-
176.
0işgalin Stratejik Noktaları: Galata Kulesi ve Galata Bölgesinin ÖnemiTümünü Göster
ingiliz derin devletinin işgal sırasındaki görüşü “Türkler yüzlerce yıl Avrupa’da kaldılar ve Avrupa’daki bütün belaların başı oldular. istanbul Türk değildir Yunandır; Türkler oradan atılmalıdır” zihniyetiyle şekillenmekteydi. Aslında ingiliz derin devletinin bugün ülkemize yönelik yürüttüğü planları bundan farklı değildir; 100 yıl önce belirlenen siyaset, halen çeşitli yöntemlerle uygulanmaya devam etmektedir. Bugün ABD ve AB, derin devlet zoruyla, bu planın uygulayıcısı konumundadırlar. Rusya da bu plana çekilmeye çalışılmaktadır.
işte yaklaşık 100 yıl önce, 16 Mart 1920’deki işgal ile bu plan zirveye çıkmıştır. Birleşik Krallık, 26.525 asker ve 894 subay ile istanbul’a girmiştir.247 istanbul’un işgal kuvvetlerinin kontrolüne geçmesiyle birlikte, Londra’da derin mahfillerde bir neşe oluşmuştur. Bu ihtiras ise işgalin korunabilmesi için uygulanacak olan şiddet politikasını peşinden getirmiştir.
işgal devletleri istanbul’u paylaşırken, sur içindeki eski istanbul’u Fransızlar; Beyoğlu ve Boğazlar mıntıkasının denetimini ise Britanya almıştır. Kadıköy ve Üsküdar bölgesinin kontrolü italya’ya verilmiştir. Ancak ingilizler, italyanları güvenilir bulmadığı için buraya da el atmışlardır. Zaten şehrin yüksek komutası Britanya yüksek komiserindedir.
istanbul’da Fransız işgal güçlerine ait sadece Kumkapı’da bir hapishane vardı. Fakat ingilizler Galata Kulesi’nin altında, Arabyan ve Sansaryan Hanlarında, Kroecker ve Şahin Paşa otellerinde olmak üzere 5 hapishane kurmuşlardır. Bu bölge, binlerce insanın fişlendiği, işkenceye maruz kaldığı, Kuva-yi Milliye hareketine karşı casusluk faaliyetlerinin yürütüldüğü bir yerdir. Galata Kulesi, şehrin her yerinden görünen özelliği ile hem ingiliz derin devletinin sembolü olmuş hem de tüm istihbaratın toplandığı bir işkence merkezi olarak kullanılmıştır.
Aslında işgal yıllarında tüm Galata mahalleri birer ingiliz üssü haline gelmiştir. Galata Kulesi’nin bulunduğu sokak, Kuva-yi Milliyecileri izlemeye çalışan ingiliz istihbaratının merkezi olmuştur. Galata Kulesi de ingilizlerin gözetleme kulesi haline gelmiştir. işgal süresince kulenin üzerinde ingiliz bayrağı dalgalanmıştır. O yıllarda kulenin kademeli çatısı üzerinde bir baraka vardır. istihbarat amacıyla sonradan eklenen bu baraka, ingiliz askerleri tarafından gözetleme odası vazifesi görmüştür. Kulenin tepesi, Haliç ve istanbul’un geniş bir alanını kapsayacak görünümünü gösteren eşsiz bir konuma sahiptir ve şehirdeki tüm hareketlilik kolayca takip edilebilmektedir.
Galata Kulesi’nin yanındaki 1904 yılında inşa edilen Galata Evi isimli bina da ingiliz karakolu olarak kullanılmaktadır. Bu bina ve kule içinde, Kurtuluş Savaşı destekçileri, ingiliz derin devletinin profesyonel sorgucuları tarafından ağır işkencelere tabi tutulmuşlardır. işgal kuvvetlerine tabi olan korkaklar tarafından gelen jurnaller burada değerlendirilmiş ve kilit önemdeki kişiler bilgi amacıyla burada sorguya çekilmiş, şiddet görmüş ve işkenceye tabi tutulmuşlardır. Birçok vatansever burada şehit edilmiş ve Kule’nin altına gömülmüştür. ileriki dönemlerde, Galata Kulesi’nin derinlerinde bulunan çukurlar ve alt kısmındaki kanallarda insan kafatasları ve kemikleri bulunmuştur. Kulenin orta boşluğunun bodrumu da zindan olarak kullanılmıştır. işgal döneminde bu metotlarla binlerce insan fişlenmiş ve işkence görmüştür.
Galata Kulesi, ingiliz derin devleti için çok hayati bir noktadır. Hem Mevleviliğin merkezi olarak bilinmekte, hem de ingiliz istihbaratının ve ingiliz dehşet ve şiddetinin üssü olarak görülmektedir. Bölge, aynı zamanda ingiliz mahkemesi olarak da kullanılmıştır. Yani Galata bölgesi, hem karakol, hem işkence evi, hem hapishane, hem mahkeme, hem de istihbarat elemanlarının buluştuğu bir noktadır. ingiliz derin devleti, Firavun’un Tarassut Kulesi’nde yaptığı gibi Türk halkını Galata Kulesi’nden izlemiştir. Galata’daki arazi üzerinde kurulan istanbul’un ilk Mevlevihanesi de ingilizler tarafından istihbarat için kullanılmıştır.
işgal döneminde ingilizlerin istanbul halkına yaptıkları zulmün ikinci önemli noktası ise Kroecker Oteli’dir. (Bu bina şu an öğretmenevi olarak kullanılmaktadır.) Otelin bodrumundaki odalar işkence odaları olarak kullanılmış ve işgale karşı gelen yüzlerce Kuva-yi Milliye direnişçisine bu odalarda işkence yapılmıştır. ingiliz derin devletinin John Bennett isimli istihbaratçı subayı işgal günlerinde Beyoğlu’nda şehre hakim konumdaki Kroecker Oteli’ni karargah haline getirmişti. Yüzbaşı Bennett elinde kamçısıyla, gece yarısı aşağıdaki işkencehanelerde kişileri sorguluyordu. Bennett işgal sonrasında da bir Mevlevi ve Sufi olarak Osmanlı ve Müslüman coğrafyası ile bağlarını hiçbir zaman koparmamıştır. ingiltere’de açılan ilk Mevlevi/Sufi tekkesini kuracak ve oranın ilk şeyhi olacaktır. Buradan, Türk Milletine ve Müslümanlara, Mevlevilik kisvesi altında zarar vermeyi hedefleyecek ve pek çok kişi onun ikiyüzlülüğünü fark edemeden islam’ın yerine Rumilik gibi islam’a muhalif bir anlayışı benimseyecektir. ingiliz derin devletinin islam alemini içten çöküşe uğratma politikası, özellikle bu tarihlerden sonra Rumilik adı altında daha da yoğunlaşacaktır.
ingilizlerin istanbul’daki istihbarat kaynaklarının özellikle Mevlevi tekkeleri olduğunu da burada belirtelim. Osmanlı’daki dönemin ingiliz hayranları, bir kısım “Rumi” vatan hainleri, söz konusu Mevlevihaneleri mesken edinmiş ve ingilizlere “sadık birer işbirlikçi” olabileceklerinin mesajını vermişlerdir.
istanbul’u elinde tutmak isteyen işgal kuvvetleri halka yönelik de baskı uyguluyordu. Boğazda demirli işgal donanmasına ek olarak Galata Köprüsü’nün önüne de ingiliz denizaltısı yerleştirilmişti. Filoya ait silahlar şehre dönük ateşe hazır vaziyette bekliyordu. işgal orduları tanklar ve zırhlı birliklerle istanbul’da gövde gösterileri yapıyordu. Taksim Meydanı’nda hemen her noktaya tanklar yerleştirilmişti. Şehir içinde Osmanlı askerleri rütbesi ne olursa olsun işgal askerlerini selamlamak zorundaydı. işgalcilerden karşılık vermesi ise beklenmiyordu. Halkın milli şuurunu engellemek için Padişah’a işgali tasvip eden ferman yayınlatılmış, Şeyhülislam’dan ve bazı din alimlerinden de fetva alınmıştı. Ayrıca ingiltere’den getirilen kasa kasa içkiler istanbul meyhanelerini ve kahvehanelerini doldurmuştu. Bu sayede halk pasifize ve dejenere edilmeye çalışılıyordu.
istanbul’un her yerinde ingiliz casusları mevcuttu. Kod adı RV5 olan bir ajan 1921’de istanbul’da açtığı terzi dükkanıyla ittihatçı çevrelerin ve Atatürk’e yakın isimlerin terzisi olmayı başardı. Türk Dışişleri’ne girip çıkabiliyordu. Elde ettiği bilgileri ingilizlere aktarıyordu. Kod adı JQ6 olan diğer bir ajan ise istanbul’da bir kahvehane işletiyordu. Bu kahvehane, Mustafa Kemal’e yakın isimlerin uğrak yeriydi. Mustafa Kemal taraftarlarının tüm toplantıları burada gerçekleşiyordu. Konuşulan gizli planlar, kahveci ajan tarafından doğruca ingilizlere aktarılıyordu. istanbul halkı dört bir yandan ingiliz derin devletinin kuşatması altında yaşdıbını sürdürüyordu. -
177.
