-
101.
0Kuzey Afrika’da YaşananlarTümünü Göster
Osmanlı imparatorluğu, 16. yüzyılın başından itibaren güçlü donanması ile Afrika’nın kuzey kıyılarını kontrol altına almıştı. Kuzeyde italya kıyılarına dayanan, tüm Doğu Akdeniz’i çevreleyen, güneyde de Mısır’dan Fas’a kadar hakim olan imparatorluk, Akdeniz’i bir Türk denizi haline getirmişti. Sömürgeci Fransa, ispanya, ingiltere ve Hollanda’nın, Güney ve Batı Afrika’ya ulaşabilmek için Atlas Okyanusu’nu dolaşmaları gerekiyordu.
Bu durum, kuşkusuz en çok ingiliz derin devletinin ağırına gitmişti. Derin devlet yöneticilerine göre ingiltere’nin hakim olması gereken topraklar, Müslüman bir imparatorluk tarafından yönetiliyordu. islam’a ve Türklere şiddetle karşı olan ingiliz derin devleti için bu kabul edilemez bir durumdu. işte bu nedenledir ki ingiliz derin devleti, 18. yüzyıl ile birlikte, çeşitli entrikalar, iç çatışmalar, propaganda ve sinsi provokasyonlar yoluyla, Afrika’daki Müslüman topraklarını bir bir imparatorluktan ayırmaya başladı.
Fas
ingiliz derin devletinin Fas ile ilişkileri 16. yüzyılda başlamıştır. Kraliçe I. Elizabeth, Osmanlı’ya yaptığı gibi, Fas Kralından da ticari imtiyazlar alarak bu bölgede kendi ülkesi adına ticarete başlamıştır. ingiliz Barbery Company (Barbery Şirketi), Kraliçe’den aldığı yetki ile her sene Fas’ın şeker üretiminin bir kısmını satın almış ve şirketin çoğunluğunu elde etmiştir. Karşılığında ise ingiltere’den Fas’a, silah ve tekstil ürünleri vermiştir. Benzer şekilde de ingiliz Turkey Company de, 300 yıl imtiyazlı bir monopol olarak Osmanlı ile ticaret yapmıştır.
ingiliz derin devleti, 20. yüzyılın hemen başında 1906 ve 1911’de, Fas’ta, el altından tarihe Agadir Krizleri olarak geçen iki ayaklanma başlatmıştır. Fas’ta patlak veren iktidar mücadelesini müdahale için gerekçe olarak kullanan Fransa bu ülkeye asker çıkarmıştır. Almanya da işgalden pay kapma amacıyla Fas’a donanmasını göndermiştir. Almanya ve ingiliz-Fransız ittifakı iki defa savaşın kıyısına gelir. Bu iki kriz, tarafları I. Dünya Savaşı’na zütüren en önemli olaylardan biri olarak kabul edilmektedir.
Aslında bütün bunlar planlanmış gelişmelerdir. ingiltere, bu sayede Fransa’nın kendisine olan ihtiyacını arttırmıştır. Kendi kamuoyunda da Alman düşmanlığı oluşturmuştur. Bu durum, tümüyle ingiliz derin devleti tarafından planlanmış ve uygulanmış olan I. Dünya Savaşı’nın başlamasını da hızlandırmıştır. Ayrıca ingiliz askerleri Mısır’ı ele geçirirken, ingiltere, rakiplerini de Fas’ta meşgul etmiştir. ingiliz derin devletinin bu çıkar savaşının mağdurları da, her zaman olduğu gibi, ayaklanmalarda can veren binlerce Faslı Müslümandır.
Krizlerin sonunda Fas, 1912’de Fransız sömürgesi haline gelmiş ve 40 yıl Fransız yönetiminde kalmıştır. Fas’ın, kendi müttefiklerinden birinin kontrolünde olması ingiltere için çok önemlidir. ingiliz derin devleti Akdeniz’in giriş kapısı olan Cebelitarık Boğazı’nın bir kıyısını kontrol etmektedir.
Batı Sahra’da ingiliz Destekli Çatışmalar
Fas Devleti, Batı Sahra bölgesindeki Polisario ayrılıkçı grubuyla hali hazırda son 30 senedir savaş halindedir. ingiltere ise iki tarafı da el altından desteklemektedir. iki taraf da, birbirleriyle çatışırken ingiliz silahlarını kullanmaktadır. Sadece 500 bin kişinin yaşadığı Batı Sahra bölgesinde 100 bin kişilik bir Fas ordusu vardır. ingiltere, Fas’a bu bölge için zırhlı araçlar, nişancı tüfekleri, karadan karaya füzeler, füze rampaları ve havan bombaları satmaktadır. Sadece son iki yılda 1 milyar dolardan fazla tutarda hafif silah teslim etmiştir. Cezayir ve Fas arasındaki rekabet yüzünden Cezayir de Batı Sahra’daki ayrılıkçıları desteklemekte ve onlara silah temin etmektedir. Fas, son dönemde ABD ile de 150 tanklık bir anlaşma imzalamıştır.
ingiliz derin devleti, bölgeye barışın gelmesini kesin olarak istememektedir. Birleşmiş Milletler, Batı Sahra bölgesinin bağımsızlığını tanımadığı gibi, Fas’ın egemenliğini de tanımamaktadır. Bu nedenle de bölge, yıllardır barıştan uzak yaşamaktadır. Bu kuşkusuz, ingiliz derin devletinin 100 yıl önceki Osmanlı’yı parçalama planları dahilinde kurgulanmıştır. Kurgulandığı gibi de uygulanmaktadır.
Tunus
Tunus, 1850’lerde Osmanlı’ya bağlı beyler tarafından yönetilirken, modernleşme adı altında yeni bir yapılanmaya girmiştir. Söz konusu “modernleşme”, aslında ingiliz derin devletinin, devletleri, hem ekonomik ve sosyal hem de kültürel açıdan çökertme adına başlatmış olduğu bir sömürme politikasıdır. Nitekim Tunus da, söz konusu planın bir parçası olmuş ve özellikle ordu harcamaları ve silah alımı için ingiltere’ye büyük paralar harcamıştır. Bundan sonrası ingiliz derin devletinin bilindik taktiğidir. Ekonomisi zayıflamış ülke, ingiltere’ye gebe kalmıştır. ingilizler, Tunus’a borç para vererek ekonomisinin tümüyle batmasına sebep olmuşlardır. Fahiş faiz uygulaması sonucunda 30 milyon Frank borç para alan Tunus Hükümeti, bu miktarı kısa zaman içinde 70 milyon olarak geri ödemek zorunda kalmıştır. Bu faiz kapanını, aslında Türk halkı da gayet iyi tanımaktadır. Söz konusu faiz kapanı, Osmanlı’nın da çöküşünü hazırlayan unsurlar arasında olmuştur ve yine ingiliz derin devleti tarafından planlanmıştır. Benzer yöntem, aynı yıllar içinde Mısır, geçmişte ise Hindistan için de uygulanmıştır.
1863’te alınan ilk borcun ertesi yılında Tunus Hükümeti yeni vergiler çıkartmak zorunda kalmıştır. Zaten fakir olan halk, ekonomik baskıya dayanamayarak 1864 yılında ayaklanmıştır. Hükümet ayaklanmayı bastırsa da, yeni borçlarla birlikte yeni vergiler ve yeni ayaklanmalar gelmiştir. Bu döngü, Tunus, Fransız sömürgesi haline gelene kadar devam etmiştir.
Tunus, tahıl üretimi bakımından zengin bir ülkedir. Fakat Tunus Hükümeti, borçlarını ödemek için ülkenin tahıl üretiminin çoğunu ihraç etmek zorunda kalmıştır. Ana besin kaynağını kaybeden Tunus’ta kıtlık ve kolera baş göstermiş ve 10 bin kadar Tunuslu hayatını kaybetmiştir.
Devlet iflas edince, borç tahsilatını yönetecek, Osmanlı’daki Düyun-u Umumi benzeri bir kurum kurulmuş ve Tunus ekonomisi, ingilizlerin ve Fransızların kontrolüne geçmiştir. Nihayetinde Tunus, savaşmadan alınan Kıbrıs karşılığında Fransızlara bırakılır. Bu, ingiliz derin devletinin, Osmanlı topraklarını paylaştığı ne ilk ne de son antlaşmadır.
ilk dış borcun üzerinden sadece 18 yıl geçtikten sonra Fransızlar, 1881 yılında Tunus’u 36 bin asker ile işgal etmiştir. Tunus Beyi muhafazid Es-Sadiq, karşı koyamayacağını anlayınca anlaşma imzalamış ve Tunus, Fransız kolonisi haline gelmiştir.
Bu tarihten, Habib Burgiba liderliğinde bağımsızlık kazandıkları 1956 yılına kadar Tunus’ta terör, iç savaş ve çatışma hiç ekgib olmaz. Naziler, Fransız toprağı olan Tunus’u işgal etmiştir. Müttefikler ise, Nazilerle savaşarak bu toprakları geri almışlardır. Fransızlar, Tunus milliyetçiliğini bastırmak için ağır yöntemler uygulamış ve on binlerce Müslüman bu yıllarda Fransızlar tarafından katledilerek şehit olmuştur.
ingiltere, bu dönemde dünyanın kimin kontrolünde olacağına tek başına karar veren bir devlettir. Hiçbir devlet ingiltere’den izin almadan herhangi bir yeri işgal edememektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, belli bölgelerin Fransa kontrolü altında olması, yine ingiliz derin devletinin planladığı bir şeydir. Bu yolla ingiltere, hem müttefikleri yoluyla geniş topraklara hakim olabilmekte, hem de Fransa gibi bir gücü kendi güdümünde tutabilmektedir. ingiliz derin devletinin bu taktiği uyguladığı ülkelerden bir tanesi de Cezayir olmuştur. -
102.
0Birleşmiş Milletler
Cezayir, 300 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin Mağrib (Batı) topraklarındaki merkezi olmuştur. Sürekli olarak imparatorluk tarafından atanan paşalar tarafından yönetilmiştir. Fransa, 1827 yılında Fransız Konsolosu ile olan bir tartışmayı savaş sebebi sayarak Cezayir’i işgal etmiştir. Bahsi geçen olayda dönemin Cezayir Valisi Hüseyin Paşa’nın borç ödemesi konusunda Fransız elçisi ile yaptığı tartışma bir anda alevlenmiş ve Paşa, yelpazesi ile Büyükelçiye üç kere vurmuştur. Böyle sudan bir sebep işgal için yeterli olmuştur. Fransız işgali ile Hüseyin Paşa, ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır.
Fransız sömürgesi haline gelen Cezayir’de geleneksel tüm eğitim sistemi değiştirilmiş, yerel liderlerin gücü ellerinden alınmış ve sosyal düzen kırılma noktasına gelmiştir. Müslümanların zengin toprakları ellerinden alınmış ve sömürgeci Fransız kolonicilere tahsis edilmiştir. Cezayir, Fransa’nın Afrika sömürgelerinin yönetim merkezi olmuştur. Kuzey Afrika Müslümanları, Avrupa emperyalizminin çirkin yüzünü tüm ürkütücülüğüyle görmüştür. Müslümanlar kitleler halinde şehit edilmişlerdir. Fransız hakimiyeti, Cezayir Müslümanlarına sadece ölüm getirmiştir. I. Dünya Savaşı’nda 175 bin Cezayirli Fransa için savaştırılırken, 40 bini memleketlerine geri dönememiştir. Cezayir bağımsızlık savaşında ise 1 milyon Müslüman can verirken 3 milyonu da kamplara sürülmüştür.
Bağımsızlık ilanı da Cezayir’deki şiddet ortdıbını sona erdirememiştir. 20. yüzyılın sonlarında ülke ağır bir iç savaşın içine sürüklenmiştir. 1991 yılında Cezayir islami Kurtuluş Cephesi’ne (FIS) karşı yapılan darbeden sonra başlayan iç savaşta 150 bin Müslüman, yine Müslüman kurşunları ile şehit olmuştur. 1993’te kurulan GIA (Cezayir silahlı islami grubu), FIS üyesi Müslümanlar dahil her kesimden Cezayirliyi şehit etmeye başlamıştır. Bu grubun arkasında da ingiliz derin devleti vardır. GIA, ingiltere’de El-Ansar adıyla bir dergi çıkarıp dünyadaki Müslümanlar arasından savaşacak gerillalar toplamıştır. ingilizler bu faaliyetlere izin vermiş, kimi zaman bunları desteklemiş, kimi zaman da tüm bunlara altyapı hazırlamışlardır. -
103.
