1. 8.
    0
    ne bunlar lan mason mu ladyboy mu ibretlik enteller
    ···
  2. 7.
    0
    bu ne lan seviyeyi yükseltmeyin

    yannan züt pipi am
    ···
  3. 6.
    0
    büyükbaş hayvancılık; sığırcılık, mandacılık, at, eşek ve katır yetiştiriciliğini kapsayan hayvancılık dalı.
    süt ve besi sığırcılığı çeşitli ürünleri ile gerek insan beslenmesi ve sağlığı gerekse çeşitli endüstrilerini temin etmesiyle ülke ekonomilerinde önemli rol alır.
    mandacılık, eski önemini kaybetmektedir ve hayvan sayısı giderek azalmaktadır.
    i̇ş gücünden yararlanılan at, eşek, katırın, motorlu araçların gelişimiyle önemi ve hayvan sayıları azalmıştır. türkiye'de kazak kökenli vatandaşlar ve orta asya'da yaşayanlar için, etinden, sütünden ve iş gücünden yararlanılan atların bugün bile önemi büyüktür. büyükbaş hayvancılık genellikle dogu anadolu bölgesinde yapılır çünkü yükselti fazladır. büyükbaş hayvancılık için ideal yerdir

    küçükbaş hayvancılığı; koyunculuk, keçicilik, tavşan ve kürk hayvanı yetiştiriciliğini kapsayan hayvancılık dalıdır.
    yurdumuzda değişik bölgelerde yani karadeniz'de yetiştirilen koyun ırkları birbirinden farklılık gösterir. batı anadolu ve sahil bölgelerinde genellikle ince kuyruklu yerli koyunlar; orta anadolu, doğu ve güneydoğu anadolu bölgesi'nde ise yağlı kuyruklu yerli koyunlar yetiştirilmektedir.
    keçi varlığımızı ise, bugün orta anadolu'da yok olma sınırında olan tiftik keçisi (ankara keçisi) ile türkiye'nin dağlık, ormanlık ve çalılık bölgelerinde daha çok yetiştirilen kara keçi oluşturur. çeşitli yörelerimizde az miktarda süt keçisi göze çarpar.
    türkiye'de hüküm süren kurak iklim ve buna bağlı yetersiz otlaklar, gelir düzeyi çok iyi olmayan halkın elindeki hayvanların yetersiz beslenmesi nedeniyle, hayvanların çoğunluğunu, küçük yapılı, düşük verimli olmasına neden olmuştur.
    ayrıca bu şartlar altında sığır ve manda gibi büyükbaş hayvanlar yerine, koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanlar daha iyi çoğalabilmektedir. çünkü koyun ve keçinin bakım ve beslemesi daha kolay, elverişsiz yetiştirme koşullarında yaşama şansları daha yüksektir.
    koyun ve keçi yetiştiriciliği, son yıllarda ülkemizde hızla gerileme süreci yaşamaktadır. hayvancılık sektörü; et, süt, yün, tiftik, kıl ve deri gibi geniş ürün potansiyeline rağmen, yeterince desteklenmemesi, hızla daralan ve yok olan mera alanlarından yararlanamama, hayvancılığın bilgi ve teknolojinin en az girdiği dal olması, hayvancılık sektördeki üreticilerin eğitim düzeyi ve mali durumlarının yetersizliği gibi nedenlerle giderek daralmaktadır.

    yetiştiriciliği; avcılık faaliyetinden ayrı olarak, tatlı ve tuzlu suların ayrılmış bir bölümünde veya oluşturulan gölet ve havuzlarında, balık ve diğer deniz hayvanlarının yetiştiriciliğini kapsayan hayvancılık dalı.
    tatlı su hayvancılığında sazan ve alabalık başta gelmektedir.
    su ürünleri yetiştiriciliği, türkiye'de henüz yeni olmasına rağmen, son yıllarda hızlı gelişmiş ve ihracat yapabilir hale gelmiştir.

