/i/Siyaset

Saygı Çerçevesinde Özgür Siyaset Platformu
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 176.
    0
    Nüfus planlaması, daima söz konusu derin devlet kurumlarının en büyük hedefi olmuştur. 300’ler Komitesi de aynı hedeften yola çıkarak bir strateji belirlemiştir. Bu stratejiye göre gelişmiş ülkelerde çıkarılacak kontrollü savaşlarla nüfuslar azaltılacak, fakat üçüncü dünya ülkelerinde durum daha vahim olacaktır. O ülkelerde, tıpkı Thomas Malthus’un ürkütücü nüfus planlaması projesinde olduğu gibi salgın hastalıklar başlatılacak, Stalin’in uyguladığı açlık politikaları takip edilecek ve böylelikle ingiliz derin devleti kendince “gereksiz” gördüğü nüfustan kurtulmuş olacaktır (Burada hedeflenen söz konusu kişileri tenzih ederiz). Hedef, 2050 yılına kadar, Yuvarlak Masa’nın kurucularının bahsettiği bu sözde “gereksiz” kalabalıktan kurtulmaktır.

    ◉ Çeşitli ülkelerde, teşvik ve ayaklanma yöntemleriyle, çoğunlukla basını ve söz konusu ülkelerdeki bazı yancıları kullanarak krizler çıkarılması bir diğer hedeftir. Krizlerin başlangıç noktaları son derece basit ve önemsiz olsa da, propaganda yöntemleriyle kısa süre içinde halklar galeyana getirilecek ve önüne geçilemeyen isyanlar baş gösterecektir. Bu politika ile ülkelerin kendilerini yönetemedikleri algısı oluşturulacak ve o ülkenin mutlaka söz konusu Komite’nin idaresi altına girmesi gerektiği mesajı verilecektir. Bugün Ortadoğu’ya, Güney Amerika’ya, Afrika’ya, bazı Avrupa ülkelerine, hatta Amerika’ya bakıldığında bu sinsi sistemin işliyor olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Dünya ülkeleri, açık veya gizli yollarla ingiliz derin devleti tarafından yönetilmektedir ve söz konusu ülkelerin halkları, bilmedikleri bir güç tarafından farkında olmadan idare edilmekte ve duyarsızlaşmaktadırlar. Bunun en büyük olumsuz etkisi hem yöneticilere hem de halklara olmaktadır.

    300’ler Komitesi’nin üyelerinden biri olan ingiliz filozof ve tarihçi Lord Bertrand Russell, Afrika için kurguladığı bu politikayı şöyle tarif etmektedir:

    Eğer bir dünya hükümeti sorunsuz işlerse bazı ekonomik koşulların da yerine getirilmesi gerekecektir. Sanayide çeşitli ham maddelerin önemi büyüktür… istenmeyen bir mülkiyete, sadece bireysel veya şirket mülkiyetlerini değil, aynı zamanda ayrı devletleri de eklememiz gerektiğini düşünüyorum. Yokluğunda sanayi faaliyetlerinin mümkün olmadığı ham maddeler, uluslararası otoriteye ait olmalı ve ayrı uluslara verilmelidir.33
    Tümünü Göster
    ···
  2. 177.
    0
    Komite’ye yararı olacak başlıklar dışında tüm bilimsel araştırmalar durdurulmuştur. Bu konu, özellikle evrim teorisi ile ilişkili olarak dikkate alınmalıdır. Keza, bilimsel deliller her yönden evrim teorisinin geçersizliğini ispat etmektedir. Oysa evrim, daha önce de belirttiğimiz gibi, ingiliz derin devletinin bir planı olarak bu komite ve kurumlarda geliştirilmiş bir safsatadır. Dolayısıyla onlar için evrimi çürütecek herhangi bir delillin ortaya çıkarılmaması, okullarda okutulmaması, gündeme getirilmemesi çok önemlidir. Bu uğurda, bulunan 700 milyondan fazla fosil sürekli olarak kamuoyundan saklanmaktadır. Çünkü bu fosillerin hiçbir değişime uğramamış, yani evrim geçirmemiş canlılara ait olduğu açıktır ve yeryüzünde Darwinistlerin iddia ettiği şekilde değişime uğramış bir canlı kalıntısı yoktur. Ayrıca moleküler düzeyde evrim çok ciddi bir açmaz içinde olduğundan, bu konudaki bilimsel gelişmeler de sadece evrimle ilişkilendirilerek dile getirilmekte, sanki evrimin bir deliliymiş gibi sunulmaktadır. Oysa tek bir proteinin evrimcilerin iddia ettiği şekilde nasıl kendi kendine meydana gelebildiği hala açıklanamamıştır. Açıklanmasına da imkan yoktur; çünkü, bir proteinin oluşması için 100 ayrı proteinin var olması ve bu üretim işleminde yer alması gerekmektedir. Bu açmaz, evrimi yok eden en önemli delillerdendir. Dolayısıyla evrim çökmüş bir teori olmasına rağmen ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Şu durumda, toplum mühendisliğinin, özellikle bilimsel olarak çökmüş evrim teorisini korumak amacıyla yoğun olarak uygulandığı bilinmelidir. Şu anda okullara, üniversitelere, akademik kürsülere, basına, bilimsel eserlere ve yayınlara, hatta devletlere hakim olan Darwinist diktatörlük tümüyle 300’ler Komitesi ve onun yan kuruluşlarına aittir.
    ···
  3. 178.
    0
    Özellikle büyük şehirlerde nüfus artışını durdurmak için çeşitli tedbirler almak yine Komite’nin diğer hedeflerindendir. Bu tedbirlere Pol Pot ve Stalin döneminde gerçekleştirilen soykırım yöntemleri de dahildir. Pol Pot rejiminin soykırım planlarının temelinin, ingiltere Dışişleri Bakanlığı’nda yüksek bir pozisyonda olan Roma Kulübü üyesi Thomas Enders tarafından atıldığını da burada belirtmek gerekmektedir. 300’ler Komitesi’nin Kamboçya’daki soykırımdan sorumlu kişileri yargı sürecine dahil etmeme çabaları da düşündürücüdür.32
    ···
  4. 179.
    0
    Piyasalarda uyuşturucu maddeleri artırmak, bu maddeleri yasal hale getirmek ve toplum içinde dejenerasyonun kapsdıbını artırmak söz konusu komitenin hedefleri arasındadır. Aile kurumu, dejenere edilmesi gereken en önemli kurum olarak görülmektedir. Çünkü aile değerlerini kaybetmiş toplumların çöküşe daha hızlı şekilde gittikleri aşikardır. Gençleri ümitsiz, amaçsız hale getirmek planın en önemli parçasıdır. işsizliğin bunu körükleyeceği düşünülmüş ve 300’ler Komitesi de, Roma Kulübü idarecileri de işsizliğin artmasıyla isteksiz bir gençliğin gitgide batağa sürükleneceğini planlamışlardır. Bu konumdaki genç neslin uyuşturucu ve dejenerasyona daha fazla meyledeceği ve aile kurumunun tüm bunların sonucunda yıkılacağı hesaplanmıştır. Şu unutulmamalıdır ki, aile kurumlarının yıkılıp yok edilmesi komünist toplumlarının öncelikli ve en önemli özlemidir. 300’ler Komitesi’nin komünist-sosyalist liderlerinin öncelikle aile kurumlarını hedeflemesi bu nedenle sürpriz olmamaktadır.
    ···
  5. 180.
    0
    Homociksüelliği yaygınlaştırarak insanlar arasında kabul edilir hale getirmek önemli bir hedeftir. Bunun için ünlü şarkıcıların konserlerinde, Talk Show’larda, maçlarda seyircilerin önünde yapılan homociksüel törenleri; moda, yemek, yarışma programlarında homociksüellerin ön plana çıkarılması; rahip ve imam görümündeki homociksüellerin yüceltilmesi; film ve dizi filmlerde homociksüelliğin makul hatta özenilir bir yaşam şekli olarak gösterilmesi; basın-yayın yoluyla toplumda homociksüelliğin reddedilemez bir “gerçek” olduğunun empoze edilmesi söz konusu derin devlet komitesinin başlıca görevlerinden biri haline gelmiştir. Homociksüelliği dini ve ahlaki değerlerden dolayı kabul etmeyenlerin toplumdan dışlanması, kitle çalışmalarıyla onların susturulması ve bu toplum mühendisliğini kullanarak söz konusu sapkınlığın dünyanın her yerinde adeta meşru hale getirilmesi yıllardır sistemli olarak kurgulanmaktadır. Okullarda bu propaganda yoğun olarak yapılmaktadır. Okul kulüplerinde homociksüellere ayrıcalık tanınması, okullarda homociksüelliği hoş karşılamayan öğrencilerin sosyal çevrelerinden ve okullarından dışlanması aynı mühendislik çalışmasının bir parçasıdır.
    ···
  6. 181.
    0
    300’ler Komitesi (Committee of 300)

    1727 tarihinde kurulan 300’ler Komitesi veya diğer adıyla Olimpos, Yuvarlak Masa da dahil olmak üzere derin devlet adına hareket eden tüm gizli örgütlerin ana karargahı konumundadır. Şu an her ne kadar Amerika ağırlıklı faaliyet yapsa da ingiliz aristokratları tarafından kurulmuştur. Bu kurumun özellikle politikayı, ticareti, banka sistemlerini, medyayı ve askeri sistemi organize ettiği bilinmektedir. Chatham House, CFR, Bilderberg Grubu, Trilateral Komisyon, Masonlar, Gül-Haç Kardeşliği, Roma Kulübü, RAND Corporation, PNAC (The Project for the New American Century – Washington merkezli yeni-muhafazakar görüşlü think-tank), 13’ler Kraliyet Konseyi gibi dünyada pek çok olaya yön vermekte olan komite ve vakıfların yönetimi ve kontrolü, uzun zaman varlığı gizli tutulmuş olan 300’ler Komitesi’ne bağlıdır. Komite, merkez bankaları gibi büyük finansal kurumları ve hükümetleri denetim altında tutabilmek için Yuvarlak Masa gruplarının tümünü, düşünce kuruluşlarını ve pek çok gizli kurumu içine alan bir ağ kullanmaktadır.24

    George H. W. Bush da dahil olmak üzere pek çok ABD başkanının Chatham House’un etkisi altında kararlar aldığı bilinmektedir. Bu kurum da talimatlarını 300’ler Komitesi’nin yüksek yönetim halkası olan Olimpos’tan almaktadır.25 Olimpos ismi, söz konusu grubun kendilerini sözde Olimpos tanrıları kadar güçlü saymalarından ileri gelen sembolik bir isimdir ve komitenin kendisini ne kadar yüceltip güçlü gördüğünün de bir ifadesidir.26 1991 yılındaki Körfez Savaşı’nda, 300’ler Komitesi kararları doğrultusunda, Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin, Kuveyt’i ingiliz kontrolü altına getirmek amacıyla kullanıldığı artık bir sır değildir.27

    Eski istihbaratçı Dr. John Coleman’ın yaptığı araştırmalara göre 300’ler Komitesi, ingiltere’nin en eski kuruluşu ingiliz Doğu Hindistan Şirketi ile doğrudan bağlantılıdır. Doğu Hindistan Şirketi’nin bir çok üst düzey yöneticisinin komünist olduğu bilinmelidir. Daha önce detaylarını anlattığımız gibi Hindistan’da ingiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin önayak olmasıyla geliştirilen afyon ticareti, önce şirketin kendisinin, ardından da onun bünyesinde kurulan 300’ler Komitesi’nin oldukça güçlenmesine sebep olmuştur. Parayla güçlenen bu kurum, giderek dünyayı yönetmeye başlamıştır.