0ingiliz Derin Devletinin Gözde Silah Pazarı: Afrika
Cezayir, dünyanın en büyük doğalgaz rezervlerine sahip olan, tahıl üretimi yapabilen ve normal şartlarda doğal kaynakları bakımından oldukça zengin bir ülkedir. Fakat ülkede yıllardır devam eden savaş ortamı, tüm gelirin silahlanmaya harcanmasına sebep olmaktadır. Afrika’nın silah ithalatının %30’unu Cezayir, %26’sını ise Fas yapmaktadır. Cezayir, sadece 2011-2015 yılları arasında 4 savaş gemisi, 190 tank, 42 helikopter, 14 savaş uçağı ve 2 denizaltı almıştır. Görünürde bu silahları kullanacağı Fas’tan başka bir rakibi de yoktur. ingiliz derin devletinin, özellikle Müslümanlar üzerinde kurguladığı sinsi planı burada da devreye girmiş, Müslümanlar, değerli kaynaklarını Müslümanlarla çatışmak için harcar konuma getirilmiştir. Burada en karlı çıkan ise, tüm bu ticaretin ana kaynağı olan ingiltere’dir. ingiliz derin devleti, hem kaynakları kullanarak hem de çatışmalar çıkararak Afrika’yı sömürme politikasına halen devam etmektedir. -
104.
0Mısır
Mısır’ın ingiliz kontrolüne geçmesine asıl sebep, Mithat Paşa’nın ilk sadrazamlığı döneminde yaptığı dış borçlanmadır. 15 sene içinde ülkenin ekonomisi iflas etmiş ve bunun sonucunda, tam da ingiliz derin devletinin planladığı gibi, ingilizler Mısır’ı işgal etmişlerdir.
Mısır, 1869’da Fransızlarla birlikte inşa ettiği Süveyş Kanalı’nı çok ağır krediler ile finanse etmiştir. 6 yıl sonra kredi faizlerini ödeyemediği için Kanal’daki hisselerini ingilizlere devretmek zorunda kalmıştır. 3 yıl sonra da alacaklı ingiliz ve Fransız devletlerine ait denetleyiciler, Mısır Hükümeti’nde yer almaya başlamıştır. ingilizler 9 sene içinde Mısır’a el koymuş, 4 sene sonra da ülkeyi işgal etmişlerdir.
Mısır’ın işgaline yol açan olaylar daha önce birçok Osmanlı toprağında gördüklerimizden çok da farklı değildir. ingilizlerin tahriki ile iskenderiye şehrinde Maltız Olayı adı verilen ayaklanma başlar. Tam bu sırada iskenderiye Körfezi’nde ingiliz ve Fransız savaş gemileri hazırdır. ingilizler, ayaklanmayı bahane ederek Mısır’ı işgal eder. Bu işgal 1914’e kadar devam eder; Mısır, bu süre içinde yarı sömürgedir; I. Dünya Savaşı ile birlikte tam sömürge haline gelir. ingiliz derin devleti, işgalin ardından o dönemde Mısır’a bağlı olan Sudan’da da benzer bir ayaklanma çıkarır. ingiliz General Herbert Kitchener komutasındaki Mısır ordusu ayaklanmayı bastırır. ingiltere, Sudan’ı işgal eder ve Mısır’dan bağımsız olarak bu bölgeyi de kendi sömürgesi ilan eder. Sudan, 1956’ya kadar ingiliz sömürgesi olarak kalacaktır. -
105.
03. Bölüm: OSMANLI’NIN YIKILIŞ NEDENLERiTümünü Göster
6. Propaganda
Propaganda, tarihin başından beri ingiliz derin devletinin en önemli kozlarından biri olmuştur. ingiliz derin devletinin kullandığı propaganda metotları ve medya hakimiyeti, ilerleyen bölümlerde detaylı incelenmiştir. Burada genel hatlarıyla, Osmanlı’nın çöküş ortdıbını hazırlayabilmek için Türkler aleyhine geliştirilen propagandaya ve propagandacılara yer verilecektir.
Osmanlı Devleti içinde Darwinist ideolojinin yaygınlaştırılması ile propaganda yolları ingiliz derin devleti tarafından daha etkili bir şekilde kullanılabilmiştir. Çünkü bölümün başında da belirttiğimiz gibi, Darwinist ideoloji sadece manevi anlamda çöküşe yol açmamış, aynı zamanda milli şuurun da zedelenmesine neden olmuştur. Milli bilincini büyük ölçüde kaybeden bir toplum içinde propaganda yaymak, yalan haberlerle kamuoyu oluşturmak, provokasyon yoluyla kitleleri olumsuz ve öfkeli bir ruh haline sürüklemek mümkün olmuştur.
Söz konusu durum, kuşkusuz tüm dünya için geçerlidir. Darwinist ideoloji, nefreti daha da körüklemiş, zaten savaşlarla boğuşan dünyada, ingiliz derin devletinin provokasyonlarıyla “Türk nefreti” şaşılacak boyutlara ulaşmıştır. Verilen demeçler, yazılan makaleler ve kitaplar yoluyla, özellikle Avrupa’da, Osmanlı aleyhinde bir kamuoyu oluşturulmuştur. Büyük ölçüde ajanlardan oluşan ingiliz diplomatlar, Avrupa devletlerine, Osmanlı’nın katliamcı olduğunu, “vahşi Türklerin Hristiyanları öldürdüğü” yalanlarını söylemişlerdir. (Türk milletini tenzih ederiz)
19. yüzyılda ingiliz derin devleti, sadece Osmanlı’yı değil, islam dinini de hedef almıştır. Yapılan provokasyonlarda dinimize yönelik de saldırılar gerçekleştirilmekte ve ingiliz derin devletinin islam alemini güçsüzleştirme politikası hayata geçirilmektedir. Daha önce çok defa belirttiğimiz gibi, ingiliz derin devletinin en büyük korkusu, Müslümanların kayıtsız şartsız ittifakı ile oluşacak etkili bir islam Birliği’dir. Söz konusu derin güçler, bunun önüne geçebilmek için tüm güçlerini harcamış ve bu uğurda Osmanlı Devleti’nin önünü kesmek istemişlerdir. Çünkü islam Birliği’nin Türklerin manevi liderliği ile gerçekleşebileceğinden eminlerdir.
Türkler ve islam aleyhine yapılan propagandalar için ingiliz siyasetçiler, yazarlar, şairler, tarihçiler, gazeteciler ve gazeteler etkili olarak kullanılmıştır. Bunlardan bazı örnekler aşağıdadır. Yüce dinimizi ve saygın Türk milletini bu çirkin iftiralardan tenzih ederiz. -
106.
0Türkleri Hedef Gösteren ingiliz ProvokatörlerTümünü Göster
Edward Augustus Freeman
ingiliz politikacılarından Edward Augustus Freeman, islam’ın engelleyici ve hoşgörüsüz bir din olduğu iftirasıyla ortaya çıkmış ve islam’ın sözde “despotluğu ve köleliği kutsadığını ve farklı dinlere savaş ilan ettiğini” iddia edecek kadar ileri gitmiştir. Freeman, Müslümanların her zaman bir düşmanının olması gerektiği gibi sapkın bir mantıkla ortaya çıkmıştır. Eğer düşmansız kalırlarsa başka mezhepten kardeşlerine saldıracaklarını iddia etmiştir.
Oxford Üniversitesi’nde eğitmen olan Freeman, öğrencisi Arthur Evans’la birlikte Bosna-Hersek ayaklanmalarının Britanya’daki en büyük destekçisi olmuştur. Bulgar ayaklanması sonrası yaşanan Türk aleyhtarı propagandanın da önde gelenlerindendir.
Freeman bir mektubunda Amerika için “Eğer her irlandalı, bir zenci öldürse ve bu suçundan dolayı asılsa, bu Amerika güzel bir ülke olur” ifadesini kullanmış olan katil zihniyetli bir ırkçıdır.
Charles Dickens
19. yüzyıl ingiliz edebiyatçısı Charles Dickens da, Türk düşmanlığını yaygınlaştıranlardandır. 1844 yılında yazdığı “Mevsimdeki Bir Kelime” isimli şiirde Türkleri, kendince “Tanrı’nın yaşayan görüntüsünü merhametsizce yok etmekle” suçlamaktadır. Dickens şiirde, Türklerin vahşi bir cahillik ve kıtlık içinde yaşadığını ve bu özelliklerin, yüksek bir medeniyet kuran ingiliz milletinden çok farklı olduğunu yazmıştır.
Cardinal Newman
ingiliz Katolik Kilisesi’ne bağlı olan Kardinal Newman, Türk ve Müslüman düşmanlığının önde gelen savunucularındandır. Türkler hakkındaki iftira dolu sözlerinden bir tanesi şu şekildedir:
Eski dünyanın tam kalbine asırlardır yerleşmiş, yeryüzünün en semereli ve en güzel diyarlarını ve klagib ve dini antikitenin en meşhur ülkelerini hayvani pençesinde tutan ve kendisine ait bir tarihe sahip olmayan barbar güç (Türkler), tüm dünyanın yarı tarihini cahilce mülkiyetinde tutarak, istanbul ve iznik, izmit ve Kayseri, Kudüs ve Şam, Musul ve Babil, Mekke ve Bağdat, Antakya ve iskenderiye’nin tarihi isimlerinin mirasına konmuştur.113 (Saygın Türk milletini tenzih ederiz)
Charles Darwin
Evrim teorisi safsatasını dünyaya tanıtan ve I. ve II. Dünya Savaşları’nın ideolojik arka planını oluşturan Sosyal Darwinizm belasını yayan Charles Darwin de, klagib bir Türk ve Osmanlı düşmanıdır. Aşağıdaki alıntı, Türkiye’de evrim teorisini savunan Darwin hayranlarının gerçekte kimin peşinden sürüklendiklerini görmeleri için önemlidir:
Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu gösterebilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, TÜRKLER TARAFINDAN iŞGAL EDiLDiĞiNDE, Avrupa milletleri nasıl risk altında kalmıştı. Bugün Avrupa’nın TÜRKLER TARAFINDAN iŞGALi bize ne kadar gülünç geliyor.
Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türklere karşı kesin bir galibiyet elde etmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, çok sayıdaki AŞAĞI IRKLARIN medenileşmiş yüksek ırklar tarafından ELiMiNE EDiLECEĞiNi (YOK EDiLECEĞiNi) görüyorum.114
Edwin Pears
40 yıl istanbul’da yaşayan ve ardından istanbul’dan zorla uzaklaştırılarak Londra’ya gönderilen Pears, ingiltere’de Türklere duyduğu nefretiyle ön plana çıkmıştır. ingiliz derin devletinin verdiği görevi en iyi şekilde yapmış olacak ki, ülkesine döndüğünde kendisine şövalyelik unvanı verilmiştir. 1876’da Daily News gazetesinde Bulgaristan’daki sözde katliamlarla ilgili makalesi, Türk aleyhtarı protestolara neden olmuştur.
Pears, Yunanistan ve Bulgaristan’da da onursal şövalyelik almıştır. Edwin Pears, Turkey and its People (Türkiye ve insanları) kitabında Ermeniler için “Onlar da bizim gibi indo-Avrupa ırkına mensupturlar” ifadesini kullanmıştır. Pears kitabında, Ermenice konuşanların Türkler tarafından ceza olarak dillerinin koparıldığı iftirasını atacak kadar ileri gitmiştir. Oysa Ermeniler, 500 yıl boyunca, Osmanlı topraklarında bu toprakların bir parçası olarak barış içinde yaşamış, kendi dillerini de rahatça konuşmuşlardır. 1897’de Osmanlı sınırları içinde Ermeni okul sayısı 922’dir.
