/i/Siyaset

Saygı Çerçevesinde Özgür Siyaset Platformu
  1. 226.
    0
    Lozan Sonrası Musul

    Lozan sonrası Türk dış politikasına hakim olan gelişmeler, antlaşmanın askıda bıraktığı sorunlu konulardı. Bu anlamda 1923-1926 arası dış politikanın ilk gündem maddesini ingiltere ile Musul konusunda yaşanan anlaşmazlıklar oluşturmuştur.

    ingiltere’nin başvurusu ile Musul sorunu Milletler Cemiyeti gündemine 6 Ağustos 1924’te taşındı. Milletler Cemiyeti, Musul meselesini, Lozan’ın imzalanmasından bir yıl sonra, 20 Eylül 1924’te görüşmeye başladı. Görüşmelerde Türk tarafı daha önceki görüşlerinde ısrar ederek Musul’da bir halk oylaması yapılmasını istediyse de ingiliz temsilciler bu talebi, daha önce Lozan’da da yaptığı gibi “bölgede yaşayan halkın cahil olduğu ve sınır işlerinden anlamadığı” gibi küstah bir gerekçeyle kabul etmedi.338 (Bölgedeki Kürt halkını tenzih ederiz.) Milletler Cemiyeti, 30 Eylül 1924’te bir soruşturma komisyonu kurulmasını kararlaştırdı. Komisyon 28 Ekim 1924’te bir sınır tanımı yaparak “Brüksel Hattı” adıyla ve geçici mahiyette bir Türk-Irak sınırı tespit etti. Soruşturma Komisyonu hazırladığı raporu, 16 Temmuz I925’te Cemiyet Meclisi’ne sundu. Raporda yer alan temel görüşler ana hatlarıyla şöyleydi:

    1- Brüksel Hattı’nın coğrafi sınır olarak tespit edilmesi,

    2- Musul vilayetinde çoğunluğun, sayıları 500 bini bulan Kürtlerden meydana geldiği,

    3- Kürtlerin, Türk ve Arap nüfustan fazla olduğu,

    4- 1928 yılında sona erecek olan Irak’taki manda yönetiminin 25 yıl daha uzatılması,

    5- Bölgedeki Kürtlere yönetim ve kültürel haklarının verilmesi kaydıyla Musul’un Irak yönetimine bırakılması,

    6- Milletler Cemiyeti Meclisi’nin, bölgenin iki ülke arasında taksimine karar vermesi halinde Küçük Zap çizgisinin sınır olarak kabul edilmesi,

    7- Milletler Cemiyeti, Irak’taki manda yönetiminin uzatılmasını ve Kürtlere imtiyazlar tanımak suretiyle bölgenin Irak’a bırakılmasını uygun görmezse, o zaman Musul’un Türkiye’ye bırakılmasının uygun olacağı,

    8- ingiltere’nin Hakkari üzerindeki iddia ve isteklerinin kabul edilmemesi.

    Türkiye’nin bu rapora itiraz etmesi üzerine, Konsey, 19 Eylül 1925’te La Haye Adalet Divanı’ndan (Lahey Uluslararası Adalet Divanı) görüş istedi. Divan’ın verdiği karar, Milletler Cemiyeti Meclisi’nin işini kolaylaştırır nitelikteydi. Milletler Cemiyeti Meclisi, Türkiye’nin karşı çıkmasına rağmen, 8 Aralık 1925’te Divan’ın kararını benimsediğini açıkladı. Hemen arkasından da 16 Aralık 1925’te Soruşturma Komisyonu Raporu’nu kabul ederek, Brüksel Hattı’nın güneyindeki toprakların Irak’a bırakılmasını kabul eden kararını aldı.

    Bölgede isyanlar, ingiliz Derin Devletinin Yönlendirmesiyle Başlatılmıştır

    Nasturi Ayaklanması Nasturilik ve Nasturiler üzerindeki misyonerlik faaliyetleri

    Nasturilik Asya’nın çeşitli yerlerinde mensupları olan bir Hıristiyan mezhebidir. Türkiye’de 1915-24 yıllarına dek Nusaybin, Siirt ve Hakkari çevresinde önemli bir Nasturi nüfusu yaşamıştır.339 Bu nüfusun büyük çoğunluğu Hakkari’de yaşamış, burayı merkez olarak kabul etmiştir (Bugün Türkiye’de Nasturi bulunmamaktadır.) 340

    Nasturilerin Osmanlı topraklarındaki varlığının Batı’da öğrenilmesi ile yaşadıkları bölgeye bir misyoner akını başlamıştır. Osmanlı toprakları içinde böyle Hıristiyan bir azınlığın varlığı üzerinden pek çok ülke çıkar sağlamaya çalışmıştır. Ancak bunlar içinde en yoğun çaba gösteren ve dolayısıyla en etkili olan ülke ingiltere olmuştur.

    ingiliz cemiyetlerinden “Royal Geographical Society” ve “Society for Promoting Christian Knowledge”, bölgede misyonerlik faaliyeti yapmış olan başlıca kurumlardır. Burada şu hatırlatmayı yapalım: Daha önce de belirttiğimiz gibi, misyonerlik, kişinin kendi inandığı dini yayma ve tebliğ yapma amacıyla üstlendiği ulvi bir görevdir. Burada adı geçen misyonerler, söz konusu görevi yerine getirmek için değil, ingiliz derin devletinin kirli işlerini üstlenmek için misyoner kılığına girmiş ajanlardır. Nitekim bu kurumlar tarafından gönderilen sözde misyonerler, Türk toprakları üzerinde adeta bir istihbarat ajanı gibi çalışmışlardır. Bölgedeki sosyal yapıyı ve devlet otoritesini araştırmışlardır. Farklı etnik kökene sahip bu topluluğu devlete karşı ayaklandırmak için kullanabilecekleri yöntemlerin neler olduğunu tespit etmişlerdir.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 227.
    0
    Nasturi Ayaklanmaları ve ingiliz Derin Devletinin Çalışmaları

    Nasturiler tarihte iki defa, 1843 ve 1846’da, Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmış ancak bu ayaklanmalar bastırılmıştır. I. Dünya Savaşı yıllarında ise Nasturiler, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da yaşayan Kürt aşiretleri ile çatışmışlardır. Osmanlı arşiv belgeleri, bu yıllarda Protestan ingiliz ve Amerikan misyonerler ile Ortodoks Rusların Nasturileri kazanmaya yönelik rekabetlerinden söz etmektedir ve Nasturiler ile Kürtler arasındaki sorunların bu sözde misyonerlik faaliyetleri neticesinde arttığını ifade etmektedir. Gerçekten de yıllarca dost olarak bir arada yaşamış olan Kürtler ile Nasturiler arasındaki ilişkilerin şekil değiştirmeye başlaması, gerginliklerin kanlı çatışmalara dönmesi, ingiliz derin devletinin devreye girdiği ve bölgede Nasturileri misyonerlik faaliyeti adı altında kışkırtmaya başladığı 19. yüzyıla rastlamaktadır.

    1843’te Kürt-Nasturi çatışmaları sırasında H. G. Badger’in başını çektiği ingiliz misyonerler, Nasturileri kullanmak amacıyla, onlara yiyecek, giyecek ve parasal yardımda bulunmuş ve Nasturi patriği ingiliz Konsolosluğu’na sığınmıştır.Bu, bölgeye hakim olmak isteyen ingiliz derin devlet elemanlarının Nasturileri kendilerince ideal bir araç olarak kabul ettiklerini göstermektedir. Dr. W. H. Browne gibi ingiliz misyonerleri, bölgede kabul gördükten hemen sonra “işi, iç politikaya intikal ettirmiş”,Osmanlı Devleti aleyhinde saf tutmuştur.

    ingiltere’nin Erzurum Konsolosu Taylor, 1869 yılında, Kont Clarendon’a; “6 yıllık görevim sırasında gerek ülke, gerekse halk üzerindeki deneyimlerime dayanan hususları iki ek halinde ilişikte sunuyorum” sözleriyle başlayan bir mektup göndermiştir. Mektubunun ekinde Nasturilerle ilgili nüfus bilgilerinin yanında, şu maksatlı ve haksız değerlendirmeye yer vermiştir:

    Nasturiler, Ermenilerden sonra gelen en nüfuzlu Hıristiyan toplumdur. Bunların önemi zengin veya akıllı olduklarından değildir. iran hududuna yakın dağlık bölgede oluşları nedeniyle, gerektiği zaman savaşçı ve pratikte bağımsız bir konumda oluşlarındandır… Bunlar Kürtlerden ve Türklerden öylesine yakınmakta ve acınacak durumdadırlar ki, kendi inanç ve yurtlarını bile feda ederek bir yabancı himayesine [girmeyi] dört gözle beklemektedirler.

    Görülebildiği gibi ingiliz derin devleti elemanları, bilindik taktikleri uygulamış, Türk toprakları üzerinde yüzyıllardır barış içinde yaşayan Nasturileri “zulüm içinde” gibi göstermeye çalışmış ve onları, “himaye” bahanesiyle kullanılacak bir piyon olarak görmüşlerdir (Nasturi mezhebini ve bu mezhebe tabi olanları tenzih ederiz). Bunu açıkça dile getirmekten de çekinmemektedirler.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 228.
    0
    1. Dünya Savaşı Sırasındaki Ayaklanma ve Sonrasındaki Çatışmalar

    I. Dünya Savaşı sırasında Anadolu’da ayaklanan Nasturiler, Osmanlı ordusu karşısında bozguna uğrayıp dağıldılar. Bunun üzerine Nasturiler, ingilizlerin çağrısı ve ingiliz uçaklarının himayesiyle Hemedan’a yöneldiler. Buradan sonra ingiltere, sayıları 40 bin-50 bin arasındaki Nasturiler için Bağdat’a 50 km. uzaklıkta bulunan Bakuba’da 3 bin çadırlık bir yerleşim merkezi kurdu.