    Gerek ingiliz Doğu Hindistan Şirketi, gerekse onun izinden gelen 300’ler Komitesi’nin derin devlet kökenli liderlerinin genel olarak Hristiyanlık, Müslümanlık, Musevilik gibi tüm hak dinlere karşı nefret gösterdikleri bilinmektedir. Illimunati, özellikle bu amaç için kurulmuş bir gizli yapılanmadır. Illimunati’nin kurucularından Adam Weishaupt’un 1 Mayıs 1776’da yaptığı şu açıklama, söz konusu derin devlet kurumlarının politikalarını anlamak bakımından önem taşır:

    Sırrımız şudur: Eğer dinleri yok edeceksek kendimizi tam dindar göstermeliyiz. Unutmayın ki, amaca bizi ulaştıran her yol mübahtır ve iyi insanlar kötülerin yaptıkları gibi amaçlarına ulaşmak için her yolu denemelidirler. Bunu yapmanın tek yolu gizli bir cemaat olarak çalışmak, sessizlik içinde devlet yönetimlerini ele geçirmek ve onların olanaklarını kendi amaçlarımız için kullanmaktır. Bu, düzenin amacı Hristiyanlık ve tüm dinlerin yok edilmesi ve tüm sivil hükümetlerin devrilmesidir. 28

    Bu fikir sistemi ile ortaya çıkan ingiliz derin devlet kurumları, gerçekten de amaçlarını bu yönde geliştirmişlerdir. Kuruldukları dönemden bu yana hedefleri, özellikle tüm ibrahimi dinlerin toplum içinde etkisini yitirmesini sağlamak ve çeşitli darbelerle sivil hükümetleri ortadan kaldırıp, kendilerine bağlı hükümetler dizayn etmek olmuştur. ingiliz bir Hasidik Musevi ve aynı zamanda Siyonist hareketin Amerika’daki liderlerinden olan gazeteci Jacob de Haas, dünyayı üç yüz insanın yönettiğini, hatta bunların Wilson gibi Amerikan başkanlarını seçtiklerini ve bu insanların Paris Milletler Cemiyeti toplantısına kimlerin eşlik edeceğini bile belirlediklerini açıklamaktadır. 29

    Alman devlet adamı Walther Rathenau, 24 Aralık 1921 tarihinde basılan makalesinin bir bölümünde şunları söylemiştir:

    Birbirini tanıyan sadece üç yüz adam Avrupa’yı idare etmektedir. Bu adamlar haleflerini kendi çevrelerinden seçerler. Bu adamların, tasvip etmedikleri her devleti yok edecek araçları bulunmaktadır. 30

    Bu açıklamaları nedeniyle Jacob de Haas da, Walther Rathenau da, esrarengiz suikastlarla öldürülmüşlerdir…

    300’ler Komitesi’nin de, tıpkı Yuvarlak Masa ve ingiliz derin devletinin etkisindeki diğer komitelerde olduğu gibi ingiliz ırk üstünlüğü kavrdıbına uygun olarak hareket ettiğini burada hatırlamak gerekmektedir. Onlar için daha küçük bir dünya, idaresi daha kolay bir dünyadır. Onlara göre dünyanın kaynakları değerlidir; ama bunlar “gereksiz” halk toplulukları tarafından sürekli olarak tüketilmektedir. Bu kişiler kendi ırklarının mutlak varlığını, bu sözde “sorun” için tek çözüm olarak görmektedirler. ingiliz derin devletinin gizli kurumlarının hedeflerini ise Dr. John Coleman şu şekilde açıklamıştır:

    incil’in Yaratılış Bab’ında belirtilen “üre ve dünyayı fethet” emri ancak uzun vadeli işlerin güvencesi olan endüstriyel iş pazarının yok edilmesiyle durdurulabilir. Bunu gerçekleştirmenin yolu Hristiyanlığa saldırmak, yavaşça endüstriyel ülkeleri çökertmek, 300’ler Komitesi’nce gereksiz görülen ve “nüfus fazlalığı” oluşturan yüz milyonlarca insanın imha edilmeleri ve Komite’nin küresel planına karşı çıkan her liderin ortadan kaldırılmasından geçmektedir.31

    Bu hedefi gerçekleştirebilmek için 300’ler Komitesi, ingiliz derin devletine bağlı tüm kurumların yaptığı gibi kendisine bir yayılma ve genişleme politikası belirlemiştir. Bu politikaya uygun olarak yapılması gerekenler vardır. 300’ler Komitesi’nin ileriye dönük planları, örgütün kurulduğu günden bu yana canlıdır ve çeşitli aşamalarla safha safha hayata geçirilmektedir. Bu aşamalar şöyle özetlenebilir:

    ◉ Güçsüz devletleri sömüren bir para politikasıyla ortaya çıkan ve finansal güçle yükselen 300’ler Komitesi, ilk olarak tüm dinlerin ve para politikalarının tek elden yönetildiği bir dünya düzenini arzulamaktadır. Bu, ingiltere’nin başı çektiği ve ingiltere’nin hakim olduğu bir dünya düzeni olmalıdır. Bunun için ilk olarak dinlerin kontrol altına alınması gerektiğine inanılmaktadır. 1700’lerde planlarını Hristiyanlık üzerine yapmış olan derin devlet temsilcileri, 1920’lerden itibaren bütün kiliselerin bir araya toplandığı bir düzeni kurgulamaya başlamışlardır. Böylelikle din ve inançları tümüyle ve bir anda reddetmeyecek ve tepkilere maruz kalmayacak ama tüm din ve inançları tek elden kontrol edebileceklerdir. Şu belirtilmelidir ki, söz konusu tek kilise, herhangi bir dinin temsilcisi olmayan, tamamen kurgulanmış bir sahte dinin sahte kilisesi olacaktır.

    ◉ Bağımsız devletlerin yönetimini ele geçirebilmek, onların sosyal sistemlerini ele geçirmekle mümkün olabilmektedir. Bunun için sadece liderlerin değil halkların da kontrol altına alınması şarttır. 300’ler Komitesi, bunu sağlayabilmek için özellikle hedeflediği ülkeler içinde tüm ulusal, milliyetçi düşünceleri ortadan kaldıracak bir strateji belirlemiştir. Milliyetçi değerler ortadan kalktığında, halkın uğruna mücadele edebileceği hiçbir şey kalmamış olacak ve liderlerin kontrol altına alınmasıyla bu halklar zaten kolaylıkla himaye altına girebilecektir. Bugün, Irak gibi ülkelerde uygulanan usul tam olarak bu olmuştur.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 182.
    0
    Yuvarlak Masa (Round Table)

    ingiliz siyasetçi Cecil Rhodes, daha önce de tanıttığımız gibi, Anglosakson ırkının dünyaya hakim olmasını isteyen homociksüel ve ırkçı bir kişilikti. Bu ırkın büyümek ve tüm dünyaya hakim olmak için var olmasını istiyordu. Son vasiyetinde şunları söylemişti:

    iddia ediyorum ki, bizler dünyadaki ilk ırkız. Bu nedenle de dünyada ne kadar çok yer işgal edersek, bu insan ırkı için o kadar iyidir. iddia ediyorum ki, topraklarımıza kattığımız her bir arşın daha fazla ingiliz ırkının doğmasına sebep olacaktır. Aksi takdirde, bu ırk hiç meydana gelemezdi.20

    Rhodes, Anglosakson ırkının hakimiyetini istiyor ve bunun için de dünya genelinde çeşitli toprakların işgal edilmesi gerektiğini düşünüyordu. ingiltere tarafından yönetilecek bir dünya devletini oluşturmak için de Yuvarlak Masa hareketinin oluşmasını istiyordu. Rhodes, Güney Afrika’da görevlendirilmiş bir siyasetçiydi. Güney Afrika’daki siyahilerin elindeki toprakları zorla alma ve o bölgelerde acımasızca hakimiyet kurma eylemlerini gerçekleştiren şahsiyetti. Bunu sağlamak için bölgede, özellikle bir kabileyi diğerine karşı kışkırtma eylemleri başlatmış ve çeşitli ayaklanmaların öncüsü olmuştur. Bu ayaklanmalar sonrasında Güney Afrika’nın kontrolünün tamamen ingiltere’nin eline geçmesini sağlamıştır. ingiliz sömürgelerinin ele alındığı bölümde Rhodes’un uygulamalarına detaylı olarak yer verilecektir. Rhodes’un zalim uygulamalarının en net özeti şu sözleri olmuştur: “Toprağı, zencilere tercih ederim.”21

    Vasiyetinde Rhodes’un Afrika ve Anglosakson ırkı için söylediği diğer ifadeleri şu şekildedir:

    Afrika hala bizim için hazır olarak yatıyor, orayı almak bizim görevimiz. Daha fazla toprak elde etmek için her türlü fırsatı değerlendirmek bizim görevimiz ve şu düşünceyi sürekli olarak canlı tutmamız gerekir: Daha fazla toprak daha fazla Anglosakson ırkı demektir, ki bu ırk, dünyanın sahip olduğu en insani, en onurlu ırktır.22

    Böylesine korkunç bir ırkçı zihniyet, dönemin ingiltere derin devletinin temel zihniyetini temsil ediyordu. Aynı dönemde Amerika’nın askeri yollarla kesin olarak ele geçirilemediğinin anlaşılması, derin devletin ırk silahını daha çok ön plana çıkarmasına sebep olacaktı. ingiliz derin devleti, kendi ırkını öncü kılabilmek için bu tarihten sonra öjeni politikalarına ağırlık verdi (Öjeni: Sakat ve hastaların ayıklanması ve sağlıklı bireylerin çoğaltılması yoluyla bir insan ırkının “ıslah edilmesi” anldıbına gelen kavram). Bu politikayı ayakta tutacak olan ise, Cecil Rhodes ve Lord Alfred Miner’ın Yuvarlak Masa (Round Table) hareketi olacaktı.

    Yuvarlak Masa hareketi, 1880’lerde ve 90’larda “öjeni” toplumu meydana getirdi. Öjeni toplumunun hedefi, “aşağı ırk olarak görülen insanların ıslah edilmesi, yani bir şekilde toplumdan elenmesi” gibi hastalıklı bir mantığa dayanıyordu. Bu korkunç sosyal Darwinist zihniyet, evrim fikrinin Darwin’den çok önce, bu derneklerde geliştirilmesiyle köklü şekilde yer bulmuş ve Darwin’den sonra ise açık bir politika şeklinde uygulanmıştır. Darwin’in de bu derneklerde ortaya çıkarılan bir mühendislik çalışması olduğunu tekrar hatırlatmak gerekir. ingiltere’de öjeni vahşetinin öncüsünün, Darwin’in kuzeni Francis Galton olduğunu da burada hatırlatalım. Darwin’in oğlu Leonard Darwin ise öjeni sapkınlığının ingiltere’deki savunucularından ve uygulayıcılarındandı. Ayrıca Winston Churchill de öjeni hareketine destek verenler arasındaydı.

    Bu kişilere göre asıl ırk, ingilizlerin temsil ettiği Anglosakson ırktır; onun dışındakiler ise bir şekilde elenmelidir. Bu uğurda yapılan uygulamalar sırasında, kökleri büyük ölçüde ingiliz imparatorluğuna dayanan Amerika da, Anglosakson dünya devletine dahil edilmeli, eyaletlerdeki mal varlıkları ingiltere tarafından kontrol edilmelidir.23

    Yuvarlak Masa yöneticileri, söz konusu hedefin gerçekleşebilmesi için, ülkelere ait tüm üretim malzemelerini, tüm finans sektörünü ve bilim kurumlarını ele geçirmeleri gerektiğini düşünmüşlerdir. Hedef, bir nevi “polis devleti” gibi özel bir yapı kurarak bu yapının dünyada üstün ırkı hakim kılması ve dünyadaki diğer ırkları yok ederek, kalanları da sömürgeleştirerek tek bir dünya devleti elde edilmesidir.

