-
151.
0ingiliz derin devleti, daha hızlı sonuç alabilmek, Osmanlı ve Türkler üzerindeki pgibolojik baskıyı artırmak ve yürüttüğü Türk aleyhtarı kara propagandanın çapını genişletmek amacıyla kontrolündeki ABD yönetimini ve medyasını da devreye soktu. Bu sayede Türk düşmanlığı ABD’ye de sıçramış oldu. ABD’li senatör Henry Cabot Lodge’un nefret ve fanatizm dolu sözleri bu gerçeği ortaya koymaktaydı:Tümünü Göster
Başarılı oldukları dönemlerde Osmanlı Türkleri, Avrupa ve Hristiyan alemi için adeta bir veba idi. Çöküşe doğru ilerledikleri uzun yüzyıllar boyunca Avrupa’nın başına bela oldular, sayısız savaşın sebebi haline geldiler, sayısız katliamın infaz memuru oldular. Böyle bir hükümet, modern medeniyet için bir lanettir… Benim en içten umudum, savaşın sonuçları arasındaki en önemli sonucun, Avrupa’da Türk imparatorluğu’nun tümüyle yok olmasıdır.
1912 yılında ABD Başkanı Woodrow Wilson’a Morgenthau’nun Türkiye’ye elçi olarak atanması önerildiği zaman Başkan, “Türkiye diye bir şey olmayacak ki, elçi göndermek gereksin” cevabını vermiş ve dönemin ABD’sindeki Türk düşmanlığını da şu sözlerle ifade etmişti:
Amerika’daki Türk düşmanlığı inanılmayacak ölçüdedir. Amerika kamuoyunun onaylayacağı şey, Ermenilerin ya da herhangi bir milletin Türklere karşı korunmasıdır.210
Fransız tarihçi Albert Sorel ise şunları söylemişti:
Bazı medeni milletlerin Doğuda izledikleri politika böyledir. Türklerin, Hintlilerin, Çinlilerin vatanlarından bir parça koparıp alınır, mal ve mülkleri yağmalanır, kendileri öldürülür ve yine de “kızmayın biz sizinle savaşmıyoruz, biz sizin en iyi dostunuzuz” denilir.211
Ahmet Rıza da, La Crise de L’Islâm (islam Krizi) adlı eserinde ingiliz derin devletinin Türkler aleyhindeki propagandasını Batılıların ağzından şöyle anlatır:
Klagib barbar ve zalim tipini muhafaza etmekte olan Türklerin Avrupa’da kalmalarına tahammül etmek Avrupa medeniyeti için bir lekedir; Türkler Avrupa’dan kovulmalıdır.212
I. Dünya Savaşı öncesi dönemin, ingiliz derin devletinin ABD üzerinde yoğun propaganda yaptığı ve ülkeyi kendi istediği şekilde yönlendirdiği bir dönem olduğunu hatırlatmak gerekir. O dönemde ABD’de gelişen Türk düşmanlığının temel sebebi, ilerleyen satırlarda detaylarını göreceğimiz gibi, ingiliz derin devletinin o bölgedeki faaliyetleri ve basın yoluyla yaptığı karşı propagandalar olmuştur.
Aynı dönemde, özellikle ingiltere ve genel olarak Avrupa’da hakim olan bu ırkçı rüzgara kapılmayan ve Türk insanını takdir edebilen sağduyulu kimseler de vardır. 19. yüzyılın sonlarında Türkiye’ye yolculuk yapan ingiliz yüzbaşı Frederick Gustavus Burnaby bu ender kişilerden biridir. Burnaby’nin Küçük Asya Seyahatnamesi adlı Osmanlı’yı konu alan eserinde anlattıkları, hem objektif hem de gerçektir. ingiltere’de Türk düşmanlığının kışkırtılmaya başlandığı ve Türklere karşı her türlü aleyhte faaliyetin hızlandığı bir dönemde, bu ingiliz subayı Anadolu’da seyahat etmiş ve her şeyi bizzat yerinde incelemiştir. Burnaby, izlenimlerini şöyle aktarır:
Türk ulusunu yerin dibine batıran, onu dünyada akla gelebilecek her türlü kötülükle suçlayan ülkemizin insanları hikayeler yazmayı bırakıp, Anadolu’da küçük bir yolculuğa çıksalar iyi ederler… Kendilerini Hıristiyan sayan yazarlar birçok konuda Küçük Asya’daki Türklerden ders alsalardı keşke.213
Aynı şekilde Balkan Savaşları sırasında ülkemizde bulunan yabancı ve tarafsız birçok savaş muhabiri Türkler hakkında doğru tanıklıkta bulunmuşlardır:
Madem ki Avrupa’da Türk askerlerinin yağmacı ve insan öldürücü olduğunu yazanlar, iddia edenler bulunuyor; bunu şiddetle protesto etmek de bizim görevimizdir. Biz onlarda sabır ve dayanıklılıktan, insaf ve doğruluktan başka bir şey görmedik ve hiçbir zaman vahşice davranışlarına rastlamadık. -
152.
0ingiliz Derin Devletinin Propaganda Bürosu: Wellington HouseTümünü Göster
I. Dünya Savaşı, ingiliz derin devletinin propaganda malzemelerini en etkili kullandığı yıllardır. I. Dünya Savaşı’nda, cephe savaşlarının yanı sıra, yoğun olarak bir propaganda savaşı da yapılmıştır. Düşmanları kötü, müttefikleri ise iyi gösterebilmek adına yapılmış olan bu kara propaganda çalışmaları, ingiltere’nin, I. Dünya Savaşı’ndan galibiyetle ayrılmasının önemli sebeplerinden biridir. Bu sinsi propaganda savaşı, Osmanlı Devleti’nin de sonunu getiren ve Osmanlı’nın parçalanmasına önayak olan önemli sebeplerden biridir. ingiliz derin devletinin I. Dünya Savaşı’ndaki bu sinsi politikalarını görebilmek, aynı derin devletin bugün nasıl bir yöntem izlediğini anlamak bakımından da önemlidir. Çünkü ingiliz derin devleti, basın ve kurumlar yoluyla etkili propaganda yöntemlerini bugün de kullanmakta, parçalanmasını istediği ülkeleri bu propaganda ağı ile çöküşe sürüklemekte, yalanı rahatlıkla yaygınlaştırabilmekte ve sömürge imparatorluğuna yeni ülkeler dahil edebilmektedir. Elbette ki bu ağ, geçmiştekinden daha da genişlemiş ve etki alanı artmıştır.
I. Dünya Savaşı sırasında yapılan Türk aleyhtarı propaganda, ingiliz derin devletinin kontrolü altında, Büyük Britanya propaganda ofisleri tarafından özel olarak dizayn edildi ve geliştirildi. Bu propagandada, ABD’li kurum ve yöneticiler de ingiliz derin devletinin öncülüğünde ciddi bir işbirliği içine girdiler. ABD kurumlarının aynı dönemde yaptıkları aleyhte propagandaların büyük ölçüde ingiliz derin devletinin yönlendirmesiyle gerçekleştiğini burada tekrar hatırlatalım. I. ve II. Dünya Savaşı dönemleri, Amerika’nın sadece ingiliz enformasyonundan aktarılan bilgilerle yönlendirildiği bir dönemdi. ingiliz derin devleti kaynakları, her türlü provokasyonu bu yayınlar vasıtasıyla gerçekleştirmiş ve Amerika’nın dostlarını ve düşmanlarını bu şekilde belirlemişlerdi.
I. Dünya Savaşı boyunca, ingiliz derin devletinin propaganda faaliyetleri, ingiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından yönetilmekteydi. Dışişleri, 1914 yılında Londra’da Buckingham Gate’deki Wellington House binasında “Savaş Propaganda Ofisi”ni kurdu ve başkanlığına Lordlar Kamarası’ndan C. F. Mastermann’ı getirdi. Bu tarihten itibaren kurumsal yapısı ve yöneticileri sürekli değişse de ingiliz propagandası “Wellington House” adı altında devam etti.
O tarihten itibaren Wellington House’un denetiminde çok fazla kişi ve kurum görev yapmıştır. Bunların arasında asıl olarak propagandaları yaygınlaştıracak siyasetçiler, iş adamları ve elbette basın yayın organlarının yöneticileri vardı. Propagandayı perde arkasından yöneten kişilere “görünmeyen hükümet” deniyordu. Hedef, geniş kitleleri istenilen propagandaya uygun şekilde yönlendirebilmekti. Bunun için insanların duygularına, inançlarına ve beklentilerine uygun sözler kullanılıyor; bu yönde yaklaşımlarda bulunuluyordu. Yalanlar, büyük gerçekler edasında, çok defa ve sık sık tekrarlanıyordu.
Wellington House adıyla bilinen söz konusu propaganda ofisi, I. Dünya Savaşı yıllarında yalnız ingiliz kamuoyunu yönlendirmekle kalmamış, başka ülkelerin halklarını da etkileyecek projeler yürütmüştür. ingiliz Başbakanı Lloyd George, 19 Eylül 1916 tarihinde şunları söylemiştir:
Kamuoyu işin yarısını bilmiyor. Sadece zaferleri okuyorlar, savaşın neye mal olduğu halktan gizleniyor.215
Savaşın sonlarına doğru basının bu şekilde kullanılması, ingiltere Parlamentosu içinde de eleştirilere sebep olmuştur. ingiliz siyasetçi Austen Chamberlain, “Basın, özgürlüğünü kaybetti, özgürlüğüyle birlikte gücünü de kaybetti,” demiştir.
I. Dünya Savaşı sırasında söz konusu kirli propagandanın asıl hedefi Almanlar ve Türkler olmuştur. Alman askerlerinin Hollanda’da papazları kilise çanlarına asarak öldürdükleri veya küçük çocukları süngüledikleri şeklindeki haberler, savaş sonrasında hem ingilizler hem de Belçikalılar tarafından yalanlanmıştır.217 Bu propagandaların kaynağı ise yine Wellington House olmuştur.
Wellington House, sadece propaganda yayınlarını basmakla yetinmemiş, basına sansürün de işletmecisi haline gelmiştir. Savaş haberlerinin kamuoyuna ulaşması, Wellington House’un belirlediği bir sansür sisteminden geçerek sağlanmıştır. Söz konusu propaganda bürosu, savaş resimlerini çekmek için iki resmi fotoğrafçı ve birkaç ressam görevlendirmiştir. Bu kişiler Wellington House’un emirleri doğrultusunda fotoğraflar çekmiş ve çizimler yapmışlardır. Bunların dışında herhangi bir gazetecinin fotoğraf çekmesi veya herhangi bir ressamın savaş ile ilgili bir resim çizmesi mümkün olmamıştır. Bu, hükümet kaynaklarını kullanan Wellington House tarafından yasaklanmıştır.
ingiltere’de belli gazeteciler ve gazete grupları seçilmiş, bunlar, propaganda bürosunun belirlediği şekilde haber yapmakla yetkili tutulmuşlardır. Büronun istediği yazıları yazmış, büronun tasvip ettiği resimleri yayınlamışlardır. Bu sansürün dışına çıkıp savaş alanını yorumlayan veya resmedenler cezalandırılmışlardır.218 Görülebildiği gibi savaş döneminde ingiliz basını, ingiliz derin devletinin kurguladığı hayali dünyayı yayınlamıştır. Aslında durum, şu anda da bundan farklı değildir. Sadece ingiliz derin devletinin etkisi altındaki basının çapı genişlemiş, neredeyse bütün dünyaya yayılmış ve emrindeki gazeteci sayısı artmıştır.
Wellington House’un Türklere karşı faaliyetleri, kapsamı oldukça geniş tutulan, hatta bugün bile devam eden bir kara propaganda ağını temsil eder. I. Dünya Savaşı sırasında bu kurum tarafından ortaya atılan sözde “Ermeni soykırımı” iddiaları, özellikle Amerikan kamuoyunu Türklere karşı örgütlemek ve bu yolla Amerika’nın ingiltere’nin yanında savaşa katılmasını sağlamak için kurgulanmıştır. Bu iddialar, bugün bile güncelliğini korumakta ve Wellington House’un propagandaları bugün bile karşımıza bir koz olarak çıkarılmaktadır.
