-
26.
0Bediüzzaman, Kuva-yi Milliye Karşıtı Fetvaları Geçersiz Saymıştır
ingiliz derin devleti, istanbul’un işgalinden hemen sonra, bazı sözde din adamlarını da kendisine destekçi olarak devşirmiştir. 1920’de ingilizlerle işbirliği yapan sözde alimler, ingiliz işgalinin hak olduğunu, Kuva-yi Milliye’nin islam’a uygun olmadığını belirten bir fetva yayınlamışlardır. Bu fetvaya ilk karşı çıkan Bediüzzaman Said Nursi’dir:
işgal altındaki bir memlekette ingilizlerin emri ve tazyiki altında bulunan bir idarenin ve meşihatın (şeyhülislamın) fetvası mualleldir (sakattır), mesmu (güvenilir) olamaz. Düşman istilasına karşı harekete geçenler asi değillerdir, fetva geri alınmalıdır.258
Bediüzzaman’ın ingiliz derin devletini tasvir eden sözleri şöyledir:
ingiliz (ingiliz derin devleti) siyasetinin hassa-i mümeyyizesi (ayırıcı özelliği), fitnekârlık (fitnecilik), ihtilâftan istifade (ayrılıklardan menfaat sağlamak), menfaat yolunda her alçaklığı irtikâp (organize) etmek, yalancılık, tahripkârlık (tahrip edicilik), hariçte menfiliktir (olumsuzluktur). Fenalık ve ahlâk-ı seyyie (kötü ahlak) siyasetine vasıta olduğu için, her yerde ahlâk-ı seyyieyi (kötü ahlakı) himaye ederek teşcî eder (cesaretlendirir).259
Bediüzzaman, istanbul’un işgali ve kara propagandaları ile fikri olarak mücadele eden dönemin en önemli din alimidir. Üstadın, Arapça ve Türkçe olarak gizlice basılıp el altından dağıtılan Hutuvat-ı Sitte isimli eseri, ingilizlere karşı Kuva-yi Milliye şuurunu pekiştiren önemli bir yayındır. Bu eserden sonra ingiliz işgal komutanlığı Bediüzzaman’ın öldürülmesi emrini vermiş ve Üstad, ingilizler tarafından tüm istanbul’da aranmıştır. Ama Allah’ın koruması ile derin devletin eli Bediüzzaman’a ulaşamamıştır. -
27.
0ingiliz Derin Devleti, Milli Mücadele’yi Engelleyememiştir
ingiliz derin devletine yaranma amacı güden daha önce bahsettiğimiz kişilerden gelen istihbaratlarla, Milli Mücadele’nin yanında yer alan, Anadolu’ya silah getiren, insan ve yardım malzemesi sağlayan vatanseverler deşifre ediliyordu. Yakalanan kahramanlar mahkeme edilmeden sorgusuz sualsiz ingiliz idam mangalarının önünde kurşuna dizilerek şehit ediliyorlardı. idam öncesinde, Yüzbaşı Bennett’in Kroecker Oteli’ndeki işkencehanelerine getiriliyor ve bodrum katında istihbarat amacıyla ağır şekilde şiddet görüyorlardı.
Elbette yukarıda anlatılan karakterler, Türk halkı içinde sadece küçük bir zümre idi. istanbul halkı ölümü göze alarak eline geçen silah ve cephaneyi saman arabaları, yem torbaları ve sebze küfeleri içinde Karadeniz Boğazı’nın dışına kadar taşıyıp inebolu’ya gidecek mavnalara yüklüyordu. Vatanseverler kurşuna dizilmeyi göze alarak Selimiye ve Maçka gibi silah depolarını boşaltıyordu. Düşman kuvvetleri, Türk limanlarındaki bütün gemi ve motorlara el koymuşlardı. Onun için karada kağnılar, denizde mavnalar tek nakil vasıtaları idi.
istanbul halkı işgal yıllarında aç ve çıplak kaldı. istanbul’u besleyen, giydiren şehirler artık bu görevi yapamıyordu. Bütün bu yokluklara rağmen fedakar Türk Milleti, elinde avucunda ne varsa Milli Mücadele’yi desteklemek için Anadolu’ya gönderdi. Kadınlar yatak ve yastıklarındaki yünleri Anadolu’daki askerlere giyecek ve çorap yapmak için kullandılar. -
28.
0işgal istanbul’unda ingiliz Derin Devletinin DestekçileriTümünü Göster
Kitabın önceki sayfalarında ingiliz derin devletinin istanbul’u işgal planını nasıl uyguladığını detaylandırmıştık. Türk aleyhtarı propaganda ile nasıl uluslararası kamuoyunu yanlarına çektiklerini, diğer ülkelerle askeri işbirliği yaptıklarını, devletleri nasıl yönlendirdiklerini, anlaşmaları işgale uygun bir hale nasıl getirdiklerini, kendilerine karşı potansiyel muhalefeti nasıl engellediklerini ve en son olarak 16 Mart 1920’de işgali nasıl başlattıklarını anlattık. ingiliz derin devleti, işgalin devam edebilmesi için askeri, ekonomik ya da siyasal güç haricinde yerel destekçilere de ihtiyaç duyuyordu. Bu bölümde, bilerek ya da bilmeyerek işgalin parçası olan dönemin şahsiyetlerini ve kurumları anlatacağız.
işgal döneminde yayınlanan Yeni istanbul Gazetesi başyazarı Said Molla, 9 Kasım 1918 tarihinde “ingiltere ve Biz” başlıklı yazısında, bir kısım Osmanlı yöneticilerinin ingilizlere yaklaşımını şöyle anlatmıştı:
…”Anadolu köşelerine kadar memleketimizin bütün muhitinde ingilizler hakkında büyük bir hürmet ve muhabbet inkişaf eylemiş (meydana gelmiş) olduğundan, Türkiye’de ufak bir ingiliz müzaheretinin (yardımının) büyük ve vasi mikyasda (büyük ölçüde) başarıya ulaşacağı pek aşikardır”, “Osmanlılar eski Türkler, ancak ingiliz kavm-i necibinin (soylu kavminin) samimi müzaheretiyle (yardımıyla) te’min-i hayat (hayatını temin) ve refah edebilir.”252
ingiliz derin devleti, işgalin hemen sonrasında istanbul’da, Müslüman düşmanı olan ve Anadolu hareketine karşı hareket eden büyük bir casus ağı kurdu. Bunların bir kısmı maaşa bağlanmışken bir kısmı gönüllü olarak çalışıyordu. ingilizlerin gücü, bazılarını adeta hipnoz etmişti.
işgal subayları, bazı tekke ve dergahları istihbarat amacıyla kullanıyordu. Bu tekkelerin en başında da Galata’daki Mevlevi tekkeleri vardı. O tekkelerin müdavimlerinden bir tanesi de, önceki bölümlerde kimliği hakkında bilgi verdiğimiz, ingiliz işgal Komutanlığı istihbarat Şube Başkanı John Bennett’ti. Bennett anılarında şöyle söylüyor:
Dervişlerin nelerle meşgul olduklarını öğrenmek üzere talimat almıştım. Bir derviş kılık değiştirmiş, gizli bir ajan ya da siyasi, dini bir cemaatin fanatik bir misyoneri olabilirdi. Bunların başında da Mevleviler geliyordu.253
ingiliz derin devleti, kendisine istihbarat sağlayacak elemanlarını tek tek seçmekte, yetiştirmekte ve kendisine tabi kılmaktaydı. Birkaç övgü, biraz para, biraz da gelecek vaadi bir kısım istanbulluları yoldan çıkarmıştı. Basit çıkarlar, bazıları için vatanın kurtuluşundan önde gelmişti. işgalci askerlerin anılarında tarif ettikleri gibi, istanbullular arasından fesini atıp ingiliz dostu olduğunu iddia ederek derin devletin kapılarını aşındıranlar vardı. Ancak her zaman olduğu gibi zalimin ve casusun hesapları geldiği yere geri dönecek ve sadece Allah’ın planı galip gelecekti.
Onlara bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz Benim düzenim sapasağlamdır. (Araf Suresi, 183) -
29.
0Mevlevilik Konusunda Önemli Açıklama
Mevlana, 13. yüzyılda yaşamış bir mutasavvıftır. Mesnevi onun eseridir ve bu eserde, iman ve islam ile ilgili güzel ifadeler bulunmakla beraber, Allah’a ve Kuran’a muhalif ve islam itikatlarıyla ciddi şekilde çelişen ifadeler de bulunmaktadır. Bu özellikleriyle Mesnevi ve Mesnevi çerçevesinde geliştirilmiş olan Mevlevilik kültürü, islam dinine muhalif izah ve uygulamalar barındırdığından, günümüzde islam ile sinsice mücadele etmek isteyen bazı kesimlerin desteklediği bir kültür haline getirilmiştir. Bu kültür, daima Allah’ı inkar edenler, islam karşıtları, cinsi sapıklar ve Darwinistler tarafından üstün tutulmuştur. Özellikle islam camiasının içinde, homociksüellik gibi Kuran’da haram kılınan uygulamaları, Darwinizm gibi Allah’ı inkar eden zihniyeti yaygınlaştırmaya çalışan kesimler, yöntem olarak Mevlevilik ve Rumilik kültürünü kullanmışlardır. ingiliz derin devleti de, tarih boyunca bu tehlikeli kültürü sürekli olarak Müslümanlara karşı kullanmaktadır.
Fakat bu izahları değerlendirirken, yapılan eleştirilerin doğrudan Mesnevi’nin yazarı Mevlana’ya yöneltilmediğini belirtmek gerekmektedir. Mesnevi’nin 13. yüzyıldan bu yana değiştirilmiş olabileceğini dikkate almak gerekmektedir. Söz konusu izahların, islam toplumlarını yaralamak adına sonradan Mesnevi’ye eklenmiş olması muhtemeldir. Dolayısıyla burada eleştiri noktamız Mevlana Celalettin Rumi’nin kendisi değil, Mesnevi kitabının içeriği ve ona dayanarak geliştirilmiş garip Rumilik kültürüdür.
Rumilik felsefesi, sonraki bölümlerde detaylı olarak anlatılacaktır. -
30.
0işgalin Stratejik Noktaları: Galata Kulesi ve Galata Bölgesinin ÖnemiTümünü Göster
ingiliz derin devletinin işgal sırasındaki görüşü “Türkler yüzlerce yıl Avrupa’da kaldılar ve Avrupa’daki bütün belaların başı oldular. istanbul Türk değildir Yunandır; Türkler oradan atılmalıdır” zihniyetiyle şekillenmekteydi. Aslında ingiliz derin devletinin bugün ülkemize yönelik yürüttüğü planları bundan farklı değildir; 100 yıl önce belirlenen siyaset, halen çeşitli yöntemlerle uygulanmaya devam etmektedir. Bugün ABD ve AB, derin devlet zoruyla, bu planın uygulayıcısı konumundadırlar. Rusya da bu plana çekilmeye çalışılmaktadır.
işte yaklaşık 100 yıl önce, 16 Mart 1920’deki işgal ile bu plan zirveye çıkmıştır. Birleşik Krallık, 26.525 asker ve 894 subay ile istanbul’a girmiştir.247 istanbul’un işgal kuvvetlerinin kontrolüne geçmesiyle birlikte, Londra’da derin mahfillerde bir neşe oluşmuştur. Bu ihtiras ise işgalin korunabilmesi için uygulanacak olan şiddet politikasını peşinden getirmiştir.
işgal devletleri istanbul’u paylaşırken, sur içindeki eski istanbul’u Fransızlar; Beyoğlu ve Boğazlar mıntıkasının denetimini ise Britanya almıştır. Kadıköy ve Üsküdar bölgesinin kontrolü italya’ya verilmiştir. Ancak ingilizler, italyanları güvenilir bulmadığı için buraya da el atmışlardır. Zaten şehrin yüksek komutası Britanya yüksek komiserindedir.
istanbul’da Fransız işgal güçlerine ait sadece Kumkapı’da bir hapishane vardı. Fakat ingilizler Galata Kulesi’nin altında, Arabyan ve Sansaryan Hanlarında, Kroecker ve Şahin Paşa otellerinde olmak üzere 5 hapishane kurmuşlardır. Bu bölge, binlerce insanın fişlendiği, işkenceye maruz kaldığı, Kuva-yi Milliye hareketine karşı casusluk faaliyetlerinin yürütüldüğü bir yerdir. Galata Kulesi, şehrin her yerinden görünen özelliği ile hem ingiliz derin devletinin sembolü olmuş hem de tüm istihbaratın toplandığı bir işkence merkezi olarak kullanılmıştır.
