1. 26.
    0
    gilgamiş destani
    üçüncü tablet

    yaşlılar gılgamış'a çok saygı gösterdiler.
    yol hakkında ona öğüt verdiler:
    "gılgamış, gücüne güvenmemelisin. onu bırak yoluna gitsin,
    sen kendi kendini koru!
    o orada keçi yolunu bilir; arkadaşı kollar;
    engidu orada senden önde gitsin.
    o, yolu gördü, yoldan geçti.
    ormana giden yoldan, dağların geçidinden.
    o, humbaba'nın bütün gizli yollarından geçti.
    böylece önde giden arkadaşını korur.
    onu bırak yoluna gitsin, sen kendi kendini koru.
    şamaş seni dileğine kavuştursun!
    i̇şittiklerini sana gözlerinle göstersin!
    o, sana kapalı olan yolu açsın!
    yolu senin adımına açsın! dağı senin ayağına açsın!
    seni hoşnut eden şeyi, gecen sana getirsin! (44)
    lugalbanda (45) başarıda sana yardım etsin!
    bir çocuk gibi başarına kavuş!
    humbaba'nın, kıyısında uğraşacağın ırmağında ayaklarını yıka!
    akşam molanda bir kuyu kaz.
    kırbanda (46) her zaman temiz su bulunsun.
    samaş'a soğuk su sun.
    her zaman lugalbanda'yı anımsa!
    engidu arkadaşı, yoldaşı korusun.
    (anlaşılmaz bir sözcük) ... kadar kendisi getirsin.
    hepimiz birden kralı sana teslim ediyoruz;
    sen de yurda dönerken kralı bize teslim et!"
    engidu ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    "sen karar verdin, artık yürü. yüreğin korkusuz olsun.
    yalnızca bana bak! hasmın oturduğu yeri,
    humbaba'nın üzerinde dolaştığı yolları, iyi biliyorum.
    yola çıkmamızı buyur, onlardan (47), buradan ayrıl!"
    gılgamış, ağzını açıp uruk'un yaşlılarına dedi:
    (dört satır ekgib)

    "size söylediklerimi, benimle gidecek olan engidu'yla birlikte yapacağım.
    öğütlerinizi sevinerek gönülden dinledim."
    yaşlılar onun bu sözlerini dinledikten sonra, yiğitlere yol açtılar;
    "yürü gılgamış, işin uğurlu olsun! koruyucu tanrın yanında gitsin!
    o seni başarıya erdirsin!"
    gılgamış, ağzını açıp engidu'ya dedi:
    "gel arkadaşım, büyük saraya gidelim, büyük kraliçe ninsun'un huzuruna.
    ninsun'un vereceği akıllıca öğüt, ayaklarımıza doğru yolu gösterir."

    gılgamış'la engidu, elele verip büyük saraya,
    büyük kraliçe ninsun'un huzuruna çıktılar.
    gılgamış çıktı ve ninsun'un yanına girdi:
    "ninsun ben güçlendim; yeni bir şey başarmak istiyorum:
    humbaba'nın yanına, uzak bir yola yürüyeceğim.
    bilmediğim bir savaşa atılıyorum, bilmediğim bir yola çıkıyorum.
    benim gidip geri dönmem, katran ormanına varmam,
    ejder humbaba'yı öldürmem,
    şamaş'ın nefret ettiği o belâyı ülkeden temizlemem
    i̇çin gereken zamanı, benim hesabıma şamaş'tan dile!
    onu öldürüp katran ağacını ben devirince,
    ülkenin yukarısında, aşağısında barış olsun!
    utku belgisini senin önünde dikeyim."

    kraliçe ninsun, oğlu gılgamış'ın sözlerini acıyla dinledi:
    (on dört satırlık boşluk)

    ninsun odasına girdi.
    (bir satır ekgib)
    o, bedenine yaraşan bir giysi giydi,
    göğsüne de yaraşan bir mücevher taktı.
    o, kemer ve krallık tacını koydu.
    merdivene basıp damın üstüne çıktı.
    kurban yerine çıkarak tütsü yapıp şamaş'ın önüne koydu.
    tütsüsünü yakıp şamaş'ın huzurunda kollarını kaldırdı:
    "neden oğlum gılgamış'a coşkun bir yürek verdin,
    neden savaşa şimdi de o gitsin diye onu ileri ittin?
    humbaba'nın yanına, uzak bir yol yürüyecek.
    o, bilmediği bir savaşa atılıyor, bilmediği yollarda yolculuk ediyor!
    onun gidip geri dönmek, katran ormanına varmak,
    ejder humbaba'yı yok etmek,
    senden nefret eden o kötüyü ülkeden temizlemek zamanını
    gılgamış'ın yoluna baktığın günde,
    seni seven o nişanlı, aya, sana anımsatsın!
    onu gecelerin bekçilerine, yıldızlara,
    akşamları baban aya da ısmarla."(48)
    (on iki satırlık bir boşluktan sonra, aşağıdaki anlaşılması güç sözcükler geliyor:)

