne geçtiğini göstermekti. Böylece Osmanlı’ya sadık kalmak isteyebilecek Müslüman tebanın cesareti kırılacak, bölgenin aşiret liderleri, dini liderler ve azınlık önderleri de artık ingilizlerden korku duyacaklardı. Kısaca dosta düşmana, Osmanlı Devleti’nin geri dönüşünün olmayacağı açık ve sarih bir şekilde ilan edilmiş olacaktı. işgal, ingiliz imparatorluğu’nun gücünün zirvesi demekti. işgalle hem sömürgelerindeki islami uyanışı bastıracak hem de yeni sömürgelerde kolayca yol alabilecekti.
istanbul’un işgalinin en önemli sembolik mesajı ise Türklerin Avrupa’dan çıkartılmasının delili olmasıdır. istanbul, tarih boyunca her dönemde Avrupa’nın “Doğu Başkenti” olmuştur. Avrupa medeniyetinin ilk temsilcileri olarak görülen Antik Yunanlar, Venedikliler, Roma imparatorluğu, Ceneviz yöneticileri ve Bizans imparatorluğu hep bu güzel şehri mesken edinmişlerdir. 600 yıllık Osmanlı hakimiyeti de Türklerin Avrupa devleti olarak kabul görmesini sağlamıştır. Bu nedenle ingiliz derin devletine göre işgal Türklerin Avrupa’dan sürüldüğü manasına gelecekti.
ingiliz kamuoyu, Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’nda Almanya ile ittifak etmesini kendilerine ihanet olarak görüyordu. Oysa daha önce detaylı incelediğimiz gibi bu ittifak, zaten ingiliz derin devletinin yönlendirmesiyle mecburen gerçekleşmişti. Çeşitli mahfillerde bu sözde ihanetin cezasız kalmaması gerektiği seslendiriliyordu. ingiliz derin devleti, istanbul’un işgali ile Osmanlı Devleti’ne ağır bir ceza vereceğine ve kendince Türklere bir bedel ödeteceğine inanıyordu. istanbul’un Türklerin elinden alınmasının, savaş yenilgisinin en belirgin kanıtı olacağını düşünüyordu. Böylece islam dünyasının da artık Türkleri “islam’ın muzaffer askeri” olarak görmeye son vereceklerini sanıyordu. ingiliz derin devleti için bu işgal o kadar sert ve küçük düşürücü şekilde yapılmalıydı ki, Türklerin geri dönülemeyecek bir şekilde tükendiği görüşü hakim kılınmalıydı. ingiliz derin devleti, kendi hakimiyet politikası için bunun temel bir gereksinim olduğuna inanıyordu. ingiliz derin devletinin Osmanlı’ya yönelik hastalıklı zihniyeti tam olarak bu şekildeydi.
Fakat ingilizlerin evdeki bu hesabı Anadolu’nun kapısından döndü. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğindeki Anadolu bağımsızlık hareketi, tüm dünyaya bir kez daha Türklerin neden islam’ın muzaffer askeri olarak kabul edildiğini gösterdi. Üç sene içinde, I. Dünya Savaşı’nın galip devletleri, ağır bir yenilgi ile başları önlerinde Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldılar. Fransızlar, italyanlar, Yunanlar ve ingilizler birer birer yenilgiyi kabul ettiler ve Anadolu’dan askerlerini çektiler. -
13.
06. Bölüm: iSTANBUL’UN iŞGALiTümünü Göster
istanbul Neden Önemli?
ingiliz derin devletinin, Osmanlı ve Türk toprakları hakkındaki planlarının ilk yazıya döküldüğü eser, 5 Eylül 1876’da basılan Bulgarian Horrors and Question of East (Bulgar Korkuları ve Doğu Sorunu) adlı kitaptır. Bu eserin yazarı William Ewart Gladstone, 4 ayrı dönemde toplam 15 yıl ingiltere başbakanlığı yapmıştır. ingiliz Kraliçesi’ne Danışma Kurulu olarak görev yapan ve ingiliz derin devletinin önemli kurumlarından biri olan Privy Council’deki üyeliğini 57 yıl boyunca sürdürmüştür. Kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylı tanıtacağımız Lord Curzon, Lloyd George ve Horace Rumfold gibi işgal dönemi siyasetçileri de bu konseyin üyesidir. Gladstone bu 64 sayfalık kitapta Doğu Sorunu adı altında Osmanlı’nın parçalanma planını anlatmıştır.