Sözde “Ermeni soykırımı” senaryosunun kurgulanmasına neden olan asıl hikaye ise şöyledir:
I. Dünya Savaşı sırasında Rusya’nın ingiltere’nin müttefiki olması, Amerika’nın gönlünü kazanmak açısından büyük bir dezavantajdı. Rusya’nın kötü bir ünü vardı. Özellikle Amerika’da Rusya’ya karşı yoğun bir öfke gelişmişti. ingiltere’nin Rus desteğini koruması ve Amerika’yı savaşa dahil edebilmesi için bu iki devin uzlaşacağı bir altyapıya ihtiyaç vardı ve plana göre, Ruslar’dan daha büyük katliamlar gerçekleştirmiş gibi gösterilen ortak bir düşman üretilecekti. Bu ortak düşman Osmanlı Devleti olacaktı. Türk siyasetçi Onur Öymen, bu kurguyu şu şekilde anlatır:
işte ingiliz Propaganda Teşkilatı Wellington House’un Türklerin Ermenilere karşı soykırım yaptığı iddiasını en önemli propaganda malzemelerinden biri yapmasının arkasındaki gerçeklerden biri buydu. Üstelik o sıralarda Türklerin islam aleminde de büyük bir itibarı vardı. ingilizler savaşta karşı kampta yer alan Osmanlı imparatorluğu’nun dünyadaki ve bu arada islam alemindeki itibarını sarsmak için de bu soykırım iddiasını kullanacaktı. (Sözde) Bir milyondan fazla insanı katleden bir imparatorluğun peşinden hangi ülke giderdi? ingiltere böyle düşünüyordu.219
Wellington House’un Türkiye’ye yönelik olarak başlattığı bu kara propaganda, ingiliz derin devletinin beklediği sonucu getirmiştir. Bu propaganda oldukça sistemli bir şekilde uygulanmış ve o dönemde Amerika’da, -hedeflendiği şekilde- Türkler aleyhine bir kamuoyu oluşmuştur. işin şaşırtıcı yanı, bu kara propagandaya, tıpkı bugün olduğu gibi, o yıllarda da Türklerin içinden bazı kimselerin destek vermesi ve bu kişilerin ingiliz derin devletinin sunacağı az bir menfaati, vatan haini olmak pahasına tercih etmeleridir. -
153.
0I. Dünya Savaşı Sırasında Türklere Yönelik Yürütülen Kara PropagandaTümünü Göster
Wellington House, tüm dünya çapında, çeşitli ülkelere olduğu gibi, Türkiye’ye karşı da çok yoğun bir propaganda faaliyeti yürüttü. Başta ingiliz tarihçi ve uluslararası ilişkiler uzmanı Arnold J. Toynbee olmak üzere bazı tanınmış yazar ve politikacılara birçok kitap, makale ve broşür yazdırıldı. Amaç, Türkleri her alanda kötü, zalim ve insafsız bir halk olarak göstermek ve Osmanlı imparatorluğu’nu tamamen gerçek dışı iddialarla suçlamaktı.
Toynbee’nin, ingiliz tarihçi ve siyasetçi Viscount James Bryce ile birlikte yazmış oldukları ve Mavi Kitap olarak bilinen Osmanlı imparatorluğu’nda Ermenilere Yapılan Muamele adındaki kitap, tamamen Türkiye’ye yönelik iftiralarla dolu bir propaganda kitabıdır. Kitap, başından itibaren Türklerin sözde Ermenileri nasıl katlettiğine dair, insanı öfke ve nefret duygusuna sevk edecek hayali öyküler içermektedir. Ama söz konusu iddialar kitabın hiçbir yerinde belgelendirilmemiş ve somut bir açıklama yazılmamıştır. Onur Öymen, kitaptaki bilgilere kaynak olarak kullanılan kişileri şu şekilde açıklamaktadır.
(Kitapta) Sözü geçen kişiler X, Y, Z gibi sembollerle adlandırılmaktadır. Kimdir bu semboller? işte bu sorunun cevabını Amerikalı araştırmacı Prof. Justin Mc. Carthy uzun çalışmalarının sonucunda büyük ölçüde ortaya çıkarmıştır. Bunların çoğu o yıllarda Türkiye’de faaliyet gösteren ve yazdıkları raporlarda Türkleri her vesileyle kötüleyen Amerikalı misyonerlerle şiddet yanlısı bazı Ermeni örgütlerin mensuplarıdır. 150 belgenin 59’u misyonerler tarafından yazılmıştır. Geri kalanlardan 52 belge Ermeniler tarafından gönderilmiştir. Osmanlıları baş düşmanı sayan Ermeni Taşnak Partisi’nin raporları da kitapta yer almaktadır. Diğer belgeler de Taşnak yanlısı veya Ermeni davasını destekleyen gazetelerden alınmıştır. Yani o devirde Ermeni gazeteleri de bir propaganda silahı olarak kullanılmıştır.
Yine aynı dönemde Wellington House tarafından yayınlanan kitaplardan bir diğeri de Faiz El-Ghusei tarafından yazılmış olduğu iddia edilen Şehit Ermenistan isimli kitaptır. Faiz El-Ghusei, Osmanlı’da çeşitli görevler yapmış bir bürokrat ve kaymakam olarak tanıtılmıştır. Ama tarihçiler, yaptıkları araştırmalarda Osmanlı’da bu görevlere gelmiş bu isimde bir kişiye hiçbir zaman rastlamamıştır.221 Hayali bir isimle yazılmış bu kitap, ingiliz derin devletinin iftiralarla dolu bir başka propaganda malzemesidir.
Önceki bölümde incelediğimiz gibi, I. Dünya Savaşı sırasında bir kısım Ermenilerin, özellikle ingiliz derin devleti tarafından Osmanlı’ya karşı kışkırtıldığı ve bazı kimselerin bu provokasyonlara kanarak Türk aleyhtarı bir tutum takındığı doğrudur. Fakat bu, Ermeni kardeşlerimizin tümüne yorulacak bir durum elbette ki değildir. Nitekim Taşnak Partisi’nin üyelerinden Ermenistan’ın ilk Başbakanı Hovhannes Kajaznuni, 1923 yılında Taşnak Partisi kongresinde yaptığı konuşmada, “Ermenilerin başına gelen felaketlerin başlıca sorumlusunun doğrudan Taşnak Partisi olduğunu” söylemiştir. “Ermenilerin, o dönemde Ruslardan etkilenerek Müslüman nüfusunu katlettiğini, Taşnakların Ermenistan’da bir diktatörlük kurduğunu ve Ermeni terörünün Batı kamuoyunu kazanmaya yönelik başlatıldığını” ifade etmiştir. Bütün bunların karşısında, Türkiye’nin haklı olarak bir savunma güdüsüyle hareket ettiğini belirtmiştir. Ona göre, Taşnak yönetimi dışında hiçbir suçlu aranmamalıdır.222
ingiliz derin devleti, kendi kurguladığı oyunu daha sonra Türklere karşı kullanmış ve her seferinde Ermeni meselesini Türklerin karşısına getirmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında başlatılan bu oyun, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde bulunduğumuz şu günlerde halen karşımıza çıkarılmaktadır. Bu oyunu bozacak en güçlü silah ise sevgidir. Ermeni kardeşlerimize her zamankinden çok sahip çıkmamız, onlara Türk topraklarının kendi vatanları olduğunu hissettirmemiz ve Ermenistan Devleti ile yakın ilişkiler içinde olmamız, ingiliz derin devletinin bu sinsi oyununu külliyen ortadan kaldıracaktır.
Bütün bunların yanı sıra, burada adı geçen misyonerlerin de gerçekte Hristiyanlık dinini yaymakla görevli din adamları olduğu zannedilmemelidir. Gerçek Hristiyanlar, oldukça samimi ve sevecen insanlardır. Onların nefret tohumları atacak böylesine çirkin bir kirli propagandaya alet olmaları söz konusu olamaz. Burada bahsi geçen misyonerler, gerçekte doğrudan Wellington House ile bağlantıları olan ajanlardır. Söz konusu kişiler, misyoner görünümde Osmanlı topraklarına ulaşmış ve bu görünüm altında ajanlık ve provokasyon görevlerini üstlenmişlerdir. Nitekim bu sözde misyonerlerin raporlarında şu ifadelere rastlanmaktadır:
Türkler eğitimden nefret ederler ve eğitilmiş insanları ezerler. Hiçbir Hristiyan Osmanlı Hükümeti’nde yer almamıştır… Türklerin Hristiyanlara ihtiyacı vardır. Zira ırk olarak doktorluk, dişçilik, terzilik, marangozluk ve ustalık isteyen hiçbir işi yapamazlar. Şimdi Türkler Ermenileri öldürdüklerine göre Batı ülkeleri Osmanlı imparatorluğu’nu yönetmelidir, çünkü artık Ermenilerin beyninden yoksun olan Türkler kendi kendilerini yönetemezler.223
Söz konusu sözde misyonerler, buradaki gibi ifadeleri içeren raporları Prof. Tonybee’ye göndermiş ve söz konusu raporlar Wellington House aracılığıyla tüm Amerika’ya ulaştırılmıştır. Bu raporlarda, “Hiçbir koşulda bu raporların kaynağı açıklanamaz,” ibaresi de yer almıştır. -
154.
0Wellington House’un Türk DestekçileriTümünü Göster
I. Dünya Savaşı sırasında Türkler aleyhine geliştirilen bu nefret dolu üslubun, Osmanlı bünyesindeki ingiliz hayranı bir kısım Türk gazeteciler tarafından destek gördüğünü de şaşırtıcı bir gerçek olarak burada belirtelim. ingiliz derin devletinin sunduğu küçük menfaatlere kanarak vatan hainliği yapan, ingiliz derin devletine yaranmak amacıyla yancılık yapan böyle gazeteciler, derin devletin kirli tarihi boyunca hep olmuştur, hala da vardır. Öyle ki, Alemdar gazetesinden Refi Cevat Ulunay 21 Nisan 1919 tarihli yazısında, “ingilizleri bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz,” demiştir. 14 Temmuz 1919 tarihinde ise şu vahim ifadelerde bulunmuştur: “Türkiye’nin yabancı bir devlete dayanması şarttır. Bu devlet ingiltere’den başkası olamaz. islam dininin anahtarını ingiltere’nin güvenilir eline teslim etmekte islam alemi için hiçbir tehlike yoktur.”225
Mavi Kitap’ın ve Wellington House tarafından yayınlanan diğer Türk karşıtı kitapların yayınlanmasından birkaç yıl sonra ise, Mondros Mütarekesi’nin taraftarı olup “ülkeyi ingilizlere teslim etmenin en doğru şey olacağını” söyleyip duran bir kısım basın, istanbul’un işgal yıllarında da ingilizleri sürekli olarak övmeye devam etmiştir. ingiliz derin devletinin himayesine aldığı benzer zihniyete sahip basın organları ve gazeteciler, bugün hala Türkiye topraklarında üstlendikleri görevi yerine getirmektedir.
Sözde misyonerler ve bir kısım şiddet yanlısı isyancı Ermeniler tarafından yapılan kışkırtmalar, sürekli olarak Ermeni ve Hristiyanların Osmanlı içinde kötü muamele gördüğü ve ikinci sınıf vatandaş olarak tanındığı şeklindeki sahte iddialara dayandırılıyordu. Oysa Osmanlı’da, özellikle Islahat Fermanı’ndan sonra Müslüman olmayan nüfusun Müslümanlarla tümüyle aynı haklara sahip oldukları gayet iyi bilinmektedir. Gayrimüslimler, 19. yüzyıl sonlarında oy verme hakkına da sahip olmuş, parlamentoda temsil edilmiş ve önemli görevlere gelmişlerdir. Örneğin Ali Paşa’nın sadrazamlığı dönemlerinde Nafia (Bayındırlık) Nazırı Krikor Agaton adlı bir Ermeni’dir. Ohannes Gümüşyan da Osmanlı’da Nafia Nazırlığı yapan başka bir Ermeni’dir. Ticaret, Orman ve Maden Bakanlığı yapan Ermeniler de bulunmaktadır. 1876’da Anayasa’nın ilanıyla birlikte oluşturulan Osmanlı Meclisi’nde toplam 46 gayrimüslim milletvekili bulunmaktadır. Bunlardan 9’u Ermeni’dir. 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan mecliste 11, 1914’teki mecliste 12 Ermeni milletvekili bulunmaktadır. Söz konusu Ermeni milletvekillerinden 4’ü Hınçak ve 2’si Taşnak Partisi’ne mensuptur. 1908 meclisinde 13 Rum, 5 de Musevi milletvekili bulunmaktadır.226
Ayrıca Hariciye Nezareti’nde çalışanların %25’i Müslüman olmayanlardan oluşmuştur. Adliye Nezareti’ndekilerin %10’undan fazlası gayrimüslimdir. 1880 ile 1912 yılları arasında devletin yönetim kadrolarını yetiştiren Mülkiye Mektebi öğrencilerinin %7’si de Müslüman değildir.