    Bu durum, Nasturileri ingiltere’nin sömürüsüne daha da açık hale getirdi. Çadır kamplarda ingilizlere muhtaç bir şekilde yaşayan Nasturiler, ingiliz derin devleti için ‘hakkı aranan bir halk’ olmaktan çok, ileride bu bölgeye ilişkin hak iddia etmenin bir aracı ve buradaki çıkarlarının korunması adına kullanılacak paralı asker adayı oldular.

    ingilizler, Nasturilere, Hakkari ve Urmiye bölgesinde muhtarlık vaat ederek Osmanlı ile Irak’taki toprakları arasında bir tampon bölge kurmak istediler ve bu tampon yapının silahlı gücünü oluşturmak amacıyla Nasturilerden oluşan ve “Levi birlikleri” adı verilen dört tabur kurdular.

    Giyim ve teçhizat bakımından ingiliz birlikleri ile aynı olan bu birlikler, Hakkari-Şırnak ve Van bölgelerinde halka yönelik saldırılarda bulundular ve Zap vadisi boyunca yerleşen Kürtlerin bölgeden çıkarılmasına çalıştılar. Buna tepki gösteren Kürt aşiretleri, Mart 1919’dan itibaren çeşitli bölgelerde ingiliz birliklerine karşı saldırılara başladılar.

    ingilizler, her ne kadar bu saldırılara, karşı saldırılarla cevap verseler de, “Levi birliklerine” dayanan tampon bölge planından vazgeçmek zorunda kaldılar. Buna rağmen ingiliz derin devleti Anadolu’da bir Nasturi devleti kurma yolundaki çabalarından vazgeçmedi. Lord Curzon, Osmanlı topraklarının paylaşılması amacıyla 18-26 Haziran 1920 tarihinde italya’nın San Remo şehrinde düzenlenen konferansta, Nasturiler için özel bir yerleşim alanı talep etti. Bunu müteakip bir kısım Nasturiler Hakkari’ye bir askeri saldırı düzenlemeyi ve sonrasında da buraya göç etmeyi planladılar. 27 Ekim 1920’de başlayan saldırı, bölgede süren ağır kış şartları nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı.
    ···
  4. 229.
    0
    1924 Ayaklanması

    işte bu geri dönüşten 3 yıl sonra Nasturiler bir kez daha ayaklandılar; yine arkalarında ingiliz derin devleti vardı. ingiliz derin devleti, Musul meselesini kendi lehine çözümleyene kadar Nasturileri, Türkiye’ye karşı paralı asker olarak kullanmaya devam etti.

    1924 Nasturi ayaklanmasının başlangıcında esir alınan, ancak daha sonra serbest bırakılan Halil Rıfat Bey, Nasturiler arasında üniformalı, silahlı ingiliz askerlerini ve Hakkari’de (Çukurca) tepelerinde gezen ingiliz uçaklarını gördüğünü belirtiyordu. Gördüklerinden yola çıkan Hakkari Valisi Halil Rifat Bey; “ingilizlerin son günlerde bunları hükümetimiz aleyhine kışkırtmakta olduğu hiçbir şüphe bırakmamaktadır” demiştir.

    Halil Rifat Bey’in, ayaklanmanın arkasında ingiliz derin devletinin olduğuna dair kanaati son derece isabetlidir. Bu dönemde ingiliz The Times gazetesinde yayınlanmış bir yazıdan da durumun böyle olduğu anlaşılmaktadır. Bu yazıda, Nasturiler için istenen Türk toprakları Asuriye Eyaleti olarak belirtilmiş ve Hakkari’de meydana gelen olaya atıfta bulunularak; eğer bu bölge Türkiye’ye bırakılacak olursa ‘daha çok hadiselerin gerçekleşeceği’, şeklinde tehditkar bir üslup kullanılmıştır. Yine aynı yazıda, Türk toprağı olan Çölemerik (Hakkari), “henüz kimseye ait olmayan topraklar” olarak adlandırılmış ve bu bölgeyi teftişe çıkan Vali Halil Rıfat Bey sanki bu topraklara tecavüzde bulunmuş izlenimi yaratılmaya çalışılmıştır.

    Nitekim Türkiye başka resmi ağızlardan, kendisine karşı silahlı saldırıda bulunan Nasturi kabilelerini ingiltere’nin silahlandırdığını da beyan etmiştir.

    ingiliz derin devleti kendi mandası altında kurulacak olan Arap devletine bağlamayı düşündüğü Musul vilayeti içerisinde Kürt ve Nasturi özerk bölgeleri oluşturmayı planlamıştır. Böylelikle ingiltere, hem Ortadoğu’daki petrol yataklarını koruyacak bir tampon bölge oluşturmayı hem de Kürt ve Nasturi nüfuz alanlarını kuzeye doğru kaydırarak zamanla egemenlik alanını genişletmeyi amaçlamıştır.

    Genel Kurmay Başkanlığı isyanın bastırılması için yapılacak askeri harekatın komutasını 7’nci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşa’ya verdi. Harekat, 11 Eylül 1924 tarihinde başladı. Nasturilere karşı yapılan harekata Kürt aşiretleri de katılarak destek verdiler.

    14 Eylül sabahı, Hakkari-Musul Vilayeti arasındaki sınırı geçen bir Türk süvari grubu, Zaho’dan kalkan 3 ingiliz uçağı tarafından 3 saat bombalandı. Bu saldırı üzerine, Türk birlikleri kuzeye çekildiler.Bu sırada ingilizlerin Nasturileri kullanarak Türk topraklarına tecavüz etmeleri üzerine, Türkiye, Lozan Antlaşması’nın ihlal edildiği gerekçesiyle, 17 Eylül 1924’te, Milletler Cemiyeti’ne bir nota verdi.

    Harekat, Türk birliklerinin 11 Ekim 1924’te Hezil suyu hattına ulaşarak isyancıları Irak’ın kuzeyine sürmesi ile sonuçlandı.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 230.
    0
    Şeyh Said isyanı

    Türkiye, Musul’u Irak’a bırakan 16 Aralık 1925 tarihli Milletler Cemiyeti’nin kararını hoş karşılamadı. Hatta ingiliz istihbaratına göre Mustafa Kemal Paşa’nın savaşmayı bile göze aldığı anlaşılıyordu. Musul üzerine askeri bir harekatın hazırlığı devam ederken aniden Güneydoğu Anadolu’da Şeyh Said isyanı çıktı. Bazı Kürt ve Zaza aşiretlerinin katılımıyla gerçekleştirilmiş olan bu isyan, hem sebebi hem de zamanlaması açısından oldukça şüpheliydi. Gerçekte bu isyan herhangi bir sebepten çıkmış değildi. ingiliz derin devleti tarafından yıllar önce düşünülmüş ve tertip edilmiş bir olaydı. Önceden planlanmış bu isyan, Türkiye’nin Musul üzerinde hak iddia etmesi, hatta bu yüzden savaşa kalkışması gibi ihtimaller karşısında hazır tutuluyordu. Bu sahte isyan bahanesiyle, ingiliz derin devleti tarafından üretilen hayali “Türk-Kürt” ayırımının belirginleşmesi sağlanacak ve Türkiye’nin eli güçsüzleştirilecekti.

    ingiltere, Şeyh Said isyanını yakından takip ediyordu. ingiliz derin devletinin denetimi altında, Musul meselesinin en kritik anlarında bu isyan meydana gelmiş ve bu da –tam ingiliz derin devletinin planladığı şekilde– ingiltere’nin eline önemli bir koz vermişti. Bu sahte isyan vesilesiyle uluslararası kamuoyuna, “Türk toprakları üzerinde Türklerle Kürtlerin barış içinde yaşayamadığına” dair intiba verilmişti.361 Şeyh Said isyanı’ndan sonra ingiltere şunu söyleyecek noktaya gelmiştir: “Bırakın Musul’daki Kürtleri kendi Kürtlerinizle bile kavga ediyorsunuz.”

    Şu gerçek tekrar tekrar vurgulanmalıdır: Kürtler de Süryaniler de Türk toprakları üzerinde ayaklanmak istememişlerdir. Tam tersine söz konusu nüfusun çoğunluğu, bu ayaklanmalara karşı çıkmıştır. Adı geçen ayaklanmalar, ingiliz derin devletinin kendi ajanları tarafından kurgulanmış, destekçileri tarafından da uygulanmıştır. Amaç, ingiltere’nin Türk topraklarına müdahalesini kolaylaştırmak, Türkiye’yi zayıf ve azınlıklara karşı tahammülsüz göstermek ve elbette asıl olarak Musul üzerinde kesin hakimiyet kurabilmektir. ingiliz derin devletinin entrikaları başarılı olmuş ve Milletler Cemiyeti inceleme Komisyonu, Musul hakkında, ingiltere lehine rapor vermiş ve Cemiyet de bu yönde karar almıştır. Meclis’te, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey’in sarf ettiği, “Milletler Cemiyeti ingiliz şurasından başka bir şey değildir” sözlerinin haklılığı bir kez daha kanıtlanmıştır.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 231.
    0
    Musul Defteri Kapanıyor

    Milletler Cemiyeti’nin kararından sonra Musul Vilayeti, ingiliz mandasındaki Irak’a bağlanmış, bu mandanın müddeti 5 yıldan 25 yıla çıkarılmış ve ekonomik konuların iki ülke arasında antlaşmalar yoluyla çözüme kavuşturulması karara bağlanmıştır.