Gladstone kitabında, imparatorlukları içten dağılmaya yöneltecek gizli taktikler vermiştir. Nitekim, kitabın yayınlanmasının hemen ardından ingiliz politikacılarda Osmanlı azınlıkları sevgisi baş gösterecektir. Bağımsızlık isteyen azınlıklar desteklenecek ve Osmanlı aleyhine tahrik edilecektir. Gladstone Bulgar, Lloyd George Yunan ve Ermeni, Lord Curzon Kürt ve Churchill ise Arap dostu görünümünde ortaya çıkmışlardır. Şunu belirtmeliyiz, dünya liderlerinin çeşitli ülkelerle, etnik gruplarla dostluk kurması elbette güzeldir ve isteyeceğimiz bir şeydir. Fakat burada belirtilen dostluklar, ingiliz çıkarlarını korumak ve özellikle Osmanlı’yı çökertmek amacıyla oluşturulmuş sözde dostluklardır. Menfaat bitince söz konusu dostluklar da daima bitmiş ve kullanılan piyonlar hemen harcanmıştır.
Gladstone’un kitabı tam bir kara propaganda örneğidir. (Sitede geçen ifadelerden necip Türk Milletini tenzih ederiz) Söz konusu kitapta Türkler, “insanlığın dev bir insanlık dışı örneği” olarak tanımlanmakta ve dünyadan tasfiye edilmeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Kitapta Gladstone, Osmanlı hükümetine yönelik olarak, “hiçbir hükümetin işlemediği kadar günah işlemiş, hiçbir hükümet onun kadar günahkarlığa saplanmamış ve hiçbiri onun kadar değişime kapalı olmamıştır” iftiralarını ortaya atmıştır. Bu iftiraların tek sebebi, Gladstone’un gerçekte Osmanlı’yı tamamen parçalamak isteyen ingiliz derin devletinin en güçlü adamlarından biri olmasıdır.
Çanakkale Savaşı’yla Başlayan Derin Plan
ingiliz derin devleti Osmanlı’yı bölme planının son darbesini Çanakkale çıkarması ile gerçekleştirmeye çalıştı. Fakat Çanakkale Savaşı, derin devletin hiç beklemediği bir kahramanlık örneği olarak tarihe geçti. Avrupa’nın yıllardır “hasta adam” olarak küçümsediği Osmanlı ordusu, iki büyük kuvvetin tam güçleriyle saldırdıkları Çanakkale Boğazı’nı canı pahasına korudu. Anzaklardan, ingilizlerden, Kuzey Afrikalılardan, Hintlilerden, Fransızlardan oluşan müttefik ordularını, geri çekilmek zorunda bıraktı. Bu askeri başarı, ingiliz derin devletinin bölme planlarını 1918’e yani Mondros Mütarekesi’nin ardına bıraktı.
Oysa Osmanlı Devleti, sadece 4 yıl evvel, uzunca bir dönem yönetimi altında olan Balkan devletlerinin orduları karşısında ağır bir yenilgi almıştı. Öyle ki, Bulgar ordusunun istanbul’u işgal etmesini tifo ve kolera salgını engellemişti. itilaf orduları da, bu yenilgiyi göz önünde tutup Çanakkale Savaşı’nın çok kısa sürede zaferle biteceğine emindi. Fakat Türk ordusu 250 bin şehit vermesine rağmen Çanakkale kapısını açmadı. istanbul’dan askeri okul öğrencileri gönüllü olarak savaşa gidip burada şehit olmayı göze aldılar. Galatasaray Lisesi 1915 ve 1916 senelerinde hiç mezun veremedi. 1917’deyse mezun sayısı sadece 5’di. istanbul Lisesi, sadece 19 Mayıs 1915 taarruzunda 50 öğrencisini şehit verdi.
Vefa Lisesi ve Çapa Erkek Öğretmen Okulu da aynı yıllarda hiç mezun veremedi. Balıkesir Lisesi ve Balıkesir Erkek Muallim Mektebi 1914-1918 yıllarında sadece 2 mezun verdi. Trakya’daki birçok okulun, babaları Balkan savaşında şehit düşen öğrencileri, gönüllü olarak Çanakkale Savaşı’na gitmiş ve orada şehit olmuşlardı. Sivas, Trabzon, Konya, Erzurum ve Kastamonu liseleri de 1916-1917 mezunlarını Çanakkale’de toprağa vermişlerdi. Bu okullu neslin kaybı, etkisini hem Kurtuluş Savaşı’nda hem de cumhuriyetin ilk yıllarında gösterecekti. ingiliz derin devletinin planları henüz 18 yaşını bile bulmamış masum Türklerin şehit kanı ile engellenmişti. Bugün PKK terörüne şehit verdiğimiz askerlerimiz, subaylarımız, polislerimiz, öğretmenlerimiz de bu tablonun benzerini oluşturmaktadır. Allah vatanımızı şehitlerimizle bereketlendirmiştir. Anadolu toprakları şehit kanıyla sulandığı için vatan olmuştur.
I. Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan Mondros Mütarekesi ile savaş Osmanlı Devleti açısından sona ermişti. Mütareke aynı zamanda ingiliz derin devletinin parçalama planının uygulanmasına da öncü oldu. Mütareke’nin “itilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.” maddesi gerekçe gösterilerek ingiltere’nin “Doğu Sorununa Çözüm” olarak adlandırdığı parçalama planı yürürlüğe girdi. Bu planın en önemli hedefi de istanbul’un işgalidir. istanbul, I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan ittifak Devletleri başkentleri arasında, savaş sonrası işgal edilen tek başkentti. istanbul’un işgali ilk olarak Lord Curzon tarafından ortaya atıldı. -
14.
0Bir Propaganda Muharebesi: II. Dünya SavaşıTümünü Göster
Tıpkı I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi II. Dünya Savaşı’nda da ingiliz derin devletinin propaganda gücü etkili olmuş ve savaş, asıl olarak bu sebeple kazanılmıştır. ingiliz derin medyası, başta BBC içindeki uzantıları ile, savaş sırasında ve sonrasında sürekli görev başında olmuştur. işin ilginç yanı, söz konusu kurum hala, ingiliz derin devletinin adeta bir propaganda kolu olarak görevine devam etmektedir.
Savaş sırasında propaganda bakanlığı kuran ve yalanlarla dolu propaganda yöntemlerini iyi kullanmış olan Alman Nazi Partisi bile ingiliz derin devletinin o dönemde yürüttüğü propagandanın yanına dahi yaklaşamamıştır. Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels, Yalan Makinası başlıklı makalede, dönemin derin devlet elemanlarından Başbakan Churchill için şu ifadeleri kullanmıştır:
Churchill söylediği yalanları sık sık tekrarlıyor, sonunda kendisi de bunlara inanıyor. Churchill, I. Dünya Savaşı’nda da ingiliz propagandasında etkili rol oynuyordu. O zaman söylediklerinin gerçek dışı olduğu sonradan anlaşıldı. ingilizlerin taktiği şuydu: Yalan söyleyeceksen büyük söyleyeceksin, sonunda ortaya çıkan gerçekler sizi gülünç duruma düşürecek olsa bile…239
Savaş dönemleri elbette halkın moralinin yüksek tutulması gereken dönemlerdir. Ancak I. ve II. Dünya Savaşları’nda ingiliz derin devletinin etkili propaganda politikası ve basını kullanış şekli, ingiliz derin devletinin istediğinde basın yayın gücünü dilediği şekilde yönlendireceğine ve yalanları gerçek gibi gösterebileceğine önemli bir delildir. Nitekim, savaş sonrası yıllarda ingiliz derin devletinin özellikle basın üzerindeki yönlendirmeleri olduğu gibi devam etmiş, belli ülkelere yönelik kötüleme politikası etkin bir şekilde kullanılmış ve bağımsız ülkelerde iç savaşlar, isyanlar ve darbeler bu yollarla başlatılmıştır.
ingiliz derin devleti, büyük ölçüde bu politikanın etkisiyle başka ülkelerde hakimiyet kurmuş ve devlet yönetimleri bu gücün etkisiyle derin devlet kurumlarına gebe kalmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında, ingiltere’nin savaşı kaybetmek üzereyken aniden savaşı kazanır duruma gelmesinin vesilelerinden biri olan propaganda silahı, geçmişten bugüne ingiliz derin devletinin en önemli ve en vurucu silahlarından biri olmuştur.
Hala Devam Eden Kirli Propaganda
I. ve II. Dünya Savaşları sırasında gerçekleşen ingiliz derin devletinin karşı propagandaları, farklı yöntemlerle olsa da bugün hala devam etmektedir. Wellington House’un yürüttüğü propaganda çalışmasının etkileri yalnızca bu dönemle sınırlı kalmamış, günümüze kadar süregelmiştir. Wellington House’un I. Dünya Savaşı boyunca yaptığı propaganda yayınları düzenli ve sistemli olarak tekrar tekrar basılmış, birçok eserde ve araştırmada bunlardan alıntılar yapılmıştır. Bu kitapların çoğu bütün olarak internet sitelerine kopyalanmış ve dünya çapında yayılmıştır.