0Mevlevilik Konusunda Önemli Açıklama
Mevlana, 13. yüzyılda yaşamış bir mutasavvıftır. Mesnevi onun eseridir ve bu eserde, iman ve islam ile ilgili güzel ifadeler bulunmakla beraber, Allah’a ve Kuran’a muhalif ve islam itikatlarıyla ciddi şekilde çelişen ifadeler de bulunmaktadır. Bu özellikleriyle Mesnevi ve Mesnevi çerçevesinde geliştirilmiş olan Mevlevilik kültürü, islam dinine muhalif izah ve uygulamalar barındırdığından, günümüzde islam ile sinsice mücadele etmek isteyen bazı kesimlerin desteklediği bir kültür haline getirilmiştir. Bu kültür, daima Allah’ı inkar edenler, islam karşıtları, cinsi sapıklar ve Darwinistler tarafından üstün tutulmuştur. Özellikle islam camiasının içinde, homociksüellik gibi Kuran’da haram kılınan uygulamaları, Darwinizm gibi Allah’ı inkar eden zihniyeti yaygınlaştırmaya çalışan kesimler, yöntem olarak Mevlevilik ve Rumilik kültürünü kullanmışlardır. ingiliz derin devleti de, tarih boyunca bu tehlikeli kültürü sürekli olarak Müslümanlara karşı kullanmaktadır.
Fakat bu izahları değerlendirirken, yapılan eleştirilerin doğrudan Mesnevi’nin yazarı Mevlana’ya yöneltilmediğini belirtmek gerekmektedir. Mesnevi’nin 13. yüzyıldan bu yana değiştirilmiş olabileceğini dikkate almak gerekmektedir. Söz konusu izahların, islam toplumlarını yaralamak adına sonradan Mesnevi’ye eklenmiş olması muhtemeldir. Dolayısıyla burada eleştiri noktamız Mevlana Celalettin Rumi’nin kendisi değil, Mesnevi kitabının içeriği ve ona dayanarak geliştirilmiş garip Rumilik kültürüdür.
Rumilik felsefesi, sonraki bölümlerde detaylı olarak anlatılacaktır. -
178.
0işgal Sırasında Basın SansürüTümünü Göster
Tarihçi ve yazar Atilla Oral, istanbul’un işgal edildiği günlerle ilgili olarak şu bilgileri verir:
istanbul Boğazı’nda demirli düşman savaş gemilerinin çok önemli faaliyetleri vardı. Düşman savaş filosu istanbul’da 5 yıl boyunca süs olsun diye beklemedi. Planlı ve programlı bir sindirme savaşı yürüttü.250
Sindirme savaşı, halk üzerinde pgibolojik çöküntü oluşturabilme amacı taşıyordu. Halk üzerinden yapılan propagandaya ağırlık verilmişti; çünkü ingiliz derin devleti, Milli Mücadele’ye yönelik halk desteğinin ortadan kalkmasını istiyordu.
Kitabın 1. bölümünde detaylı bahsettiğimiz gibi, ingiliz derin devleti, kuruluşundan itibaren halkın “milli ve milliyetçi” değerlerini çöküşe uğratmak istemiştir. Bunun temel sebebi, bu değerlerden uzaklaşan toplumların fazla ayakta kalamamalarıdır. ingiliz derin devleti, istanbul’un işgali sırasında da halkın desteğini alamayan bir hareketin “milli” olmaktan çıkacağı düşüncesiyle pgibolojik anti propagandaya ağırlık vermiştir.
ingiliz derin devleti için bunu sağlamanın en önemli yollarından biri, basına yönelik sansürdür. Bu nedenle, işgal sırasında Türk basınına ciddi şekilde sansür uygulanmıştır. Gazeteler, yayınlanmadan önce mutlaka ingiliz güçlerinin denetimindeki sansür memurlarının kontrolünden geçirilmiştir. ingiliz derin devleti tarafından uygun görülmeyen yazı ve fotoğrafların; gazete, dergi ve diğer yayın organlarında yayınlanmasına izin verilmemiştir. Bu dönemde yayınlanan pek çok gazetede, birçok sütun boş olarak basılmıştır. Bunun nedeni, ingiliz derin devletinin uygun görmediği içeriklerin baskı aşamasında zorla gazeteden çıkarılmasıdır. Üzerinde ingiliz sansür otoritesinden geçtiğine dair “Censored By Allied Authorities The Censor” (Müttefik Yetkililer Tarafından Sansürlenmiştir) ibaresi bulunmayan fotoğrafların yayınlanması çok büyük suçtur.
ingiliz derin devletinin uyguladığı insanlık suçunun tüm görsel kanıtları, o dönemde tamamen ortadan kaldırılmıştır. işgale dair fotoğraf bulabilmek oldukça zor olmuştur. Çekilen savaş fotoğraflarının tümü ingiliz derin devleti tarafından sistematik bir biçimde toplanmıştır. Bu fotoğraflar yıllar sonra ancak ingiliz arşivlerinden elde edilebilmiştir. ingiliz arşivlerinden ele geçirilen bu fotoğraflar, yıllar sonra Türk halkını oldukça şaşırtmıştır. Atilla Oral, söz konusu fotoğraflara nasıl ulaştığını şu sözlerle açıklamıştır:
ingiltere arşivlerinde Türk Kurtuluş Savaşı ve işgal yıllarına ait çok sayıda önemli, görsel belgeler var. ingiliz devletinin, üzerinden belli bir süre geçtikten sonra arşivlerini araştırmacılara açtığı söylenir ama bu sadece yazılı bazı belgeler için geçerlidir. Fotoğraf gibi görsellere, ses kayıtlarına gelince bu iş değişir. Bu kitabı hazırlamak için 20 yıldır belge ve fotoğraf topladım. Hemen tüm görselleri ingiliz kaynaklarından, mezatlardan elde ettim. işgalcilerin yıllarca sakladıkları görselleri, üçüncü kuşak torunları elden çıkarıyor, tarihin bilinmeyen pek çok yönü şimdi ortaya çıkıyor.251
ingiliz derin devletinin yaptığı zalimlikler, işgalin işkencelerle ve haksızlıklarla dolu gerçek yüzü, sansür nedeniyle hiçbir zaman Türk halkına ulaşamadı. Bu vahşeti anlamak ve o dönemde olanlara şahit olmak için 21. yüzyılın başlarına kadar beklemek gerekecekti. Bütün bu engellemelere rağmen gerçekleşmiş olan Milli Mücadele, ingiliz derin devletini en fazla şaşırtan olaylar arasındadır. Casuslar ve sansürler, Türk milletinin ferasetini engelleyememiş ve ingiliz derin devletinin bu tuzakları sonuç vermemiştir. -
179.
0işgal istanbul’unda ingiliz Derin Devletinin DestekçileriTümünü Göster
Kitabın önceki sayfalarında ingiliz derin devletinin istanbul’u işgal planını nasıl uyguladığını detaylandırmıştık. Türk aleyhtarı propaganda ile nasıl uluslararası kamuoyunu yanlarına çektiklerini, diğer ülkelerle askeri işbirliği yaptıklarını, devletleri nasıl yönlendirdiklerini, anlaşmaları işgale uygun bir hale nasıl getirdiklerini, kendilerine karşı potansiyel muhalefeti nasıl engellediklerini ve en son olarak 16 Mart 1920’de işgali nasıl başlattıklarını anlattık. ingiliz derin devleti, işgalin devam edebilmesi için askeri, ekonomik ya da siyasal güç haricinde yerel destekçilere de ihtiyaç duyuyordu. Bu bölümde, bilerek ya da bilmeyerek işgalin parçası olan dönemin şahsiyetlerini ve kurumları anlatacağız.
işgal döneminde yayınlanan Yeni istanbul Gazetesi başyazarı Said Molla, 9 Kasım 1918 tarihinde “ingiltere ve Biz” başlıklı yazısında, bir kısım Osmanlı yöneticilerinin ingilizlere yaklaşımını şöyle anlatmıştı:
…”Anadolu köşelerine kadar memleketimizin bütün muhitinde ingilizler hakkında büyük bir hürmet ve muhabbet inkişaf eylemiş (meydana gelmiş) olduğundan, Türkiye’de ufak bir ingiliz müzaheretinin (yardımının) büyük ve vasi mikyasda (büyük ölçüde) başarıya ulaşacağı pek aşikardır”, “Osmanlılar eski Türkler, ancak ingiliz kavm-i necibinin (soylu kavminin) samimi müzaheretiyle (yardımıyla) te’min-i hayat (hayatını temin) ve refah edebilir.”252
ingiliz derin devleti, işgalin hemen sonrasında istanbul’da, Müslüman düşmanı olan ve Anadolu hareketine karşı hareket eden büyük bir casus ağı kurdu. Bunların bir kısmı maaşa bağlanmışken bir kısmı gönüllü olarak çalışıyordu. ingilizlerin gücü, bazılarını adeta hipnoz etmişti.
işgal subayları, bazı tekke ve dergahları istihbarat amacıyla kullanıyordu. Bu tekkelerin en başında da Galata’daki Mevlevi tekkeleri vardı. O tekkelerin müdavimlerinden bir tanesi de, önceki bölümlerde kimliği hakkında bilgi verdiğimiz, ingiliz işgal Komutanlığı istihbarat Şube Başkanı John Bennett’ti. Bennett anılarında şöyle söylüyor:
Dervişlerin nelerle meşgul olduklarını öğrenmek üzere talimat almıştım. Bir derviş kılık değiştirmiş, gizli bir ajan ya da siyasi, dini bir cemaatin fanatik bir misyoneri olabilirdi. Bunların başında da Mevleviler geliyordu.253
ingiliz derin devleti, kendisine istihbarat sağlayacak elemanlarını tek tek seçmekte, yetiştirmekte ve kendisine tabi kılmaktaydı. Birkaç övgü, biraz para, biraz da gelecek vaadi bir kısım istanbulluları yoldan çıkarmıştı. Basit çıkarlar, bazıları için vatanın kurtuluşundan önde gelmişti. işgalci askerlerin anılarında tarif ettikleri gibi, istanbullular arasından fesini atıp ingiliz dostu olduğunu iddia ederek derin devletin kapılarını aşındıranlar vardı. Ancak her zaman olduğu gibi zalimin ve casusun hesapları geldiği yere geri dönecek ve sadece Allah’ın planı galip gelecekti.