Tarihçi Justin McCarthy, Wellington House’u Deşifre Etmiştir
Osmanlı imparatorluğu, Türkler ve Ortadoğu konularında uzman ABD’li ünlü tarih profesörü Justin McCarthy, Wellington House ve burada Türklere yönelik düzenlenen propaganda faaliyetleri hakkında aşağıdaki bilgileri vermektedir:
“Wellington House, ingiliz Hükümeti’nin en iyi beyinlerinden bazılarını kendine çekmeyi başardı. Tarihçi Arnold Toynbee de 1914 yılından itibaren Wellington House’ta danışmanlık yapmaktaydı ve 1917 yılına kadar da, her gün toplanarak propaganda politikalarını belirleyen komisyonda yer aldı…
Görünüşte hükümet dışı vatansever örgütlerin üyeleri ve başka özel ya da kamuya mal olmuş isimler de bu görevli/resmi propagandacılarla işbirliği yapmışlar ya da bunların talimatları doğrultusunda hareket etmişlerdir. ingiliz üniversiteleri de propaganda el kitapçıkları ve uzmanlık sağlamışlardır.
Dönemin standartlarına göre, ingiliz propaganda faaliyetleri oldukça gelişmişti. 1917 yılı civarında, Wellington House’un 54 personeli bulunmaktaydı ve diğer departmanlar ve bakanlıklardan da önemli ölçüde yardımlar istemekteydi.
Wellington House’un ilk raporu (1915 Haziranı) 17 ayrı dilde yazılarak yayınlanmış olan yaklaşık 2.5 milyon nüsha kitap, broşür ve diğer yazılı propaganda malzemesini listelemektedir. ikinci rapor (1916 Şubatı) ise dağıtılan 7 milyon nüshanın listesini göstermektedir. ingiliz propagandası 1914 yılında 45 değişik yayın dağıtmıştır; bu rakam 1915 yılında 132’ye, 1916’da 202’ye ve 1917 yılında ise 469’a çıkmıştır. Ne yazık ki, 1917’den sonraki yıllara ait dağıtım kayıtları bulunmamaktadır. Ancak sayının giderek artmaya devam ettiği tahmin edilebilir. Bütün bunlar gizlice ve yaratıcı bir şekilde yapılmaktaydı.
Wellington House’un vazifesi, diğer bütün propagandacılarınkine benzer olarak basitti. Bu vazifeler düşmanları mümkün olduğunca kötü göstermek, dostları ve özellikle de ingilizleri olabildiğince iyi göstermekti. Bunların temel hedefini, doğal olarak, Almanya oluşturmaktaydı; ancak Türklere yönelik de ciddi bir gayret sarf edilmekteydi…
Savaş biter bitmez, derhal Propaganda Ofisi’nin bütün kayıtlarını imha ettiler. Tabi bu propaganda ofisinin savaş sırasındaki faaliyetlerinin neler olduğunu ortaya çıkarmamızı güçleştirmektedir…
Wellington House’un bazı kayıtları ingiliz Hükümeti’nin diğer ofislerine gönderilmiştir. Orijinalleri imha edilmiş olmasına rağmen, kopyalar Dışişleri Ofisi’nin ilgili departmanlarında, özellikle de ABD ile alakalı kayıtlar Dışişleri Ofisi’nde korunmuştur. Belgelerin sayısı oldukça mütevazidir, Wellington House’un Türklere karşı operasyonlarının ancak küçük bir kısmını göstermektedir.
Tarihi kayıtları karartma gayretlerine rağmen, Wellington House’un aktüel yayınları hakkında iyi bir kaynak bulunmaktadır: Wellington House tarafından dağıtılan propaganda kitaplarının kayıtları sabit bir kitapta el yazısıyla tutulmuş ve dikkatli bir şekilde korunmuştur…
Bu kitaplar, Dışişleri Ofisi Kütüphanesi’ne gönderilmişler ve daha sonra da bunlar araştırmacıların istifadesine sunulmuşlardır… Bu kayıtlar ingiliz propaganda ofisinin faaliyetlerinin bir resmini çıkarmak için yeterlidir…
Bu kayıtlarda listelenen yayınlar sadece kitaplar ve büyük broşürlerden oluşmaktaydı. Bunlar basın açıklamalarını, makaleleri ve diğer materyalleri içermemekteydi. Propagandanın genel teması ise bütün yayınlarda tutarlılık göstermekteydi: (Türk Milletini tenzih ederiz)
◉ Türkler, yönettikleri bütün ülkeleri harabeye çeviren cahil yöneticilerdir. Ortadoğu’da Avrupalı bir yönetim çok daha tercih sebebidir.
◉ Türkler, özellikle Hıristiyanlıktan olmak üzere, diğer bütün dinlerden nefret eden Müslümanlardır. Bunlar her zaman Hıristiyanlara kötü davranmışlardır.
◉ Türkler Hıristiyanlara karşı insanlık dışı zulümlerin suçlularıdırlar, bu suçlar kitle katliamları ve korkunç cinsel suçları da kapsamaktadır.
◉ Ya bu eylemlerin yapılmasına talimat vermek suretiyle ya da Türkleri durdurmaya muktedir olmalarına rağmen bunu yapmamalarından dolayı Türklerin bu şeytani amellerinin arkasında Almanlar bulunmaktadır.
◉ Osmanlı imparatorluğu’ndaki halk kitleleri kurtuluş için ingilizleri beklemektedir. Bunlara, ingilizlerin Mısır ve Hindistan’da sunduğu iyi yönetimi takdir eden Müslümanlar da dahildir.
ingiliz propagandası, Almanları Türklerle alakalandırmak için özel bir gayret sarf etmiştir. Bu, özellikle Almanlardan yana oldukça yüksek bir hassasiyetin olduğu ama Müslümanlara fazla itibar edilmeyen Birleşik Devletler’de tam bir istihbarat işiydi. ingiliz propagandası, ‘şeytani’ Müslümanlarla (Müslümanları tenzih ederiz) ve Asyalı Türklerle birlikte hareket eden Almanların gerçek Avrupalılar olamayacağını ‘ispatlamaktaydı’.
Kayıt kitabındaki yayınlar listesi oldukça uzundur, ancak Orta Doğu hakkında çok sınırlı sayıda kitap mevcuttur. Tablo sadece bazı ciltleri vermektedir, ancak bu kadarı bile Wellington House’un ilgi sahasının ya da kapsdıbının ne kadar geniş olduğu konusunda bir fikir vermektedir. Bunlar, Filistin, Museviler ve Siyonizm ve özellikle de Türkleri içermektedir.”
1. George C. Bruntz, Allied Propaganda and the Collapse of the German Empire, New York: Arno Press, 1972, p. 42
2. M. L. Sanders and Philip M. Taylor, British Propaganda During The First World War, 1914-18, London: Palgrave, 1982, s.108
3. Justin McCarthy, “ingiliz Propagandası, Wellington Evi ve Türkler”, https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=292357 -
155.
0Müslümanlara Yönelik Türk Aleyhtarı Kara PropagandaTümünü Göster
Toynbee’nin, Mavi Kitap’ını gerçekçi gösterme çabaları uzun zaman devam etmiştir. Bryce, bu kitapta adı geçen ve bilgilerin kaynağı olan kişilerin birbirlerinden habersiz olduklarını iddia etmiş ve bağımsız kaynakların güvenilir bilgi verdiklerini ispatlamaya çalışmıştır. Oysa Amerikalı tarihçi Justin McCarthy’nin araştırmaları, tüm sözde misyonerlerin, kaynak raporları Wellington House’a göndermeden önce bir arada değerlendirdiklerini ya da daha doğru bir deyişle beraber kurguladıklarını göstermiştir. Özetle Mavi Kitap, özel ajanların birlikte hazırladığı bir senaryodan başka bir şey değildir.
Wellington House tarafından çıkarılan bir başka Türk aleyhtarı kitapta ise Türklerin 2 milyon Ermeni’yi katlettikleri yalanı yazmaktadır. Oysa o sırada, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Ermeni nüfusu 1 milyon civarındadır.
Wellington House propagandaları, Osmanlı’nın bir kısım Hintli ve Arap tebası üzerinde etkili olmuş, bazı Hintliler, ingiliz saflarında savaşa katılmışlardır.
Türkiye aleyhtarı propagandalar, yalnız ingiltere ve Amerika’da değil, başka ülkelerde de yapılmıştır. Özellikle Hindistan Müslümanlarına yönelik yapılan propagandalar oldukça dikkat çekicidir. O tarihe kadar Hindistan Müslümanları, Türkiye’yi dost ve lider bir ülke olarak görüyorlardı. ingiliz derin devleti, Hintli Müslümanların ve Arapların, Türklere yönelik sempatisini kendisine karşı ciddi bir tehdit olarak gördü. Türklerle olası bir savaş durumunda, bu topluluklar kısa süre içinde tartışmasız şekilde Türklere destek olacaklardı. Ayrıca bu devletler, Türklere yönelik ingiliz baskısını hiçbir şekilde kabullenmeyecek ve ingiliz derin devleti, bu önemli coğrafya içinde istediği nüfuzu elde edemeyecekti. ingiliz derin devletinin nüfuz elde edememesi, özellikle uzun zamandır tekelinde bulundurduğu Hindistan için büyük bir riskti. Dolayısıyla ingiliz derin devleti için Hintli Müslümanlar ve Araplar, acilen Türklerin “kötü Müslümanlar’’ olduğuna inandırılmalıydı. Bundan sonraki propaganda faaliyetleri de bu şekilde geliştirildi.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Wellington House’un çalışmaları ile ilgili bilgileri içeren dokümanlar yakılarak imha edilmiştir. Bu durum oldukça şüphelidir; keza ingiltere, tarih konusunda oldukça düzenli bir arşive sahiptir ve tarihi bilgiler genellikle bu kaynaklardan sağlanmaktadır. Fakat konu Wellington House yayınlarına gelince, “her nedense” onların imhası gerekmiştir. Neyse ki, I. Dünya Savaşı sırasında Wellington House tarafından bazı belgeler, propaganda amaçlı olarak bir kısım bakanlık ve kuruluşlara dağıtılmıştır. Şu an Wellington House yayınları hakkında bilinenler, elde kalan bu sınırlı belgelere dayanmaktadır. Bu yayınlar arasında, “Türklerin; Musevileri, Slavları, Arnavutları, Arapları ve özellikle Ermenileri nasıl katlettiği” yolunda sahte iddialar içeren 40’a yakın kitap bulunmaktadır.
Arnold Toynbee, savaştan sonra muhabir sıfatıyla Türkiye’ye gelmiş, çeşitli bölgelerde incelemelerde bulunmuş ve savaş döneminde Türklerin verdiği kayıplarla yüz yüze gelmiştir. Fikirleri tümüyle değişmiş, Mavi Kitap’ın propaganda amaçlı olarak yazılmış bir iftira kitabı olduğunu itiraf etmiş ve bu defa Türk halkı hakkında olumlu görüş belirten kitaplar yazmıştır. Fakat iftiralarla dolu Mavi Kitap bugün hala güncelliğini korumaktadır.
2005 yılında Türk Hükümeti, ana muhalefet partisi ile bir araya gelerek, ingiliz Hükümeti’nden, Büyük Britanya’nın Mavi Kitap ile ilgili olarak özür dilemesini talep etmiştir. Belirtilen gerekçeler; I. Dünya Savaşı sırasında bu kitapta geçen asılsız iddialarla kara propaganda yapılması, söz konusu kitabın Bryce komisyonu tarafından derlenmiş olduğu ve Toynbee’nin dahi daha sonra Mavi Kitap’ın bir anti-Türk propagandası amacıyla kasıtlı olarak yazıldığını itiraf etmesidir. ingiliz Hükümeti, aynı dönemde Almanya’ya karşı yapmış olduğu kara propagandadan ötürü özür dilemiş, fakat bu özrü Türk Hükümeti’ne hiçbir zaman yöneltmemiştir. Söz konusu raporda, bu durum da belirtilmiş, Almanya’dan dilenen özür ile Wellington House’un bir propaganda kurumu olduğunun kabul edildiğini, fakat asıl özür dilenmesi gereken Türk Hükümeti’ne yönelik böyle bir girişimde bulunulmadığı belirtilmiştir.229 Ancak tüm bu girişimlere rağmen ne böyle bir özür gelmiş ne de Mavi Kitap bir kısım kesimler tarafından geçerliliğini yitirmiştir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Ermeni meselesi, ingiliz derin devletinin Türklere karşı kullanmak üzere kurguladığı büyük bir oyundur. ingiliz derin devletinin, Osmanlı’yı parçalama planının henüz yeterince sonuca ulaşmadığı ve Türkiye toprakları üzerinde aynı politikayı sürdürdüğü unutulmamalıdır. işte bu nedenle, Türkiye’yi güçsüzleştirmek, parçalamak ve himaye altına almak isteyen ingiliz derin devleti, Ermeni meselesi senaryosundan hiçbir zaman geri adım atmayacak ve bu konuda yaptığı kara propagandalarını hiçbir zaman sonlandırmayacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu oyuna verilecek en büyük cevap Ermenilerle dostluk ve kardeşlik bağlarımızı güçlendirmektir.