Bugün hala, Wellington House’un kitapları Avrupa ve Amerika’daki okul ve üniversitelerde, öğrencilere kaynak tarih kitapları olarak önerilmektedir. Türkiye ve Ermeniler konusu, Wellington House’un özellikle önem verdiği konulardan biri olarak kurumun belli başlı yayınları arasında yer almaktadır. Toynbee’nin kitapları ve hayali bir kişilik olarak öne sürülen Ghusei’in kitabı da dahil olmak üzere bu yayınlar, tarihçiler ve bir kısım Ermeni bilim adamı için temel tarihi dayanak teşkil etmektedir. Mavi Kitap gibi, I. Dünya Savaşı’nın gerçek dışı propaganda malzemelerinin yeni baskıları yapılarak, bütün bu yalanlar sanki tarihi gerçeklermiş gibi çeşitli ülkelerde yayınlanmaktadır. ingiliz derin devletinin sinsi propagandası, sanki hiçbir şey olmamış, yapılan bu sahtekarlık anlaşılmamış gibi sürekli gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Amaç, en azından, bu kara propagandaların farkında olmayanları aldatabilmektir.
Dünya kamuoyunun büyük bir kesiminin beyinleri de bu düzmece hikayelerle yıkanmaya devam etmektedir. insanların bu kaynaklardan öğrendikleri ise gerçekler değil, ingiliz derin devletine bağlı propaganda ofisinin kendilerinden inanmalarını istediklerinden ibarettir.
Söz konusu dönemde, ingiliz derin devletinin iftiralarının kapsamı ve boyutları o derece büyüktür ki, bizzat ingilizlerin içinden bile bunca aldatmacaya isyan eden kimseler çıkmıştır:
ingiliz Dışişleri Bakanı Chamberlain, 1925 yılının Aralık ayında Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada bütün bunların bir “propaganda yalanı” olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Savaştan dört yıl sonra Belçikalılar bu yayınlarda yer alan iddiaların tamdıbının gerçek dışı olduğunu açıkladılar. ingiliz Milletvekili Arthur Ponsonby, 1928 yılında bir kitabında I. Dünya Savaşı sırasında ingiliz Propaganda servisleri tarafından üretilen gerçek dışı haberleri ayrıntılı açıkladı… 1938 yılında ingiliz yazar ve diplomat Herold Nikolsoni, Parlamento’da yaptığı bir konuşmada, “I. Dünya Savaşı’nda lanet edilecek derecede yalan söyledik” dedi. 240
Mavi Kitap’taki bilgilerin çoğu, I. Dünya Savaşı yıllarında sadece 26 ay istanbul’da Amerika’nın istanbul Büyükelçiliği’ni yapmış olan Henry Morgentau’dan kaynaklanıyordu. Morgentau kitabında Osmanlı’nın Ermenilere karşı büyük zulümler yaptığı yalanını ortaya atmıştı. Associated Press yıllar sonra Morgentau’nun kitabındaki bu iddialar için gerçek dışı açıklamasını kullanmıştır. Amerikalı profesör Heath W. Lowry ise bu kitap için “ham, yarı gerçekler ve düpedüz yalanlarla dolu” ifadelerini sarf etmiştir.
… Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin.
Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.
(Yusuf Suresi, 87) -
15.
0Wellington House’un ABD Üzerindeki EtkisiTümünü Göster
ingiliz derin devleti, I. Dünya Savaşı sırasında Almanya’yı Amerika’ya bağlayan telgraf kablosunu kesmişti. Bu nedenle Amerikan halkı bütün haberleri, sadece ingiliz kaynaklarından ve ingilizlerin yorumlarından takip edebiliyordu. Avrupa’da bulunan Amerikalı gazetecilerin ilettikleri haberler ise yine ingilizler tarafından ciddi şekilde sansüre uğruyordu. Amerikan yönetimi kısmen bundan bilgi sahibi olsa da Amerikan halkının tüm bunların ingiliz derin devletinin yürüttüğü propagandanın bir parçası olduğundan haberi yoktu. ingiliz derin devletinin bu yöntemle yaptığı propaganda ciddi şekilde derin devletin lehine olmuştu.
Söz konusu propaganda kampanyasının başındaki isim Sir Gilbert Parker çalışmalarının etkilerini şöyle özetlemişti:
Aslında Birleşik Devletler’de olağanüstü yaygın olan, fakat bir organizasyon olduğundan kendisinin dahi haberi olmadığı bir organizasyonumuz var. Bu, kişisel ilişkiler ve gönüllü çalışmalar ile işletilen ve zaman geçtikçe daha da hevesli ve kararlı olarak gelişen bir organizasyon… Birleşik Devletler’in hiçbir yerinde olumsuz tepki alınmadığına dikkat edilmelidir; Amerikan halkının gözünde çalışmalarımızın sessiz ve derin tabiatı, saf bir yurtseverlik ve atılganlık olarak gözükmektedir.232
Görülebildiği gibi ingiliz derin devletinin “derin” ve bir o kadar da aldatıcı propagandası, Amerikan halkı üzerinde beklenen etkiyi yaratmıştı. iyi niyetli Amerikalılar, bu propaganda sonucunda haince planları görememiş, ingiliz derin devletinin istediği yöne doğru yönlendirilmişlerdir.