Aslında işgal yıllarında tüm Galata mahalleri birer ingiliz üssü haline gelmiştir. Galata Kulesi’nin bulunduğu sokak, Kuva-yi Milliyecileri izlemeye çalışan ingiliz istihbaratının merkezi olmuştur. Galata Kulesi de ingilizlerin gözetleme kulesi haline gelmiştir. işgal süresince kulenin üzerinde ingiliz bayrağı dalgalanmıştır. O yıllarda kulenin kademeli çatısı üzerinde bir baraka vardır. istihbarat amacıyla sonradan eklenen bu baraka, ingiliz askerleri tarafından gözetleme odası vazifesi görmüştür. Kulenin tepesi, Haliç ve istanbul’un geniş bir alanını kapsayacak görünümünü gösteren eşsiz bir konuma sahiptir ve şehirdeki tüm hareketlilik kolayca takip edilebilmektedir.
Galata Kulesi’nin yanındaki 1904 yılında inşa edilen Galata Evi isimli bina da ingiliz karakolu olarak kullanılmaktadır. Bu bina ve kule içinde, Kurtuluş Savaşı destekçileri, ingiliz derin devletinin profesyonel sorgucuları tarafından ağır işkencelere tabi tutulmuşlardır. işgal kuvvetlerine tabi olan korkaklar tarafından gelen jurnaller burada değerlendirilmiş ve kilit önemdeki kişiler bilgi amacıyla burada sorguya çekilmiş, şiddet görmüş ve işkenceye tabi tutulmuşlardır. Birçok vatansever burada şehit edilmiş ve Kule’nin altına gömülmüştür. ileriki dönemlerde, Galata Kulesi’nin derinlerinde bulunan çukurlar ve alt kısmındaki kanallarda insan kafatasları ve kemikleri bulunmuştur. Kulenin orta boşluğunun bodrumu da zindan olarak kullanılmıştır. işgal döneminde bu metotlarla binlerce insan fişlenmiş ve işkence görmüştür.
Galata Kulesi, ingiliz derin devleti için çok hayati bir noktadır. Hem Mevleviliğin merkezi olarak bilinmekte, hem de ingiliz istihbaratının ve ingiliz dehşet ve şiddetinin üssü olarak görülmektedir. Bölge, aynı zamanda ingiliz mahkemesi olarak da kullanılmıştır. Yani Galata bölgesi, hem karakol, hem işkence evi, hem hapishane, hem mahkeme, hem de istihbarat elemanlarının buluştuğu bir noktadır. ingiliz derin devleti, Firavun’un Tarassut Kulesi’nde yaptığı gibi Türk halkını Galata Kulesi’nden izlemiştir. Galata’daki arazi üzerinde kurulan istanbul’un ilk Mevlevihanesi de ingilizler tarafından istihbarat için kullanılmıştır.
işgal döneminde ingilizlerin istanbul halkına yaptıkları zulmün ikinci önemli noktası ise Kroecker Oteli’dir. (Bu bina şu an öğretmenevi olarak kullanılmaktadır.) Otelin bodrumundaki odalar işkence odaları olarak kullanılmış ve işgale karşı gelen yüzlerce Kuva-yi Milliye direnişçisine bu odalarda işkence yapılmıştır. ingiliz derin devletinin John Bennett isimli istihbaratçı subayı işgal günlerinde Beyoğlu’nda şehre hakim konumdaki Kroecker Oteli’ni karargah haline getirmişti. Yüzbaşı Bennett elinde kamçısıyla, gece yarısı aşağıdaki işkencehanelerde kişileri sorguluyordu. Bennett işgal sonrasında da bir Mevlevi ve Sufi olarak Osmanlı ve Müslüman coğrafyası ile bağlarını hiçbir zaman koparmamıştır. ingiltere’de açılan ilk Mevlevi/Sufi tekkesini kuracak ve oranın ilk şeyhi olacaktır. Buradan, Türk Milletine ve Müslümanlara, Mevlevilik kisvesi altında zarar vermeyi hedefleyecek ve pek çok kişi onun ikiyüzlülüğünü fark edemeden islam’ın yerine Rumilik gibi islam’a muhalif bir anlayışı benimseyecektir. ingiliz derin devletinin islam alemini içten çöküşe uğratma politikası, özellikle bu tarihlerden sonra Rumilik adı altında daha da yoğunlaşacaktır.
ingilizlerin istanbul’daki istihbarat kaynaklarının özellikle Mevlevi tekkeleri olduğunu da burada belirtelim. Osmanlı’daki dönemin ingiliz hayranları, bir kısım “Rumi” vatan hainleri, söz konusu Mevlevihaneleri mesken edinmiş ve ingilizlere “sadık birer işbirlikçi” olabileceklerinin mesajını vermişlerdir.
istanbul’u elinde tutmak isteyen işgal kuvvetleri halka yönelik de baskı uyguluyordu. Boğazda demirli işgal donanmasına ek olarak Galata Köprüsü’nün önüne de ingiliz denizaltısı yerleştirilmişti. Filoya ait silahlar şehre dönük ateşe hazır vaziyette bekliyordu. işgal orduları tanklar ve zırhlı birliklerle istanbul’da gövde gösterileri yapıyordu. Taksim Meydanı’nda hemen her noktaya tanklar yerleştirilmişti. Şehir içinde Osmanlı askerleri rütbesi ne olursa olsun işgal askerlerini selamlamak zorundaydı. işgalcilerden karşılık vermesi ise beklenmiyordu. Halkın milli şuurunu engellemek için Padişah’a işgali tasvip eden ferman yayınlatılmış, Şeyhülislam’dan ve bazı din alimlerinden de fetva alınmıştı. Ayrıca ingiltere’den getirilen kasa kasa içkiler istanbul meyhanelerini ve kahvehanelerini doldurmuştu. Bu sayede halk pasifize ve dejenere edilmeye çalışılıyordu.
istanbul’un her yerinde ingiliz casusları mevcuttu. Kod adı RV5 olan bir ajan 1921’de istanbul’da açtığı terzi dükkanıyla ittihatçı çevrelerin ve Atatürk’e yakın isimlerin terzisi olmayı başardı. Türk Dışişleri’ne girip çıkabiliyordu. Elde ettiği bilgileri ingilizlere aktarıyordu. Kod adı JQ6 olan diğer bir ajan ise istanbul’da bir kahvehane işletiyordu. Bu kahvehane, Mustafa Kemal’e yakın isimlerin uğrak yeriydi. Mustafa Kemal taraftarlarının tüm toplantıları burada gerçekleşiyordu. Konuşulan gizli planlar, kahveci ajan tarafından doğruca ingilizlere aktarılıyordu. istanbul halkı dört bir yandan ingiliz derin devletinin kuşatması altında yaşdıbını sürdürüyordu. -
31.
0Misak-ı Milli (Milli Sınırlar) ve Önemi
6 Maddeden Oluşan Misak-ı Milli Kararları Özetle Şunlardır:
Arap kökenli halkın oturduğu, aynı zamanda da Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte yabancı devletlerin işgal ettikleri bölgelerin gelecekleri, halkın serbest ve kendi oyuyla belirlenecektir. Mütareke sınırları içerisinde Osmanlı–islam çoğunluğunun çoğunluk olarak yerleşmiş bulunduğu kısımların tümü, gerçekte ya da hükmen hiç bir neden ile birbirinden ayrılmayacak bir bütündürler.
ilk serbest bırakıldıkları anda tekrar kendi istekleri doğrultusunda anavatana katılan Kars, Ardahan ve Batum’da gerekirse tekrar bir halk oylaması yapılabilecektir.
Batı Trakya’nın hukuki durumu da, halkın kendi özgür iradesiyle verecekleri oylarla saptanacaktır.
istanbul ve Marmara Denizi’nin her türlü güvenliği, tehlikeden uzak tutulması, Boğazların ise ticaret gemilerine açılması ilgili devletlerin aralarındaki anlaşma ile sağlanmalıdır.
Misak-ı Milli kararları doğrultusunda belirlenen ilkeler çerçevesinde azınlıkların hukuki hakları, komşu ülkelerde yer alan Müslümanların da aynı haklardan yararlanması koşuluyla güvence altında olacaktır.
Türkiye’nin siyasal, adli ve mali olarak tam bağımsızlığı kabul edilecektir; bu konularda hiç bir kayıt ve kısıtlama getirilmeyecektir.
Erzurum ve Sivas kongreleri kararları doğrultusunda Misak-ı Milli’nin ilanıyla hedeflenen sınırlar ve Milli Mücadele ile varılmak istenen hedef belirlendi. Misak-ı Milli, Amasya Protokolü’nden sonra Milli Mücadele’ye meşruluk kazandıran ikinci belgedir. -
32.
0işgalin Organizatörleri ve Derin Devlet Bağlantıları
Dönemin ingiliz Başbakanı Churchill, “Dünyada çok kapsamlı bir olayın yaşandığını ve çok ince hesaplarla yapıldığını, bizlerin de bu senaryoda sadece sadık bir uşak olarak hizmet edeceğimizi göremeyen kör ve ahmaktır” demiştir.260
PKK terör örgütünün lideri Öcalan da, başlattığı terör faaliyetlerine asıl olarak ingiliz derin devletinin yön verdiğini ve bu tip temel politikaları bu derin güçlerin planladığını açıkça ifade etmektedir:
ingiltere, bizim konumuza en akıllı yaklaşan ülkedir. MED TV’ye yayın hakkı verdi. Politikaları ingiltere oluşturur. ABD’ye uygulattırır. ingiltere bence ana politikayı oluşturmaktadır. Avrupa’daki işbirlikçilerine ama özellikle ABD’ye bunu uygulattırmaktadır. Ortada bu konularla ilgili belge yok, olması da mümkün değildir zaten. Ancak gelişmelerde dikkat edilmesi gereken konu Avrupa’nın ingiltere’de düğümlenmesidir. Konulara çok derin yaklaşıyor.
Öcalan, 11 Nisan 2008 tarihinde imralı’daki bir konuşmasında ise ingiliz derin devletine şu şekilde dikkat çekmiştir:
(ingilizler) Ta 16. yüzyıldan bu yana dünyada neler olacağını Londra’da planlayıp dünyaya servis yapıyorlar.
ingilizler toplumda her türlü yönlendirmeyi de yapıyorlar, Marks da Londra’da yaşıyordu, onu orada tuttular. Marks fikirlerini orada oluşturdu, oradan dünyaya yaydı… Marks, Kraliçe Elizabeth’in eli altındaydı. Marks da Lenin de, Mao da hepsi ingiliz oyunlarına geldiler. -
33.
0◉ Sözde Azınlık Haklarını Savunmak, ingiliz Derin Devleti’nin işgalleri Meşrulaştırma YöntemidirTümünü Göster
Savaş sonrası imzalanan Mondros Mütarekesi’ne göre ordular karşılıklı olarak bulundukları yerde kalacaklardı. Herhangi bir tehlike baş göstermediği sürece hiçbir yeni işgal olmayacaktı. Fakat daha önce belirttiğimiz gibi ingilizler önce istanbul’u işgal ettiler, daha sonra izmir Yunanların işgaline girdi. Bu işgalleri haklı çıkarmak için kullanılan tek argüman, azınlıkların, özellikle de Hristiyan azınlıkların tehlike altında olduğu iddiasıydı. Mondros Mütarekesi’nin 7. Maddesi, itilaf Devletleri’ne, güvenlik tehdidi görüldüğünde stratejik yerleri işgal etme hakkı vermişti. Anadolu işgali, 7. Madde’nin tanıdığı işgal hakkı ve azınlıklara yönelik tehditlerle birleştirilerek, uluslararası hukuka sinsi bir şekilde uygun hale getirildi.
Oysa Mütareke’nin imzalanmasının ardından ilk günlerde başkentte hava bambaşkaydı. Osmanlı Parlamentosu, Mütareke anlaşmasını oy birliği ile onayladı. Osmanlı PTT’si, mutlu bir olayı kutlarcasına mütareke için anma pulları çıkardı. Rauf Bey’in iyimser demeçlerinden sadece on gün sonra ise, 13 Kasım 1918 günü, 55 parçalık düşman donanması Çanakkale Boğazı’ndan girip Dolmabahçe önünde demirledi. Bu büyük armada, 22 ingiliz, 17 italyan, 12 Fransız ve 4 Yunan gemisinden oluşmaktaydı.
ingiliz derin devletinin yüzyıla yakın süredir yürürlükte tuttuğu Osmanlı’yı parçalama ve Türkleri Avrupa’dan atma planı, bu işgalle en yüksek noktasına ulaşmıştır. Başkent işgal edilmiş, ordu terhis edilmiş, ticaret gemileri, tersaneler, limanlar, demiryolları ve tüm haberleşme birimleri işgal kuvvetlerine tahsis edilmiştir. Tüm bu plan hukuki bir kılıfa uydurulmuş ve askeri kuvvetle desteklenmiştir. Osmanlı yanında yer alabilecek kamuoyu da, kara propaganda ile engellenmiştir.