    Musul kararının Türkiye aleyhine sonuçlanmasının belli başlı nedenleri şöyle sıralanabilir:

    1- Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne üye olmaması,

    2- ingiltere’nin Cemiyetin en etkili üyesi olması (hatta Cemiyetin bir ingiliz şurası olarak isimlendirilmesi),

    3- incelemeler yapmak üzere bölgeye gelen Estonyalı generalin, geçici Türkiye-Irak sınırını belirleyen Brüksel Hattı’nın kuzeyine sokulmaması ve böylelikle tarafsız bir inceleme yapılmasına izin verilmemesi,

    4- Türkiye’nin Adalet Divanı’na temsilci gönderememesi,

    5- ingiliz derin devleti tarafından kasıtlı şekilde başlatılmış olan Şeyh Said isyanı’nın Türkiye’yi zor duruma düşürmesi.

    Türkiye, söz konusu kararı kabul etmemiş olmasına rağmen, ortaya çıkan “barış atmosferini” bozmamak ve daha önce kabul etmiş olduğu ahitlere karşı çıkmamak adına kararı tanımak zorunda kalmıştır. O dönemde de çok etkili olan ingiliz derin devletinin Musul konusuna canla başla sahip çıkması ve görüşmeler sırasında sadece bu konuda kesin taviz vermeme ihtirasında olması da Türk devletini ciddi şekilde zorlamıştır. Bu konu, ingiliz derin devleti için önemlidir; çünkü sonraki yıllarda ingiliz derin devleti, Ortadoğu ve Türkiye üzerindeki kirli planlarını büyük ölçüde Kürtler üzerinden yürütmüştür. Musul meselesi ile başlatılan suni Türk-Kürt ayırımı, bunun başlangıç noktasıdır.

    Türkiye, Musul konusunda alınan karar doğrultusunda haksızlığa uğradığını ifade etmişse de, Türk dış politikasının, uyuşmazlıkları barışçıl yollarla çözme ilkesi bağlamında hareket etmesi nedeniyle bir çatışmadan kaçınılmıştır. Türkiye Musul kararına tepkisini, dönemin koşullarına uygun olarak diplomasi yoluyla göstermeye çalışmıştır. Bu bağlamda 17 Aralık 1925’te Sovyetler Birliği ile Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma, Milli Mücadele döneminde başlayan ve iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesi üzerine bina edilen “doğal bir antlaşma” görünümündedir. Ancak söz konusu antlaşmanın imza tarihinin Milletler Cemiyeti’nin Musul kararının hemen ertesine denk gelmesi bu bakımından manidardır. Bu doğrultuda imzalanan antlaşma, Türkiye ile Sovyet Rusya arasında 16 Mart 1921’de imzalanan Dostluk Antlaşması, Sovyet Cumhuriyetleri olan Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan ile Türkiye arasında 13 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Kars Antlaşması ve son olarak Türkiye ile Ukrayna arasında 2 Ocak 1922’de imzalanan Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması’nın devamı niteliğindedir. Aynı zamanda Musul kararına da bir tepkidir.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 232.
    0
    Musul Konusu Ne Mesaj Veriyor?

    Lozan’daki Musul görüşmelerini incelerken, ingiliz derin devletinin bu konuda neden baskıcı olduğunu iyi anlamak gerekmektedir. Daha önce hiçbir şekilde var olmayan Kürt meselesi, Lozan Görüşmeleri’nin ardından Musul’un cebren ingiliz himayesi altına girmesinden sonra başlamıştır. ingiliz derin devletinin yüz yıllık planı içinde, “Kürt meselesi” adında sanal bir konuyu Türkiye için günümüze kadar ulaşan bir sorun haline getirmek yer almaktadır. “Türklerin ve Kürtlerin ayrılığı” konusu ilk defa o günlerde gündeme getirilmiş ve adeta gelecekte terör örgütleri tarafından kullanılacak bir planın altyapısı oluşturulmuştur. Türkiye’de ve Musul’da, tüm Kürtler “Türk” olduklarını ve “Türkiye’ye” bağlı olduklarını ısrarla dile getirirken ve TBMM’de Kürt mebuslar ısrarla Türklerle Kürtler arasında herhangi bir ayrılık-gayrılık olmadığını haykırırken, ingiliz derin devleti bunun tam tersi bir propaganda yapmıştır.

    “Kürt sorunu” o yıllarda nasıl suni olarak üretildiyse, bugün de bu meselenin kaynağı sunidir. Bugün böyle bir ayırımın var olduğunu iddia eden ve buna göre ırkçı tavır takınan kişilerin ingiliz derin devletine hizmet etmekte olan ajanlar olduğu unutulmamalıdır. Türkiye tarihinde de bu zihniyetteki kişiler, derin devlet yapılanmalarının içinde yer almış, Kürtlere baskıcı davranmış ve hatta şiddet uygulayarak Türk toprakları içinde ayrılık yaratmışlardır. Söz konusu kişilerin de ingiliz derin devletinin ajanları olarak varlık sürdürdükleri, Türkiye’de özellikle kutuplaşma ve suni bir azınlık nefreti meydana getirdikleri bugün kesin olarak bilinmektedir. Bu kişilerin provokasyonu, dikkat edilirse bugün her fırsatta ingiliz derin devletinin tanıdık yayınları tarafından servis edilmektedir.

    Tüm amacı Güneydoğu’da anarşist-komünist bir devlet kurmak ve komün sistemini Kürt kardeşlerimize dayatmak olan Stalinist terör örgütü PKK, ideolojisi gereği hiçbir milli varlığı kabul etmemesine rağmen, şaşılacak şekilde Kürt milliyetçiliği üzerinden propaganda yapmaktadır. Çünkü bu propaganda, ingiliz derin devleti tarafından kollanan ve daima etki alanı bulan bir kitle propagandasıdır. Nitekim PKK’ya bu aklı veren yine ingiliz derin devleti olmuştur. PKK’nın, özellikle ingiliz derin devleti tarafından müthiş bir koruma altında olması da işte bu nedenle bizleri hiç şaşırtmamaktadır. Musul sorunu ile başlayan suni Kürt meselesinin, sonraki yüzyıla uzanan derin bir plan olduğunu hatırlatmıştık. PKK ile devam eden bu sürece baktığımızda, Musul sorununun, ingiliz derin devletinin halen kullanmakta olduğu Kürt kartının başlangıç noktası olduğu daha iyi anlaşılabilmektedir.

    Kürtler, Lozan Görüşmeleri’nde de bizim canımız, parçamız, milletimiz ve büyük bir değerimizdi; şu anda da öyledir. Neyse ki, özellikle Güneydoğu Anadolu’daki Kürt kardeşlerimiz, çabalarımız neticesinde, ingiliz derin devletinin sinsi planlarının farkına varmış durumdadır. Yıllardır hiçbir provokasyondan olumsuz etkilenmemiş olan bu halk, şu anda da ne ingiliz derin devletinin ne de PKK’nın hain pusularına itibar etmemektedir. ingiliz derin devleti, Musul entrikalarından bu yana, Kürt kardeşlerimizi bizden ayıramamıştır, bunu asla başaramayacaktır.

    Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.
    (Hucurat Suresi, 10)
    Tümünü Göster
    ···
  8. 233.
    0
    7. Bölüm: LOZAN’A GiDEN YOL

    Lozan’da Kapitülasyonlar Konusu

    Kapitülasyon deyimi genel olarak bir ülkenin, başka bir ülkede yaşayan vatandaşlarının ve konsoloslarının o ülkede sahip oldukları mali, ticari, hukuki, idari vb. ayrıcalıkları ifade etmektedir.

    Osmanlı imparatorluğu, bu ayrıcalıkları 16. yüzyıldan itibaren Avrupa devletlerine ve bu devletlerin vatandaşlarına vermeye başladığında, elbette ki hedefi başkaydı. imparatorluk yükseliş dönemindeydi; dönemin şartlarına uygun olarak verilmiş bu ayrıcalıkların ekonomiye katkısının olacağı düşünülüyordu. Osmanlı, o dönemde böylesine sakıncalı bir ayrıcalığın ileride nelere mal olacağını hesap edememişti.

    ilk defa Fatih Sultan Mehmet döneminde Venediklilere verilen kapitülasyonlar, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Fransızlara da verilmiş ve ilerleyen dönemlerde başta ingiltere olmak üzere diğer devletlere de tanınmaya başlanmıştı. Padişahların hayatlarıyla sınırlı olan bu kapitülasyonlar 1740 yılında Fransa ile yapılan anlaşmayla birlikte süreklilik kazanmıştı. Bu tarihten sonra, başta ingiltere olmak üzere pek çok ülkeye tanınan kapitülasyonlar, Osmanlı ekonomisi, sanayisi, adli vb. sistemleri için büyük bir problem halini aldı. Söz konusu ticari ve hukuki ayrıcalıklar birikerek ve güçlendirilerek, 19. yüzyıla kadar gelecek ve ciddi sorunlara yol açacaktı. Önceleri tek taraflı olarak ve egemen konumdaki Osmanlı’nın çıkarları gözetilerek verilen bu ayrıcalıklar, sonraları Devlet-i Ali’nin elindeki bazı hakların ikili anlaşmalarla yabancı devletlere bırakıldığı bir sisteme dönüşecekti.