    kümes hayvancılığı; tavukçuluk, hindicilik, kaz ve ördek yetiştiriciliği, bıldırcın yetiştiriciliği, deve kuşu yetiştiriciliği gibi kanatlı hayvanların yetiştiriciliğini kapsayan hayvancılık dalı.
    süs kuşu yetiştiriciliği, bir tarım faaliyeti sayılmadığı için bu grupta yer almaz.
    kümes hayvancılığı, hayvancılık sektörünün en gelişmiş ve teknolojiye en açık olanıdır. aynı zamanda hayvansal protein açığının kapatılmasında dünyanın elindeki en büyük kozudur. üretiminin kolay ve hızlı olmasının yanında maliyetinin de düşük olması başlıca üstünlüklerindendir.
    kümes hayvancılığı içinde tavukçuluk; üretim miktarı ve potansiyeliyle başta gelmektedir.
    kümes hayvancılığı elde edilen ürüne göre iki ana gruba ayrılır:
    etçi kümes hayvancılığı [değiştir]
    kanatlı hayvanlardan et üretmek amacı ile yapılan faaliyetlerin bütününe verilen ad.
    kanatlı eti üreticiliği, günümüzde büyük bir sektör olmuştur. özellikle 1990 yıllarda, artan tüketimle beraber hızlı bir gelişim göstermiştir.bu gelişim sektörde çalışan şirketlerin entegreleşmeleriyle sonuçlanmıştır. entegre şirketler, bünyelerinde damızlık, kuluçka,yem üretim, kesimhane ve pazarlama ünitelerini barındırırlar. bu durumlarıyla oldukça büyük organizasyonu oluştururlar. entegre şirketlerde sadece kümesler entegre bünyesinde değildir. etlik kümes sahipleriyle, entegreler arasında fason üretim anlaşmalarıyla çalışma yapılır. kümes sahipleri, genellikle küçük veya orta ölçekli çiftçilerdir.

    arıcılık; bal arısının, bal, balmumu gibi ürünlerini elde etmek için yapılan yetiştiriciliğe verilen ad.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 5.
    0
    çizgileri, fotoelelektrik etki gibi bir takım olayları açıklamada yetersiz kalmıştır. açıklamaların yanlışlığı bilim adamlarının yetersizliğinden değil aksine klagib mekaniğin yetersizliğinden kaynaklanıyordu. en yalın halde klagib mekanik evreni bir "süreklilik" olarak modelliyordu. 1900 yılında max planck enerji'nin, 1905 yılında ise albert einstein ışığın paketçiklerden oluştuğunu, yani süreksizlik gösterdiğini, bazı deneyleri açıklamak için bir varsayım olarak kullanmak zorunda kaldılar. elbette bu iki darbe klagib mekaniği yıkmadı. uzunca bir süre bilim adamları bu süreksizliği klagib mekanik kuramlarından türetmek için uğraştı. yine aynı yıllarda atomun iç yapısı üzerine yapılan deneyler korkunç bir gerçeği gözler önüne serdi. ernest rutherford yaptığı deneyle atomun küçük bir çekirdeğe sahip olduğunu gösterdi. bu dönemde elektronun varlığı biliniyordu. bu durumda eğer negatif yüklü elektronlar pozitif çekirdeğin etrafında dairesel hareket yapıyorlarsa, çok kısa bir zaman diliminde elektronlar çekirdeğe düşeceklerdi. bu elektromanyetik teoriye göre açıklanacak olursa, ivmelenen yükler ışıma yapar, dairesel haraket de ivmeli bir hareket olduğu için, elektron bu ışımayla enerji yayacak ve çekirdeğe düşüp sistem çökecekti. geçiçi çözüm niels bohr tarafından geldi. elektronlar belli kuantizasyon kurallarınca, belli yörüngelerde hareket ediyorlar, enerjileri belli bir değere ulaşmadıkça ışıma yapamıyorlar bu sayede sistem dengede durabiliyordu. bu geçici çözüm küçük atomlarda işe yaradıysada daha büyük kütlelerde işe yaramıyordu. bohr atom modeline, modeli deneylere uydurulmak için birçok yama yapıldı. ne var ki bohr'un "yamalı bohça"sı 1920'lere gelindiğinde artık iş görmüyordu, tayf çizgilerinin gözlenen yoğunluğunu yanlış veriyor, çok elektronlu atomlarda salınım ve emilim dalgaboylarını tahmin etmede başarısız oluyor, atomik sistemlerin zamana bağlı hareket denklemini vermedeki başarısızlığı gibi birkaç konuda daha gerçekleri gösteremiyordu. kuantum mekaniğini planck doğurduysa, bebekliğinin sonu da de broglie ile gelmiştir. louis de broglie; birçok elçi, bakan ve dük yetiştirmiş, aristokrat bir fransız ailesinin çocuğuydu. tarih eğitimi gördükten sonra fiziğe geçmiş ve 1923'te verdiği doktora tezinde, ışığın hem dalga hem de parçacık karakteri olmasından esinlenerek, aslında bütün madde çeşitlerinin aynı özelliği gösterebileceğini önerdi. ortaya koyduğu fikir, bohr'un "gizemli" yörüngelerini açıklamada başarılı oluyordu.
    işığın girişim, kırınım yaptığı, yani dalga özelliği gösterdiği, thomas young'in yaptığı çift yarık deneyi ile gösterilmişti. ama tüm madde parçacıklarının, su dalgaları ile aynı matematiksel özellikleri göstereceği beklenmiyordu.
    max planck 1900 yılında karacisim ışınımı problemini (morötesi facia diye de anılır), çözmek için

