/i/Siyaset

Saygı Çerçevesinde Özgür Siyaset Platformu
  1. 126.
    0
    ingiliz Derin Devleti ve Kurtuluş Savaşı

    ingiliz gizli belgelerinde, Türk Kurtuluş Savaşı ile ilgili şu ifadeler gerçmektedir:

    ingiliz Dış Politika Belgeleri: 1919-1939

    Türkler sadece Yunanların istilasına uğradıklarını sanıyorlar ve onlarla savaşmaya hazırlanıyorlar, ancak Yunanlar müttefik planının bir parçasıdır.147

    Türkleri rahatsız etmeyelim ve Türklere harbin bittiği izlenimini verelim… Yunanlarla italyanlar aralarında anlaşıp nereleri işgal edeceklerine karar veriyorlar… Türklere bu işlerin duracağı hissini vermeliyiz.148

    Amiral F. de Robeck: “… Sultan, ingiliz otoritelerinden kuvvet kullanarak milliyetçileri durdurmalarını istedi… Başbakan (Sadrazam) ve içişleri Bakanı (Dâhiliye Nazırı) durumun kötülüğünü kabul ediyorlar ve asileri bastırmak için müttefiklerden izin istiyorlar… Başbakan (Sadrazam) Ferit Paşa Hükümeti, milliyetçilere karşı savaş ilan etti ve milliyetçilerle konuşulamayacağına karar verdi… ingiltere, Türklere karşı olan savaşta başrolü oynadığı halde bugün Türk gazetelerinde ve hatta milliyetçi gazetelerde bile ingiltere iyi bir yerde.”149

    Amerikan Radyosu konuşması: “…Mustafa Kemal bana dedi ki: ‘Bizim hükümetimiz, yabancı hile ve müdahaleleriyle zayıflatılmıştır. Milliyetçilerin, ingiliz ve Fransızlardan yardım aldığı yalandır. ingiliz sermayesi Türkiye’yi mahvediyor. Biz ingiltere’deki eski Türk Dostları Cemiyeti Başkanı Adil Bey’in 200 bin Sterlin, Konya Valisi’nin 150 bin Sterlin ve belki de Ankara Valisi’nin bu miktar para aldığını biliyoruz.’“150

    Mr. Ryan’ın raporu: “… (Türkiye’deki) Milli kuvvetler gittikçe geliştiği için, silahların bırakılmasına rağmen 40 bin kişilik bir hükümet kuvvetinin, milliyetçilere karşı kullanılması istendi.” Başbakan (Sadrazam) bu isteği derhal kabul etti.”151

    Villa Belle’deki toplantı: “… Lloyd George, ‘Mustafa Kemal’in başarısı Araplara da sıçrayabilir; bu nedenle mutlaka ezilmesi gerekir… Yunanların çarpışma yeteneğini büyüttük, Türklerinkini de küçülttük.’“152

    Villa Franeuse’deki toplantı: “…istanbul Hükümeti, yalnız bizim için değil, bütün dünya için tehlikeli olan Türk milli hareketini bastırmakta bize yardımcı olabilir… Savaşın iki yıl uzamasına sebep olan Türklere hiçbir şekilde merhamet edemeyiz… Mr. Venizalos, ‘imkânı olsa Türklere silahtan başka bir yol kullanabiliriz, fakat Türkler silahtan başka bir şeyden anlamazlar.’ demiştir.”153

    Amiral F. de Robeck: “…Anadolu’daki bütün hareketler Mustafa Kemal Paşa tarafından düzenlenen milli hareketin parçaları olarak düzenlenmektedir… Damat Ferit, milliyetçi harekete karşı asker göndermek istiyor… Aldığımız kararlara saygı göstermeyen tek halk Türk halkıdır.”154

    Amiral F. de Robeck: “…Türkler Yunan idaresi altına girmezler, özellikle Yunanların izmir’de yaptığı kepazelikten sonra… ingiliz subayları ve bizim adamlarımız Türkleri öldürmek için, Yunanlarla iş birliği yapıyorlar… Türkler müthiş savaşçıdır, cephaneleri azdır ve hiç ulaştırma araçları yoktur… Türklerle yapılacak sulh anlaşmasında Kürdistan’da Türklerin hiçbir hakları kalmayacaktır. Kürdistan’da durumdan emin olmalıyız, Kürtler bile ne istediklerini bilmiyor… Erzurum, Türklerin en kuvvetli kalelerinden biridir, çok büyük bir Türk toprağının Ermenilere verilmesine göz yummazlar… ingiliz imparatorluğu, bir zamanlar Türk imparatorluğu’nun olan bütün bölgeleri elde etmiştir.”155

    Amiral F. de Robeck: “… Anadolu hareketinin nedeni, Yunan işgali ve yaptığı dehşet verici eylemlerdir. Ayrıca büyük Ermenistan ve Pontus devletlerinin kurulması bu hareketin sebebidir.”156

    Amiral F. de Robeck: “…Başbakandan (Sadrazam) Mustafa Kemal’i kötüleyen ve onları hükümetin emrine karşı gelen asiler olduklarını bildiren ve halkın hükümete bağlı olması gerektiğini anlatan bir yazı aldık.”157

    Amiral F. de Robeck: “… Damat Ferit (Sadrazam) şahsi emniyetinden, Sultan’ın emniyetinden ve kendi adamlarının emniyetinden korkmaktadır. Eğer milliyetçiler Türkiye’de idareyi ele geçirirlerse, kendisinin ve Sultan’ın hayatının himayemiz altında olduğunu söylememe izin verir misiniz? Ferit ‘Sultan’a etki eden tek insan olduğunu ve ingiliz dostluğunu kendisinin yarattığını’ söylüyor. Damat Ferit’in istifası halinde onun ve Sultan’ın yurt dışına şerefli bir şekilde çıkmasını sağlamalıyız… Sultan, tahtını terk ederse, ona Türkiye’den çıkması için gereken her türlü yardımı yaparım.”158

    H. Rumbolt: “… izmir’den gelen askeri raporlar iyi değil. Yunanlar bile askeri disiplinleri olmadığını itiraf ediyorlar. 3. birliğin komutanı Kondylis Salihli’den kömür vagonlarının altına saklanarak kaçmış, öyle görünüyor ki Yunanlar tek başlarına bu işi yürütemeyecekler.”159
    Tümünü Göster
    ···
  2. 127.
    0
    ingiliz Derin Devletinin Kürdistan Planı

    ingiliz derin devletinin Türk topraklarını parçalayarak bir Kürdistan oluşturma planı, ingiliz gizli belgelerinde şu şekilde geçmektedir:

    Amiral A. Cathorpe: “…Binbaşı Noel, Kürt şefleri ile görüş birliğine varırsa bundan faydalar sağlayacağını söylüyor. Kürt şeflerinden istanbul’da (Seyit) Abdülkadir ve Bedir Han daha az önemli kimselerdir. Bunlar şüphe uyandırmamak için Noel’den ayrı olarak Kürt bölgelerine gidecekler,… Kürtler henüz Mustafa Kemal’e karşı ayaklanmadı ama Noel bunu sağlayacağından emin.”160

    Mr. Hohler: “…Benim problemim KÜRTLER. Noel, Bağdat’tan buraya geldi… Kürtlerin peygamberi olmak istiyor… Korkarım ki Noel, bir Kürt Lawrence’i olabilir. Mezopotamya şimdi bizim olacağına göre, ona bir KÜRT DEVLETi kurdurup kuzey dağlarını böylece koruyabiliriz. (Seyit) Abdülkadir ve onun gibilerle konuştum. Onlara etki edebilmek için ‘biz de Türklere hile yapıyoruz’ diye belki beş defa tekrarlamak mecburiyetinde kaldım. Ancak, Kürtlere fazla güvenilmez. Majestenin Hükümeti’nin amacı Türkleri azami derecede zayıflatmak olduğuna göre Kürtleri bu şekilde harekete getirmek fena bir plan değil.”161

    Amiral Webb: “ … Amerika; Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir ERMENiSTAN’ı himaye edecek. Geri kalan dört ili de, bir KÜRT DEVLETi olarak ingilizlerin himayesine bırakıyor… Başkan Wilson, Türklerin, Kürtlerin ya da diğer Müslümanların Ermenileri korumalarını, aksi halde Türk imparatorluğu’nun ortadan kaldırılacağını ve kendilerine çok kötü sulh şartlarının zorla kabul ettirileceğini söylüyor. Başbakan bundan çok etkilendi…”162

    Mr. Hohler: “…KÜRT””LERiN ve ERMENiLERiN durumu beni hiç ilgilendirmez. Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Diğer taraftan Wilson beni korkutuyor, ajanları devamlı hatalar yapıyor. Noel’e gelince, fanatiğin biri. ERMENiSTAN’ın ve KÜRDiSTAN’IN SINIRLARININ KESiN OLMADIĞI konusunda sizinle aynı fikirdeyim… KÜRT SORUNU, Mezopotamya’da tatminkâr bir sınır oluşturmak içindir…”163

    Amiral F. de Robek: “… Mr. Hohler Kürt meselesi hakkında Kürt başkan Şeyh Sait Abdülkadir Paşa’yla görüştü. Kürtler, bütün ümitlerini ingiliz Hükümeti’ne bağlamış durumdalar. Bu ara Mustafa Kemal gittikçe tehlikeli olmaya başlıyor. Kuvvetler, Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kullanmak için her türlü parayı ödemeye hazırdırlar.”164

    Toplantı notları: “…Kürt kabileleri, ingiliz ve Fransız hâkimiyetine konacak, KÜRDiSTAN’da hiçbir şekilde TÜRK BIRAKILMAYACAK. Bir tek KÜRT DEVLETi mi, yoksa birçok küçük KÜRT DEVLETi mi kurulacağı düşünülecek. Ermenilere, Amerikalılar kanalı ile SiLAH sağlanacak… istanbul’da gizli bir örgüt kuruldu. Milliyetçileri vatan haini ilan ediyor…”165

    Amiral F. de Robeck: “… Kürdistan Türkiye’den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Ermenilerle Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. istanbul’daki Kürt Kulübü başkanı Seyit Abdülkadir ve Paris’teki Kürt delegesi Şerif Paşa emrinizdedir.”166

    Amiral F. de Robeck: “… Damat Ferit bana geldi, ‘Sulh anlaşmasına göre Kürtler ayrı bir devlet olacaklardır, Kürt liderleri Mustafa Kemal’i sevmez… Siz Mustafa Kemal’den nefret ediyorsunuz çünkü o, sizin yaptığınız anlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı birlikte kullanalım’ dedi.”167

    Dipnotlar:

    126. Erol Ulubelen, ingiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, istanbul: Cumhuriyet Kitapları, 2010

    127. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 200

    128. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 220

    129. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 249

    130. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 121

    131. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 122

    132. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 125

    133. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 159

    134. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 164

    135. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 230-231

    136. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 247-248

    137. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 165

    138. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 176

    139. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 212

    140. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 215

    141. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 227

    142. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 230

    143. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 237

    144. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 242

    145. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 254

    146. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 255

    147. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 188-189

    148. Erol Ulubelen, a.g.e.

    149. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 211-212

    150. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 212-213

    151. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 213

    152. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 244-245

    153. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 246

    154. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 257

    155. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 261-266

    156. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 267-268

    157. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 269

    158. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 281

    159. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 283

    160. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 202

    161. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 202

    162. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 191

    163. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 206

    164. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 217

    165. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 218

    166. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 269

    167. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 272
    Tümünü Göster
    ···
  3. 128.
    0
    reserworddd
    ···
  4. 129.
    0
    4. Bölüm: iNGiLiZ DERiN DEVLETiNiN GÜDÜMÜNDEKi ERMENi MESELESi

    150 Yıllık Yıpratma Projesi

    Ermeniler; dürüst, akıllı ve değerli bir millettir. Bizim milletimizdirler. Tarihte, her dönemde milletimizin en değerli parçalarından biri, bizden biri olmuşlardır. Güvenilir, sanatçı, aydın ve yetenekli kişilikleriyle ön plana çıkmışlardır. Şu bir gerçektir ki, ingiliz derin devleti, bu güzel milleti bizden ayırmaya ve uzaklaştırmaya geçmişte çok çaba göstermiştir. Bu çabalar şu anda da devam etmektedir. Söz konusu derin güç, tarih boyunca Ermeni meselesini daima koz olarak kullanıp gerçek amacına ulaşmaya çalışmıştır. Ermeni meselesinin tarihini incelerken bu gerçeklerin dikkate alınması önem teşkil etmektedir.

    Geçmişe dair Osmanlı’daki Ermeni meselesini gündeme getirmemiz, bu meselenin tümüyle ingiliz derin devleti tarafından planlanmış ve yürütülmüş bir konu olmasından kaynaklanmaktadır. Ermeni kardeşlerimizle aramızı açan tüm oyunlar, ingiliz derin devleti tarafından geliştirilmiş ve uygulanmıştır. Bu konunun çok iyi bilinmesi ve aşağıda belirteceğimiz delillerin bu nedenle çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.

    Millet-i Sadıka
    Anadolu Ermenilerinin Müslümanlarla tanışması 4 Halife döneminde başlamıştır. 640 yılında ilk defa Kafkasya’ya gelen Müslümanlar, 653 yılında Hz. Osman döneminde bölgede tam bir hakimiyet sağlamıştır. Dönemin Suriye Valisi, ilerleyen süreçte ise Emeviler Devleti’nin ilk kurucusu olacak olan Muaviye, bölgede Müslümanlaştırma ya da Araplaştırma politikaları gütmemiş ve yerel Nakharar sülalelerine geniş özerklikler tanımıştır.

    Sultan Alparslan, 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Bizans ordusunu yenerek Anadolu’nun kapılarını Türklere açmıştır. Bu tarihten sonra Anadolu Ermeni halkları da Türklerle birlikte yaşamaya başlamışlardır. Selçukluların yıkılmasından sonra Osmanlı Beyliği Anadolu birliğini tekrar kurana kadar Ermeni Kilisesi, Türk, iran ve Moğol yönetimi altında kalmıştır.

    Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında istanbul’u fethetmesiyle başlayan dönem, Ermeniler için adeta bir altın çağ olmuştur. Fatih, kendi isteğiyle Ermenilerin Bursa’daki ruhani reisi Hovakim’i istanbul’a getirtmiş ve 1461’de Rum Patrikliğinin yanında bir de Ermeni Patrikliği kurdurmuştur. Patrik, Padişah’ın fermanıyla Ermeni cemaatinin lideri ilan edilmiş ve Ermeniler tamamen onun yönetimine bırakılmıştır. Bu dönemden sonra çeşitli ülkelerden istanbul’a büyük bir Ermeni göçü yaşanmış ve istanbul’da güçlü bir Ermeni topluluğu oluşmuştur. Yavuz Sultan Selim’in ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya’daki fetihleriyle birlikte, buradaki Ermeniler de istanbul’daki cemaatin bünyesine dahil olmuş ve istanbul Patrikliğine bağlanmışlardır. Osmanlı yönetimi boyunca Ermeniler, dinsel, siyasal, ekonomik ve kültürel açıdan çok büyük bir özgürlük yaşamışlardır.