    Cecil Rhodes’un Yuvarlak Masa hareketi, temelde Güney Afrika’yı imparatorluk ağının merkezi olarak görmüş ve orada konumlanmıştır. Güney Afrika’da şekillenen ve korkunç katliamlara sebep olan apartheid (aşırı ırkçılık) rejimi, bu kişinin korkunç ırkçı politikalarının bir sonucudur.

    Yuvarlak Masa’nın kuruluşunu gerçekleştiren Illuminati yapılanmaları daha sonra Bilderberg Group, the Royal Institute of International Affairs yani diğer adıyla Chatham House, CFR, The Trilateral Komisyon ve Roma Kulübü gibi derneklerin de kuruluşuna öncü olmuştur. Bu dernekler, ingiliz derin devletinin desteğini alan ve özellikle uluslararası faaliyetleri gerçekleştirmek üzere organize olmuş derneklerdir. (Illuminati: 1 Mayıs 1776’da kurulmuş olan; zihin kontrolü uygulayarak, hükümetleri ve kuruluşları ele geçirerek Yeni Dünya Düzeni’ni sağlamak amacıyla hareket ettiği iddia edilen, monarşileri yıkmayı, dini inançları yok etmeyi, ulus devletleri ve vatanseverliği sonlandırarak sosyal düzeni alt üst etmeyi planladığı öne sürülen gizli yapılanmadır.)

    1. RhodesMustFall – (Rhodes Yıkılmalı)
    9 Mart 2015 tarihinde, Cape Town Üniversitesi bahçesinde bulunan Cecil Rhodes heykelinin yıkılması için başlatılan protesto eylemleri, dünya çapında büyük bir destek gördü. 9 Nisan 2015 tarihinde üniversite konseyinin kararı ile heykel yıkılarak kaldırıldı.

    Bu eylem, Güney Afrika halkının, Cecil Rhodes ve onun temsil ettiği ingiliz derin devletine yönelik öfkesini temsil etmektedir. Geçmişte yaşanan ırkçı eylemler, Güney Afrika halkının hala zihnindedir. Bu sapkın zihniyetin etkileri ise, ırkçılığı canlı tutmak isteyen çeşitli kesimler içinde hala görülmektedir.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 183.
    0
    Kraliyet Akademisi (Royal Society)

    1660 yılında, ingiltere’nin kanlı bir iç savaştan çıkmasının hemen ardından oldukça karışık bir restorasyon dönemi başlamıştır. Kraliyet Bilimler Akademisi’nin (Royal Society) kuruluşu bu döneme rastlamaktadır. Kral 2. Charles, deneysel fiziğe merakı nedeniyle Kraliyet Akademisi’nin kuruluşunu teşvik etmiştir. Kraliyet Akademisi, daha önceki bölümlerden hatırlayacağımız gibi, Darwin’in “bulldog’u” olarak anılan Thomas Huxley’in üye olduğu bir kurumdur ve Huxley Darwinizmi yaygınlaştırmaya destek olmakla görevlendirilmiştir. Yine başta da belirttiğimiz gibi bu kurum, ateist masonlardan oluşmaktadır ve temel hedefi, mümkün olan en etkili yöntemlerle dinsizliği yaygınlaştırabilmektir. Darwinizmin yaygınlaştırılması da bu yöntemlerden biridir.

    Kraliyet Akademisi’nin başlangıcı, Londra’da, “doğa felsefesi” problemlerini tartışmak üzere bir araya gelen bilim adamlarının 1645’ten itibaren “Invisible College” (Görünmez Okul) adıyla düzenledikleri gizli ve gayri resmi toplantılardır. Cromwell’in iktidarı döneminde, Operatif Mason Locaları’na üye olarak kabul edilmiş bilim adamları, ateist Mason localarının gizli toplantılarına katılıyor ve birbirlerini tanıma fırsatını elde ediyorlardı. (Operatif Mason Locaları, Ortaçağ’da katedralleri, sarayları, şatoları inşa eden mason localarıdır)

    “Görünmez Okul” bu kişiler tarafından kurulmuştu. ingiliz filozof Sir Francis Bacon’un düşüncelerinin etkisinde Gül Haç Kardeşliği (16. yüzyılda Avrupa’da kurulan gizli bir örgüt) tarafından kurulan bu mason örgütü, sonradan Kraliyet Akademisi’ne dönüştürülecekti.

    Kraliyet Akademisi’nin, döneminde bilinen bir homociksüel olan Sir Francis Bacon’un, yine homociksüel olan kişileri seçmesiyle oluşturulduğu ve 17. yüzyılın homociksüellerini barındıran bir kurum olduğu bilinmektedir.17 Bu, günümüz Kraliyet Akademisi tarafından fazla dile getirilmese de, durumun böyle olduğu tarihi kaynaklar tarafından sıklıkla doğrulanmaktadır. Yine Kraliyet Akademisi’nin kurucularından bir rahip olan Dr. John Wilkins’in de homociksüel olduğu belirtilmektedir. Homociksüel rahip Dr. Wilkins, kendi evinde ve Wadham Koleji’nde (Wadham Koleji, Oxford Üniversitesi’ne bağlı fakültelerden bir tanesidir) ilk toplantıları yapmış, Kraliyet Akademisi’nin zeminini oluşturmuştur. Bir başka kurucu olan Sir Robert Moray de, iskoçyalı bir homociksüeldir. Kurumun ilk üyelerinden olan ve daha sonraları Kraliyet Akademisi’nin başkanlığına getirilecek olan Robert Boyle de, irlanda’da doğmuş bir homociksüeldir.18

    Yakın zamanda Kraliyet Akademisi tarafından Cambridge Üniversitesi’nden Doçent Dr. Bruno Perreau’ya, “What’s a family? Social Work and Gay Adoption in France and in the United Kingdom” (Aile nedir? Fransa ve ingiltere’de sosyal hizmet ve homociksüellerin evlat edinmesi) isimli çalışması nedeniyle verilen ödül de, kurumun benzer düşüncelere hala destek verdiğini doğrulamaktadır.19

    Kraliyet Akademisi’nin şekillenmesinde, Oxford’daki Wadham Koleji’nde 1648’lerde gerçekleşen toplantılar oldukça etkili olmuştur. Söz konusu cemiyetin de bilimsellik kisvesi altında kurulmasının en önemli sebebi, evrim fikrinin şekillenmesine yardımcı olmasıdır. 1800’lerde resmi anlamda geliştirilecek olan evrim safsatasının çıkış noktası, bu gizli vakıf ve yapılanmalar olmuştur. Gizli örgütlenmeler halinde, doğa felsefesinin tartışılmasıyla başlatılan bu hareket, aslında bilim adına bir aldatmacayı üretmek amacını taşımaktadır. Bunun başlangıcı da, söz konusu görünmez okullar olmuş ve ardından bu okullar, adı geçen homociksüel yöneticilerin kontrolünde Kraliyet Akademisi adı altında kurumlaşmıştır.

    1703’te Kraliyet Akademisi’nin başkanı seçilmiş ve 1727’deki ölümüne kadar derneğin başkanlığını yürütmüş olan Isaac Newton’un mekanik evren anlayışı, Kraliyet Akademisi’nin din dışı felsefesini geliştirmesinde kullanılmıştır. Kraliyet Akademisi’nin tüm üyeleri, hem kitabını yayınlamadan önce hem de yayınladıktan sonra Darwin’e büyük destek vermiş ve katkılarda bulunmuşlardır.

    Günümüzde, derin devlet faaliyetlerine destekçi olan kurumlardan sayılan Chatham House’un ilk temelleri Kraliyet Akademisi adıyla atılmıştır. Chatham House ve ingiliz derin devletinin istihbarat ve faaliyet kaynağı olan diğer kurumlara, daha sonraki bölümlerde yer verilecektir.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 184.
    0
    ingiliz derin devleti, batıdan doğuya tüm ticaret yollarını ele geçirme ve farklı bölgelerdeki toprakları sömürge haline getirme planını, sistematik olarak uygulamıştır. Bugün aynı sömürü sistemi, farklı isimler altında devam etmektedir.

    ingiliz derin devletinin güdümünde kurulan Doğu Hindistan Şirketi, çeşitli ajanlar yoluyla Hindistan’da ırkçılığı hızla yaygınlaştırdı. Müslümanlar ve Sihler arasındaki ilk anlaşmazlıklar, bu faaliyetler sonunda ortaya çıktı.

    ingiliz derin devleti tarafından ırkçılık ve nefret tohumlarının atılmasıyla, yıllarca Hindistan’da çatışmalar dinmemiştir. 1984 yılında yaşanan vahşet bunlardan sadece bir tanesidir.

    Hindistan’da meydana gelen Sih-Müslüman çatışmaları ingiliz derin devletinin bölgeye getirdiği büyük belalardan biridir. Yıllarca kardeşçe yaşayan halklar, bir anda çatışan karşıt gruplar haline gelmiştir.

    Kraliçe Victoria, 1876 yılında hukuki olarak Hindistan imparatoriçesi sayılmıştır. Bu tarih, Hindistan’ın resmi olarak ingiliz derin devleti himayesi altına alınışını belgelemektedir.

    ingiliz derin devletinin güdümündeki ingiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin Hindistan’daki faaliyetleri boyunca, alt sınıf olarak sayılan 6 milyondan fazla Hintli, kıtlık yüzünden hayatını kaybetmiştir.

    ingiliz derin devletinin Hindistan hakimiyeti sonrasında Hintli yerliler, bölgede yaşayan ingilizlerin kölesi konumuna gelmişlerdir.

    O dönemlerde Hintliler için Hindistan’da yaşam, zengin ingilizlere hizmet etmek anldıbına gelmektedir.

    ingiliz derin devletinin sembolü olan filler, Hindistan’da, ingiliz ailelere hizmet etmek için yoğun olarak kullanılmıştır.
    ···
  10. 185.
    0
    ingiliz Doğu Hindistan Şirketi (British East India Co.)
    Gelecekte “ingiliz imparatorluğunun incisi” olarak kabul edilecek olan Hindistan’ın, ingiliz derin devleti tarafından sömürgeleştirilme hikayesi bu şekilde başlamış oldu. Hindistan, artık kendi içinde sınıflara ayrılmıştı: Kendi haklarını korumaya çalışan soylu aileler ve varlığını ingiltere’ye borçlu olan yeni bir orta sınıf. Doğu Hindistan Şirketi (East India Company), 1600 yılında Kraliçe I. Elizabeth’in onayı ile resmiyet kazanmıştır. ingiltere’nin Hindistan hakimiyeti, Londra’da kurulan bu şirketin Hindistan’ın Bengal bölgesinin devlet gelirlerine el koymasıyla başlamıştır. Şirket tarafından yavaş yavaş yönetilmeye başlanan Hindistan’da, ingiliz derin devleti kendi hakimiyetini emin adımlarla kurmaya başlamıştır. Kısa bir zaman sonra, birbirinden bağımsız prensliklerin yanı sıra bütün Hindistan’ın yönetimini ingilizlerin üstlenmesini ve tüm yüksek düzey makamların ingilizler tarafından işgal edilmesini sağlayacak olan, Imperial Civil Service (imparatorluk Sivil Servisi) olarak da bilinen Indian Civil Service kuruldu.