Türklerin kara propagandaya maruz kaldığı bir dönemde, olaylara şahit olan ve gerçekleri gizlemeyen cesur kişiler de vardır. Ermeni olayları sırasında bölgede bulunan bir Fransız subayın açıklamaları şöyledir:
Bizi eşkıyalık hikayeleriyle aldattılar. Gerçekte Ermeni katliamı olmadı… Özsavunma durumundaki Türkler ciddi önlemler almak zorunda kaldılar… Savaşan bir ordu için en yüce ilke olan ülkeyi kurtarma çabası Türklerin tepki vermelerini gerektiriyordu. Biz kandırıldık. Türkler iyi insanlar. Katliamlar, bizim düşüncemizi çelmek ve bizi Osmanlılara karşı kışkırtmak için uydurulmuş efsanelerdir.
Yine Fransız yazarlardan Claude Farrère, ingiliz derin devletinin etkisiyle Türkleri kötüleme kervanına katılan Fransız basının tutumunu eleştirmiş ve Türk gençlerine bir mesaj iletmiştir:
Türkler kurşundan korkmaz… Fakat ben Türk gençliğine hitap ediyorum. Onlar düşmanla yalnız savaş meydanlarında çarpışılmadığını bilmelidir. Bazen ordularınkinden önemli bir mücadele vardır: Siyasi mücadele. Türklerin düşmanları Avrupa kamuoyunu yanıltmaya, kandırmaya çalışıyorlar… Bu propagandaya karşı gözlerinizi açınız…
Osmanlı’nın içinde dahi ingiliz derin devletinin Türk karşıtı propagandalarına destekçi olan kişiler varken, bu apaçık manzarayı dile getirebilen duyarlı yabancıların bulunması elbette güzeldir. Bu durum, burada yapılan eleştirilerde, ülkelerin veya halkların tümünü değil, onun içinde yapılanan mafyavari derin odakların sorumlu tutulduğunu gösteren önemli bir delildir. Halklar; mazlumdur, masumdur ve her daim dostumuzdur. ingiliz derin devletine yöneltilen eleştiriler de söz konusu oyunları deşifre etmek, yapılanların mantıksızlığını anlatmak ve bu kişi ve kurumları doğru yola ulaştırabilmek içindir. -
156.
0Rezzzzzz
-
157.
0Wellington House’un ABD Üzerindeki EtkisiTümünü Göster
ingiliz derin devleti, I. Dünya Savaşı sırasında Almanya’yı Amerika’ya bağlayan telgraf kablosunu kesmişti. Bu nedenle Amerikan halkı bütün haberleri, sadece ingiliz kaynaklarından ve ingilizlerin yorumlarından takip edebiliyordu. Avrupa’da bulunan Amerikalı gazetecilerin ilettikleri haberler ise yine ingilizler tarafından ciddi şekilde sansüre uğruyordu. Amerikan yönetimi kısmen bundan bilgi sahibi olsa da Amerikan halkının tüm bunların ingiliz derin devletinin yürüttüğü propagandanın bir parçası olduğundan haberi yoktu. ingiliz derin devletinin bu yöntemle yaptığı propaganda ciddi şekilde derin devletin lehine olmuştu.
Söz konusu propaganda kampanyasının başındaki isim Sir Gilbert Parker çalışmalarının etkilerini şöyle özetlemişti:
Aslında Birleşik Devletler’de olağanüstü yaygın olan, fakat bir organizasyon olduğundan kendisinin dahi haberi olmadığı bir organizasyonumuz var. Bu, kişisel ilişkiler ve gönüllü çalışmalar ile işletilen ve zaman geçtikçe daha da hevesli ve kararlı olarak gelişen bir organizasyon… Birleşik Devletler’in hiçbir yerinde olumsuz tepki alınmadığına dikkat edilmelidir; Amerikan halkının gözünde çalışmalarımızın sessiz ve derin tabiatı, saf bir yurtseverlik ve atılganlık olarak gözükmektedir.232
Görülebildiği gibi ingiliz derin devletinin “derin” ve bir o kadar da aldatıcı propagandası, Amerikan halkı üzerinde beklenen etkiyi yaratmıştı. iyi niyetli Amerikalılar, bu propaganda sonucunda haince planları görememiş, ingiliz derin devletinin istediği yöne doğru yönlendirilmişlerdir.
Bu dönemde ortaya atılan, Mavi Kitap’ın yazarlarından biri olan Viscount Bryce’ın yazdığı rapor, Amerikalıları Türk karşıtı hale getirmek için özel olarak kurgulanmıştır. Bryce Raporu denilen bu çalışmada Bryce’ın Türklere karşı sarf ettiği çirkin sözler şu şekildedir:
Türk Hükümeti son bin beş yüz yıldır insanlığa bu derecede etkisi bulunanların en kötüsüdür. Geçen yüzyılda seçkin bir Avrupalı tarihçinin söylediği gibi “(Türkler), ele geçirdikleri yerleri harap eden bir soyguncular çetesinden başka bir şey değildir”. Hiçbir zaman medenileşememişler, uygar bir idarenin icra etmesi gereken prensiplerden hiçbirini uygulayamamışlardır. Yıllar ilerledikçe iyiye gitmeleri beklenirken, onlar daha da kötü olmuşlardır. Türkistan steplerinden Batı Asya’ya gelirken barbardılar, yüz otuz yıl önce Edmund Burke de (ingiliz siyasetçi ve yazar) onları böyle tanımlamıştı ve devletleri, bugün de acımasız ve barbar karakterini muhafaza ediyor.233
Bryce, daha sonra The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire (Osmanlı imparatorluğu’nda Ermenilere Yapılan Muamele) isimli bir kitap yazmış ve karalama kampanyasına buradan devam etmiştir. Tarihçi McCarthy, bu kitabın gerçek yazarının Toynbee olduğunu belirtmiştir. Yine McCarthy’nin analizlerine göre, söz konusu Ermeni raporunda görülen tüm teknikler, daha önce Belçika’daki Alman vahşetini anlatan ve sonradan yalanlanan raporda kullanılanların aynısıdır. Bu rapor da tıpkı Alman raporunda olduğu gibi güvenilir olmayan kaynaklardan toplanmış anonim bilgilere göre hazırlanmıştır ve raporda adı geçen kişilerin gerçekten bunları yazdıkları ya da söylediklerine dair hiçbir kayıt ve kanıt yoktur.
Bryce’ın Alman raporunda geçen vahşet ifadelerinin hiçbirinin gerçek olmadığı zaman içinde anlaşılmıştır. Söz konusu Alman Raporu için yazar H. C. Peterson söyle söyler:
(Bryce Raporu) yargısız infazın en uç örneğidir. Esasen raporun kendisi savaşta gerçekleştirilmiş en kötü vahşettir.235
işte aynı yöntem, Türklere karşı da kullanılmış; aynı karalama kampanyası aynı şahıslar tarafından aynı yöntemlerle Türklere de uygulanmıştır. Almanya’ya bu haksızlık yüzünden ingiltere tarafından özür yöneltilmiş, fakat Türkiye, hala aynı karalama kampanyasıyla muhatap olmak zorunda bırakılmıştır.
ingiliz derin devleti, Amerikan gazetelerine de Bryce Raporu’nun önemli kısımlarını yayınlamaları için dağıtmıştır. McCarthy, bu konuyu şu şekilde aktarır:
Gilbert Parker’in belirttiğine göre The New York Times, Philedelphia Public Ledger ve Chicago Herald gibi gazeteler bu Ermeni dehşet öykülerine fazlasıyla yer ayırıyorlardı.236 Current History adlı New York Times’ın çıkardığı aylık dergi, Bryce Raporu’nun uzun giriş bölümünü doğrudan veren ve raporun sözde Türk vahşetiyle ilgili en korkunç kısımlarını özetleyen Türk karşıtı makaleleri orta sayfa serileri olarak veriyordu. New York Times gazetesi, üç sayfasını Bryce Raporu’nu aktarmak için kullanmıştı. New Republic, Bryce’ı, kaynaklarının seçimi ve kanıtları için övmüştü, ancak bu kaynakların çoğunun anonim olduğundan hiç bahsetmemişti. Aksine, raporun özeti verilmiş ve Türkler kınanmıştı. Diğer gazete ve dergiler de aynı şeyi yapmış raporun özetini ya da rapordan alıntıları yayınlamıştı.237
Görülebildiği gibi ingiliz derin devletinin yayınlarında, hiçbir kaynak gösterilmemiş, Türkler haksız yere hedef alınmış ve bu sahte yayınlar, Amerikalılara körü körüne servis edilmiştir. Şu bilinmelidir ki, ingiliz derin devletinin propagandalarının asıl hedeflediği kitle, I. Dünya Savaşı’ndan ve Ortadoğu gerçeğinden habersiz olan kitledir. O dönemde Amerikan ve ingiliz halkının okuduğu haberlerin hemen hepsi, sözde misyonerlerin ve ingiliz derin devlet propagandacılarının yazdıklarından ibarettir. ingiliz ve Amerikan halkları, o tarihlerde bu yazılara zorla inandırılmışlardır. Bu sahte propagandanın halen devam ettirilmesi, o dönemde Türklere yapılan haksızlığı tüm detaylarıyla açığa çıkaran Amerikalı tarihçi McCarthy tarafından şaşkınlık dolu sözlerle ifade edilmiştir:
Daha şaşırtıcı bir gerçek ise, Türklere karşı yapılan bu propagandaya ve niteliklerine, dönemi inceleyen günümüzün akademik kitaplarında hiç değinilmemesidir. I. Dünya Savaşı’ndaki ingiliz propagandasını irdeleyen her ciddi akademik çalışma, o yıllarda Almanlara karşı yapılan propagandanın, zafer uğruna, gerçeğe yönelik çok dikkatli hazırlanmış bir saldırı olduğunu belirtir ve itiraf eder. Ancak aynı akademik çalışmalar, aynı zamanda Almanlara karşı bir saldırıyı ihtiva etmediği sürece, Türklere yönelik ingiliz propagandasını asla dikkate almazlar. ingiliz propagandasını hazırlayanlar Almanlara ne yaptılarsa Türklere de aynısını uygulamışlardır, ancak bugün bu kimsenin dikkatini çekmemektedir. Almanlara karşı yapılan propaganda sonradan kınanmıştır, ancak Türklere atılan çamur bugün hala sürmektedir. Bryce’ın ünlü Ermeni Raporu söylenilenlerin gerçek olduğu iddiasıyla tekrar tekrar basılmaktadır. Aynı kişinin Alman Raporu, kütüphanelerin tozlu raflarına kaldırılmışken, Ermeni Raporu tam anlamıyla “güvenilirliği kabul edilmiş bir kaynak” olarak kamuoyunda yerini almıştır. I. Dünya Savaşı üzerine yapılan kaynakçalarda ya da soykırımın konu alındığı yayınlarda, ne için yazıldığına bakılmaksızın, bu raporlara 483 defa atıfta bulunulur. Eleştirel tarihçiliğin genel kuralları ki bu kurallar kaynakların doğrulanmasını ister, asla uygulanmamıştır. Aslında Osmanlı Ermenileri için yazılan Bryce Raporu, Almanlar için yazılan Bryce Raporu’nun bulunduğu çöp kutusuna atılmalıdır. Bu rapor, Orta Doğu’nun tarihi için değil propagandanın tarihi için güvenilir bir kaynaktır. -
158.
0Bir Propaganda Muharebesi: II. Dünya SavaşıTümünü Göster
Tıpkı I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi II. Dünya Savaşı’nda da ingiliz derin devletinin propaganda gücü etkili olmuş ve savaş, asıl olarak bu sebeple kazanılmıştır. ingiliz derin medyası, başta BBC içindeki uzantıları ile, savaş sırasında ve sonrasında sürekli görev başında olmuştur. işin ilginç yanı, söz konusu kurum hala, ingiliz derin devletinin adeta bir propaganda kolu olarak görevine devam etmektedir.