    Ermeniler Osmanlı topraklarında Millet-i Sadıka (Sadık Millet) sıfatıyla, Müslüman bir ülkenin gayr-i Müslim, dost ve güvenilir vatandaşları sıfatıyla yaşamışlardır. Osmanlı’nın değerli ve vazgeçilmez bir parçası olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Her Osmanlı vatandaşı gibi Osmanlı Devleti içinde de her türlü hak ve hürriyete sahip olmuş, dinlerini diledikleri gibi yaşamış, diledikleri gibi ticaret, zanaat yapmış ve ibadetlerini istedikleri gibi yerine getirmişlerdir. Bu, Kuran’ın gösterdiği yoldur.

    Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah’a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah’a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah’ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. işte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i imran Suresi, 199)

    Türkiye Ermenilerinin 84. Patriği II. Mesrob’un konuşması

    Türkiye Ermenilerinin 84. Patriği II. Mesrob, 22 Mayıs 1999’da, Hilton Oteli’nde yapılan bir resepsiyonda duygularını şu şekilde ifade etmiştir:
    …Fatih Sultan Mehmet’in, istanbul’u fethinden sekiz yıl sonra, 1461’de Batı Anadolu’daki Ermeni Episkoposluğunu çıkardığı bir fermanla istanbul Patrikliğine dönüştürmesi, Fatih’in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir. Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih’ten önce ne de sonra görüldü… Yeni bir bin yıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortdıbını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz…
    Tümünü Göster
    ···
  5. 130.
    0
    “Ermeni Toprakları” Üzerinden Yapılan Propaganda
    Bugün ingiliz derin devletinin öne sürdüğü sözde “soykırım” senaryosunun temeli, Doğu Anadolu topraklarının Ermeni anayurdu olduğu iddiasına dayanmaktadır. Bu senaryoya göre Türkler; Selçuklular ve Osmanlılar döneminden itibaren Ermeni topraklarını işgal etmiş ve hatta onlara zulmetmişlerdir. Hatta bu anlatımlara göre bu sözde zulüm hala devam etmektedir. Ancak Türk-Ermeni ortak tarihi incelendiğinde, bu iddiaların tamamen asılsız olduğu görülmektedir. Üstelik Ermeni halkının da, I. Dünya Savaşı’na -yani ingiliz derin devleti kara propagandalarına başlayana- kadar Ermeni yurdu iddiası olmamıştır.

    Urfalı Mateos’un yazdıkları

    Ünlü Ermeni tarihçisi ve aynı zamanda Urfalı olan Mateos, Selçukluların Ermenilere karşı tavrını, “Melikşah’ın kalbi Hıristiyanlara karşı şefkat ve iyilikle doluydu. isa’nın evlatlarına çok iyi davrandı. Ermeni halkına refah, barış ve mutluluk getirdi” sözleriyle ifade eder. Mateos, Sultan Kılıçaslan’ın ölümünden sonra ise şunları yazmıştır:
    Kılıçaslan’ın ölümü Hıristiyanları yasa boğmuştur. Zira bu Sultan, yüksek karakterli ve hayırsever bir insandı.

    Söz konusu örnekler, tarihin ilk dönemlerinden beri Türklerle birlikte yaşayan Ermenilerin yaşadıkları huzur dolu ortamı sergiler niteliktedir.

    1. ‘Urfalı Mateos Vekayinamesi’, Kronik No 129, s.146



    Ey insanlar, gerçekten,
    Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
    (Hucurat Suresi, 13)

    Öncelikle, Doğu Anadolu topraklarının Ermeni anayurdu olduğu iddiası, tarihi gerçekleri yansıtmamaktadır. Ermenilerin bir zamanlar toplu olarak oturdukları bölgeler, M.Ö. 521’den 344’e kadar Pers vilayeti, 344’den 215’e kadar Makedonya imparatorluğu’nun bir parçası, daha sonra sırasıyla Selefkilere bağlı bir vilayet, Roma imparatorluğu ile Partlar arasında sık sık el değiştiren bir bölge, Sasani vilayeti, daha sonra da bir Bizans vilayeti olmuştur. Bu toprakların 7. yüzyıl sonlarından itibaren sahibi ise Emeviler’dir. Onlardan sonra 10. yüzyıl sonlarına kadar Abbasilerin elinde kalmış, 10. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu’nun tamdıbına Bizans imparatorluğu yeniden hakim olmuştur. 10. yüzyıldan itibaren de bölgeye Türkler gelmişlerdir. Ermeniler çok eski tarihlerden beri bölgede varlığı devam eden, medeni ve kadim bir millettir. Ancak tarih boyunca çeşitli devletlerin egemenliğinde yaşamış, kurdukları devletler de dönemlerinin büyük devletleri arasında tampon bölge işlevi görmüş ve sık sık müdahalelere maruz kalmıştır. Ermeniler elbette ki Doğu Anadolu’da varlıklarını sürdürecek ve kendi vatanları olarak o bölgede yaşamaya devam edeceklerdir. Fakat söz konusu tarihi bilgilerden yola çıkarak, Doğu Anadolu’nun, başka milletlerin yer almadığı, müstakil bir Ermeni anayurdu olduğu iddiası gerçeklerle örtüşmemektedir.

    Bu husus Ermeni tarihçi Kevork Aslan’ın şu sözleriyle de doğrulanmaktadır:

    Ermeniler derebeylikler halinde yaşamışlardır. Birbirlerine vatan hisleriyle bağlı değildirler. Aralarında siyasi bağlar yoktur. Yalnızca yaşadıkları derebeyliklere bağlıdırlar. Vatanseverlikleri de bu nedenle bölgeseldir. Birbirleriyle bağlarını siyasi ilişkiler değil, dilleri ve dinleri oluşturur.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 131.
    0
    ingiliz Derin Devletinin Ermenileri Boyunduruk Altına Alışı

    13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı; Rumeli’de ve Ermenilerin oturduğu bölgelerde, ingilizlerin baskısıyla çeşitli ıslahatları hayata geçirmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu anlaşma ile ingiliz derin devleti, Ortodoks Hristiyan bir topluluk olan Ermeniler üzerinde hakimiyet elde etmeye başlamıştır. Ne var ki, mezhepleri farklı olan Ortodoks Ermenilerini, Protestan mezhebine bağlı ingilizlerin safına çekmek hiç de kolay olmamıştır. Bu dönüşüm, ancak yıllar süren ve ingiliz ajanlarının kullanıldığı, mezhepsel misyonerlik çalışmaları ve Batı basınında Ermeniler lehine yürütülen yoğun propaganda sonrasında sağlanabilmiştir.

    29 Kasım 1879’da Londra’ya bir rapor gönderen ingiltere’nin Van Konsolosu Clayton, raporunda, Ermeni Devleti’nin ya hiç kurulmamasını ya da kurulacaksa Rusya’ya yem olmayacak şekilde kurulmasını istemişti. Konsolos, Osmanlı Devleti’nin yıkılacağı inancındaydı. Öyleyse reformlar, ingiliz himayesi altında bir Ermeni Devleti’nin kurulmasına doğru yönlendirilmeliydi. ingiliz Konsolosun düşüncesine göre bu şöyle olacaktı: “Önce Ermeniler, ingiliz veya Avrupa protektorası (himayesi) altında serpilecek, güçlenecek ve siyasal bakımdan hazırlanacaklardı. Sonra, dışarıdan Doğu Anadolu’ya Ermeni nüfusu getirilecekti. Böylece bölgede Ermeni nüfusu artırılacaktı. Ama ne kadar artarsa artsın yine azınlıkta kalacaklardı. Bunun için ikinci adım olarak, Türk nüfusu Doğu Anadolu’dan peyderpey uzaklaştırılacaktı. Geriye Kürtler ve Süryaniler kalacaktı. Süryaniler, Ermenilerle mezhep ayrılıklarını bir yana bırakıp kaynaşacaklardı. Kürtler ise, ‘silah zoruyla hizaya getirilecek’, Ermenilerle birlikte yaşamaya zorlanacaklardı. Bütün bunlar, Osmanlı yönetimi altında, reformların uygulanması olarak yapılacaktı. Zamanı gelip Osmanlı Devleti çökünce de Ermenilere ayrı bir devlet kurulacaktı. Ama bu iğreti devlet, kendi kendine yaşayamayacağı için, bunun üzerinde ‘güçlü bir ingiliz himayesi’ kurulacaktı.”

    Plan, belirlendiği gibi işliyordu. Osmanlı Devleti’nin Hıristiyanlara yönelik iyileştirme taahhüdünü takip etme adı altında ingiltere, Osmanlı vilayetlerine konsoloslar gönderdi. Rütbeli askerlerden oluşan bu konsoloslar, gözlem görevlerinin tamamen dışına çıkarak, bölgede istihbarat çalışmaları yaptılar; Ermeni vatandaşlarımızı örgütleyip silahlandırdılar ve ardından onları açıkça isyana teşvik ettiler.

    Ancak geldikleri ilk dönemde ingiliz konsolosları ile Ermeni topluluğu arasında ciddi bir iletişim ve güven sorunu vardı. Bu, farklı mezheplere mensup olmalarından kaynaklanıyordu. Bu nedenle, söz konusu konsolosların/ajanların, Ermenileri kendi yanlarına çekebilmeleri için, öncelikle Ermenilerin, misyoner çalışmalarıyla mezheplerini değiştirmelerini sağlamaları ve onları Protestan yapmaları gerekliydi. Bunun için özellikle Amerikalı misyonerler aracılığıyla Mardin merkezli olarak bölgede faaliyetlere başlanmıştır. Bu çalışmalar başta Şark Kiliselerinin ve yerli halkın ciddi anlamda tepkisini çekmiştir. ingiliz konsoloslar ise hem misyonerleri hem de mezhep değiştirip Protestanlığa geçenleri himaye etmiştir.

    Bu strateji, Osmanlı topraklarında çok daha önceden de yürütülen bir faaliyet olarak karşımıza çıkar. Dönemin Tekirdağ Kaymakamı Ahmed Hamdi’nin konuyla ilgili uyarısı şöyledir:

    Tekirdağ’daki Protestan milleti ingiliz Devleti himayesinde olduklarını belirtmişlerdir. Bu devletin konsolosu ise, her türlü iş ve meselelere karışmakta olup Protestanların devletinin himayesinde olduklarını söyleyerek onları kendisine tabi ettirmek düşüncesindedir. Konsolosun bu şekilde davranması, uygunsuzluk ve şehirde karışıklığa yol açtığından, bunun önü alınmazsa Ermeni milletinin toplu halde Protestan olarak ingiliz Devleti himayesine girecekleri anlaşılmaktadır. Konsolosun söz konusu milleti kendisine tâbi ettirmek istemesi, her yönden nizama aykırı olarak memleketi fesada uğratacağından, bu meselede ne şekilde hareket edilmesi gerekiyorsa Sadâret’ten bildirilmesine şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır. Protestan milleti hakkında yapılacak işlemin acilen bildirilmesi arz olunur.170 (21 Ağustos 1858, Tekirdağ Kaymakamı, Ahmed Hamdi)
    Tümünü Göster
    ···
  7. 132.
    0
    ingiliz Derin Devletinin Ermeni isyanı Karargahı: Kıbrıs

    Kıbrıs’ın yönetiminin sözde geçici olarak ingilizlere verilmesini öngören ve gizli yapılan 1878 Kıbrıs Antlaşması öncesinde Ada’da 45 bin Müslüman ve 100 bine yakın gayrimüslim yaşamaktaydı. Ermeniler, Rumlar, Museviler ve az miktarda Nasranî, bu gayrimüslim nüfusu oluşturmaktaydı. ingiliz misyonerler de bu Hristiyan nüfusa etki etmek amacıyla Kıbrıs’ta faaliyet yapmaktaydı. ingilizler, Ada’yı kontrollerine aldıklarında Ermeniler için bir okul açarak nüfuzlarını arttırmayı amaçladılar. Bu, ingiliz derin devletinin Ermeni meselesinde Kıbrıs’ı üs olarak kullanmak için attığı ilk adım oldu. Anadolu’da barınmakta zorlanan Ermeni komitacılar Kıbrıs’a yerleştiler. Birçok ayaklanmanın planlayıcısı Taşnak ve Hınçak komitaları Kıbrıs’ta organize oldular. Ermeni Muhibban Cemiyeti ve Ermeni Mülteciler Vakfı Komitesi, hep Kıbrıs merkezli kuruldu. Anadolu Ermenileri her geçen gün daha fazla Kıbrıs’tan sevk ve idare edilmeye başlandı. Merkezi ingiltere’de olan Hınçak komitasının Magosa’da avukatlık yapan başkanı Sivaslıyan da, Ada’daki Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmakta ve anakaradaki ayaklanmalara katılmalarını sağlamaya çalışmaktaydı.

    Ermeni ayaklanmaları için Kıbrıs, sadece kültürel ve sosyal bir merkez değildi. Ayaklanmalara lojistik destek de büyük ölçüde yine Ada’dan sağlanıyordu. Osmanlı ile Avrupa topraklarındaki Ermeniler, Kıbrıs üzerinden haberleşmekteydiler. Aynı şekilde yurt dışına kaçan veya Anadolu’ya dönecek Ermeniler de Kıbrıs üzerinden gizlice gidip gelebiliyorlardı. Halep, Diyarbakır, Bitlis, Hakkari ve Van illerinde isyana karışan Ermeniler, iskenderun ve Mersin üzerinden yelkenlilerle Ada’ya çıkıyorlar, Ada’daki ingiliz hakimiyeti sayesinde kimlik değiştirip Avrupa ve ABD’ye yolculuk ediyorlardı.

    Avrupa’daki Ermeniler tarafından satın alınan silahlar da, yine Kıbrıs üzerinden Ermeni komitacılara ulaştırılıyordu. Tüm bu operasyon ingiliz derin devletinin sevk, idare ve korumasında gerçekleşiyordu. Kıbrıs adası sadece Anadolu topraklarına yakın değildi. Bugünkü Suriye ya da Lübnan sınırlarında bulunan birçok Osmanlı kenti de Ada’yı üs edinmiş bir kısım Ermenilerin tehdidi altındaydı. Osmanlı Devleti ise değil bu ulaşımı engellemek, bütün bunları gözleyebilecek altyapıya dahi sahip değildi.