Edwin Pears’ın 1918’de istanbul’un işgali hakkında Daily News Gazetesi’ne yazdığı “Konstantinapol’ün Romantizmi” isimli makaledeki şu ifadeleri ingiliz siyasetçinin Türk düşmanlığını göstermektedir:
Görünen o ki Türklerden kurtulmak üzereyiz. Bu kutlu olayın gerçekleşmesi durumunda, dünyadaki tüm Hristiyan ırklarda, zafer şarkıları yükselmeli ve bu ilahiye tüm medeniyet aşıkları katılmalıdır.
Osmanlı imparatorluğu’nda yaşayan Hristiyanlar, yüzyıllardır umutlarını korudular. Hayatın zor ve bıkkınlık verici olmasına rağmen istirahat vakti geleceğine ve zulmün karanlık gecesinin bitip yeni günün başlayacağına emindiler.115
William John Hamilton
ingiliz jeolog William John Hamilton, 1835-1842 yılları arasında Anadolu’yu dolaşarak Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia (Küçük Asya, Pontus ve Ermenistan’da Araştırmalar) kitabını yazmıştır. Kitapta, Osmanlı imparatorluğu’nun sınırları içerisinde kalan bölgenin tamamı; coğrafyası, tarihi, yeryüzü şekilleri, bitki örtüsü ve jeolojisi istihbaratçı gözüyle anlatılmıştır. Hamilton’a göre Türk halkının gelecekte gösterebileceği yetenekler çok sınırlıdır. Hamilton buna gerekçe olarak islam dinini göstermiş ve islam’a olan karşıtlığını her fırsatta dile getirmiştir.116 Hamilton, Anadolu’yu analiz edip ingiliz derin devletine Türkler aleyhinde raporlar sunan ingiliz derin devletinin gizli ajanlarından bir diğeridir.
Stratford Canning
Stratford Canning, Osmanlı Devleti’nde uzun süre büyükelçilik görevi yapmıştır. Osmanlı dış siyasetinde sözü geçen ingiliz derin devleti ajanlarından biridir. Tanzimat Dönemi’ne denk gelen 1842-1857 yılları arasındaki görevinde ingiliz dostu Mustafa Reşit Paşa ile yakın bir dostluk kurup istanbul’daki en güçlü yabancı devlet adamı haline gelmiştir. 1853 yılında Osmanlı ile Rusya arasındaki anlaşmazlıkta barış yolunu engellemiş ve bu sebeple Kırım Savaşı başlamıştır.
Civinis Efendi, Canning’in istihbarat şefidir. Rum Civinis Efendi, Ege adası Mikonos’ludur. Yıllarca St. Petersburg’da yaşamış; sarayda Çariçe’nin özel hizmetçilerinden biri olmayı becermiştir. Sarayda görevli bir subayın kızıyla evlenmiş, ancak daha sonra Çariçe’nin mücevherlerini alarak Rusya’dan kaçmıştır. Ardından üzerinde imam kıyafetleri ile Anadolu’da görülmüştür. Cami cami dolaşıp vaaz vermiştir. Civinis Efendi, daha sonra, Ege Denizi’nde yatıyla gezen zengin bir italyan rolünde ortaya çıkmıştır. Adını, Comte de Rivoroso olarak değiştirmiştir. Rum asıllı, Fransızca-ingilizce-Rusça konuşan Civinis Efendi herkesin ilgisini çekmeyi başarmıştır.
Canning’in takdimiyle Sadrazam Mustafa Reşid Paşa ile tanışmış ve hemen akabinde Sadrazam tarafından kendisine miralay (albay) rütbesi verilmiştir.
Böylelikle, ingiliz derin devletinin güdümündeki Osmanlı istihbarat Örgütü’nün başına geçirilmiştir. Kısa zamanda kurduğu ekibine tanınmış tüccarların, paşaların özel hayatlarını izlettirmeye başlamış ve toplattığı dedikoduları rapor haline getirmiştir. Kısacası, ingiliz derin devletinin üyeleri tarafından kurulmuş olan ilk Osmanlı istihbarat teşkilatının başına, ingiliz derin devletinin ajanlarından biri getirilmiştir.117
Canning döneminde ingiliz vatandaşı William Churchill, Osmanlı Devleti içinde ilk özel gazeteyi çıkarmaya başlamıştır. Serbest piyasayı savunan Ceride-i Havadis, Osmanlı ekonomisinin ingiliz etkisi altına girmesini sağlayacak politikaları savunmuştur. Canning, 1820 yılında henüz 34 yaşında iken Privy Council üyeliğine seçilmiştir. Canning’in, Yunan isyanı sırasındaki aktif rolü sebebiyle, bir dönem Yunan Kralı ilan edilmesi bile düşünülmüştür. Osmanlı-Mısır donanmasının ateşe verildiği Navarin Deniz Muharabesi’nde, ingiliz ve Rus donanmalarının birlikte hareket etmesini sağlamıştır. 1851’deki Kırım Savaşı öncesinde Canning, Osmanlı yöneticilerini Rusya ile barış şartlarını kabul etmemeye ikna etmiştir. ingiliz Başbakanı William Gladstone, Türklerin Avrupa topraklarından sürülmesi gerektiğini anlattığı Bulgar Dehşeti ve Doğu Sorunu raporunu, Stratford Canning’e ithaf etmiştir.
Canning, Osmanlı’da kötülüğün kaynağının islam dini olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir (Yüce dinimizi tenzih ederiz). islam dininin adaletsizliğin ve zayıflığın temeli olduğunu iddia eden Canning’e göre, Osmanlı’nın gelişmesi ve zenginleşmesi için islam’dan uzaklaşması gerekmektedir. -
107.
0Richard CobdenTümünü Göster
ingiliz siyasetçi Richard Cobden, Türkiye ziyareti dönüşü Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada, Osmanlı imparatorluğu’nun bağımsızlığının ve bütünlüğünün korunmasının imkansız olduğunu savunmuştur. ingiltere’nin kendine müttefik olarak her geçen gün yok olmakta olduğunu iddia ettiği Müslümanlığı değil, imparatorluğun Hristiyan vatandaşlarını kabul etmesinin akılcı olacağını iddia etmiştir. Cobden’in Avam Kamarası’ndaki sözleri şöyledir:
muhafazidizm [islam dinini ve Sevgili Peygamberimiz (sav)’i tenzih ederiz] kesin olarak sürdürülemez. Bu ülkenin insanlarının, bu yok olmakta olan inancı korumak için mücadele vermelerinden sadece üzüntü duyarım. Türkiye’yi Avrupa haritasında tutabilirsiniz. Hatta ülkenin adını Türkiye olarak kullanmaya devam edebilirsiniz. Ama muhafazidi (islami) bir iktidarı koruyabileceğinizi hiçbir zaman aklınıza bile getirmeyin.118
Bugün Richard Cobden’in ölümünün üzerinden 150 yıl geçmiştir. Fakat onun beklentilerinin aksine Anadolu toprakları milyonlarca Müslümanın yuvasıdır. Müslümanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Ezanlar hiç susmamıştır, hiç susmayacaktır. Camiler Müslümanlar tarafından imanla ve sevgiyle doldurulmaktadır. Dolayısıyla, ingiliz derin devletinin geçmişten beri süregelen en büyük arzusu gerçekleşmemiştir ve gerçekleşmesi imkansızdır. ingiliz derin devletinin bugün bu yönde gösterdiği çabalar boşa gidecek, islam ile yoğurulmuş topraklar, büyük ve barış dolu bir islam Birliği ile taçlanacaktır.
Allah, suçlu-günahkarlar istemese de, hakkı (hak olarak) Kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir. (Yunus Suresi, 82)
Winston Churchill
ingiltere’de içişleri Bakanı, Donanma Bakanı, Savaş Bakanı, Maliye Bakanı, Dışişleri Bakanı ve son olarak da Başbakan olarak görev yapan Winston Churchill, islam dini ve Müslümanlar hakkında defalarca iftiraya varan ifadeler kullanmıştır. ingiliz derin devletinin oldukça tanınmış bir üyesi olan Churchill’in bakış açısını ve ingiliz derin devletinin islam düşmanlığını daha iyi anlayabilmek için bu sözlerin bilinmesi önemlidir. Churchill’in sözlerinden bazıları şunlardır: [Burada geçen tüm ifadelerden yüce dinimiz islam’ı ve Sevgili Peygamberimiz (sav)’i tenzih ederiz]
muhafazidi dine mensup her kadın; çocuk, eş ya da kapatma olarak bir erkeğin mutlak malı konumundadır. islam bir güç olarak kaldığı sürece köleliğin yeryüzünden yok olması mümkün değildir.
Müslümanlar birey olarak mükemmel özellikler gösterebilirler ama dinin etkisi inananların sosyal gelişimini felç etmektedir. Dünya üzerinde daha yozlaştırıcı ve geri bırakıcı bir güç yoktur.
muhafazidilik yok olmakta olan bir inanç değildir. Aksine militan ve yayılmacı bir inanç sistemidir. Orta Afrika’da geniş bir alana yayılmıştır. Her aşamada korkusuz savaşçılar yetiştirmektedir.
Fakat islam, bilim karşısında bocalamaktadır. Modern Avrupa medeniyetinin Roma imparatorluğu gibi yıkılmasını engelleyen Hristiyanlığın ayrıcalığı, islam’ın aksine gücünü bilimden almasıdır.119
Lord Cromer
1883-1907 yılları arasında sömürge Mısır’ında ingiliz Yüksek Komiserliği yapan Evelyn Baring ya da diğer adıyla Lord Cromer’e ait şu sözler ingiliz emperyalizminin Müslüman dünyasına hükmetme sevdasını gözler önüne sermektedir:
Hindistan Müslümanları, Avrupa’daki Türk hakimiyetinin çökmesi sonucunda, ingiltere merkezli olarak yeni bir düzenin yükseldiğini fark etmelidirler.120 -
108.
0Lord Cromer’in islam’a ve Müslüman Toplumlara Bakış AçısıTümünü Göster
Lord Cromer, 19. yüzyılda dünyayı en vahşi yöntemlerle sömürge haline getiren ingiliz derin devleti yöneticilerinin çirkin bir örneğidir. Kendisinin, üstün ırkın temsilcisi olduğuna inanan, Darwinist, kibirli ve ırkçı bir adamdır. Müslüman dünyasını yerle bir eden zihniyeti tanımak adına Cromer’in bakış açısını kendi sözleri ile anlatalım (islam’a yönelik ifadelerden yüce dinimizi tenzih ederiz):
ingiliz derin devletinin, Mısır’ın kendini islam’a göre yönetmesine izin vermeyeceği
Avrupa’nın, Mısır’da tamamen Müslüman ilkelerinde, gerici bir hükümetin kurulmasına öylece seyirci kalacağını sanmak mantık dışıdır. Mevzubahis maddi çıkarlar bunun için fazla önemlidir. Yeni kuşak Mısır halkı, Batı uygarlığının gerçek ruhunu özümsemeye ikna edilmeli veya zorlanmalıdır.
Kadın haklarına gerçek bakış açısı
Lord Cromer, Müslümanlara kadın hakları konusunda ders verirken, kendisi ingiliz kadınlarına oy kullanma hakkı verilmesine karşı kampanya yürüten ve zamanında başkanlığını da yaptığı B.K. “Kadınların Oy Kullanması Karşıtı Erkekler Derneğinin” bir üyesiydi.
Lord Cromer, Mısır’ın “özerkliği” ile neyi kastettiğini şöyle açıklamıştır:
Avrupalıların, Mısır’ın özerk yönetiminden bahsederken genel olarak neyi kastettiğini ele alalım. Eğer kastettikleri şey Mısır halkının kendini, kendi kaba anlayışlarına göre yönetmesine izin verilmesi olsaydı, onları özyönetim sanatında eğitme vazifesi oldukça kolay olurdu. Hatta böyle bir vazifeye girişilmesini gerektirecek bir ihtiyaç olmazdı. Avrupalıların, Mısır’ın özyönetiminden kastettikleri şey, Mısır halkının, kendi ıslah edilmemiş eğilimlerinin peşinden gitmelerine müsaade edilmeden, yalnızca Avrupalıların uygun gördüğü yönetim şekli ile kendilerini yönetmelerine izin verilmesidir.
ingilizlerin, laik ‘Müslümanlardan’ oluşan yeni bir elit iktidar sınıfı yaratması
işin aslı şudur ki, Mısırlı bir Müslüman genç, Avrupai eğitimin çarkından geçerek islamcı görüşünü yitirir… Mısır toplumu bir değişim içerisinde olduğundan, bu sürecin doğal bir sonucu olarak, pek çoğu hem Müslümanlıktan uzaklaştırılmış, hem de içi boş Avrupai bireyler ortaya çıkmıştır.