Savaş sırasında propaganda bakanlığı kuran ve yalanlarla dolu propaganda yöntemlerini iyi kullanmış olan Alman Nazi Partisi bile ingiliz derin devletinin o dönemde yürüttüğü propagandanın yanına dahi yaklaşamamıştır. Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels, Yalan Makinası başlıklı makalede, dönemin derin devlet elemanlarından Başbakan Churchill için şu ifadeleri kullanmıştır:
Churchill söylediği yalanları sık sık tekrarlıyor, sonunda kendisi de bunlara inanıyor. Churchill, I. Dünya Savaşı’nda da ingiliz propagandasında etkili rol oynuyordu. O zaman söylediklerinin gerçek dışı olduğu sonradan anlaşıldı. ingilizlerin taktiği şuydu: Yalan söyleyeceksen büyük söyleyeceksin, sonunda ortaya çıkan gerçekler sizi gülünç duruma düşürecek olsa bile…239
Savaş dönemleri elbette halkın moralinin yüksek tutulması gereken dönemlerdir. Ancak I. ve II. Dünya Savaşları’nda ingiliz derin devletinin etkili propaganda politikası ve basını kullanış şekli, ingiliz derin devletinin istediğinde basın yayın gücünü dilediği şekilde yönlendireceğine ve yalanları gerçek gibi gösterebileceğine önemli bir delildir. Nitekim, savaş sonrası yıllarda ingiliz derin devletinin özellikle basın üzerindeki yönlendirmeleri olduğu gibi devam etmiş, belli ülkelere yönelik kötüleme politikası etkin bir şekilde kullanılmış ve bağımsız ülkelerde iç savaşlar, isyanlar ve darbeler bu yollarla başlatılmıştır.
ingiliz derin devleti, büyük ölçüde bu politikanın etkisiyle başka ülkelerde hakimiyet kurmuş ve devlet yönetimleri bu gücün etkisiyle derin devlet kurumlarına gebe kalmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında, ingiltere’nin savaşı kaybetmek üzereyken aniden savaşı kazanır duruma gelmesinin vesilelerinden biri olan propaganda silahı, geçmişten bugüne ingiliz derin devletinin en önemli ve en vurucu silahlarından biri olmuştur.
Hala Devam Eden Kirli Propaganda
I. ve II. Dünya Savaşları sırasında gerçekleşen ingiliz derin devletinin karşı propagandaları, farklı yöntemlerle olsa da bugün hala devam etmektedir. Wellington House’un yürüttüğü propaganda çalışmasının etkileri yalnızca bu dönemle sınırlı kalmamış, günümüze kadar süregelmiştir. Wellington House’un I. Dünya Savaşı boyunca yaptığı propaganda yayınları düzenli ve sistemli olarak tekrar tekrar basılmış, birçok eserde ve araştırmada bunlardan alıntılar yapılmıştır. Bu kitapların çoğu bütün olarak internet sitelerine kopyalanmış ve dünya çapında yayılmıştır.
Bugün hala, Wellington House’un kitapları Avrupa ve Amerika’daki okul ve üniversitelerde, öğrencilere kaynak tarih kitapları olarak önerilmektedir. Türkiye ve Ermeniler konusu, Wellington House’un özellikle önem verdiği konulardan biri olarak kurumun belli başlı yayınları arasında yer almaktadır. Toynbee’nin kitapları ve hayali bir kişilik olarak öne sürülen Ghusei’in kitabı da dahil olmak üzere bu yayınlar, tarihçiler ve bir kısım Ermeni bilim adamı için temel tarihi dayanak teşkil etmektedir. Mavi Kitap gibi, I. Dünya Savaşı’nın gerçek dışı propaganda malzemelerinin yeni baskıları yapılarak, bütün bu yalanlar sanki tarihi gerçeklermiş gibi çeşitli ülkelerde yayınlanmaktadır. ingiliz derin devletinin sinsi propagandası, sanki hiçbir şey olmamış, yapılan bu sahtekarlık anlaşılmamış gibi sürekli gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Amaç, en azından, bu kara propagandaların farkında olmayanları aldatabilmektir.
Dünya kamuoyunun büyük bir kesiminin beyinleri de bu düzmece hikayelerle yıkanmaya devam etmektedir. insanların bu kaynaklardan öğrendikleri ise gerçekler değil, ingiliz derin devletine bağlı propaganda ofisinin kendilerinden inanmalarını istediklerinden ibarettir.
Söz konusu dönemde, ingiliz derin devletinin iftiralarının kapsamı ve boyutları o derece büyüktür ki, bizzat ingilizlerin içinden bile bunca aldatmacaya isyan eden kimseler çıkmıştır:
ingiliz Dışişleri Bakanı Chamberlain, 1925 yılının Aralık ayında Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada bütün bunların bir “propaganda yalanı” olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Savaştan dört yıl sonra Belçikalılar bu yayınlarda yer alan iddiaların tamdıbının gerçek dışı olduğunu açıkladılar. ingiliz Milletvekili Arthur Ponsonby, 1928 yılında bir kitabında I. Dünya Savaşı sırasında ingiliz Propaganda servisleri tarafından üretilen gerçek dışı haberleri ayrıntılı açıkladı… 1938 yılında ingiliz yazar ve diplomat Herold Nikolsoni, Parlamento’da yaptığı bir konuşmada, “I. Dünya Savaşı’nda lanet edilecek derecede yalan söyledik” dedi. 240
Mavi Kitap’taki bilgilerin çoğu, I. Dünya Savaşı yıllarında sadece 26 ay istanbul’da Amerika’nın istanbul Büyükelçiliği’ni yapmış olan Henry Morgentau’dan kaynaklanıyordu. Morgentau kitabında Osmanlı’nın Ermenilere karşı büyük zulümler yaptığı yalanını ortaya atmıştı. Associated Press yıllar sonra Morgentau’nun kitabındaki bu iddialar için gerçek dışı açıklamasını kullanmıştır. Amerikalı profesör Heath W. Lowry ise bu kitap için “ham, yarı gerçekler ve düpedüz yalanlarla dolu” ifadelerini sarf etmiştir.
… Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin.
Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.
(Yusuf Suresi, 87) -
159.
06. Bölüm: iSTANBUL’UN iŞGALiTümünü Göster
istanbul Neden Önemli?
ingiliz derin devletinin, Osmanlı ve Türk toprakları hakkındaki planlarının ilk yazıya döküldüğü eser, 5 Eylül 1876’da basılan Bulgarian Horrors and Question of East (Bulgar Korkuları ve Doğu Sorunu) adlı kitaptır. Bu eserin yazarı William Ewart Gladstone, 4 ayrı dönemde toplam 15 yıl ingiltere başbakanlığı yapmıştır. ingiliz Kraliçesi’ne Danışma Kurulu olarak görev yapan ve ingiliz derin devletinin önemli kurumlarından biri olan Privy Council’deki üyeliğini 57 yıl boyunca sürdürmüştür. Kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylı tanıtacağımız Lord Curzon, Lloyd George ve Horace Rumfold gibi işgal dönemi siyasetçileri de bu konseyin üyesidir. Gladstone bu 64 sayfalık kitapta Doğu Sorunu adı altında Osmanlı’nın parçalanma planını anlatmıştır.
Gladstone kitabında, imparatorlukları içten dağılmaya yöneltecek gizli taktikler vermiştir. Nitekim, kitabın yayınlanmasının hemen ardından ingiliz politikacılarda Osmanlı azınlıkları sevgisi baş gösterecektir. Bağımsızlık isteyen azınlıklar desteklenecek ve Osmanlı aleyhine tahrik edilecektir. Gladstone Bulgar, Lloyd George Yunan ve Ermeni, Lord Curzon Kürt ve Churchill ise Arap dostu görünümünde ortaya çıkmışlardır. Şunu belirtmeliyiz, dünya liderlerinin çeşitli ülkelerle, etnik gruplarla dostluk kurması elbette güzeldir ve isteyeceğimiz bir şeydir. Fakat burada belirtilen dostluklar, ingiliz çıkarlarını korumak ve özellikle Osmanlı’yı çökertmek amacıyla oluşturulmuş sözde dostluklardır. Menfaat bitince söz konusu dostluklar da daima bitmiş ve kullanılan piyonlar hemen harcanmıştır.
Gladstone’un kitabı tam bir kara propaganda örneğidir. (Sitede geçen ifadelerden necip Türk Milletini tenzih ederiz) Söz konusu kitapta Türkler, “insanlığın dev bir insanlık dışı örneği” olarak tanımlanmakta ve dünyadan tasfiye edilmeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Kitapta Gladstone, Osmanlı hükümetine yönelik olarak, “hiçbir hükümetin işlemediği kadar günah işlemiş, hiçbir hükümet onun kadar günahkarlığa saplanmamış ve hiçbiri onun kadar değişime kapalı olmamıştır” iftiralarını ortaya atmıştır. Bu iftiraların tek sebebi, Gladstone’un gerçekte Osmanlı’yı tamamen parçalamak isteyen ingiliz derin devletinin en güçlü adamlarından biri olmasıdır.
Çanakkale Savaşı’yla Başlayan Derin Plan
ingiliz derin devleti Osmanlı’yı bölme planının son darbesini Çanakkale çıkarması ile gerçekleştirmeye çalıştı. Fakat Çanakkale Savaşı, derin devletin hiç beklemediği bir kahramanlık örneği olarak tarihe geçti. Avrupa’nın yıllardır “hasta adam” olarak küçümsediği Osmanlı ordusu, iki büyük kuvvetin tam güçleriyle saldırdıkları Çanakkale Boğazı’nı canı pahasına korudu. Anzaklardan, ingilizlerden, Kuzey Afrikalılardan, Hintlilerden, Fransızlardan oluşan müttefik ordularını, geri çekilmek zorunda bıraktı. Bu askeri başarı, ingiliz derin devletinin bölme planlarını 1918’e yani Mondros Mütarekesi’nin ardına bıraktı.
Oysa Osmanlı Devleti, sadece 4 yıl evvel, uzunca bir dönem yönetimi altında olan Balkan devletlerinin orduları karşısında ağır bir yenilgi almıştı. Öyle ki, Bulgar ordusunun istanbul’u işgal etmesini tifo ve kolera salgını engellemişti. itilaf orduları da, bu yenilgiyi göz önünde tutup Çanakkale Savaşı’nın çok kısa sürede zaferle biteceğine emindi. Fakat Türk ordusu 250 bin şehit vermesine rağmen Çanakkale kapısını açmadı. istanbul’dan askeri okul öğrencileri gönüllü olarak savaşa gidip burada şehit olmayı göze aldılar. Galatasaray Lisesi 1915 ve 1916 senelerinde hiç mezun veremedi. 1917’deyse mezun sayısı sadece 5’di. istanbul Lisesi, sadece 19 Mayıs 1915 taarruzunda 50 öğrencisini şehit verdi.
Vefa Lisesi ve Çapa Erkek Öğretmen Okulu da aynı yıllarda hiç mezun veremedi. Balıkesir Lisesi ve Balıkesir Erkek Muallim Mektebi 1914-1918 yıllarında sadece 2 mezun verdi. Trakya’daki birçok okulun, babaları Balkan savaşında şehit düşen öğrencileri, gönüllü olarak Çanakkale Savaşı’na gitmiş ve orada şehit olmuşlardı. Sivas, Trabzon, Konya, Erzurum ve Kastamonu liseleri de 1916-1917 mezunlarını Çanakkale’de toprağa vermişlerdi. Bu okullu neslin kaybı, etkisini hem Kurtuluş Savaşı’nda hem de cumhuriyetin ilk yıllarında gösterecekti. ingiliz derin devletinin planları henüz 18 yaşını bile bulmamış masum Türklerin şehit kanı ile engellenmişti. Bugün PKK terörüne şehit verdiğimiz askerlerimiz, subaylarımız, polislerimiz, öğretmenlerimiz de bu tablonun benzerini oluşturmaktadır. Allah vatanımızı şehitlerimizle bereketlendirmiştir. Anadolu toprakları şehit kanıyla sulandığı için vatan olmuştur.
I. Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan Mondros Mütarekesi ile savaş Osmanlı Devleti açısından sona ermişti. Mütareke aynı zamanda ingiliz derin devletinin parçalama planının uygulanmasına da öncü oldu. Mütareke’nin “itilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.” maddesi gerekçe gösterilerek ingiltere’nin “Doğu Sorununa Çözüm” olarak adlandırdığı parçalama planı yürürlüğe girdi. Bu planın en önemli hedefi de istanbul’un işgalidir. istanbul, I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan ittifak Devletleri başkentleri arasında, savaş sonrası işgal edilen tek başkentti. istanbul’un işgali ilk olarak Lord Curzon tarafından ortaya atıldı. -
160.