Yıllar boyu gazete haberleri, romanlar ve tiyatro eserleriyle, Avrupa ve ABD kamuoyunda işlenen Osmanlı düşmanlığı bu işgal için planlanmıştır. Barbar Türk imajlı karikatürler ve basılan yüzlerce kitap, risale, el ilanı, Hristiyanları sözde katleden Müslüman Türk imajı için kurgulanmıştır. Başta ingiltere ve Amerika olmak üzere tüm dünya kamuoyuna Hristiyanlık, özgürlük ve insan hakları adına Osmanlı’nın yıkılması gerektiği propagandası yapılmıştır. Osmanlı haklarını ve adaletini savunabilecek her ses önceden susturulmuştur. ingiliz derin devleti kendince tüm delikleri kapatmış, hiçbir açık nokta bırakmamıştır. Bu plan, Anadolu bağımsızlık hareketi ile 100 yıllık bir sekteye uğratılsa da bugün hala yürürlüktedir. Anadolu toprakları benzer bir şekilde 360 derece kuşatılmıştır. iman, birlik ruhu ve milli şuur ise bu planın karşısında durabilecek tek güçtür.
Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi ‘yapayalnız ve yardımsız’ bırakacak olursa, O’ndan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse müminler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler. (Al-i imran Suresi, 160) -
34.
06. Bölüm: iSTANBUL’UN iŞGALiTümünü Göster
istanbul’un işgali, Son Osmanlı Mebusan Meclisi ve Misak-ı Milli
izmir’in işgali ile Anadolu bağımsızlık hareketinin güçlendiğini ve taraftarların gün geçtikçe arttığını görmekteyiz. Temmuz-Ağustos 1919’daki Erzurum ve Eylül 1919’daki Sivas kongreleri ile Türk Milletini temsil edecek kadrolar oluşturulmaya başlandı. Anadolu’da hemen her şehirde oluşan direniş hareketleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adında tek bir organizasyon altında toplandı. Bağımsızlık hareketinin ise yeni bir ismi vardı: “Kuva-yi Milliye”. Aralık 1919’da, Osmanlı Devleti’nin son meclisi için seçimler yapıldı. Bu seçimler 22 Ekim 1919 Amasya Protokolü kapsamında planlanmıştı. Seçimlerde, yurdun dört bir yanında Kuva-yi Milliye görüşündeki adaylar milletvekili seçildi. Mustafa Kemal, bu seçimlerde Erzurum milletvekili seçildi.
12 Ocak 1920’de son Osmanlı Mebusan Meclisi istanbul’da toplandı. 16 Mart’ta istanbul’un işgalinin ardından meclis, Misak-ı Milli’yi ilan ederek Erzurum ve Sivas kongrelerinde kabul gören milli sınırları duyurmuş oldu.
Osmanlı Mebusan Meclisi seçimleri ve ardından Misak-ı Milli’nin ilan edilmesi, ingiliz derin devletinin henüz Türk Milletini tanıyamadığının en büyük göstergesidir. Avrupa’daki kibirli bakış açısı ve Türkleri ikinci sınıf insan görme hastalığı, ingiliz derin devletinin 100 yıldır ilmek ilmek ördüğü planın en zayıf noktasıdır. Derin devlet zihniyeti, Türk Milletinin de, güç karşısında geri adım atacak ve zayıflık gösterecek bir karakterde olduğunu düşünmektedir. Fakat derin devlet temsilcilerinin hata yaptıklarını anlamaları için, ağır bir mağlubiyetle Anadolu’yu terk etmeleri gerekecektir.
ingilizler, Osmanlı Mebusan Meclisi için yapılacak seçimlerden rahatsız değillerdi; hatta saltanat yanlısı bir meclis kurulacağına emindiler. Fakat seçim ile birlikte Kuva-yi Milliye görüşündeki adaylar meclise girdiler. Bunun üzerine derin devlet temsilcileri meclisin istanbul’da açılması konusunda baskı yapmaya başladılar. Bu sayede padişahın etkisi arttırılacak ve meclis, derin devletin isteklerine uygun kararlar alacaktı. Fakat bu da doğru bir öngörü değildi. Kurulan mecliste bağımsızlık sevdalıları Felah-ı Vatan (Vatanın Kurtuluşu) Grubu adıyla organize oldular. Ankara’da Misak-ı Milli hazırlandı ve istanbul’a açıklanması için gönderildi. Bu gelişmeler işgal devletleri için kabul edilemezdi. Bu nedenle 16 Mart 1920 tarihinde istanbul’un işgali resmi olarak başlamış oldu. Meclis, işgal ile birlikte son karar olarak Misak-ı Milliyi ilan etti ve kendini kapattı.
istanbul’un işgali tüm yurtta protesto mitingleri ile kınandı. işgal sırasında tutuklanan mebuslara karşılık olarak Anadolu’daki itilaf subayları tutuklandı. işgal ile birlikte istanbul ile haberleşme yer altına girdi. Anadolu ve istanbul arasındaki tren yolu bağlantısı Geyve ve Ulukışla yakınlarında kesildi. istanbul’a para ve değerli eşya gönderimi yasaklandı.
Artık Türk halkını temsil edebilecek bağımsız tek hareket olarak Kuva-yi Milliye kalmıştı. Ankara yönetimi, ilk iş olarak Anadolu mücadelesinin haklılığını dünya kamuoyuna duyurmak için 6 Nisan 1920’de Anadolu Ajansını kurdu. Ardından da 23 Nisan 1920’de cumhuriyetin temelini atan ilk meclis Ankara’da eski bir okul binasında kuruldu. Artık Türkleri temsil edecek yegane yasama organı Ankara’daydı. iki yıldan uzun sürecek Kurtuluş Savaşı bu sıralarda planlandı ve uygulamaya geçirildi. -
35.
0Müslümanlara Yönelik Türk Aleyhtarı Kara PropagandaTümünü Göster
Toynbee’nin, Mavi Kitap’ını gerçekçi gösterme çabaları uzun zaman devam etmiştir. Bryce, bu kitapta adı geçen ve bilgilerin kaynağı olan kişilerin birbirlerinden habersiz olduklarını iddia etmiş ve bağımsız kaynakların güvenilir bilgi verdiklerini ispatlamaya çalışmıştır. Oysa Amerikalı tarihçi Justin McCarthy’nin araştırmaları, tüm sözde misyonerlerin, kaynak raporları Wellington House’a göndermeden önce bir arada değerlendirdiklerini ya da daha doğru bir deyişle beraber kurguladıklarını göstermiştir. Özetle Mavi Kitap, özel ajanların birlikte hazırladığı bir senaryodan başka bir şey değildir.
Wellington House tarafından çıkarılan bir başka Türk aleyhtarı kitapta ise Türklerin 2 milyon Ermeni’yi katlettikleri yalanı yazmaktadır. Oysa o sırada, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Ermeni nüfusu 1 milyon civarındadır.
Wellington House propagandaları, Osmanlı’nın bir kısım Hintli ve Arap tebası üzerinde etkili olmuş, bazı Hintliler, ingiliz saflarında savaşa katılmışlardır.
Türkiye aleyhtarı propagandalar, yalnız ingiltere ve Amerika’da değil, başka ülkelerde de yapılmıştır. Özellikle Hindistan Müslümanlarına yönelik yapılan propagandalar oldukça dikkat çekicidir. O tarihe kadar Hindistan Müslümanları, Türkiye’yi dost ve lider bir ülke olarak görüyorlardı. ingiliz derin devleti, Hintli Müslümanların ve Arapların, Türklere yönelik sempatisini kendisine karşı ciddi bir tehdit olarak gördü. Türklerle olası bir savaş durumunda, bu topluluklar kısa süre içinde tartışmasız şekilde Türklere destek olacaklardı. Ayrıca bu devletler, Türklere yönelik ingiliz baskısını hiçbir şekilde kabullenmeyecek ve ingiliz derin devleti, bu önemli coğrafya içinde istediği nüfuzu elde edemeyecekti. ingiliz derin devletinin nüfuz elde edememesi, özellikle uzun zamandır tekelinde bulundurduğu Hindistan için büyük bir riskti. Dolayısıyla ingiliz derin devleti için Hintli Müslümanlar ve Araplar, acilen Türklerin “kötü Müslümanlar’’ olduğuna inandırılmalıydı. Bundan sonraki propaganda faaliyetleri de bu şekilde geliştirildi.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Wellington House’un çalışmaları ile ilgili bilgileri içeren dokümanlar yakılarak imha edilmiştir. Bu durum oldukça şüphelidir; keza ingiltere, tarih konusunda oldukça düzenli bir arşive sahiptir ve tarihi bilgiler genellikle bu kaynaklardan sağlanmaktadır. Fakat konu Wellington House yayınlarına gelince, “her nedense” onların imhası gerekmiştir. Neyse ki, I. Dünya Savaşı sırasında Wellington House tarafından bazı belgeler, propaganda amaçlı olarak bir kısım bakanlık ve kuruluşlara dağıtılmıştır. Şu an Wellington House yayınları hakkında bilinenler, elde kalan bu sınırlı belgelere dayanmaktadır. Bu yayınlar arasında, “Türklerin; Musevileri, Slavları, Arnavutları, Arapları ve özellikle Ermenileri nasıl katlettiği” yolunda sahte iddialar içeren 40’a yakın kitap bulunmaktadır.
Arnold Toynbee, savaştan sonra muhabir sıfatıyla Türkiye’ye gelmiş, çeşitli bölgelerde incelemelerde bulunmuş ve savaş döneminde Türklerin verdiği kayıplarla yüz yüze gelmiştir. Fikirleri tümüyle değişmiş, Mavi Kitap’ın propaganda amaçlı olarak yazılmış bir iftira kitabı olduğunu itiraf etmiş ve bu defa Türk halkı hakkında olumlu görüş belirten kitaplar yazmıştır. Fakat iftiralarla dolu Mavi Kitap bugün hala güncelliğini korumaktadır.
2005 yılında Türk Hükümeti, ana muhalefet partisi ile bir araya gelerek, ingiliz Hükümeti’nden, Büyük Britanya’nın Mavi Kitap ile ilgili olarak özür dilemesini talep etmiştir. Belirtilen gerekçeler; I. Dünya Savaşı sırasında bu kitapta geçen asılsız iddialarla kara propaganda yapılması, söz konusu kitabın Bryce komisyonu tarafından derlenmiş olduğu ve Toynbee’nin dahi daha sonra Mavi Kitap’ın bir anti-Türk propagandası amacıyla kasıtlı olarak yazıldığını itiraf etmesidir. ingiliz Hükümeti, aynı dönemde Almanya’ya karşı yapmış olduğu kara propagandadan ötürü özür dilemiş, fakat bu özrü Türk Hükümeti’ne hiçbir zaman yöneltmemiştir. Söz konusu raporda, bu durum da belirtilmiş, Almanya’dan dilenen özür ile Wellington House’un bir propaganda kurumu olduğunun kabul edildiğini, fakat asıl özür dilenmesi gereken Türk Hükümeti’ne yönelik böyle bir girişimde bulunulmadığı belirtilmiştir.229 Ancak tüm bu girişimlere rağmen ne böyle bir özür gelmiş ne de Mavi Kitap bir kısım kesimler tarafından geçerliliğini yitirmiştir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Ermeni meselesi, ingiliz derin devletinin Türklere karşı kullanmak üzere kurguladığı büyük bir oyundur. ingiliz derin devletinin, Osmanlı’yı parçalama planının henüz yeterince sonuca ulaşmadığı ve Türkiye toprakları üzerinde aynı politikayı sürdürdüğü unutulmamalıdır. işte bu nedenle, Türkiye’yi güçsüzleştirmek, parçalamak ve himaye altına almak isteyen ingiliz derin devleti, Ermeni meselesi senaryosundan hiçbir zaman geri adım atmayacak ve bu konuda yaptığı kara propagandalarını hiçbir zaman sonlandırmayacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu oyuna verilecek en büyük cevap Ermenilerle dostluk ve kardeşlik bağlarımızı güçlendirmektir.