    Doğu Hindistan Şirketi, Babil bankacılık sistemine dayanan ve günümüz merkez bankacılığının ilk adımı olan “Kısmi Rezerv Bankacılığı” sistemini Hindistan’dan ingiltere’ye taşımıştı. (Kısmi Rezerv Bankacılığı, bankaya yatırılan paranın belli bir miktarının rezervde tutulup, geri kalanının kredi ve diğer şekillerde yatırımcılara ve piyasaya verilmesi esasına dayanan bankacılık sistemidir.) Bu finans sistemi pek çok ilginç uygulamayı da beraberinde getirdi. Fransız Devrimi, Napolyon Savaşları, Anglo-Boer Savaşı [Britanya imparatorluğu ile Güney Afrika’daki iki Boer (Afrika) Cumhuriyeti arasındaki savaş], I. Dünya Savaşı, Bolşevik Devrimi gibi çatışma ve savaşların ortaya çıkışında özellikle bu finans sisteminin işleyişi oldukça etkili oldu. Bolşevik Devrimi dahi, ingiliz derin devletinin güdümündeki gizli örgütler tarafından planlanmış ve finanse edilmiştir. Devrimin bağımsız bir hareket olmadığını Mart 1922’de Lenin de kabul etmiştir. 11. Parti kongresinde Lenin, partinin “dev bir bürokrasi” tarafından idare edildiğini açıkça söylemiştir.13

    Savaşların, rezerv bankacılığı için, önemli bir kar imkanı olarak görüldüğü gerçeği, kuşkusuz günümüzde daha fazla deşifre olmuştur. Eski istihbarat ajanı Dr. John Coleman, bu durumu şu ifadelerle açıklamıştır:

    I. Dünya Savaşı üzerine tarih bilimci Alan Brugar, uluslararası bankaların savaşta ölen her bir askerden 10.000 Dolar kar ettiklerini tahmin ediyor. Savaşın her iki tarafını da finanse eden Illuminati–Rothschilds–Warburg–Federal Rezerv Bankaları’nın oluşturduğu 300 kişilik komiteye göre hayat oldukça ucuz.14

    Burada adı geçen 300 kişilik komite, ilerleyen satırlarda detaylı olarak anlatılmıştır.

    Doğu Hindistan Şirketi’nin şekillenişi asıl olarak başta Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti olmak üzere doğal kaynakları zengin olan ülkeleri sömürmek amacını taşıyordu. “Kısmi Rezerv Bankacılığı”, yukarıda da belirttiğimiz gibi, ingiltere ve Amerika tarafından I. Dünya Savaşı’nın finansmanında kullanılmıştı. 1661 yılında ingiliz Kralı II. Charles, Doğu Hindistan Şirketi’ne bağımsız devletlere savaş açma veya onlarla barış yapma imtiyazını vermişti. Finanstan sorumlu özel bir firmaya, devletlerle savaşa girme veya savaşı durdurma yetkisi verilmesi bir ilkti. Çeşitli ülkelerdeki tarım arazilerine ve ürünlere bu yetki ile el konabilmiş, bir finans firması, çeşitli ülkelerin prensleriyle muhatap hale gelmiş ve piyasadaki para arzını arttıran kısmi rezerv sistemine hakim olmuştu. 1830 yılı itibariyle tüm Hindistan, Doğu Hindistan Şirketi’nin egemenliği altına girmişti.15

    1702 yılında Doğu Hindistan Şirketi, ismini ingiliz Doğu Hindistan Şirketi [British East India Co. (BEIC)] olarak değiştirmiş ve Hindistan’da uygulanan bu rezerv sistemi tüm dünyaya yönelik uygulanır hale gelmişti. Bu sistem, günümüzde tüm piyasaları belirleyen federal rezerv bankacılığının yani merkez bankalarının da kökenidir.

    ingiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin ilk uygulamalarından biri, kast sistemine karşı çıkan Sihlerin gücünü kırmak için ajanlar kullanmak oldu. Hindistan’da geleneksel olarak var olan kast sistemi, ingilizlerin bu etkisinin ardından ırkçılığı ön plana çıkaran ürkütücü bir hale büründü. ingiliz derin devletinin etkisiyle Müslümanlar ve Sihler arasında da derin ayrılıklar baş gösterdi.

    1813 yılında parlamentoda yapılan temsillerden sonra ingiliz Hükümeti, ingiliz Doğu Hindistan Şirketi ile olan sözleşmesini 30 yıl daha uzattı. 1833 yılında parlamento, sözleşmeyi tekrar 20 yıl daha uzatma kararı aldı. Hindistan’da, ingiliz idaresine karşı görüşler ortaya çıkmış ve 1857’deki Büyük Hint Ayaklanması’nın (Sepoy isyanı) hemen ardından Hindistan doğrudan doğruya ingiliz imparatorluğu’na bağlanmış ve 1876 tarihinde hukuki olarak Kraliçe Victoria, Hindistan imparatoriçesi sayılmıştı. Aynı yıl içerisinde oluşan kıtlık, 2 milyondan fazla alt sınıf kabul edilen Hintlinin ölümüne sebep oldu. Bununla birlikte, ingiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin hakimiyeti boyunca 6 milyondan fazla alt sınıf Hintli kıtlık yüzünden hayatını kaybetmişti.

    ingiliz derin devletinin hakimiyeti, Hindistan’da bu tarihlerden sonra daha da güçlendi. ingiltere’nin en iyi kurumlarında yetişen kişiler, Hindistan’da idari pozisyonlara ve toplumu yönlendirecek basın ve hukuk gibi önemli pozisyonlara getirildiler. ingiliz derin devleti, sadece ülkenin genelinde değil, prensliklerin de tümünde hakimiyet sahibi olduğu için her yere nüfuz edebildi. Her prensin yanına bir ingiliz komiser atandı. Söz konusu komiserlerin, prensleri kontrol altına alan, denetleyen kişiler olduğu herkes tarafından biliniyordu. Ülkenin askeri özgürlüğü yoktu; içte olduğu gibi dış politikada da hiçbir bağımsızlığı bulunmuyordu. ingiliz hakimiyeti ile birlikte Hindistan’a ait her şey ingiliz derin devletinin idaresi altına girmişti.

    Afyon ticaretinin de, ingiliz derin devletinin etkisiyle geliştiği ve Hindistan üzerinden en önemli sömürü kaynaklarından biri haline getirildiği bilinmektedir. ingiltere’nin Hindistan’ı işgalinde tanınan bir figür olan Robert Clive, 1765 yılına kadar dünyanın afyon yetiştiriciliği bakımından en zengin arazilerini tam olarak kontrolü altına aldı.16 Bölgeye hakim olan ırkçı ve ürkütücü tabloya, ilerleyen yıllarda artık uyuşturucu ticareti de eklenmişti. ingiliz derin devleti, tıpkı Güney Afrika’da olduğu gibi, iyi bir pazar olduğunu düşündüğü Hindistan’da da idareyi ele alarak, halk arasında ayrılık çıkararak, ırkçılığı önemli bir koz olarak kullanarak, ülkenin kaynaklarını ele geçirerek ve uyuşturucu trafiğini kontrol altına alarak hakimiyet kurabilmişti.

    Hindistan, o tarihten itibaren ingiliz derin devletinin pek çok propaganda projesini yürüttüğü bir ana üs haline gelmiştir. Bu projenin en önemli idari mercii ise, ingiliz Doğu Hindistan Şirketi olmuştur. Dünyayı idare etmek adına kurulacak olan tüm gizli derneklerin ana karargahı olan bu şirket, ingiliz derin devletinin 19. yüzyıldan itibaren dünyaya hakimiyetinin temel adımını oluşturmaktadır.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 186.
    0
    ingiliz Derin Devletinin Kürdistan Planı

    ingiliz derin devletinin Türk topraklarını parçalayarak bir Kürdistan oluşturma planı, ingiliz gizli belgelerinde şu şekilde geçmektedir:

    Amiral A. Cathorpe: “…Binbaşı Noel, Kürt şefleri ile görüş birliğine varırsa bundan faydalar sağlayacağını söylüyor. Kürt şeflerinden istanbul’da (Seyit) Abdülkadir ve Bedir Han daha az önemli kimselerdir. Bunlar şüphe uyandırmamak için Noel’den ayrı olarak Kürt bölgelerine gidecekler,… Kürtler henüz Mustafa Kemal’e karşı ayaklanmadı ama Noel bunu sağlayacağından emin.”160

    Mr. Hohler: “…Benim problemim KÜRTLER. Noel, Bağdat’tan buraya geldi… Kürtlerin peygamberi olmak istiyor… Korkarım ki Noel, bir Kürt Lawrence’i olabilir. Mezopotamya şimdi bizim olacağına göre, ona bir KÜRT DEVLETi kurdurup kuzey dağlarını böylece koruyabiliriz. (Seyit) Abdülkadir ve onun gibilerle konuştum. Onlara etki edebilmek için ‘biz de Türklere hile yapıyoruz’ diye belki beş defa tekrarlamak mecburiyetinde kaldım. Ancak, Kürtlere fazla güvenilmez. Majestenin Hükümeti’nin amacı Türkleri azami derecede zayıflatmak olduğuna göre Kürtleri bu şekilde harekete getirmek fena bir plan değil.”161

    Amiral Webb: “ … Amerika; Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir ERMENiSTAN’ı himaye edecek. Geri kalan dört ili de, bir KÜRT DEVLETi olarak ingilizlerin himayesine bırakıyor… Başkan Wilson, Türklerin, Kürtlerin ya da diğer Müslümanların Ermenileri korumalarını, aksi halde Türk imparatorluğu’nun ortadan kaldırılacağını ve kendilerine çok kötü sulh şartlarının zorla kabul ettirileceğini söylüyor. Başbakan bundan çok etkilendi…”162

    Mr. Hohler: “…KÜRT””LERiN ve ERMENiLERiN durumu beni hiç ilgilendirmez. Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Diğer taraftan Wilson beni korkutuyor, ajanları devamlı hatalar yapıyor. Noel’e gelince, fanatiğin biri. ERMENiSTAN’ın ve KÜRDiSTAN’IN SINIRLARININ KESiN OLMADIĞI konusunda sizinle aynı fikirdeyim… KÜRT SORUNU, Mezopotamya’da tatminkâr bir sınır oluşturmak içindir…”163

    Amiral F. de Robek: “… Mr. Hohler Kürt meselesi hakkında Kürt başkan Şeyh Sait Abdülkadir Paşa’yla görüştü. Kürtler, bütün ümitlerini ingiliz Hükümeti’ne bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Kuvvetler, Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanmak için her türlü parayı ödemeye hazırdırlar.”164

    Toplantı notları: “…Kürt kabileleri, ingiliz ve Fransız hâkimiyetine konacak, KÜRDiSTAN’da hiçbir şekilde TÜRK BIRAKILMAYACAK. Bir tek KÜRT DEVLETi mi, yoksa birçok küçük KÜRT DEVLETi mi kurulacağı düşünülecek. Ermenilere, Amerikalılar kanalı ile SiLAH sağlanacak… istanbul’da gizli bir örgüt kuruldu. Milliyetçileri vatan haini ilan ediyor…”165

    Amiral F. de Robeck: “… Kürdistan Türkiye’den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Ermenilerle Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. istanbul’daki Kürt Kulübü başkanı Seyit Abdülkadir ve Paris’teki Kürt delegesi Şerif Paşa emrinizdedir.”166

    Amiral F. de Robeck: “… Damat Ferit bana geldi, ‘Sulh anlaşmasına göre Kürtler ayrı bir devlet olacaklardır, Kürt liderleri Mustafa Kemal’i sevmez… Siz Mustafa Kemal’den nefret ediyorsunuz çünkü o, sizin yaptığınız anlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı birlikte kullanalım’ dedi.”167