0ingiliz Derin Devleti istanbul’un işgaliyle Birçok Hedefi Yerine GetirecektiTümünü Göster
Çanakkale Savaşı’ndaki Türk kahramanlığı, ingiliz derin devletinin uluslararası arenada küçük düşmesine sebep olmuştu. islam başkenti işgal edilerek yaşanan yenilginin intikamı alınacaktı. Çanakkale Savaşı’nı planlayan, ilan eden ve uygulamaya koyan siyasetçilerin tamamı ingiliz derin devletinin emirleri doğrultusunda hareket ediyordu ve Çanakkale yenilgisi sonrası ingiliz kamuoyunda saygınlıklarını kaybetmişlerdi. işgal maddesi ile bu kadrolar tekrar halkı etkileyecek konuma gelmeye çalıştılar. Ana strateji buydu.
istanbul, Osmanlı başkenti olmasının yanı sıra, islam dünyasının başkenti ve Müslümanların Halifesi’nin yaşadığı şehirdi. ingiliz derin devletine göre, işgal edilmiş bir başkent, başta Hindistan olmak üzere ingiliz iktidarı altında yaşayan Müslümanlara karşı bir gövde gösterisi olacaktı. ingiltere aleyhtarı ayaklanmalar ya da bağımsızlık hareketlerinin önüne set çekecekti. Bu sayede Müslümanların bir bayrak altında birleşmesi de engellenecek ve ingiliz hegemonyası bu topraklarda güçlendirilecekti.
istanbul’un işgal kararı, iki boğazın kontrolünü de beraberinde getirdi. istanbul Boğazı’nda demirli ingiliz donanması Marmara’nın çıkışını kontrol ediyordu. Çanakkale Boğazı bölgesi de ingiliz askerlerinin kontrolü altına girdi. Artık Marmara Denizi’ne dolayısıyla da Karadeniz’e giriş ve çıkış ingiliz kontrolündeydi. Bu sayede hem Rus donanmaları kontrol altında tutulabilecekti, hem de Rus ticareti vergilendirilebilecekti. Bu, yeni kurulan Bolşevik Rusya üzerinde stratejik bir üstünlük demekti. Rusya’nın, Avrupa yakınlarındaki tek limanı olan St. Petersburg ya da Sovyet dönemi ismiyle Leningrad limanı 6 ay boyunca donmuş durumda kalıyordu. Donanma için coğrafi ve stratejik altyapıya sahip değildi. Bu nedenle Ruslar, uzun zamandır sıcak denizlere inme planı gütmekteydi. Her ne kadar Karadeniz, Rus gemilerinin kontrolünde olsa da, boğazları kontrol eden devlet bu hakimiyeti esaret altına alıyordu. ingilizler, istanbul ve boğazları işgal ederek devrim sonrası Rusya’yı da elinin altında tutmayı planlıyordu.
ingiliz derin devleti, Bolşeviklerin, Türk bağımsızlık hareketi ile yakınlaşmasını da mercek altına almıştı. Rusların tekrar güçlenip emperyalist bir politika gütmeye başlamasını büyük bir ihtimal olarak görüyordu. Onlara göre boğazların ve istanbul’un ingiliz kontrolünde olması bu genişlemenin önüne set çekebilecekti.
istanbul’un işgali ile ingiliz derin devletinin bir başka amacı da Halifenin sömürgeler üzerindeki etkisini kırmak ve Müslüman dünyasına artık padişahın yani Halifenin ve tüm Osmanlı Devleti’nin ingiliz kontrolüne geçtiğini göstermekti. Böylece Osmanlı’ya sadık kalmak isteyebilecek Müslüman tebanın cesareti kırılacak, bölgenin aşiret liderleri, dini liderler ve azınlık önderleri de artık ingilizlerden korku duyacaklardı. Kısaca dosta düşmana, Osmanlı Devleti’nin geri dönüşünün olmayacağı açık ve sarih bir şekilde ilan edilmiş olacaktı. işgal, ingiliz imparatorluğu’nun gücünün zirvesi demekti. işgalle hem sömürgelerindeki islami uyanışı bastıracak hem de yeni sömürgelerde kolayca yol alabilecekti.
istanbul’un işgalinin en önemli sembolik mesajı ise Türklerin Avrupa’dan çıkartılmasının delili olmasıdır. istanbul, tarih boyunca her dönemde Avrupa’nın “Doğu Başkenti” olmuştur. Avrupa medeniyetinin ilk temsilcileri olarak görülen Antik Yunanlar, Venedikliler, Roma imparatorluğu, Ceneviz yöneticileri ve Bizans imparatorluğu hep bu güzel şehri mesken edinmişlerdir. 600 yıllık Osmanlı hakimiyeti de Türklerin Avrupa devleti olarak kabul görmesini sağlamıştır. Bu nedenle ingiliz derin devletine göre işgal Türklerin Avrupa’dan sürüldüğü manasına gelecekti.
ingiliz kamuoyu, Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’nda Almanya ile ittifak etmesini kendilerine ihanet olarak görüyordu. Oysa daha önce detaylı incelediğimiz gibi bu ittifak, zaten ingiliz derin devletinin yönlendirmesiyle mecburen gerçekleşmişti. Çeşitli mahfillerde bu sözde ihanetin cezasız kalmaması gerektiği seslendiriliyordu. ingiliz derin devleti, istanbul’un işgali ile Osmanlı Devleti’ne ağır bir ceza vereceğine ve kendince Türklere bir bedel ödeteceğine inanıyordu. istanbul’un Türklerin elinden alınmasının, savaş yenilgisinin en belirgin kanıtı olacağını düşünüyordu. Böylece islam dünyasının da artık Türkleri “islam’ın muzaffer askeri” olarak görmeye son vereceklerini sanıyordu. ingiliz derin devleti için bu işgal o kadar sert ve küçük düşürücü şekilde yapılmalıydı ki, Türklerin geri dönülemeyecek bir şekilde tükendiği görüşü hakim kılınmalıydı. ingiliz derin devleti, kendi hakimiyet politikası için bunun temel bir gereksinim olduğuna inanıyordu. ingiliz derin devletinin Osmanlı’ya yönelik hastalıklı zihniyeti tam olarak bu şekildeydi.
Fakat ingilizlerin evdeki bu hesabı Anadolu’nun kapısından döndü. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğindeki Anadolu bağımsızlık hareketi, tüm dünyaya bir kez daha Türklerin neden islam’ın muzaffer askeri olarak kabul edildiğini gösterdi. Üç sene içinde, I. Dünya Savaşı’nın galip devletleri, ağır bir yenilgi ile başları önlerinde Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldılar. Fransızlar, italyanlar, Yunanlar ve ingilizler birer birer yenilgiyi kabul ettiler ve Anadolu’dan askerlerini çektiler. -
161.
0Rezervasyon
-
162.
0Fgu okuyacam
-
163.
06. Bölüm: iSTANBUL’UN iŞGALiTümünü Göster
Avrupa’nın Derin Tuzaklarını Altüst Eden Merkez: istanbul
ingiliz derin devleti, istanbul’un, Avrupa güç dengelerini altüst eden önemli bir merkez olduğunu görmekteydi. Bu nedenle istanbul, Boğazlar ve Trakya’nın Osmanlı hükümetinin denetiminde kalmaması gerektiğine inanıyordu. istanbul’a sahip olmayan bir Türk devletinin, artık Avrupa’yı ilgilendiren konularda söz sahibi olma hakkının ortadan kalkmış olacağını düşünüyordu.
ingiliz derin devleti, Osmanlı’yı yıkma planını hep farklı amaçların arkasına sakladı. I. Dünya Savaşı döneminde bu emperyalist projenin maskesi, azınlık haklarını korumak oldu. ingiliz kamuoyunda, Osmanlıların Hristiyan tebaasına karşı güya acımasız politikalar güttüğü, başta Ermeniler ve Rumlar olmak üzere Osmanlı topraklarındaki Süryanilerin, Hristiyan Arapların sözde tehlike altında olduğu propagandası yaygınlaştı. Bu propagandanın temelini ise Anadolu’nun gerçek sahiplerinin Hristiyanlar olduğu ve bu bölgenin Türkler tarafından zorla gasp edildiği iftirası üzerine kurdular. Örneğin, Parlamenter Viscount Bryce, Lordlar Kamarası’ndaki konuşmasında, “Küçük Asya, Ermenistan, Suriye ve Arabistan’da 1000-1500 yıl önce uygarlıklar bulunduğunu” söylüyordu. “Daha sonra 600 yıl boyunca sözde Türk vahşetinin bu uygarlıkları yok ettiğini” iddia ediyordu. “Tekrar eski uygarlıklarını elde etmeleri için ise onların bölgedeki temsilcilerine bağımsızlık verilmesine ingiltere’nin yardımcı olması gerektiği” yalanını savunuyordu. ingiliz derin devleti, istanbul’un işgaliyle bu sözde “adaletsiz” politikaların son bulacağı iddiasındaydı. istanbul’un, Türklerin milli başkenti olmadığı ve şehrin çoğunluğunu gayri Müslimlerin oluşturduğunu iddia eden yazılar ingiliz gazetelerinde sıklıkla yer almaktaydı. Oysa 1919 yılındaki nüfus sayımına göre istanbul’un %67’si Müslümanlardan oluşmaktaydı. Bu oran gerçekte daha da fazlaydı, fakat Müslüman nüfusun bir kısmı Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı’nda cephelere gidip şehit olmuştu.
Dahası azınlık politikaları, ingiliz derin devletinin yaygınlaştırmaya çalıştığı kanının aksine son derece özgürlükçü ve sevecendi. Azınlık hakları Osmanlı içinde 600 yıl boyunca korunmuştu ve azınlıklar daima Osmanlı’nın bir parçası olarak yaşamış ve devlet kademelerinde dahi görev almışlardı. Genellikle sanat ve ticaretle uğraşan azınlıklar, daima imparatorluğun ve istanbul’un en güzel yerlerinde varlık içinde yaşamış ve destek görmüşlerdi. Hatta imparatorluğun yıkılmasından sonra da Türkiye toprakları üzerindeki varlıklarını sürdürmüşler ve yeni Türk devletine destek olmuşlardı. Dolayısıyla, azınlıklar üzerinden yaygınlaştırılan söylentiler yalnızca bir kara propagandaydı. O dönemde istanbul’a istihbarat için gelmiş bir kısım ingiliz ajanlar bile, sonradan Türklerin azınlık politikasını takdir etmişlerdir.
Bu gerçeğe rağmen ingiliz derin devleti, azınlıklar üzerinden kara propagandaya devam etmiş, özellikle “haksızlığa uğrayan farklı millet, farklı din” kozunu oynayarak etki uyandıracağından emin olmuştu. Nitekim de öyle oldu. ingiliz derin devletinin işgal politikası bazı azınlık temsilcilerinde destek buldu. istanbul Rum Patriği, Paris Konferansı’na gönderdiği bir mektupta Doğu Sorunu’nun (Osmanlı’nın parçalanması), istanbul tekrar Yunan kontrolüne geçmediği sürece çözümlenemeyeceğini yazmıştı.
Benzer şekilde Osmanlı’nın Hristiyan tebaaları Mısır’daki Kıptiler, Lübnan’daki Marunîler ve Suriye’deki Hristiyan Asurlular, tıpkı istanbul Rumları gibi işgali bağımsızlıklarının bir ön adımı olarak görüp desteklediler. Osmanlı tebaasında sadece Museviler, başta Haham Naum Efendi olmak üzere Avrupalı işgalciler karşısında Türklerin yanında yer aldılar.
… “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin.
Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var).
(Sebe Suresi, 15) -
164.
0ingilizlerin istanbul’un işgali için Uyguladığı TaktiklerTümünü Göster
ingiliz derin devleti, istanbul’u işgal ederken birçok farklı taktik kullanmıştır. Benzer yöntemler bugün de devam etmektedir. Söz konusu taktiklerin deşifre edilmesi, ülkemizin ve tüm dünyanın içinde bulunduğu tehlikenin anlaşılması için de elzemdir. 100 yıl sonra da yürürlükte olan “Türklerin Anadolu’dan çıkarılması planı” en yüksek noktasına istanbul’un işgali ile ulaşmıştır. ingiliz derin devleti, bu amaca ulaşmak için kendi kamuoyunu hatta müttefiklerini bile kandırmakta bir mahsur görmemiştir. Milyonlar, bir avuç sözde derin devlet yöneticisinin oyuncağı olmuştur. Şöyle ki;
◉ ingiliz derin devleti ilk başlarda Anadolu’ya göz koymadığını savunmuştur.
ingiliz Başbakanı Lloyd George, 5 Ocak 1918’de Parlamento’da yaptığı konuşmada milletvekillerine; istanbul, Anadolu ve Trakya için herhangi bir savaş olmayacağını savunmuştur. Bu tarif edilen coğrafya, Osmanlı Devleti’nin Türk nüfusunun çoğunlukta olduğu topraklardır. Aslında burada Lloyd George, bir hedef şaşırtmacası yapmaya çalışmış ve ingiltere’nin bu bölgelerde gözü olmadığına dair kendi halkını ve Osmanlı’yı manipüle etmeye çalışmıştır.
Yine I. Dünya Savaşı’nı sonuçlandıran Mondros Mütarekesi’nde, istanbul’un işgaline dair hiçbir maddede hiçbir ifade geçmemektedir. itilaf devletleri adına imza koyan Amiral Calthorpe, istanbul’u işgal ederek, Osmanlı hükümetini feshetmek ya da askeri boyunduruk altına almak gibi bir niyetleri olmadığının sözlü garantisini vermiştir. Mütareke sonrası istanbul’a dönen Osmanlı heyeti, Calthorpe’un kişisel mektubunu da yanlarında taşımıştır. Calthorpe mektupta, Fransız ve ingiliz askerlerinin sadece boğazlarda bulunacağını, hatta Türk ordusundan küçük bir birliğin de bölgedeki Osmanlı egemenliğinin göstergesi olarak orada bulunabileceğini söylemektedir.