Türklerin kara propagandaya maruz kaldığı bir dönemde, olaylara şahit olan ve gerçekleri gizlemeyen cesur kişiler de vardır. Ermeni olayları sırasında bölgede bulunan bir Fransız subayın açıklamaları şöyledir:
Bizi eşkıyalık hikayeleriyle aldattılar. Gerçekte Ermeni katliamı olmadı… Özsavunma durumundaki Türkler ciddi önlemler almak zorunda kaldılar… Savaşan bir ordu için en yüce ilke olan ülkeyi kurtarma çabası Türklerin tepki vermelerini gerektiriyordu. Biz kandırıldık. Türkler iyi insanlar. Katliamlar, bizim düşüncemizi çelmek ve bizi Osmanlılara karşı kışkırtmak için uydurulmuş efsanelerdir.
Yine Fransız yazarlardan Claude Farrère, ingiliz derin devletinin etkisiyle Türkleri kötüleme kervanına katılan Fransız basının tutumunu eleştirmiş ve Türk gençlerine bir mesaj iletmiştir:
Türkler kurşundan korkmaz… Fakat ben Türk gençliğine hitap ediyorum. Onlar düşmanla yalnız savaş meydanlarında çarpışılmadığını bilmelidir. Bazen ordularınkinden önemli bir mücadele vardır: Siyasi mücadele. Türklerin düşmanları Avrupa kamuoyunu yanıltmaya, kandırmaya çalışıyorlar… Bu propagandaya karşı gözlerinizi açınız…
Osmanlı’nın içinde dahi ingiliz derin devletinin Türk karşıtı propagandalarına destekçi olan kişiler varken, bu apaçık manzarayı dile getirebilen duyarlı yabancıların bulunması elbette güzeldir. Bu durum, burada yapılan eleştirilerde, ülkelerin veya halkların tümünü değil, onun içinde yapılanan mafyavari derin odakların sorumlu tutulduğunu gösteren önemli bir delildir. Halklar; mazlumdur, masumdur ve her daim dostumuzdur. ingiliz derin devletine yöneltilen eleştiriler de söz konusu oyunları deşifre etmek, yapılanların mantıksızlığını anlatmak ve bu kişi ve kurumları doğru yola ulaştırabilmek içindir. -
36.
0I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesinde YaşananlarTümünü Göster
Tamamen yanlış bir düşünce şekli olmasına rağmen, savaş pgibolojisinde, taraflar kendi insanlarını korumak için hedefe giden her yolu kendilerince mubah görürler. Savaş; akıl sahibi ve mantıklı insanları akılsız hale getirebilir ve zafer hırsı ya da kendi insanlarını tehlikeden kurtarmak adına, tarafların zalimce politikalar izlemelerine neden olabilir. işte Ermeniler ve Türkler, I. Dünya Savaşı’nın korkunç ortamında bu büyük hataya düşerek birbirleriyle çatışmış olan iki kardeş millettir.
20. yüzyılla birlikte Osmanlı topraklarında büyük bir katliamlar dönemi başlamıştır. ABD’li tarihçi Justin McCarthy 1821-1922 yılları arasındaki 100 yıl içinde beş milyon Avrupalı Müslümanın yurtlarından sürüldüğünü, bir o kadarının da Avrupa destekli sözde bağımsızlık savaşlarında katledildiğini hesaplamaktadır. Bu etnik temizlik, Sırp ve Yunan bağımsızlık hareketlerinde, 93 Harbi’nde, 1912 Balkan Savaşı’nda iç Anadolu’daki Ermeni isyanlarında, Yunan işgali sırasında ve Kurtuluş Savaşı döneminde gerçekleşmiştir. Michael Mann, Carnegie Endowment raporunda, bu dönemde yaşananların, Avrupa’da daha önce görülmemiş büyüklükte bir etnik temizlik olduğunu yazmaktadır.183 Tarihçi Maria Todorova da benzer şekilde, 19. yüzyılın son çeyreğinde bir milyondan fazla Müslümanın, Balkanlar’dan Türkiye’ye göçe zorlandığını anlatmaktadır.184 Bugün bu şehitlerin adı bile geçmemektedir. ingiliz derin devletinin Türkleri Avrupa’dan Asya’ya sürme planı, böyle dehşetli, böyle zalim bir uygulama getirmiştir.
ingiliz derin devletinin kendi safına çekerek aldattığı bir kısım Ermeni de, Türklerin sürgün edilmesi planının önemli bir parçası olmuştur. Tarihçi Justin Mc Carthy, bu dönemdeki Müslüman kayıp sayısını 260 bin olarak verirken, Kemal Karpat 300 bin kişinin şehit edildiğini anlatmaktadır. ingiliz derin devletinin himayesindeki Ermeniler, Rus ordusunun Kafkaslardaki temizlik harekatındaki en büyük destekçileri olmuştur. ingiliz derin devleti, artık Osmanlı’nın dağılmasını kendi çıkarları için daha uygun gördüğünden, o dönemde Rusların “kendince” önünü açmış, ardından da Türklerle-Rusları ve Türklerle-Ermenileri birbirine düşürmüştür. Bu korkunç savaş ve katliamlardan kazançlı çıkan ise daima ingiliz derin devleti olmuştur.
1915 yılında ingiliz ve Fransız gemileri Çanakkale’ye saldırdıklarında Rus ordusu da Doğu Anadolu’yu işgale başlamıştır. Rus ordusu ile birlikte ingiliz derin devletinin himayesindeki bir kısım Ermeni de, Osmanlı askerine karşı saldırıya geçmiştir. Bu düzenli birliklere ek olarak, Ermeni komitacılarla Türk ordusu gerilla harbine girmiştir. 1915 kışında Erzurum Sarıkamış’ta 3. Ordu’nun 80 bin askerini şehit vermesi ile Türk savunması güçsüzleşmiş ve Rus ordusuyla Ermeni çeteleri ilerlemeye başlamıştır. Ermeni isyanlarının düzenleyicileri, o dönemde ingiliz derin devletinin doğrudan denetiminde bulunan Taşnak, Armenakan ve Hınçak partileridir. 14 Kasım 1922 tarihindeki New York Times haberine göre itilaf Devletleri ile beraber savaşan Ermeni sayısı 200 bindir.
Taşnak komitasının kendi örgütüne verdiği şu talimat, Ermenilerin savaş sırasındaki politikalarını açıkça ifade etmektedir:
Ruslar sınırı geçtiklerinde ve Osmanlı orduları geri çekilmeye başladıklarında her yerde isyanlar çıkarılmalı, Osmanlı orduları bu suretle iki ateş arasına alınmalıdır. Osmanlı ordularının ilerlemesi halinde ise Ermeni askerler silahlarıyla birlikte kıtalarını terk edecek ve çeteler teşkil edip, Ruslarla birleşeceklerdir.
1915 Şubatı’ndaki ilk Ermeni ayaklanması, Muş ilindeki neredeyse bütün Müslümanların şehit edilmesi ile sonuçlanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kayıtlarına göre bu rakam 20 bindir. Bu ve benzeri irili ufaklı birçok isyanın ardından Osmanlı Devleti; Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin önde gelenlerini toplayıp bu ayaklanmalara son vermelerini istemiştir.
Bu uyarının ardından olaylar yatışacağına daha da hızlanmıştır. Özellikle Mart 1915 döneminde Van bölgesindeki Mahmudiye, Saray ve Perakal katliamları, Zeytun ve Bitlis ayaklanmaları bölgede gerilimi arttırmıştır. Fakat bardağı taşıran son damla Van’da yaşananlardır. Nisan ayında 30 bin Ermeni bölgede ayaklanmıştır. Osmanlı askerleri ayaklanmayı bastırmakta yetersiz kalmış ve Mayıs ayında isyancılar şehrin anahtarını Rus generali Yudeniç’e teslim etmiştir.
1915 baharında yaşananları, Rahip Johannes Spörri ve karısı irene Spörri’nin yönetimindeki yetimhanede hemşire olarak görev yapan Käthe Ehrhold şöyle anlatmaktadır:
Van’da 20 bin kişi yaşıyordu. Rusların yaklaşması ile birlikte (20 Nisan 1915) Ermeniler sakladıkları silahları çıkararak savaşa başladılar. Şehirde büyük bir iç savaş, kardeş savaşı başladı. Günlerce sokak çatışmaları oldu. Ruslar kente iyice yaklaşınca, Türkler kenti boşaltma kararı aldılar ve bir gecede, sivil ve askerlerin tümü kenti terk etmek zorunda kaldı. Geriye yalnız kadınlar, yaşlılar ve hasta Türkler kaldı. Ertesi gün şehir Ermeni çetelerinin ve Rusların eline geçince, Ermeniler kaçamayan, kadın, yaşlı ve hasta Türkleri katlettiler. Dindar bir Hıristiyan olarak önce kendilerine bu günü veren Tanrı’ya şükretmeleri gerekiyordu. Fakat onlar bunu yapmadılar, bağımsız oldukları ilk gün yaptıkları bu cinayetleri büyük bir günahkârlık olarak görüyorum. Ermeniler Türklerin geride bıraktıkları mal ve mülke el koydu ve sanki kendilerininmiş gibi kullanmaya başladı. Yetimhaneme, şimdi Ermeni köylüleri yerine çevre köylerden Türk kadınlar gelmeye başladı. Rusların bölgede bulup topladığı bu kadınları yetimhanemizde korumaya aldık. Yoksa bu zavallılar tutanın elinde kalacaklardı. Bu kadınlara çok fazla yardımcı olamadık. Çünkü çetecilerden çok kötü muamele görmüş ve namuslarına tecavüz edilmiş bu kadınlar korkudan tir tir titriyorlardı.186
Almanya’nın istanbul Büyükelçisi Hans Freiherr von Wangenheim da Alman Dışişleri Bakanlığı’na olayları şu şekilde bildirecekti: “Van vilayetindeki Ermeniler ayaklanmışlar, Müslüman köylere ve kaleye saldırıya geçmişlerdir. Kaledeki Türk garnizonu 300 kayıp vermiş, günlerce devam eden sokak muharebeleri sonunda şehir asilerin eline geçmiştir. 17 Mayıs 1915’te Van Ruslar tarafından işgal edilmiş, Ermeniler düşman tarafına geçmiş ve Müslümanları katletmeye başlamıştır. 80 bin Müslüman Bitlis istikametine doğru kaçmaktadır.” -
37.
019. Yüzyıl Ayaklanmaları ve Savaşın Ayak SesleriTümünü Göster
Osmanlı Devleti’nde Ermeni isyanları, temelde 3 organizasyon tarafından idare edilmiştir: 1885 yılında Mıgırdıç Portakalyan’in kurduğu Armenakan Partisi, Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnak Partisi), Avedis Nazarbeg tarafından kurulan Sosyal Demokrat Hançukyan Partisi (diğer adıyla Hınçak partisi). Taşnak ve Hınçak Partileri sol görüşlü yapılanmalardır. Özellikle Hınçak Partisi, çalışma prensiplerini Karl Marks’ın Komünist Manifesto’su üzerine kurmuştur. Armenakan ve Taşnak partilerini merkezi Osmanlı ülkesinde iken, Hınçak Partisi’nin merkezi Londra’dadır.
Taşnak Partisi, ihtilalci ve acımasız yapısıyla zaman içinde Ermeni ayaklanmasını doğrudan teşvik etmiştir. Parti, Sason ve Van ayaklanmalarının, istanbul’daki Osmanlı Bankası Baskını’nın ve Doğu Anadolu’daki birçok katliamın sorumlusudur. Taşnak Partisi tarafından kurulan Kara Haç Çetesi de ayaklanmalara destek vermeyen Ermenileri katletmek üzere çalışmıştır. Çete, ismini, öldürdüğü barış yanlısı Ermenilerin alınlarına kesici bir aletle kazıdıkları haç işaretindeki kanın kuruması ve siyah renge dönüşmesinden almıştır. I. Dünya Savaşı’nda Rus ordusu içindeki 4 Ermeni gönüllü alayını da Taşnak Partisi toplamıştır. Savaş sonrası Sovyet Ermenistan’ın Kızıl Ordu kontrolüne geçmesinden sonra, 1930’larda Stalin’in emri ile Taşnakist olarak adlandırılan on binlerce Ermeni ya kurşuna dizilmiş ya da Sibirya’ya sürgüne gönderilmiştir. Kitap genelinde anlattığımız ingiliz derin devleti, elini attığı her yere olduğu gibi Ermenilere de sadece ölüm getirmiştir.
ingiliz derin devletinin kışkırtmasıyla başlayan ilk Ermeni isyanı, 1879’da yaşanan Zeytun isyanıdır. Faaliyet alanı olarak Zeytun’un seçilmiş olması dikkate değerdir. Burası dağlık bir alan olması nedeniyle eşkıya çetelerinin yoğun olarak bulunduğu bir yerdir. Ancak buradaki çete mensupları, Osmanlı genelinde yaşayan barışçıl Ermeni vatandaşlarından ayrı olarak kanun tanımazlıkları ile bilinen bir grup eşkıyadan ibarettir.