    Burada bahsettiğimiz kişilerin, ingiliz derin devletinin hakimiyetinde bulunan Ermeni komitacılar olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda vardır. ingiliz derin devletinin etkisi ile Ermeni vatandaşlarımızın bir kısmının propagandaya kanarak yanlış bir yol izlediği doğrudur. Fakat Ermeni kardeşlerimizin büyük bir çoğunluğu, o dönemde, kendi vatanları olan Osmanlı’ya sadık kalmaya devam etmiş, ingiliz derin devletinin sahte oyunlarına kanmamışlardır. Bu değerli millet, işte bu yüzden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da Türkiye topraklarında yaşamaya devam etmişlerdir, hala vatanımızın bir parçasıdırlar.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 133.
    0
    I. Dünya Savaşı Öncesi Yerel Ayaklanmalar

    ingiliz derin devletinin Doğu Anadolu’daki çıkarları, Ermeni toplumunun Osmanlılara karşı kullanılması stratejisi üzerine kuruluydu. Bu gerçek, şu ana kadar pek çok Batılı ve Ermeni tarihçi tarafından da dile getirilmiştir. Ancak Osmanlı yönetiminden hiçbir şikayeti olmayan ve yıllardır barış içinde yaşayan halk üzerinde bu girişimler ilk başlarda etkili olmamış ve provokasyon amaçlı kurulan teşkilatların büyük bölümü zaman içinde yok olup gitmiştir. Söz konusu teşkilatlar, Osmanlı toprakları içinde başarılı olamayınca bu kez farklı ülkelerde faaliyet göstermeye başlamışlardır.

    Ermeni propagandasının bugünkü önde gelen kişilerinden Louise Nalbantyan, kurulan bu komitaların amacını, “Ermeni halkının duygularını harekete geçirmek için tahrike ve teröre ihtiyaç vardı. Halk, düşmanlarına karşı kışkırtılacak ve aynı düşmanın misilleme faaliyetinden yararlanılacaktı… Komite, Osmanlı Hükümeti’ni terörize etmeyi amaçlıyordu” şeklinde tanımlıyordu.171 Yani Anadolu’da isyanlar çıkartmak için ingiliz derin devleti tarafından kışkırtılan bir kısım Ermeniler, kendilerine yöntem olarak “terörü” seçmişlerdi. Nitekim bu komitaların kurulmasını takip eden yıllarda Anadolu’nun dört bir yanında isyanlar çıkartılmıştır. isyanlarda pek çok masum insan hayatını kaybetmiş ve bu isyanlar nedeniyle Anadolu topraklarında huzur sağlanamamıştır.

    Ermeniler, Osmanlı yönetimi altında ağırlıklı olarak sanat ve ticaretle uğraşan özgür bir milletti. Dini özgürlükleri tamdı; kendilerine ait kiliseleri olup istedikleri gibi ibadet edebilirken, kendi din adamlarını yetiştirdikleri manastırları da bulunmaktaydı. Askere gitme zorunlulukları yoktu. Bu çerçevede Osmanlı Devleti, onlar için, yüzyıllarca huzur ve güven içinde yaşamalarını sağlayan bir otorite olmuştu. Ancak Osmanlı’nın parçalanma süreci içinde onlara da bir rol biçildi. Osmanlı’ya başkaldırarak ayrı bir devlet olmaları teşvik edilecekti. Ancak ingiliz derin devleti, Ermenilerin böyle bir niyetlerinin olmadığını çok iyi biliyordu. Yapılacak şey, onları provoke edecek yollar bulmaktı.

    Doğu Anadolu’yu gezen Amerikalı gazeteci George H. Hepworth, hatıralarında Ermenilerin kendisine şunları söylediklerini aktarır:

    Ah! Biz önceleri çok mutlu bir halktık. Vergimizi öder, işimizle, gücümüzle uğraşır, huzur ve refah içinde yaşardık! ingiltere’nin işi karıştırması yok mu? Eğer, Avrupa bizi yalnız bırakmayı isterse iyi bir geleceğe sahip olabiliriz. Fakat halk olarak bizim kötü bir duruma düştüğümüz görülüyor. Zavallı Ermeniler! Avrupalılar bizi Türklere karşı fena bir hırsla tahrik ettiler, Yazık…! Memleketimiz harap oldu.

    işte bu rahat ortam, Osmanlı yönetiminin zayıflığında yerini, ingiliz derin devleti önderliğinde bir isyan ve zulüm ortdıbına bıraktı. O güne dek ırkçı ve milliyetçi akımlardan hiçbir zaman etkilenmemiş olan Ermenilerin ırk ve din farkı, ingiliz derin devleti tarafından bir anda ön plana çıkarılıyordu. Bu amaçla, önce Hristiyan Ermeni toplumu Müslümanlara karşı kışkırtılmalı, haksızlığa uğratıldıkları görüşü yayılarak sözde “ezilmiş toplumun” başkaldırışı sağlanmalıydı. Çatışma ve kan dökülmesi bu sinsi planın olağan bir sonucu olmalıydı.

    Rusya’nın Van ve Bitlis Genel Konsolosu General Maywesky, özellikle ingiltere tarafından yürütülen bu cesaretlendirme ve kışkırtma sürecini şöyle aktarır:

    Türkiye Hristiyanlarının –bu sefer de Ermenilerin–, Türklerin zulüm ve baskısına maruz kaldıklarını Avrupa’ya göstermek icap ediyordu. Fikir pek doğru. Sırbistan ve Bulgaristan’da da böyle olmuştu. Ermenilerden de bu suretle istifade edeceklerdi… Propaganda şu şekli aldı: “Ancak ve ancak kan dökmek lazım ki, Ermeniler serbesti kazansınlar. Kan dökünüz, Avrupa sizi himaye eder.” Mutlaka kan dökülmesi lüzumuna kani idiler. Ermeni kanı dökülünce, hemen Avrupa’nın gelip Ermenistan’ı yakında ihya edeceğine iman etmişlerdi. Başka türlü bu derece vahşet irtikap edilemezdi. Muhtariyet idaresi emeli kuvvetli olmasaydı, Londra’nın emriyle binlerce hayat telef olur muydu?

    ingiliz derin devletinin bölücü kışkırtma politikası, yıllar sonra artık açık ve net bir şekilde ifade ediliyordu. 1880’de iktidara gelen ingiliz Başbakanı Gladstone, “Ermenilere muavenet (yardım), insaniyeti hizmettir” diyor, Osmanlı’dan ayrılmaları hususunda ise “Doğu’yu ilerletip aydınlığa kavuşturmak isterseniz Ermenilere istiklal veriniz” diyerek ingiliz resmi devlet politikasını açıklıyordu. Gladstone kabinesi, Ermenileri bir araya toplayıp organize ediyor ve kuracakları yeni bağımsız devletin ingiltere himayesinde olacağını vaat ederek onları cesaretlendiriyordu.

    Tarihçi yazar Süleyman Kocabaş, tarihin belgelediği bu gerçeği şu sözlerle açıklamıştır:

    Doğu Anadolu’da Ermeni şiddet olayları başladı. Bölgedeki yabancı görgü tanıklarının yazdıklarına göre, Ermeni komitacıları, ingiliz konsoloslarıyla gizlice temasta idiler. Bunu, Rusya’nın Van konsolosu General Maywesky eserinde yazar. Ermeni isyanlarının en civcivli zamanı olan 1896’da Doğu Anadolu’yu gezen Amerikalı gazeteci George H. Hepworth da hatıralarında, ingiliz-Ermeni ilişkilerinden bahseder. Bölgede Müslümanlarla Ermeniler arasındaki kanlı olayların asıl sebebinin yurt dışından gelen Ermeni komitacıları olduğundan bahsettikten sonra şöyle devam eder: “Arada bir Ermeni komitacılarının tecavüzlerini yenilemeleri mümkündür. Onlar, maksatlarını açıkça söylüyorlardı. Kendileri olayların gerisinde, Türklerle Ermenileri birbirlerini öldürmeye teşvik ederlerse, Avrupa’nın kuvvete başvurarak müdahale edeceğine ve ondan sonra kendilerinin Ermeni Krallığı’nı yeniden kuracaklarına inanıyorlardı… ingiltere, onları yeni çabaları için övüyor ve teşvik ediyordu. ingilizler, gece karanlığı ortalığı sarınca, şehirlerin içindeki yollardan gizlice hareket ederek, kendilerini destekleyeceklere söz vermeleri halinde, hükümetlerinin onların yardımına koşacağını söylüyorlardı.”

    Nitekim 1896’da söz konusu Ermeni komitaları, Liverpool’da büyük bir miting düzenlemişler, mitinge katılan Gladstone, uzun bir konuşma yaparak Ermenileri tahrik eden ifadeler kullanmıştı.176

    Harvard Üniversitesi Tarih bölümü kürsü başkanı William L. Langer’e göre, Türkiye’de “hunharca akıtılan kanlardan, daha ziyade ingiltere sorumluydu”.177

    Anadolu’daki ingiliz konsoloslarının himaye ve yönetimindeki Ermeni komitaların faaliyetleri, 1895 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında iyice yoğunlaşmıştır. 1895 yılı içerisinde çıkan bu Ermeni isyanları; 29 Eylül Divriği, 2 Ekim Trabzon, 6 Ekim Eğin, 7 Ekim Develi, 9 Ekim Akhisar, 21 Ekim Erzincan, 25 Ekim Gümüşhane, 25 Ekim Bitlis, 26 Ekim Bayburt, 27 Ekim Maraş, 29 Ekim Urfa, 30 Ekim Erzurum, 2 Kasım Diyarbakır, 2 Kasım Siverek, 4 Kasım Malatya, 7 Kasım Harput, 9 Kasım Arapgir, 15 Kasım Sivas, 15 Kasım Merzifon, 16 Kasım Antep, 18 Kasım Maraş, 22 Kasım Muş, 3 Aralık Kayseri ve 3 Aralık Yozgat isyanlarıdır.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 134.
    0
    Misyonerler Hareketinin Ermeniler Üzerindeki Etkisi

    ingiliz konsolosları, Ermeni vatandaşlarımıza Osmanlı yönetimini kötülüyor, onların haklarını koruyacak makam olarak da ingiliz devletini ve himayesini gösteriyorlardı. Bu amaçla, bir program dahilinde Ermeni köylerini ziyaret edip propaganda faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Adana vilayetinden Dahiliye Nezareti’ne gönderilen telgrafta konsolosların bölücü faaliyetleri hakkında şu tespitler aktarılıyordu:

    ingiltere Devleti tarafından Adana Konsolos Vekili olarak atanan Yüzbaşı Cooper’ın elinde bulunan fermanda kendisinin normal konsolos vekili olarak sadece ingiltere vatandaşlarının işlerine bakmak üzere tayin edildiği açıklanmakta iken, buraya geldiğinden beri mazlumların koruyucusu şeklinde görünüp mahkemelerde davalarını kaybeden ve tüccar olan hak sahiplerinin verdiği şikâyet içeren dilekçe ve önerileri kabul ederek kendilerine yardım vaat etmektedir. “Bu davalara niçin böyle karar verilmiş?” şeklinde savcıya sorular sormak ve şikâyette bulunanlara Osmanlı Devleti’nin idaresini kötüleyip ingiltere Devleti’nin adaletini överek kalpleri kazanmaya çalışmak türündeki davranışları tahammül sınırını aşmıştır… Şu sıralar buranın da Kıbrıs gibi ingilizlere bırakılacağı, Konsolos’un gelişinin bu yüzden olduğu, Kozan, Zeytun, Dersim ve Van’ın Ermenistan adıyla -Bulgaristan gibi- Ermeni bir valinin özerk yönetimine verileceği söylentileri halk arasında yayılmaya başladı. Bu gelişmenin Osmanlı Devleti’nin hukuk ve bağımsızlığı için ne derecede zararlı olup memleketin idare ve güvenliğini bozacağını tarafınıza söylemeye gerek yoktur. Ancak bu durum biraz daha sürecek olursa vatandaşların düşünceleri tamamen değişecek ve gelecekte vaziyet daha tehlikeli bir hal alacaktır. Bunlara karşı nasıl hareket edileceği hakkında elimde talimat olmaması dolayısıyla bir taraftan sorumluluk korkusu ve diğer yandan hükümetin şerefini koruma görevi beni kararsızlık ve sıkıntı içinde bırakmaktadır. Hareket tarzımı belirlemek için ayrıntılı emirlerinizi istirham ederim.178 (15 Aralık 1879)

    ingiliz derin devleti, Osmanlı Devleti’ni yıkabilmek için Anadolu topraklarında istihbarata ihtiyaç duymuştur. ingiliz derin devleti güdümündeki Ermeni isyancılar, 1890 yılından 1922’ye kadar ingiliz istihbaratının beşinci kolu şeklinde faaliyet göstermişlerdir. Çanakkale Savaşı’nda, Adana Ermeni olaylarında ve 1915 ayaklanmalarında ingiliz istihbaratı ile Ermeni ihtilalci partileri birlikte hareket etmişlerdir. Çünkü söz konusu Ermeniler, yıllarca Osmanlı Devleti’nin içinde yaşamaları nedeniyle Anadolu’yu Türkler kadar iyi bilmektedir. Osmanlı’yla tüm cephelerde mücadele eden ingiliz derin devletinin aradığı destek, bu Ermeni komitalarından gelmiştir. ingiliz derin devletinin manipüle edebildiği Ermenileri kendi yanında devşirmesi, neredeyse 100 yıl boyunca ince ince işlenmiş bir planın sonucudur.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 135.
    0
    ingiliz Basınında Yürütülen Ermeni Propagandası

    Suni olarak geliştirilen Ermeni sorununda, Ermenilerin Osmanlı’ya karşı kışkırtılması ilk aşamadır. 1878 Berlin Kongresi’nde ingiltere’nin önderliğinde Ermenilerin Rusya’ya karşı sahiplenilmesi mantığı tartışılmıştır. Lord Salisbury, Ermenilerin menfaatlerinin güvence altına alınarak acilen durumlarının iyileştirilmesini teklif etmiş ve bu şart, Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi olarak kabul edilmiştir. Bu çerçevede, ingiltere içinde de lobi faaliyetleri yürütülmüş; Ermeni yazarlar, Osmanlı aleyhinde yazılar yazmaları ve Osmanlı karşıtı propaganda yapmaları konusunda teşvik edilmiştir.

    Yine Lord Salisbury himayesindeki Agopyan adlı bir Ermeni, Londra’da Haiasdan isimli bir gazete çıkarmaya başlar. Henry Labouchere’in sahibi olduğu Truth Gazetesi gibi belli başlı gazetelerde Ermenilerin Hristiyan kimlikleriyle Osmanlı tarafından ezildikleri şeklinde yayınlar yapılmaya başlanır. Bab-ı Ali, bu aleyhte yayınların engellenmesi için yerel mahkemelere başvurur, ancak ifade özgürlüğü adı altında bu yalan haberlere devam edilir.