Fakat Mütareke’den sadece 13 gün sonra ingiliz ve Fransız güçleri istanbul’a girdiler. Mütarekede işgal olmayacağı sözünü veren Calthorpe, bu kuvvetlerin başına geçirildi ve ilk işi Tevfik Paşa hükümetinden 200 kişiyi tutuklamak ve 30’unu Malta’ya sürgüne göndermek oldu. Tutuklananların tamamı Türk ve Müslüman yöneticilerdi. Calthorpe bu hareketi ile istanbul’da bir işgal olduğunu ve işgal kuvvetleri ile birlikte hareket etmeyenlerin en sert şekilde cezalandırılacağı mesajını veriyordu. Amiral Calthorpe daha sonra Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 371/4172/23004 no’lu mesajda tutuklamaların amacına ulaştığını ve tutuklamalarla istanbul’daki muhtemel ayaklanmanın liderlerine gözdağı verildiğini söylüyordu.243
Ayrıca savaş döneminden fişlenmiş birçok subay da bu sürgüne dahil edildi. ingilizler istanbul’a ayak basınca, yalnız istanbul’da değil, bütün Türkiye’de insan avı başlattı. Öncelikle 9 Türk komutanın cezalandırılmak üzere yakalanmasını istediler. Bunlar, 6. Ordu Komutanı Ali ihsan Paşa, Medine’yi savunan Fahrettin Paşa, Kafkasya Ordusu Komutanı Nuri Paşa, Azerbaycan Ordusu Komutanı Mürsel Paşa, Kafkasya 9. Ordu Komutanı Şevki Paşa, Pozantı’da 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa, Yemen 40. Tümen Komutanı Galip Paşa ve Yemen’de 7. Kolordu Komutanı Tevfik Paşa’dır. Görüldüğü gibi bu isimler, savaşta ingilizleri yenen veya onlara güçlükler çıkaran ve vatanlarını kahramanca savunan Türk Ordusunun komutanlarıdır. Şunu belirtmek gerekir ki ingiliz derin devleti, komutanları hedef alarak Türklerin milli şuuru konusunda tarihi bir yanılgıya düşmüştür. Çünkü Türkler gibi milli şuur varlığı çok eskilere dayanan, tarih boyunca bağımsız yaşamış bir milletin içinden 100-150 kişinin yakalanıp sürgüne gönderilmesi, Türk Milletinin verdiği Kurtuluş Mücadelesini engelleyememiştir.
Dokuzuncu Ordu’yu dağıtmayan, silahları ve cephaneyi ingilizlere kaptırmayan, gıda stoklarını batıya taşıyan Yakup Şevki Paşa bu listenin en başındadır ve Malta’ya ilk sürgün edileceklerden olacaktır. Onun gibi Kars Şurası’nın bütün üyeleri de Malta’ya sürülecekler arasındadır. Kafkas Ordusu’ndan Halil Paşa, Küçük Cemal Paşa, Tümen komutanlarından Ali Rıfat ve Mürsel Bey’ler gibi birçok Türk Subayı, Mütareke’nin daha ilk aylarında ingilizlerce mimlenirler. işgal karargahında bunları yakalamak, yargılamak ve sürmek için plan yapılmaktadır.
işgal öncesi söylenen sözler ve verilen vaatler ingiliz taraftarı birçok aydın ve diplomat tarafından bir garanti olarak alınmıştır. Fakat mütareke sonrasında ingiliz Başbakan Lloyd George, sözlerini Türklere bir garanti amacıyla değil de kendi kamuoyunu, özellikle de Müslümanlarla savaştan muzdarip olan Hindistan Müslümanlarını rahatlatmak amacıyla söylediğini açıklayarak işgali kendince meşru göstermiştir.
Bilmemiz gereken şudur: ingiliz derin devleti amacına ulaşmak gayesiyle hedef şaşırtmacaya yönelik konuşmalar yapabilir, dost gözükebilir, söz verebilir veya resmi mektuplar imzalayabilir. Ama tüm bu vaatler, derin devletin temsilcilerini gerçek planlarından bir milim bile saptırmamaktadır. Onlar, yüzyıllar önce kapalı kapılar ardında yapılan sinsi planlardan hiçbir şekilde şaşmayacaklardır. Göz boyamaya ya da süslü sözlere aldanmak ileride büyük felaketlerin yolunu açacaktır. -
165.
0ingiliz Derin Devleti Müttefiklerine, Anadolu için ABD Mandası Planladığını SöylemiştirTümünü Göster
I. Dünya Savaşı’nın ardından haritaların yeniden şekillenmesi, 1919 Paris Konferansı’nda gerçekleşmiştir. 18 Ocak 1919 tarihinde başlayan ve aylarca süren konferansa 32 ülkeden temsilciler katılmış ve 1646 ayrı oturum gerçekleştirilmiştir. Ama bu geniş yelpaze göstermeliktir. Konferansın kararları “4 Büyük” adı verilen grup tarafından alınmıştır. ingiltere Başbakanı Lloyd George, ABD Başkanı Woodrow Wilson, Fransız Başbakanı Georges Clemenceau, italyan Başbakanı Vittorio Emanule Orlando bu kararları alan 4 büyüktür.
Savaşı bitiren beş antlaşmanın metinleri Paris Konferansı’nda hazırlanmıştır. Aynı yıl Almanya ile imzalanacak Versailles, Avusturya ile imzalanacak Saint Germen, Bulgaristan ile imzalanacak Neuilly ve ertesi yıl Macaristan ile imzalanacak Trianon ile Osmanlı ile imzalanacak Sevr Antlaşması’nın şartları bu konferansta belirlenmiştir.
Osmanlı’yı parçalama planına geçmeden, Almanya ile yapılan Versailles Antlaşması’na da değinmekte fayda vardır. Anlaşma öncesi Alman kamuoyuna, Wilson Prensipleri olarak bilinen 14 ilkenin antlaşmanın temeli olacağı anlatılmıştır. Fakat iş imza aşamasına geldiğinde, ağır bir sömürgecilik antlaşması ortaya konmuş ve Almanlar manen ve maddeten aşağılanmıştır. Ağır şartlar, Alman ekonomisinin senelerce itilaf Devletleri için çalışmasına sebep olmuştur. Birçok tarihçi, Almanya’da Nazi rejiminin yükselmesine ve Alman halkında intikam hislerinin doruğa çıkmasına sebep olarak, bu antlaşmanın ağır şartlarını göstermektedir.
ingiltere ve Fransa, Paris Konferansı’nda Osmanlı’nın; Arap bölgesi, Trakya, Akdeniz ve Ege bölgelerindeki topraklarını kendi aralarında paylaşmayı planlamışlardı. Türkiye’yi sadece Anadolu içlerinde sıkışmış Asyalı, küçük bir ülke haline getirmek istiyorlardı. Plana göre bu toprak parçasına sıkıştırılmış küçük Türkiye, ABD mandası altında hayatına devam edecekti.
Özetle Paris Konferansı’nda ingiliz derin devletinin planı; kendisini idare etmekten aciz gördüğü ülkelerin, gelişmiş ülkelerce sömürülmesi üzerine kuruluydu. işte Orta Doğu, bu plan üzerine paylaşıldı. 21 Mayıs 1919’da ingiltere, Konferans’a bir bildiri sunarak Mezopotamya, Suriye ve Filistin’in ingiltere ve Fransa mandasına verilmesini, Osmanlı’nın da ABD mandasına katılmasını önerdi. Bu planın gerçek yüzünü Halide Edip Adıvar’ın 10 Ağustos 1919’da Mustafa Kemal’e gönderdiği telgraftan okuyalım:
Dış durum istanbul’da şöyle görünüyor:Fransa, italya ve ingiltere, Türkiye’nin mandaterlik meselesini Amerikan Senatosu’na resmen teklif etmiş olmakla birlikte, Senato’nun bu teklifi kabul etmemesi için bütün güçlerini kullanıyorlar. Taksimden pay kaçırmak elbette işlerine gelmiyor.
Suriye’de aradığını bulamayan Fransa, zararını Türkiye’den kapatmak istiyor. italya, namuslu bir emperyalist olduğundan, savaşa ancak Anadolu’nun bölüşülmesinde pay almak için girdiğini açıktan açığa söylüyor. ingiltere’nin oyunu biraz daha incedir.
ingiltere, Türk’ün birliğini, çağdaşlaşmasını, gerçek bir bağımsızlık kazanmasını gelecekte bile istemiyor. Yeni imkan ve görüşlerle tamamen çağdaş ve kuvvetli bir Müslüman Türk hükümeti -başında hilafet de olursa- ingiltere’nin elindeki Müslüman esirler için kötü bir örnek olur. ingiltere, Türkiye’yi bütünü ile ele geçirebilse, kafasını kolunu koparır, birkaç yılda sadık bir sömürge durumuna sokar.
O dönemlerde de açıkça görülebildiği için ingiliz derin devletinin planları, her zaman daha sinsi ve daha kapsamlıydı. Amerikan mandası teşviki sadece bir oyundu. ingiliz derin devletinin çok önceden beri asıl isteği, parçalanmış, yıpranmış, yok olmuş ve zayıf bir Türk devletiydi.
ingiliz derin devletinin planlarını doğru analiz edebilmek için birkaç adım ilerisine bakmak gerekmektedir. Churchill için söylenen “O büyük bir ingiliz’dir; barışı korumaktan çok ingiltere’nin Avrupa’daki menfaatlerini korumayı düşünür”245 sözlerinin sadece Churchill için değil, derin devletin her adamı için geçerli olduğunu unutmamak gerekir. ingiliz derin devleti için müttefik ya da dost yoktur. Planın içindeki herkes amaca ulaşmak için kullanılacak bir elemandır. Bunların tek varlık sebepleri derin devletin amacına hizmet etmektir. Dünyanın en güçlü başkanı dahi olsa, kendisine dayatılan senaryoyu oynamaktan başka bir imkanı bulunmamaktadır. -
166.
0ingiliz Derin Devletine Çalışan Gazeteci Walter Lipmann
Birçok kaynağa göre, 1. Dünya Savaşı sonrası hazırlanan antlaşmaların temeli olarak belirlenen Wilson’un 14 ilkesi, ingiliz Hükümeti’nin, Wilson’un danışmanı ve Harvard mezunu bir gazeteci olan Walter Lipmann ile birlikte hazırladığı bir dokümandı. Barışı, bu ilkeler üzerine bina edeceklerini iddia etmişlerdi. Ancak daha sonra, gerek Versailles gerekse de Sevr antlaşmalarında görüldüğü gibi bu dokümanda ne barışa dair ilkeler vardı ne de ABD Başkanı Wilson’ın imzası. Wilson ilkeleri’nin yazımına önayak olan gazeteci Lipmann, daha sonra ingiliz derin devleti kurumu olan Chatham House’un ABD şubesi CFR’nin (Council for Foreign Relations) yöneticisi oldu. 8 Amerikan başkanına gayri resmi danışmanlık yaptı. 1946’daki kitabıyla Soğuk Savaş konseptini ilk tanıtan kişi oldu. Bugün geriye baktığımızda Lipmann’ı, “20. yüzyılın en etkili gazetecisi” ya da “modern gazeteciliğin babası” olarak tanımladıklarını görürüz. Başkanlar, başbakanlar, bakanlar değişse de derin devletin derinlerdeki adamları hiç değişmeyecektir. -
167.
0◉ ingiliz Derin Devletinin Derin Stratejilerinden italyanlar da Zarar GörmüştürTümünü Göster
I. Dünya Savaşı sürerken, Osmanlı Devleti’nin paylaşılması için itilaf Devletleri arasında gizli anlaşmalar gerçekleşiyordu. Londra Protokolü olarak da bilinen ilk gizli anlaşma 1915 yılında imzalandı. Londra’da ingiltere, Fransa, italya ve Rusya arasında imzalanan gizli anlaşmaya göre, italyanlara itilaf kuvvetlerinin yanında savaşa girmesi karşılığında Antalya ve etrafındaki Akdeniz kıyıları vaat edilmişti. Rusya’da Çarlık iktidarının düşmesi ve Bolşeviklerin iktidara gelmesi ile bu anlaşma yerini 1917 yılındaki St. Jean de Maurienne Anlaşması’na bırakmıştır. Bu anlaşmada sadece italyan, Fransız ve ingiliz imzaları vardır. Yeni planda italyanlar, Akdeniz kıyılarına ek olarak izmir dahil Batı Anadolu’yu alacaklardır.