    denklemini kullanmıştı. bu denklem, foton kavrdıbının başlangıcı oldu; çünkü ν frekansındaki elektron salınımından oluşan ışığın, klagib mekanikle uyuşmayan bir şekilde sadece, h*ν nun tamsayı katlarında enerji taşıyabileceğini göstermişti. h, günümüzde planck sabiti adıyla anılır.
    fotonlar dalga özelliği gösterirse madde de gösterebilir analojisinin yanında önemli bir ipucu da einstein'in birkaç yıl önce özel görelilik ispatında kullandığı lorentz dönüşümleri idi.
    buna göre, serbest bir parçacık, fazı x, zamanı t olan bir dalga ile ifade edilirse, 2*π*(k*x - ν*t) , ve bu faz lorentz dönüşümlerinde sabit kalacaksa, k vektörü ve nu frekansı, x ve t gibi dönüşmelilerdi. ya da diğer bir deyişle, p ve e gibi. bunun mümkün olabilmesi için, k ve ν, p ve e ile aynı hız bağımlılığına sahip olmalılardı, bu yüzden de onlarla doğru orantılı olmalılardı.
    fotonlar icin e=h*ν olduğundan, madde için de
    ve
    varsayımlarını yapmak 'doğal' gözükmüştür.
    herhangi bir kapalı yörüngenin 1/|k| nın tam katı olması varsayımı ile, de broglie, deneysel olarak gözlenen ve sommerfeld ve bohr tarafindan "kuantize olma şartları" olarak anılan şartları matematiksel olarak kolayca türetti. bu türetme gayet gizemli bir şekilde doğru sonuçlar verince (davisson ve germer, 1927 yılında bell laboratuvarlarında gerçekleştirdikleri deneyle, elektronların da aynı ışık gibi girişim yaptığını ortaya koydular. deney 1924'te de brogli tarafından önerilmişti) insanlar deneysel olarak başka şeyleri tahmin etmesini de beklediler.
    elbette yanıldılar çünkü bu şartlar serbest ışık parçaları için yola çıkan varsayımların, çekirdeğe bağlı elektronlar için uyarlanmasıydı ve çok ileri zütürülmemesi gerekiyordu.
    ama doğru çıkış noktası idi.
    enteresan bir şekilde, 1925-1926 yılları arasında werner heisenberg, max born, wolfgang pauli ve pascual jordan, matriks mekanigi ile kuantum mekaniğinin formal tanımını yaptılar. ama formalizmlerinde dalga mekaniğine yer vermediler. benimsedikleri felsefe ise, tamamen pozitivist idi. yani sedece deneysel olarak gözlenebilen değerleri gözönüne alan bir yaklaşım kullandılar.
    1926 yılında erwin schrödinger bir di
    Tümünü Göster
    ···
  5. 4.
    0
    @2 annesini sunmuş direk
    ···
  6. 3.
    0
    eğer kalplerimizi onlara açarsak bizi derinden yaralayacak hikayeler vardır. bakın - burada iyi bir adam var, kendinin ve arkadaşlarının açısına göre iyi; karısına karşı sadık ve samimi, küçük çocuklarına tapar ve onlara karşı cömerttir, ülkesini sever, işini elinden geldiği kadar titiz yapar. bu nedenle, hızlı ve verimli, yahudilerin kökünü kazır. onları yatıştırmak için geri planda çalan müziğin değerini bilir. yahudilere duşlara girerken kimlik numaralarını unutmamalarını tavsiye eder - onlara duştan çıktıktan sonra birçok kişinin numaralarını unuttuğunu ve yanlış elbiseleri aldığını söyler. bu onları sakinleştirir. duşlardan sonra hayat olacağına dair kendilerini temin ederler. adamımız vücutların fırınlara zütürülmesiyle ilgilenir; ve eğer kendini kötü hissettiği bir şey varsa , o da iğrenç mahlukları gaz temizlemenin onu etkilemesine izin vermesiydi. bilirdi ki , eğer gerçekten iyi bir adam olsaydı dünya bu pisliklerden kurtulduğu için memnuniyetten başka bir şey duymazdı.