    Dipnotlar:

    126. Erol Ulubelen, ingiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, istanbul: Cumhuriyet Kitapları, 2010

    127. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 200

    128. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 220

    129. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 249

    130. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 121

    131. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 122

    132. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 125

    133. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 159

    134. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 164

    135. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 230-231

    136. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 247-248

    137. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 165

    138. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 176

    139. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 212

    140. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 215

    141. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 227

    142. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 230

    143. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 237

    144. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 242

    145. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 254

    146. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 255

    147. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 188-189

    148. Erol Ulubelen, a.g.e.

    149. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 211-212

    150. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 212-213

    151. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 213

    152. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 244-245

    153. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 246

    154. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 257

    155. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 261-266

    156. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 267-268

    157. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 269

    158. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 281

    159. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 283

    160. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 202

    161. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 202

    162. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 191

    163. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 206

    164. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 217

    165. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 218

    166. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 269

    167. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 272
    Tümünü Göster
    ···
  12. 187.
    0
    General Townshend’in anılarından ilginç bölümler
    ingiliz ordusunun Kut’ül Amare’deki komutanı General Townshend, 1920 yılında yayınlanan Mezopotamya Seferim (My Campaign in Mesopotamia) isimli kitabında ilginç bilgilere yer vermektedir.
    Townshend’in bildirdiğine göre, I. Dünya Savaşı’nda ingiliz Ordusu saflarında, 1 milyonu aşkın Hint kökenli asker savaşmıştır. Bunların bir kısmı muharip bir kısmı da destek birliğidir. Savaş boyunca bu askerlerin 74 bini yaşdıbını yitirirken, 67 bin kadarı yaralandı. ingiliz 6. Hint Tümeni’nde Hindular, Sihler, Bangladeşliler, Gurkalar ve Müslüman Peştunlar vardı. Townshend, Osmanlılara karşı komuta ettiği ilk savaş olan “Kurna Muharebesi”nde Müslüman kökenli askerlerin Türklere karşı savaşmak istemediğini anlatmaktadır. Kitabında, Hint kıtalarındaki diğer Müslüman askerlerin ilerleyen muharebelerde de benzer tavırlar sergilemeye devam ettiğini yazar.

    Tarihi kaynaklara bakıldığında, Hint Müslümanlarının, Halife’nin askerleri olarak tanımladıkları Müslüman Türklere karşı savaşmak istemedikleri açıkça gözlemlenebilmektedir. Irak cephesinin açılmasından itibaren Şii Müslüman Hintliler dahi, bölgede Türklere karşı savaşmayı reddetmişlerdir. Irak’ta Selman-ı Pak yakınında gerçekleşen çatışmaya 3 Hint alayı katılmayı reddetmiş ve kitle halinde ingilizlere isyan etmişlerdir.

    ingilizlere karşı en büyük Hint isyanı ise Singapur’da gerçekleşmiştir. ingilizler safında Osmanlı Müslümanlarına karşı savaşmayı reddeden Hintli Müslümanlar toplu halde isyan başlattılar. 15 Şubat 1915 tarihinde başlayan bu isyan, Peştun, Moghul ve Rajput asıllı Müslümanların oluşturduğu 5. Hafif Piyade Alayı’nda çıkmıştı. Müslüman askerler, ingiliz bayrağı altında Avrupa’ya zütürülüp Osmanlı’ya karşı savaşmak istemiyorlardı. Ancak bu isyan, söz konusu alayın başında tecrübeli bir subayın olmaması nedeniyle etkisiz kalmıştır. Singapur’daki ingiliz koloni yönetimi, bölgedeki Fransız ve Japon müttefiklerin de desteğini alarak isyanı bastırmıştır. Kurulan sözde askeri mahkemenin aldığı jet karar ile 850 asker ve 200’den fazla subayın oluşturduğu Müslüman alayın yarısı kurşuna dizilerek veya asılarak idam edilmiştir. Geri kalanlar ise ya ağır hapis cezalarına çarptırılmış ya da Kamerun ve Alman Doğu Afrika’sına gönderilerek Almanlara karşı savaştırılmıştır. 1917 yılında ise bu birlikler Türk taraftarlığı ile tanınan “Malezya Devlet Muhafızları” ile birlikte Aden’de, zorla Osmanlı’ya karşı cepheye sürülmüştür. Bu vahim olay, tek başına, ingiliz derin devletinin Müslümanları Müslümanlara kırdırma politikasını nasıl zorla gerçekleştirdiğini gösterir niteliktedir. Müslümanlara karşı savaşmak istemeyen cesur Hintli askerlerse, böylesine bir hainliğin içine girmektense şehit olmayı göze almışlardır.
    Kapsamlı tarihi bilgilerin, ingiliz derin devleti elemanları tarafından özenle saklandığı burada önemle belirtilmelidir. I. Dünya Savaşı döneminde Osmanlı’ya bağlı Müslümanların büyük bir kısmının Türklere karşı savaşmayı reddettikleri ve bu nedenle de şehit olmayı göze aldıkları bilinmektedir. Fakat o döneme ait belgeler, genellikle ingilizlere ait kaynaklar ile sınırlıdır. Dolayısıyla, bu konuda ingilizlere karşı gerçekleştirilen isyanlar özenle gizlenmiş, Müslüman ittifakı tarihten silinmeye çalışılmıştır.

    1. “ingiliz General’in Kut Anıları”, Al-Jazeera, http://appsaljazeera.com/...tr/ingilizin-anilari.html
    2. ismet Üzen, “Türklerin Kut’ül Amare Kuşatması Sırasında ingiliz Ordusunda Bulunan Hintli Askerlerin Tutumu (Aralık 1915 – Nisan 1916)”, Akademik Bakış Dergisi, Cilt 2, Sayı 3, 2008, s. 81

    3. Emre Gül, “Hintli Askerler Singapur’da Osmanlı için isyan Etmişti”, Dünya Bülteni, 25.07.2014
    Tümünü Göster
    ···
  13. 188.
    0
    ingiliz Dışişleri Bakanlığı danışmanlarından George Percy Badger, Ocak 1873’te Osmanlı Hilafeti hakkında bir rapor hazırladı. Bu rapora göre Peygamber Efendimiz (sav)’in Arap olduğu için Hilafetin de bir Arap kurumu olması gerekliydi. Ancak Osmanlı Sultanları, özellikle Asya Müslümanları arasında gerçek bir Halife olarak kabul ediliyor ve hürmet görüyordu. ingiliz derin devleti, bu aldatıcı “ırk” meselesinden yola çıkarak özellikle Arap Müslümanlarını Osmanlı’ya karşı kışkırtmaya çalıştı. Derin planlara göre bu taktik, Arapların Osmanlı padişahlarını Halife olarak tanımalarını engelleyecek ve böylelikle Osmanlı Halifelerinin islam dünyasındaki nüfuzu azalacaktı.

    Bu rapordan sadece 5 ay sonra ingiliz Dışişleri Bakanlığı islam ülkelerindeki tüm temsilciliklerine bir memorandum yolladı. Bakanlık, “Müslümanlar arasında yaşanan dini karakterli siyasi uyanışı andıran gelişmeler hakkındaki gözlemlerinin” en kısa zamanda rapor edilmesini istedi.2

    Yaklaşık 60 milyon Müslümanın yaşadığı bölgelerdeki hakimiyeti açısından ingiltere, Osmanlı’ya ve elinde bulundurduğu Hilafet makdıbına cephe almaya başlamıştı.

    ingiltere Dışişleri Bakanlığı’nda diplomat olarak çalışmış olan Wilfrid Scaven Blunt, Ortadoğu ve Arap uzmanı olarak biliniyordu. Bölgeye yaptığı ziyaretlerle Arap bağımsızlık hareketinin önemli destekçilerinden olan Blunt, Arapları Osmanlı’dan ayırmak için planlar üretmeye başlamıştı. The Future of Islam (islam’ın Geleceği) isimli kitabında Osmanlı Hilafetine ağır suçlamalar yöneltmişti:

    Osmanlı hanedanı islam’ın felaket sebebidir ve sonu yaklaşmıştır… Adı ister Abdülaziz olsun, ister Abdülhamit, bir Osmanlı Halifesi var olduğu sürece islam dünyasında ahlaki bir ilerleme olamayacak ve içtihat kapısı açılamayacaktır. Abdülhamit’in yönetimi ne adildir ne de islam hukukuna uygundur. Tamamen askeri güce dayanan böyle bir yönetim uzun süre yaşayamaz. Dolayısıyla yakın bir gelecekte Hilafet Mekke veya Medine’ye nakledilecektir.3

    Blunt, geçmişte yüksek bir medeniyete sahip olan Arapların geri kalmalarının en büyük sorumlusunun Osmanlı Devleti olduğunu iddia ediyordu. ingiltere’nin artık milyonlarca Müslümana sahip bir imparatorluğunun olduğunu ve istanbul’daki Halife’yi desteklemek yerine, kendi himayesi altında bulunan, yönlendirmesi kolay olacak bir Arap Halifesine yatırım yapmasının stratejik açıdan daha mantıklı olduğu düşünüyordu. Bağımsız Arap krallıklarının kurulabilmesi ve Hilafetin Mekke’ye taşınması durumunda, bölgedeki Osmanlı hakimiyetinin çökertilebileceğine inanıyordu.

    ingilizlerin Hindistan Dış Politika Sekreteri Graat, ingilizlerin Mısır Yüksek Komiseri Kitchener’e yazdığı bir mektupta, ingiliz derin devletinin aslında nasıl bir Arap devleti arzuladığını açıkça belirtiyordu:

    Kuvvetli bir Arap Halifeliği meydana getirilmesi, kesinlikle ingiltere’nin arzuları dahilinde olamaz. Biz, birleşik bir Arap devleti istemeyiz. Araplar, zayıf ve parçalanmış bir statüde bulunmalıdırlar. Bizim hakimiyetimiz altında, mümkün olduğu kadar küçük prensliklere ayrılmış oldukları halde, ingiltere’ye karşı zayıf mukavemetli, fakat Batı’nın büyük devletleri’ne karşı tampon bir statüde kalmalıdırlar.4

    I. Dünya Savaşı günlerinde ingilizlerin, Araplara ve Hilafet makdıbına vermek istedikleri statü hakkında bir diğer Batılı kaynakta şu açıklamalar yer almaktadır:

    Rahat rahat hükümran olmak için, tefrika ve nifak icat etmek yolundaki eski politikalarına sadık olan ingilizler, mültehid (birleşmiş) ve kudretli bir büyük (Arap) imparatorluğunu, ne pahasına olursa olsun, kesinlikle arzu etmiyorlardı. Çünkü böyle bir imparatorluğun hükümdarı, behemehal müstakil kalmak arzusuna düşecekti. ingilizler, küçük devletlerden oluşmuş bir mürekkep federasyonunu daha ziyade arzu ediyorlardı. Bu sayede, muhtelif şeyler arasında çıkacak ihtilaflarda hakemlik etmek için, ingilizlere lüzum hissolunacaktı. ingilizler, büyük bir Arap imparatorluğu lehine Kuveyt, Bahreyn, Maskat, Hadramut Emirlikleri üzerindeki hakimiyet haklarından vazgeçmek fikrinde de değillerdi. Diğer taraftan hilâfet meselesi, ingiltere için pek nazikti. ingiltere, Hindistan Müslümanlarının hissiyatını da hesaba katmak mecburiyetinde idi. Hindistan Müslümanları ise, Araplardan ziyade Türklere taraftardılar. istanbul Halifesi’ne bağlı kalmak istiyorlardı.5

    Görülüyor ki, yüz milyonluk Arap aleminin, sınırları ihtilaflarla dolu şekilde 16 Arap devletçiğine bölünmesi, sadece ingiliz derin devletine hizmet etmek içindi.