Onlara bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz Benim düzenim sapasağlamdır. (Araf Suresi, 183) -
180.
0ingiliz Muhipler Cemiyeti – Osmanlı Yönetimindeki ingiliz DostlarıTümünü Göster
ingiliz Muhipler Cemiyeti (ingiliz Dostları Derneği), Damat Ferit Paşa ve Said Molla gibi üyeleri bünyesinde barındıran, hararetli bir şekilde ingiliz mandasını savunan ve Milli Mücadele’ye karşı hareket eden bir dernektir. 20 Mayıs 1919’da kurulmuştur. Derneğin ana politikası ingilizlerden para yardımı alarak Anadolu’da karışıklıklar çıkarmak ve Milli Mücadeleyi engelleyebilmektir. O dönemde Kurtuluş Savaşı’na karşı yapılan tüm yerel ayaklanmaların arkasında derneğin izi vardır. Derneğin bir diğer hedefi ise, çeşitli yayın organları yoluyla istanbul kamuoyunda, Ankara hükümeti aleyhinde ve ingiliz derin devleti lehinde imaj oluşturmaktır.
Dernek kurucu üyelerinden Said Molla, istanbul’da Yeni istanbul gazetesi ile propagandalar yapmıştır. ingiliz Büyükelçiliği’nden aylık 300 lira maaş aldığı daha sonra belgelerle ortaya çıkmıştır.254 Derneğin kuruluş beyannamesi, sözde “ilkel Türk soyunun Avrupa’dan getirilecek damızlık erkekler yoluyla ıslah edilmesi” gibi ilginç düşünceleri olan Dr. Abdullah Cevdet tarafından kaleme alınmıştır (Necip Türk Milletini tenzih ederiz). Dernek, kuruluşundan sonraki 3 ay içinde 53 bin üyeye ulaşmıştır. 23 Mayıs 1919’da Said Molla, tüm belediye başkanlarına tek kurtuluş yolunun ingiliz manda ve himaye fikrinin kabulü olduğunu telgrafla telkin etmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta, derneği ve üyelerinin amacını şu şekilde anlatmıştır:
istanbul’da, mühim addolunacak teşebbüslerden biri ingiliz Muhipleri Cemiyeti idi. Bu isimden, ingilizlere muhip olanların teşkil ettiği bir cemiyet anlaşılmasın! Bence, bu cemiyeti teşkil edenler, kendi şahıslarını ve menfaati şahsiyetlerini sevenler ve şahıslar ile menfaatlerinin masuniyeti (korunması) çaresini Lloyd George hükûmeti marifetiyle ingiliz himayesini teminde arayanlardır. Bu bedbahtların (mutsuz insanların), ingiltere Devletinin, kül halinde, bir Osmanlı Devleti muhafaza ve himaye etmek emelinde olup olamayacağını, bir defa mülâhaza edip etmedikleri cayi teemmüldür (etraflıca düşünmeye değerdir)…
Cemiyette ingiliz milletine mensup bazı sergüzeştcular (maceracılar) da vardı. Meselâ: Rahip Frew gibi. Ve muamelât ve icraattan anlaşıldığına göre, cemiyetin reisi Rahip Frew idi.
Bu cemiyetin iki cephe ve mahiyeti vardı. Biri alenî cephesi ve medeni teşebbüsatla (girişimle), ingiliz himayesini talep ve temine matuf mahiyeti (yönelik bir içerik) idi. Diğeri hafî ciheti (gizli yönü) idi. Asıl faaliyet bu cihette idi. Memleket dahilinde teşkilât yaparak isyan ve ihtilâl çıkarmak, şuuru millîyi felce uğratmak, ecnebî müdahalesini teshil etmek (kolaylaştırmak) gibi hainane teşebbüsat, cemiyetin bu hafî (gizli) kolu tarafından idare edilmekte idi. Sait Molla’nın cemiyetin alenî teşebbüsatında olduğu gibi hafî cihetinde de ondan daha ziyade rolü olduğu görülecektir. Bu cemiyet hakkında söylediklerim, sırası geldikçe vereceğim izahat ve icabında irade edeceğim vesaikle (belgelerle) daha vazıh (açık) anlaşılacaktır.256
Atatürk’ün Nutuk’ta bahsettiği Rahip Frew, ingiliz istihbaratının istanbul şefi idi. Bütün ingiliz haberleşme şifreleri Frew’in elinde idi. Karakol Cemiyeti’nden Ali Rıza Bey bu şifreleri çalmış ve çözmüştü. Bu sayede Damat Ferit Paşa’nın teşviki ile Diyarbakır’da isyana kalkışacak Bedirhan Aşireti’nin bilgileri ve bu isyanın ne zaman başlayacağı Frew’un dosyasından öğrenilmiş, doğrudan doğruya Mustafa Kemal Paşa’ya haber verilerek tedbir alması sağlanmıştı.
istanbul’da ingiliz propagandası yapanlar sadece ingiliz Muhipler Cemiyeti üyeleri değildi. Refi Cevat Ulunay’ın çıkardığı Alemdar gazetesi Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı gün “Kimi istiyoruz” başlıklı başyazısında, “Her gün bir uzvumuz (organımız) koparılacağına tenimizi bir doktora teslim edip kurtulalım. Anglosaksonlar bulundukları yere öyle bir hayat nefh ederler (üflerler) ki, onu istikbale (geleceğe) karşı kuvvetli bir namzet (aday) olacak bir mevkiye (konuma) getirirler.” demişti.
Yine Damat Ferit’in ardından göreve gelen Sadrazam Tevfik Paşa, 11 Kasım’da göreve gelir gelmez Daily Mail gazetesine şu demeci vermişti: “Gayemiz, ingiltere ile eski dostluğumuzu canlandırmaktır. itilaf devletlerinin bizi biraz tecrübeli şahısların emrine vermeleri lazımdır.” -
181.
0istanbul’un işgali Sırasında ingiliz işbirlikçileri Romanlara Konu Olmuştur
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun istanbul’un işgalini anlatan “Sodom ve Gomore” adlı ünlü romanındaki kahramanı Sami Bey; milli değerlerden uzak, kendi benliğini unutmuş, yabancılara yakın olursa değer kazanacağını zanneden bir kozmopolittir. Sami Bey, ingilizlerin her şeye muktedir olduğu kanısındadır. Bu nedenle Anadolu’daki Millî Mücadele’ye karşıdır. işgalde Sadrazam Damat Ferit ve gazeteci Ali Kemal bu tiplemenin önde gelenleridir.
Görülebildiği gibi işgal sırasında ingilizlere yaranmaya çalışanların sayısı çok olmuştur. Bunlar, yaptıkları casusluk faaliyetleri ve verdikleri gizli bilgilerle güçlük içindeki istanbul ve Anadolu halkına zorluklar yaşatmışlardır. Milli mücadele, bu zorlu şartlar altında başlamış ve casuslara rağmen başarıya ulaşmış olağanüstü bir mücadeledir. -
182.
0Bediüzzaman, Kuva-yi Milliye Karşıtı Fetvaları Geçersiz Saymıştır
ingiliz derin devleti, istanbul’un işgalinden hemen sonra, bazı sözde din adamlarını da kendisine destekçi olarak devşirmiştir. 1920’de ingilizlerle işbirliği yapan sözde alimler, ingiliz işgalinin hak olduğunu, Kuva-yi Milliye’nin islam’a uygun olmadığını belirten bir fetva yayınlamışlardır. Bu fetvaya ilk karşı çıkan Bediüzzaman Said Nursi’dir:
işgal altındaki bir memlekette ingilizlerin emri ve tazyiki altında bulunan bir idarenin ve meşihatın (şeyhülislamın) fetvası mualleldir (sakattır), mesmu (güvenilir) olamaz. Düşman istilasına karşı harekete geçenler asi değillerdir, fetva geri alınmalıdır.258
Bediüzzaman’ın ingiliz derin devletini tasvir eden sözleri şöyledir:
ingiliz (ingiliz derin devleti) siyasetinin hassa-i mümeyyizesi (ayırıcı özelliği), fitnekârlık (fitnecilik), ihtilâftan istifade (ayrılıklardan menfaat sağlamak), menfaat yolunda her alçaklığı irtikâp (organize) etmek, yalancılık, tahripkârlık (tahrip edicilik), hariçte menfiliktir (olumsuzluktur). Fenalık ve ahlâk-ı seyyie (kötü ahlak) siyasetine vasıta olduğu için, her yerde ahlâk-ı seyyieyi (kötü ahlakı) himaye ederek teşcî eder (cesaretlendirir).259
Bediüzzaman, istanbul’un işgali ve kara propagandaları ile fikri olarak mücadele eden dönemin en önemli din alimidir. Üstadın, Arapça ve Türkçe olarak gizlice basılıp el altından dağıtılan Hutuvat-ı Sitte isimli eseri, ingilizlere karşı Kuva-yi Milliye şuurunu pekiştiren önemli bir yayındır. Bu eserden sonra ingiliz işgal komutanlığı Bediüzzaman’ın öldürülmesi emrini vermiş ve Üstad, ingilizler tarafından tüm istanbul’da aranmıştır. Ama Allah’ın koruması ile derin devletin eli Bediüzzaman’a ulaşamamıştır. -
183.