    hiç kimse bir ada değildir , demişti john donne , ve bu doğru değildi. eğer ada olmasaydık , başkalarının trajedilerinde kaybolur , boğulurduk. diğerlerinin trajedilerinden kendi ada doğamızla ve öykülerin basmakalıp şekil ve biçimlerinden dolayı , yalıtıldık. şekil değişmez , doğmuş olan bir insanoğlu vardır , yaşar , daha sonra şu ya da bu şekilde ölür. işte. boşlukları kendi deneyimlerinizle doldurabilirsiniz. herhangi bir hikaye gibi bayağı , herhangi bir yaşam kadar eşsiz.

    bireyler olmadan sadece rakamları görürüz; bin ölü, yüz bin ölü , " kayıplar bir milyona kadar çıkabilir." istatistikler hikayelerle insana dönüşürler. ama bu bile bir yalandır , çünkü uyuşmuş ve amaçsız bir yığın insan acı çekmeye devam ederler. bakın , çocuğun şişmiş karnını , gözlerinin kenarına uçuşan sinekleri ve iskeletimsi kol ve bacaklarını görün ; onun ismini , yaşını , rüyalarını , korkularını bilmek sizin daha iyi hissetmenizi sağlayacak mı? onu içeriden görmek? ve eğer daha iyi hissetmenizi sağlıyorsa , yanında tozların içinde yatan bir çocuğun çarpık , şişmiş karikatürüne benzeyen kızkardeşine haksızlık etmiş olmuyor musunuz? ve eğer gerçekten onların durumlarını anlıyorsak , onlar artık biizm için aynı kıtlıktan etkilenen diğer bin çocuktan , sineklerin etrafta kaynayan milyonlarca yavrusuna yiyecek olacak diğer bin genç hayattan daha mı önemli oluyorlar?
    bu acı anlarının etrafına kendi sınırlarımızı çizeriz, kendi adalarımızda kalırız ve bizi yaralamazlar.

    hikayeleri yabana atmayın. kurgu eserler , bizim bu diğer kafalara, diğer yerlere sessizce girmemize ve onların gözlerinden dışarı bakmamıza izin verir. sonra , öykünün içinde ölmeden önce dururuz ya da başkası adına ve zarar görmeden ölürüz. öykünün ötesindeki dünyada sayfayı çevirir ya da kitabı kapatırız ve kendi hayatlarımıza devam ederiz.

    bir diğeri gibi olan, diğerine benzemeyen bir yaşam.