Bu dönemde ortaya atılan, Mavi Kitap’ın yazarlarından biri olan Viscount Bryce’ın yazdığı rapor, Amerikalıları Türk karşıtı hale getirmek için özel olarak kurgulanmıştır. Bryce Raporu denilen bu çalışmada Bryce’ın Türklere karşı sarf ettiği çirkin sözler şu şekildedir:
Türk Hükümeti son bin beş yüz yıldır insanlığa bu derecede etkisi bulunanların en kötüsüdür. Geçen yüzyılda seçkin bir Avrupalı tarihçinin söylediği gibi “(Türkler), ele geçirdikleri yerleri harap eden bir soyguncular çetesinden başka bir şey değildir”. Hiçbir zaman medenileşememişler, uygar bir idarenin icra etmesi gereken prensiplerden hiçbirini uygulayamamışlardır. Yıllar ilerledikçe iyiye gitmeleri beklenirken, onlar daha da kötü olmuşlardır. Türkistan steplerinden Batı Asya’ya gelirken barbardılar, yüz otuz yıl önce Edmund Burke de (ingiliz siyasetçi ve yazar) onları böyle tanımlamıştı ve devletleri, bugün de acımasız ve barbar karakterini muhafaza ediyor.233
Bryce, daha sonra The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire (Osmanlı imparatorluğu’nda Ermenilere Yapılan Muamele) isimli bir kitap yazmış ve karalama kampanyasına buradan devam etmiştir. Tarihçi McCarthy, bu kitabın gerçek yazarının Toynbee olduğunu belirtmiştir. Yine McCarthy’nin analizlerine göre, söz konusu Ermeni raporunda görülen tüm teknikler, daha önce Belçika’daki Alman vahşetini anlatan ve sonradan yalanlanan raporda kullanılanların aynısıdır. Bu rapor da tıpkı Alman raporunda olduğu gibi güvenilir olmayan kaynaklardan toplanmış anonim bilgilere göre hazırlanmıştır ve raporda adı geçen kişilerin gerçekten bunları yazdıkları ya da söylediklerine dair hiçbir kayıt ve kanıt yoktur.
Bryce’ın Alman raporunda geçen vahşet ifadelerinin hiçbirinin gerçek olmadığı zaman içinde anlaşılmıştır. Söz konusu Alman Raporu için yazar H. C. Peterson söyle söyler:
(Bryce Raporu) yargısız infazın en uç örneğidir. Esasen raporun kendisi savaşta gerçekleştirilmiş en kötü vahşettir.235
işte aynı yöntem, Türklere karşı da kullanılmış; aynı karalama kampanyası aynı şahıslar tarafından aynı yöntemlerle Türklere de uygulanmıştır. Almanya’ya bu haksızlık yüzünden ingiltere tarafından özür yöneltilmiş, fakat Türkiye, hala aynı karalama kampanyasıyla muhatap olmak zorunda bırakılmıştır.
ingiliz derin devleti, Amerikan gazetelerine de Bryce Raporu’nun önemli kısımlarını yayınlamaları için dağıtmıştır. McCarthy, bu konuyu şu şekilde aktarır:
Gilbert Parker’in belirttiğine göre The New York Times, Philedelphia Public Ledger ve Chicago Herald gibi gazeteler bu Ermeni dehşet öykülerine fazlasıyla yer ayırıyorlardı.236 Current History adlı New York Times’ın çıkardığı aylık dergi, Bryce Raporu’nun uzun giriş bölümünü doğrudan veren ve raporun sözde Türk vahşetiyle ilgili en korkunç kısımlarını özetleyen Türk karşıtı makaleleri orta sayfa serileri olarak veriyordu. New York Times gazetesi, üç sayfasını Bryce Raporu’nu aktarmak için kullanmıştı. New Republic, Bryce’ı, kaynaklarının seçimi ve kanıtları için övmüştü, ancak bu kaynakların çoğunun anonim olduğundan hiç bahsetmemişti. Aksine, raporun özeti verilmiş ve Türkler kınanmıştı. Diğer gazete ve dergiler de aynı şeyi yapmış raporun özetini ya da rapordan alıntıları yayınlamıştı.237