    Bu ayrıcalıkları gerek açıktan, gerekse kapalı kapılar ardından yöneten ve takip edenlerin başında ingiliz derin devleti vardı.
    ···
  9. 234.
    0
    Büyük Britanya’nın Büyük Çıkarları

    1820’lere gelindiğinde ingiltere, sanayi devrimini tamamlamış ve Napolyon Savaşları sonucunda Fransa’yı yenerek dünya pazarlarında rakipsiz duruma gelmişti. Ancak, aynı yıllarda, sanayi devrimini yaşamakta olan diğer Avrupa ülkeleri korumacı önlemlerle ingiliz mamullerinin kendi pazarlarına girmesini engelliyorlardı. Bu durumda ingiliz sermayesi Avrupa dışındaki ülkelere yöneldi. 1820’lerden 1840’lara kadarki dönemde ingiltere, Latin Amerika’dan Çin’e kadar pek çok ülkede serbest ticaret antlaşmaları imzaladı.Bu imzalar mümkünse yerel iktidarları kendi yanına alarak, gerektiğinde ise silah gücü kullanarak gerçekleşiyordu. Örneğin 1839 yılında Çin’in, ingiltere’nin ülkesine afyon satışını yasaklaması üzerine, ingiltere, bu ülkeye savaş ilan etmiştir. Bu savaşı kazanan ingilizler, Çin Hükümeti’ne ingiltere’ye geniş kapitülasyonlar tanıyan antlaşmaları imzalatmıştı.

    Ancak tüm bu çabaların sonucu ingiliz derin devletinin beklediği gibi olmadı.

    19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da gümrük vergileri genel olarak yükseldi ve 1819-1835 yılları arasında ingiltere’nin dış ticaretinde durgunluk baş gösterdi. Bu durum ülkenin genç sanayisine ağır zararlar verebilirdi ve derhal yeni pazarlar bulunmalıydı. Gerileme sürecine girmekle birlikte Osmanlı Devleti, geniş toprakları ve zengin halkıyla bu sırada dünyanın en varlıklı ülkelerinden biri durumundaydı. iştah açıcı ve karlı pazar olmaya uygun olan bu haliyle Osmanlı devleti, ingiliz derin devletinin birden ilgi odağı haline geldi. Bu pazar üzerinde hakimiyet kurmak amacıyla ingiltere, Osmanlı Devleti ile bir serbest ticaret antlaşması imzalayabilmenin her türlü yolunu sonuna kadar zorladı.366 işte kullanılan bu yollar sayesinde 16 Ağustos 1838 tarihinde Osmanlı’yla, daha önce detaylarını gördüğümüz, Baltalimanı Osmanlı-ingiliz Ticaret Antlaşması imzalandı.

    Antlaşmanın içeriği özetle şöyleydi:

    1- Mevcut kapitülasyonlar devam edecek, bu antlaşma ile verilen yeni imtiyazlar eskilerine eklenecekti.

    2- ingilizler, ülkedeki tarım ve sanayi ürünlerini serbestçe alıp satabileceklerdi.

    3- Osmanlı Devleti, iç ticarette uyguladığı her türlü tekeli (yed-i vahid) ve ihracat yasaklarını kaldıracaktı.

    4- Yabancı tüccarlar, bütün Osmanlı ülkesinde en çok gözetilen yerli tüccarlara sağlanan hak ve kolaylıklardan yararlanacaktı.

    5- ihracattan alınan vergiler %12, ithalattan alınan vergiler ise %5 olacaktı.

    1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması, iç ve dış ticaretteki her türlü sınırlamayı kaldırarak yabancı malların ülkeye kolayca girişini ve her türlü yerli malın ise önemli ölçüde dışarı zütürülmesini kolaylaştırdı. Osmanlı sanayi ve ticaretini görünürde Avrupa’nın, gerçekte ise ingiltere’nin denetimine soktu.

    1838’de kurulan bu ticaret sisteminin en önemli yanı, Osmanlı Devleti’nin dış ticaret üzerindeki egemenlik hakkının büyük bir kısmını geri dönüşü olmamak üzere kaybetmesiydi. Devletin önemli bir kaynağı olan ithalattan ve ihracattan alınan ek vergiler sınırlandırılmış ve Osmanlı, savaş gibi olağanüstü hallerde bu kaynaktan ek gelirler almaktan da mahrum kalmıştı.

    Bu süreç sonucunda, Ortadoğu’da ingiliz ticaret hacminde olağanüstü artışlar oldu. Örneğin 1837’de istanbul’a gelen 432 ingiliz gemisi toplam 86.253 ton mal indirmişken, 1848 yılında bu rakamlar 1.392 gemiyle 358.422 tona yükselmişti. Artış giderek hızlandı ve 1856’da 2.504 gemiyle 898.753 tona ulaştı. ingiltere, Osmanlı pazarını tam anlamıyla hakimiyet altına almaktaydı; Osmanlı tüccarları ise gittikçe zayıflamaktaydılar.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 235.
    0
    Osmanlı’da Kapitülasyonları Kaldırma Çabaları

    Avrupalı Büyük Güçler (Düvel-i Muazzama), zayıflayan Osmanlı’da gittikçe daha fazla nüfuz alanı oluşturmak için tüm güçleriyle bastırıyorlardı. Kapitülasyonlar yüzünden Osmanlı Devleti’nin eli kolu bağlanmıştı. Devlet, kendi gümrüklerini düzenleyemiyordu. Ülkede Türklerden vergi alınıyor, fakat ticaret yapan yabancılardan vergi alınamıyordu. Türk topraklarında yaşayan yabancılar, Türk hukukuna göre muamele göremiyor, Türk mahkemeleri onları yargılayamıyordu. Bu insanlar, ülke içinde milli olan hiçbir şeyin parçası değillerdi. Açıkça, Osmanlı topraklarında –oldukça ayrıcalıklı olarak– kendi ülkelerinin hukukunu uyguluyor; ticaret yaparak yerli halktan daha fazla para kazanıyor, buna karşın vergiye tabi tutulmuyorlardı. Sağlık sektörü bile, yabancılara tanınmış olağanüstü ayrıcalıklarla doluydu.

    Kapitülasyonlar Osmanlı Devleti için açık bir yara gibiydi. Zaman ilerledikçe bu yarayı kapatabilmek için Osmanlı yöneticileri de çeşitli girişimlerin peşine düştüler.

    Osmanlı Kabinesi’nde kapitülasyonların kaldırılması yönündeki ilk görüşme, 2 Eylül 1914’te yapıldı ve bu görüşmede, kapitülasyonların kaldırılmasına dair bir muhtıra hazırlanılmasına karar verildi.

    Bunun ardından, Adliye Nezareti’nde Nazır Pirizade ibrahim Bey başkanlığında bir komisyon oluşturuldu.369 Komisyon, 4 Eylül’de kapitülasyonların kaldırılması gerektiği hakkında sadrazamlığa yazılacak tezkerenin esaslarını kararlaştırdı ve tezkereyi 5 Eylül 1914 günü sundu. Bunun üzerine hükümetin 5 Eylül 1914 tarihli Heyet-i Vükela (Bakanlar Kurulu) toplantısında, gerek iktisadi, gerekse adli tüm kapitülasyonların kaldırılmasına karar verildi.

    8 Eylül’de hükümet yeniden toplandı, yazılan nota okundu ve onaylanan metnin 9 Eylül 1914 akşamı başkentteki büyükelçilere tebliğ edilmesi kararlaştırıldı. Yine 8 Eylül günü, Padişah’ın da kapitülasyonların kaldırılması konusundaki iradesi çıktı. irade metni şu şekilde kaleme alınmıştı:

    Memalik-i Osmaniye’de (Osmanlı memleketinde) mukim teba-ı ecnebiye (ikamet eden yabancılar) hakkında dahi hukuk-u umumiye-i düvel (devletler genel hukuku) ahkâmı dairesinde muamele olunmak (hükmedilmek) üzere elyevm (bugün) cari (yürürlükte olan) mali ve iktisadi ve adli ve idari, “kapitülasyon” namı altındaki bilcümle imtiyazat-ı ecnebiyenin (yabancılara tanınan imtiyazların tümü) ve onlara müteferri (bağlı) veya onlardan mütevellid (kaynaklanan) bilcümle müsaidat (tüm izinler) ve hukukun fi’mabad (hukukun bundan sonra) ref ve ilgası (kaldırılıp hükümsüz kılınması) meclis-i vükela (meclis vekilleri) kararıyla tensib olunmuştur (uygun görülmüştür). iş bu irade-i seniye (Padişah emri) 18 Eylül 1330 [1 Ekim 1914] tarihinden itibaren meri-ül ahkâm (geçerli) olacaktır.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 236.
    0
    Tam Bağımsızlık için Kapitülasyonların Kaldırılması Şarttır

    Osmanlı devlet yönetiminin kapitülasyonları tek taraflı olarak kaldırmaya çalışması, dönemin şartları içinde değerlendirildiğinde geç kalınmış, fakat son derece mantıklı bir karardı. Yaklaşık 2 ay öncesinde Avrupa’da başlamış bir dünya savaşı vardı ve ateşi her an Osmanlı topraklarına sıçramak üzereydi. Bu süreç içinde kapitülasyon haklarına sahip olan karşı devletlerin derdi başından aşkın olacaktı. Öte yandan imparatorluğun büyük bir kesiminde bu gelişme büyük bir sevinçle karşılandı. Osmanlı Devleti, sırtına yüklenmiş büyük bir yükten kurtulmuş oluyordu.

    Özellikle Avrupa ülkelerinin elçilerinden kapitülasyonların kaldırılmasına büyük tepkiler gelmişse de, bu konudan taviz verilmedi. Elbette elçilerin taleplerine göre yeni düzenlemeler yapılmıştı fakat bunlar kesinlikle kapitülasyonlarla verilen ayrıcalıklar gibi değildi. Osmanlı, bu önemli kararın uygulanması ile büyük ve yeni bir adım atmış olacak ve üzerindeki boyunduruktan kurtulacaktı. Fakat bu sevinç kısa sürmüştü. Osmanlı, I. Dünya Savaşı’na katılmak zorunda kalmış, bu savaştan yenilgiyle çıkmış ve 30 Ekim 1918’de yenilmiş bir devlet olarak tekrar başka devletlerin boyunduruğu altına girmişti. Osmanlı’ya karşı uygulamaya konan ilk maddelerden biri de kapitülasyonlar olacaktı.