    o, tütsüyü söndürüp kötü ruhları dağıtma duasını okudu.
    haber vermek için "engidu," diye çağırdı:
    "benim kucağımda yetişmeyen güçlü engidu!
    şimdi seni oğulluğa kabul ettim.
    gılgamış'ın armağanları olan, büyük rahipler, tapınak kızları
    ve tapınım töreni hizmetçileriyle birlikte kabul ettim."

    ninsun, engidu'nun boynuna bir muska astı.
    (84 satırlık bir boşluk)

    yaşlıların engidu'ya ikinci seslenişleri:
    "engidu, arkadaşını kolla, yoldaşını koru, ... (49) onu kendin getir!
    hepimiz birden kralı sana teslim ediyoruz,
    sen de yurda dönerek kralı bize teslim et."
    (tabletin gerisi kırıktır
    Tümünü Göster
    ···
  2. 27.
    0
    dördüncü tablet

    (bu tabletin ilk dört buçuk sütunu -bütün tablet altı sütundan oluşmaktadır-
    herhalde kralın ve arkadaşının katran ormanına gidişlerinden söz ediyordu.
    ama, bu sütunlardan ancak kırık bir parça kalmıştır. bu parça, ikisinin başından
    her gün geçenleri sık sık betimlemektedir.)

    i̇ki kez yirmi saatten sonra hafif bir yemek yediler.
    i̇ki kez otuz saatten sonra kendi kendilerini akşam dinlenmesine çektiler.
    i̇ki kez elli saati bütün bir günde yürüdüler.
    bir ay üç günlük yolu üç günde kestirdiler.
    akşam dinlenmesine bir kuyu kazdılar. (50)
    (burada 200'den çok satır yitmiştir. geri kalan parçada yineleme vardır.
    bu yinelemeden anlaşıldığına göre, gılgamış'la engidu ormanın kapısına
    gelmişlerdir. bir bekçi, humbaba'nın diktiği kocaman kapıyı beklemektedir.
    gılgamış'la engidu, onunla başa çıkıp çıkmayacakları konusunda duraksamış
    olmalılar ki, engidu ona şunları söylüyor:)

    "uruk'ta ne dediğini anımsa!
    uruk'un çocuğu gılgamış, sen öldürmek için yekin, (51) onun üstüne var!"

    ağzından çıkan sözleri duyar duymaz tam güveni arttı.
    (bundan sonraki silinmiş kısımlar belki gılgamış'ın engidu'ya
    söylediği sözlerdir.)
    onun savaşması ve bir de ormana dalıp bizden kaçmaması için
    hemen üstüne vardı. hiçbir silâh işlemesin diye,
    giyinmek için yedi savaş giysisi hazırladı.
    o anda yalnızca birini giydi, geri kalan altı kat giysiyi soyundu.
    bunlar yerde ayaklarının altında kaldı.
    ormanın kapısında duran bekçiyi yakalamak için,
    huysuz, yabanıl bir boğa gibi ileri atıldı.
    o, birden bire bağırıp korkuya düştü.
    ormanların bekçisi bağırıp çağırdı!
    çocuğun babasını çağırması gibi, humbaba'yı çağırdı.
    (buradaki 22 satırlık boşlukta, belki her iki yiğidin bekçiyi zararsız
    duruma getirmiş olmaları ve engidu'nun kapıyı nasıl açtığı anlatılmıştır.
    ondan sonrası şöyledir:)

    engidu, konuşmak için ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    "biz ormana inmeyelim. kapıyı açarken elim tutmaz oldu."

    gılgamış konuşmak için ağzını açıp engidu'ya dedi:
    "biz şimdiye dek böyle üzüldük mü? biz bütün dağları aşarak geldik.
    bununla birlikte hedef karşımızda duruyor.
    benim savaştan anlayan, savaş deneyimi olan arkadaşım,
    giysime dokunursan artık ölümden korkmazsın!
    (i̇ki satır çevrilememiştir.)
    elinin tutmazlığı gitsin! vücudunun ağırlığı yok olsun!
    arkadaşım, koluma asıl, birlikte inelim. gönlün savaşa doysun!
    ölümü unut, korkma!
    kendisini koruyan adam, arkadaşını da sağ tutsun!
    i̇nsanlar ölünce kendilerine ad yaparlar!"