    neil gaiman - amerikan tanrilari
    Tümünü Göster
    ···
  7. 2.
    0
    e=mc^2
    zahmet olmasin gectim senin yerine
    ···
  8. 1.
    0
    klagib mekanik çok başarılı olmasına karşın, 1800'lü yılların sonlarına doğru, kara cisim ışıması (blackbody radiation), tayf çizgileri, fotoelelektrik etki gibi bir takım olayları açıklamada yetersiz kalmıştır. açıklamaların yanlışlığı bilim adamlarının yetersizliğinden değil aksine klagib mekaniğin yetersizliğinden kaynaklanıyordu. en yalın halde klagib mekanik evreni bir "süreklilik" olarak modelliyordu. 1900 yılında max planck enerji'nin, 1905 yılında ise albert einstein ışığın paketçiklerden oluştuğunu, yani süreksizlik gösterdiğini, bazı deneyleri açıklamak için bir varsayım olarak kullanmak zorunda kaldılar. elbette bu iki darbe klagib mekaniği yıkmadı. uzunca bir süre bilim adamları bu süreksizliği klagib mekanik kuramlarından türetmek için uğraştı. yine aynı yıllarda atomun iç yapısı üzerine yapılan deneyler korkunç bir gerçeği gözler önüne serdi. ernest rutherford yaptığı deneyle atomun küçük bir çekirdeğe sahip olduğunu gösterdi. bu dönemde elektronun varlığı biliniyordu. bu durumda eğer negatif yüklü elektronlar pozitif çekirdeğin etrafında dairesel hareket yapıyorlarsa, çok kısa bir zaman diliminde elektronlar çekirdeğe düşeceklerdi. bu elektromanyetik teoriye göre açıklanacak olursa, ivmelenen yükler ışıma yapar, dairesel haraket de ivmeli bir hareket olduğu için, elektron bu ışımayla enerji yayacak ve çekirdeğe düşüp sistem çökecekti. geçiçi çözüm niels bohr tarafından geldi. elektronlar belli kuantizasyon kurallarınca, belli yörüngelerde hareket ediyorlar, enerjileri belli bir değere ulaşmadıkça ışıma yapamıyorlar bu sayede sistem dengede durabiliyordu. bu geçici çözüm küçük atomlarda işe yaradıysada daha büyük kütlelerde işe yaramıyordu. bohr atom modeline, modeli deneylere uydurulmak için birçok yama yapıldı. ne var ki bohr'un "yamalı bohça"sı 1920'lere gelindiğinde artık iş görmüyordu, tayf çizgilerinin gözlenen yoğunluğunu yanlış veriyor, çok elektronlu atomlarda salınım ve emilim dalgaboylarını tahmin etmede başarısız oluyor, atomik sistemlerin zamana bağlı hareket denklemini vermedeki başarısızlığı gibi birkaç konuda daha gerçekleri gösteremiyordu. kuantum mekaniğini planck doğurduysa, bebekliğinin sonu da de broglie ile gelmiştir. louis de broglie; birçok elçi, bakan ve dük yetiştirmiş, aristokrat bir fransız ailesinin çocuğuydu. tarih eğitimi gördükten sonra fiziğe geçmiş ve 1923'te verdiği doktora tezinde, ışığın hem dalga hem de parçacık karakteri olmasından esinlenerek, aslında bütün madde çeşitlerinin aynı özelliği gösterebileceğini önerdi. ortaya koyduğu fikir, bohr'un "gizemli" yörüngelerini açıklamada başarılı oluyordu.
    işığın girişim, kırınım yaptığı, yani dalga özelliği gösterdiği, thomas young'in yaptığı çift yarık deneyi ile gösterilmişti. ama tüm madde parçacıklarının, su dalgaları ile aynı matematiksel özellikleri göstereceği beklenmiyordu.
    max planck 1900 yılında karacisim ışınımı problemini (morötesi facia diye de anılır), çözmek için

