0
kaç kişi bana kulak verir bilmiyorum. ancak içimi dökmezsem çatlayacağım. şuan öğrenci evinde kalorifer peteğine sırtımı dayamış elimde kegib siyah eldivenler ve kafamda bereyle size bunları yazıyorum. biliyorum bu sözlükte çoğu insan milliyetçi ya da türkçü. ben bir kürt olarak kürtlerin ve türklerin barış için bu çabalarının tamamen yetersizdir ve hiçbir sonuç getirmeyeceğini söyleyerek kapatıyorum; ülkenin şuan ki içinde bulunduğu durumu (çok anlamam ve çok da sevmem siyaseti.).
yavaş yavaş demek istediklerime doğru geleyim o halde: hepimiz kendi küçük hayatında istediği çoğu şeyi yaşayamadan/yapamadan ölüp gidiyor. hayatta kaç saat mutlu oldunuz sorusuna -içten- kaç insan güne denk düşecek saat söyleyebilir? ben söyleyemem. taş çatlasın 10 saat diyebilirim ki çoğu zamanda taş çatlamaz. hayatta insanın kendisini değerli hissedeceği birkaç gün olmalı diye düşünüyorum. ancak bunun imkansız olduğunu da biliyorum. ne zaman mutlu olacağız? zamanla yarışıyoruz ve onu muhtemelen de solluyoruz ve ileride yalnız başımıza zamanın yetişmesini bekliyoruz. işte ondan sonrasını ölümü beklemektir diye yorumluyorum. hepimiz şimdi zamanla kıran kırana savaşıyor ve kazanıp kaybediyoruz.
kendi hayatım, tamamen bir fiyaskodan ibaret. belki insanlar sürekli bir şeyler beklediği için bir halt olmadığıma inandırdı beni. beni evden çıkmayan asosyal biri olarak canlandırmayın kafanızda, aksine böyle olmayı isterdim. ama nedense asosyal insanların rahat insanlar olduğunu düşünüyorum. ben değilim, "highly sensitive person" yani aşırı hassas kişilik'im. asosyal bir birey olmayı yeğlerdim. insanlara değmemeyi, onlarla iletişim kurmamayı daha kabul edilebilir olarak algılayabilirim. çünkü inandığım şey şu: yalnızlıktan delirmek, insanların delirtmesinden daha iyidir. evet, beni insanlar delirtiyor. 21.yy'ın schopenhauer'ı oldum diyebilirim; insanlardan nefret eden, insan olduğu için kendisinden de nefret eden biri oldum. kendimi hatırladığımdan bu yana sürekli kendi karakterimi ikinci planda bırakıp onların karakterlerine sığındım böylece onlarla daha iyi anlaşacağımı düşündüm. ancak sonra dönüp baktım karakterimi o kadar arkaya itmişim ki göremiyorum; karaktersiz oldum.
üniversite üçüncü sınıf öğrencisiyim. elle tutulabilir tek bir anım yok! çok mutluydum dediğim tek bir anım bile yok. sürekli uğraşacak bir şeyler bulmaya çalıştım. örn: fanzin bastım, şiirler yazdım, öyküler yazdım, kitaplar okudum, filmler seyrettim, müzik yaptım, enstrümanlar çalmayı öğrendim vs. vs ; yetmedi. kendimle beraber dünyanın en "güzel" insanı olan sevgilimi de diplere çektim. şimdi en diplerde birbirimizde boğuşuyoruz...
annemin tek büyük hatası beni doğurması; beni babamdan alması. şimdi günahını benimle ödüyor.
farklı uyuşturucular kullandım, çabuk çürüyebileceğim ne varsa denedim ve deniyorum. daha çabuk olan intiharı da defalarca denedim ancak sonuçların hepsi burada; size yazan birisi var gördüğünüz ekranın ardında.
şimdi aklımda yeni, iki tane intihar senaryosu var. birincisi şu: üniversite okuduğum şehir soğuk. kar yağdığı bir gün sızdıracak kadar alkol alıp ıssız bir yerde içtikten sonra soğuktan ölmek. ikincisi şu: bir demiri alıp odadaki prize sokup elektrik çarpmasıyla ölmek. bu iki intihar biçimi arasında sürekli gidip gelmekteyim.
sizlerin yorumlarına ihtiyacım var. hangi şekilde ölmek daha çabuk veya daha acısız olur? şevenistlik yapmaya çalışmıyorum. böyle algılıyorsanız entry girmeyin.
bir de: lütfen nasihat içeren ibretlik entryler okumak istemiyorum. evet geride kalan sevdiklerimi düşünebiliyorum ve değip değmeyeceğine karar verebiliyorum; hepsini göz önünde bulundurarak açıyorum bu başlığı.
Tümünü Göster