    i̇kisi birden yeşil ormana vardılar.
    konuşmaları kesildi, sessiz durdular.

    beşi̇nci̇ tablet

    ormana gözlerini dikip baktılar. katranların yüksekliğine şaştılar.
    ormana girilen yola şaştılar.
    humbaba'nın geçtiği yerde bir ayak izi vardı.
    yollar iyi bir durumdaydı.
    büyük yol güzel yapılmıştı.
    onlar katran ağacı dağını görüyor,
    tanrıların oturduğu yeri, i̇rnina'nın (52) yüksek tapınağını.
    bu dağın önünde bir katran ağacı vardı.
    bu, pek gürdü; gölgesi çok hoştu, sevinçle doluydu.
    çalılar birbirine girmişti.
    büyük ormanın ağaçları da birbirine girmişti.
    (56 satırlık boşluk)

    i̇ki yiğit humbaba'yı beklediler, ama o gelmedi...
    (6 satırlık boşluk)
    engidu ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    "humbaba'nın izini böyle bulabilir miyiz?
    bırak birbiri arkasına düşler görelim.
    (üç satır ekgib)
    düşler üç kez görülmeli."
    (26 satırlık boşluk... bu boşlukta, gılgamış'ın gördüğü birinci düş anlatılmıştır.)

    engidu, ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    (i̇ki satır ekgib)
    "düşün beni çok sevindirdi!"

    akşam dinlenmesine gitmek için birbirleriyle sözleştiler.
    gece yarısı onun (53) uykusu kaçtı, düşünü engidu'ya anlattı:
    "arkadaş, nasıl? sen beni uykumdan ne diye tedirgin ettin?
    ben niçin uyanığım?
    engidu, arkadaş, ben bir düş gördüm...
    sen beni uykumdan tedirgin ettin?
    ben niçin uyanığım?
    birinci düşümün üstüne, ikinci düşüm göründü;
    derin dağ diplerinde duruyorduk, hemen dağ devrildi...
    beni yere yıktı. dağ ayaklarımı yakaladı ve onları bırakmadı.
    biz onun karşısında küçük saz sinekleri gibi kaldık...
    öyle aydınlıktı ki!
    bana bir adam göründü. ülkede en güzel oydu. pek güzeldi.
    o beni dağın altından çekti, bana su içirdi. (54)
    yüreğim ferahladı. ayaklarımı yere değdirdi."

    kırda doğan engidu, arkadaşına dedi, engidu düşü yordu.
    "arkadaş, düşün güzeldir, pek iyi bir düştür.
    arkadaş, gördüğün dağ humbaba'dır. humbaba'yı yakalayacağız;
    onu öldüreceğiz ve ölüsünü dışarı tarlaya atacağız.
    yarın her şey sona erecek!"

    i̇ki kez yirmi saatten sonra hafif bir yemek yediler.
    i̇ki kez otuz saatten sonra kendilerini dinlenmeye çektiler.
    şamaş'ın önünde bir kuyu kazdılar.
    ancak gılgamış, dağa tırmandı ve ince ununu dağa serpti. (55)
    "dağ! engidu için bana bir düş getir!
    ona, engidu'ya da bir işarette bulun!"

    dağ, engidu için ona bir düş getirdi.
    ona, engidu'ya da bir işarette bulundu.
    pek soğuk bir yel esti, bir fırtına gelip geçti.
    fırtına gılgamış'ı uyuttu.

    gılgamış uyurken dağların yamaçlarında biten buğdaylar gibi
    bir yana devrildi, ve gılgamış'ın çenesi baldırına dayandı. (56)
    i̇nsanlara gevşeklik veren uyku onun üstüne düştü.
    uyandığı uykuyu bırakıp yukarı yürüdü, arkadaşına dedi:
    "arkadaş, beni çağırmadın mı? niçin uyandım?
    sen beni sarsmadın mı? niçin korktum?
    buradan bir tanrı geçmedi mi? organlarım niçin titredi?
    arkadaş, üçüncü bir düş gördüm ve gördüğüm düş çok ürkütücüydü;
    gök haykırdı, yeryüzü gürledi! hava dinginleşti, karanlık çöktü.
    bir yıldırım düştü. bir yangın yükseldi. duman koyulaştı.
    ölüm yağdı. yağan köz oldu; ateş söndü
    ve yukarıdan aşağı dökülen (köz olan ateş), küle döndü.
    aşağı gel, tarlada konuşabiliriz."