    Avrupa’da kamuoyu oluşturmak ve böylece Osmanlı Devleti üzerinde baskı oluşturabilmek amaçlanmaktadır. ingiltere’de Gladstone’un başını çektiği bazı politikacılar, Avam Kamarası’nda, “Hıristiyanların zulme uğradıkları” şeklinde Osmanlı aleyhine kışkırtıcı konuşmalar yapmıştır. Times Gazetesi, sözde Hıristiyanların türlü cezalarla öldürüldüklerini, kilise ve diğer binalarının yağma edildiğini ve işin günden güne tehlikeli bir hal aldığı yalanlarını yaymaktadır.

    Abdülhak Hamid, Yıldız Saray-ı Hümâyûnu Baskitâbet Dairesi’ne yazdığı raporda durumu şöyle özetlemiştir:

    Mevcut durumun tamamı göz önüne alındığında ingiltere’nin, Osmanlı Devleti çıkarlarına aykırı bazı emellerin gerçekleşmesine hararetle çalışmakta olduğu sonucunu çıkarmak doğaldır. Bu takdirde gerek Gladstone partisi ve gerekse Salisbury grubuna mensup gazetelerin yaptıkları yayınlara, kamuoyunu kendi kötü emellerini kolayca kabule hazır bir hale getirmek için tertip olunmuş yayınlar gözüyle bakmak gerekir.179 (Londra, 7 Eylül 1889, Abdülhak Hâmid)

    ingiliz derin devleti, Ermenilerin 1894 yılındaki Sason ayaklanmasını kara propagandaları için kullandılar. Bir anda tüm Avrupa basını, Ermenilerin Türkler tarafından katledildiğini anlatan makalelerle doldu. Bu yayınların etkisiyle birçok Avrupa şehrinde Ermeniler lehine gösteriler düzenlendi. Avrupa kamuoyu, Ermenileri Türklerden kurtarmaya hazırlanıyordu. Gerçekte ise yaşananlar, Osmanlı Devleti’nin yıkılıp doğuda ingiliz derin devleti himayesinde bir Ermeni devletinin kurulması planının altyapısı idi.

    ingiliz propaganda sistemi hiçbir olayı boş geçmiyordu. Küçük olaylar büyütülüyor, Ermenilerin katliamları göz ardı ediliyor karşılıklı çatışmalar ise Türklerin Ermenileri katletmesi olarak gösteriliyordu. The Times, Standart, Daily Telegraph, Daily Chronicle gibi ingiliz gazeteleri taraflı yazı ve makalelerle basılıyordu. Gladstone ise ateşli nutuklarla politikacıları ve ingiliz kamuoyunu Osmanlı aleyhine yönlendiriyordu.

    Dönemin ingiliz büyükelçiliğinde tercüman olarak görev yapan Fitzmaurice’in Anadolu’yu gezip yazdığını iddia ettiği raporları, bu kara propagandanın cephanesini oluşturuyordu. ingiliz diplomasisi adına yazılan bu raporlar, yabancı devlet elçiliklerini de etkisi altına almaktaydı. ingiliz derin devleti, kendi kamuoyunun ardından Avrupa devletlerini de yanına çekmekte ve planlarının uygulayıcısı haline getirmekteydi. Bu yalancı delil yöntemi, yaklaşık bir asır sonra Irak’ın işgali için oluşturulan uluslararası askeri gücün harekete geçirilmesinde de karşımıza çıkacaktı.

    Ermeni meselesinin, ingiliz derin devleti tarafından nasıl bir medya propagandası haline getirildiğine, “ingiliz Derin Devletinin Propaganda Gücü ve Küresel Medya Yapılanması” bölümünde çok daha detaylı değinilecektir.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 136.
    0
    19. Yüzyıl Ayaklanmaları ve Savaşın Ayak Sesleri

    Osmanlı Devleti’nde Ermeni isyanları, temelde 3 organizasyon tarafından idare edilmiştir: 1885 yılında Mıgırdıç Portakalyan’in kurduğu Armenakan Partisi, Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnak Partisi), Avedis Nazarbeg tarafından kurulan Sosyal Demokrat Hançukyan Partisi (diğer adıyla Hınçak partisi). Taşnak ve Hınçak Partileri sol görüşlü yapılanmalardır. Özellikle Hınçak Partisi, çalışma prensiplerini Karl Marks’ın Komünist Manifesto’su üzerine kurmuştur. Armenakan ve Taşnak partilerini merkezi Osmanlı ülkesinde iken, Hınçak Partisi’nin merkezi Londra’dadır.

    Taşnak Partisi, ihtilalci ve acımasız yapısıyla zaman içinde Ermeni ayaklanmasını doğrudan teşvik etmiştir. Parti, Sason ve Van ayaklanmalarının, istanbul’daki Osmanlı Bankası Baskını’nın ve Doğu Anadolu’daki birçok katliamın sorumlusudur. Taşnak Partisi tarafından kurulan Kara Haç Çetesi de ayaklanmalara destek vermeyen Ermenileri katletmek üzere çalışmıştır. Çete, ismini, öldürdüğü barış yanlısı Ermenilerin alınlarına kesici bir aletle kazıdıkları haç işaretindeki kanın kuruması ve siyah renge dönüşmesinden almıştır. I. Dünya Savaşı’nda Rus ordusu içindeki 4 Ermeni gönüllü alayını da Taşnak Partisi toplamıştır. Savaş sonrası Sovyet Ermenistan’ın Kızıl Ordu kontrolüne geçmesinden sonra, 1930’larda Stalin’in emri ile Taşnakist olarak adlandırılan on binlerce Ermeni ya kurşuna dizilmiş ya da Sibirya’ya sürgüne gönderilmiştir. Kitap genelinde anlattığımız ingiliz derin devleti, elini attığı her yere olduğu gibi Ermenilere de sadece ölüm getirmiştir.

    ingiliz derin devletinin kışkırtmasıyla başlayan ilk Ermeni isyanı, 1879’da yaşanan Zeytun isyanıdır. Faaliyet alanı olarak Zeytun’un seçilmiş olması dikkate değerdir. Burası dağlık bir alan olması nedeniyle eşkıya çetelerinin yoğun olarak bulunduğu bir yerdir. Ancak buradaki çete mensupları, Osmanlı genelinde yaşayan barışçıl Ermeni vatandaşlarından ayrı olarak kanun tanımazlıkları ile bilinen bir grup eşkıyadan ibarettir.

    Amerikalı misyonerlerden Thomas Christie de, Ocak 1879 tarihli Zeytun Ermenilerini konu alan mektubunda, buradaki Ermenilerin eşkıya oldukları hakkında şu tespitlerde bulunmuştur:

    Zeytun’un 8–10 bin nüfusu var. Zeytun’daki insanlar gaddarlık ve vahşilikleriyle meşhurdur… Türklerden de nefret ediyorlar. 12 yıl önce (1867) Mr. Montgomery ilk kez Zeytun’a gittiğinde; Zeytunlu papaz kalabalığı galeyana getirmiş̧ ve misyoner Montgomery ve yanındaki kişi atlarından çekilmiş̧, dövülmüş ve taşlanmıştır. Zeytun’da ilk kez Protestan olan bir adam da dövülmüştü. Zeytunlu kaba eşkıyalar, Türk idaresinde de pek sessiz durmadılar. Sonunda teslim olsalar da; Türk askerini de zaman zaman püskürttüler… Fakat bu isyanlar özgürlük için değildir. Onlar kanun altında özgürlük de istemediler. Onların liderleri basit eşkıya liderleri idi. Bunlar Türkleri de, Hıristiyanları da yağmaladılar. Daima kendi aralarında da kavga ederler, bu kavgalar da çok kanlı olurdu.180

    Bu isyancı eşkıyaların, asırlarca Osmanlı yönetimi altında huzur içinde, sanat ve ticaret ile uğraşan dindar ve sadık Ermenileri hiçbir şekilde temsil edemeyeceği açıktır. Ne var ki, bu silahlı, sınır tanımaz yağmacılar, ingiliz derin devleti için her zaman Osmanlı’ya karşı kullanılabilecek birer paralı asker olmuşlardır.

    93 Harbi sırasında ve hemen ardından 1879 yılında, Zeytun Bölgesi iki büyük isyana ev sahipliği yapmıştır. ikinci isyanda, izmir Ermeni Kilisesi’nin başrahibinin Berlin Kongresi kararlarıyla Zeytun’da bir Ermeni Kilisesi kurulacağı ve ingilizlerin bu amaçla silah ve para göndereceğine dair propagandası etkili olmuştur. Dönemin Bahriye Nazırı ingiliz Said Paşa, günlüklerinde isyanın arkasında ingiltere’nin Halep Başkonsolosu Philip Henderson’un olduğunu anlatmaktadır.

    Zeytun isyanında silahlı çeteler, Müslüman köylerini hedef almışlardır. Bölgeden düzenli olarak katliam haberleri gelmeye başlamıştır. Bu saldırılardan yılan 600 kadar bölge Müslümanı, Zeytun’daki Müslümanları korumak amacıyla isyancılara karşı harekete geçmişlerdir. iç savaş ortdıbının oluşmakta olduğunu gören Bab-ı Ali de, isyanı bastırmak için Zeytun’a asker sevk etmiştir. Yaşananları daha iyi anlamak için Maraş Mutasarrıfı Miralay Mazhar Paşa tarafından ele geçirilen, eşkıya reisi Babek’in, ingiltere’nin Halep Konsolosu Henderson’a yazdığı mektup çok değerli bir delildir:

    Halep ingiliz KonsolosunaZeytun’a keşfe gelen Konsolos Bey Efendim,

    Ayağınızın toprağına yüzlerimizi sürüp buradan oraya kadar ayaklarını öperiz… Sizinle beraber yaptığımız görüşmeyi gökte Allah yerde biz biliriz. Serkis Piskopos’un tekkedeki odasında size verdiğimiz mazbatadan bir fayda göremedik, hâlâ gözlüyoruz. Bize emrettiğiniz gibi hareket ettik. Hem siz de biliyorsunuz ki emrinizden çıkmadık. Siz bize: “Ben buradan gittikten sonra eşkıyalar gelip tekkede rahatça otursun, dağlarda perişan olmasınlar. Bundan sonra hükümetten adam gelip eşkıyaları yakalamaya cesaret ederse karşı koyun ve bana bildirin ki ben de başka yerlere ne şekilde karşı koyduğunuzu bildireyim” diye tembih ettin. Ancak Zeytun’dan dışarı çıkan adamımızı öldürüyorlar. Bu mazbatanın cevabını acele bildiriniz. Ne şekilde hareket edelim?..

    Mektubunuzda bizlere Hıristiyan kaymakam geleceğini ve hükümet memurlarının bizden olacağını okuduk. Ancak yeni duyduğumuza göre Müslüman memurlar gelecekmiş. Eğer bu doğruysa biz de ona göre hazırlıklarımızı yapalım. Daha önce olduğu gibi “kör” durumuna düşmeyelim ve sizin emriniz üzere yaşayalım, siz de çok yaşayınız. Tutuklularımızı derhal çıkarmanın bir çaresine bakınız. Ne masraf ederseniz kabulümüzdür. Biz hepimiz çevre köylerimizle beraber sizin milletinizdeniz… Emretmiş olduğunuz gibi vekâleten gönderdiğiniz Patvili Efendi’ye hükümetten aldığımız silahları teslim ettik… Bizler önceki gibi mi hareket edelim, yoksa rahat mı duralım? Bize acele haber bildiriniz.181

    Zeytun isyanı, ingiliz Said Paşa’nın aldığı tedbirlerle, genel af ve devletin şahısların zararını tazmin etmesiyle son buldu. Genel af, isyanın elebaşları da dahil tüm Ermenileri kapsayacaktı. Fakat Said Paşa’nın şu sözleri bu isyanın son olmayacağını açıkça ortaya koymaktaydı:

    Zeytunluların bu isyankar halleri Avrupa’nın daima Hristiyanların tarafını tutmasından ve özellikle ingilizlerin Ermenileri himaye ederek islamları kabahatli görmesinden kaynaklanmaktadır. Halep ingiliz Konsolosu Mr. Henderson’un Zeytun eşkıyasına gönderdiği mektupla asileri teşvik ettiği ortadadır. Anadolu’da Van taraflarında, Halep vilayetinde Ermenilerin isyanlar çıkarmaları ve yabancı elçiliklere iltica ederek yakınıp sızlanmaları ileride özerk bir Ermeni vilayeti teşkil etmekten başka maksat taşımaz. Bu dahi birden bire gerçekleşmez. Fakat biz önünü alamazsak Van’a bir Ermeni valinin tayin olunmasını Avrupa bizden isteyecektir. Cebel-i Lübnan ve Girit’te olduğu gibi bir Ermeni vali tayin mecburiyetinde kalacağız...

    Paşa’nın bu öngörüsü tutmuştu. 1912 yılında Van’da Ermeni bir Belediye Başkanı Bedros Kapamacıyan görev alacaktı. 1915’te ise Ruslar, vali olarak bir Ermeni’yi Aram Manukyan’ı atayacaktı.

    Burada tekrar hatırlatalım: Ermeni valilerimizin olması bizim için her zaman bir gurur vesilesidir. Ancak burada yapılan, ingiliz derin devletinin sinsi taktiklerinden biridir; bu nedenle eleştiri konumuzdur. (Rusların Ermeni çeteleri kışkırtmasının da ingiliz derin devletinin bir planı olduğunu hatırlatalım) Atanan valiler, söz konusu bölgelerin Osmanlı topraklarından koparılmasında bir ajan ve araç olarak kullanılmak üzere seçilmişlerdir. Burada bir oyun ve bir tuzak vardır. Söz konusu Ermeniler, Osmanlı’nın sadık vatandaşları değil, ingiliz derin devletinin yancılarıdır. ingiliz derin devleti, tıpkı Osmanlı içinde bulduğu gibi, Ermeniler içinde de yancılar bulmakta zorlanmamıştır.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 137.
    0
    I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesinde Yaşananlar

    Tamamen yanlış bir düşünce şekli olmasına rağmen, savaş pgibolojisinde, taraflar kendi insanlarını korumak için hedefe giden her yolu kendilerince mubah görürler. Savaş; akıl sahibi ve mantıklı insanları akılsız hale getirebilir ve zafer hırsı ya da kendi insanlarını tehlikeden kurtarmak adına, tarafların zalimce politikalar izlemelerine neden olabilir. işte Ermeniler ve Türkler, I. Dünya Savaşı’nın korkunç ortamında bu büyük hataya düşerek birbirleriyle çatışmış olan iki kardeş millettir.