    Milli Mücadele yıllarında da Mustafa Kemal, kapitülasyonlar konusunu oldukça ciddiye almıştır. Mustafa Kemal Paşa, kongrelerde tam bağımsızlıktan yana tavırlar ortaya koymuştur. Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Misak-ı Milli görüşmelerinin yapıldığı (22-28 Ocak 1920) sırada yine kapitülasyonlar tartışılmıştır. Nitekim orada alınan kararların 6. maddesi özetle şöyledir: “…Milli ve ekonomik gelişmemizi sağlamak amacıyla her devlet gibi tam serbestlik ve bağımsızlığın sağlanması, devamlılığımız için esastır. Bu nedenle siyasi, adli, ticari ve mali gelişmemize engel olacak sınırlamaların kaldırılması gerekmektedir…”

    işte bu nedenledir ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün, delegeleri Lozan’a gönderirken taviz kabul etmediği en önemli konulardan biri, kapitülasyonlar konusu olmuştur.

    Lozan yolundayken, Avrupa devletlerinin de kapitülasyonların, yani ticari ve adli ayrıcalıkların peşinde olacakları bilinmektedir. Bu nedenle yeni Türk devleti, bu konuda hazırlıklıdır ve özellikle bağımsızlık ilkesinden taviz vermeden bu konuyu ele alacaktır. Bu konuda karşısındaki en büyük engellerden biri de kuşkusuz, yeni Türk devletinin bağımsızlığını kabul etmeyen yegane ülke olan ingiltere olacaktır.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 237.
    0
    Lozan Yolunda

    Lozan yolunda milli heyete kapitülasyonlar konusunda iletilen izahat son derece kısa ve özdü:

    Kapitülasyonlar asla kabul edilemez. Gerekirse müzakerelerin kesilmesine gidilir.

    Aslında bu konunun çözüme ulaştırılması konusunda büyük zorluklar olacağını herkes tahmin etmekteydi. Söz konusu ayrıcalıkların devam etmesinde, Konferansa katılan veya katılmayan pek çok devletin çıkarları söz konusu idi. Ayrıca bu ayrıcalıklara Batılılar, en azından 400 yıldan beri alışmış ve tüm ilişkiler bu temele dayandırılmıştı. Bu nedenle karşı devletler bu konuda işbirliği yapmış gibi ayrıcalıkların devdıbını istiyorlardı. Bu bakımdan Lozan’da kapitülasyonların tümden tasfiye edilmesi oldukça zor görünüyordu.

    Türk Heyeti Başkanı ismet Paşa’nın; “Bunda bütün müttefikler ve Amerika karşımızda bulunmuşlardır. Biz ise bu meseleyi hayati davalarımızdan biri sayıyorduk”, diyerek meselenin aşılması şart bir konu olduğunu vurgulamıştır.

    Karşılıklı Güç Yoklamaları

    27 Kasım 1922’de Mali ve Ekonomik işler Komisyonu kapitülasyonları görüşmek üzere toplandı. ismet Paşa, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını kısıtlayan tüm sınırlamaların kaldırılmasını istedi. Kapitülasyonların bir milletin bağımsızlığı ile bağdaşmayacağını, Türkiye’deki yabancıların durumunun, tüm uygar ve bağımsız ülkelerde yürürlükte olan genel yasalara benzeyen düzenlemelerle güvence altına alındığını ve Türk delegasyonunun ancak bu ilkeye göre tali komisyonlarda çalışabileceklerini belirtti.

    Ülkesi, kapitülasyonlardan dolayı büyük ölçüde çıkar sağlayan Fransız delegesi, bunun yerine bir başka sistemin konmasını ısrarla istemekteydi. Ancak o sırada tamamen belirsiz olan bu yeni sistemin, her halükarda yine devletin güvenliğini veya bağımsızlığını zedeleyecek olmasından dolayı, ismet Paşa bunun kabulünün mümkün olmayacağını belirtmişti.

    Lord Curzon, “kapitülasyonların antlaşma haklarına dayandığını” söylüyor; hatta bu hakların kaldırılmasına “Osmanlı’nın müttefiki olan Almanların bile karşı çıktığını” ifade ediyordu. Ayrıca konuşmasında, tarafların üzerinde anlaşacağı yeni bir sistem getirilmeden kapitülasyonların kaldırılamayacağını da ifade ediyordu.

    Türkiye için ne şekilde olursa olsun kapitülasyonları kabul etmeme ana ilke idi. 28 Aralık 1922’de çalışmalar çıkmaza girdi. Karşı tarafın önerileri, Türk egemenliğini ihlal edici bulunduğundan hiç bir şekilde kabul edilmedi. ismet Paşa bu konuda, “Türkiye’deki yargı sisteminin, dünyada en iyi yönetilen ülkelerin yargı sistemlerinin ayarında olacağını” belirterek savunma yaptı. Bu sistemin değiştirilmesini, yabancı yargıçların Türkiye’de görevlendirilmesini ve hatta geçici bir sistemin uygulanmasını ve buna benzer her türlü öneriyi, Türkiye’nin bağımsızlığına karşı bir saldırı olarak niteleyerek kabul etmedi.

    Bu şartlar altında sürdürülen çalışmalardan bir sonuç alınamadı. ismet Paşa ve Türk Heyeti, her ne isimle olursa olsun, bu konuda herhangi bir sınırlamayı kabul etmemiş ve yapılan baskı ve zorlamaları geri çevirmişti. Konferans 4 Şubat 1923 günü anlaşmazlıkla sona erdi.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 238.
    0
    ikinci Deneme Başlıyor

    Lozan Görüşmeleri’nin kesildiği devrede, 17 Şubat 1923’te izmir iktisat Kongresi’nde konuşan Mustafa Kemal, kapitülasyonlar konusunda hiçbir tavizin verilmeyeceğini şu sözlerle ifade etmişti:

    Osmanlı Devleti hakikatte ve fiilen istiklalden mahrum bir hale getirilmişti. Bir devlet ki kendi tebaasına koyduğu vergiyi yabancılara koyamaz; bir devlet ki gümrüklerini düzenleme hakkından yasaklıdır… Ve bir devlet ki yabancılar üzerinde yargı hakkını kullanamaz. Böyle bir devlete bağımsız denilemez…

    Bu sözler, kapitülasyonların kaldırılmasının Türk tarafı açısından mecburi olduğunu tekrar belgeliyordu. Nitekim Lozan Görüşmeleri’nin, kapitülasyonlar nedeniyle kesintiye uğraması Türk tarafının kararlılığını etkilememişti. Öyle ki, 10 yıllık savaşın ardından varını yoğunu kaybetmiş Türk tarafı, tekrar savaş hazırlıkları yapmaktan çekinmedi. Lozan Görüşmeleri’nin kapitülasyonlar nedeniyle kesintiye uğramasıyla Mustafa Kemal, Türk ordusuna savaş hazırlıklarını yapmasını emretti.

    Aslında Lozan Konferansı’nın kesintiye uğraması itilaf Devletleri’nin hiç de işine gelmiyordu. Büyük yıkım getiren I. Dünya Savaşı sonrasında hiçbirinin yeni bir savaşa girmeye niyeti yoktu; keza 4 yıllık korkunç savaş, yeneni de yenileni de harap etmişti. Ayrıca “barıştan yana olmamak”, Avrupa ülkelerinin üzerlerine alabileceği bir sorumluluk değildi. Savaştan yorgun düşmüş Batı kamuoyunun barış istemesi, itilaf Devletleri’nin kapitülasyonlar konusunda daha fazla ısrarcı davranmamasında büyük rol oynamıştı. Barış görüşmelerini durduran taraf olmak, barışı istemeyen taraf olmakla eşdeğerdi ve böyle bir devletin büyük ölçüde hem kendi halkı hem de diğer devletler tarafından dışlanacağı açıktı. Avrupa, bunu göze alamazdı.

    Dahası, 1921’de Türkiye ile dostluk anlaşması imzalamış olan Sovyetler Birliği, eğer tekrar savaş çıkarsa Türkiye’nin yanında savaşa gireceğini duyurmuştu. Bu durum, itilaf Devletleri açısından tüm dengeleri değiştiriyordu.

    Bu konuda Türkiye’nin kararlı tutumunu gören Batılı devletler, Lozan Konferansı’nın yeniden başlatılması yönünde çalışmalar başlattılar. Böylece Lozan Konferansı’nın ikinci dönemi 23 Nisan 1923’te açıldı. Bu kez Konferansa Lord Curzon ve “eski ünlüler” gelmemişti. ingiliz Heyeti ve Konferansın başkanı, istanbul Yüksek Komiseri Horace Rumbold olmuştu.

    Kapitülasyonlar, Lozan Konferansı’nı sonuçlandırma konusunda en büyük engeldi. Batılılar, ekonomik çevrelerinden de gelen baskıların da etkisiyle kapitülasyonlardan vazgeçmek istemiyorlardı. Türkiye ise hiçbir sınırlamayı kabul etmiyordu. Bu nedenle ikinci dönemin açılışından 4 Mayıs’a kadar geçen sürede yapılan görüşme ve tartışmalardan bir sonuca varılamadı. Öteki mali konular da diğer zorlukları oluşturmaya devam etti.

    Uzun tartışmalardan sonra, Türkiye için en önemli sorunlardan birisi olan kapitülasyonlar maddesi antlaşmaya konulmak üzere şu şekilde tespit edildi:

    Madde 28: Bu Antlaşmayı imza eden akitlerin her birisi, kendisini ilgilendiren yönde, Türkiye’deki kapitülasyonların her bakımdan tam olarak ilgasını (yürürlükten kaldırıldığını) beyan etmeyi kabul ederler.