Görülebildiği gibi ingiliz derin devletinin yayınlarında, hiçbir kaynak gösterilmemiş, Türkler haksız yere hedef alınmış ve bu sahte yayınlar, Amerikalılara körü körüne servis edilmiştir. Şu bilinmelidir ki, ingiliz derin devletinin propagandalarının asıl hedeflediği kitle, I. Dünya Savaşı’ndan ve Ortadoğu gerçeğinden habersiz olan kitledir. O dönemde Amerikan ve ingiliz halkının okuduğu haberlerin hemen hepsi, sözde misyonerlerin ve ingiliz derin devlet propagandacılarının yazdıklarından ibarettir. ingiliz ve Amerikan halkları, o tarihlerde bu yazılara zorla inandırılmışlardır. Bu sahte propagandanın halen devam ettirilmesi, o dönemde Türklere yapılan haksızlığı tüm detaylarıyla açığa çıkaran Amerikalı tarihçi McCarthy tarafından şaşkınlık dolu sözlerle ifade edilmiştir:
Daha şaşırtıcı bir gerçek ise, Türklere karşı yapılan bu propagandaya ve niteliklerine, dönemi inceleyen günümüzün akademik kitaplarında hiç değinilmemesidir. I. Dünya Savaşı’ndaki ingiliz propagandasını irdeleyen her ciddi akademik çalışma, o yıllarda Almanlara karşı yapılan propagandanın, zafer uğruna, gerçeğe yönelik çok dikkatli hazırlanmış bir saldırı olduğunu belirtir ve itiraf eder. Ancak aynı akademik çalışmalar, aynı zamanda Almanlara karşı bir saldırıyı ihtiva etmediği sürece, Türklere yönelik ingiliz propagandasını asla dikkate almazlar. ingiliz propagandasını hazırlayanlar Almanlara ne yaptılarsa Türklere de aynısını uygulamışlardır, ancak bugün bu kimsenin dikkatini çekmemektedir. Almanlara karşı yapılan propaganda sonradan kınanmıştır, ancak Türklere atılan çamur bugün hala sürmektedir. Bryce’ın ünlü Ermeni Raporu söylenilenlerin gerçek olduğu iddiasıyla tekrar tekrar basılmaktadır. Aynı kişinin Alman Raporu, kütüphanelerin tozlu raflarına kaldırılmışken, Ermeni Raporu tam anlamıyla “güvenilirliği kabul edilmiş bir kaynak” olarak kamuoyunda yerini almıştır. I. Dünya Savaşı üzerine yapılan kaynakçalarda ya da soykırımın konu alındığı yayınlarda, ne için yazıldığına bakılmaksızın, bu raporlara 483 defa atıfta bulunulur. Eleştirel tarihçiliğin genel kuralları ki bu kurallar kaynakların doğrulanmasını ister, asla uygulanmamıştır. Aslında Osmanlı Ermenileri için yazılan Bryce Raporu, Almanlar için yazılan Bryce Raporu’nun bulunduğu çöp kutusuna atılmalıdır. Bu rapor, Orta Doğu’nun tarihi için değil propagandanın tarihi için güvenilir bir kaynaktır. -
16.
0Rezzzzzz
-
17.
0ingiliz Derin Devletine Çalışan Gazeteci Walter Lipmann
Birçok kaynağa göre, 1. Dünya Savaşı sonrası hazırlanan antlaşmaların temeli olarak belirlenen Wilson’un 14 ilkesi, ingiliz Hükümeti’nin, Wilson’un danışmanı ve Harvard mezunu bir gazeteci olan Walter Lipmann ile birlikte hazırladığı bir dokümandı. Barışı, bu ilkeler üzerine bina edeceklerini iddia etmişlerdi. Ancak daha sonra, gerek Versailles gerekse de Sevr antlaşmalarında görüldüğü gibi bu dokümanda ne barışa dair ilkeler vardı ne de ABD Başkanı Wilson’ın imzası. Wilson ilkeleri’nin yazımına önayak olan gazeteci Lipmann, daha sonra ingiliz derin devleti kurumu olan Chatham House’un ABD şubesi CFR’nin (Council for Foreign Relations) yöneticisi oldu. 8 Amerikan başkanına gayri resmi danışmanlık yaptı. 1946’daki kitabıyla Soğuk Savaş konseptini ilk tanıtan kişi oldu. Bugün geriye baktığımızda Lipmann’ı, “20. yüzyılın en etkili gazetecisi” ya da “modern gazeteciliğin babası” olarak tanımladıklarını görürüz. Başkanlar, başbakanlar, bakanlar değişse de derin devletin derinlerdeki adamları hiç değişmeyecektir. -
18.