    20. yüzyılla birlikte Osmanlı topraklarında büyük bir katliamlar dönemi başlamıştır. ABD’li tarihçi Justin McCarthy 1821-1922 yılları arasındaki 100 yıl içinde beş milyon Avrupalı Müslümanın yurtlarından sürüldüğünü, bir o kadarının da Avrupa destekli sözde bağımsızlık savaşlarında katledildiğini hesaplamaktadır. Bu etnik temizlik, Sırp ve Yunan bağımsızlık hareketlerinde, 93 Harbi’nde, 1912 Balkan Savaşı’nda iç Anadolu’daki Ermeni isyanlarında, Yunan işgali sırasında ve Kurtuluş Savaşı döneminde gerçekleşmiştir. Michael Mann, Carnegie Endowment raporunda, bu dönemde yaşananların, Avrupa’da daha önce görülmemiş büyüklükte bir etnik temizlik olduğunu yazmaktadır.183 Tarihçi Maria Todorova da benzer şekilde, 19. yüzyılın son çeyreğinde bir milyondan fazla Müslümanın, Balkanlar’dan Türkiye’ye göçe zorlandığını anlatmaktadır.184 Bugün bu şehitlerin adı bile geçmemektedir. ingiliz derin devletinin Türkleri Avrupa’dan Asya’ya sürme planı, böyle dehşetli, böyle zalim bir uygulama getirmiştir.

    ingiliz derin devletinin kendi safına çekerek aldattığı bir kısım Ermeni de, Türklerin sürgün edilmesi planının önemli bir parçası olmuştur. Tarihçi Justin Mc Carthy, bu dönemdeki Müslüman kayıp sayısını 260 bin olarak verirken, Kemal Karpat 300 bin kişinin şehit edildiğini anlatmaktadır. ingiliz derin devletinin himayesindeki Ermeniler, Rus ordusunun Kafkaslardaki temizlik harekatındaki en büyük destekçileri olmuştur. ingiliz derin devleti, artık Osmanlı’nın dağılmasını kendi çıkarları için daha uygun gördüğünden, o dönemde Rusların “kendince” önünü açmış, ardından da Türklerle-Rusları ve Türklerle-Ermenileri birbirine düşürmüştür. Bu korkunç savaş ve katliamlardan kazançlı çıkan ise daima ingiliz derin devleti olmuştur.

    1915 yılında ingiliz ve Fransız gemileri Çanakkale’ye saldırdıklarında Rus ordusu da Doğu Anadolu’yu işgale başlamıştır. Rus ordusu ile birlikte ingiliz derin devletinin himayesindeki bir kısım Ermeni de, Osmanlı askerine karşı saldırıya geçmiştir. Bu düzenli birliklere ek olarak, Ermeni komitacılarla Türk ordusu gerilla harbine girmiştir. 1915 kışında Erzurum Sarıkamış’ta 3. Ordu’nun 80 bin askerini şehit vermesi ile Türk savunması güçsüzleşmiş ve Rus ordusuyla Ermeni çeteleri ilerlemeye başlamıştır. Ermeni isyanlarının düzenleyicileri, o dönemde ingiliz derin devletinin doğrudan denetiminde bulunan Taşnak, Armenakan ve Hınçak partileridir. 14 Kasım 1922 tarihindeki New York Times haberine göre itilaf Devletleri ile beraber savaşan Ermeni sayısı 200 bindir.

    Taşnak komitasının kendi örgütüne verdiği şu talimat, Ermenilerin savaş sırasındaki politikalarını açıkça ifade etmektedir:

    Ruslar sınırı geçtiklerinde ve Osmanlı orduları geri çekilmeye başladıklarında her yerde isyanlar çıkarılmalı, Osmanlı orduları bu suretle iki ateş arasına alınmalıdır. Osmanlı ordularının ilerlemesi halinde ise Ermeni askerler silahlarıyla birlikte kıtalarını terk edecek ve çeteler teşkil edip, Ruslarla birleşeceklerdir.

    1915 Şubatı’ndaki ilk Ermeni ayaklanması, Muş ilindeki neredeyse bütün Müslümanların şehit edilmesi ile sonuçlanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kayıtlarına göre bu rakam 20 bindir. Bu ve benzeri irili ufaklı birçok isyanın ardından Osmanlı Devleti; Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin önde gelenlerini toplayıp bu ayaklanmalara son vermelerini istemiştir.

    Bu uyarının ardından olaylar yatışacağına daha da hızlanmıştır. Özellikle Mart 1915 döneminde Van bölgesindeki Mahmudiye, Saray ve Perakal katliamları, Zeytun ve Bitlis ayaklanmaları bölgede gerilimi arttırmıştır. Fakat bardağı taşıran son damla Van’da yaşananlardır. Nisan ayında 30 bin Ermeni bölgede ayaklanmıştır. Osmanlı askerleri ayaklanmayı bastırmakta yetersiz kalmış ve Mayıs ayında isyancılar şehrin anahtarını Rus generali Yudeniç’e teslim etmiştir.

    1915 baharında yaşananları, Rahip Johannes Spörri ve karısı irene Spörri’nin yönetimindeki yetimhanede hemşire olarak görev yapan Käthe Ehrhold şöyle anlatmaktadır:

    Van’da 20 bin kişi yaşıyordu. Rusların yaklaşması ile birlikte (20 Nisan 1915) Ermeniler sakladıkları silahları çıkararak savaşa başladılar. Şehirde büyük bir iç savaş, kardeş savaşı başladı. Günlerce sokak çatışmaları oldu. Ruslar kente iyice yaklaşınca, Türkler kenti boşaltma kararı aldılar ve bir gecede, sivil ve askerlerin tümü kenti terk etmek zorunda kaldı. Geriye yalnız kadınlar, yaşlılar ve hasta Türkler kaldı. Ertesi gün şehir Ermeni çetelerinin ve Rusların eline geçince, Ermeniler kaçamayan, kadın, yaşlı ve hasta Türkleri katlettiler. Dindar bir Hıristiyan olarak önce kendilerine bu günü veren Tanrı’ya şükretmeleri gerekiyordu. Fakat onlar bunu yapmadılar, bağımsız oldukları ilk gün yaptıkları bu cinayetleri büyük bir günahkârlık olarak görüyorum. Ermeniler Türklerin geride bıraktıkları mal ve mülke el koydu ve sanki kendilerininmiş gibi kullanmaya başladı. Yetimhaneme, şimdi Ermeni köylüleri yerine çevre köylerden Türk kadınlar gelmeye başladı. Rusların bölgede bulup topladığı bu kadınları yetimhanemizde korumaya aldık. Yoksa bu zavallılar tutanın elinde kalacaklardı. Bu kadınlara çok fazla yardımcı olamadık. Çünkü çetecilerden çok kötü muamele görmüş ve namuslarına tecavüz edilmiş bu kadınlar korkudan tir tir titriyorlardı.186

    Almanya’nın istanbul Büyükelçisi Hans Freiherr von Wangenheim da Alman Dışişleri Bakanlığı’na olayları şu şekilde bildirecekti: “Van vilayetindeki Ermeniler ayaklanmışlar, Müslüman köylere ve kaleye saldırıya geçmişlerdir. Kaledeki Türk garnizonu 300 kayıp vermiş, günlerce devam eden sokak muharebeleri sonunda şehir asilerin eline geçmiştir. 17 Mayıs 1915’te Van Ruslar tarafından işgal edilmiş, Ermeniler düşman tarafına geçmiş ve Müslümanları katletmeye başlamıştır. 80 bin Müslüman Bitlis istikametine doğru kaçmaktadır.”
    Tümünü Göster
    ···
  13. 138.
    0
    ingiliz Derin Devleti En Çok Ermenilere Ölüm Getirmiştir

    Bütün bu isyanların sonrasında gerçekleşen ve Ermenilere yönelik zorunlu göç anldıbına gelen Ermeni tehciri konusuna gelmeden önce, tehcirden bir önceki yüzyılda yaşananlara kısaca göz gezdirmek gereklidir.

    1826 yılındaki Yunan isyanından sonra Osmanlı, Rum tebaasından boşalan makamlara Ermeni politikacıları, askerleri, siyaset adamlarını ve diplomatları yerleştirdi. 19. yüzyılda, 19 Ermeni nazır (bakan) Bab-ı Ali’de görev yaptı. 29 Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşı, bürokrasinin en yüksek makamı olan paşalık mevkiine ulaştı. 33 Ermeni milletvekili seçilerek meclise girdi. 7 Ermeni büyükelçi ve 11 Ermeni konsolos, Osmanlı Padişahı’nı dünyada temsil etti. Hariciyede, dahiliyede, sayıştayda, darphanede ve PTT’de yüzlerce Ermeni devlet adamı görev aldı. Bu Ermeniler, Osmanlı toprakları içinde kimliklerini açıkça yaşayan Hristiyan Osmanlı vatandaşlarıydı. Hiçbir baskı, zorlama ve asimilasyon yaşamadan özgürce vatanlarında yaşıyor ve en yüksek mevkilere geliyorlardı. Öyle ki, Türk askeri çoğu zaman Ermeni paşalara emanetti.

    Bu yıllarda, Osmanlı toprakları içinde Ermeni Kilisesi de geniş yetkilere sahipti. Okulları ve taşınmazları devlet koruması altında idi. Aynı özgürlük ortdıbını, örneğin Rusya’daki Ermeniler için söylemek imkansızdı. Çarlık Rusyası 320 Ermeni okulunu kapatmıştı. Rus Hükümeti, kilisenin bütün mallarına el koymuştu. Rusya’da 1909 yılında, Ermeni toplumunun 4 bin lideri hapiste ve 3 bini ise yurt dışına sürgün edilmişti.188

    Dolayısıyla ingiliz derin devletinin kirli planlarını uygulamaya koymasının öncesinde Osmanlı, yüzlerce yıl Ermeni kardeşlerimizin barındıkları, kendi ticaretlerini ve ibadetlerini yerine getirdikleri bir yurttu. Onlar, Osmanlı’nın, hiçbir ayrısı ve gayrısı olmayan Hristiyan vatandaşlarıydı. ingiliz derin devletinin, Osmanlı Devleti’ni yıkmaya karar vermesi ile başlattığı “ezilen azınlıklar” hikayesi, Ermeni kardeşlerimiz içinde de provokasyon ve propagandalarla yayılmış kapsamlı bir yalandı. Fakat daha sonraki bölümde detaylı göreceğimiz gibi ingiliz derin devleti, medya ve propagandayı dünya çapında etkili bir şekilde kullanabiliyordu ve bu yolla kitleleri aldatmayı oldukça başarmıştı. O dönemde, ezilen ve parçalanan Osmanlı’nın bu kara propagandalara karşı koyacak gücünün olmaması da, kardeşlerimizi bizden ayırmaya çalışanlara önemli bir koz vermişti.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 139.
    0
    Ermeni Tehciri Konusunda Bilinmesi Gerekenler

    1881 ve 1889 yıllarında kurulan Hınçak ve Taşnak komitalarının temel amacı, Ermenilerin devrim yoluyla bağımsızlıklarını kazanmalarıydı. Osmanlı, 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında savaşa girerken, bu milliyetçi hareketlerden etkilenen Ermeniler de, Rusya, ingiltere ve Fransa ile işbirliği yapmaya başladılar. 23 farklı bölgede ayaklanma çıkarttılar. Bu ayaklanmalarda binlerce Türk hayatını kaybetti ve imparatorluk çapında çok ciddi bir kargaşa ortamı meydana geldi.

    Osmanlı Devleti, o dönemde, özellikle 1912’de Balkanları kaybetmesinin ardından, birçok ciddi tehditle karşı karşıya gelmişti: Bulgaristan ve Kafkaslarda büyük katliamlar ve sürgünler yaşandı. 1914 yılında 1 milyondan fazla Türk, Erivan ve Tiflis’ten göç etmeye zorlandı ve sadece 702 bin kişi evlerine sağ salim dönebildi.

    24 Nisan 1915 tarihinde Osmanlı Devleti, isyanlar çıkaran Ermeni çetelerinin 253 lideri hakkında tutuklama kararı çıkarttı. Bunlardan 180’i çeşitli hapishanelere gönderildi ki bu tarih Ermeniler tarafından sözde Ermeni soykırımının başladığı gün olarak kabul edilir. Bunu takiben Osmanlı Devleti, Ermeni nüfusunun, savaş ve çatışma bölgelerinden uzak, çeşitli alanlara ve bölgelere taşınmalarına karar verdi. Ermeni nüfusun başka bölgelere nakledilmesi kararının ulusal güvenlik açısından uygun olup olmadığı tartışılabilir ancak söz konusu durumun, içte zarar gören masum Ermeni halkının güvenliği için alınmış olduğu açıktır. Çatışma bölgelerinde yaşamakta olan birçok kadın, yaşlı ve çocuk, o dönemde isyanlar yüzünden düzgün gıda, temiz su ve ilaç bulamamakta, kimileri de çete saldırıları sonucu yaşamlarını yitirmektedirler. Bu nedenle de savaş bölgeleri yakınlarındaki Ermeniler, daha güneydeki Osmanlı topraklarına, Suriye’ye tehcir edilmişlerdir.

    Osmanlı Bakanlar Kurulu’nun 30 Mayıs 1915 tarihli kararı, Osmanlı yönetiminin bu konudaki adaletini gözler önüne sermektedir. Bu karar ile Ermenilerin canlarının ve mallarının korunması, göçmen ödeneğinden geçimlerini sağlayabilmeleri için yardım yapılması, ihtiyaçlarına göre mal ve toprak dağıtılması, hükümet tarafından evler yapılması, alet ve teçhizat temin edilmesi, yiyecek ve diğer ihtiyaçlarının sağlanması, sağlık durumlarının her gün doktorlar tarafından kontrol edilmesi, hasta, kadın ve çocukların trenle gönderilmesi Osmanlı Devleti tarafından teminat altına alınmış ve daha başka tedbirler de getirilmiştir. Ayrıca, tehcir sırasında Ermenilere karşı herhangi bir saldırıda bulunanların tevkif edilerek Divan-ı Harp Mahkemesi’ne sevk edilmeleri ve en ağır şekilde cezalandırılmaları karara bağlanmıştır. Ermeni soykırımı iftirası, o yıllarda Osmanlı Devleti ile savaş halinde olan ingiliz derin devletinin bir propaganda malzemesi olarak ortaya atılmış ve yine benzeri siyasi amaçlarla günümüze taşınmıştır. Medya ve ajanlar yoluyla gerçekleştirilen söz konusu propaganda yöntemleri, bir sonraki bölümde detaylı işlenmiştir.