    Bu arada sağlık kapitülasyonları da, istanbul’da bir doktorluk komitesi şeklinde istenmişse de kabul edilmedi. Sonuçta Türkiye’de 5 yıl müddetle, müşavir unvanı ile üç Avrupalı doktorun karantina işlerinde çalışmasına izin verilecek bir yöntem kabul edildi. Bu gelişme ile sağlık kapitülasyonları da sona ermişti. Beş yıl sonra bu üç yabancı doktorun da görevlerine son verildi ve sağlık işleri de tamamen millileştirildi. Atatürk bu konuyu Nutuk’ta “bu konuda hiçbir kapitüler kayıt yoktu. istişari mahiyette olmak üzere bir kaç yabancı mütehassısın 5 yıl için hizmetimizi almasını kabul ettik” şeklinde açıklamıştır.

    Böylece Türk heyetinin kesin kararlı tutumu sayesinde, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni geçmişin prangasından kurtaracak şekilde kapitülasyonlar ortadan kaldırıldı. Türkiye, tam bağımsızlık ilkesini bu şekilde kazanmakla beraber, ingiliz derin devletinin yıllar süren “sömürge” planını da alt üst etmiştir. ingiliz derin devleti, kurnazca devletlerin içine sızarak ülkeleri ekonomik ve hukuki anlamda hegemonya altına alma planını, yeni Türkiye üzerinde uygulayamamıştır. Bu nedenledir ki Lozan Görüşmeleri’ni sürdüren ingiliz heyeti için kapitülasyon tavizi, büyük bir hezimet olarak karşılanmıştır. 14 Nisan 1924 tarihli Time dergisi, sonuçlanan Lozan’ın ardından şu yorumda bulunmuştur:

    Lozan Antlaşması, yüz yıldan fazla süredir ingiliz diplomasisinin ilk göze çarpan başarısızlığıydı.

    Aynı yazıda, ingiliz derin devletinin kirli planlarının geri teptiği ise şu sözlerle ifade edilmiştir:

    Neticede, Lozan Antlaşması, Türkiye’yi yaka paça Avrupa’dan atmak yerine, Avrupa’yı Türkiye’den attı.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 239.
    0
    ingiliz Derin Devletinin Kapitülasyon Planı

    Kapitülasyonlar konusunu incelerken, ingiliz derin devletinin, sonraki yüzyılları kapsayacak derin planlar kuran bir yapılanma olduğu gerçeği mutlaka akılda tutulmalıdır. ingiliz derin devleti, Osmanlı imkanlarından faydalanmak için ingiltere’nin aldığı bu ayrıcalıkları zaman içinde genişletmiş, Osmanlı’nın bu konuda iyi niyetinden ve zayıflığından yararlanmış ve daha sonra Osmanlı Devleti içinde bir yapılanma oluşturmuştur. Öyle ki, bu yapılanma içinde Osmanlı topraklarında yabancıların mahkemeleri hüküm sürmekte, Osmanlı toprakları yabancılar tarafından parsellenmekte ve alınıp-satılmakta ve yine Osmanlı toprakları üzerinde en iyi sağlık hizmetleri yabancı doktorlar tarafından yabancılara sunulmaktadır. Türk vatanında Türklerden daha ayrıcalıklı hale gelen söz konusu yabancılar, doğrudan devleti yağmalamakta ve tümüyle Osmanlı kanunlarından bağımsız bir hayat yaşamaktadırlar. Bu kişiler, Türk tacirlerinden daha fazla haklara sahip oldukları için ülkedeki tüm ticareti yürütmüşlerdir. Bu sistem, ingiliz derin devletinin yıllar içinde geliştirdiği sinsi planın uygulamasıdır. Bugün sömürge ülkelerinde veya ingiliz derin devletinin nüfuz ettiği diğer ülkelerde de görülen bu sinsi yapılanma, Osmanlı’nın kendi içine kadar girmiş, devlet sistemini ele geçirmiş ve kendi hegemonyasını kurmuştur. ingiliz derin devleti, bu sistemi koz olarak kullanarak ülke içinde rahatça ajanlar yerleştirebilmiştir. Bu durum, öylesine sistemli şekilde gerçekleşmiştir ki, yeni Türk Devleti, bu virüsü bünyesinden atmak için olağanüstü bir savaş vermiştir.

    Bugün Ortadoğu’da, özellikle de Afrika’da, ingiliz derin devletinin himayesindeki ülkelere bakıldığında, derin devletin, bu ülkelerin tüm kaynaklarını kullanıp zenginleştiğine, sömürülen ülke halklarınınsa açlıktan ve yoksulluktan perişan olduklarına şahit oluruz. Bu, ingiliz derin devletinin bilindik politikasıdır. Osmanlı üzerinde kapitülasyonlar ile kurgulanan sistem de bu olmuştur. Fakat Allah, Türk milleti üzerinde bu oyuna izin vermemiş ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’yı ve dönemin yürekli Türk insanlarını vesile ederek ingiliz derin devleti hegemonyasını durdurmuştur. Kapitülasyonlar, Osmanlı Devleti’ni içten sömürme sisteminin farklı adıdır. Mutlaka bertaraf edilmesi gereken bu bela, Lozan Görüşmeleri’nin önemli bir zaferidir.

    Onlar, Allah’ın tuzağından güvende mi idiler? Allah’ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz. (Araf Suresi, 99)
    Tümünü Göster
    ···
  15. 240.
    0
    ingiliz Hegemonyasını Reddeden imanlı Türk Halkı

    Türklerin Lozan’da elde ettiği bu zaferi kendine yediremeyen ingiliz liderler, imzaların atılmasından sonra “kendilerini rahatlatmak için” çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır. ingiliz derin devleti, Lozan’da olmasa da sonrasında Türkiye diye bir devletin kalmayacağına yönelik hayalini her fırsatta dile getirmiştir.

    Lozan Görüşmeleri’nin büyük kısmını yürüten ingiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Lozan’da imzaların atılmasından sadece dokuz gün sonra, ingiltere’nin Paris ve Roma büyükelçilerine gönderdiği talimatta, Türkiye’nin küçük bir devlet olduğunu, Müttefiklerin Türkiye’ye büyükelçi göndermemelerini ve maslahatgüzar gibi çok düşük düzeyli bir temsilci göndermenin uygun olabileceğini söylemiştir.

    Lozan’ın imzalarının atılmasından sadece 21 gün sonra ise, istanbul’daki ingiliz Yüksek Komiser Vekili Neville Henderson Londra’ya gönderdiği raporda, şu sözleri sarf etmiştir:

    Türkiye küçülmüş, yoksul düşmüş ve nüfus kaybetmiştir. Büyüklük, zenginlik ve nüfus bakımından önemsiz olan Türkiye gibi bir memlekete büyükelçi göndermek fazla olabilir… Bugünkü Türk Hükümeti ayakta duramazsa –ki uzun zaman ayakta duramaz kanaatindeyim– o zaman ingiliz Büyükelçiliği hangi şehirde olursa Türk Hükümeti de oraya gelecektir. Bizim desteğimizle sürüklenmesi kaçınılmaz. Bu anarşide şimdiki hükümet düşecek ve bizimle işbirliği yapacak yeni bir hükümet işbaşına gelecektir.

    Henderson’un kendine böylesine özgüvenle sarf ettiği sözleri kuşkusuz boşuna değildir. Keza, ingiliz derin devleti, Türkiye üzerinde uygulamaya çalıştığı sinsi stratejiyi pek çok ülke üzerinde uygulamış ve neredeyse tümünde devletler, tıpkı Henderson’un dediği gibi, eninde sonunda ingiliz derin devletin talimatlarına göre şekillenmişlerdir. Henderson’un hesaba katmadığı asıl konu ise, Atatürk’ün ve Türk milletinin hiç yılmayan azmi ve imanıdır. Böylesine büyük bir lidere ve imanlı bir millete sahip Türk devleti üzerinde kimsenin pranga vuracak gücü kalmamıştır. Lozan öncesinde ve sonrasında böylesine üst perdeden konuşan ingiliz derin devlet temsilcileri, zaman ilerledikçe imanlı millete karşı güçlerinin yetmeyeceğini anlamışlardır. Gladstone’un 1800’lerde, “Türkleri yenmek için ellerinden Kuran’ı almak gerektiğine” dair ifadeleri, imanlı milletin asla yenilmeyeceğinin, ingilizler tarafından aslında 19. yüzyıldan beri biliniyor olduğunu göstermektedir.

    Türkiye, Hz. Mehdi (as)’ın zuhur edeceği mübarek bir ülke; istanbul, bu zuhurun gerçekleşeceği mübarek bir şehirdir. Hz. Mehdi (as) da, onun çıkacağı kutlu bölge de daima Allah’ın koruması altında olacaktır. Dolayısıyla, Türkiye’nin kaderinde, sinsi derin devletlerin oyununa gelme, bölünme ve parçalanma yoktur. Türkiye üzerindeki hiçbir sinsi plan başarılı olamamıştır ve başarılı olması mümkün değildir. Türkiye üzerinde planlar geliştiren ingiliz derin devletinin elemanları bu gerçeği daima akıllarında tutmalıdırlar.

    … Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. işte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 22)
    Tümünü Göster
    ···
  16. 241.
    0
    Sonuç: GERÇEK ÜST AKIL

    ingiliz derin devleti, tarih boyunca deccali sistemin öncülüğünü yapmış ve hükümetlerin, hukukun, devlet politikalarının, liderlerin üzerinde bir güç olarak davranmıştır. Gerçek liderler barış için çabalarken, o savaş çıkarmış; ülkeler kalkınıp gelişme aşamasındayken, onları bölüp parçalamış, isyanlar ve darbelerle istikrarsızlaştırmış; dostluk içinde yaşayan kardeş toplumları düşmanlığa sürüklemiştir. Kararların üzerinde, savaşların arkasında, her türlü fitnenin geri planında hep o “üst akıl” varlığını göstermiştir. Tarih boyunca hiç kimse ve hiçbir sistem, bu üst aklın, yani ingiliz derin devletinin fitnesine karşı koyamamış, bunu engelleyememiştir.