0◉ ingiliz Derin Devletinin Derin Stratejilerinden italyanlar da Zarar GörmüştürTümünü Göster
I. Dünya Savaşı sürerken, Osmanlı Devleti’nin paylaşılması için itilaf Devletleri arasında gizli anlaşmalar gerçekleşiyordu. Londra Protokolü olarak da bilinen ilk gizli anlaşma 1915 yılında imzalandı. Londra’da ingiltere, Fransa, italya ve Rusya arasında imzalanan gizli anlaşmaya göre, italyanlara itilaf kuvvetlerinin yanında savaşa girmesi karşılığında Antalya ve etrafındaki Akdeniz kıyıları vaat edilmişti. Rusya’da Çarlık iktidarının düşmesi ve Bolşeviklerin iktidara gelmesi ile bu anlaşma yerini 1917 yılındaki St. Jean de Maurienne Anlaşması’na bırakmıştır. Bu anlaşmada sadece italyan, Fransız ve ingiliz imzaları vardır. Yeni planda italyanlar, Akdeniz kıyılarına ek olarak izmir dahil Batı Anadolu’yu alacaklardır.
Fakat savaş sonrası gerçekler bir kez daha italyanların beklediği gibi değil ingilizlerin en başta planladığı gibi gerçekleşti. Venizelos-Lloyd George işbirliği sonucunda Yunan ordusu 15 Mayıs 1919 tarihinde izmir’i işgale başladı. 9 Eylül 1922’de Türk ordusu geri püskürtene kadar Batı Anadolu, Yunan ordularının işgalinde kaldı. ingiliz derin devleti, Yunanların emperyalist ihtirasını kullanarak, Anadolu topraklarında isteklerini yerine getirecek bir ordu oluşturdu. Aynı zamanda italya’nın bölgede tek başına güç ve söz sahibi olması engellenmişti. Tüm bu işgal planı da tümüyle bir propagandaya dayandırılmış, yerel Hristiyan halkını, sözde Müslüman çetelerden korumak adı altında bu sinsi plana uluslararası meşruiyet kazandırılmıştır. Oysaki bu iddiaların yalan olduğu, 12 Ekim 1919’da istanbul’daki Müttefiklerarası Komisyon’un, izmir’in Yunanlar tarafından işgali hakkındaki raporu ile açıkça ortaya konmuştu.
Rapor şu sözlerle başlıyordu:
Yapılan soruşturma göstermiştir ki, Mütareke’den beri Aydın vilâyetindeki Hristiyanların genel durumları memnunluk vericidir ve güvenlikleri hiçbir zaman tehlikeye düşmemiştir. Onun için, bu işgalin hiçbir şekilde haklı olmadığı ve Türkiye ile Müttefikler arasında imzalanmış bulunan Mütareke’nin şartlarını ihlal ettiği muhakkaktır.
Fakat bu rapor dahi ingiliz derin devletinin planlarını engellememişti.
ingiliz derin devleti italya’yı da tam olarak ihtiyaç duyduğu dönemde, müttefik görünümü vererek ve çeşitli vaatlerle kandırarak kullanmıştır. ihtiyacı bittiğinde de kendi başına bırakmıştır. Burada elbette italyanların Osmanlı üzerindeki bölme planlarının diğer itilaf Devletleri’nin yaptığı gibi alçakça bir işgal politikası olduğu açıktır ve bu yönüyle dönemin italya’sı da diğer devletler kadar suçludur. Burada vurgulamak istediğimiz husus, ingiliz derin devletinin, kendi müttefikleri söz konusu olsa bile, her zaman kendi menfaatini düşünen ikiyüzlü politikasıdır.
Milli Mücadele hareketinin öncüsü ve Türk halkının ve Türkiye’nin kurtarıcısı Mustafa Kemal, ingilizlerin italyanlara yönelik bu çift yönlü siyasetini bağımsızlık mücadelemiz sırasında Türk halkı lehine kullanmıştır. italyan hükümeti, 1920 yılından itibaren Türk bağımsızlık hareketine silah, lojistik ve istihbarat desteği sağlamıştır. -
19.
0işgal Sırasında Basın SansürüTümünü Göster
Tarihçi ve yazar Atilla Oral, istanbul’un işgal edildiği günlerle ilgili olarak şu bilgileri verir:
istanbul Boğazı’nda demirli düşman savaş gemilerinin çok önemli faaliyetleri vardı. Düşman savaş filosu istanbul’da 5 yıl boyunca süs olsun diye beklemedi. Planlı ve programlı bir sindirme savaşı yürüttü.250
Sindirme savaşı, halk üzerinde pgibolojik çöküntü oluşturabilme amacı taşıyordu. Halk üzerinden yapılan propagandaya ağırlık verilmişti; çünkü ingiliz derin devleti, Milli Mücadele’ye yönelik halk desteğinin ortadan kalkmasını istiyordu.