    Ermeniler bizim kardeşlerimiz, ağabeylerimiz, dostlarımız ve vatandaşlarımızdır. Savaş döneminde, Türklere ve Ermenilere büyük bir oyun oynayan ingiliz derin devleti iki kardeşi birbirinden ayırmıştır. Kuşkusuz ki Ermeni halkının, mecburi bile olsa, bu topraklardan uzaklaşarak başka beldelere göç etmek zorunda kalmaları asla kabullendiğimiz bir şey olmamıştır. Şu anda olması gereken, o dönemde göç etmek zorunda kalan kardeşlerimizin torunlarının, yeniden Türkiye topraklarına dönmeleri ve bu topraklar üzerinde yeniden bu kardeşliği en güzel şekilde yaşamalarıdır. Türkiye-Ermenistan sınırının açılması, Türk topraklarından ayrılan Ermenilerin acilen geri dönmesi ve Türkiye’de, kendi vatanlarında, istedikleri gibi yaşamlarını devam etmeleri, ibadetlerini, sanatlarını ve ticaretlerini icra etmeleri, özlem duyduğumuz bir manzaradır. Bunun kısa zamanda gerçekleşmesi, hem kardeşlerimizle bizi buluşturacak hem de ingiliz derin devletinin halen devam eden kalleş oyunlarına mükemmel bir cevap olacaktır.

    27 Mayıs 1915’te çıkarılan Tehcir Kanunu’nda Yer Alan “Ermenilerin iskân ve iaşeleri ile Diğer Konular Hakkında Yönetmelik” – 10 Haziran 1915

    Savaş hali ve olağanüstü siyasi zorunluluklar dolayısıyla, başka yerlere nakledilen Ermenilerin iskân ve iaşeleri (barındırma ve bakım) ile diğer konular hakkında yönetmeliktir:
    Madde 1: Nakli gerekli olanların sevklerinin sağlanması, yerel görevlilerin yönetimine aittir.

    Madde 2: Nakledilen Ermeniler, taşınabilir bütün mallarını ve hayvanlarını beraberlerinde zütürebilirler.

    Madde 3: iskân yerlerine sevk edilen Ermenilerin yol boyunca can ve mallarının korunmasından, iaşe (barınma/bakım) ve dinlenmelerinin sağlanmasından gidiş yolları üzerinde bulunan yerel görevliler sorumludur. Bu konuda meydana gelecek gevşeklik ve ilgisizlikten sırasıyla bütün görevliler sorumludur.

    Madde 4: Oluşturulan iskân yerlerine ulaşan Ermeniler duruma ve yere göre; ya mevcut köy ve kasabalarda ayrı ayrı inşa edilecek evlere ya da yerel idareciler tarafından belirlenecek yerlerde kurulacak köylere yerleştirileceklerdir. Köylerin, sağlık şartlarına, tarıma ve gelişmeye uygun yerlerde kurulmasına özellikle dikkat edilecektir.

    Madde 5: iskan bölgelerinde köy kurulmasına elverişli, boş, sahipsiz ve devlete ait arazi bulunmaması durumunda, devlet malı olan çiftlik ve köylerin iskân için tahsis edilmeleri uygundur.

    Madde 6: Ermenilerin yerleştirilecekleri köy ve kasabalarla, yeniden kurulacak Ermeni köyleri sınırlarının, Bağdat demir yoluyla birleşme hatlarından ve diğer demir yolu hatlarından en az 25 kilometre uzaklıkta bulunması şarttır.

    Madde 7:Köy ve kasabalarda yeni yapılacak evlere yerleştirilen Ermeniler ile yeni kurulan köylere yerleştirilen Ermenilerin, nüfus kütüklerine esas olabilecek bir şekilde düzenli olarak kaydedileceği ve her ailenin ismi, lâkabı, yaşı, sanatı, geldiği ve yerleştirildiği yer ile her aileyi oluşturan aile fertlerinin isim ve yaşlarını açıklayan bir defter düzenlenecektir.

    Madde 8:Belirlenen yere yerleştirilen bir kimsenin, bağlı bulunduğu komisyonun izni olmadan ve yerel güvenlik makamlarından özel belge almadan başka yerlere gitmesi yasaktır.

    Madde 9:iskân edilecekleri yerlere varan Ermenilerin, kesin yerleşimlerine kadar geçecek olan sürede iaşeleri ve ayrıca ihtiyacı olanlara evlerinin inşası için gerekli harcamaları yerel makamlar, göçmen ödeneğinden karşılayacaklardır.

    Madde 10: iaşe ve iskân işlerinin hızlı olarak yürütülmesi, göç edenlerin sağlıklarının korunması ve rahatlarının sağlanmasına ilişkin hususların yerine getirilmesi, o bölgenin en üst mülkî idarecileri ve sorumlu yönetici olmak üzere, göçmen komisyonlarına aittir. Göçmen komisyonu bulunmayan yerlerde Göçmenler Tüzüğü’ne uygun olarak yeniden kurulması gereklidir.

    Madde 11:iaşe ve iskân işlerinin sağlanması, hızlı olarak yürütülmesi ve göçmenlerin yeterince sevki; iaşe ve iskân memurlarının tayini, Bakanlıktan izin alınmak şartıyla, mutasarrıf ve valilere aittir.

    Madde 12: iskân edilen her aileye, daha önceki iktisadî durumları ve şimdiki ihtiyaçları göz önüne alınarak yeterli miktarda arazi verilecektir.

    Madde 13: Arazinin seçimi ve dağıtılması göçmen komisyonlarınca gerçekleştirilecektir.

    Madde 14: Belirlenen arazinin sınırı ve dönümü tespit edildikten sonra, geçici belge karşılığında sahiplerine verildikten sonra tapu ve emlak işlemlerine esas oluşturacak düzenli bir şekilde, özel defterine kaydedilir.

    Madde 15: ihtiyaç sahibi olan çiftçi ve meslek sahiplerine, uygun miktarda sermaye ya da alet ve edevat verilecektir.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 140.
    0
    Gerçeği Anlatan Deliller

    Ermeni tehciri sırasında yaşanan gerçekleri anlatan birçok tarihçi ve siyasetçi vardır. Özellikle bölgedeki tarafsız yabancı gözlemciler, harp içinde olmasına rağmen Osmanlı Hükümeti’nin bu konuda son derece titiz ve hassas olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward Natan, “kalabalık yüzünden birtakım sıkıntılar olmasına rağmen, hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare ettiğini; şiddete ve düzensizliğe yer vermediğini; göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını; muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu” belirtmiştir.189 Fakat Batı kamuoyuna ulaşan bazı haberler çok daha farklı olmuştur. Görgü tanıklarının bu tarafsız ifadelerine rağmen istanbul’daki Amerika sefiri Henry Morgenthau, olayları tamamen ters şekilde ülkesine bildirmiş ve Amerikan basını da bunları Türkler aleyhine kullanmıştır.

    Ermeni ayaklanmaları ve Ermeni tehcirine doğru giden sürecin, ingiliz derin devleti tarafından yönetildiği açıktır. Sağduyulu pek çok kişi bu durumun açık şekilde farkındadır ve Osmanlı’yı kötüleyen sahte iddialara cevap niteliğinde açıklamalar yapmışlardır:

    Ünlü ingiliz Tarihçi Norman Stone:

    Bu olayların sorumlusu Taşnak ve Hınçak Partisi yetkilileridir. Onlar, Dostoyevski’nin Ecinniler romanının kahramanı gibi komplolara girişerek siyasi çıkar sağlamaya çalışmışlardır. Ancak Ermeni halkının felaketine neden olmuşlardır. Ancak gerçekte şu unutulmamalıdır. Kafkaslarda, Kırım’da ve Balkanlarda yedi milyon Türk vardı ve bunların büyük bir çoğunluğu hayatlarını kaybetti. Bunları hiç hatırlamıyoruz. Ve ırkçılığın suç ortağı oluyoruz.190

    ingiliz Büyükelçisi Sir Philip Currie’nin, Dışişleri Bakanlığı’na Mektubu, 28 Mart 1894

    Ermeni devrimcilerin amacı, ayaklanmaları kışkırtmak, Osmanlıları önce kendi şiddetlerine karşılık vermeye sürüklemek ve daha sonra da yabancı güçleri müdahale noktasına getirmektir.

    Devrimci Ermeni komitelerinin amaçları, genel hoşnutsuzluk yaratmak ve Türk Hükümeti’ni ve halkı, yabancı ulusların dikkatini Ermenilerin hayali acılarına çekecek ve bu ulusları durumu çözüme ulaştırmak amacıyla müdahaleye itecek şiddet tepkilerine zorlamaktı.

    Amiral Mark Lambert Bristol, 1919-1927 yılları arasında Türkiye’deki Amerikan Yüksek Komiseri ve Amerikan Donanmasında Müfreze Komutanı:

    Binlerce Ermeni’nin Kafkaslarda katledildiğine dair raporların ABD’de serbestçe dolaştığını tespit ettim. Bu tip raporların sıkça tekrarı beni çileden çıkarmaktadır. Near East Relief’in (Amerika insani Yardım Örgütü) elinde, Amerikalı vatandaşlarımızın ve Yarrow’un, sözü edilen ilk raporların tamamen sahte olduğunu gösteren raporları mevcuttur. Bu sahte raporların yanlışlığı ortaya konulmaksızın ABD’de dağıtımı bir hakarettir ve hiç şüphesiz Ermenilere yarardan ziyade zarar vermektedir. Ermenileri bu tip girişimlerden yıldırmamız gerektiğini düşünüyorum, zira bu girişimler sadece haksız olmakla kalmayıp kendilerine de zarar vermektedir.192

    Hovhannes Kajaznuni, Ermenistan Devleti’nin ilk Başbakanı, Taşnak Partisi Lideri:

    …Bizler (Ermeniler) kayıtsız şartsız bir şekilde Rusya’ya bağlandık. Çünkü Çarlık Hükümeti’nin bize özerk bir Ermenistan’ı bahşedeceğinden emindik. Oysa yetkisiz kişilerin vaatlerine çok önem vermişiz. Girdiğimiz hipnozun etkisiyle bir süre sonra gerçekleri görmemeye başladık, hepimiz hayal âlemindeydik.

    Ancak şu önemlidir ki, bize verilen vaatlerle katıldığımız savaşta (I. Dünya Savaşı) ve sonrasında içeriden ve dışarıdan durumumuzun düzelmesini sağlayacak uygun önlemler bulamadık… işgal ettiğimiz Müslüman bölgelerinde düzeni sağlayacak idari önemler alamadık ve yeniden silaha sarılmak zorunda kaldık. Ordular gönderdik, yaktık, yıktık ve katliamlar gerçekleştirdik…193 (H. A. Arslanian)

    ingilizlerin Ermenilere verdikleri sözler; aynen Suriye, Filistin ve Mezopotamya’da Araplara verdikleri sözlere benzemektedir. Bu sözler, Ermenilerin savaş çabalarını teşvik etmek, devletleri ingiltere lehinde etkilemek ve bu tarafsız devletlerin yönetimi altındaki etnik azınlıkların, ayrılıkçı eğilimlerini kışkırtarak düşmanlarının yani Osmanlı imparatorluğu’nun içten çökmesini sağlamak amacıyla verilmiştir.

    Amerikalı Bilim Adamlarının Açıklaması (19 Mayıs 1985)

    “Soykırım” suçlamasına gelince, bu açıklamayı imzalayanların hiçbiri, Ermenilerin çektikleri acıların boyutlarını küçümseme amacını taşımamaktadır. Aynı şekilde, söz konusu bölgedeki Müslüman halkın da acılarının farklı şekilde değerlendirilemeyeceği görüşündeyiz. Şu ana kadar ortaya konan kanıtlar, (Müslüman ve Hıristiyan gruplar arasındaki) toplumlararası bir iç savaşın, I. Dünya Savaşı sırasındaki bulaşıcı hastalıklar, kıtlık ve Anadolu ve çevresindeki alanlardaki katliamlar ve acılar ile daha da karmaşık bir hale geldiğine işaret etmektedir. Gerçekten de söz konusu yıllar boyunca, bölgede, geçen on yılda Lübnan’da yaşanan trajediden çok farklı olmayan sürekli bir savaş durumu yaşanmıştır. Hem Müslüman hem de Hıristiyan nüfus arasındaki kayıplar büyük rakamlardadır.

    israilli araştırmacı Tal Buenos’un, 24 Kasım 2014 günü Avustralya’nın New South Wales Eyalet Parlamentosunda sözde “soykırım” iddiasına yönelik eleştirileri:

    Konuyla ilgili gerçeklere artan aşinamdan yola çıkarak şunu söyleyebilirim: Olanlar bir trajedi olarak nitelendirilebilir; zira Ermeniler; ingilizler ve kendilerinin Ermenilerin liderleri olduğunu iddia eden, Londra otellerinde Bryce önderliğinde ingiliz yetkilileriyle görüşen bu sözde Ermeni temsilciler tarafından çok acı bir durumun içine sürüklendiler. Bu sözde temsilciler pek çok masum Ermeni’ye karşı sorumsuzca davrandılar ve bu masum Ermeniler sözde temsilcilerin sorumsuzca davranışlarının bedelini ödemeye mahkum oldu. Bu temsilciler; Osmanlı topraklarında bağımsız bir Ermeni devleti kurma amaçlı siyasi hedefe ulaşmaya ve bu devletin liderleri olma yönündeki kişisel ihtiraslarını yerine getirmeye çalışıyorlardı. Bu aşamada ingiliz kibrinin dolduruşuna getirildiler ve esasen ingiliz emperyalist çıkarları doğrultusunda hareket ettiler. Bu faaliyetler, yani ingilizlerle işbirliği yapmak ve yoğun bir isyan hareketini yönetmeyi kabul etmek; Doğu Anadolu’da Ermeni halkının güvenliğini yok saymak anldıbına geliyordu. Öyle ki, Ermeniler bu bölgenin hiçbir vilayetinde çoğunluk değildiler ve 1890’larda Bryce’in Ermenileri isyana teşvik eden girişimlerini takiben yaşananlara benzer bir şekilde, artan şiddete maruz kalacaklardı.

    istiklal Madalyalı Bir Ermeni: Berç Keresteciyan Türker

    Osmanlı Devleti’nin parçalanmasının ardından, ingiliz derin devleti, Doğu’da bir Ermeni devleti kurulması politikasını yaygınlaştırmıştı. Bu strateji sonucunda Osmanlı’nın Ermeni tebaasının bir kısmı, ulus devlet rüyalarına kapılarak isyan bayrağı açmıştı. Fakat aynı zamanda birçok Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşı da, ingiliz derin devletinin bu planını fark ederek oyuna gelmemişlerdir. Daha sonra Atatürk’ün teklifi ile Türker soyadını alan Ermeni asıllı Berç Keresteciyan, Bağımsızlık Savaşı’nın kahramanlarından biridir.
    Keresteciyan, Mustafa Kemal’in Bandırma vapuru ile Samsun’a doğru yola çıkmasından önce, Paşa’nın avukatı Sadettin Ferit’e, “Siz, Paşa Hazretleri’nin hem avukatı, hem zannederim yakın dostusunuz. Paşa hazretlerinin bindiği vapur Boğaz dışında bir ingiliz torpidosu tarafından batırılacak. ikaz ediyorum. Lütfen Paşa Hazretleri’ne iletiniz, kıyıdan gidiniz” bilgisini ulaştırarak kendi vatanı ve milletine büyük bir sadakat göstermiş ve adeta Kurtuluş Savaşı’nın ateşini yakanlardan olmuştur.