    Arap dünyasını parçalara bölerek hem Osmanlı’dan hem de birbirlerinden ayırma stratejisi, 1800’lerin sonu ve 1900’lerin ilk yıllarında ingiliz derin devletinin temel politikası olmuştur. Zaten kitabın ilerleyen bölümlerinde de çok detaylıca görüleceği üzere, ingiliz derin devleti, I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, bu politika çerçevesinde sayısız girişimde bulunmuştur. Gertrude Bell ve Arabistanlı Lawrence gibi “arkeolog” kisvesi altında Arap toplumuna dahil ettikleri ajanları ile bu politikayı kelimesi kelimesine yürütmüştür. Arap kabileler arasında uzun süre dolaşarak bu toplulukları Osmanlı’ya karşı kışkırtma politikası gütmüş, para ve silah yardımı yaparak yanına çekmek istemiştir.

    Nitekim ingiliz ajanı olan Arabistanlı Lawrence, toplumları birbirine düşürerek elde ettiği bu sahte zaferi, şu sözlerle dile getirir:

    Onları (Arapları) birleştirerek bu yola sokmakla (Türklere isyan ettirmekle) (ingiliz) imparatorluğunda bir Arap dominyonu (sömürgesi) ihdas ettim (meydana getirdim).6

    Görülebildiği gibi amaç hiçbir zaman bağımsızlık veya büyük Arap devleti kurmak olmamış, Araplar, ingiliz derin devleti tarafından daima birer sömürge kabul edilmiştir. Ne acıdır ki bu bakış açısı halen devam etmekte, ingiliz derin devletinin Arap ülkeleri üzerindeki sinsi sömürge oyunu sürmektedir.

    Fakat şu bir gerçektir ki, ingiliz derin devleti, Hilafet konusundaki entrikalarında başarılı olamamıştır. Ne kadar engellemeye çalışırsa çalışsın, Hilafetin son durağı yine Osmanlı olmuştur. Osmanlı’nın yıkılışı ile sanıldığı gibi Hilafet tümüyle kaldırılmamış, yalnızca tek kişide bulunan egemenlik sona erdirilmiş, Halifelik makamı Cumhuriyetin şahsında koruma altına alınmıştır. Gerçek sahibini beklemektedir. Mustafa Kemal Atatürk de, Hilafetin gerçek sahibinin, ahir zamanda zuhur edecek olan Hz. Mehdi (as) olduğunu bilmektedir ve dolayısıyla bu kutlu şahsın zuhuruna kadar Hilafet makdıbını koruma altına almayı uygun bulmuştur. Hz. Mehdi (as), içinde bulunduğumuz ahir zamanda, hadislere göre Hilafetin son merkezi olan istanbul’da zuhur edecek ve sevgi öğretmeni olarak islam aleminin son manevi lideri olacaktır.

    1. Azmi Özcan, “ingiltere’de Hilafet Tartışmaları 1873 – 1909”, islam Araştırmaları Dergisi, Sayı 2, 1998, s. 49
    2. Memo by G. P. Badger, “Respecting Turkey and Russia in Their Relations with Arabia and Central Asia”, enc. to Frere to Granville, 26.11.1873, F. O, 424/32.

    3. Foreign Office 881/2621, Correspondence Respecting the Religous and Political Revival Among Mussulmans 1873-1874, (London, July 1875).

    4. Wilfrid Scaven Blunt, The Future of Islam, London: K. Paul, Trench and Co. 1882, s: 84-92.

    5. Süleyman Kocabaş, Osmanlı isyanlarında Yabancı Parmağı “Bir imparatorluk Nasıl Parçalandı?”, Vatan Yayınları, istanbul, 1992, s. 96
    Tümünü Göster
    ···
  14. 189.
    0
    Türkleri Hedef Gösteren ingiliz Provokatörler

    Edward Augustus Freeman

    ingiliz politikacılarından Edward Augustus Freeman, islam’ın engelleyici ve hoşgörüsüz bir din olduğu iftirasıyla ortaya çıkmış ve islam’ın sözde “despotluğu ve köleliği kutsadığını ve farklı dinlere savaş ilan ettiğini” iddia edecek kadar ileri gitmiştir. Freeman, Müslümanların her zaman bir düşmanının olması gerektiği gibi sapkın bir mantıkla ortaya çıkmıştır. Eğer düşmansız kalırlarsa başka mezhepten kardeşlerine saldıracaklarını iddia etmiştir.

    Oxford Üniversitesi’nde eğitmen olan Freeman, öğrencisi Arthur Evans’la birlikte Bosna-Hersek ayaklanmalarının Britanya’daki en büyük destekçisi olmuştur. Bulgar ayaklanması sonrası yaşanan Türk aleyhtarı propagandanın da önde gelenlerindendir.

    Freeman bir mektubunda Amerika için “Eğer her irlandalı, bir zenci öldürse ve bu suçundan dolayı asılsa, bu Amerika güzel bir ülke olur” ifadesini kullanmış olan katil zihniyetli bir ırkçıdır.

    Charles Dickens

    19. yüzyıl ingiliz edebiyatçısı Charles Dickens da, Türk düşmanlığını yaygınlaştıranlardandır. 1844 yılında yazdığı “Mevsimdeki Bir Kelime” isimli şiirde Türkleri, kendince “Tanrı’nın yaşayan görüntüsünü merhametsizce yok etmekle” suçlamaktadır. Dickens şiirde, Türklerin vahşi bir cahillik ve kıtlık içinde yaşadığını ve bu özelliklerin, yüksek bir medeniyet kuran ingiliz milletinden çok farklı olduğunu yazmıştır.

    Cardinal Newman

    ingiliz Katolik Kilisesi’ne bağlı olan Kardinal Newman, Türk ve Müslüman düşmanlığının önde gelen savunucularındandır. Türkler hakkındaki iftira dolu sözlerinden bir tanesi şu şekildedir:

    Eski dünyanın tam kalbine asırlardır yerleşmiş, yeryüzünün en semereli ve en güzel diyarlarını ve klagib ve dini antikitenin en meşhur ülkelerini hayvani pençesinde tutan ve kendisine ait bir tarihe sahip olmayan barbar güç (Türkler), tüm dünyanın yarı tarihini cahilce mülkiyetinde tutarak, istanbul ve iznik, izmit ve Kayseri, Kudüs ve Şam, Musul ve Babil, Mekke ve Bağdat, Antakya ve iskenderiye’nin tarihi isimlerinin mirasına konmuştur.113 (Saygın Türk milletini tenzih ederiz)

    Charles Darwin

    Evrim teorisi safsatasını dünyaya tanıtan ve I. ve II. Dünya Savaşları’nın ideolojik arka planını oluşturan Sosyal Darwinizm belasını yayan Charles Darwin de, klagib bir Türk ve Osmanlı düşmanıdır. Aşağıdaki alıntı, Türkiye’de evrim teorisini savunan Darwin hayranlarının gerçekte kimin peşinden sürüklendiklerini görmeleri için önemlidir:

    Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu gösterebilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, TÜRKLER TARAFINDAN iŞGAL EDiLDiĞiNDE, Avrupa milletleri nasıl risk altında kalmıştı. Bugün Avrupa’nın TÜRKLER TARAFINDAN iŞGALi bize ne kadar gülünç geliyor.

    Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türklere karşı kesin bir galibiyet elde etmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, çok sayıdaki AŞAĞI IRKLARIN medenileşmiş yüksek ırklar tarafından ELiMiNE EDiLECEĞiNi (YOK EDiLECEĞiNi) görüyorum.114

    Edwin Pears

    40 yıl istanbul’da yaşayan ve ardından istanbul’dan zorla uzaklaştırılarak Londra’ya gönderilen Pears, ingiltere’de Türklere duyduğu nefretiyle ön plana çıkmıştır. ingiliz derin devletinin verdiği görevi en iyi şekilde yapmış olacak ki, ülkesine döndüğünde kendisine şövalyelik unvanı verilmiştir. 1876’da Daily News gazetesinde Bulgaristan’daki sözde katliamlarla ilgili makalesi, Türk aleyhtarı protestolara neden olmuştur.

    Pears, Yunanistan ve Bulgaristan’da da onursal şövalyelik almıştır. Edwin Pears, Turkey and its People (Türkiye ve insanları) kitabında Ermeniler için “Onlar da bizim gibi indo-Avrupa ırkına mensupturlar” ifadesini kullanmıştır. Pears kitabında, Ermenice konuşanların Türkler tarafından ceza olarak dillerinin koparıldığı iftirasını atacak kadar ileri gitmiştir. Oysa Ermeniler, 500 yıl boyunca, Osmanlı topraklarında bu toprakların bir parçası olarak barış içinde yaşamış, kendi dillerini de rahatça konuşmuşlardır. 1897’de Osmanlı sınırları içinde Ermeni okul sayısı 922’dir.

    Edwin Pears’ın 1918’de istanbul’un işgali hakkında Daily News Gazetesi’ne yazdığı “Konstantinapol’ün Romantizmi” isimli makaledeki şu ifadeleri ingiliz siyasetçinin Türk düşmanlığını göstermektedir:

    Görünen o ki Türklerden kurtulmak üzereyiz. Bu kutlu olayın gerçekleşmesi durumunda, dünyadaki tüm Hristiyan ırklarda, zafer şarkıları yükselmeli ve bu ilahiye tüm medeniyet aşıkları katılmalıdır.

    Osmanlı imparatorluğu’nda yaşayan Hristiyanlar, yüzyıllardır umutlarını korudular. Hayatın zor ve bıkkınlık verici olmasına rağmen istirahat vakti geleceğine ve zulmün karanlık gecesinin bitip yeni günün başlayacağına emindiler.115

    William John Hamilton

    ingiliz jeolog William John Hamilton, 1835-1842 yılları arasında Anadolu’yu dolaşarak Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia (Küçük Asya, Pontus ve Ermenistan’da Araştırmalar) kitabını yazmıştır. Kitapta, Osmanlı imparatorluğu’nun sınırları içerisinde kalan bölgenin tamamı; coğrafyası, tarihi, yeryüzü şekilleri, bitki örtüsü ve jeolojisi istihbaratçı gözüyle anlatılmıştır. Hamilton’a göre Türk halkının gelecekte gösterebileceği yetenekler çok sınırlıdır. Hamilton buna gerekçe olarak islam dinini göstermiş ve islam’a olan karşıtlığını her fırsatta dile getirmiştir.116 Hamilton, Anadolu’yu analiz edip ingiliz derin devletine Türkler aleyhinde raporlar sunan ingiliz derin devletinin gizli ajanlarından bir diğeridir.

    Stratford Canning

    Stratford Canning, Osmanlı Devleti’nde uzun süre büyükelçilik görevi yapmıştır. Osmanlı dış siyasetinde sözü geçen ingiliz derin devleti ajanlarından biridir. Tanzimat Dönemi’ne denk gelen 1842-1857 yılları arasındaki görevinde ingiliz dostu Mustafa Reşit Paşa ile yakın bir dostluk kurup istanbul’daki en güçlü yabancı devlet adamı haline gelmiştir. 1853 yılında Osmanlı ile Rusya arasındaki anlaşmazlıkta barış yolunu engellemiş ve bu sebeple Kırım Savaşı başlamıştır.