Avrupa uygarlığının Mısır’a getirilmesi konusunu ele alırken şu unutulmamalıdır ki, islam asla ıslah edilemez; diğer bir değişle, ıslah edilmiş islam, islam olmaktan çıkar; artık başka bir şeydir.
ingiliz eğitiminden geçmiş ‘Müslümanların’ islam’ı ve alimleri hor görmeleri
Avrupalılaştırılmış Mısırlı, çoğu durumda yalnızca ismen bir Müslüman’dır. Anlayışlı bir Avrupalı, “Âlim’e”, yalnızca kadim bir inancın, hürmeti fazlasıyla hak eden bir temsilcisi olduğu için ilgi duymaz; her ne kadar dini Hristiyanlık olmasa da, dindar bir şahıs olduğu için yakınlık duyar. Öte yandan Avrupalılaştırılmış Mısırlı, “Âlim’e” sonradan görme bir aydının sahip olduğu tüm o kibirle yaklaşacaktır. Deneyimsel bilgisinin getirdiği üstünlük hissiyle, “Âlim’i”, katlanılması gereken ve hatta zaman zaman politik amaçlar doğrultusunda istifade edilebilecek, ancak saygı duyulmayı hak etmeyen, sosyal bir harabe olarak görecektir.
Yeni ‘Müslümanların’ Hristiyanlara olan tahammülsüzlüğü
Her ne kadar Avrupalılaştırılmış Mısırlı tam anlamıyla bir Müslüman olmasa da, çoğunlukla Hristiyanlara karşı Avrupai eğitim almamış gelenekçi bir Müslüman kadar, hatta bazen daha da fazla tahammülsüz olur. Hristiyanlara karşı sıklıkla büyük bir nefret besler ve bunun sebebi kısmen, temas kurmuş olduğu Hristiyanların birçoğunun nefret edilmeyi hak ettiğini düşünmesi, kısmen de Avrupalılaştırılmış Mısırlının, Hristiyan’ı, kendinin sahip olması gerektiğini düşündüğü mevkileri, Avrupalılık sıfatı dolayısı ile elinde bulunduran bir rakip olarak görmesidir.
1.. Abdullah Al Andalusi, “Lord Cromer on the British Colonial Project for Egypt”, Abdullah Al Andalusi, 23.12.2013, https://abdullahalandalus...lonial-project-for-egypt/ -
109.
0Tarihten Alınacak Ders
Yukarıda adı geçen kişiler bilgisiz, cahil ya da kandırılmış kişiler değildir. Bu kişiler, ingiliz derin devleti tarafından itina ile seçilmiş, yıllarca Türkler arasında yaşamış, Anadolu’yu bir uçtan bir uca dolaşmış, Türk insanından hürmet, saygı ve dostluk görmüş, fakat buna rağmen ingiltere’ye döndüklerinde Türk ve Müslüman düşmanlığının bayraktarlığını yapmışlardır. Burada alıntı yaptığımız kişiler, ingiliz derin devletinin Müslüman ve Osmanlı düşmanlığını temsil eden kişilerin sadece küçük bir kısmıdır. ingiliz derin devletinin bankacıları, bilim adamları, gazetecileri, politikacıları, askerleri, diplomatları ve akademisyenleri 200 yıl boyunca topyekûn bir saldırı yapmışlardır. ingiliz derin devletinin hakimiyet alanının büyük bir kısmını, bu vasıflarla Osmanlı topraklarına girmeye hak kazanan ajan provokatörler sağlamıştır. Osmanlı’nın dağılma sebeplerinden en büyüğü, söz konusu ajan provokatörlerin yaptığı provokasyonlar ve kullandıkları münafıklardır.
ingiliz derin devletinin islam dinini hedef alan bu sinsi politikası, Osmanlı yıkılana kadar devam etmiştir. Aynı politika, hala Türkiye ve Ortadoğu için aktif olarak kullanılmaktadır. Bir kısım ajan provokatörler bu konuda hala görev başındadırlar ve söz konusu ülkelerde kullandıkları münafıklar ve yancılar yoluyla, halen bu propagandayı yaygınlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu sinsi plana karşı kurulacak en büyük set, Müslümanların ittifak ettiği güçlü bir islam Birliği’dir. Müslümanlar topyekûn bir sevgi birliği içinde olduklarında, hiçbir hain planın bu coğrafyada etkili olma imkanı yoktur. ingiliz derin devleti, işte bu sırrı çok iyi bilmektedir. Tarih boyunca islam, işte bu nedenle derin güçler tarafından daima hedeftedir.
Şüphesiz Allah, Kendi yolunda,
sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.
(Saff Suresi, 4) -
110.
019. Yüzyılda ingiliz Derin Devletinin Sesi, The Times GazetesiTümünü Göster
“The Times Gazetesi, dünyanın en büyük güçlerinden biridir. Aslında ondan daha büyük bir güce sahip hiçbir şey bilmiyorum.” ABD Eski Başkanı Abraham Lincoln
19. yüzyıl, basının dünya politikaları üzerindeki etkisinin zirve yapmaya başladığı bir dönemdir. ingiltere de bu etkiden nasibini almıştır. The Times Gazetesi, bu dönemde basılan yüzlerce farklı gazetenin önünde yer almıştır. ingiliz derin devleti, kamuoyu görüşlerini ve siyasi kararları bu gazete üzerinden şekillendirmiştir.
The Times Gazetesi, başlangıcından itibaren bilgiye ulaşma hızı ile öne çıkmıştır. Uluslararası birçok gelişme, ingiliz Hükümeti’nin resmi kanallarından kimi zaman 48 saat önce The Times Gazetesi’nde yer almıştır. Dönemin Adalet Bakanı Lord Lyndhurst, The Times Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Thomas Barnes’ı “ülkedeki en güçlü insan” olarak nitelendirmiştir. Bunun ana sebebi The Times Gazetesi’nin 1855 yılında ulaştığı günlük 70 binlik tirajdır. Bu rakam, dönemin Londra’sında basılan tüm gazetelerin topldıbının 3 mislidir.
The Times’in uluslararası haber ağı, gazeteyi tüm Avrupa’nın en önemli gazetesi haline getirmiştir. Avrupa’nın dört bir yanındaki devlet adamları gelişmeleri bu gazeteden takip etmeye başlamışlardır. Fransız Başbakanı Francois Guizot, The Times Gazetesi ile defalarca açık tartışmalara girmiştir. Rus Çarı I. Nikola, ingiltere’nin ültimatomunu resmi kuryeden önce The Times Gazetesi’nden öğrenmiştir. Gazetenin 21 Haziran 1861’deki sayısı 24 sayfadır. 144 kolon yazı vardır ve 4 bin reklam verilmiştir. Osmanlı’nın büyük toprak kayıplarına sebep olan Berlin Anlaşması’nın 64 maddesinin 57’si daha imzalanmadan, The Times Gazetesi’nde yayınlanmıştır.
The Times Gazetesi, 100 yıl boyunca Osmanlı’da çıkan tüm ayaklanmaları desteklemiştir. Her uluslararası sorunda, Türk düşmanı ve Osmanlı karşıtı bir tutum izlemiştir. ileriki sayfalarda Bulgaristan ayaklanması konusunda, The Times Gazetesi’nin o dönemdeki kışkırtıcı tutumunu detayları ile inceleyeceğiz.
Günümüze ait kısa bir not düşelim: The Times Gazetesi’nin bugünkü sahibi Robert Murdoch’tur. Murdoch, Fransa’daki Charlie Hebdo saldırısından sonra sosyal medyada yazdığı, “Müslümanların çoğunluğu barışsever olabilir ama içlerinde büyüyen cihatçı kanserin farkına varıp onu ortadan kaldırılana dek onlar da sorumlu sayılmalıdır” mesajı ile islam dünyasından tepki almıştır. Gezi Olayları sırasında Türkiye karşıtı görüşleri ile tanınan yazar Claire Berlinski tarafından kaleme alınan ve The Times’da yayınlanan ilanda, Türk Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nazilere ve Hitler’e benzetilirken; milli iradeye saygı mitingleri için Nazilerin Nürnberg mitingi ifadesi kullanılmıştır. (Söz konusu ithamlardan, değerli Hükümetimizi ve Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ı tenzih ederiz)
1. ‘So-called Celebs, Who Signed the Times Gezi Letter Were ‘Deceived’: PM Erdoğan’, Hürriyet Daily News, 26.07.2013, http://www.hurriyetdailyn...D=51487&NewsCatID=338 -
111.
03. Bölüm: OSMANLI’NIN YIKILIŞ NEDENLERi
7. Darbeler
Son 200 yıl içinde dünya üzerindeki birçok darbede, ingiliz derin devletinin izleri vardır. Bu karanlık yapı, darbe ile yönetimleri değiştirerek kendi politikasının uygulanmasını, hızlı, sessiz ve masrafsız olarak elde eder. Darbeciler kimseye hesap vermek zorunda olmayan, kibirli ve çoğu zaman kolay yönlendirilen kişilerdir. Küçük bir menfaate tamah etmişler ve ingiliz derin devletinin oyununa gelmişlerdir. Geldikleri makamı hak etmemektedirler. Onları iktidara getiren unsur, bilgi, beceri ya da tecrübeleri değil; şiddet ve silahtır. Darbe dönemleri ara rejimler dir; dolayısıyla, böyle zamanlarda alınan kararların sorumlusu belli değildir. Tüm rezillikler bir ya da birkaç darbecinin üzerine yıkılır. Bu sayede başta ingiliz derin devleti olmak üzere asıl failler, tüm suçlardan elleri tertemiz kurtulurlar.
Osmanlı imparatorluğu söz konusu olduğunda da böyle olmuştur. Osmanlı imparatorluğu, çöküş dönemine geldiğinde, gerçekte 500 yılık bir devlet tecrübesine sahiptir. Askeriyede, ekonomide, eğitimde kısaca devlet yönetiminin her başlığında oturmuş bir sistem hakimdir. ingiliz derin devleti, böyle güçlü bir yapıyı hızlıca yıkabilmek için, darbe dönemlerinde olduğu gibi ara rejimlere ihtiyaç duymuştur. Faili belli olmayan, usulsüz uygulamalarla dolu bu ara rejimler, imparatorluğu yıkıma yaklaştırmak isteyen güçlere istedikleri ortamı vermiştir. işte bu nedenle, dünyadaki pek çok darbede olduğu gibi, Osmanlı’daki darbeleri incelerken de, arkadaki itici gücün ingiliz derin devleti olduğunu iyi analiz etmek gerekmektedir. -
112.
0Tüm Darbelerin Anası: 1876 DarbesiTümünü Göster
Türk tarihindeki ilk modern darbe, 1876’da Sultan Abdülaziz’i deviren darbe olarak kabul edilir. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin Başkanı Mithat Paşa, Serasker (Genelkurmay Başkanı) Hüseyin Avni Paşa, Harbiye Komutanı Süleyman Paşa’dan oluşan cunta, Sultan’ı tahttan indirip yerine V. Murat’ı geçirirler. Darbe, Cumhuriyet döneminde de birçok kez göreceğimiz gibi, Harbiye öğrencileri kullanılarak yapılır. Darbeden 10 gün sonra Sultan Abdülaziz, intihar süsü verilerek şehit edilir.
Tarihçiler, darbe öncesinde Mithat Paşa’nın Avrupa basınında sürekli olarak abartılı bir şekilde övüldüğünü ve ingilizler tarafından şımartıldığını yazar. Darbe sonrası Mithat Paşa sadrazam olunca, ingilizlerle birlikte istanbul’da, detaylarını daha önce açıkladığımız “Tersane Konferansı”nı toplamıştır. Bu konferans, Mithat Paşa’nın Osmanlı’yı Ruslarla savaşa sürüklediği ve ingiliz derin devleti telkinleriyle Osmanlı’nın yıkılışını hızlandırdığı bir dönüm noktası olmuştur.