    Keresteciyan, ayrıca Hilali Ahmer Cemiyeti’nin ikinci başkanı olarak Anadolu’ya takalarla ilaç sandıkları gönderme işini bizzat organize etmiştir. Sakarya Savaşı’nın en kritik anlarından birinde de, top ateşleme mekanizmaları satın alımı için de, Mustafa Kemal’in ricası üzerine aynı gün şahsi hesabından çekerek 15 bin Lira yardım yaptığı kayıtlara geçmiştir. Bu fedakârlıkları sonucunda savaştan sonra, beyaz şeritli istiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir.

    1. “Keresteciyan”, Wikipedia, https://en.wikipedia.org/wiki/Ber%C3%A7_T%C3
    Tümünü Göster
    ···
  16. 141.
    0
    4. Bölüm: iNGiLiZ DERiN DEVLETiNiN GÜDÜMÜNDEKi ERMENi MESELESi

    Ermeni Sorununa Çözüm Sevgi ve Birliktir

    Hiç kimse I. Dünya Savaşı döneminde yaşananların yarattığı tahribatı, kardeşin kardeşe kırdırılmasının oluşturduğu bu içler acısı durumu, Ermeniler ve Türkler kadar iyi anlayamaz. Her iki taraf da çok büyük kayıplar vermiştir. Öyle ki, toplu mezarlardaki kemikler halen o bölgelerde durmaktadır. Bu iki kardeş millet, ingiliz derin devletinin kirli oyunları neticesinde, zorla ve kalleşçe ayrı düşürülmüştür.

    Bugün devam eden soykırım söylentileri, söz konusu oyunun bir devamıdır. Ermeni kardeşlerimizin ısrarıyla Türklerden “soykırım” iddialarını kabul etmeleri istenmektedir. ingiliz derin devletinin beklediği, Türklerin de bu defa yine soykırım talebiyle ortaya çıkmaları ve böylelikle iki millet arasındaki anlaşmazlıkların daha da güçlenmesidir. iki tarafın sürekli “soykırım” gibi korkunç bir kelimeyi telaffuz etmelerinin, bu iki millete mutluluk değil sadece acı getireceğini gayet iyi bilmektedirler.

    Bu sorun, I. Dünya Savaşı’nın acılarını hiç yaşamamış, ingiliz derin devletinin himayesinde bulunan ve kendi çıkarları peşinde koşan şahsiyetlerin girişimleri ile çözülemez; bunu sadece Türkiye ve Ermenistan birlikte başarabilirler. Trajik bir olay yaşanmıştır ve bu, kuşkusuz ki iki tarafı da ciddi şekilde etkilemiştir. Bundan sonrası için atılacak en iyi adım, savaşın acılarını arkamızda bırakarak, dostluk ve kardeşlik bağı ile yaralarımızı birlikte sarmak olmalıdır. iki ülke dünyaya örnek teşkil etmek için birleşmeli, sınırlarını açmalı, vize ve pasaport zorunluluğunu kaldırmalıdır. iki ülke, sevgi ile birbirine sahip çıkmalıdır. Bu sorun ancak bu şekilde tamamen çözülebilir.

    iki ülkenin, hiçbir dış faktörün etkisi altında kalmadan, yalnızca sevgi bağı ile bağlanması, ingiliz derin devletinin ve onların himayesindeki tüm sinsi güçlerin oyunlarını bozacak, onlara iyi bir ders verecek ve tüm dünyaya sevginin mümkün ve daima galip olduğunu gösterebilecektir.

    Türk topraklarında daha fazla Ermeni vatandaşımız olmalı, onlar Türkiye’de okullar açmalı, kendi kültürlerini yaygınlaştırmalı ve zaten var olan ortak kültürü güçlendirmelidirler. Türk Hükümeti’nin son dönemlerde Ermeni kiliseleriyle ilgili girişimleri takdire şayandır. Bu girişimler daha da artmalı ve Ermeni kardeşlerimiz, bu ülkeye yerleştiklerinde rahatlıkla ibadetlerini yerine getirebilmelidirler. Onlar için daha fazla ticaret ve zanaat mekanları açılmalı, iş imkanları sağlanmalı ve bu insanlar kendi vatandaşlarımız olarak Türkiye topraklarındaki varlıklarını sürdürmelidirler. iki millet arasında husumet yaratmaya çalışanlara verilebilecek en güzel cevap budur. Tarihte ingiliz derin devletinin oynadığı oyunların, bu faydalı ve güçlü birlikteliğe engel olmasına izin verilmemelidir. iki tarafın da verdiği kayıplar birlikte anılmalı, tarih geçmişte bırakılmalı ve iki millet barışın inşasında bütün dünyaya örnek olmalıdır. Bunun, bir kısım ön şartlarla, siyasi manevralarla, çıkarların kollanmasıyla mümkün olamayacağı bilinmeli ve sadece ve sadece sevgi birliği üzerinde durulmalıdır. Bunu ise ancak, barışçıl ve aklıselim insanların sevgi mesajları mümkün kılar. O zaman nefret isteyenlerin sesleri kısılır ve sevginin sesi daha güçlü duyulur.

    Bunun mümkün olabilmesi için Türkiye’nin en büyük sorumluluğu, Karabağ Meselesini bir ön şart olarak sunmamak olmalıdır. Siyaset dili, egoizm ve acımasızlık üzerine kurulu olduğunda, o siyaset, daima toprak ve çıkara odaklanır. Oysa Ermenistan’la kurulması gereken bağ siyasi değil sevgi bağı olmalıdır. Bin yıllık birlikteliğimiz bunu gerektirir. Sevgi ve dostluğun yerleştiği bir ortamda hallolmayacak sorun yoktur. Sevgi inşa edildiği takdirde toprak meselelerinin hemen çözüme ulaşacağı aşikardır. Sevgi konusunda güvence vermeden, ilk şart olarak toprak meselesini sunmak yalnızca egoist bir görüntü verecek ve Türkiye’ye yönelik bir güven oluşmayacaktır. Karabağ Meselesini taviz verilmez bir önkoşul haline getirmek, konuyu çözümsüz bir açmaz olarak bırakmak dışında bir işe yaramamaktadır. Dünya, sevgi üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla, bizim odaklanmamız gereken şey de sevgidir. Sevginin çözmeyeceği hiçbir sorun yoktur.

    işte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. De ki: “Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum.” Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği artırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)
    iman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.
    (Meryem Suresi, 96)
    Tümünü Göster
    ···
  17. 142.
    0
    5. Bölüm: iNGiLiZ DERiN DEVLETiNiN PROPAGANDA GÜCÜ VE KÜRESEL MEDYA

    Toplum Mühendisliği

    Derin güçler, dünyaya hükmetmek, ülkeleri sömürmek ve ulusları dizayn edebilmek için savaşlara, askeri operasyonlara, iç çatışmalara ya da siyasi müdahalelere başvururlar. Fakat bunlar, emellerinde başarılı olmaları için yeterli değildir. Tüm bu fiziki yöntemlerin etkili ve kalıcı olabilmesi için, her şeyden önce toplumların bu yönde zihinsel ve pgibolojik olarak hazırlanmasını gerekli görürler. Sömürü politikasının işleyebilmesi için kamuoyunun şekillendirilmesi ve kazanılmasının şart olduğunu düşünürler. Bunun için de kapsamlı propaganda metotları ve algı operasyonlarından oluşan toplum mühendisliği çalışmalarının hayati önemi olduğuna inanırlar.

    Toplum mühendisliği, toplumun geniş bir kesiminin düşünce ve davranışları üzerinde etkide bulunmak, insanların duygularını, isteklerini, sevgilerini, tepkilerini, öfkelerini, nefretlerini yönlendirmek ve bunları kontrol altında tutmak amacıyla çeşitli proje ve uygulamaları içeren çok yönlü ve kapsamlı bir faaliyettir.

    Küresel hakimiyet ve sömürü düzenini sağlamak, çıkar ağlarını yerleşik kılmak, bunların önündeki engelleri kaldırmak, istenen fikir ve düşünceleri, kural ve prensipleri empoze etmek amacıyla hedef kitleler üzerinde çeşitli algı operasyonları yürütülür. Bunlar arasında saldırıyı, işgali ve sömürüyü “dostluk ve yardım eli” gibi sunmak, dostu düşman, düşmanı dost gibi göstermek, suni düşmanlar ve tehditler oluşturmak en çok başvurulan yöntemlerdendir.

    Bu kara propaganda faaliyetleri yürütülürken her türlü hile, yalan, iftira ve entrika meşru sayılır. Düşman görülen kişileri, toplumları, yönetimleri veya ülkeleri yıpratmak ve bunların aleyhlerine kamuoyu oluşturmak amacıyla gerçekler çarpıtılır, sahte deliller ve dezenformasyonlar üretilir ve karalama kampanyaları düzenlenir. Yalan haberler yayılır, iftiralar, şayialar ve dedikodular üretilerek güvensizlik oluşturulur. işgalci ve sömürgeci güçler ise güvenilir dost, yardımcı, kurtarıcı, barış ve demokrasi temsilcileri olarak lanse edilir.

    Bu algı yönetiminin etkisi altına giren toplum, bu propaganda yöntemini yürüten derin güçleri desteklemeye, sevmeye, onlara güvenmeye ve katılmaya davet edilir. Derin devlet mensupları, bu süreç içinde kendilerine destek veren korkak, iki yüzlü, yaltakçı, ispiyoncu, karaktersiz kişileri övecek, yüceltecek ve etrafta saygın kişiler olarak tanıtacaktır. Onları maddi kazanç, güvence, itibar ve mevkilerle ödüllendirecektir. Aksine davranan cesur, inançlı, şahsiyetli, vatansever insanlar ise derin devlet üyeleri tarafından karalama kampanyasına maruz kalacak, hata kimi zaman bu kişiler, isyancı, terörist ve demokrasi düşmanı suçlularmış gibi topluma yansıtılacaktır. Halkın diğer bölümünün onlara katılması da, bu tür bir kara propaganda yöntemiyle önlenmeye çalışılacaktır. Ayrıca sömürgeci güçlere direnen bu cesur insanları etkisiz kılmaya yönelik işlenen hukuksuzluk, zulüm, işkence ve katliamlar da bu suretle meşru gösterilmeye çalışılacaktır.

    Derin devletlerin, istedikleri ülkelerde geliştirdiği toplum mühendisliği ana hatlarıyla bu şekildedir. Tarih boyunca bu yöntem kullanılmış ve bir kısım derin devletler diğerlerinin üzerinde bu yolla hakimiyet sağlamıştır. Bu sinsi yöntemin en başlıca uygulayıcısı ise tüm derin devletleri denetimi altına almış olan ingiliz derin devletidir.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 143.
    0
    ingiliz Derin Devletinin Toplum Mühendisliği Çalışmaları

    Yukarıda saydığımız tüm propaganda yöntemleri, asıl olarak ingiliz derin devletinin 16. yüzyıldan günümüze dek gizliden veya açıkça uyguladığı yöntemlerdir. ingiliz derin devleti, bu yöntemlerle dünya çapında pek çok ülkeyi sömürge haline dönüştürmüş, pek çoğunu da doğrudan hakimiyeti altına almıştır.

    ingiliz derin devleti, bu toplum mühendisliği faaliyetlerini, 19. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın başlarına kadar özellikle Osmanlı imparatorluğu üzerinde yoğunlaştırmıştır. I. ve II. Dünya Savaşları sırasında ve sonrasında, derin devletin en büyük ilgi alanı yine ağırlıklı olarak Osmanlı mirası olan topraklar, yani Orta Doğu, Kuzey Afrika ve genel olarak islam coğrafyası olmuştur. Çünkü ingiliz derin devletinin mensupları, küresel çıkarlarının da, menfaatlerine yönelik tehdit ve engellerin de merkezinde bu bölgelerin olacağını düşünmüşlerdir.

    Bu bölgeye hakim olmak; dünyanın en önemli ve büyük doğal kaynaklarına, yeraltı zenginliklerine, iş gücüne, ticaret yollarının, dinlerin ve medeniyetlerin kesişme noktalarına, kutsal topraklara, hepsinden önemlisi de deccaliyetin ezeli düşmanı olan Müslümanların ülkelerine, halklarına ve topraklarına hakim olmak demektir. Buna karşın, doğal akışına bırakıldığında bu bölgeden filizlenecek bir islam Birliği ise, ingiliz derin devletinin dünya çapındaki emperyalist politikalarının son bulması ve küresel çıkar ağının yerle bir olması anldıbına gelmektedir. Dolayısıyla, bu bölgeye hakim olmak, aynı zamanda ingiliz derin devleti ve onun gölgesinde gizlenen deccaliyetin ayakta kalabilmesi için bir ölüm-kalım meselesidir.

    Bu nedenle ingiliz derin devleti, yüzyıldan uzun bir süredir bütün dikkatini ve çabasını bu bölgeye yönlendirdi. Tüm propaganda kaynaklarıyla, Sykes-Picot ile başlattığı ancak yarım kalan, Ortadoğu’yu “böl-parçala-yok et” stratejisini sonlandırmaya kilitlendi. Bu strateji, yıllarca derin devlete bağımlı hale getirilmiş Irak, Suriye, Mısır ve Libya gibi ülkeler üzerinde başarılı oldu. Bu ülkelerde iç karışıklıklar bir türlü dinmediği gibi plana uygun olarak parçalanıp bölünmek kaçınılmaz oldu. islam Birliği’nin meydana gelmesinde öncü ve lider ülke konumundaki ülkeler üzerinde ise gitgide artan dozda kara propaganda faaliyetleri kendini gösterdi. Türkiye ve iran gibi ülkeler bu karalama kampanyasının merkezinde yerini aldı.

    ingiliz derin devleti, Türkiye’yi parçalayıp bölmek için kullandığı en önemli silahı olan terör örgütü PKK’nın birinci dereceden destekçisi, savunucusu, reklamcısı, propagandacısı ve aklayıcısı olduğunu açıkça ilan etmiştir. Osmanlı’yı parçalama planlarında devreye sürekli olarak girmiş olan derin devletin medya imparatorluğu, ülkelerin parçalanmasında ve PKK gibi terör örgütlerinin desteklenmesinde de en önemli rolü üstlenmiştir.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 144.
    0
    Toplum Mühendisliğinin En Önemli Aracı: Medya

    Bilindiği gibi, toplum mühendisliğinin en temel aracı küresel iletişim teknolojileridir. Bunların başında ise medya gelir. Medya, her türlü bilgiyi ve düşünceyi geniş kitlelere aktaran görsel ve işitsel bir iletişim aracıdır. Bu anlamda, her türlü basılı yayın (gazete, kitap, dergi, broşür, vb.), TV kanalları, radyo, sinema, internet ve sosyal medya platformları gibi iletişim araçları medyanın kapsdıbına girer. işte bu özellikleri nedeniyle medya, her türlü propaganda ve algı operasyonunun vazgeçilmez unsurudur. Dolayısıyla küresel sömürgeci güçlerin ve derin dünya devletlerinin de en etkin silahlarından biridir.

    ingiliz derin devleti de bir kısım medyayı böyle bir amaç için kullanmıştır. Öyle ki, kimi zaman kendi halkına bile aldatıcı bilgiler aktarmaktan geri kalmamış ve toplum mühendisliğini kendi halkına karşı dahi uygulamıştır. Kendi ülkesi içinde legal hükümetleri düşürecek kadar ileri gidebilmiştir. Dolayısıyla burada tekrar hatırlatmak gerekir: ingiliz derin devletinin bir kısım medyayı kullanarak uyguladığı toplum mühendisliği, ingiliz Hükümeti’ni veya ingiliz halkını kesinlikle bağlamamaktadır. ingiliz Hükümeti, hükümet yetkilileri ve ingiliz halkı da bu sinsi mühendisliğin çoğu zaman hedefi olmuştur. Bu nedenle, ingiliz Hükümeti ve ingiliz halkı, burada tarif edilen toplum mühendisliği uygulamalarında daima mağdur taraf olmuştur ve derin devletin uygulamalarından münezzehtir.