Amerikalı misyonerlerden Thomas Christie de, Ocak 1879 tarihli Zeytun Ermenilerini konu alan mektubunda, buradaki Ermenilerin eşkıya oldukları hakkında şu tespitlerde bulunmuştur:
Zeytun’un 8–10 bin nüfusu var. Zeytun’daki insanlar gaddarlık ve vahşilikleriyle meşhurdur… Türklerden de nefret ediyorlar. 12 yıl önce (1867) Mr. Montgomery ilk kez Zeytun’a gittiğinde; Zeytunlu papaz kalabalığı galeyana getirmiş̧ ve misyoner Montgomery ve yanındaki kişi atlarından çekilmiş̧, dövülmüş ve taşlanmıştır. Zeytun’da ilk kez Protestan olan bir adam da dövülmüştü. Zeytunlu kaba eşkıyalar, Türk idaresinde de pek sessiz durmadılar. Sonunda teslim olsalar da; Türk askerini de zaman zaman püskürttüler… Fakat bu isyanlar özgürlük için değildir. Onlar kanun altında özgürlük de istemediler. Onların liderleri basit eşkıya liderleri idi. Bunlar Türkleri de, Hıristiyanları da yağmaladılar. Daima kendi aralarında da kavga ederler, bu kavgalar da çok kanlı olurdu.180
Bu isyancı eşkıyaların, asırlarca Osmanlı yönetimi altında huzur içinde, sanat ve ticaret ile uğraşan dindar ve sadık Ermenileri hiçbir şekilde temsil edemeyeceği açıktır. Ne var ki, bu silahlı, sınır tanımaz yağmacılar, ingiliz derin devleti için her zaman Osmanlı’ya karşı kullanılabilecek birer paralı asker olmuşlardır.
93 Harbi sırasında ve hemen ardından 1879 yılında, Zeytun Bölgesi iki büyük isyana ev sahipliği yapmıştır. ikinci isyanda, izmir Ermeni Kilisesi’nin başrahibinin Berlin Kongresi kararlarıyla Zeytun’da bir Ermeni Kilisesi kurulacağı ve ingilizlerin bu amaçla silah ve para göndereceğine dair propagandası etkili olmuştur. Dönemin Bahriye Nazırı ingiliz Said Paşa, günlüklerinde isyanın arkasında ingiltere’nin Halep Başkonsolosu Philip Henderson’un olduğunu anlatmaktadır.
Zeytun isyanında silahlı çeteler, Müslüman köylerini hedef almışlardır. Bölgeden düzenli olarak katliam haberleri gelmeye başlamıştır. Bu saldırılardan yılan 600 kadar bölge Müslümanı, Zeytun’daki Müslümanları korumak amacıyla isyancılara karşı harekete geçmişlerdir. iç savaş ortdıbının oluşmakta olduğunu gören Bab-ı Ali de, isyanı bastırmak için Zeytun’a asker sevk etmiştir. Yaşananları daha iyi anlamak için Maraş Mutasarrıfı Miralay Mazhar Paşa tarafından ele geçirilen, eşkıya reisi Babek’in, ingiltere’nin Halep Konsolosu Henderson’a yazdığı mektup çok değerli bir delildir:
Halep ingiliz KonsolosunaZeytun’a keşfe gelen Konsolos Bey Efendim,
Ayağınızın toprağına yüzlerimizi sürüp buradan oraya kadar ayaklarını öperiz… Sizinle beraber yaptığımız görüşmeyi gökte Allah yerde biz biliriz. Serkis Piskopos’un tekkedeki odasında size verdiğimiz mazbatadan bir fayda göremedik, hâlâ gözlüyoruz. Bize emrettiğiniz gibi hareket ettik. Hem siz de biliyorsunuz ki emrinizden çıkmadık. Siz bize: “Ben buradan gittikten sonra eşkıyalar gelip tekkede rahatça otursun, dağlarda perişan olmasınlar. Bundan sonra hükümetten adam gelip eşkıyaları yakalamaya cesaret ederse karşı koyun ve bana bildirin ki ben de başka yerlere ne şekilde karşı koyduğunuzu bildireyim” diye tembih ettin. Ancak Zeytun’dan dışarı çıkan adamımızı öldürüyorlar. Bu mazbatanın cevabını acele bildiriniz. Ne şekilde hareket edelim?..
Mektubunuzda bizlere Hıristiyan kaymakam geleceğini ve hükümet memurlarının bizden olacağını okuduk. Ancak yeni duyduğumuza göre Müslüman memurlar gelecekmiş. Eğer bu doğruysa biz de ona göre hazırlıklarımızı yapalım. Daha önce olduğu gibi “kör” durumuna düşmeyelim ve sizin emriniz üzere yaşayalım, siz de çok yaşayınız. Tutuklularımızı derhal çıkarmanın bir çaresine bakınız. Ne masraf ederseniz kabulümüzdür. Biz hepimiz çevre köylerimizle beraber sizin milletinizdeniz… Emretmiş olduğunuz gibi vekâleten gönderdiğiniz Patvili Efendi’ye hükümetten aldığımız silahları teslim ettik… Bizler önceki gibi mi hareket edelim, yoksa rahat mı duralım? Bize acele haber bildiriniz.181
Zeytun isyanı, ingiliz Said Paşa’nın aldığı tedbirlerle, genel af ve devletin şahısların zararını tazmin etmesiyle son buldu. Genel af, isyanın elebaşları da dahil tüm Ermenileri kapsayacaktı. Fakat Said Paşa’nın şu sözleri bu isyanın son olmayacağını açıkça ortaya koymaktaydı:
Zeytunluların bu isyankar halleri Avrupa’nın daima Hristiyanların tarafını tutmasından ve özellikle ingilizlerin Ermenileri himaye ederek islamları kabahatli görmesinden kaynaklanmaktadır. Halep ingiliz Konsolosu Mr. Henderson’un Zeytun eşkıyasına gönderdiği mektupla asileri teşvik ettiği ortadadır. Anadolu’da Van taraflarında, Halep vilayetinde Ermenilerin isyanlar çıkarmaları ve yabancı elçiliklere iltica ederek yakınıp sızlanmaları ileride özerk bir Ermeni vilayeti teşkil etmekten başka maksat taşımaz. Bu dahi birden bire gerçekleşmez. Fakat biz önünü alamazsak Van’a bir Ermeni valinin tayin olunmasını Avrupa bizden isteyecektir. Cebel-i Lübnan ve Girit’te olduğu gibi bir Ermeni vali tayin mecburiyetinde kalacağız...
Paşa’nın bu öngörüsü tutmuştu. 1912 yılında Van’da Ermeni bir Belediye Başkanı Bedros Kapamacıyan görev alacaktı. 1915’te ise Ruslar, vali olarak bir Ermeni’yi Aram Manukyan’ı atayacaktı.
Burada tekrar hatırlatalım: Ermeni valilerimizin olması bizim için her zaman bir gurur vesilesidir. Ancak burada yapılan, ingiliz derin devletinin sinsi taktiklerinden biridir; bu nedenle eleştiri konumuzdur. (Rusların Ermeni çeteleri kışkırtmasının da ingiliz derin devletinin bir planı olduğunu hatırlatalım) Atanan valiler, söz konusu bölgelerin Osmanlı topraklarından koparılmasında bir ajan ve araç olarak kullanılmak üzere seçilmişlerdir. Burada bir oyun ve bir tuzak vardır. Söz konusu Ermeniler, Osmanlı’nın sadık vatandaşları değil, ingiliz derin devletinin yancılarıdır. ingiliz derin devleti, tıpkı Osmanlı içinde bulduğu gibi, Ermeniler içinde de yancılar bulmakta zorlanmamıştır. -
38.
0ingiliz Basınında Yürütülen Ermeni PropagandasıTümünü Göster
Suni olarak geliştirilen Ermeni sorununda, Ermenilerin Osmanlı’ya karşı kışkırtılması ilk aşamadır. 1878 Berlin Kongresi’nde ingiltere’nin önderliğinde Ermenilerin Rusya’ya karşı sahiplenilmesi mantığı tartışılmıştır. Lord Salisbury, Ermenilerin menfaatlerinin güvence altına alınarak acilen durumlarının iyileştirilmesini teklif etmiş ve bu şart, Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi olarak kabul edilmiştir. Bu çerçevede, ingiltere içinde de lobi faaliyetleri yürütülmüş; Ermeni yazarlar, Osmanlı aleyhinde yazılar yazmaları ve Osmanlı karşıtı propaganda yapmaları konusunda teşvik edilmiştir.
Yine Lord Salisbury himayesindeki Agopyan adlı bir Ermeni, Londra’da Haiasdan isimli bir gazete çıkarmaya başlar. Henry Labouchere’in sahibi olduğu Truth Gazetesi gibi belli başlı gazetelerde Ermenilerin Hristiyan kimlikleriyle Osmanlı tarafından ezildikleri şeklinde yayınlar yapılmaya başlanır. Bab-ı Ali, bu aleyhte yayınların engellenmesi için yerel mahkemelere başvurur, ancak ifade özgürlüğü adı altında bu yalan haberlere devam edilir.
Avrupa’da kamuoyu oluşturmak ve böylece Osmanlı Devleti üzerinde baskı oluşturabilmek amaçlanmaktadır. ingiltere’de Gladstone’un başını çektiği bazı politikacılar, Avam Kamarası’nda, “Hıristiyanların zulme uğradıkları” şeklinde Osmanlı aleyhine kışkırtıcı konuşmalar yapmıştır. Times Gazetesi, sözde Hıristiyanların türlü cezalarla öldürüldüklerini, kilise ve diğer binalarının yağma edildiğini ve işin günden güne tehlikeli bir hal aldığı yalanlarını yaymaktadır.
Abdülhak Hamid, Yıldız Saray-ı Hümâyûnu Baskitâbet Dairesi’ne yazdığı raporda durumu şöyle özetlemiştir:
Mevcut durumun tamamı göz önüne alındığında ingiltere’nin, Osmanlı Devleti çıkarlarına aykırı bazı emellerin gerçekleşmesine hararetle çalışmakta olduğu sonucunu çıkarmak doğaldır. Bu takdirde gerek Gladstone partisi ve gerekse Salisbury grubuna mensup gazetelerin yaptıkları yayınlara, kamuoyunu kendi kötü emellerini kolayca kabule hazır bir hale getirmek için tertip olunmuş yayınlar gözüyle bakmak gerekir.179 (Londra, 7 Eylül 1889, Abdülhak Hâmid)
ingiliz derin devleti, Ermenilerin 1894 yılındaki Sason ayaklanmasını kara propagandaları için kullandılar. Bir anda tüm Avrupa basını, Ermenilerin Türkler tarafından katledildiğini anlatan makalelerle doldu. Bu yayınların etkisiyle birçok Avrupa şehrinde Ermeniler lehine gösteriler düzenlendi. Avrupa kamuoyu, Ermenileri Türklerden kurtarmaya hazırlanıyordu. Gerçekte ise yaşananlar, Osmanlı Devleti’nin yıkılıp doğuda ingiliz derin devleti himayesinde bir Ermeni devletinin kurulması planının altyapısı idi.
ingiliz propaganda sistemi hiçbir olayı boş geçmiyordu. Küçük olaylar büyütülüyor, Ermenilerin katliamları göz ardı ediliyor karşılıklı çatışmalar ise Türklerin Ermenileri katletmesi olarak gösteriliyordu. The Times, Standart, Daily Telegraph, Daily Chronicle gibi ingiliz gazeteleri taraflı yazı ve makalelerle basılıyordu. Gladstone ise ateşli nutuklarla politikacıları ve ingiliz kamuoyunu Osmanlı aleyhine yönlendiriyordu.
Dönemin ingiliz büyükelçiliğinde tercüman olarak görev yapan Fitzmaurice’in Anadolu’yu gezip yazdığını iddia ettiği raporları, bu kara propagandanın cephanesini oluşturuyordu. ingiliz diplomasisi adına yazılan bu raporlar, yabancı devlet elçiliklerini de etkisi altına almaktaydı. ingiliz derin devleti, kendi kamuoyunun ardından Avrupa devletlerini de yanına çekmekte ve planlarının uygulayıcısı haline getirmekteydi. Bu yalancı delil yöntemi, yaklaşık bir asır sonra Irak’ın işgali için oluşturulan uluslararası askeri gücün harekete geçirilmesinde de karşımıza çıkacaktı.