Kitabın 1. bölümünde detaylı bahsettiğimiz gibi, ingiliz derin devleti, kuruluşundan itibaren halkın “milli ve milliyetçi” değerlerini çöküşe uğratmak istemiştir. Bunun temel sebebi, bu değerlerden uzaklaşan toplumların fazla ayakta kalamamalarıdır. ingiliz derin devleti, istanbul’un işgali sırasında da halkın desteğini alamayan bir hareketin “milli” olmaktan çıkacağı düşüncesiyle pgibolojik anti propagandaya ağırlık vermiştir.
ingiliz derin devleti için bunu sağlamanın en önemli yollarından biri, basına yönelik sansürdür. Bu nedenle, işgal sırasında Türk basınına ciddi şekilde sansür uygulanmıştır. Gazeteler, yayınlanmadan önce mutlaka ingiliz güçlerinin denetimindeki sansür memurlarının kontrolünden geçirilmiştir. ingiliz derin devleti tarafından uygun görülmeyen yazı ve fotoğrafların; gazete, dergi ve diğer yayın organlarında yayınlanmasına izin verilmemiştir. Bu dönemde yayınlanan pek çok gazetede, birçok sütun boş olarak basılmıştır. Bunun nedeni, ingiliz derin devletinin uygun görmediği içeriklerin baskı aşamasında zorla gazeteden çıkarılmasıdır. Üzerinde ingiliz sansür otoritesinden geçtiğine dair “Censored By Allied Authorities The Censor” (Müttefik Yetkililer Tarafından Sansürlenmiştir) ibaresi bulunmayan fotoğrafların yayınlanması çok büyük suçtur.
ingiliz derin devletinin uyguladığı insanlık suçunun tüm görsel kanıtları, o dönemde tamamen ortadan kaldırılmıştır. işgale dair fotoğraf bulabilmek oldukça zor olmuştur. Çekilen savaş fotoğraflarının tümü ingiliz derin devleti tarafından sistematik bir biçimde toplanmıştır. Bu fotoğraflar yıllar sonra ancak ingiliz arşivlerinden elde edilebilmiştir. ingiliz arşivlerinden ele geçirilen bu fotoğraflar, yıllar sonra Türk halkını oldukça şaşırtmıştır. Atilla Oral, söz konusu fotoğraflara nasıl ulaştığını şu sözlerle açıklamıştır:
ingiltere arşivlerinde Türk Kurtuluş Savaşı ve işgal yıllarına ait çok sayıda önemli, görsel belgeler var. ingiliz devletinin, üzerinden belli bir süre geçtikten sonra arşivlerini araştırmacılara açtığı söylenir ama bu sadece yazılı bazı belgeler için geçerlidir. Fotoğraf gibi görsellere, ses kayıtlarına gelince bu iş değişir. Bu kitabı hazırlamak için 20 yıldır belge ve fotoğraf topladım. Hemen tüm görselleri ingiliz kaynaklarından, mezatlardan elde ettim. işgalcilerin yıllarca sakladıkları görselleri, üçüncü kuşak torunları elden çıkarıyor, tarihin bilinmeyen pek çok yönü şimdi ortaya çıkıyor.251
ingiliz derin devletinin yaptığı zalimlikler, işgalin işkencelerle ve haksızlıklarla dolu gerçek yüzü, sansür nedeniyle hiçbir zaman Türk halkına ulaşamadı. Bu vahşeti anlamak ve o dönemde olanlara şahit olmak için 21. yüzyılın başlarına kadar beklemek gerekecekti. Bütün bu engellemelere rağmen gerçekleşmiş olan Milli Mücadele, ingiliz derin devletini en fazla şaşırtan olaylar arasındadır. Casuslar ve sansürler, Türk milletinin ferasetini engelleyememiş ve ingiliz derin devletinin bu tuzakları sonuç vermemiştir. -
20.
0istanbul’un işgali Sırasında ingiliz işbirlikçileri Romanlara Konu Olmuştur
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun istanbul’un işgalini anlatan “Sodom ve Gomore” adlı ünlü romanındaki kahramanı Sami Bey; milli değerlerden uzak, kendi benliğini unutmuş, yabancılara yakın olursa değer kazanacağını zanneden bir kozmopolittir. Sami Bey, ingilizlerin her şeye muktedir olduğu kanısındadır. Bu nedenle Anadolu’daki Millî Mücadele’ye karşıdır. işgalde Sadrazam Damat Ferit ve gazeteci Ali Kemal bu tiplemenin önde gelenleridir.
Görülebildiği gibi işgal sırasında ingilizlere yaranmaya çalışanların sayısı çok olmuştur. Bunlar, yaptıkları casusluk faaliyetleri ve verdikleri gizli bilgilerle güçlük içindeki istanbul ve Anadolu halkına zorluklar yaşatmışlardır. Milli mücadele, bu zorlu şartlar altında başlamış ve casuslara rağmen başarıya ulaşmış olağanüstü bir mücadeledir.