    Toplum mühendisliği, her dönemde, ağırlıklı olarak ingiltere, ABD, Rusya, Çin gibi süper güçleri yönlendiren derin yapılar tarafından hem kendi toplumlarını hem de dünya toplumlarını manipüle etmek amacıyla kullanılan stratejilerden biridir. Bu strateji II. Dünya Savaşı’na giden süreçte ve savaş sırasında, propagandaya oldukça önem veren Hitler Almanya’sı tarafından etkili bir şekilde kullanılmıştır. Benzer şekilde Soğuk Savaş dönemi de toplumsal mühendislik stratejilerinin oldukça yoğun ve etkili bir şekilde kullanıldığı dönemlerden biridir.

    Toplum mühendisliği uygulamasıyla gerçekleri çarpıtma konusundaki en ilginç örneklerden birisi Vietnam Savaşı’dır. 1975 yılında, askeri açıdan sona eren savaşta Vietnam’ın kaybı 3 milyon ölü, 300 bin kayıp ve 4 milyon yaralı şeklinde korkunç rakamlarla ifade edilmekteydi. Ölü sayısı Vietnam’ın toplam nüfusunun %17’sine eşitti. ABD’nin toplam kaybıysa 60 bin kişi civarındaydı.

    Bu tabloya karşın, ABD medyası, Vietnam’ı canavar olarak gösterme yönünde çok büyük çaba sarf etti. Bu propagandalar sayesindedir ki ABD, binlerce kilometre uzaktan gelerek yakıp yıktığı ve milyonlarca insanını katlettiği Vietnam’a karşı kendini haklı çıkararak, bir de üstüne bu devlete 18 yıl boykot uyguladı. Savaş döneminde New York Times’ın dış politika yorumcusu Leslie Gelb “Amerikalıları öldürmüş oldukları için” Vietnam’ı “yasadışı” olarak tanımlıyordu.

    Oysa komünizm ile mücadele, sadece ilmi bir çalışma ve eğitim yoluyla yapılabilecek bir mücadeleydi. ABD; Vietnam ve Uzak Doğu’nun genelinin, yanlış ideolojik eğitim neticesinde komünizmin pençesine düştüklerini ve ancak doğru eğitim verildiğinde bu beladan kurtulabileceklerini göremedi. ABD’nin ve tüm dünyanın, komünizme ve diğer tüm yanlış ideolojilere karşı bu yanlış stratejisi günümüzde hala devam etmektedir. Yanlış ideolojilere karşı hala şiddet ile cevap verilmekte, bu da beraberinde daha büyük zorluk ve daha fazla şiddet getirmektedir. Elbette bunun böyle olması, ingiliz derin devletinin istediği şeydir. Çünkü daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi ingiliz derin devletinin hedefi, karışıklık ve isyanlar çıkararak ve gerektiğinde terör örgütlerini dahi destekleyerek krizler çıkarmak, dünyayı paramparça duruma getirebilmek ve böylelikle tüm dünya üzerinde hegemonyasını kolaylıkla sağlayabilmektir.

    11 Eylül sonrası Bush yönetimi tarafından Afganistan ve Irak’a yönelik başlatılan geniş çaplı Müslüman soykırımı da medyanın toplum mühendisliği neticesinde dünya kamuoyuna bütünüyle farklı yansıtıldı. “Teröre karşı savaş” (war on terror) adı verilen ve milyonlarca masum sivil Müslüman’ın şehit edilmesine sebep olan bu katliamlar dünya kamuoyuna ABD’nin söz konusu ülkelere insan hakları, özgürlük ve demokrasi zütürdüğü şeklinde aktarıldı. Medya, bu algının kamuoyunda yerleşebilmesi için başrollerdeydi. Gerçekte, asıl plan, Irak’ın paramparça hale getirilmesi ve ingiliz derin devletinin böylelikle bölgede hegemonya sağlamasıydı. Fakat “Irak’a demokrasi getirme” efsanesi medya yoluyla dünya kamuoyunu derinden etkilemiş ve saldırılar, pek çok kesim tarafından haklı bulunmuştu.

    ingiltere’nin Irak Savaşı’ndaki rolünü irdelemek amacıyla oluşturulan “The Iraq Inquiry” isimli grubun Temmuz 2016’da yayınladığı Chilcot Raporu, Irak’ın işgaliyle ilgili bir itiraf raporuydu. Bu raporda dönemin ingiltere Başbakanı Tony Blair, Irak işgalinin sebebi olarak gösterilen Irak’ta nükleer silahların olduğuna dair istihbarat değerlendirmelerinin yanlış olduğunu, buna rağmen Irak işgalinin gerçekleştiğini, müdahale sonrası ortamınsa, düşünüldüğünden daha hasmane, uzun ve kanlı olduğunu belirtmiştir. Aradan bunca yıl geçmişken ve bu kadar can kaybedilmişken gelen bu itiraf elbette pek çok yönden düşündürücüdür. Bunun gerçekten bir vicdan muhasebesi mi yoksa derin devletin başka bir oyunu mu olduğu ilerleyen zamanda ortaya çıkacaktır.

    ABD ve benzeri küresel güçler, her zaman olayları geri plandan ve perde arkasından yönlendiren ingiliz derin devletinin kontrolündeki taşeronlar olarak sahneye sürülmüşlerdir. Yüzyıllardır her türlü küresel stratejide olduğu gibi propaganda ve toplum mühendisliği konusunda da üst akıl her zaman ingiliz derin devleti olmuştur.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 145.
    0
    5. Bölüm: iNGiLiZ DERiN DEVLETiNiN PROPAGANDA GÜCÜ VE KÜRESEL MEDYA

    ingiliz Derin Mafya Örgütlenmesinin Gelişimi

    (Bu bölüm ve sonrasında geçen, Türk toplumuna yöneltilmiş suçlamalar ve ithamlardan necip Türk Milletimizi tenzih ederiz.)

    Osmanlı’nın Son Döneminde Başlatılan Kara Propaganda
    Bölümün başında, ingiliz derin devletinin 19. yüzyılın ortalarından itibaren kendisine öncelikli hedef olarak Osmanlı imparatorluğu’nu ve Türkleri seçtiğini belirtmiştik. Bu yıllarda ingiliz derin devleti, Osmanlı imparatorluğu’na karşı sistemli bir propaganda savaşı başlatmıştır. Bu kapsamda, Osmanlı ordularının hayali bir takım vahşet hikayeleri ile kötülenmesi, Sultan Abdülhamid’in “Kızıl Sultan” gibi çirkin yakıştırmalar ile karalanması gibi yöntemler kullanılmıştır.

    Ancak en uzun soluklu ve etkili propaganda yöntemi, Osmanlı’nın asli unsuru ve yöneticisi olan Türk Milleti’ne karşı kullanıldı. Dönemin önde gelen ingilizleri, Türk Milleti’ni, kendi hezeyanları doğrultusunda “geri, barbar ve ilkel bir millet” olarak tanımlamaya ve böylece Türk Milleti’ni sömürgeleştirme projelerine uygun bir zemin hazırlamaya çalıştılar.

    istanbul’daki Amerikan Lisesi Robert Kolej’in ilk başkanı olan Cyrus Hamlin’e göre, ingiltere’nin Türklere karşı propagandaları I. Dünya Savaşı’ndan önce başlamıştı. Londra’da 1870 yılında bir “Propaganda Bürosu” kurulmuştu. Bu büronun kuruluş amacı yabancı ülkelerde Türklerin aleyhinde haberler yaymak ve propaganda yapmaktı.200 Bu propaganda, ingiliz derin devletinin yıllar önce planladığı “parçalanmış Osmanlı” hayalini gerçekleştirmenin ilk adımıydı.

    Bu politikanın mimarlarının başında, 1880-1885 yılları arasında ingiltere’nin başbakanlığını yürüten William Ewart Gladstone gelmekteydi. Gladstone, Türk Milleti’ne sayısız hakaretler yöneltmiş ve tüm bunları da “Türkler Asya’nın içlerine geri sürülmelidir” şeklindeki emperyalist projelerine dayanak olarak kullanmaya çalışmıştı. Bir konuşmasında şöyle demişti:

    Türkler insanlığın insan olmayan numuneleridir. Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yok etmeliyiz. Türklerin yaptıkları kötülükler yalnızca bir surette ortadan kaldırılabilir: Kendilerinin yok olmasıyla.201 (Necip Türk Milletini tenzih ederiz)”

    ittihat ve Terakki üyelerinden Ahmet ihsan da “Matbuat Hatıralarım” adlı eserinde Gladstone’dan şöyle söz etmekteydi:

    Meşhur Gladstone (ingiliz Başbakanı) ingiliz parlamentosunda eline Kuran’ı alıp: “Türkler bu Kitap’la yürüdükçe medeniyete muzırdır (zararlıdır)” demişti.202 (Kutsal Kitabımız Kuran-ı Kerim’i tenzih ederiz)

    Gladstone, bu gibi çirkin sözlerinin yanında Türkler aleyhinde bir takım propaganda malzemeleri de oluşturuyordu. Londra’da Türklerle ilgili “Bulgar Terörü ve Doğu Sorunu” isimli bir broşür yayınlamıştı. Kısa sürede birkaç baskısı yapılan broşürle ingiliz halkı Türklere karşı kışkırtılıyordu. Gladstone’un Osmanlı’yı alabildiğine kötüleyen broşüründe, “Türkler için en iyi yol pılı pırtılarını toplayıp, gitmeleridir…” çağrısı yapılmıştı.

    Türk düşmanlığı öylesine körükleniyordu ki, Türkiye’ye sempati duyan Muhafazakar Parti Hükümeti bile bu sempatisini kaybetmişti. André Maurois, ingiltere Tarihi adlı yapıtında “Gladstone arka arkaya vermeye başladığı nutuklarla ingiliz kamuoyunu Türkiye aleyhine çevirdi” diye yazmaktadır.203

    Gladstone, 1880-1885 yılları arasında başbakan olarak iktidarda kalmış ve onun zamanında Türk düşmanlığı politikası iyice yayılmıştı. Özellikle basın, ingiliz kamuoyuna Türklük ve Osmanlılık kavramlarına karşı şiddetli bir beyin yıkama programı uygulamıştı. Uydurma haberler “Türk barbarlığı”, “Türk vahşeti” gibi başlıklarla ön plana çıkarılmıştı. 1897 Türk-Yunan Savaşı’nı yerinde izleyen ingiliz milletvekili Sir Ellis Achmead Bartlett, anılarında ingilizlerin Türklere karşı birdenbire başlattıkları düşmanlık politikasından şöyle bahseder:

    1894 yılı Aralık ayını izleyen on ay içinde gazeteciler, karışıklıklar hakkında aslı ve esası olmayan birtakım söylentilere dayanarak Türkler aleyhinde olabilecek en kötü şeyleri yazdılar. Bunların dillerine doladıkları olayların ya hiç aslı yoktu, yahut olaylar çok önemsiz iken abartılmıştı. Gazeteciler gerçekte asla yapılmamış şeylerden dolayı Türkleri ve Osmanlı Hükümeti’ni vahşet ve dehşet ile suçladılar. ingiltere’de dokuz ay hiç mevcut olmayan hallerden dolayı Türkler, Türk askeri ve Osmanlı Hükümeti hakkında ağır şeyler yazdılar. Türkler, vahşice hareketler yapmakla suçlandılar; iftiraya uğradılar.204

    ingilizler akıl almaz yalanlarla bir yandan Osmanlı’yı sözde barbar, geri, ilkel ve vahşi bir toplum olarak göstermeye çalışırken, bir yandan da “Osmanlı yıkılmalıdır” mesajını vermektelerdi. Başbakan Herbert Henry Asquith bir konuşmasında: “Osmanlı Devleti ölüm döşeğine yattı. Dünya için bir şer ve fenalık yuvası olan bu hasta bir daha canlanmayacak” diye meydan okumuştu.205

    Tüm bu propagandalar, ingiliz derin devletinin Osmanlı’yı parçalama stratejisi ile birlikte yürümüştür. 1898’de ingiltere Başbakanı Lord Salisbury, Petersburg’daki büyükelçisine gönderdiği direktifinde “Osmanlı ülkesinin yarısında ingiltere’nin, yarısında Rusya’nın sözü geçsin”206 önerisinde bulunarak bu stratejiyi ifade etmektedir.

    ingiliz derin devletinin bu Osmanlı aleyhtarı propagandasını dayandırdığı önemli bir unsur vardır: “Türk düşmanlığı”. Derin devlet idarecileri, sömürgeciliğin genel kuralına uygun olarak, hedef aldığı toplumu “geri, ilkel, barbar” gibi sıfatlarla tanımlama ve kendisini haklı gibi gösterme yolunu seçmiştir. 2. Meşrutiyet’in ilanı üzerine, ingiliz Sir Edward Grey’in 11 Ağustos 1908 tarihinde yazdığı mektup bu yaklaşımın bir ifadesidir:

    Türkiye’de olanlar öylesine harikadır ki, anayasayı uzun müddet devam ettireceklerini sanmıyorum. Irklarının… etkisiyle yeniden şiddete ve düzensizliğe kayacaklardır.207

    Lord Salisbury ise 1911 tarihli bir gizli belgede Türkler ile ilgili olarak şöyle demiştir:

    …Aynı maskara Osmanlılık devam ediyor. Fanatik cahil insanlar ve barbar millet, kapitülasyonların da kalkmasını istiyor. Türkler daima Türk kalacaklar, hiçbir zaman Avrupalılaşamayacaklar…
    Tümünü Göster
    ···