Ermeni meselesinin, ingiliz derin devleti tarafından nasıl bir medya propagandası haline getirildiğine, “ingiliz Derin Devletinin Propaganda Gücü ve Küresel Medya Yapılanması” bölümünde çok daha detaylı değinilecektir. -
39.
0Misyonerler Hareketinin Ermeniler Üzerindeki EtkisiTümünü Göster
ingiliz konsolosları, Ermeni vatandaşlarımıza Osmanlı yönetimini kötülüyor, onların haklarını koruyacak makam olarak da ingiliz devletini ve himayesini gösteriyorlardı. Bu amaçla, bir program dahilinde Ermeni köylerini ziyaret edip propaganda faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Adana vilayetinden Dahiliye Nezareti’ne gönderilen telgrafta konsolosların bölücü faaliyetleri hakkında şu tespitler aktarılıyordu:
ingiltere Devleti tarafından Adana Konsolos Vekili olarak atanan Yüzbaşı Cooper’ın elinde bulunan fermanda kendisinin normal konsolos vekili olarak sadece ingiltere vatandaşlarının işlerine bakmak üzere tayin edildiği açıklanmakta iken, buraya geldiğinden beri mazlumların koruyucusu şeklinde görünüp mahkemelerde davalarını kaybeden ve tüccar olan hak sahiplerinin verdiği şikâyet içeren dilekçe ve önerileri kabul ederek kendilerine yardım vaat etmektedir. “Bu davalara niçin böyle karar verilmiş?” şeklinde savcıya sorular sormak ve şikâyette bulunanlara Osmanlı Devleti’nin idaresini kötüleyip ingiltere Devleti’nin adaletini överek kalpleri kazanmaya çalışmak türündeki davranışları tahammül sınırını aşmıştır… Şu sıralar buranın da Kıbrıs gibi ingilizlere bırakılacağı, Konsolos’un gelişinin bu yüzden olduğu, Kozan, Zeytun, Dersim ve Van’ın Ermenistan adıyla -Bulgaristan gibi- Ermeni bir valinin özerk yönetimine verileceği söylentileri halk arasında yayılmaya başladı. Bu gelişmenin Osmanlı Devleti’nin hukuk ve bağımsızlığı için ne derecede zararlı olup memleketin idare ve güvenliğini bozacağını tarafınıza söylemeye gerek yoktur. Ancak bu durum biraz daha sürecek olursa vatandaşların düşünceleri tamamen değişecek ve gelecekte vaziyet daha tehlikeli bir hal alacaktır. Bunlara karşı nasıl hareket edileceği hakkında elimde talimat olmaması dolayısıyla bir taraftan sorumluluk korkusu ve diğer yandan hükümetin şerefini koruma görevi beni kararsızlık ve sıkıntı içinde bırakmaktadır. Hareket tarzımı belirlemek için ayrıntılı emirlerinizi istirham ederim.178 (15 Aralık 1879)
ingiliz derin devleti, Osmanlı Devleti’ni yıkabilmek için Anadolu topraklarında istihbarata ihtiyaç duymuştur. ingiliz derin devleti güdümündeki Ermeni isyancılar, 1890 yılından 1922’ye kadar ingiliz istihbaratının beşinci kolu şeklinde faaliyet göstermişlerdir. Çanakkale Savaşı’nda, Adana Ermeni olaylarında ve 1915 ayaklanmalarında ingiliz istihbaratı ile Ermeni ihtilalci partileri birlikte hareket etmişlerdir. Çünkü söz konusu Ermeniler, yıllarca Osmanlı Devleti’nin içinde yaşamaları nedeniyle Anadolu’yu Türkler kadar iyi bilmektedir. Osmanlı’yla tüm cephelerde mücadele eden ingiliz derin devletinin aradığı destek, bu Ermeni komitalarından gelmiştir. ingiliz derin devletinin manipüle edebildiği Ermenileri kendi yanında devşirmesi, neredeyse 100 yıl boyunca ince ince işlenmiş bir planın sonucudur. -
40.
0I. Dünya Savaşı Öncesi Yerel AyaklanmalarTümünü Göster
ingiliz derin devletinin Doğu Anadolu’daki çıkarları, Ermeni toplumunun Osmanlılara karşı kullanılması stratejisi üzerine kuruluydu. Bu gerçek, şu ana kadar pek çok Batılı ve Ermeni tarihçi tarafından da dile getirilmiştir. Ancak Osmanlı yönetiminden hiçbir şikayeti olmayan ve yıllardır barış içinde yaşayan halk üzerinde bu girişimler ilk başlarda etkili olmamış ve provokasyon amaçlı kurulan teşkilatların büyük bölümü zaman içinde yok olup gitmiştir. Söz konusu teşkilatlar, Osmanlı toprakları içinde başarılı olamayınca bu kez farklı ülkelerde faaliyet göstermeye başlamışlardır.
Ermeni propagandasının bugünkü önde gelen kişilerinden Louise Nalbantyan, kurulan bu komitaların amacını, “Ermeni halkının duygularını harekete geçirmek için tahrike ve teröre ihtiyaç vardı. Halk, düşmanlarına karşı kışkırtılacak ve aynı düşmanın misilleme faaliyetinden yararlanılacaktı… Komite, Osmanlı Hükümeti’ni terörize etmeyi amaçlıyordu” şeklinde tanımlıyordu.171 Yani Anadolu’da isyanlar çıkartmak için ingiliz derin devleti tarafından kışkırtılan bir kısım Ermeniler, kendilerine yöntem olarak “terörü” seçmişlerdi. Nitekim bu komitaların kurulmasını takip eden yıllarda Anadolu’nun dört bir yanında isyanlar çıkartılmıştır. isyanlarda pek çok masum insan hayatını kaybetmiş ve bu isyanlar nedeniyle Anadolu topraklarında huzur sağlanamamıştır.
Ermeniler, Osmanlı yönetimi altında ağırlıklı olarak sanat ve ticaretle uğraşan özgür bir milletti. Dini özgürlükleri tamdı; kendilerine ait kiliseleri olup istedikleri gibi ibadet edebilirken, kendi din adamlarını yetiştirdikleri manastırları da bulunmaktaydı. Askere gitme zorunlulukları yoktu. Bu çerçevede Osmanlı Devleti, onlar için, yüzyıllarca huzur ve güven içinde yaşamalarını sağlayan bir otorite olmuştu. Ancak Osmanlı’nın parçalanma süreci içinde onlara da bir rol biçildi. Osmanlı’ya başkaldırarak ayrı bir devlet olmaları teşvik edilecekti. Ancak ingiliz derin devleti, Ermenilerin böyle bir niyetlerinin olmadığını çok iyi biliyordu. Yapılacak şey, onları provoke edecek yollar bulmaktı.
Doğu Anadolu’yu gezen Amerikalı gazeteci George H. Hepworth, hatıralarında Ermenilerin kendisine şunları söylediklerini aktarır:
Ah! Biz önceleri çok mutlu bir halktık. Vergimizi öder, işimizle, gücümüzle uğraşır, huzur ve refah içinde yaşardık! ingiltere’nin işi karıştırması yok mu? Eğer, Avrupa bizi yalnız bırakmayı isterse iyi bir geleceğe sahip olabiliriz. Fakat halk olarak bizim kötü bir duruma düştüğümüz görülüyor. Zavallı Ermeniler! Avrupalılar bizi Türklere karşı fena bir hırsla tahrik ettiler, Yazık…! Memleketimiz harap oldu.
işte bu rahat ortam, Osmanlı yönetiminin zayıflığında yerini, ingiliz derin devleti önderliğinde bir isyan ve zulüm ortdıbına bıraktı. O güne dek ırkçı ve milliyetçi akımlardan hiçbir zaman etkilenmemiş olan Ermenilerin ırk ve din farkı, ingiliz derin devleti tarafından bir anda ön plana çıkarılıyordu. Bu amaçla, önce Hristiyan Ermeni toplumu Müslümanlara karşı kışkırtılmalı, haksızlığa uğratıldıkları görüşü yayılarak sözde “ezilmiş toplumun” başkaldırışı sağlanmalıydı. Çatışma ve kan dökülmesi bu sinsi planın olağan bir sonucu olmalıydı.
Rusya’nın Van ve Bitlis Genel Konsolosu General Maywesky, özellikle ingiltere tarafından yürütülen bu cesaretlendirme ve kışkırtma sürecini şöyle aktarır:
Türkiye Hristiyanlarının –bu sefer de Ermenilerin–, Türklerin zulüm ve baskısına maruz kaldıklarını Avrupa’ya göstermek icap ediyordu. Fikir pek doğru. Sırbistan ve Bulgaristan’da da böyle olmuştu. Ermenilerden de bu suretle istifade edeceklerdi… Propaganda şu şekli aldı: “Ancak ve ancak kan dökmek lazım ki, Ermeniler serbesti kazansınlar. Kan dökünüz, Avrupa sizi himaye eder.” Mutlaka kan dökülmesi lüzumuna kani idiler. Ermeni kanı dökülünce, hemen Avrupa’nın gelip Ermenistan’ı yakında ihya edeceğine iman etmişlerdi. Başka türlü bu derece vahşet irtikap edilemezdi. Muhtariyet idaresi emeli kuvvetli olmasaydı, Londra’nın emriyle binlerce hayat telef olur muydu?
ingiliz derin devletinin bölücü kışkırtma politikası, yıllar sonra artık açık ve net bir şekilde ifade ediliyordu. 1880’de iktidara gelen ingiliz Başbakanı Gladstone, “Ermenilere muavenet (yardım), insaniyeti hizmettir” diyor, Osmanlı’dan ayrılmaları hususunda ise “Doğu’yu ilerletip aydınlığa kavuşturmak isterseniz Ermenilere istiklal veriniz” diyerek ingiliz resmi devlet politikasını açıklıyordu. Gladstone kabinesi, Ermenileri bir araya toplayıp organize ediyor ve kuracakları yeni bağımsız devletin ingiltere himayesinde olacağını vaat ederek onları cesaretlendiriyordu.
Tarihçi yazar Süleyman Kocabaş, tarihin belgelediği bu gerçeği şu sözlerle açıklamıştır:
Doğu Anadolu’da Ermeni şiddet olayları başladı. Bölgedeki yabancı görgü tanıklarının yazdıklarına göre, Ermeni komitacıları, ingiliz konsoloslarıyla gizlice temasta idiler. Bunu, Rusya’nın Van konsolosu General Maywesky eserinde yazar. Ermeni isyanlarının en civcivli zamanı olan 1896’da Doğu Anadolu’yu gezen Amerikalı gazeteci George H. Hepworth da hatıralarında, ingiliz-Ermeni ilişkilerinden bahseder. Bölgede Müslümanlarla Ermeniler arasındaki kanlı olayların asıl sebebinin yurt dışından gelen Ermeni komitacıları olduğundan bahsettikten sonra şöyle devam eder: “Arada bir Ermeni komitacılarının tecavüzlerini yenilemeleri mümkündür. Onlar, maksatlarını açıkça söylüyorlardı. Kendileri olayların gerisinde, Türklerle Ermenileri birbirlerini öldürmeye teşvik ederlerse, Avrupa’nın kuvvete başvurarak müdahale edeceğine ve ondan sonra kendilerinin Ermeni Krallığı’nı yeniden kuracaklarına inanıyorlardı… ingiltere, onları yeni çabaları için övüyor ve teşvik ediyordu. ingilizler, gece karanlığı ortalığı sarınca, şehirlerin içindeki yollardan gizlice hareket ederek, kendilerini destekleyeceklere söz vermeleri halinde, hükümetlerinin onların yardımına koşacağını söylüyorlardı.”
Nitekim 1896’da söz konusu Ermeni komitaları, Liverpool’da büyük bir miting düzenlemişler, mitinge katılan Gladstone, uzun bir konuşma yaparak Ermenileri tahrik eden ifadeler kullanmıştı.176
Harvard Üniversitesi Tarih bölümü kürsü başkanı William L. Langer’e göre, Türkiye’de “hunharca akıtılan kanlardan, daha ziyade ingiltere sorumluydu”.177
Anadolu’daki ingiliz konsoloslarının himaye ve yönetimindeki Ermeni komitaların faaliyetleri, 1895 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında iyice yoğunlaşmıştır. 1895 yılı içerisinde çıkan bu Ermeni isyanları; 29 Eylül Divriği, 2 Ekim Trabzon, 6 Ekim Eğin, 7 Ekim Develi, 9 Ekim Akhisar, 21 Ekim Erzincan, 25 Ekim Gümüşhane, 25 Ekim Bitlis, 26 Ekim Bayburt, 27 Ekim Maraş, 29 Ekim Urfa, 30 Ekim Erzurum, 2 Kasım Diyarbakır, 2 Kasım Siverek, 4 Kasım Malatya, 7 Kasım Harput, 9 Kasım Arapgir, 15 Kasım Sivas, 15 Kasım Merzifon, 16 Kasım Antep, 18 Kasım Maraş, 22 Kasım Muş, 3 Aralık Kayseri ve 3 Aralık Yozgat isyanlarıdır. -
41.