0ingiliz Derin Devleti, Milli Mücadele’yi Engelleyememiştir
ingiliz derin devletine yaranma amacı güden daha önce bahsettiğimiz kişilerden gelen istihbaratlarla, Milli Mücadele’nin yanında yer alan, Anadolu’ya silah getiren, insan ve yardım malzemesi sağlayan vatanseverler deşifre ediliyordu. Yakalanan kahramanlar mahkeme edilmeden sorgusuz sualsiz ingiliz idam mangalarının önünde kurşuna dizilerek şehit ediliyorlardı. idam öncesinde, Yüzbaşı Bennett’in Kroecker Oteli’ndeki işkencehanelerine getiriliyor ve bodrum katında istihbarat amacıyla ağır şekilde şiddet görüyorlardı.
Elbette yukarıda anlatılan karakterler, Türk halkı içinde sadece küçük bir zümre idi. istanbul halkı ölümü göze alarak eline geçen silah ve cephaneyi saman arabaları, yem torbaları ve sebze küfeleri içinde Karadeniz Boğazı’nın dışına kadar taşıyıp inebolu’ya gidecek mavnalara yüklüyordu. Vatanseverler kurşuna dizilmeyi göze alarak Selimiye ve Maçka gibi silah depolarını boşaltıyordu. Düşman kuvvetleri, Türk limanlarındaki bütün gemi ve motorlara el koymuşlardı. Onun için karada kağnılar, denizde mavnalar tek nakil vasıtaları idi.
istanbul halkı işgal yıllarında aç ve çıplak kaldı. istanbul’u besleyen, giydiren şehirler artık bu görevi yapamıyordu. Bütün bu yokluklara rağmen fedakar Türk Milleti, elinde avucunda ne varsa Milli Mücadele’yi desteklemek için Anadolu’ya gönderdi. Kadınlar yatak ve yastıklarındaki yünleri Anadolu’daki askerlere giyecek ve çorap yapmak için kullandılar. -
184.
0işgalin Organizatörleri ve Derin Devlet Bağlantıları
Dönemin ingiliz Başbakanı Churchill, “Dünyada çok kapsamlı bir olayın yaşandığını ve çok ince hesaplarla yapıldığını, bizlerin de bu senaryoda sadece sadık bir uşak olarak hizmet edeceğimizi göremeyen kör ve ahmaktır” demiştir.260
PKK terör örgütünün lideri Öcalan da, başlattığı terör faaliyetlerine asıl olarak ingiliz derin devletinin yön verdiğini ve bu tip temel politikaları bu derin güçlerin planladığını açıkça ifade etmektedir:
ingiltere, bizim konumuza en akıllı yaklaşan ülkedir. MED TV’ye yayın hakkı verdi. Politikaları ingiltere oluşturur. ABD’ye uygulattırır. ingiltere bence ana politikayı oluşturmaktadır. Avrupa’daki işbirlikçilerine ama özellikle ABD’ye bunu uygulattırmaktadır. Ortada bu konularla ilgili belge yok, olması da mümkün değildir zaten. Ancak gelişmelerde dikkat edilmesi gereken konu Avrupa’nın ingiltere’de düğümlenmesidir. Konulara çok derin yaklaşıyor.
Öcalan, 11 Nisan 2008 tarihinde imralı’daki bir konuşmasında ise ingiliz derin devletine şu şekilde dikkat çekmiştir:
(ingilizler) Ta 16. yüzyıldan bu yana dünyada neler olacağını Londra’da planlayıp dünyaya servis yapıyorlar.
ingilizler toplumda her türlü yönlendirmeyi de yapıyorlar, Marks da Londra’da yaşıyordu, onu orada tuttular. Marks fikirlerini orada oluşturdu, oradan dünyaya yaydı… Marks, Kraliçe Elizabeth’in eli altındaydı. Marks da Lenin de, Mao da hepsi ingiliz oyunlarına geldiler. -
185.
0ingiliz derin devletinin, planlarını uygulayan ve yöneten kadrolara ihtiyacı vardır. Bu bölümde istanbul’un işgali temelinde “Osmanlıyı Parçalama Planı”nı yöneten ve uygulayanları kendi ağızlarından tanıyacağız.Tümünü Göster
Lloyd George
Osmanlı’nın parçalanışı planının uygulanması yıllarında, ingiliz Hükümeti’nin başı Başbakan Lloyd George’du. Başbakan, Türk toprakları ve Türklerin geleceği için uyguladığı planı şöyle tanımlıyordu:
Yunanlar, Doğu Akdeniz’de geleceğin milletidirler. Büyük Yunanistan, ingiliz imparatorluğu için paha biçilmez bir kazanç olacaktır. Doğu Akdeniz’in en önemli adaları onlarındır. Bunlar, Süveyş Kanalı Yolu ile bizim Hindistan, Avustralya ve Uzakdoğu’ya giden ulaştırma yollarımız üzerinde bulunan tabii deniz üsleridir. Eğer onlara milli yayılışları devrinde sağlam bir dostluk gösterirsek, imparatorluğumuzun birliğini sağlayan büyük yolun başlıca koruyucularından biri olurlar.262
George’un bu sözlerinin anlamı şuydu: Anadolu topraklarını da içine katarak kurulacak sözde “Büyük Yunanistan”, ingiliz imparatorluğu’nun sınırlarını koruyacak bir bekçi görevini üstlenecekti. Lloyd George bu amaç doğrultusunda da Yunanları Doğu Trakya ve izmir’e çıkartarak, onların sözde “milli yayılışlarını” sağlamaya çalıştı. ingiltere bu sayede Türkleri kendi ülkelerinde yenmek için ingiliz askerini tehlikeye atmamış olacak ve “Büyük Yunanistan” ideali peşinde olan Venizelos’u alet olarak kullanacaktı. Lloyd George; Yunan işgali ile Türkiye’nin gücünü yok edip , Türk topraklarını müttefikler arasında paylaşmayı kolaylaştırmak niyetindeydi. George, bu planı gerçekten de uygulamaya koymuş, Yunan yenilgisinin ardından sürekli övgü yağdırdığı bu müttefiki tam anlamıyla yarı yolda bırakmıştır.
ingiliz Başbakanı daha önce de birçok defa “Türkleri Orta Asya’ya sürmek Avrupa için bir mecburiyettir” gibi ırkçı sözlerle Türklere bakış açısını anlatıyordu. Keza, istanbul’un işgalini kabinesinde ve ingiliz Parlamentosu’nda onaylatmak için kullandığı “Türkler ancak direnemeyecekleri bir güç kullanılarak akıl yoluna zütürülebilirler,” ifadeleri işgalin fitili ateşlemiştir.263
Lloyd George’un Atatürk’le ilgili 19 Ekim 1922 tarihinde Avam Kamarası’nda sarf ettiği meşhur söz, ingiliz derin devletinin planının kimler tarafından ve nasıl bozulduğunu açıkça ortaya koymaktadır:
insanlık tarihinde dâhiler pek ender görülür. Fakat ne acıdır ki, Tanrı, bir dâhiyi Türkiye’de dünyaya getirdi ve biz onunla çarpışmak zorunda kaldık. Mustafa Kemal gibi bir dâhiyi yenmemiz imkânsızdı.264
Llyod George, Türkiye’yi parçalama planlarının başarısızlığa uğramasının hemen ardından istifa etmek zorunda kaldı. 1930’lara gelindiğinde siyaset alanından uzaklaşmış ve güven duyulmayan bir siyasetçi olarak etkisiz hale gelmiştir.
Lord Curzon
Lloyd George hükümetlerinin Dışişleri Bakanı Lord Curzon, “Hindistan sınırı Fırat’ta olmalıdır” tezinin sahibidir. ingiliz derin devletinin politikası gereği, Hindistan’ın tam kontrolü için, Osmanlı sınırları içindeki Arap ve Kürt bölgelerinin, ingiliz mandası altına alınması gerektiğini savunmuştur.
Nereden para bulacaksınız, ancak biz verebiliriz. Memnun olmazsak kimden alacaksınız? Harap bir memleketi nasıl kurtaracaksınız? ihtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkartıp size göstereceğiz!265
Bu sözler Lozan Görüşmelerinde Lord Curzon tarafından ismet inönü’ye söylenmiştir. Gerçekten de bugün dahi görüşme masalarında Lozan’da geri aldığımız tüm haklar çeşitli vesilelerle karşımıza çıkartılmakta, zorla geri alınmaya çalışılmaktadır. Bugün, AB’nin vize serbestisi için terörle mücadele kanununu değiştirmemizi istemesi dahi Curzon’un tehdidinin hayata geçmiş örneğidir.