Fakat savaş sonrası gerçekler bir kez daha italyanların beklediği gibi değil ingilizlerin en başta planladığı gibi gerçekleşti. Venizelos-Lloyd George işbirliği sonucunda Yunan ordusu 15 Mayıs 1919 tarihinde izmir’i işgale başladı. 9 Eylül 1922’de Türk ordusu geri püskürtene kadar Batı Anadolu, Yunan ordularının işgalinde kaldı. ingiliz derin devleti, Yunanların emperyalist ihtirasını kullanarak, Anadolu topraklarında isteklerini yerine getirecek bir ordu oluşturdu. Aynı zamanda italya’nın bölgede tek başına güç ve söz sahibi olması engellenmişti. Tüm bu işgal planı da tümüyle bir propagandaya dayandırılmış, yerel Hristiyan halkını, sözde Müslüman çetelerden korumak adı altında bu sinsi plana uluslararası meşruiyet kazandırılmıştır. Oysaki bu iddiaların yalan olduğu, 12 Ekim 1919’da istanbul’daki Müttefiklerarası Komisyon’un, izmir’in Yunanlar tarafından işgali hakkındaki raporu ile açıkça ortaya konmuştu.
Rapor şu sözlerle başlıyordu:
Yapılan soruşturma göstermiştir ki, Mütareke’den beri Aydın vilâyetindeki Hristiyanların genel durumları memnunluk vericidir ve güvenlikleri hiçbir zaman tehlikeye düşmemiştir. Onun için, bu işgalin hiçbir şekilde haklı olmadığı ve Türkiye ile Müttefikler arasında imzalanmış bulunan Mütareke’nin şartlarını ihlal ettiği muhakkaktır.
Fakat bu rapor dahi ingiliz derin devletinin planlarını engellememişti.
ingiliz derin devleti italya’yı da tam olarak ihtiyaç duyduğu dönemde, müttefik görünümü vererek ve çeşitli vaatlerle kandırarak kullanmıştır. ihtiyacı bittiğinde de kendi başına bırakmıştır. Burada elbette italyanların Osmanlı üzerindeki bölme planlarının diğer itilaf Devletleri’nin yaptığı gibi alçakça bir işgal politikası olduğu açıktır ve bu yönüyle dönemin italya’sı da diğer devletler kadar suçludur. Burada vurgulamak istediğimiz husus, ingiliz derin devletinin, kendi müttefikleri söz konusu olsa bile, her zaman kendi menfaatini düşünen ikiyüzlü politikasıdır.
Milli Mücadele hareketinin öncüsü ve Türk halkının ve Türkiye’nin kurtarıcısı Mustafa Kemal, ingilizlerin italyanlara yönelik bu çift yönlü siyasetini bağımsızlık mücadelemiz sırasında Türk halkı lehine kullanmıştır. italyan hükümeti, 1920 yılından itibaren Türk bağımsızlık hareketine silah, lojistik ve istihbarat desteği sağlamıştır. -
168.
0◉ Sözde Azınlık Haklarını Savunmak, ingiliz Derin Devleti’nin işgalleri Meşrulaştırma YöntemidirTümünü Göster
Savaş sonrası imzalanan Mondros Mütarekesi’ne göre ordular karşılıklı olarak bulundukları yerde kalacaklardı. Herhangi bir tehlike baş göstermediği sürece hiçbir yeni işgal olmayacaktı. Fakat daha önce belirttiğimiz gibi ingilizler önce istanbul’u işgal ettiler, daha sonra izmir Yunanların işgaline girdi. Bu işgalleri haklı çıkarmak için kullanılan tek argüman, azınlıkların, özellikle de Hristiyan azınlıkların tehlike altında olduğu iddiasıydı. Mondros Mütarekesi’nin 7. Maddesi, itilaf Devletleri’ne, güvenlik tehdidi görüldüğünde stratejik yerleri işgal etme hakkı vermişti. Anadolu işgali, 7. Madde’nin tanıdığı işgal hakkı ve azınlıklara yönelik tehditlerle birleştirilerek, uluslararası hukuka sinsi bir şekilde uygun hale getirildi.
Oysa Mütareke’nin imzalanmasının ardından ilk günlerde başkentte hava bambaşkaydı. Osmanlı Parlamentosu, Mütareke anlaşmasını oy birliği ile onayladı. Osmanlı PTT’si, mutlu bir olayı kutlarcasına mütareke için anma pulları çıkardı. Rauf Bey’in iyimser demeçlerinden sadece on gün sonra ise, 13 Kasım 1918 günü, 55 parçalık düşman donanması Çanakkale Boğazı’ndan girip Dolmabahçe önünde demirledi. Bu büyük armada, 22 ingiliz, 17 italyan, 12 Fransız ve 4 Yunan gemisinden oluşmaktaydı.
ingiliz derin devletinin yüzyıla yakın süredir yürürlükte tuttuğu Osmanlı’yı parçalama ve Türkleri Avrupa’dan atma planı, bu işgalle en yüksek noktasına ulaşmıştır. Başkent işgal edilmiş, ordu terhis edilmiş, ticaret gemileri, tersaneler, limanlar, demiryolları ve tüm haberleşme birimleri işgal kuvvetlerine tahsis edilmiştir. Tüm bu plan hukuki bir kılıfa uydurulmuş ve askeri kuvvetle desteklenmiştir. Osmanlı yanında yer alabilecek kamuoyu da, kara propaganda ile engellenmiştir.
Yıllar boyu gazete haberleri, romanlar ve tiyatro eserleriyle, Avrupa ve ABD kamuoyunda işlenen Osmanlı düşmanlığı bu işgal için planlanmıştır. Barbar Türk imajlı karikatürler ve basılan yüzlerce kitap, risale, el ilanı, Hristiyanları sözde katleden Müslüman Türk imajı için kurgulanmıştır. Başta ingiltere ve Amerika olmak üzere tüm dünya kamuoyuna Hristiyanlık, özgürlük ve insan hakları adına Osmanlı’nın yıkılması gerektiği propagandası yapılmıştır. Osmanlı haklarını ve adaletini savunabilecek her ses önceden susturulmuştur. ingiliz derin devleti kendince tüm delikleri kapatmış, hiçbir açık nokta bırakmamıştır. Bu plan, Anadolu bağımsızlık hareketi ile 100 yıllık bir sekteye uğratılsa da bugün hala yürürlüktedir. Anadolu toprakları benzer bir şekilde 360 derece kuşatılmıştır. iman, birlik ruhu ve milli şuur ise bu planın karşısında durabilecek tek güçtür.
Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi ‘yapayalnız ve yardımsız’ bırakacak olursa, O’ndan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse müminler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler. (Al-i imran Suresi, 160) -
169.
06. Bölüm: iSTANBUL’UN iŞGALiTümünü Göster
istanbul’un işgali, Son Osmanlı Mebusan Meclisi ve Misak-ı Milli
izmir’in işgali ile Anadolu bağımsızlık hareketinin güçlendiğini ve taraftarların gün geçtikçe arttığını görmekteyiz. Temmuz-Ağustos 1919’daki Erzurum ve Eylül 1919’daki Sivas kongreleri ile Türk Milletini temsil edecek kadrolar oluşturulmaya başlandı. Anadolu’da hemen her şehirde oluşan direniş hareketleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adında tek bir organizasyon altında toplandı. Bağımsızlık hareketinin ise yeni bir ismi vardı: “Kuva-yi Milliye”. Aralık 1919’da, Osmanlı Devleti’nin son meclisi için seçimler yapıldı. Bu seçimler 22 Ekim 1919 Amasya Protokolü kapsamında planlanmıştı. Seçimlerde, yurdun dört bir yanında Kuva-yi Milliye görüşündeki adaylar milletvekili seçildi. Mustafa Kemal, bu seçimlerde Erzurum milletvekili seçildi.
12 Ocak 1920’de son Osmanlı Mebusan Meclisi istanbul’da toplandı. 16 Mart’ta istanbul’un işgalinin ardından meclis, Misak-ı Milli’yi ilan ederek Erzurum ve Sivas kongrelerinde kabul gören milli sınırları duyurmuş oldu.
Osmanlı Mebusan Meclisi seçimleri ve ardından Misak-ı Milli’nin ilan edilmesi, ingiliz derin devletinin henüz Türk Milletini tanıyamadığının en büyük göstergesidir. Avrupa’daki kibirli bakış açısı ve Türkleri ikinci sınıf insan görme hastalığı, ingiliz derin devletinin 100 yıldır ilmek ilmek ördüğü planın en zayıf noktasıdır. Derin devlet zihniyeti, Türk Milletinin de, güç karşısında geri adım atacak ve zayıflık gösterecek bir karakterde olduğunu düşünmektedir. Fakat derin devlet temsilcilerinin hata yaptıklarını anlamaları için, ağır bir mağlubiyetle Anadolu’yu terk etmeleri gerekecektir.
ingilizler, Osmanlı Mebusan Meclisi için yapılacak seçimlerden rahatsız değillerdi; hatta saltanat yanlısı bir meclis kurulacağına emindiler. Fakat seçim ile birlikte Kuva-yi Milliye görüşündeki adaylar meclise girdiler. Bunun üzerine derin devlet temsilcileri meclisin istanbul’da açılması konusunda baskı yapmaya başladılar. Bu sayede padişahın etkisi arttırılacak ve meclis, derin devletin isteklerine uygun kararlar alacaktı. Fakat bu da doğru bir öngörü değildi. Kurulan mecliste bağımsızlık sevdalıları Felah-ı Vatan (Vatanın Kurtuluşu) Grubu adıyla organize oldular. Ankara’da Misak-ı Milli hazırlandı ve istanbul’a açıklanması için gönderildi. Bu gelişmeler işgal devletleri için kabul edilemezdi. Bu nedenle 16 Mart 1920 tarihinde istanbul’un işgali resmi olarak başlamış oldu. Meclis, işgal ile birlikte son karar olarak Misak-ı Milliyi ilan etti ve kendini kapattı.
istanbul’un işgali tüm yurtta protesto mitingleri ile kınandı. işgal sırasında tutuklanan mebuslara karşılık olarak Anadolu’daki itilaf subayları tutuklandı. işgal ile birlikte istanbul ile haberleşme yer altına girdi. Anadolu ve istanbul arasındaki tren yolu bağlantısı Geyve ve Ulukışla yakınlarında kesildi. istanbul’a para ve değerli eşya gönderimi yasaklandı.
Artık Türk halkını temsil edebilecek bağımsız tek hareket olarak Kuva-yi Milliye kalmıştı. Ankara yönetimi, ilk iş olarak Anadolu mücadelesinin haklılığını dünya kamuoyuna duyurmak için 6 Nisan 1920’de Anadolu Ajansını kurdu. Ardından da 23 Nisan 1920’de cumhuriyetin temelini atan ilk meclis Ankara’da eski bir okul binasında kuruldu. Artık Türkleri temsil edecek yegane yasama organı Ankara’daydı. iki yıldan uzun sürecek Kurtuluş Savaşı bu sıralarda planlandı ve uygulamaya geçirildi. -
170.
0Misak-ı Milli (Milli Sınırlar) ve Önemi
6 Maddeden Oluşan Misak-ı Milli Kararları Özetle Şunlardır:
Arap kökenli halkın oturduğu, aynı zamanda da Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte yabancı devletlerin işgal ettikleri bölgelerin gelecekleri, halkın serbest ve kendi oyuyla belirlenecektir. Mütareke sınırları içerisinde Osmanlı–islam çoğunluğunun çoğunluk olarak yerleşmiş bulunduğu kısımların tümü, gerçekte ya da hükmen hiç bir neden ile birbirinden ayrılmayacak bir bütündürler.
ilk serbest bırakıldıkları anda tekrar kendi istekleri doğrultusunda anavatana katılan Kars, Ardahan ve Batum’da gerekirse tekrar bir halk oylaması yapılabilecektir.
Batı Trakya’nın hukuki durumu da, halkın kendi özgür iradesiyle verecekleri oylarla saptanacaktır.
istanbul ve Marmara Denizi’nin her türlü güvenliği, tehlikeden uzak tutulması, Boğazların ise ticaret gemilerine açılması ilgili devletlerin aralarındaki anlaşma ile sağlanmalıdır.
Misak-ı Milli kararları doğrultusunda belirlenen ilkeler çerçevesinde azınlıkların hukuki hakları, komşu ülkelerde yer alan Müslümanların da aynı haklardan yararlanması koşuluyla güvence altında olacaktır.
Türkiye’nin siyasal, adli ve mali olarak tam bağımsızlığı kabul edilecektir; bu konularda hiç bir kayıt ve kısıtlama getirilmeyecektir.
Erzurum ve Sivas kongreleri kararları doğrultusunda Misak-ı Milli’nin ilanıyla hedeflenen sınırlar ve Milli Mücadele ile varılmak istenen hedef belirlendi. Misak-ı Milli, Amasya Protokolü’nden sonra Milli Mücadele’ye meşruluk kazandıran ikinci belgedir.