93 Harbi sonrası Karadağ, Sırbistan, Romanya bağımsız olmuştur. Bulgaristan ve Bosna-Hersek özerk hale gelmiştir. Rusya, Doğu Anadolu’da bazı illeri ele geçirmiş ve Kafkasya, Rus nüfuzuna girmiştir. Bunların sonucunda Kafkaslardan ve Balkanlardan 1.5 milyon Müslüman göç etmek zorunda kalmış ve Osmanlı Devleti, 150 bin kayıp vermiştir. ingiltere, savaş sonrası Rusya’ya karşı Osmanlı’yı koruma adı altında Kıbrıs’ı almış ve Anadolu Hristiyanlarının hamisi olmasını sağlayacak bir anlaşma imzalamıştır. ingiliz kontrolündeki darbe sonrası Osmanlı, büyük bir toprak kaybı yaşamış ve ilk parçalanma böyle başlamıştır.
Darbeler ve Osmanlı Toprak Kayıpları
Osmanlı’da gerçekleşen darbeler ile toprak kayıplarının arasında yakın bir bağ vardır. Genellikle Osmanlı Devleti’nin zayıflatılması, isyanların başlaması ve toprak kayıpları, darbelerin hemen sonrasındaki istikrarsızlık döneminde gerçekleşmiştir. Açıktır ki darbeler, bu toprak kayıplarının gerçekleşmesi için özel olarak planlanmış olaylardır. Osmanlı’da darbeler sonrasında toprak kayıpları şu şekilde gerçekleşmiştir:
◉ 1808 Yeniçeri ayaklanması ile III. Selim tahttan indirilmiş yerine IV. Mustafa gelmiştir. Bu ayaklanmayı kışkırtan ingiliz hayranı ve ingiliz lakabıyla bilinen Mahmut Raif Paşa’dır. Ardından gelen Osmanlı-Rus Savaşı kaybedilmiş, Sırbistan özerk olduğu gibi bazı topraklar da kaybedilmiştir.
◉ 9 Haziran 1908’de ingiliz Kralı 8. Edward ve Rus Çarı 2. Nikola’nın Reval’de anlaşmasının ardından, ittihat ve Terakki Cemiyeti, kansız bir darbe ile Sultan Abdülhamit’e 2. Meşrutiyeti ilan ettirmiştir. Ardından ingiliz Büyükelçiliği’nde tercüman olarak görev yapan casus Gerald Fitzmaurice’in organizasyonuyla 31 Mart Ayaklanması ve askeri darbe gelir. Darbe sonrası Avusturya-Macaristan Bosna-Hersek’i, italya ise Libya, Rodos ve 12 Ada’yı işgal etmiştir. Arnavutluk bağımsızlığını ilan ederken, Yunanistan Selanik, Girit ve Yanya’yı, Bulgaristan Kavala ve Dedeağaç’ı işgal etmiştir. Böylelikle Avrupa’da Osmanlı egemenliği de sona ermiştir.
◉ 23 Ocak 1913’te ittihat ve Terakki Cemiyeti ve Enver ile Talat Paşalar, Bab-ı Ali’yi basıp askeri bir darbe ile hükümeti devirmişlerdir. Silah zoruyla Talat Paşa’yı sadrazam yapmış ve bu ikili, Osmanlı Devleti’ni I. Dünya Savaşı’na sokmuştur. Savaşın sonucu, Osmanlı imparatorluğu’nun sonunu getirmiş ve tüm Arap toprakları elden çıkmıştır.
Açıkça görüldüğü üzere Osmanlı tarihindeki tüm darbeler oldukça yıkıcı olmuş ve her birinde ingiliz derin devletinin ajanları kullanılmıştır. Her bir darbe, ingiliz derin devleti tarafından ince ince planlanmış ve sonucunda gerçekleşecek savaşlar ve toprak paylaşımları çok önceden belirlenmiştir. ingiliz derin devleti, darbeleri gerçekleştiren kendi yancılarını, bu savaşlara önayak olmaları için teşvik etmiştir. Sıkıntılı darbe dönemlerinde gerçekleşecek savaşların, imparatorluğu daha fazla parçalayacağını gayet iyi bilmektedir. Sinsi plan buna uygun yapılmıştır. -
113.
0Türk-Rus Yakınlaşması ve DarbelerTümünü Göster
Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinin normalleşmesi ve ardından yaşanan 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte Türk ve Rus hükümetleri bir ittifak arayışına girmişlerdir. Her iki ülke, başta Karadeniz ve Suriye olmak üzere bölge sorunlarında ortak stratejiler geliştirmeye başlamıştır.
Bölge sorunlarına ancak bölge insanlarının cevap bulabileceğini öngören bu ittifak, dünyanın özlemini çekmekte olduğu barış ortdıbını sağlayabilecek değerli bir adımdır. Rus ve Türk milletlerinin yakınlaşmasında bu bir ilk değildir. iki devlet 1833’deki Hünkâr iskelesi Antlaşması ile ortak savunma ittifakı imzalamışlardır. Sultan II. Mahmut ve Rus Çarı 1. Nikola’nın bu antlaşmayı gerçekleştirmelerinin amacı, üçüncü ülkelerin (özellikle ingiltere’nin) oyunlarını durdurabilmekti. Antlaşmaya göre taraflardan birisi askeri yardım isterse diğeri müttefikine yardım edecekti. Antlaşmanın gizli maddesiyle de, Rusya’nın Batılı bir devletle savaşa girmesi halinde Osmanlı Devleti’nin, Rusya’yla savaşan devletin gemilerine Çanakkale Boğazı’nı kapatması ve Rus gemilerinin boğazlardan serbestçe geçmesine izin vermesi kararlaştırılmıştır.
Ancak, antlaşma gizli olmasına rağmen Avrupalı devletler, ingiliz Büyükelçisi Ponsonby sayesinde anlaşmanın detaylarına ulaşmayı başarmış ve çeşitli savaş tehditleri sonucunda bu anlaşmayı, 1840’taki Londra Antlaşması ile ortadan kaldırmışlardır.
Rusya ile Osmanlı’nın yakınlaşmasına bir örnek de Abdülaziz dönemidir. II. Mahmut’un oğlu Sultan Abdülaziz de, Rusya’yı yakın bir dost ve müttefik olarak görmüş ve bir kez daha yakınlaşma dönemi başlamıştır. istanbul’daki Rus Büyükelçisi Ignatyev bu dostluğun aracısı olmuştur. Ancak bu yakınlaşma sonunda da ingiliz yanlısı bir cunta darbe yapıp Sultan Abdülaziz’i devirmiştir. iktidara gelen hükümetten Mithat Paşa, ingiliz Said Paşa ve yeni Sultan II. Abdülhamit’in ingiliz yanlısı politikaları sonucunda Osmanlı Devleti ve Rusya savaşa girmiş ve savaş sona erdiğinde 250 bin kişi hayatını kaybetmiştir.
Buna benzer olaylar, 18 ve 19. yüzyıldaki toplam 6 savaşta da devam etti. ingilizlerin başını çektiği Avrupa devletleri kimi zaman Osmanlı’nın yanında Ruslarla, kimi zaman da Rusların yanında Osmanlı ile savaştılar. Ama iki devletin aynı ittifakta olmasını daima engellediler.
Savaşları kışkırtan, tahrik ve provoke eden ingiliz derin devleti, kimi zaman barış antlaşmalarının da arabulucusu oldu. Fakat bu barış antlaşmalarında da daima tek kazanan ingiliz derin devleti idi. Masumlar can verdi, şehirler yıkıldı. Nihayetinde ise Osmanlı ve Rusya gibi iki büyük imparatorluk, ingiliz derin devletinin oyunları sonucunda tarih sahnesinden çekildiler.
20. yüzyılda da Türkler, kuzey komşu Rusya’dan hep dostluk görmüşlerdir. Sykes-Picot Antlaşması’nı ortaya çıkaran Ruslardı. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sırasında Rusya’dan silah ve para yardımı aldı. Hatta bu desteğe teşekkür amacıyla Taksim Anıtı’na iki ünlü Rus asker General Frunze ve Mareşal Voroshilov eklendi. Yine Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen birçok sanayi hamlesinin arkasında Rus desteği vardı. Bu dostluk, savaştan yıkık çıkan Anadolu’nun yeniden refaha kavuşmasını hızlandırdı. Ne var ki, tarihte yaşananların bir benzeri, genç Cumhuriyetimizin de başına geldi. Türkiye, ne zaman Rusya ile yakınlaşmaya başlasa, ingiliz derin devletinin planladığı iç karışıklıklara ve ardından gelen askeri darbelere maruz kaldı. Rus ve Türk milletlerinin dostluğu, ingiliz derin devletini her zaman tedirgin etmişti.
21. yüzyılda Sayın Erdoğan ve Sayın Putin’in liderliğiyle iki ülke ticari, ekonomik ve siyasi olarak adı konmamış bir ittifak yaşamaya başladılar. Mega projeler ardı ardına açıklandı. Ortak şirketler ve dostluklar kuruldu. Rus ve Türk halkları dost ve kardeş olmanın konforunu sürdüler. Kasım 2015’te Rus savaş uçağının düşürülmesi, kuşkusuz ki beklenmedik bir olaydı. Bu olayın, ingiliz derin devletinin kullandığı yancılar tarafından gerçekleştirildiği de kısa bir süre sonra ortaya çıktı.
Bu süre içinde, iki ülkenin dostluklarını sürdürmesi, kışkırtma ve provokasyonlara aldanmamaları ve mutlaka ittifaklarını devam ettirmeleri konusundaki desteklerimiz ve gösterdiğimiz çabalar önemli sonuçlar verdi. Bu çabalara duyarlılık gösteren iki ülkenin sağduyulu liderleri, ittifaklarını daha da güçlendirerek ingiliz derin devletinin oyununu bozdular.
Şu an elimizdeki en büyük avantaj ise, kirli oyunların kurucusunun ingiliz derin devleti olduğunu biliyor olmamız. Üst aklın bilinmesi, iki büyük devlet üzerinde oynanacak oyunları tümüyle geçersiz ve etkisiz kılacaktır.
Şu gerçek unutulmamalıdır ki, tarihte büyük medeniyetler kurmuş imparatorluklar hiçbir zaman tam anlamıyla yok olmazlar. Nitekim bugün, iki devlet de bölgelerinde hala büyük bir güç ve etki sahibidir. Kaldı ki, Rus Devleti birçok islam ülkesinden daha fazla Müslümana ev sahipliği yapmaktadır. 20 milyonluk Müslüman nüfus, her iki ülkenin ortak kardeşlerinden oluşmaktadır. Bu muazzam potansiyel göz önüne alındığında kaynayan bölgelere barışı getirebilecek büyük güçlerden birinin, Rus-Türk ittifakı olduğu anlaşılmaktadır. Bu ittifak, işte bu nedenle, savaşlardan beslenen mihrakların sürekli olarak hedefi konumundadır. Bizlere, yani 230 milyon Rus ve Türk’e düşen ise, var gücümüzle ortak mücadelemize sahip çıkmak ve aramızdaki birliği artırmak için çalışmaktır. -
114.
0Rez panpa
-
115.
03. Bölüm: OSMANLI’NIN YIKILIŞ NEDENLERi
8. Osmanlı Ordusunun “ingiliz” Paşaları
ingilizlere verilen imtiyazlar ve ingilizlerin destekçisi olan yönetimler, Osmanlı’nın sadece ticaret alanında değil, askeri ve siyasal alanda da ingilizlere körü körüne güvenmelerini beraberinde getirmiştir. ingiliz derin devletinin sinsi taktiklerle, dost gibi görünerek devletlere ve liderlere yaklaştığını daha önce belirtmiştik. Osmanlı’nın son döneminde bu taktik neredeyse her alanda kendini göstermiş, Osmanlı, dost gibi görünen ingiliz derin devletinin telkinleriyle savaşlara girmiş, yine aynı telkinlerle kendi yıkımını hazırlayacak anlaşmalara imza atmış ve bu telkinlerle ingiliz derin devletinin adamlarını kendi bünyesine almıştır. Osmanlı’nın son döneminde, ordunun ve donanmanın büyük ölçüde ingiliz paşaların denetimine bırakılması bu pervasızlığın boyutlarını açıkça göstermektedir.