Curzon’un, necip milletimize yönelik bakışı 4 Şubat 1920’deki notlarında şöyle geçmektedir:
Türkler Avrupa’dan atılmalıdır. Amerikan Senatör Lodge’nin dediği gibi istanbul Türklerden tamamen alınmalı, bir veba tohumu olan savaşların yaratıcısı, komşuları için bir küfür olan Türkler, Avrupa’dan silinmelidir. Türkler Asya’nın Kızılderilileridir, akıbetleri de onlar gibi olacaktır.266 (Türk Milletini tenzih ederiz)
Somerset Arthur Gough-Calthorpe
istanbul’daki ingiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’un, Londra’ya gönderdiği birçok telgrafta, Osmanlı Devleti’ni zayıf düşürmenin bir yolunun da Kürtler ile Türkleri birbirine düşürmekten geçtiği ifade edilmiştir.
Mondros Mütarekesi görüşmeleri sırasında Amiral Calthorpe “Türkleri incitip üzmemek için elden gelen her şeyin yapılarak, Yunan gemilerinin izmir gibi istanbul’a da gönderilmeyeceği kanaatinde bulunduğunu; fakat ‘istanbul işgal edilmeyecektir’ suretinde bir madde konulamayacağını” söylemiştir.267 Bu sözlerden sadece 13 gün sonra Yunan ve ingiliz gemileri boğaza demir atmışlardır.
izmir’in Yunanlar tarafından işgal edileceğini bildirmek görevi de yine Calthorpe’a düşmüştür. Amiral 14 Mayıs 1919 günü sabah saat 9:00’da 17. Kolordu Kumandanı Ali Nâdir Paşa’ya bir nota vererek “izmir istihkâmları ile müdâfaa tedbirlerini hâiz (sahip olan) arazinin, Mütârekenâme’nin 7. maddesine uygun olarak itilâf Devletleri kuvvetlerince işgal edileceğini” bildirmiştir.
Aynı gün ikinci nota ile de, 15 Mayıs 1919 günü Yunanların izmir’i müttefikler adına işgal edeceği ve limandaki donanmanın işgal sırasında düzen temininde en üst yetkili olacağını söylemiştir. -
186.
0John Michael de RobeckTümünü Göster
Amiral Robeck, Kürt-Ermeni anlaşmasının taraflara ve ingiltere’ye önemli siyasi kazançlar sağlayacağına inanıyordu. 11 Aralık 1919’da Lord Curzon’a gönderdiği telgrafta anlaşmanın ingiltere’nin bölgedeki çıkarlarını koruduğunu yineleyerek, Kürt ve Ermeni isteklerinin dikkatli bir şekilde desteklenmesi ve himaye edilmesi gerektiğini ifade etti. Lord Curzon ise 20 Aralık tarihli cevabında Komiserliğe tarafların cesaretlendirilmesi ve teşvik edilmesi emrini verdi.268
Kürt ve Ermeni kardeşlerimize isteklerinin verilmesi kuşkusuz normaldir. Burada dikkat çeken nokta, ingiliz derin devleti elemanlarının bunu sadece kendi menfaatleri için istemeleridir. Menfaat bittiğinde ise ingiliz derin devleti, tıpkı Lozan sonrasında olduğu gibi, Kürt köylerini bombalamaktan çekinmeyecektir.
Aynı zamanda istanbul’un işgalinin mimarlarından olan De Robeck “Müttefikler barışı zorla kabul ettireceklerse, istanbul’da Türklere üstün gelip onların direnişlerini zayıflatmak zorundadırlar” ifadesi ile işgali haklı göstermeye çalışmıştır.269
George Francis Milne
Savaş ve işgal öncesi Karadeniz orduları komutanlığı yapan ve istanbul’un işgalinin komutasına atanan George Milne, Kafkas halkları ve Türkler için şu sözleri sarf etmiştir:
Bölge ve tüm yerleşik halkların hepsi aynı şekilde tiksindiricidir. Gürcüler, Bolşeviklerin kılık değiştirmiş halidir. Ermeniler, her zamanki Ermenilerdir – değersiz bir ırk. En iyisi gibi olan Azeri Türkleri de gerçekte barbardırlar. ingiliz ordusunun çekilmesinden sonra halklar birbirlerine düşecektir ama tüm ülke birbirinin boğazını kesse bile dünyanın büyük bir kaybı olmaz. Bu halklar için bir ingiliz askerinin bile hayatını kaybetmesine değmez.270 (Burada adı geçen tüm milletleri sarf edilen sözlerden tenzih ederiz)
George Milne, Atatürk’ün Anadolu’da başlattığı hareketten çok tedirgin olmuştu. Osmanlı Savaş Bakanlığı’ndan 6 Haziran 1919’da şu istekte bulundu:
General Kemal Paşa ile kurmaylarının vilâyetlerde bulunuşlarının istenir bir şey olmadığını ekselansınıza bildirmekle onur duyarım. Seçkin bir generalle kurmaylar kurulunun ülke içinde dolaşmaları, kamuoyunu tedirgin etmektedir. Ben askerlik bakımından bunların çalışmalarını gereksiz görmekteyim. General Kemal Paşa ile yanındakilerin hemen istanbul’a dönmeleri için emir vermenizi dilerim.271
Milne’ın Türk halkını ve istanbul yönetimini küçük gören, çoğunlukla üst perdeden olan konuşma üslubundan ve Savunma Bakanlığı’nın çaresiz cevaplarından Atatürk de çok rahatsız olmuştur. Nutuk’ta düşünceleri şöyledir:
…Bu hâl, ne teşkilât-ı milliyeye karşı izzetinefis meseleleri çıkaran Harbiye Nazırı’nın ve ne de Osmanlı Devleti’nin istiklâlini temin etmek mesuliyetini deruhte etmiş (üzerine almış) olan kabinenin izzetinefis ve haysiyetine dokunmuyor. Bu hâlin kendilerinin haysiyetini ve devletin istiklâlini çoktan rahnedar eylemiş (zarar vermiş) olduğunu fark etmek istemiyorlar. Hiç olmazsa protesto etmiyorlar. Hiç olmazsa bu tasallut (saldırı) ve tecavüz-i istiklâlşikenaneye (istiklali bozacak bir tecavüze) vasıta olmayız diye feryada cesaret edemiyorlar…272
Burada yer verdiğimiz ifadeler, bu şahısların Türklerin aleyhine sözlerinin sadece küçük bir kısmıdır. Gerçekte kalpleri Türk Milleti’ne karşı kin ile doludur ve istiklal Mücadelesi’nin başlama tarihine kadar ve sonrasında bu kini ortaya çıkaracak galiz uygulamalarda bulunmuşlardır. Kendilerince aşağı bir ırk olarak gördükleri Osmanlı Milletlerini her fırsatta ezmeye ve küçük düşürmeye çalışmışlardır. Gerçekte, bugün de benzer zihniyet devam etmektedir. Dostluğu ve geleceğini derin devletler yanında bulacağını sananlar bu gerçeği unutmamalıdırlar. -
187.
0Osmanlı Topraklarındaki Casuslar istanbul’a Rapor Vermektedir
Osmanlı’nın yıkılması planının temel uygulayıcıları, toprakların dört bir yanına dağılmış olan casuslar olmuştur. Bu casuslar devletler kurmuş, ülkeleri bölmüş, krallar atamış ve sınırları çizmişlerdir. Bu geniş casus ağı, ingilizler tarafından, istanbul’daki askeri istihbarata bağlı operasyon merkezi tarafından yönetilmiştir. istanbul’un işgali, bu casusluk ağına da lojistik anlamda destek sağlamıştır. “işgal subayı” adı altında Anadolu’ya onlarca casus sevk edilmiştir.
Bağımsızlık hareketinin güçlenmesi ile bu istihbarat ağı Türk askeri planları üzerine yoğunlaşmıştır. 1921’de Marshall Cornwall, Genelkurmay Başkanı Charles Harrington’a bağlı özel istihbarat subayı olarak atanmıştır. Cornwall, Ankara Hareketi’ni ve Mustafa Kemal Paşa’yı izlemek için küçük ama operasyonel bir ekip kurmuştur. Çok iyi Türkçe konuşan Cornwall, daha sonra 1941’de, ismet inönü’yü ingilizlerin yanında II. Dünya Savaşı’na girmeye ikna etmek için bir kez daha Türkiye’ye gönderilmiş fakat bu çabasında başarılı olamamıştır. -
188.
06. Bölüm: iSTANBUL’UN iŞGALiTümünü Göster
ingiliz Derin Devletinin Saltanata Bakışı ve Osmanlı’nın Geleceği Planı
I. Dünya Savaşı sırasında ingiliz Başbakanı Lloyd George “Arapça konuşan her yer Osmanlı imparatorluğu’ndan alınmalı ve manda haline getirilmelidir” demiştir. Başbakan sözlerini, “Türkler Anadolu’nun bir kısmına sahip olacaklar, fakat Avrupa’da hiçbir toprak sahibi olamayacaklardır. Türklere boğazlarda ve denizlerde hiçbir yer verilmeyecektir.” diyerek tamamlamıştır.273 ingiliz derin devletinin Osmanlı’nın geleceğine yönelik yüzlerce yıl öncesinden belirlenmiş planı tam olarak budur.