0ingiliz Derin Devleti ve Kurtuluş SavaşıTümünü Göster
ingiliz gizli belgelerinde, Türk Kurtuluş Savaşı ile ilgili şu ifadeler gerçmektedir:
ingiliz Dış Politika Belgeleri: 1919-1939
Türkler sadece Yunanların istilasına uğradıklarını sanıyorlar ve onlarla savaşmaya hazırlanıyorlar, ancak Yunanlar müttefik planının bir parçasıdır.147
Türkleri rahatsız etmeyelim ve Türklere harbin bittiği izlenimini verelim… Yunanlarla italyanlar aralarında anlaşıp nereleri işgal edeceklerine karar veriyorlar… Türklere bu işlerin duracağı hissini vermeliyiz.148
Amiral F. de Robeck: “… Sultan, ingiliz otoritelerinden kuvvet kullanarak milliyetçileri durdurmalarını istedi… Başbakan (Sadrazam) ve içişleri Bakanı (Dâhiliye Nazırı) durumun kötülüğünü kabul ediyorlar ve asileri bastırmak için müttefiklerden izin istiyorlar… Başbakan (Sadrazam) Ferit Paşa Hükümeti, milliyetçilere karşı savaş ilan etti ve milliyetçilerle konuşulamayacağına karar verdi… ingiltere, Türklere karşı olan savaşta başrolü oynadığı halde bugün Türk gazetelerinde ve hatta milliyetçi gazetelerde bile ingiltere iyi bir yerde.”149
Amerikan Radyosu konuşması: “…Mustafa Kemal bana dedi ki: ‘Bizim hükümetimiz, yabancı hile ve müdahaleleriyle zayıflatılmıştır. Milliyetçilerin, ingiliz ve Fransızlardan yardım aldığı yalandır. ingiliz sermayesi Türkiye’yi mahvediyor. Biz ingiltere’deki eski Türk Dostları Cemiyeti Başkanı Adil Bey’in 200 bin Sterlin, Konya Valisi’nin 150 bin Sterlin ve belki de Ankara Valisi’nin bu miktar para aldığını biliyoruz.’“150
Mr. Ryan’ın raporu: “… (Türkiye’deki) Milli kuvvetler gittikçe geliştiği için, silahların bırakılmasına rağmen 40 bin kişilik bir hükümet kuvvetinin, milliyetçilere karşı kullanılması istendi.” Başbakan (Sadrazam) bu isteği derhal kabul etti.”151
Villa Belle’deki toplantı: “… Lloyd George, ‘Mustafa Kemal’in başarısı Araplara da sıçrayabilir; bu nedenle mutlaka ezilmesi gerekir… Yunanların çarpışma yeteneğini büyüttük, Türklerinkini de küçülttük.’“152
Villa Franeuse’deki toplantı: “…istanbul Hükümeti, yalnız bizim için değil, bütün dünya için tehlikeli olan Türk milli hareketini bastırmakta bize yardımcı olabilir… Savaşın iki yıl uzamasına sebep olan Türklere hiçbir şekilde merhamet edemeyiz… Mr. Venizalos, ‘imkânı olsa Türklere silahtan başka bir yol kullanabiliriz, fakat Türkler silahtan başka bir şeyden anlamazlar.’ demiştir.”153
Amiral F. de Robeck: “…Anadolu’daki bütün hareketler Mustafa Kemal Paşa tarafından düzenlenen milli hareketin parçaları olarak düzenlenmektedir… Damat Ferit, milliyetçi harekete karşı asker göndermek istiyor… Aldığımız kararlara saygı göstermeyen tek halk Türk halkıdır.”154
Amiral F. de Robeck: “…Türkler Yunan idaresi altına girmezler, özellikle Yunanların izmir’de yaptığı kepazelikten sonra… ingiliz subayları ve bizim adamlarımız Türkleri öldürmek için, Yunanlarla iş birliği yapıyorlar… Türkler müthiş savaşçıdır, cephaneleri azdır ve hiç ulaştırma araçları yoktur… Türklerle yapılacak sulh anlaşmasında Kürdistan’da Türklerin hiçbir hakları kalmayacaktır. Kürdistan’da durumdan emin olmalıyız, Kürtler bile ne istediklerini bilmiyor… Erzurum, Türklerin en kuvvetli kalelerinden biridir, çok büyük bir Türk toprağının Ermenilere verilmesine göz yummazlar… ingiliz imparatorluğu, bir zamanlar Türk imparatorluğu’nun olan bütün bölgeleri elde etmiştir.”155
Amiral F. de Robeck: “… Anadolu hareketinin nedeni, Yunan işgali ve yaptığı dehşet verici eylemlerdir. Ayrıca büyük Ermenistan ve Pontus devletlerinin kurulması bu hareketin sebebidir.”156
Amiral F. de Robeck: “…Başbakandan (Sadrazam) Mustafa Kemal’i kötüleyen ve onları hükümetin emrine karşı gelen asiler olduklarını bildiren ve halkın hükümete bağlı olması gerektiğini anlatan bir yazı aldık.”157
Amiral F. de Robeck: “… Damat Ferit (Sadrazam) şahsi emniyetinden, Sultan’ın emniyetinden ve kendi adamlarının emniyetinden korkmaktadır. Eğer milliyetçiler Türkiye’de idareyi ele geçirirlerse, kendisinin ve Sultan’ın hayatının himayemiz altında olduğunu söylememe izin verir misiniz? Ferit ‘Sultan’a etki eden tek insan olduğunu ve ingiliz dostluğunu kendisinin yarattığını’ söylüyor. Damat Ferit’in istifası halinde onun ve Sultan’ın yurt dışına şerefli bir şekilde çıkmasını sağlamalıyız… Sultan, tahtını terk ederse, ona Türkiye’den çıkması için gereken her türlü yardımı yaparım.”158
H. Rumbolt: “… izmir’den gelen askeri raporlar iyi değil. Yunanlar bile askeri disiplinleri olmadığını itiraf ediyorlar. 3. birliğin komutanı Kondylis Salihli’den kömür vagonlarının altına saklanarak kaçmış, öyle görünüyor ki Yunanlar tek başlarına bu işi yürütemeyecekler.”159 -
42.
0ingiliz Derin Devletinin Ermeni isyanı Karargahı: KıbrısTümünü Göster
Kıbrıs’ın yönetiminin sözde geçici olarak ingilizlere verilmesini öngören ve gizli yapılan 1878 Kıbrıs Antlaşması öncesinde Ada’da 45 bin Müslüman ve 100 bine yakın gayrimüslim yaşamaktaydı. Ermeniler, Rumlar, Museviler ve az miktarda Nasranî, bu gayrimüslim nüfusu oluşturmaktaydı. ingiliz misyonerler de bu Hristiyan nüfusa etki etmek amacıyla Kıbrıs’ta faaliyet yapmaktaydı. ingilizler, Ada’yı kontrollerine aldıklarında Ermeniler için bir okul açarak nüfuzlarını arttırmayı amaçladılar. Bu, ingiliz derin devletinin Ermeni meselesinde Kıbrıs’ı üs olarak kullanmak için attığı ilk adım oldu. Anadolu’da barınmakta zorlanan Ermeni komitacılar Kıbrıs’a yerleştiler. Birçok ayaklanmanın planlayıcısı Taşnak ve Hınçak komitaları Kıbrıs’ta organize oldular. Ermeni Muhibban Cemiyeti ve Ermeni Mülteciler Vakfı Komitesi, hep Kıbrıs merkezli kuruldu. Anadolu Ermenileri her geçen gün daha fazla Kıbrıs’tan sevk ve idare edilmeye başlandı. Merkezi ingiltere’de olan Hınçak komitasının Magosa’da avukatlık yapan başkanı Sivaslıyan da, Ada’daki Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmakta ve anakaradaki ayaklanmalara katılmalarını sağlamaya çalışmaktaydı.
Ermeni ayaklanmaları için Kıbrıs, sadece kültürel ve sosyal bir merkez değildi. Ayaklanmalara lojistik destek de büyük ölçüde yine Ada’dan sağlanıyordu. Osmanlı ile Avrupa topraklarındaki Ermeniler, Kıbrıs üzerinden haberleşmekteydiler. Aynı şekilde yurt dışına kaçan veya Anadolu’ya dönecek Ermeniler de Kıbrıs üzerinden gizlice gidip gelebiliyorlardı. Halep, Diyarbakır, Bitlis, Hakkari ve Van illerinde isyana karışan Ermeniler, iskenderun ve Mersin üzerinden yelkenlilerle Ada’ya çıkıyorlar, Ada’daki ingiliz hakimiyeti sayesinde kimlik değiştirip Avrupa ve ABD’ye yolculuk ediyorlardı.
Avrupa’daki Ermeniler tarafından satın alınan silahlar da, yine Kıbrıs üzerinden Ermeni komitacılara ulaştırılıyordu. Tüm bu operasyon ingiliz derin devletinin sevk, idare ve korumasında gerçekleşiyordu. Kıbrıs adası sadece Anadolu topraklarına yakın değildi. Bugünkü Suriye ya da Lübnan sınırlarında bulunan birçok Osmanlı kenti de Ada’yı üs edinmiş bir kısım Ermenilerin tehdidi altındaydı. Osmanlı Devleti ise değil bu ulaşımı engellemek, bütün bunları gözleyebilecek altyapıya dahi sahip değildi.
Burada bahsettiğimiz kişilerin, ingiliz derin devletinin hakimiyetinde bulunan Ermeni komitacılar olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda vardır. ingiliz derin devletinin etkisi ile Ermeni vatandaşlarımızın bir kısmının propagandaya kanarak yanlış bir yol izlediği doğrudur. Fakat Ermeni kardeşlerimizin büyük bir çoğunluğu, o dönemde, kendi vatanları olan Osmanlı’ya sadık kalmaya devam etmiş, ingiliz derin devletinin sahte oyunlarına kanmamışlardır. Bu değerli millet, işte bu yüzden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da Türkiye topraklarında yaşamaya devam etmişlerdir, hala vatanımızın bir parçasıdırlar. -
43.
0ingiliz Derin Devletinin Ermenileri Boyunduruk Altına AlışıTümünü Göster
13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı; Rumeli’de ve Ermenilerin oturduğu bölgelerde, ingilizlerin baskısıyla çeşitli ıslahatları hayata geçirmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu anlaşma ile ingiliz derin devleti, Ortodoks Hristiyan bir topluluk olan Ermeniler üzerinde hakimiyet elde etmeye başlamıştır. Ne var ki, mezhepleri farklı olan Ortodoks Ermenilerini, Protestan mezhebine bağlı ingilizlerin safına çekmek hiç de kolay olmamıştır. Bu dönüşüm, ancak yıllar süren ve ingiliz ajanlarının kullanıldığı, mezhepsel misyonerlik çalışmaları ve Batı basınında Ermeniler lehine yürütülen yoğun propaganda sonrasında sağlanabilmiştir.
29 Kasım 1879’da Londra’ya bir rapor gönderen ingiltere’nin Van Konsolosu Clayton, raporunda, Ermeni Devleti’nin ya hiç kurulmamasını ya da kurulacaksa Rusya’ya yem olmayacak şekilde kurulmasını istemişti. Konsolos, Osmanlı Devleti’nin yıkılacağı inancındaydı. Öyleyse reformlar, ingiliz himayesi altında bir Ermeni Devleti’nin kurulmasına doğru yönlendirilmeliydi. ingiliz Konsolosun düşüncesine göre bu şöyle olacaktı: “Önce Ermeniler, ingiliz veya Avrupa protektorası (himayesi) altında serpilecek, güçlenecek ve siyasal bakımdan hazırlanacaklardı. Sonra, dışarıdan Doğu Anadolu’ya Ermeni nüfusu getirilecekti. Böylece bölgede Ermeni nüfusu artırılacaktı. Ama ne kadar artarsa artsın yine azınlıkta kalacaklardı. Bunun için ikinci adım olarak, Türk nüfusu Doğu Anadolu’dan peyderpey uzaklaştırılacaktı. Geriye Kürtler ve Süryaniler kalacaktı. Süryaniler, Ermenilerle mezhep ayrılıklarını bir yana bırakıp kaynaşacaklardı. Kürtler ise, ‘silah zoruyla hizaya getirilecek’, Ermenilerle birlikte yaşamaya zorlanacaklardı. Bütün bunlar, Osmanlı yönetimi altında, reformların uygulanması olarak yapılacaktı. Zamanı gelip Osmanlı Devleti çökünce de Ermenilere ayrı bir devlet kurulacaktı. Ama bu iğreti devlet, kendi kendine yaşayamayacağı için, bunun üzerinde ‘güçlü bir ingiliz himayesi’ kurulacaktı.”