    Ta ki bugüne kadar.

    ingiliz derin devleti, yıllardır mücadele etmek için hazırlık yaptığı büyük gerçek ile karşılaşmak üzeredir. Bu gerçek, Hz. Mehdi (as)’ın zuhurudur. Yıllardır bu zuhura kendince set olabilmek için hazırlık yapmış, bu uğurda dünya coğrafyasını değiştirmiş, imparatorlukları yıkmış, kardeşi kardeşe kırdırmıştır. Kendi sinsi yöntemleriyle başarı elde edebileceğini sanmıştır; oysa sahte başarısı bir Kurtarıcının çıkışını engelleyememiştir. Hz. Mehdi (as), şu anda yeryüzündedir ve dünya onun zuhuruna çok yakında şahit olacaktır.

    ingiliz derin devleti, tarihinde belki de ilk defa başarısızdır. Çünkü, her türlü fitnenin temelindeki bu üst akıl, her üst aklın üzerinde bir Akıl olduğundan habersizdir. Tüm zihinlere hakim olan, her planın planlayıcısı olan gerçek üst Akıl, Yüce Rabbimiz Allah’tır. Hiçbir güç, Allah’ın planının önüne geçemez ve geçemeyecektir. Allah’ın tuzağı, kurulan bütün tuzaklardan daha büyüktür.

    ingiliz derin devletinin bugüne kadar elde ettiği sahte zafer kimseyi aldatmamalıdır. Yapılan hiçbir plan, Allah’tan bağımsız değildir. Allah, söz konusu fitne odaklarına sadece zaman tanımış, bu dönem içinde deccal, kendini belli etmiştir. Her zaman mutlak gücün kendisinde olduğunu zanneden ingiliz derin devleti, aslında tüm kontrolün Yüce Allah’ta olduğunu artık anlayacaktır. Kaderin akışına karşı koyamayacak, Mehdiyetin hakim olduğu bir dünyada oyun oynayamayacaklarını çok yakında göreceklerdir. Mehdiyetin sevgi ve barış rüzgarı, ingiliz derin devletinin deccali vahşetini eritecek, deccaliyete teslim olmuş zihinleri eğitecek ve dünyaya hakim olacaktır.

    Bu nedenle telaş etmeye gerek yoktur. Dikkatli bakan her göz, Mehdiyetin önündeki tüm engellerin birer birer kalktığını görebilir. ingiliz derin devletinin fitneleri de çok yakında sona erecektir. Metafizik işleyen bu dünyaya Allah, mutlaka, inananların ve iyilerin zaferini getirecektir.

    Allah, yazmıştır: “Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de.” Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)
    Tümünü Göster
    ···
  17. 242.
    0
    Rezervasyon
    ···
  18. 243.
    0
    Kötülük tarih boyunca hep tek bir merkezden yönetilmiştir. Yeryüzünde savaşı ve katliamları yaygınlaştıranlar emir komuta zinciri altında hareket etmekte ve tek bir noktadan çıkmış planları uygulamaktadırlar. 20. yüzyılın büyük savaşlarının, sömürgeciliğin, katliamların, Ortadoğu ve Afrika’nın bölünmesinin, ekonomik krizlerin sadece tek bir merkezi vardır. Kötülük 8 kollu bir ahtapot gibidir. Gözlerimiz ilk önce çok hareketli kollarına takılır. Fakat tüm bu kolları yöneten bir beyin vardır. Beynin emirleri ile kollar mükemmel bir koordinasyon ile tek bir hedefe yönelik hareket ederler. Kolların bağımsız hareket ediyor gibi görünmesi ise sadece göz yanılmasıdır. Hepsi bu tek bir beynin kontrolündedir. Üstelik kötülük piramit benzeri hiyerarşik bir yapıdır. Ne kadar geniş bir tabana da sahip olsa, yüzlerce katmandan da oluşsa en tepesinde tek bir nokta vardır ve bu noktanın, altında bulunanlar üzerinde mutlak bir hâkimiyeti vardır.

    Ahtapotun kollarına dikkat vererek ya da piramidin alt kademelerini hedef alarak kötülükle mücadelede sonuç almak imkânsızdır. En tepede sistemi kontrol eden, yöneten, emir veren ve son sözü söyleyenle birebir fikren mücadele edilmelidir. Bu fikri mücadelenin özünü de tepedeki söz konusu noktanın deşifre edilmesi oluşturmalıdır. Zira bu güç hedef şaşırtıp kendini saklayabildiği için bu kadar etkili olmakta, gizliliğin tüm çirkin avantajlarını kullanmaktadır.

    Bugün dünya çapındaki kötülüğün başından bahsedilirken birçok adayın ismi geçmektedir. Adları çokça zikredilen ABD ve israil derin devletleri, Birleşmiş Milletler, NATO ya da AB gibi yapılar, CIA, MOSSAD ya da Gladio gibi örgütler, Illuminati, Masonluk, Skulls and Bones, Gül Haç, Tapınakçılar gibi gizli teşkilatlar, Wall Street’teki finans baronları, petrol Tröstleri, Çok Uluslu Şirketler gibi dünya ekonomisini kontrol edenler bu sistemin çarkları olarak anılır. Ahtapotun kolları, piramidin alt katmanları olarak kabul edilir.

    ingiliz Derin Devleti ise asırlardır bu hiyerarşinin en üst noktasında olmuştur. Ortadoğu’yu kana bulayan politikalar ingiliz Derin Devletinin eseridir. Ortadoğu devletlerinin çoğunu ingiltere kurmuştur. Ortadoğu ülkelerinin sınırları Churchill’in başkanlık yaptığı Kahire Toplantısı’nda çizilmiştir. Söz konusu ülkelerin yöneticilerinin çoğunu ingiliz Derin Devleti seçip göreve getirmiştir. ingiliz derin devletinin adamları Lawrence, Gerthrude Bell, General Allenby, Orde Wingate, Hubert Young, Sir Percy Cox, Herbert Samuel vs bu kadroları bulmuş, yetiştirmiş ve yetkilendirmiştir.

    20. yüzyılda Ortadoğu’yu yöneten kadroların büyük çoğunluğu Sandhurst Military Academy, SOAS- School of Oriental Studies, Exeter, Cambridge veya Oxford gibi ingiliz okullarında eğitilmiş ve ingiliz Derin Devletinin planlarına hizmet edecek şekilde göreve getirilmiştir. Elbette söz konusu okullarda yetişen sayısız dürüst, samimi, iyi insanlar vardır. Ancak bu okulların ingiliz derin devleti tarafından birer eğitim merkezi olarak kullanıldığı da açıktır. iran’daki Musaddık darbesinin, Türkiye’deki 60,71, 80, 98 ve 2016 darbelerinin, Mısır, Suriye ve Irak’ın darbelerle dolu tarihinin arkasında da hep ingiliz Derin Devleti vardır.

    Bugün dünyayı yönettiği iddia edilen CIA ve MOSSAD’ı ingiliz istihbaratı olan MI6 kadroları kurmuş ve ajanlarını yetiştirmiştir. Edward Snowden’in afişe ettiği dünyanın en büyük gözetleme sistemi olan Five Eyes ingiliz kontrolündeki Avusturalya’da kurulmuştur. Five Eyes’da ABD istihbaratının çevresi Kanada, Yeni Zelanda, ingiltere ve Avusturalya istihbaratları ile çevrilidir. Bunların tamamı ingiliz Milletler Topluluğu üyesidir.

    Milletler cemiyeti ingiltere’nin kontrol ettiği 1919 Paris konferansında kurulmuştur. Konferans büyük oranda ingiltere’nin planlarını hayata geçirmiştir. BM‘in bir çok kararının arkasında da ingiliz Derin Devleti vardır. NATO’nun, Gladio’nun, AB’nin baş mimarı ingiliz Başbakanı Churchill’dir. Kurucuları ve ilk yöneticileri hep ingilizlerdir. Bu tarihi gerçekler söz konusu kurumların veya örgütlerin tamamen yanlı olduklarını göstermez. Kuşkusuz BM’nin bir çok faydalı hizmeti olmakta, her istihbarat örgütü kendi ülkesi için önemli hizmetler vermektedir. Ancak bu durum, söz konusu kurum ve örgütlerin yapılanmasında ve bazı kararlarında ingiliz derin devletinin karanlık etkisinin olduğu gerçeğini değiştirmez.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 244.
    0
    Amerikan Merkez Bankası FED de Bank of England tarafından kurulmuştur. Dünya ekonomisine yön veren Rothschild ailesi ingiltere merkezlidir. Soros ingiltere’de eğitim almıştır.