Kastedilen, Türklerin; Ankara, Konya ve iç Anadolu çevresinde tutulmasıdır. Bu plan, ingiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon tarafından Lozan’da açıkça dile getirilecektir. Aslında bu plan da sadece geçici bir duraktır. ingiliz derin devletin planına göre, Türk Milleti Orta Asya’ya sürülmeden bu baskı bitmeyecektir. Bu, ingiliz derin devletinin derin siyasetidir. Bugün Güneydoğu’yu PKK’ya vermek isteyen; Karadeniz’de federasyon olsun ve bölge Doğu ve Batı Karadeniz olarak ikiye bölünsün, Akdeniz ile Antalya bölgesi federasyon olarak ayrılsın diyen; istanbul’u uluslararası bir toprak, izmir ve bölgesini ise bağımsız bir devlet olarak gösteren haritaları basan yine bu derin devlettir.
ingiliz derin devletinin bölme planını, Maurice Bunsen başkanlığında “Asya Türkiye’sini inceleme Komisyonu”nun 30 Haziran 1915’te hazırladığı rapor yeterince anlatmıştır. Komisyon raporda, Osmanlı topraklarının Suriye, Filistin, Ermenistan, Anadolu/Türkiye ve Irak adıyla beş büyük bölgeye/özerk vilayete bölünmesini önermiştir. Ayrıca Akdeniz’den Basra Körfezi’ne uzanan hat üzerinde stratejik noktaların doğrudan veya dolaylı yollarla ingiliz kontrolü altına alınmasını şart koşmuştur. Bunun da yolu, Filistin ve Irak’ın tamamen işgal edilmesinden geçmektedir. Böylece ingiltere, savaş sonrası Asya Türkiye’sinde (Musul dahil) petrol başta olmak üzere bütün ekonomik imtiyazları ele geçirebilecektir.
ingiliz Yüksek Komiseri Amiral Webb, ingiltere’deki bir dostuna 19 Ocak 1919’da gönderdiği bir mektupta şöyle demiştir:
Görünürde memleketlerini işgal etmediğimiz halde valilerini tayin ediyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz. Polislerini yönetiyor, basınlarını denetliyor, zindanlarına girerek Rum ve Ermeni tutukluları işlemiş oldukları suçlara aldırmadan özgür bırakıyoruz. Demiryollarını sıkça denetimimizde tutuyor ve istediğimiz her şeye el koyuyoruz. Politikamız süngünün keskin ucuna dayanıyor… Halife elimizin altında bulundukça islam dünyası üzerinde ek bir denetim aracına da sahibiz.
Bu sözlerin geçtiği zamanlar, ingiliz derin devletinin Osmanlı üzerindeki gücünün zirvede olduğunu düşündüğü anlardır…
Bu kibir ve üstünlük kompleksi, ingiliz derin devletinin, Anadolu hareketini tam olarak kavrayamamasına sebep olmuştur. ingilizler ilk başlarda ulusal direnişe inanmamışlardır. Ankara’da şekillenen bu harekete karşı görüşleriyle bilinen dönemin Renin gazetesi, bunu, şu aşağıdaki sözlerle ortaya koymaktadır:
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’da bir ulusal eylem oluşturmaya çalışıyor. Bu ne çocukça bir hayaldir! Bütün dünyanın gücüne karşı, savaştan ezilmiş olan zavallı Anadolu’nun gücüyle kafa tutmasının ne hükmü olabilir? Anadolu’da ne kalmıştır, ne vardır ki direniş eylemi yapılabilsin?275
Mondros Mütarekesi’nin ardından imzalanan Sevr Antlaşması da bu planın son uygulama tahtasıdır. -
189.
0Sevr Antlaşması ingiliz derin devleti emperyalizminin en şaşırtıcı örneklerinden biridir. Zamanın sözde en ileri, en modern ve en liberal devlet adamları, konferans masalarında emperyalizm ve toprak ihtirası ile uluslarla nasıl oynayıp, dünyada nasıl bir güç dengesi kuracaklarını hesaplamaya başlamışlardı. Sözde “Hasta Adam” ilan edilen Osmanlı Devleti’ni yalnız parçalamakla kalmayacaklar; aynı zamanda önemli bölgelerini ve limanlarını işgal ederek bu hayati parçaları da alıp zütüreceklerdi. ingiliz derin devleti, yenilmiş ve yıkılmış olarak gördükleri Türklerin bütün bu işgal ve parçalama planlarına itiraz edemeyeceğine emindi.
ingiliz derin devleti, Halifelik ve saltanatın kendi kontrollerinde sembolik bir makam olarak kalmasını planlıyordu. Plana göre, istanbul ayrı bir devlet haline gelecek, padişah ise Kocaeli ya da Bursa dolaylarında mukim kılınacaktı. Akncak Yüce Allah, Hz. Mehdi (as)’ın çıkış yeri olan istanbul’u ve Türk topraklarını deccali odakların eline bırakmadı. Kendilerini en üst akıl zanneden bu kibirli güruh, her aklın üzerindeki Aklı, Yüce Rabbimiz’in planını hiç hesaba katmamışlardı.
Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i imran Suresi, 54) -
190.
0istanbul Devleti Projesi, Boğazların Kontrolü PlanıTümünü Göster
ingiliz derin devletinin savaş sonrası istanbul için planı, şehri, bağımsız bir şehr-i devlet haline getirmekti. Kurulacak yeni devletin sınırları, doğu-batı hattında Marmara Denizi’ne kıyı olacaktı. Avrupa yakasında Çatalca’ya kadar, Asya yakasında da izmit’e kadar olan topraklar bu şehrin sınırları içinde kalacaktı. Bu devlet, aslında ingilizlerin boğaz hakimiyetini sağlamak için görev yapacak bir uydu-devlet olacaktı. Bu nedenle Çanakkale Boğazı ve Marmara’daki adalar da bu devletin sınırlarına eklenecekti. Milletler Cemiyeti (şimdiki Birleşmiş Milletler) hamiliğine verilecek bu devlet ile sınırdaşları arasında da silahsız tampon bölgeler oluşturulacaktı. istanbul Devleti Hükümeti, Milletler Cemiyeti tarafından oluşturulacak ve bu hükümetin başkanlığını ingiliz ve Fransız delegeler dönüşümlü olarak yapacaktı. Plana göre istanbul Devleti, Osmanlı’dan tamamen, Müttefik devletlerden de sadece finans, adalet ve jandarma konularında bağımsız olacaktı.
Günümüzde de “istanbul Devleti” projesi farklı adlarla gündeme getirilmektedir. istanbul’un farklı özerk bir yönetimi olması ve AB içine Türkiye’den ayrı statüde kabulü gibi farklı modeller sunulmaktadır. New York Times gazetesinde 14 Mayıs 2016’da yayınlanan Türkiye’nin ayrı devletler şeklinde bölümlere ayırıldığı haritada, istanbul bağımsız bir devlet olarak gösterilmiştir. Yani 1900’lerin planı, hala yürürlüktedir. Daha önce de birçok kez belirttiğimiz gibi ingiliz derin devletinin planları hiçbir zaman ortadan kalkmaz, sadece soğutulur, geçici olarak rafa kaldırılır veya oyuncuları değiştirilir. Bütün planlar, yüzyıl da geçse, zamanı geldiğinde tekrar karşımıza çıkartılır.
Fakat önemli olan, Türkiye’yi hiç bir gücün asla bölemeyecek olmasıdır. Türkiye’nin kaderinde bölünüp parçalanma yoktur. Dolayısıyla ingiliz derin devletinin planı ne kadar güçlü olursa olsun, ne kadar sıklıkla karşımıza çıkarsa çıksın, Yüce Rabbimiz’in yazdığı kaderin asla önüne geçemeyecektir.
ingiliz derin devletinin o dönemlerde sorunu, Milli Mücadele hareketini ve Türklerin vatan bağlılığını tam kavrayamamış olmalarıydı. Derin devletin şu anki temsilcilerinin bugün düştüğü hata, yine aynı hatadır. Bu derin yapının insanları, çeşitli yayın organları yoluyla, hayali bir bölünmüş Türkiye haritası yayınlayarak bunun için terör örgütleriyle sinsi bağlantılar kurarak veya ülke içinden casus yancıları kullanarak emellerine ulaşacaklarını zannetmektedirler. Türk Milletinin buna asla ve kesinlikle izin vermeyeceğini bir türlü kavrayamamaktadırlar. Planlarının asla işlemeyeceğini, Türkiye’nin kaderinde hiçbir şekilde bölünme olmadığını yakında anlayacaklardır.
Aslında ingiliz derin devletinin asıl sorunu, Allah’ın planının her şeyin üzerinde olduğunu ve tüm sinsi planları ortadan kaldıracak güçte olduğunu kavrayamamalarıdır. Kaderde gerçekleşecek olan mutlaka Allah’ın planıdır. Yüce Allah ise, imanlı insanların, samimi olanların, doğru ve dürüst insanların aleyhinde asla yol vermez.
…Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez. (Nisa Suresi, 141) -
191.