Plan, belirlendiği gibi işliyordu. Osmanlı Devleti’nin Hıristiyanlara yönelik iyileştirme taahhüdünü takip etme adı altında ingiltere, Osmanlı vilayetlerine konsoloslar gönderdi. Rütbeli askerlerden oluşan bu konsoloslar, gözlem görevlerinin tamamen dışına çıkarak, bölgede istihbarat çalışmaları yaptılar; Ermeni vatandaşlarımızı örgütleyip silahlandırdılar ve ardından onları açıkça isyana teşvik ettiler.
Ancak geldikleri ilk dönemde ingiliz konsolosları ile Ermeni topluluğu arasında ciddi bir iletişim ve güven sorunu vardı. Bu, farklı mezheplere mensup olmalarından kaynaklanıyordu. Bu nedenle, söz konusu konsolosların/ajanların, Ermenileri kendi yanlarına çekebilmeleri için, öncelikle Ermenilerin, misyoner çalışmalarıyla mezheplerini değiştirmelerini sağlamaları ve onları Protestan yapmaları gerekliydi. Bunun için özellikle Amerikalı misyonerler aracılığıyla Mardin merkezli olarak bölgede faaliyetlere başlanmıştır. Bu çalışmalar başta Şark Kiliselerinin ve yerli halkın ciddi anlamda tepkisini çekmiştir. ingiliz konsoloslar ise hem misyonerleri hem de mezhep değiştirip Protestanlığa geçenleri himaye etmiştir.
Bu strateji, Osmanlı topraklarında çok daha önceden de yürütülen bir faaliyet olarak karşımıza çıkar. Dönemin Tekirdağ Kaymakamı Ahmed Hamdi’nin konuyla ilgili uyarısı şöyledir:
Tekirdağ’daki Protestan milleti ingiliz Devleti himayesinde olduklarını belirtmişlerdir. Bu devletin konsolosu ise, her türlü iş ve meselelere karışmakta olup Protestanların devletinin himayesinde olduklarını söyleyerek onları kendisine tabi ettirmek düşüncesindedir. Konsolosun bu şekilde davranması, uygunsuzluk ve şehirde karışıklığa yol açtığından, bunun önü alınmazsa Ermeni milletinin toplu halde Protestan olarak ingiliz Devleti himayesine girecekleri anlaşılmaktadır. Konsolosun söz konusu milleti kendisine tâbi ettirmek istemesi, her yönden nizama aykırı olarak memleketi fesada uğratacağından, bu meselede ne şekilde hareket edilmesi gerekiyorsa Sadâret’ten bildirilmesine şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır. Protestan milleti hakkında yapılacak işlemin acilen bildirilmesi arz olunur.170 (21 Ağustos 1858, Tekirdağ Kaymakamı, Ahmed Hamdi) -
44.
0“Ermeni Toprakları” Üzerinden Yapılan PropagandaTümünü Göster
Bugün ingiliz derin devletinin öne sürdüğü sözde “soykırım” senaryosunun temeli, Doğu Anadolu topraklarının Ermeni anayurdu olduğu iddiasına dayanmaktadır. Bu senaryoya göre Türkler; Selçuklular ve Osmanlılar döneminden itibaren Ermeni topraklarını işgal etmiş ve hatta onlara zulmetmişlerdir. Hatta bu anlatımlara göre bu sözde zulüm hala devam etmektedir. Ancak Türk-Ermeni ortak tarihi incelendiğinde, bu iddiaların tamamen asılsız olduğu görülmektedir. Üstelik Ermeni halkının da, I. Dünya Savaşı’na -yani ingiliz derin devleti kara propagandalarına başlayana- kadar Ermeni yurdu iddiası olmamıştır.
Urfalı Mateos’un yazdıkları
Ünlü Ermeni tarihçisi ve aynı zamanda Urfalı olan Mateos, Selçukluların Ermenilere karşı tavrını, “Melikşah’ın kalbi Hıristiyanlara karşı şefkat ve iyilikle doluydu. isa’nın evlatlarına çok iyi davrandı. Ermeni halkına refah, barış ve mutluluk getirdi” sözleriyle ifade eder. Mateos, Sultan Kılıçaslan’ın ölümünden sonra ise şunları yazmıştır:
Kılıçaslan’ın ölümü Hıristiyanları yasa boğmuştur. Zira bu Sultan, yüksek karakterli ve hayırsever bir insandı.
Söz konusu örnekler, tarihin ilk dönemlerinden beri Türklerle birlikte yaşayan Ermenilerin yaşadıkları huzur dolu ortamı sergiler niteliktedir.
1. ‘Urfalı Mateos Vekayinamesi’, Kronik No 129, s.146
Ey insanlar, gerçekten,
Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
(Hucurat Suresi, 13)
Öncelikle, Doğu Anadolu topraklarının Ermeni anayurdu olduğu iddiası, tarihi gerçekleri yansıtmamaktadır. Ermenilerin bir zamanlar toplu olarak oturdukları bölgeler, M.Ö. 521’den 344’e kadar Pers vilayeti, 344’den 215’e kadar Makedonya imparatorluğu’nun bir parçası, daha sonra sırasıyla Selefkilere bağlı bir vilayet, Roma imparatorluğu ile Partlar arasında sık sık el değiştiren bir bölge, Sasani vilayeti, daha sonra da bir Bizans vilayeti olmuştur. Bu toprakların 7. yüzyıl sonlarından itibaren sahibi ise Emeviler’dir. Onlardan sonra 10. yüzyıl sonlarına kadar Abbasilerin elinde kalmış, 10. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu’nun tamdıbına Bizans imparatorluğu yeniden hakim olmuştur. 10. yüzyıldan itibaren de bölgeye Türkler gelmişlerdir. Ermeniler çok eski tarihlerden beri bölgede varlığı devam eden, medeni ve kadim bir millettir. Ancak tarih boyunca çeşitli devletlerin egemenliğinde yaşamış, kurdukları devletler de dönemlerinin büyük devletleri arasında tampon bölge işlevi görmüş ve sık sık müdahalelere maruz kalmıştır. Ermeniler elbette ki Doğu Anadolu’da varlıklarını sürdürecek ve kendi vatanları olarak o bölgede yaşamaya devam edeceklerdir. Fakat söz konusu tarihi bilgilerden yola çıkarak, Doğu Anadolu’nun, başka milletlerin yer almadığı, müstakil bir Ermeni anayurdu olduğu iddiası gerçeklerle örtüşmemektedir.
Bu husus Ermeni tarihçi Kevork Aslan’ın şu sözleriyle de doğrulanmaktadır:
Ermeniler derebeylikler halinde yaşamışlardır. Birbirlerine vatan hisleriyle bağlı değildirler. Aralarında siyasi bağlar yoktur. Yalnızca yaşadıkları derebeyliklere bağlıdırlar. Vatanseverlikleri de bu nedenle bölgeseldir. Birbirleriyle bağlarını siyasi ilişkiler değil, dilleri ve dinleri oluşturur. -
45.
04. Bölüm: iNGiLiZ DERiN DEVLETiNiN GÜDÜMÜNDEKi ERMENi MESELESiTümünü Göster
150 Yıllık Yıpratma Projesi
Ermeniler; dürüst, akıllı ve değerli bir millettir. Bizim milletimizdirler. Tarihte, her dönemde milletimizin en değerli parçalarından biri, bizden biri olmuşlardır. Güvenilir, sanatçı, aydın ve yetenekli kişilikleriyle ön plana çıkmışlardır. Şu bir gerçektir ki, ingiliz derin devleti, bu güzel milleti bizden ayırmaya ve uzaklaştırmaya geçmişte çok çaba göstermiştir. Bu çabalar şu anda da devam etmektedir. Söz konusu derin güç, tarih boyunca Ermeni meselesini daima koz olarak kullanıp gerçek amacına ulaşmaya çalışmıştır. Ermeni meselesinin tarihini incelerken bu gerçeklerin dikkate alınması önem teşkil etmektedir.
Geçmişe dair Osmanlı’daki Ermeni meselesini gündeme getirmemiz, bu meselenin tümüyle ingiliz derin devleti tarafından planlanmış ve yürütülmüş bir konu olmasından kaynaklanmaktadır. Ermeni kardeşlerimizle aramızı açan tüm oyunlar, ingiliz derin devleti tarafından geliştirilmiş ve uygulanmıştır. Bu konunun çok iyi bilinmesi ve aşağıda belirteceğimiz delillerin bu nedenle çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.
Millet-i Sadıka
Anadolu Ermenilerinin Müslümanlarla tanışması 4 Halife döneminde başlamıştır. 640 yılında ilk defa Kafkasya’ya gelen Müslümanlar, 653 yılında Hz. Osman döneminde bölgede tam bir hakimiyet sağlamıştır. Dönemin Suriye Valisi, ilerleyen süreçte ise Emeviler Devleti’nin ilk kurucusu olacak olan Muaviye, bölgede Müslümanlaştırma ya da Araplaştırma politikaları gütmemiş ve yerel Nakharar sülalelerine geniş özerklikler tanımıştır.
Sultan Alparslan, 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Bizans ordusunu yenerek Anadolu’nun kapılarını Türklere açmıştır. Bu tarihten sonra Anadolu Ermeni halkları da Türklerle birlikte yaşamaya başlamışlardır. Selçukluların yıkılmasından sonra Osmanlı Beyliği Anadolu birliğini tekrar kurana kadar Ermeni Kilisesi, Türk, iran ve Moğol yönetimi altında kalmıştır.
Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında istanbul’u fethetmesiyle başlayan dönem, Ermeniler için adeta bir altın çağ olmuştur. Fatih, kendi isteğiyle Ermenilerin Bursa’daki ruhani reisi Hovakim’i istanbul’a getirtmiş ve 1461’de Rum Patrikliğinin yanında bir de Ermeni Patrikliği kurdurmuştur. Patrik, Padişah’ın fermanıyla Ermeni cemaatinin lideri ilan edilmiş ve Ermeniler tamamen onun yönetimine bırakılmıştır. Bu dönemden sonra çeşitli ülkelerden istanbul’a büyük bir Ermeni göçü yaşanmış ve istanbul’da güçlü bir Ermeni topluluğu oluşmuştur. Yavuz Sultan Selim’in ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya’daki fetihleriyle birlikte, buradaki Ermeniler de istanbul’daki cemaatin bünyesine dahil olmuş ve istanbul Patrikliğine bağlanmışlardır. Osmanlı yönetimi boyunca Ermeniler, dinsel, siyasal, ekonomik ve kültürel açıdan çok büyük bir özgürlük yaşamışlardır.
Ermeniler Osmanlı topraklarında Millet-i Sadıka (Sadık Millet) sıfatıyla, Müslüman bir ülkenin gayr-i Müslim, dost ve güvenilir vatandaşları sıfatıyla yaşamışlardır. Osmanlı’nın değerli ve vazgeçilmez bir parçası olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Her Osmanlı vatandaşı gibi Osmanlı Devleti içinde de her türlü hak ve hürriyete sahip olmuş, dinlerini diledikleri gibi yaşamış, diledikleri gibi ticaret, zanaat yapmış ve ibadetlerini istedikleri gibi yerine getirmişlerdir. Bu, Kuran’ın gösterdiği yoldur.
Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah’a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah’a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah’ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. işte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i imran Suresi, 199)
Türkiye Ermenilerinin 84. Patriği II. Mesrob’un konuşması
Türkiye Ermenilerinin 84. Patriği II. Mesrob, 22 Mayıs 1999’da, Hilton Oteli’nde yapılan bir resepsiyonda duygularını şu şekilde ifade etmiştir:
…Fatih Sultan Mehmet’in, istanbul’u fethinden sekiz yıl sonra, 1461’de Batı Anadolu’daki Ermeni Episkoposluğunu çıkardığı bir fermanla istanbul Patrikliğine dönüştürmesi, Fatih’in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir. Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih’ten önce ne de sonra görüldü… Yeni bir bin yıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortdıbını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz…
başlık yok! burası bom boş!