    Civinis Efendi, Canning’in istihbarat şefidir. Rum Civinis Efendi, Ege adası Mikonos’ludur. Yıllarca St. Petersburg’da yaşamış; sarayda Çariçe’nin özel hizmetçilerinden biri olmayı becermiştir. Sarayda görevli bir subayın kızıyla evlenmiş, ancak daha sonra Çariçe’nin mücevherlerini alarak Rusya’dan kaçmıştır. Ardından üzerinde imam kıyafetleri ile Anadolu’da görülmüştür. Cami cami dolaşıp vaaz vermiştir. Civinis Efendi, daha sonra, Ege Denizi’nde yatıyla gezen zengin bir italyan rolünde ortaya çıkmıştır. Adını, Comte de Rivoroso olarak değiştirmiştir. Rum asıllı, Fransızca-ingilizce-Rusça konuşan Civinis Efendi herkesin ilgisini çekmeyi başarmıştır.

    Canning’in takdimiyle Sadrazam Mustafa Reşid Paşa ile tanışmış ve hemen akabinde Sadrazam tarafından kendisine miralay (albay) rütbesi verilmiştir.

    Böylelikle, ingiliz derin devletinin güdümündeki Osmanlı istihbarat Örgütü’nün başına geçirilmiştir. Kısa zamanda kurduğu ekibine tanınmış tüccarların, paşaların özel hayatlarını izlettirmeye başlamış ve toplattığı dedikoduları rapor haline getirmiştir. Kısacası, ingiliz derin devletinin üyeleri tarafından kurulmuş olan ilk Osmanlı istihbarat teşkilatının başına, ingiliz derin devletinin ajanlarından biri getirilmiştir.117

    Canning döneminde ingiliz vatandaşı William Churchill, Osmanlı Devleti içinde ilk özel gazeteyi çıkarmaya başlamıştır. Serbest piyasayı savunan Ceride-i Havadis, Osmanlı ekonomisinin ingiliz etkisi altına girmesini sağlayacak politikaları savunmuştur. Canning, 1820 yılında henüz 34 yaşında iken Privy Council üyeliğine seçilmiştir. Canning’in, Yunan isyanı sırasındaki aktif rolü sebebiyle, bir dönem Yunan Kralı ilan edilmesi bile düşünülmüştür. Osmanlı-Mısır donanmasının ateşe verildiği Navarin Deniz Muharabesi’nde, ingiliz ve Rus donanmalarının birlikte hareket etmesini sağlamıştır. 1851’deki Kırım Savaşı öncesinde Canning, Osmanlı yöneticilerini Rusya ile barış şartlarını kabul etmemeye ikna etmiştir. ingiliz Başbakanı William Gladstone, Türklerin Avrupa topraklarından sürülmesi gerektiğini anlattığı Bulgar Dehşeti ve Doğu Sorunu raporunu, Stratford Canning’e ithaf etmiştir.

    Canning, Osmanlı’da kötülüğün kaynağının islam dini olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir (Yüce dinimizi tenzih ederiz). islam dininin adaletsizliğin ve zayıflığın temeli olduğunu iddia eden Canning’e göre, Osmanlı’nın gelişmesi ve zenginleşmesi için islam’dan uzaklaşması gerekmektedir.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 190.
    0
    3. Bölüm: OSMANLI’NIN YIKILIŞ NEDENLERi

    6. Propaganda

    Propaganda, tarihin başından beri ingiliz derin devletinin en önemli kozlarından biri olmuştur. ingiliz derin devletinin kullandığı propaganda metotları ve medya hakimiyeti, ilerleyen bölümlerde detaylı incelenmiştir. Burada genel hatlarıyla, Osmanlı’nın çöküş ortdıbını hazırlayabilmek için Türkler aleyhine geliştirilen propagandaya ve propagandacılara yer verilecektir.

    Osmanlı Devleti içinde Darwinist ideolojinin yaygınlaştırılması ile propaganda yolları ingiliz derin devleti tarafından daha etkili bir şekilde kullanılabilmiştir. Çünkü bölümün başında da belirttiğimiz gibi, Darwinist ideoloji sadece manevi anlamda çöküşe yol açmamış, aynı zamanda milli şuurun da zedelenmesine neden olmuştur. Milli bilincini büyük ölçüde kaybeden bir toplum içinde propaganda yaymak, yalan haberlerle kamuoyu oluşturmak, provokasyon yoluyla kitleleri olumsuz ve öfkeli bir ruh haline sürüklemek mümkün olmuştur.

    Söz konusu durum, kuşkusuz tüm dünya için geçerlidir. Darwinist ideoloji, nefreti daha da körüklemiş, zaten savaşlarla boğuşan dünyada, ingiliz derin devletinin provokasyonlarıyla “Türk nefreti” şaşılacak boyutlara ulaşmıştır. Verilen demeçler, yazılan makaleler ve kitaplar yoluyla, özellikle Avrupa’da, Osmanlı aleyhinde bir kamuoyu oluşturulmuştur. Büyük ölçüde ajanlardan oluşan ingiliz diplomatlar, Avrupa devletlerine, Osmanlı’nın katliamcı olduğunu, “vahşi Türklerin Hristiyanları öldürdüğü” yalanlarını söylemişlerdir. (Türk milletini tenzih ederiz)

    19. yüzyılda ingiliz derin devleti, sadece Osmanlı’yı değil, islam dinini de hedef almıştır. Yapılan provokasyonlarda dinimize yönelik de saldırılar gerçekleştirilmekte ve ingiliz derin devletinin islam alemini güçsüzleştirme politikası hayata geçirilmektedir. Daha önce çok defa belirttiğimiz gibi, ingiliz derin devletinin en büyük korkusu, Müslümanların kayıtsız şartsız ittifakı ile oluşacak etkili bir islam Birliği’dir. Söz konusu derin güçler, bunun önüne geçebilmek için tüm güçlerini harcamış ve bu uğurda Osmanlı Devleti’nin önünü kesmek istemişlerdir. Çünkü islam Birliği’nin Türklerin manevi liderliği ile gerçekleşebileceğinden eminlerdir.

    Türkler ve islam aleyhine yapılan propagandalar için ingiliz siyasetçiler, yazarlar, şairler, tarihçiler, gazeteciler ve gazeteler etkili olarak kullanılmıştır. Bunlardan bazı örnekler aşağıdadır. Yüce dinimizi ve saygın Türk milletini bu çirkin iftiralardan tenzih ederiz.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 191.
    0
    Mısır

    Mısır’ın ingiliz kontrolüne geçmesine asıl sebep, Mithat Paşa’nın ilk sadrazamlığı döneminde yaptığı dış borçlanmadır. 15 sene içinde ülkenin ekonomisi iflas etmiş ve bunun sonucunda, tam da ingiliz derin devletinin planladığı gibi, ingilizler Mısır’ı işgal etmişlerdir.

    Mısır, 1869’da Fransızlarla birlikte inşa ettiği Süveyş Kanalı’nı çok ağır krediler ile finanse etmiştir. 6 yıl sonra kredi faizlerini ödeyemediği için Kanal’daki hisselerini ingilizlere devretmek zorunda kalmıştır. 3 yıl sonra da alacaklı ingiliz ve Fransız devletlerine ait denetleyiciler, Mısır Hükümeti’nde yer almaya başlamıştır. ingilizler 9 sene içinde Mısır’a el koymuş, 4 sene sonra da ülkeyi işgal etmişlerdir.

    Mısır’ın işgaline yol açan olaylar daha önce birçok Osmanlı toprağında gördüklerimizden çok da farklı değildir. ingilizlerin tahriki ile iskenderiye şehrinde Maltız Olayı adı verilen ayaklanma başlar. Tam bu sırada iskenderiye Körfezi’nde ingiliz ve Fransız savaş gemileri hazırdır. ingilizler, ayaklanmayı bahane ederek Mısır’ı işgal eder. Bu işgal 1914’e kadar devam eder; Mısır, bu süre içinde yarı sömürgedir; I. Dünya Savaşı ile birlikte tam sömürge haline gelir. ingiliz derin devleti, işgalin ardından o dönemde Mısır’a bağlı olan Sudan’da da benzer bir ayaklanma çıkarır. ingiliz General Herbert Kitchener komutasındaki Mısır ordusu ayaklanmayı bastırır. ingiltere, Sudan’ı işgal eder ve Mısır’dan bağımsız olarak bu bölgeyi de kendi sömürgesi ilan eder. Sudan, 1956’ya kadar ingiliz sömürgesi olarak kalacaktır.
    ···
  17. 192.
    0
    ingiliz Derin Devletinin Gözde Silah Pazarı: Afrika

    Cezayir, dünyanın en büyük doğalgaz rezervlerine sahip olan, tahıl üretimi yapabilen ve normal şartlarda doğal kaynakları bakımından oldukça zengin bir ülkedir. Fakat ülkede yıllardır devam eden savaş ortamı, tüm gelirin silahlanmaya harcanmasına sebep olmaktadır. Afrika’nın silah ithalatının %30’unu Cezayir, %26’sını ise Fas yapmaktadır. Cezayir, sadece 2011-2015 yılları arasında 4 savaş gemisi, 190 tank, 42 helikopter, 14 savaş uçağı ve 2 denizaltı almıştır. Görünürde bu silahları kullanacağı Fas’tan başka bir rakibi de yoktur. ingiliz derin devletinin, özellikle Müslümanlar üzerinde kurguladığı sinsi planı burada da devreye girmiş, Müslümanlar, değerli kaynaklarını Müslümanlarla çatışmak için harcar konuma getirilmiştir. Burada en karlı çıkan ise, tüm bu ticaretin ana kaynağı olan ingiltere’dir. ingiliz derin devleti, hem kaynakları kullanarak hem de çatışmalar çıkararak Afrika’yı sömürme politikasına halen devam etmektedir.
    ···
  18. 193.
    0
    Birleşmiş Milletler

    Cezayir, 300 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin Mağrib (Batı) topraklarındaki merkezi olmuştur. Sürekli olarak imparatorluk tarafından atanan paşalar tarafından yönetilmiştir. Fransa, 1827 yılında Fransız Konsolosu ile olan bir tartışmayı savaş sebebi sayarak Cezayir’i işgal etmiştir. Bahsi geçen olayda dönemin Cezayir Valisi Hüseyin Paşa’nın borç ödemesi konusunda Fransız elçisi ile yaptığı tartışma bir anda alevlenmiş ve Paşa, yelpazesi ile Büyükelçiye üç kere vurmuştur. Böyle sudan bir sebep işgal için yeterli olmuştur. Fransız işgali ile Hüseyin Paşa, ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır.

    Fransız sömürgesi haline gelen Cezayir’de geleneksel tüm eğitim sistemi değiştirilmiş, yerel liderlerin gücü ellerinden alınmış ve sosyal düzen kırılma noktasına gelmiştir. Müslümanların zengin toprakları ellerinden alınmış ve sömürgeci Fransız kolonicilere tahsis edilmiştir. Cezayir, Fransa’nın Afrika sömürgelerinin yönetim merkezi olmuştur. Kuzey Afrika Müslümanları, Avrupa emperyalizminin çirkin yüzünü tüm ürkütücülüğüyle görmüştür. Müslümanlar kitleler halinde şehit edilmişlerdir. Fransız hakimiyeti, Cezayir Müslümanlarına sadece ölüm getirmiştir. I. Dünya Savaşı’nda 175 bin Cezayirli Fransa için savaştırılırken, 40 bini memleketlerine geri dönememiştir. Cezayir bağımsızlık savaşında ise 1 milyon Müslüman can verirken 3 milyonu da kamplara sürülmüştür.