19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı ordusunda birçok ingiliz subayın görev aldığını ve bunların büyük bir kısmının paşa rütbesine ulaştıklarını görmekteyiz. “Ordunun modernleşmesi ve askerin eğitimi” bahaneleriyle bu görevlere getirilen söz konusu askerlerin birçoğu, son dönemde pek çok savaşın Osmanlı aleyhine sonuçlanmasında rol oynamışlardır. Osmanlı’ya hizmet etmesi beklenen bu subaylar, aslında ingiliz derin devletinin ajanlarından başka bir şey değildirler. -
116.
0Osmanlı’nın ingiliz SubaylarıTümünü Göster
Hobart Paşa
Hobart Paşa ya da gerçek adıyla Augustus Charles Hobart-Hampden, uzun yıllar ingiliz Kraliyet Donanması’nda görev yapmış bir denizcidir. Brezilya açıklarında köle ticareti bölgesini koruyan gemileri kullanmıştır. ingiliz donanmasından emekli olunca, bir dönem Amerikan iç Savaşı’na dahil olarak, güneylilere ingiliz üretimi silah satıp karşılığında ucuz pamuk alan gemileri kumanda etmiştir. Amerikan iç Savaşı’nın ardından Osmanlı donanmasına katılmış ve tümamiral rütbesi ile donanmanın başına geçmiştir.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı veya 93 Harbi sırasında Osmanlı donanmasının başında Hobart Paşa vardır. Savaşta, Rusların Osmanlı’ya kara saldırısını engelleyebilecek tek nokta Romanya’da Tuna Nehri bölgesidir. Osmanlı donanması, Romanya’daki Siret Nehri üzerinde Rus ordusunun geçişini engelleyebilecek güçtedir. Fakat Hobart Paşa komutasındaki gemilerimiz, nehri ele geçirme konusunda geç kalmışlardır. Nehrin başındaki 4 gemi kritik noktalara gelene kadar 4-5 gün vakit kaybetmiş, bu sayede de Rus ordusu nehri kolayca geçmiştir. Sırp ve Karadağ ordularını yenip Balkanları ele geçirmek üzere olan Osmanlı ordusu arkadan vurulmuştur. Böylelikle, Rus ordusunun istanbul Yeşilköy önüne kadar gelmesini engelleyecek hiçbir kuvvet kalmamıştır.
Hobart Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, Rus donanmasından oldukça güçlüdür. Fakat donanma, Balkanların savunmasını sağlayacak hiçbir görevde kullanılmamıştır. Hobart Paşa, gemileri Batı Karadeniz’den Kafkaslar tarafına çekmiş ve Balkanlar’daki kara ordularını desteksiz bırakmıştır. Savaş sonucunda Osmanlı, hem Balkanları hem de Kafkasya’yı kaybetmiştir.
93 Harbi’nin kaybedilmesinde rol oynayan Hobart Paşa’nın büyük abisi Lord Henry Hobart, aynı dönemde Osmanlı Bankası Türkiye Genel Direktörüdür. Daha sonra da, Osmanlı’ya ekonomik iflası getiren Düyun-u Umumiye’de görev alır.
Arnold Burrowes Kemball
93 Harbi sırasında, Osmanlı ordusunun Balkan kuvvetlerinin başında, Abdülkerim Nadir Paşa bulunmaktadır. Ruslar, Tuna Nehri’ni problemsiz geçtikten sonra Ziştovi ve Niğbolu’ya taarruz etmişlerdir. Her iki muharebeyi kolayca kazanmışlardır. Balkan ana ordusu, henüz bölgeye gelemediği için Türk orduları sayıca çok yetersiz kalmıştır. Sadece bir hafta içinde iki muharebe kaybedilmiştir.
Bu muharebeleri kaybeden Abdülkerim Paşa’nın kurmay heyeti arasında, ingiliz General Arnold Kemball da vardır. Kemball, daha önce ingiliz ordusundayken Afgan savaşlarında Müslümanlara karşı savaşmıştır.
Valentine Baker ya da Baker Paşa
Valentine Baker, tecavüz suçundan dolayı ingiliz ordusundan atılmış bir suçludur. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Mehmet Ali Paşa’nın kurmay kadrosunda, tuğgeneral olarak görev almıştır. Mehmet Ali Paşa, daha sonra Müslüman olan ve Osmanlı vatandaşlığına geçen Ludwig Karl Friedrich Detroit isimli bir Almandır. Valentine Baker komutasındaki birlikler Taşkesen Köyü bölgesinden geri çekilirken korkudan yaralılarını geride bırakmışlardır. Bulgar köylüleri, geride kalanların tamdıbını öldürmüşlerdir. Bunun üzerine Baker Paşa da bir kısım askerlerini geri gönderip civardaki tüm köyleri ateşe vermiştir.
Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Baker, tekrar ingiliz ordusuna dönmüş ve ingilizlerin işgal ettiği Mısır’da yeni kurulan polis teşkilatının başına geçerek, jandarma birliklerinin eğitimini üstlenmiştir.
Douglas Gamble ve Hugh Pigot Williams
Douglas Gamble, I. Dünya Savaşı’ndan 5 sene önce, Osmanlı donanmasına müşavir olarak alınmış ve 6. Filonun başına geçmiştir. Amaç, sözde “donanmanın yenilenmesi”dir. Gamble, Osmanlı ordusuna gelmeden önce ingiliz donanmasında askeri istihbaratta çalışmıştır. Bir sene sonunda ise ülkesine dönerek ingiliz donanmasında Türklere karşı savaşmıştır.
Douglas Gamble’ın yerine ingiliz Amiral Hugh Pigot Williams müşavir olarak alınır. 8 ay sonra ülkesine dönen Williams, bir kez daha Osmanlı karasularına geldiğinde, Çanakkale Savaşı’na katılan irresistable gemisinin kaptanıdır ve Osmanlı’ya karşı savaşmıştır. Özetle I. Dünya Savaşı’ndan hemen önce, Türk donanması tamamıyla iki ingiliz subaya teslim edilmiştir.
Adolphus Slade ya da Müşavir Paşa
Adolphus Slade, 30 yıl Kraliyet Donanması’nda görev yaptıktan sonra Osmanlı donanmasına paşa olarak geçmiştir. Müşavir Paşa adını alan Slade, Osmanlı donanmasının içindedir. Bu dönemde, Kırım Savaşı’nda Osmanlı donanması Sinop’ta Ruslar tarafından yakılmış ve 12 gemi batırılmıştır. Bu savaştan tek kurtulan gemi, Slade’in içinde bulunduğu gemidir. Türk donanması böyle bir baskına maruz kalırken, istanbul Boğazı’nın girişindeki sözde müttefikimiz Fransız ve ingiliz gemileri olayı izlemekle yetinmişlerdir.
Daha sonra anılarını kitap haline getiren Slade, yazılarında Türk ve Müslümanlara kin kusmuştur. (Türk milletini ve Müslüman alemini tenzih ederiz) Slade’in bazı sözleri şöyledir:
Slade, Müslüman ve Gayrimüslim tüm Osmanlı tebaasının aralarındaki tüm farklara rağmen ortak bir nitelikleri olduğunu, bunun da “vicdandan tamamen yoksun olmak” olduğunu iddia etmiştir. “Paşası kendisine güvenen konuğunu katleder, kadısı masum bir adamı falakaya yatırır, sarrafı müşterisini dolandırır, hizmetçisi efendisini soyar; hepsi de kendi inancına göre Kuran’a, Tevrat’a ya da incil’e el basarak yemin eder” demiştir.
Osmanlı mahkemelerinde adalet en fazla parayı verene satılmaktadır ve şahitler de her zaman “mollanın” (Kadı’nın) hemen yanı başında vicdanlarını pazarlamak üzere hazır beklemektedirler.
Üç ingiliz saff-ı harp gemisi ve üç firkateyn tüm Osmanlı donanmasına yeter de artar bile.
Baldwin Walker (Yaver Paşa) ve Hain Ahmet Fevzi Paşa
ingiliz Baldwin Walker ya da Yaver Bey, 1838 yılında Osmanlı donanmasına girmiştir. 7 yıl boyunca görev yapmış ve paşa unvanını almıştır. 1840 yılında Ahmet Fevzi Paşa, sudan bir sebepten emrindeki donanmayı Kıbrıs’ta Osmanlı Devleti’ne karşı isyan başlatan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya teslim eder. Bu nedenle tarihte “Hain Ahmet Fevzi Paşa” olarak anılmaktadır.
Gemiler iskenderiye’de demirliyken Yaver Paşa yani Baldwin Baker, Osmanlı savaş kurmaylarını toplar ve tüm donanma ile Mısır’ı kuşattığı takdirde gemileri geri alabileceği iddiasında bulunur. Amaç, Osmanlı gemilerini, başka Osmanlı gemileri ile savaştırıp donanmamızı birbirine kırdırmaktır. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın bir süre sonra gemileri iade etmesiyle kriz sona erer. Yaver Paşa, uzun yıllar Hain Ahmet Fevzi Paşa’nın danışmanlığını yapmıştır.
Felix Woods ya da Woods Paşa
ingiliz Felix Woods ya da Woods Paşa, çoğunluğu II. Abdülhamid döneminde olmak üzere 40 yıldan fazla süre Osmanlı donanmasında görev yapmıştır. Abdülaziz döneminde alınan Osmanlı donanmasının, II. Abdülhamit döneminde Haliç’te çürümesine önayak olmuştur. ingiliz Deniz Kuvvetleri politikasına göre, bir ingiliz subayına, görev yaptığı yabancı ülkede iki yıldan fazla vazife verilmezken, Henry Woods, Osmanlı donanmasında tam 42 yıl çalışmıştır. Woods Paşa’nın büyük masraflarla getirttiği yabancı çarkçı, kaptan ve mühendisler işlerini özellikle Türk personele öğretmemiş ve komutanın yalnızca ingilizlerin elinde olmasını sağlamışlardır. Kendi anılarında Woods, bu sistemi şu şekilde tarif etmiştir:
Yıllarca emek veren Türk makinistleri kolay kolay baş makinistliğe atanmıyordu. Onların yükselme yolunu ingiliz makinistleri tıkamıştı. Özellikle ingiliz makinistlerin bu görevlerinden dolayı özel ayrıcalığı vardı…124
Woods Paşa, aynı zamanda, başkentteki yabancı kilit isimlerle, II. Abdülhamit arasında aracılık yapmıştır. Özellikle ingiliz gazetecileri Padişah’la görüştürmüştür. Padişah ve idare ile ilgili bilgileri el altından ingilizlere sızdırmıştır. -
117.
0Navarin Deniz Savaşı
Navarin Deniz Savaşı, dünya deniz savaşları tarihinin en zalim birkaç savaşından biridir. ingiliz derin devletinin önderliğindeki ingiliz, Fransız ve Rus donanması, Yunanistan’ın güneyindeki Navarin’de demirlemiş olan Türk donanmasına saldırır. Türk donanmasının içinde Mısır’dan yardıma gelen Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın donanması da vardır. Türk donanması, ingiliz derin devletinin yönlendirmesiyle başlamış olan Yunan isyanını bastırmakla meşguldür. Gerçekte ortada ilan edilmiş bir savaş yoktur. ingiliz, Fransız ve Rus donanmaları aniden Türk gemilerine ateş açmaya başlarlar. Gafil yakalanan Osmanlı donanmasında 70 gemi batar ve 3 binden fazla denizcimiz şehit olur. 3 saat içinde Navarin Körfezi ateş ve kana bulanır. Bu savaşın önemli noktalarından biri, Türk donanmasındaki ingiliz ve Fransız denizcilerdir. Baskından bir gün evvel, o dönem Osmanlı adına savaşan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın donanmasındaki Fransız denizciler ve Türk donanmasındaki ingiliz denizciler görevlerini bırakıp karşı tarafa geçmişlerdir. ingilizler ve Fransızlar kendi askerlerini koruma altına almakla kalmamış, Osmanlı’ya ait donanma gemileri tecrübeli gemi kaptanlarından mahrum kalmıştır. Çünkü o dönemde bu önemli görev sadece ingiliz derin devletinin adamlarına ikram edilmiştir. -
118.