    denklemini kullanmıştı. bu denklem, foton kavrdıbının başlangıcı oldu; çünkü ν frekansındaki elektron salınımından oluşan ışığın, klagib mekanikle uyuşmayan bir şekilde sadece, h*ν nun tamsayı katlarında enerji taşıyabileceğini göstermişti. h, günümüzde planck sabiti adıyla anılır.
    fotonlar dalga özelliği gösterirse madde de gösterebilir analojisinin yanında önemli bir ipucu da einstein'in birkaç yıl önce özel görelilik ispatında kullandığı lorentz dönüşümleri idi.
    buna göre, serbest bir parçacık, fazı x, zamanı t olan bir dalga ile ifade edilirse, 2*π*(k*x - ν*t) , ve bu faz lorentz dönüşümlerinde sabit kalacaksa, k vektörü ve nu frekansı, x ve t gibi dönüşmelilerdi. ya da diğer bir deyişle, p ve e gibi. bunun mümkün olabilmesi için, k ve ν, p ve e ile aynı hız bağımlılığına sahip olmalılardı, bu yüzden de onlarla doğru orantılı olmalılardı.
    fotonlar icin e=h*ν olduğundan, madde için de
    ve
    varsayımlarını yapmak 'doğal' gözükmüştür.
    herhangi bir kapalı yörüngenin 1/|k| nın tam katı olması varsayımı ile, de broglie, deneysel olarak gözlenen ve sommerfeld ve bohr tarafindan "kuantize olma şartları" olarak anılan şartları matematiksel olarak kolayca türetti. bu türetme gayet gizemli bir şekilde doğru sonuçlar verince (davisson ve germer, 1927 yılında bell laboratuvarlarında gerçekleştirdikleri deneyle, elektronların da aynı ışık gibi girişim yaptığını ortaya koydular. deney 1924'te de brogli tarafından önerilmişti) insanlar deneysel olarak başka şeyleri tahmin etmesini de beklediler.
    elbette yanıldılar çünkü bu şartlar serbest ışık parçaları için yola çıkan varsayımların, çekirdeğe bağlı elektronlar için uyarlanmasıydı ve çok ileri zütürülmemesi gerekiyordu.
    ama doğru çıkış noktası idi.
    enteresan bir şekilde, 1925-1926 yılları arasında werner heisenberg, max born, wolfgang pauli ve pascual jordan, matriks mekanigi ile kuantum mekaniğinin formal tanımını yaptılar. ama formalizmlerinde dalga mekaniğine yer vermediler. benimsedikleri felsefe ise, tamamen pozitivist idi. yani sedece deneysel olarak gözlenebilen değerleri gözönüne alan bir yaklaşım kullandılar.
    1926 yılında erwin schrödinger bir dizi denklemle dalga mekaniğini yeniden canlandırdı.
    sonunda kendi dalga mekaniğinden heisenberg'in matriks mekaniğini de türetip iki formalizmin matematiksel olarak denk olduğunu da gösterdi. son makalelerinden birinde schrodinger, relativistik bir dalga denklemi de sunar.
    dirac'a göre tarih biraz daha farklı işlemiştir. ona göre, schrodiger önce relativistik dalga denklemini geliştirdi, sonra bunu kullanarak hidrojenin spektrumunu hesapladı ve deneylere uymadığını gördü. ancak bu denklemin, düşük hızlarda geçerli olan versiyonu aslında çalışıyordu!
    daha sonra relativistik dalga denklemini yayınladığında ise, bu oskar klein ve walter gordon tarafından yayınlanmıştı ve hâlâ klein-gordon denklemi olarak anılır.
    bu noktadan sonra dirac; teoriye çeki düzen vermiş, özel görelilikle uyumlu hale getirmiş ve bazı deneylerin sonuçlarını teorik olarak üretmiştir. örneğin pozitron'un varlığının tahmini... 1930'lara gelindiğinde ergenlikten çıkmış bir teori halini almıştır kuantum teorisi. daha sonra 1940'larda sin-itiro tomonaga, julian schwinger ve richard p. feynman, kuantum elektrodinamiği konusunda önemli çalışmalara imza atmış, 1950'li ve 60'lı yıllar kuantum renk dinamiğinin gelişimine tanık olmuşlardır.
    Tümünü Göster
    ···