    Bağımsızlık ilanı da Cezayir’deki şiddet ortdıbını sona erdirememiştir. 20. yüzyılın sonlarında ülke ağır bir iç savaşın içine sürüklenmiştir. 1991 yılında Cezayir islami Kurtuluş Cephesi’ne (FIS) karşı yapılan darbeden sonra başlayan iç savaşta 150 bin Müslüman, yine Müslüman kurşunları ile şehit olmuştur. 1993’te kurulan GIA (Cezayir silahlı islami grubu), FIS üyesi Müslümanlar dahil her kesimden Cezayirliyi şehit etmeye başlamıştır. Bu grubun arkasında da ingiliz derin devleti vardır. GIA, ingiltere’de El-Ansar adıyla bir dergi çıkarıp dünyadaki Müslümanlar arasından savaşacak gerillalar toplamıştır. ingilizler bu faaliyetlere izin vermiş, kimi zaman bunları desteklemiş, kimi zaman da tüm bunlara altyapı hazırlamışlardır.
    ···
  19. 194.
    0
    Kuzey Afrika’da Yaşananlar

    Osmanlı imparatorluğu, 16. yüzyılın başından itibaren güçlü donanması ile Afrika’nın kuzey kıyılarını kontrol altına almıştı. Kuzeyde italya kıyılarına dayanan, tüm Doğu Akdeniz’i çevreleyen, güneyde de Mısır’dan Fas’a kadar hakim olan imparatorluk, Akdeniz’i bir Türk denizi haline getirmişti. Sömürgeci Fransa, ispanya, ingiltere ve Hollanda’nın, Güney ve Batı Afrika’ya ulaşabilmek için Atlas Okyanusu’nu dolaşmaları gerekiyordu.

    Bu durum, kuşkusuz en çok ingiliz derin devletinin ağırına gitmişti. Derin devlet yöneticilerine göre ingiltere’nin hakim olması gereken topraklar, Müslüman bir imparatorluk tarafından yönetiliyordu. islam’a ve Türklere şiddetle karşı olan ingiliz derin devleti için bu kabul edilemez bir durumdu. işte bu nedenledir ki ingiliz derin devleti, 18. yüzyıl ile birlikte, çeşitli entrikalar, iç çatışmalar, propaganda ve sinsi provokasyonlar yoluyla, Afrika’daki Müslüman topraklarını bir bir imparatorluktan ayırmaya başladı.

    Fas

    ingiliz derin devletinin Fas ile ilişkileri 16. yüzyılda başlamıştır. Kraliçe I. Elizabeth, Osmanlı’ya yaptığı gibi, Fas Kralından da ticari imtiyazlar alarak bu bölgede kendi ülkesi adına ticarete başlamıştır. ingiliz Barbery Company (Barbery Şirketi), Kraliçe’den aldığı yetki ile her sene Fas’ın şeker üretiminin bir kısmını satın almış ve şirketin çoğunluğunu elde etmiştir. Karşılığında ise ingiltere’den Fas’a, silah ve tekstil ürünleri vermiştir. Benzer şekilde de ingiliz Turkey Company de, 300 yıl imtiyazlı bir monopol olarak Osmanlı ile ticaret yapmıştır.

    ingiliz derin devleti, 20. yüzyılın hemen başında 1906 ve 1911’de, Fas’ta, el altından tarihe Agadir Krizleri olarak geçen iki ayaklanma başlatmıştır. Fas’ta patlak veren iktidar mücadelesini müdahale için gerekçe olarak kullanan Fransa bu ülkeye asker çıkarmıştır. Almanya da işgalden pay kapma amacıyla Fas’a donanmasını göndermiştir. Almanya ve ingiliz-Fransız ittifakı iki defa savaşın kıyısına gelir. Bu iki kriz, tarafları I. Dünya Savaşı’na zütüren en önemli olaylardan biri olarak kabul edilmektedir.

    Aslında bütün bunlar planlanmış gelişmelerdir. ingiltere, bu sayede Fransa’nın kendisine olan ihtiyacını arttırmıştır. Kendi kamuoyunda da Alman düşmanlığı oluşturmuştur. Bu durum, tümüyle ingiliz derin devleti tarafından planlanmış ve uygulanmış olan I. Dünya Savaşı’nın başlamasını da hızlandırmıştır. Ayrıca ingiliz askerleri Mısır’ı ele geçirirken, ingiltere, rakiplerini de Fas’ta meşgul etmiştir. ingiliz derin devletinin bu çıkar savaşının mağdurları da, her zaman olduğu gibi, ayaklanmalarda can veren binlerce Faslı Müslümandır.

    Krizlerin sonunda Fas, 1912’de Fransız sömürgesi haline gelmiş ve 40 yıl Fransız yönetiminde kalmıştır. Fas’ın, kendi müttefiklerinden birinin kontrolünde olması ingiltere için çok önemlidir. ingiliz derin devleti Akdeniz’in giriş kapısı olan Cebelitarık Boğazı’nın bir kıyısını kontrol etmektedir.

    Batı Sahra’da ingiliz Destekli Çatışmalar

    Fas Devleti, Batı Sahra bölgesindeki Polisario ayrılıkçı grubuyla hali hazırda son 30 senedir savaş halindedir. ingiltere ise iki tarafı da el altından desteklemektedir. iki taraf da, birbirleriyle çatışırken ingiliz silahlarını kullanmaktadır. Sadece 500 bin kişinin yaşadığı Batı Sahra bölgesinde 100 bin kişilik bir Fas ordusu vardır. ingiltere, Fas’a bu bölge için zırhlı araçlar, nişancı tüfekleri, karadan karaya füzeler, füze rampaları ve havan bombaları satmaktadır. Sadece son iki yılda 1 milyar dolardan fazla tutarda hafif silah teslim etmiştir. Cezayir ve Fas arasındaki rekabet yüzünden Cezayir de Batı Sahra’daki ayrılıkçıları desteklemekte ve onlara silah temin etmektedir. Fas, son dönemde ABD ile de 150 tanklık bir anlaşma imzalamıştır.
    ingiliz derin devleti, bölgeye barışın gelmesini kesin olarak istememektedir. Birleşmiş Milletler, Batı Sahra bölgesinin bağımsızlığını tanımadığı gibi, Fas’ın egemenliğini de tanımamaktadır. Bu nedenle de bölge, yıllardır barıştan uzak yaşamaktadır. Bu kuşkusuz, ingiliz derin devletinin 100 yıl önceki Osmanlı’yı parçalama planları dahilinde kurgulanmıştır. Kurgulandığı gibi de uygulanmaktadır.

    Tunus

    Tunus, 1850’lerde Osmanlı’ya bağlı beyler tarafından yönetilirken, modernleşme adı altında yeni bir yapılanmaya girmiştir. Söz konusu “modernleşme”, aslında ingiliz derin devletinin, devletleri, hem ekonomik ve sosyal hem de kültürel açıdan çökertme adına başlatmış olduğu bir sömürme politikasıdır. Nitekim Tunus da, söz konusu planın bir parçası olmuş ve özellikle ordu harcamaları ve silah alımı için ingiltere’ye büyük paralar harcamıştır. Bundan sonrası ingiliz derin devletinin bilindik taktiğidir. Ekonomisi zayıflamış ülke, ingiltere’ye gebe kalmıştır. ingilizler, Tunus’a borç para vererek ekonomisinin tümüyle batmasına sebep olmuşlardır. Fahiş faiz uygulaması sonucunda 30 milyon Frank borç para alan Tunus Hükümeti, bu miktarı kısa zaman içinde 70 milyon olarak geri ödemek zorunda kalmıştır. Bu faiz kapanını, aslında Türk halkı da gayet iyi tanımaktadır. Söz konusu faiz kapanı, Osmanlı’nın da çöküşünü hazırlayan unsurlar arasında olmuştur ve yine ingiliz derin devleti tarafından planlanmıştır. Benzer yöntem, aynı yıllar içinde Mısır, geçmişte ise Hindistan için de uygulanmıştır.

    1863’te alınan ilk borcun ertesi yılında Tunus Hükümeti yeni vergiler çıkartmak zorunda kalmıştır. Zaten fakir olan halk, ekonomik baskıya dayanamayarak 1864 yılında ayaklanmıştır. Hükümet ayaklanmayı bastırsa da, yeni borçlarla birlikte yeni vergiler ve yeni ayaklanmalar gelmiştir. Bu döngü, Tunus, Fransız sömürgesi haline gelene kadar devam etmiştir.

    Tunus, tahıl üretimi bakımından zengin bir ülkedir. Fakat Tunus Hükümeti, borçlarını ödemek için ülkenin tahıl üretiminin çoğunu ihraç etmek zorunda kalmıştır. Ana besin kaynağını kaybeden Tunus’ta kıtlık ve kolera baş göstermiş ve 10 bin kadar Tunuslu hayatını kaybetmiştir.

    Devlet iflas edince, borç tahsilatını yönetecek, Osmanlı’daki Düyun-u Umumi benzeri bir kurum kurulmuş ve Tunus ekonomisi, ingilizlerin ve Fransızların kontrolüne geçmiştir. Nihayetinde Tunus, savaşmadan alınan Kıbrıs karşılığında Fransızlara bırakılır. Bu, ingiliz derin devletinin, Osmanlı topraklarını paylaştığı ne ilk ne de son antlaşmadır.

    ilk dış borcun üzerinden sadece 18 yıl geçtikten sonra Fransızlar, 1881 yılında Tunus’u 36 bin asker ile işgal etmiştir. Tunus Beyi muhafazid Es-Sadiq, karşı koyamayacağını anlayınca anlaşma imzalamış ve Tunus, Fransız kolonisi haline gelmiştir.

    Bu tarihten, Habib Burgiba liderliğinde bağımsızlık kazandıkları 1956 yılına kadar Tunus’ta terör, iç savaş ve çatışma hiç ekgib olmaz. Naziler, Fransız toprağı olan Tunus’u işgal etmiştir. Müttefikler ise, Nazilerle savaşarak bu toprakları geri almışlardır. Fransızlar, Tunus milliyetçiliğini bastırmak için ağır yöntemler uygulamış ve on binlerce Müslüman bu yıllarda Fransızlar tarafından katledilerek şehit olmuştur.

    ingiltere, bu dönemde dünyanın kimin kontrolünde olacağına tek başına karar veren bir devlettir. Hiçbir devlet ingiltere’den izin almadan herhangi bir yeri işgal edememektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, belli bölgelerin Fransa kontrolü altında olması, yine ingiliz derin devletinin planladığı bir şeydir. Bu yolla ingiltere, hem müttefikleri yoluyla geniş topraklara hakim olabilmekte, hem de Fransa gibi bir gücü kendi güdümünde tutabilmektedir. ingiliz derin devletinin bu taktiği uyguladığı ülkelerden bir tanesi de Cezayir olmuştur.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 195.
    0
    Yemen isyanları

    Tarihte, ingiltere ile Osmanlı Devleti arasında ilk ciddi askeri çatışma belirtileri, ingiliz derin devletinin çıkar peşindeki bazı şeyhleri para ile kandırarak Aden liman şehrine yerleşmesi ile kendisini göstermişti. Aden’i içerisine alan Yemen, değerli ve önemli bir Osmanlı vilayeti idi. ingiliz derin devleti, adı geçen bölgede tutunabilmek için kuzey doğudaki Yemen topraklarında sağlam dayanaklar aramaya başlamıştı. Tarihçi Süleyman Kocabaş, Yemen’in sinsice işgal ediliş aşamalarını şöyle tarif eder:

    ingiltere Aden’e yerleştikten sonra, Kuzey-Doğu’ya doğru toprak işgallerine devam ederek, bu verimli toprakları ele geçirmek için her çareye başvurdu. Bu amaçla, Arap kıyafetine bürünerek, Arapça konuşarak, onları aldatıp bağımsızlıktan söz ederek, fakat her şeyden evvel, kendi adalarının çıkarlarını göz önünde tutarak çalıştılar.
    ···