0ingiliz Derin Devleti ve HilafetTümünü Göster
17. yüzyıldan itibaren Avrupa devletlerinden bazıları, Portekiz ve ispanya’nın sömürgecilik faaliyetleriyle gittikçe güçlendiklerini görünce, kendi sömürgecilik faaliyetlerini başlattılar. Bunların başında ingiltere gelmekteydi.
ingiltere, daha önce de belirttiğimiz gibi, 1600 yılında Doğu Hindistan Şirketi’ni kurarak ingiliz sömürgeciliğinin ilk ciddi adımını atmıştı. Şirket, Hindistan alt kıtasına yönelerek önce ticaret üsleri kurmaya başladı. Buralardaki varlığını hızla genişleterek koloniler kurdu ve bölgeler ele geçirildi.
19. yüzyıla gelindiğinde ispanya ve Portekiz, sömürgelerini kaybederek dağılma sürecine girdi. Genellikle bağımsızlıklarını kazanarak ispanyol ve Portekiz imparatorluklarından ayrılan Güney Amerika’daki ülkeler de böylece canlı bir pazar olarak ingiltere’ye açıldılar. ingilizler, aynı zamanda Avrupa’da üstünlükle tamamladıkları Napolyon Savaşları’nın (1800-1815) ardından, Doğu’da yeni topraklar elde ettiler.
Artık “kralın tacındaki elmas” olarak nitelenen Hindistan yolunun güvenliği, ingiliz sömürge siyaseti için öncelikli konuma yükselmişti. 1869’da Fransızların Süveyş Kanalı’nı tamamlaması, Hindistan yolunu kısaltırken, güvenliğini daha hassas duruma getirdi. ingiltere, buna göre Kızıldeniz ve Arabistan kıyılarında, Osmanlı’nın itirazlarına rağmen nüfuz alanları oluşturmaya başladı. Aynı şekilde Cebelitarık ve Malta gibi stratejik öneme sahip Kıbrıs Adası, Berlin Kongresi’nde Osmanlı’ya destek olma ve Rusya’nın, Osmanlı’nın Doğu Anadolu’daki topraklarını ele geçirmesi halinde silahlı yardımda bulunma vaatleriyle 1878’de ingiliz denetimine girdi. Uzakdoğu’daki ingiliz etki alanı da benzer gelişmeler sonucunda oluşturuldu.
Bu gelişmeler neticesinde ingiltere, dünya çapında çok geniş coğrafyalarda sömürgeleri olan dev bir imparatorluk haline geldi. Afrika’dan Asya’ya uzanan bu topraklarda milyonlarca Müslüman nüfus bulunuyordu. Dolayısıyla bu nüfusun kontrol altında tutulması ingiltere açısından son derece kritikti. Ancak ingiltere’nin önünde önemli bir tehdit bulunuyordu: Bu topluluklar Müslümanlık bağıyla Halife’ye bağlı idiler. Halife, tüm dünya Müslümanlarının manevi ve siyasi lideriydi. Halife’nin bir sözüyle milyonlarca Müslüman bir araya gelebilir, güçlü bir birlik oluşturulabilirlerdi. Dolayısıyla bu noktada, Müslüman topraklarını hakimiyeti altına almaya kararlı olan ingiliz derin devletinin karşısındaki en büyük tehdit, Halifelik makdıbına sahip olan Osmanlı imparatorluğu idi.
ingiliz Derin Devletinin Araplara Yönelik Hilafet Provokasyonu
Müslüman dünyası Halifeleri olan Osmanlı sultanlarına derin bir bağlılık ve saygı duyuyorlardı. ingiliz derin devleti, ilk iş olarak bu hürmet ve bağlılık duygularından faydalanabilmek amacıyla Halife’nin nüfuzunu kullanmak istediler. Örneğin Hindistan’ın güneyinde yer alan Meysur Sultanlığı ile hakimiyet mücadelesi sırasında ingiltere, Osmanlı Padişah’ı III. Selim’e başvurup Meysur’un başındaki Sultan Tipu’ya mektup yazmasını ve ingilizlere karşı savaşmamasını tavsiye etmesini istemişti.1 Gerçekten de III. Selim, 1798’de bu mektubu kaleme aldı.
1857 yılında Hindistan’da ingiliz işgallerine karşı büyük ayaklanmalar çıkınca yine Osmanlı Halifesi’nden yardım istendi. Fakat Hilafet makdıbının bu büyük nüfuzu, bu sefer ingiliz derin devletini düşündürmeye başlamıştı. Şartlar değiştiği zaman Halifeliğin dini ve siyasi ağırlığı, kendilerine karşı da tehdit oluşturabilirdi. Bu yüzden ingiliz derin devleti, çok yönlü bir Hilafet politikası planlaması yaparak kendi sömürgelerinde yaşayan Müslüman nüfus içinde Halifeliğin etkisini zayıflatma çalışmalarına başladı. -
119.
0ingiliz Dışişleri Bakanlığı danışmanlarından George Percy Badger, Ocak 1873’te Osmanlı Hilafeti hakkında bir rapor hazırladı. Bu rapora göre Peygamber Efendimiz (sav)’in Arap olduğu için Hilafetin de bir Arap kurumu olması gerekliydi. Ancak Osmanlı Sultanları, özellikle Asya Müslümanları arasında gerçek bir Halife olarak kabul ediliyor ve hürmet görüyordu. ingiliz derin devleti, bu aldatıcı “ırk” meselesinden yola çıkarak özellikle Arap Müslümanlarını Osmanlı’ya karşı kışkırtmaya çalıştı. Derin planlara göre bu taktik, Arapların Osmanlı padişahlarını Halife olarak tanımalarını engelleyecek ve böylelikle Osmanlı Halifelerinin islam dünyasındaki nüfuzu azalacaktı.Tümünü Göster
Bu rapordan sadece 5 ay sonra ingiliz Dışişleri Bakanlığı islam ülkelerindeki tüm temsilciliklerine bir memorandum yolladı. Bakanlık, “Müslümanlar arasında yaşanan dini karakterli siyasi uyanışı andıran gelişmeler hakkındaki gözlemlerinin” en kısa zamanda rapor edilmesini istedi.2
Yaklaşık 60 milyon Müslümanın yaşadığı bölgelerdeki hakimiyeti açısından ingiltere, Osmanlı’ya ve elinde bulundurduğu Hilafet makdıbına cephe almaya başlamıştı.
ingiltere Dışişleri Bakanlığı’nda diplomat olarak çalışmış olan Wilfrid Scaven Blunt, Ortadoğu ve Arap uzmanı olarak biliniyordu. Bölgeye yaptığı ziyaretlerle Arap bağımsızlık hareketinin önemli destekçilerinden olan Blunt, Arapları Osmanlı’dan ayırmak için planlar üretmeye başlamıştı. The Future of Islam (islam’ın Geleceği) isimli kitabında Osmanlı Hilafetine ağır suçlamalar yöneltmişti:
Osmanlı hanedanı islam’ın felaket sebebidir ve sonu yaklaşmıştır… Adı ister Abdülaziz olsun, ister Abdülhamit, bir Osmanlı Halifesi var olduğu sürece islam dünyasında ahlaki bir ilerleme olamayacak ve içtihat kapısı açılamayacaktır. Abdülhamit’in yönetimi ne adildir ne de islam hukukuna uygundur. Tamamen askeri güce dayanan böyle bir yönetim uzun süre yaşayamaz. Dolayısıyla yakın bir gelecekte Hilafet Mekke veya Medine’ye nakledilecektir.3
Blunt, geçmişte yüksek bir medeniyete sahip olan Arapların geri kalmalarının en büyük sorumlusunun Osmanlı Devleti olduğunu iddia ediyordu. ingiltere’nin artık milyonlarca Müslümana sahip bir imparatorluğunun olduğunu ve istanbul’daki Halife’yi desteklemek yerine, kendi himayesi altında bulunan, yönlendirmesi kolay olacak bir Arap Halifesine yatırım yapmasının stratejik açıdan daha mantıklı olduğu düşünüyordu. Bağımsız Arap krallıklarının kurulabilmesi ve Hilafetin Mekke’ye taşınması durumunda, bölgedeki Osmanlı hakimiyetinin çökertilebileceğine inanıyordu.
ingilizlerin Hindistan Dış Politika Sekreteri Graat, ingilizlerin Mısır Yüksek Komiseri Kitchener’e yazdığı bir mektupta, ingiliz derin devletinin aslında nasıl bir Arap devleti arzuladığını açıkça belirtiyordu:
Kuvvetli bir Arap Halifeliği meydana getirilmesi, kesinlikle ingiltere’nin arzuları dahilinde olamaz. Biz, birleşik bir Arap devleti istemeyiz. Araplar, zayıf ve parçalanmış bir statüde bulunmalıdırlar. Bizim hakimiyetimiz altında, mümkün olduğu kadar küçük prensliklere ayrılmış oldukları halde, ingiltere’ye karşı zayıf mukavemetli, fakat Batı’nın büyük devletleri’ne karşı tampon bir statüde kalmalıdırlar.4
I. Dünya Savaşı günlerinde ingilizlerin, Araplara ve Hilafet makdıbına vermek istedikleri statü hakkında bir diğer Batılı kaynakta şu açıklamalar yer almaktadır:
Rahat rahat hükümran olmak için, tefrika ve nifak icat etmek yolundaki eski politikalarına sadık olan ingilizler, mültehid (birleşmiş) ve kudretli bir büyük (Arap) imparatorluğunu, ne pahasına olursa olsun, kesinlikle arzu etmiyorlardı. Çünkü böyle bir imparatorluğun hükümdarı, behemehal müstakil kalmak arzusuna düşecekti. ingilizler, küçük devletlerden oluşmuş bir mürekkep federasyonunu daha ziyade arzu ediyorlardı. Bu sayede, muhtelif şeyler arasında çıkacak ihtilaflarda hakemlik etmek için, ingilizlere lüzum hissolunacaktı. ingilizler, büyük bir Arap imparatorluğu lehine Kuveyt, Bahreyn, Maskat, Hadramut Emirlikleri üzerindeki hakimiyet haklarından vazgeçmek fikrinde de değillerdi. Diğer taraftan hilâfet meselesi, ingiltere için pek nazikti. ingiltere, Hindistan Müslümanlarının hissiyatını da hesaba katmak mecburiyetinde idi. Hindistan Müslümanları ise, Araplardan ziyade Türklere taraftardılar. istanbul Halifesi’ne bağlı kalmak istiyorlardı.5
Görülüyor ki, yüz milyonluk Arap aleminin, sınırları ihtilaflarla dolu şekilde 16 Arap devletçiğine bölünmesi, sadece ingiliz derin devletine hizmet etmek içindi.
Arap dünyasını parçalara bölerek hem Osmanlı’dan hem de birbirlerinden ayırma stratejisi, 1800’lerin sonu ve 1900’lerin ilk yıllarında ingiliz derin devletinin temel politikası olmuştur. Zaten kitabın ilerleyen bölümlerinde de çok detaylıca görüleceği üzere, ingiliz derin devleti, I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, bu politika çerçevesinde sayısız girişimde bulunmuştur. Gertrude Bell ve Arabistanlı Lawrence gibi “arkeolog” kisvesi altında Arap toplumuna dahil ettikleri ajanları ile bu politikayı kelimesi kelimesine yürütmüştür. Arap kabileler arasında uzun süre dolaşarak bu toplulukları Osmanlı’ya karşı kışkırtma politikası gütmüş, para ve silah yardımı yaparak yanına çekmek istemiştir.
Nitekim ingiliz ajanı olan Arabistanlı Lawrence, toplumları birbirine düşürerek elde ettiği bu sahte zaferi, şu sözlerle dile getirir:
Onları (Arapları) birleştirerek bu yola sokmakla (Türklere isyan ettirmekle) (ingiliz) imparatorluğunda bir Arap dominyonu (sömürgesi) ihdas ettim (meydana getirdim).6
Görülebildiği gibi amaç hiçbir zaman bağımsızlık veya büyük Arap devleti kurmak olmamış, Araplar, ingiliz derin devleti tarafından daima birer sömürge kabul edilmiştir. Ne acıdır ki bu bakış açısı halen devam etmekte, ingiliz derin devletinin Arap ülkeleri üzerindeki sinsi sömürge oyunu sürmektedir.