    Osmanlı’yı yıkan, Anadolu’yu işgal eden ingiliz derin devletidir. Komünizmin kurucu kadrosu ingiltere’de toplanmıştır. Marx ve Engels Komünizm’in temel taşını oluşturan Komünist Parti Manifestosu ilk olarak ingiltere’de basılmıştır. Das Kapital dahil tüm ana eserleri orada yazmıştır. Liberalizmin kurucuları Adam Smith ve David Ricardo ingiliz’dir. 20. yüzyılda dünyayı kana ve savaşlara bulayan sosyal Darwinizm’in ideolojik temelini oluşturan Darwin ingiliz’dir. Soros’un Açık Toplum hareketinin fikir babası Karl Popper ingiliz’dir. Ateizmin 21. yüzyılda bayrağını taşıyan Richard Dawkins ingiliz’dir. Şunu hemen belirtmek gerekir ki, ingiliz halkı sevecen, samimi, güzel ve temiz bir halktır. ingiliz derin devletinin yapılanmasını deşifre etmek ingiliz halkını da asırlardır canlarını yakan bu beladan kurtaracaktır.

    ingiltere tarihte 22 ülke hariç tüm dünyayı işgal etmiştir. işgal coğrafyasını hatırlayalım… Antigua ve Barbuda, Avustralya, Bahamalar, Bangladeş, Barbados, Belize, Botsvana, Britanya Hint Okyanusu Toprakları, Britanya Virjin Adaları, Brunei… Cayman adaları, Cebelitarık Christmas Adası, Cocos Adaları, Cook Adaları… Dominika, Falkland Adaları, Gambiya, Galler, Gana, Grenada, Guyana, Güney Afrika, Hindistan, iskoçya, Jamaika, Kamerun, Kanada, Kenya, Kiribati, Kuzey irlanda, Lesotho… Bitmedi…Malavi, Maldivler, Malezya, Malta, Mauritius, Mercan Denizi Adaları, Montserrat, Mozambik; Namibya, Nauru, Nijerya, Norfolk Adası… Bitmedi… Papua Yeni Gine, Pitcairn Adaları, Ross Bölgesi… Devam ediyor… St. Kitts ve Nevis, St. Lucia, St. Vincent ve Grenadinler, Samoa, St. Helena, Seyşeller, Sierra Leone, Singapur, Solomon Adaları, Sri Lanka, Svaziland…Dahası var… Tanzanya, Tonga, Trinidad ve Tobago, Tokelau, Turks ve Caicos Adaları, Tuvalu, Uganda, Vanuatu, Yeni Zelanda, Zambiya… Tüm bunlar ingiliz Milletler Topluluğu üyeleri… Bu ülkelerin bazılarında seçimler yapılıyor, Başbakan atanıyor… Ancak bu seçilmiş yönetimlerin üzerine hala Londra’dan bir Vali atanıyor. Yani ingiltere, o ülkelerin en tepesine vilayetiymiş gibi “VALiLER“ gönderiyor. Seçilmiş hükümet kararlar alıyor, atanmış ingiliz Vali’nin önüne getiriyor. Atanmış Vali Kraliçe’ye soruyor. Kraliçe “Evet” veya “Hayır” diyor. ABD eski ingiliz kolonisidir. Sadece 150 yıl evvel ingilizlerin kışkırttığı bir iç savaşta 1 milyon Amerikalı kardeş kurşunuyla can vermiştir. Ülkenin tüm alt yapısı yıkılmıştır. ABD ingilizlerin ayak oyunları ile 2. Dünya Savaşı’na girmek zorunda kalmıştır. 1. ve 2. Dünya Savaşları sonrasında barış görüşmeleri ingilizlerin kontrolünde ilerlemiştir. ingiliz derin devletine karşı koyan ABD başkanları ya görevden alınmıştır ya da suikasta uğramıştır. Son günlerde gündemde olan Trump aleyhine sahte raporu hazırlayanın da eski bir ingiliz istihbaratçısı olması dikkat çekicidir.

    Afganistan ve Irak işgallerinin, iran-Irak Savaşı’nın, iran Devrimi’nin, Kızıl Hilal Projesi’nin, Ortadoğu’nun parçalanmasının, Medeniyetler Çatışması ve Müslüman Savaşları Çağı’nın fikir babası Bernard Lewis ingiliz askeri istihbarat görevlisidir. SOAS’ta 30 yıl hocalık yapmıştır. 1974’te ani bir kararla ABD’ye gelen Lewis o dönemden bu yana neredeyse tüm ABD başkanlarının Ortadoğu konusunda başdanışmanlığını yapmıştır. Kissinger, Brezinski, Huntington ve son dönem ünlü neoconların eğitmenidir. ABD politikalarını gerçek manada yazan kişidir.

    Sömürgecilik, kolonicilik ve köleliğin merkezi de ingiliz derin devletidir. Çin, Hindistan Endonezya ve Malezya asırlarca ingiliz boyunduruğunda kalmıştır. Çin’i afyona alıştıran, Hindistan’ı açlıkla terbiye eden, Doğu Hindistan Şirketi ile tüm Güneydoğu Asya’yı terörize eden yine ingiliz Derin Devletidir. Şimdiki zamanlarda dönemin ingilteresi’nin Hindistan’da yaptığı soykırım pek hatırlanmaz. 150 yıl önce 330 milyonu açlıkla yüz yüze bırakan dönemin ingilteresi 1 milyondan fazla Hintlinin ölümüne yol açmıştır.

    Bugünkü radikal terörizmin kurucularının büyük kısmı El-ezher üniversitesinde eğitim almışlardır. El-ezher üniversitesini bu konuma getiren Mısır Sömürge Valisi, Anglosakson ırkçısı ve evrimci Lord Cromer’dır. Lord Cromer’ın finanse edip desteklediği muhafazid Abduh ile birlikte El-ezher islam dünyasında Sosyal Darwinizm’in merkezi haline gelmiştir. Bu kadrolar radikal islam’ın ideologlarıdır. Lord Cromer’ın kurduğu sistem 30 yıl içinde tüm islam alemini etkisi altına almıştır. Bu negatif etki bugünkü savaş ortdıbının ana sebebidir.

    Bugün terörizmin en çok can aldığı Pakistan, Afganistan, Irak, Nijerya, Suriye, Yemen hep ingiliz işgali altında olmuştur. Usama bin laden ingiltere’de eğitim görmüştür. Cezayir’i kana bulayan GiA kadrolarını ingiltere’de devşirmiştir. DAEŞ’in en önemli tetikçileri hep ingiltere’den gelen savaşçılar olmuştur.

    DAEŞ (ISIS), El Kaide, tako Haram, Eş Şebab, FETÖ, Hizbullah, PKK, PYD, Asala, DHKP-C, Kızıl Tugaylar, Polpot benzeri terör örgütleri ingiliz derin devletinin taburları konumundadır. Bu yapının girdiği her yerde kan ve gözyaşı oluk oluk akar.

    Bu liste daha sayfalarca uzayıp gidebilir. Özetlemek gerekirse insanlık tarihinin son 300 yılı ingiliz derin devletinin kana buladığı bir tarih olmuştur. Kendi ülkesinin insanları da dahil yüz milyonlarca masum bu ırkçı, sömürgeci, menfaatperest, acımasız, vahşi katillerin elinde can vermiştir. Tarihin en büyük soykırımlarını ingiliz Derin Devleti gerçekleştirmiştir. ingiliz halkının da büyük acılar yaşamasına sebep olmuştur.

    Maskelerin düştüğü ve gerçek yüzlerin ortaya çıktığı, Türkiye’de silahlı kalkışmanın yaşandığı 15 Temmuz 2016’da, Türkiye’ye 100 mil uzaklıktaki Kıbrıs’ın güneybatı sahilinde bulunan Kraliyet Hava Kuvvetleri üssünde binlerce askerini konumlandıran ve Akdeniz’e Kraliyet Donanması savaş gemilerini gönderen ingiltere, yüzlerce jet, helikopteri –sözde- 50 bin civarı Britanyalı’yı tehlikeden uzaklaşmalarına yardımcı olmak için görevlendirmişti. Askerler bu operasyona müdahele etmeye kalkışacak “yerel isyancılara” ateş etmekte serbestti. ingiltere’nin darbe öncesi bu hazırlıkları, kendi vatandaşlarını kurtarma girişiminin ötesinde, adeta bir planını andırır nitelikteydi.

    Türkiye’ye tek destek olan Rusya ile her yönde ikili ilişkilerin hızla gelişmesinden sonra, Suriye meselesinin çözüm sürecinde bir araya gelen üçlü blokun bölgeye barış ve birlik getireceğini gören ingiliz derin devleti bu durumdan da hayli rahatsız oldu. Darbe girişimi günlerinde işgale hazır vaziyette olayları izleyen ingiltere, son günlerde Türkiye’ye karşı son derece sözde ‘dostane’ ve ‘samimi’ tavırlar sergilemeye başladı. Elbette ingiliz halkıyla Türkiye’nin iyi ilişkileri önemlidir. Ancak ingiliz derin devletinin planları ne Türkiye’nin ne de kendi halkının faydasına yönelik değildir, hiçbir zaman olmamıştır.

    Bu çapta organize olmuş, ülkelerin kılcal damarlarına nüfuz etmiş bir yapının oyunları karşısında ise hiçbir lider, hiçbir millet, hiçbir devlet kendi tek başına ayakta kalamaz. Bu kirli planları durduracak olan iyilerin ittifakıdır. Rusya ile Türkiye arasında son bir yılda Putin ve Erdoğan’ın inisiyatifleri ile güçlü ve sarsılmaz bir ittifakını temelleri atılmıştır. Dünyayı ingiliz Derin Devleti belasından kurtarmak isteyen her temiz vicdana düşen bu ittifakı savunup desteklemektir.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 245.
    0
    Yüce Allahın lütfü olan altın çağ yazısından sonra okumadim. Kardesim kuranda böyle bir ayet yok , ezileceksiniz , sonra zalimler sizin üzerinize baskı kuracak , ama son anda siz galip geleceksiniz , altın çağ diye birşey yazmiyor. Klavyeye bastığın tuşların utreticisi bile gayr-ı muslim sen tutmuş burda diyon ki altın çağ.

    Elhamdülillah Müslümanım, kuran i kerim de tek kitabım. Ama kitapta yazmayan seylerle insanları bos bos Allah müjdeledi altın cag gelecek demeniz milleti koreltmekten başka birşey değildir.

    Eksini verdim. okunmaya değmez bir yazı , gelen hiç bakmadan gitsin.

    Hayalperest olmaya gerek yok

    "Biz onların kaderini , ancak kendi çabasına bağlı kıldık "
    isra suresi 13.ayet
    ···