0Anadolu’da Kuva-yi Milliye’ye Karşı isyanlar ve Derin Devlet Bağlantıları
ingiliz derin devleti istanbul’u işgal ederken, aynı zamanda güçlenmekte olan bağımsızlık hareketini de bastırmak için planlar yapmaktaydı. ilk planda Milli Bağımsızlık hareketine karşı bir birlik oluşturdu ve askerlerini eğitip silahlandırdı. Bu küçük orduya Kuva-yi inzibatiye dendi ve başına Süleyman Şefik Paşa getirildi. Benzer şekilde Anadolu’nun içlerinde, Ankara Hükümeti’ne karşı mücadele veren çeteleri de silah ve para ile destekledi. Başta Ahmet Anzavur olmak üzere bu çeteler, Rus iç savaşından kaçan Kafkas kökenli mültecilerden oluşuyordu. Mustafa Kemal, bağımsızlık savaşının ilk yıllarında bir yandan devletleşme mücadelesi verirken bir yandan da bu çetelerle savaşmak durumunda kaldı.
ingiliz derin devleti, Anadolu sınırları içinde kalan Kürtleri de Kuva-yi Milliye ile karşı karşıya getirmeye çalıştı. “Kürtlerin Lawrence’ı” lakabı ile anılan istihbarat subayı Binbaşı Edward William Charles Noel, Kürtleri ayaklandırmak ve Güneydoğu Anadolu’yu Osmanlı’dan koparmakla görevlendirilmişti.
Noel ve faaliyetlerini yine Nutuk’tan Atatürk’ün ağzından anlatalım:
Türklerle Kürtler arasında bir kardeş harbine sebebiyet vermek için, Kürtleri, ingiliz himayesi altında müstakil bir Kürdistan kurma planına iştirak etmek üzere tahrik ettiler. Bu teşebbüslerini tahakkuk ettirmek için büyük paralar harcadılar, her türlü casusluğa baş vurdular… Bu suretle Noel isimli bir ingiliz subayı uzun bir zaman Diyarbakır’da gayretler sarf etti ve faaliyetlerinde her türlü aldatma ve sahtekârlığa başvurdu..
Kürtlerin ari ırktan olduğunu ve bu nedenle Avrupalılara Türklerden daha yakın olduğunu savunan Binbaşı Noel’in önerisi, Güneydoğu Anadolu bölgesinde Kuzey Kürdistan ismiyle ingiltere’nin gözetiminde, özerk bir idare kurmaktı. -
192.
06. Bölüm: iSTANBUL’UN iŞGALiTümünü Göster
istanbul’un Kurtuluşu
Kuva-yi Milliye orduları 9 Eylül 1922’de izmir’i düşman işgalinden kurtardıktan sonra kuzeye Çanakkale Boğazı’na doğru yöneldiler. 15-23 Eylül tarihlerinde, Türk ve ingiliz orduları karşı karşıya iken, ingiliz Parlamentosu içinde tartışmalar devam ediyordu. Kimisi barışı istiyor, kimisi “savaşa devam” diyordu. En sonunda 23 Eylül günü, Doğu Trakya ve istanbul’un Türklere verilmesine karar verildi ve hemen ardından 11 Ekim 1922 tarihinde de Osmanlı Devleti’nin hukuken sonunu getiren ve Kurtuluş Savaşı’nın sona erdiğini belgeleyen Mudanya Mütarekesi imzalandı. ingiliz derin devletinin 100 yıllık Anadolu planı, Atatürk önderliğindeki Anadolu bağımsızlık hareketi ile yıkılmış oldu. ingiliz derin devleti, bu başarısızlıktan Başbakan Lloyd George’u sorumlu ilan ederek istifa ettirdi. George’un, bir daha ingiliz siyasetinde adı hiçbir zaman geçmeyecekti.
ingiliz orduları belki istanbul’dan ayrıldılar ama Musul’dan, Irak’tan, Arabistan’dan ve Kuveyt’ten çekilmediler. ingiliz derin devleti, israil ve Filistin sorununu oluşturmaktan vazgeçmedi. Elini Süveyş ve Mısır’dan, Suriye’den ve Ürdün’den hiç çekmedi. Kürtleri kışkırtma çabasından hiç vazgeçmedi. ingiliz derin devletinin Osmanlı’yı yıkarak Ortadoğu’da kurduğu sistem bugüne kadar Müslümanlara hep savaş ve ölüm getirdi. Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde 20. yüzyılda 100’den fazla ihtilal, 30 iç savaş yaşandı. 15 milyondan fazla Müslüman can verdi. Suikastlar, ayaklanmalar, toplu katliamlar, kimyasal silahlar, Müslümanın Müslümanı şehit ettiği kanlı savaşlar hiç ekgib olmadı. 21. yüzyılın başları, yani içinde bulunduğumuz dönem ise çok daha kanlıydı.
Sadece Ortadoğu değil Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan’da da benzer şeyler yaşandı. Derin devlet elemanları kuzey adalarındaki köşklerinde, dukalıklarında keyif sürerken, uçsuz bucaksız topraklar Müslüman kanıyla sulandı. Ne gariptir ki, ingiliz derin devleti, bu savaşları kendi askerleri ile kazanmadı. Müslüman kanı yine Müslümanlar tarafından döküldü.
ingiliz derin devletinin Ortadoğu’ya getirdiği kargaşa ruhuna devam edecek olursak; kendi devletini kurmak hayaliyle kandırılan Kürtler, Irak ve Suriye’deki hükümetler tarafından yoğun baskı ve zulme uğradılar. Şii komşular, Sünni komşular aleyhine; Sünni komşular da Şii komşular aleyhinde kışkırtıldı. Dindarlar, milliyetçiler, liberaller ve solcular hep birbirlerine karşı tahrik edildi. Kuveyt işgal edilirken ingiliz derin devleti ajanları Saddam’a, Kuveyt’in kendisine ait olduğu ve bu yüzden kendi malına el koyması gerektiği telkinini veriyorlardı. Hafız Esad Hama’da katliam yaparken, yanındaki sözde danışmanları “sen onları öldürmezsen onlar seni öldürecek” diyorlardı. Arap orduları israil’e toplu olarak saldırmadan evvel ingiliz diplomatlarından yeşil ışık almışlardı. ingiliz derin devleti, söz konusu Arap ordularının israil güçleri karşısında yenilgiye uğrayacaklarını elbette ki biliyordu. Mısır’ın, sözde kendi ülke menfaatleri adına Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi sadece ingilizlere yaramıştı.
Burada şunu belirtmek gerekir: Ortadoğu politikasında suçun tümünü ingiliz derin devletine yüklemek o kadar gerçekçi olmayacaktır. ingiliz derin devletinin oyunları kuşkusuz sinsi ve acımasızdır. Fakat derin devletin bütün bu oyunlarına gelmek, asıl olarak Müslüman camiasının en büyük gafletlerinden ve hezimetlerinden biridir. Kuran’a dayanıp Allah’a güvenmeyi unutmuş, hurafeleri din gibi görmeye alışmış, ingiliz derin devletinin türettiği “üstün ırk” safsatasına inanarak kendisini aciz ve aşağı görmeye alışmış bir kısım islam toplulukları, bu hezimet ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu insanlar, kimi zaman sözde “üstün ırk”ın yancılığını yapmakta sakınca görmemiş ve derin devletin propagandasına daima açık hale gelmişlerdir. işte bu yüzden bu gafletin ceremesini fazlasıyla çekmişlerdir, hala da çekmektedirler. islam camiası, Kuran’dan uzaklaştıkça, Müslümanlar Müslümanlardan uzaklaştıkça, derin devletin tezgahladığı bu oyunların piyonu olmaya devam edeceklerdir. Bu büyük tehlikenin mutlaka görülmesi ve islam camiasının islam’da –yalnızca Kuran’a dayalı islam’da– bir araya gelmeleri şarttır. islam camiasının bir araya gelerek, tüm dünyaya kaliteyi, sevgiyi, barışı, adaleti getirecek bir öncü olması elzemdir.
inkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73) -
193.
0ingiliz Derin Devletinin islam’ı Müslümanların Elinden Alma ÇabasıTümünü Göster
200 yıl evvel “Kuran-ı Kerim yok edilmedikçe, Avrupa’ya barış gelmeyecek. Kuran’ı Müslümanların elinden almalıyız” 278 diyen ingiltere eski Başbakanı William Ewart Gladstone’un takipçileri, bugün tüm güçleriyle Kuran’ı Müslüman dünyasından uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. Bunda da belli oranda başarılı olmuşlardır. Kuran’ı Kerim, Müslümanların elinden geniş çapta alınmış, yerine hurafelerle dolu bağnaz bir felsefe konmuştur. ingiliz derin devletinin günümüz siyasetinin, daima Müslümanların elinden gerçek islam’ı, yani Kuran Müslümanlığını almak olduğu asla unutulmamalıdır. ingiliz derin güçleri, Kuran Müslümanlığının olağanüstü kaliteli, barış ve sevgi kaynağı, tam demokratik bir model olduğunu, gayet iyi bilmektedirler. Böyle bir modelin, mutlaka dünya çapında galip geleceğinin ve kendilerinin inşa etmeye çalıştığı sahte sosyalist-komünist-anarşist-emperyalist sistemi yok edecek güçte olduğunun farkındadırlar. işte bu farkındalık nedeniyledir ki, ingiliz derin devletinin asıl mücadelesi, gerçek islam ile olmuştur.
ingiliz derin devleti, Osmanlı’yı yıkarken ve ardından parçalarken daima bu kirli yönteme başvurmuştur. Kuran Müslümanlığını tanımayan, kendisinde imani bir güç bulamayan ve hurafeler nedeniyle doğru dürüst düşünemeyen bir kısım Osmanlı paşaları ve öncüleri, bu yıkımı adeta kendi elleriyle hazırlamışlardır. Bugün Ortadoğu ülkelerini paramparça ederken ingiliz derin devletinin hala aynı yönteme başvurduğu unutulmamalıdır. En önemli yıkım yolunun “kardeşler arasında ayrılık çıkarmak” olduğunu gayet iyi bilen ve çok iyi tecrübe etmiş olan ingiliz derin devleti, bunu her fırsatta, tekrar tekrar uygulamaya geçirmektedir. Bu kirli plan deşifre olduğuna göre, Müslüman camiasının buradaki mesajı görmesi ve hatayı teşhis etmesi elzemdir.