Fakat şu bir gerçektir ki, ingiliz derin devleti, Hilafet konusundaki entrikalarında başarılı olamamıştır. Ne kadar engellemeye çalışırsa çalışsın, Hilafetin son durağı yine Osmanlı olmuştur. Osmanlı’nın yıkılışı ile sanıldığı gibi Hilafet tümüyle kaldırılmamış, yalnızca tek kişide bulunan egemenlik sona erdirilmiş, Halifelik makamı Cumhuriyetin şahsında koruma altına alınmıştır. Gerçek sahibini beklemektedir. Mustafa Kemal Atatürk de, Hilafetin gerçek sahibinin, ahir zamanda zuhur edecek olan Hz. Mehdi (as) olduğunu bilmektedir ve dolayısıyla bu kutlu şahsın zuhuruna kadar Hilafet makdıbını koruma altına almayı uygun bulmuştur. Hz. Mehdi (as), içinde bulunduğumuz ahir zamanda, hadislere göre Hilafetin son merkezi olan istanbul’da zuhur edecek ve sevgi öğretmeni olarak islam aleminin son manevi lideri olacaktır.
1. Azmi Özcan, “ingiltere’de Hilafet Tartışmaları 1873 – 1909”, islam Araştırmaları Dergisi, Sayı 2, 1998, s. 49
2. Memo by G. P. Badger, “Respecting Turkey and Russia in Their Relations with Arabia and Central Asia”, enc. to Frere to Granville, 26.11.1873, F. O, 424/32.
3. Foreign Office 881/2621, Correspondence Respecting the Religous and Political Revival Among Mussulmans 1873-1874, (London, July 1875).
4. Wilfrid Scaven Blunt, The Future of Islam, London: K. Paul, Trench and Co. 1882, s: 84-92.
5. Süleyman Kocabaş, Osmanlı isyanlarında Yabancı Parmağı “Bir imparatorluk Nasıl Parçalandı?”, Vatan Yayınları, istanbul, 1992, s. 96 -
120.
03. Bölüm: OSMANLI’NIN YIKILIŞ NEDENLERiTümünü Göster
ingiliz Gizli Belgelerinde Türkler
Osmanlı’nın yıkılış nedenlerine yer verdiğimiz bu bölümün sonunda, değerli araştırmacı Erol Ulubelen’in, ingiliz Gizli Belgelerinde Türkiye isimli kitabında, ingiliz gizli belgelerinden derlediği alıntılardan bir kısmına yer vereceğiz. ingiliz derin devletinin güdümündeki bir kısım ingiliz siyasetçilerin, askerlerin ve devlet adamlarının o döneme ait ifadeleri, hiçbir yoruma gerek kalmadan, hain planların bugün devam etmekte olduğunu açıkça göstermektedir.
(Necip Türk milletini, aşağıdaki ifadelerden tenzih ederiz)
ingilizler “Türk düşmanı Hıristiyanlara iyi davranır, Türk köpeğini dövmek için her kırbaç mubahtır” derdi.126
Amerika Cumhurbaşkanı Wilson: “Türkler Avrupa’da çok uzun zaman kaldılar ve oradan tamamen temizlenmelidirler”.127
Lord Curzon: Türkler Avrupa’dan atılmalıdır. Amerikalı Senatör Lodge’un dediği gibi; istanbul Türklerden tamamen alınmalı, bir veba tohumu olan; savaşların yaratıcısı ve komşuları için bir küfür olan Türkler Avrupa’dan silinmelidir.128
Llyod George: “Türkler bize ihanet ettiler. Çanakkale’de binlerce insanımız öldü. Şimdi Türklerin ölümüne kim bakar.129
ingiliz Derin Devletinin Osmanlı’yı Parçalama Planları
ingiliz gizli belgelerinde, çeşitli ingiliz diplomat ve siyasetçilerinin Osmanlı’yı parçalama planına dair ifadeleri şöyledir:
Mr. Marling: “Şimdiki durum yalnız Balkanları ve Avrupa’yı değil, Arapları, Ermenileri, Kürtleri ve diğer ırkları da imparatorluktan ayırmaya çalışmak olmalıdır.”130
G. Buchanon: “Bütün Avrupa Türk bölgesi Hıristiyanlara ait olmalıdır… Girit sorunu da Yunanistan lehine çözülmelidir.”131
Lord Kicthener: “Türklerin çöküşü tamamlanmış görünüyor… Sudan’da Türklerin hak diye ileri sürdükleri ne varsa ingiltere’ye geçmelidir.”132
A. Nicholson: “…imroz Adası ve Bozcaada hariç bütün adaların Yunanlara bırakılmasını sağlayalım.”133
Mr. Erskine: “…Amiral Kerr bana gizlice Türk Donanmasını mahvetmek için planları olduğunu anlattı.”134
ingiliz Dışişlerindeki bir toplantı: “… Sonuç: Mali işler Türklerin eline hiçbir şekilde bırakılamaz. Ayrıca bütün işgal masraflarını ve toplanan bu komisyonların parasını da Türkler verecek… Sinyor Litti, ‘Türkler izmir’i isteyeceklerdir, bizde pekâlâ, izmir’i işgal için yaptığımız bütün masrafları verin deriz, tabii Türkler bunu ödeyemeyeceklerine göre izmir de bize kalır’ dedi. Buna karşılık Lloyd George; ‘bizim Suriye’deki birliklerimiz oradan çıkacak, yani bunun masrafını biz mi ödeyeceğiz? Hiç böyle saçma şey olur mu? Hepsini Türkler ödemelidir. ingiliz vergi mükellefleri bu iş için 750 milyon Sterlin ödediler, bütün bunları Türklerden altın olarak alacağız, Türklerin altın stoklarını ele geçirmeliyiz’ dedi… Mr. Cambon; ‘ilk yapacağımız iş bunların milliyetçi liderlerini yok etmek olmalıdır.’ … Lloyd George; ‘Sultan’a (Vahdettin’e) şöyle deriz: Biz bütün etleri alıyoruz sen de birkaç kemikle yetin.’“135
Türk Hükümeti’ne verilen cevap: “Türk Hükümeti’nin mesajını dikkatle inceledik. Türkler…savaşa girerek insanlığın kayıplarına ve sefaletine sebep oldular… Milyonlarca insanın ölümüne ve milyarlarca Sterlinin kaybına sebep oldular. Dünyada özgürlüğün yeniden kurulması için Türkiye’nin ödeyeceği bedel çok fazladır… Türklerden başka ırklar, devlet haline getirilecektir. izmir ve Trakya Türklerin elinden alınacak, Amerikan Başkanı’nın (W. Wilson) karar vereceği sınırlar içerisinde hür bir Ermenistan kurulacaktır… Türklerin uygar dünyaya bir daha ihanet etmemesi için sıkı tedbirler alınacaktır. Bu sebeple Türk toprakları, küçük bir devlet haline getirilecektir… Türk halkının emperyalist arzuları silinecektir.
Boğazların özerkliği konusuna gelince:
1. Boğazlardaki bütün askeri tesisler yıkılacak, sahiller ve adalar silahsız hale getirilecektir.2. Silahsızlanma masrafları, Türkler ya da Yunanlar tarafından ödenecektir.
3. Adalarda müttefik kuvvetler haricinde hiçbir asker bulunmayacaktır.
Türk Jandarmaları bizim emrimiz altında olacak, Türk borçlarının hepsi Türkler tarafından ödenecektir. Eğer anlaşmayı imzalamazsanız, Avrupa’dan kesin olarak atılacaksınız. incelemeniz için 10 gün müddet veriyoruz.136
ingiliz gizli belgelerinde, çeşitli ingiliz devlet adamlarının Ermeni ayaklanmaları ile ilgili izahları şu şekildedir:
Mr. O’Beirne: “Ermeni ayaklanması Türklere bir harp ilan etmenin en iyi aracıdır… Alman ordularının Türklerin yanında olması üçlü anlaşmayı kuvvetlendirecek ve bu reformlara yol açacak ve sonra bir Ermeni isyanı olacaktır.”137E. Grey: “… Altı ilin birleşik bir Ermenistan için ayrılması, Asya Türkiyesindeki diğer ırkların da aynı yolu tutmasına neden olacaktır.”138
Harbord: “…istanbul’dan Mardin’e kadar bütün bölgeleri gezdik… Türklerin Ermenileri öldürmek istediklerine dair bir işaret görmedik… Üç ay önce Ermenilerin tek bir adam kalmayıncaya kadar kesildiğini duymuştuk, halbuki duyduklarımızın hiçbiri doğru değildi. Fransızlar Türkleri mandaları altına almak istiyorlardı, bunun için de dünyanın şüphesini Türklerin üzerine çekmek gerekirdi.”139
Mr. Kitson: “… Ermenilerin Müslüman komşularını kesmesinden hiç şüphe etmem… Taşnaklar müthiş bir vahşetle çalışıyorlar… Kürtleri her ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarımız gereğidir. Doğu illerine gelince; Türklerle harp etmeden o bölgeleri Ermenistan ve Kürdistan diye bölemeyiz.”140
Londra Konferansı: “…Ermenistan’a altı ilden başka Trabzon ve Adana da verilmelidir. Amerika Ermenistan’a yardım edecektir… “Trabzon’da bir tane bile Ermeni yok, Ermenisiz bir Ermenistan biraz gülünç olmuyor mu?” deniliyor… Küçük bir Türk Devleti kurulmalı, kapitülasyonlar adli işlere de uzatılabilir. Japonya’dan kapitülasyonları kaldırdık, çünkü onlar kuvvetliydi başka çaremiz yoktu. Türklerin kafası daha az işler.”141
ingiliz Dışişlerindeki Toplantı: “… Lloyd George ‘istanbul’dan Türkleri çıkartmalı’… Mr. Cambon’a göre: ‘Bütün sıkıntı Mustafa Kemal Paşa tarafından yaratılıyor ve Sultan onu kontrol edemiyor’… Fransız gruplarının 1/3’ü Fransız askerlerinden, gerisi yerli Ermenilerdendir… istanbul’daki komiserimiz, bu olayları önleyemezse Sultan’ı istanbul’dan atacağımızı bildirerek tehdit etsin… Erzurum’un yeni kurulacak Ermeni Devletine katılacağı bir sırada Mustafa Kemal olmasaydı Ermenilerin bir şansı olurdu… Mustafa Kemal’in askerleri hiç para almıyor, onları harekete geçiren vatan aşkıdır.142
ingilizlere ait rapor: “Ardahan, Batum ve imer Vadisi verilecektir. Ermenistan’ın, Kürdistan ve Türkiye ile olan sınırları şöyledir: Karadeniz’de Yanbatı Deresi… Erzurum ilinin batı sınırı, Bitlis suyu.”143
Sanremo Konferansı: “…Türkiye’nin sınırları: Erzurum Ermenilere verilecektir. Böylece, büyük Ermeni Devleti teorisi yerine gelecektir. italyan Nitti, ‘…Erzurum’da Türkler çoğunlukta olduğu için bir yolunu bulup Türkleri oradan atmalıyız. Erzurum, son zamanlarda milli hareketin merkezi olmuştur.’ Mr. Berthelot, ‘Mustafa Kemal ve kuvvetleri rüşvet verilerek ya da başka bir yoldan ortadan kaldırılabilir.’… Mr. Aharonian, “Mustafa Kemal’in ordusu, sizin sandığınızdan çok daha küçüktür ve başıboş bir ordudur.’“144
Lord Curzon: “…Ermeni Bogos Nubar Paşa ve Mr. Ahoromiyan’ı azarladım. Türkleri öldürmek için verilen silahların Azerbaycanlılara karşı kullanılmasının aptallığını anlattım.”145
Amiral F. de Robeck: “… Mr. Khatissian, 25 bin tüfek aldıklarını, ayrıca Ermeni ordusunda 30 bin Rus yapımı tüfeğin ve bir milyon merminin bulunduğunu, Yunan ilerlemesi başlayınca Ermenilerin de derhal saldırıya geçeceklerini bildirdi.”146