Parçalanmaya ve savaşlara çare, daha fazla Müslüman düşman edinmek değildir. Tam tersine, Müslümanları bir araya getirebilecek yola başvurmak gerekmektedir. Bu yol ise, sadece ve sadece Kuran’a sarılarak bulunabilecektir. Dolayısıyla islam aleminin yapması gereken şey, kendi düştüğü hatayı görüp, Yüce Kitabımız Kuran ile bu durumu acilen bertaraf etmektir.
(Onlar) Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır. (Şura Suresi, 38-39) -
194.
07. Bölüm: LOZAN’A GiDEN YOL
Büyük Savaş Sonrası
Düyun-u Umumiye ingiliz Dainler (Alacaklılar) Başkanı Sir Adam Block, 1914’te savaş ilanı nedeniyle istanbul’dan ayrılacağı zaman şöyle demişti:
Eğer Almanya kazanırsa, siz Alman sömürgesi olacaksınız. Eğer ingiltere kazanırsa, mahvoldunuz!
28 Temmuz 1914 tarihinde sıkılan ilk kurşunla fitili ateşlenmiş olan korkunç yıkım, Büyük Savaş olarak da adlandırılan I. Dünya Savaşı, 11 Kasım 1918’de neticelenmişti. Savaşın resmen bitirilişinden yaklaşık 2 ay sonra, 18 Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’nda, savaş sırasında imzalanmış olan gizli antlaşmaların uygulanması karara bağlanmıştı. ingiltere ve Fransa, Wilson ilkeleri’ne tamamen ters düşmemek için “savaş tazminatı” yerine “savaş onarımı”, “sömürgeciliğin” yerine ise “manda sistemini” gündeme getirerek kendi sömürü taleplerinin uygulanmasını sağladılar.
Paris Barış Konferansı bir yandan savaş hukuku ve savaş sonrası toprak paylaşımlarını konu edinirken, başka bir tarafta da ilginç bir konuya ev sahipliği yapıyordu. Yeni dünya düzeninin şekillendirilmesi amacıyla gizli adımlar atılmaktaydı. 30 Mayıs 1919 tarihinde yapılan bir oturumda, derin dünya devletinin ilerleyen yıllarda dünyayı şekillendirmek amacıyla kuracağı bir organizasyon resmileştirilecekti. Bugün CHATHAM HOUSE olarak bilinen bu organizasyonu daha iyi tanıyabilmek için, bu organizasyonun kurucu babası olarak bilinen kişiyi biraz daha yakından incelememiz gerekmektedir. Bu kişi, Lionel Curtis’dir. -
195.
0Sevr’in MimarlarıTümünü Göster
Lionel Curtis’in dikkat çekici faaliyetleri, ingiltere’nin Güney Afrika’daki sömürgelerinde görev aldığı 1899–1909 yılları arasında başlamıştı. Onu buradaki görevine getiren Sir Alfred Milner, koloniler için görev yapmak üzere Curtis’ten başka birçok Oxford mezununu da Güney Afrika’ya getirmişti.
Bu ekip “Milner’in Anaokulu” olarak tanınmaktaydı. Ekip üyeleri; eğitimleri, yaşam tarzları ve paylaştıkları değerler ile birbirine sıkı sıkıya bağlıydı. Güney Afrika günlerinde sürekli beraber zaman geçirmekte, politik ve sosyal konularda tartışmalar yapmaktaydılar.
Anaokulu ekibi şu kişilerden oluşmaktaydı:
George Geoffrey Dawson: Times Dergisi Direktörü ve Editörü
Richard Feetham: Avukat, Güney Afrika Baş Hakimi, Yüce Divan Hakimi
Lionel Hichen: English Electric Company (ingiltere Elektrik Şirketi) Yönetim Kurulu Başkanı
Robert Henry Brand: Lazard Brothers (Lazard Kardeşler) şirketinin yöneticisi
Sir Patrick Duncan: Güney Afrika Valisi
John Dove
J. F. (Peter) Perry
Geoffrey Robinson
Hugh Wyndham
1905 yılından sonra Philip Kerr (Amerika’nın ingiliz Büyükelçisi 1939-1940), Lord Selborne ve Dougal Malcolm da ekibe katıldı.
Anaokulu ekibinin birlikte yürüttükleri çalışmalar, bu ekibin Güney Afrika’yı terk etmesinden sonra da uzun süre devam edecekti.
Alfred Milner’in hedefi, Güney Afrika kolonilerini ingiliz bayrağı altında birleştirmekti. Milner, Cecil Rhodes’in vasiyetiyle kurulan “Rhodes Fonu”ndan Anaokuluna para aktarılmasına aracılık etti. Kitabın başında tanıttığımız Cecil Rhodes, hatırlanacağı gibi, Güney Afrika’da elmas ve maden ticareti ile zengin olmuş, ingiliz derin devletinin Darwinist ve ırkçı kurmaylarından biriydi.
Bu sırada Lionel Curtis de Anaokulu içinde (haşa) “Peygamber” olarak anılmaya başlanmıştı. Curtis, 31 Mayıs 1910’da Güney Afrika’yı birleştirmeyi başardı. Bu başarı, global ölçekte bir idealin peşinde koşulmasıyla sağlanmıştı. Curtis’e göre, Güney Afrika, ingiliz imparatorluğu açısından bir “mikrokosmos” gibiydi. Burada birleşme sağlandıktan sonra, Anaokulu’nun benzer çalışmayı, imparatorluk ölçeğinde gerçekleştirebileceğini ifade etmişti.280
1909’da Alfred Milner potansiyel sponsorlar ve destekçilerin katıldığı toplantılar düzenlemiş ve Lionel Curtis bu sayede bir hedefe daha ulaşmıştı: 4-5 Eylül 1909’da ingiltere Galler’de Plas Newydd’de yer alan Lord Anglesey’in konutunda Yuvarlak Masa organizasyonu gerçekleştirildi. Anaokulu ekibinin yanı sıra Lord Howick, Lovat, Wolmer ve F. S. Oliver de toplantıya katıldı. Kısa zaman içinde ekibe hepsi ingiliz olan Leo Amery, Lord Robert Cecil, Reginald Coupland, Edward Grigg ve Alfred Zimmern de dahil oldu.
Yuvarlak Masa’nın amacı çok netti: ingiliz imparatorluğu’nun dünya çapında payidar olmasını sağlamak ve tüm dünyayı Anglosaksonların hakimiyeti altına almak. Toplantının temel felsefesi iki madde ile özetlenebilir:
1. Malthus Doktrini: Dünyadaki popülasyonun artış hızı ile tüketim maddelerinin artış hızının aynı olmaması nedeniyle fakir ulusların ortadan kaldırılması gerektiği yönündeki sapkın düşünce.2. Öjeni (Eugenics – Üstün Irk Teorisi): Yaşlı ve sakatların elimine edilmesi yani yok edilmesi ile üstün bir ırk yaratılması iddiasıyla özetlenebilen Darwinist imha sistemi.
Lionel Curtis, Aralık 1918’de Yuvarlak Masa’nın yayın organında bir makale yayınladı. Bu makalede I. Dünya Savaşı sonrasında bir Milletler Cemiyeti kurulmasını ve bu organizasyon altında dünya çapında mandater bir sistem yürütülmesini önerdi. Bunu ingiliz–Amerikan ortaklığıyla yürütmenin uluslararası dengeyi sağlayacağını iddia etti. Böylece Paris Barış Konferansı’na davet edildi. Aynı zamanda Yuvarlak Masa kadrosunda da yer alan ingiltere Propaganda Bakanlığı’ndan Robert Cecil’in yürüttüğü Milletler Cemiyeti oturumuna katıldı. Bunun neticesinde 1919’da Amerikan–ingiliz Uluslararası ilişkiler Enstitüsü kuruldu. Daha sonra bu Enstitü, ABD’de CFR ismini alacak, ingiltere’de ise Kraliyet Uluslararası ilişkiler Enstitüsü yani Chatham House olarak anılacaktır.
Chatham House’un ilk başkanları:
Lord Robert Cecil
Arthur James Balfour
John R. Clynes
Viscount Edward Grey
Bu ekip, Paris Barış Konferansı’nda Türkiye’yi parçalama planları yapan ve Sevr Antlaşması’nı hazırlayan ekiptir.
Ayrıca Konferansta, ingilizlerin önderliğinde oluşturulan komisyon kararınca Milletler Cemiyeti’nin kurulmasına karar verilmiştir.