    orada engidu, onun kendisine anlattığı düşü duyunca gılgamış'a dedi:
    (buradaki boşlukta, belki, engidu'nun gılgamış'ın gördüğü düşü övmesi ve sonra
    iki arkadaşın katranları devirmek için en son kararı vermeleri anlatılmaktadır.)

    o, eliyle baltayı yakaladı... bir tane de nacakları vardı.
    engidu onu eline aldı ve katranları devirdi;
    ama humbaba gürültüyü duyunca öfkelendi:
    "kimdir o, dağlarımın çocukları olan ağaçların ırzına geçen?
    kimdir o, katranı deviren?"
    bunun üzerine göksel şamaş, gökten onlara seslendi:
    "i̇leri gidin, korkmayın!"
    (yaklaşık 80 satırlık boşluk... görünüşe göre, gılgamış ve engidu, humbaba'yla
    yapacakları savaşım için şamaş'tan öğüt istediler. şamaş'ın verdiği olumsuz yanıt,
    burada anlatılmış olmalıdır. çünkü metin şöyle sürüyor:)

    ... ve ondan sel gibi göz yaşları boşandı.
    gılgamış göksel şamaş'a dedi:
    (i̇ki satır ekgib)
    "... ancak ben, göksel şamaş'a baş eğiyorum.
    benim için gösterilen yoldan yürüdüm."

    göksel şamaş, gılgamış'ın yalvarmasını dinledi ve
    humbaba'nın önüne büyük fırtınalar çıkardı:
    büyük fırtına, poyraz, kasırga, kum fırtınası,
    bora fırtınası, kırağı fırtınası, rüzgâr, çam fırtınası!
    ona karşı sekiz fırtına kalktı ve bunlar humbaba'nın gözlerine savruldu.
    i̇leri gidemedi, geri dönmedi. humbaba savaştan vazgeçti.
    bunun üzerine humbaba, gılgamış'a seslendi:
    "gılgamış, beni bırakmalısın!
    sen benim efendim olmalısın, ben senin kölen olmalıyım.
    ben sana dağlarımın çocukları olan ağaçları devireyim,
    ve onlardan senin için evler yapayım."
    engidu, gılgamış'a dedi:
    "humbaba'nın dediklerini dinleme! humbaba'yı öldürmelisin!"
    (bunu izleyen boşlukta, humbaba'nın öldürülmesi ve iki yiğitin geri dönmesi
    anlatılmaktadır; tabletin son satırı belki şöyle tamamlanmaktadır:)

    gılgamış, humbaba'nın kesilen başını sırığa dikti.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 28.
    0
    gilgamiş destani
    altinci tablet
    kirini yıkadı, silâhlarını parlattı,
    başını sallayarak saçının tutamlarını arkaya attı.
    kirli giysisini fırlatıp temizini giydi,
    savaş giysisini giyip beline işlemeli kemerini kuşandı.
    gılgamış krallık tacını giyince,
    gılgamış'ın güzelliği i̇ştar'ın güzel gözlerini kamaştırdı:
    "gel gılgamış! benim güveyim ol!
    bana meyveni armağan et, (57)
    armağan etsene!
    sen benim kocam ol, ben senin karın olayım!
    sana altından ve lacivert taşından yapılmış koşu arabaları koşturayım!
    tekerlekleri altın, boynuzları (58) ayna gibi parlayan madenden olsun!
    buna ruhlar, dev gibi katırlar koşulsun!
    sen evimize girince seni katran kokuları (59) karşılasın!
    büyük rahipler ve soylular ayaklarını öpsünler!
    krallar, büyükler ve beyler ayaklarının altına diz çöksünler!
    dağların ve ülkelerin ürünlerini sana vergi olarak getirsinler!
    sana keçiler üçüz, koyunlar ikiz yavrulasın!
    senin sıpan bir ester yüküyle koşsun!
    arabanın önündeki atın, yarışta birinci olsun!
    boyunduruktaki öküzlerinin eşi olmasın!"

    gılgamış, konuşmak için ağzını açıp görkemli i̇ştar'a dedi:
    "seni ha!... seninle evlenirsem ne kazanacağım?
    nasıl olsa kendimi yağlayacak yağım, ve üstüme giyecek giysim var.
    yiyecek ekmeğim ve azığım vardır,
    dahası, tanrılara yaraşır yemeğim, krallara özgü içkilerim bulunur!
    (bir satır ekgib... bundan sonraki parçada, gılgamış, tanrıça'yı
    şu biçimde aşağılıyor:)
    ...
    ...
    ...
    ... (60)
    "... sen, soğukta ısıtmayan bir örtüsün!
    sen rüzgâra ve fırtınaya engel olmayan uydurma bir kapısın!
    sen, üstüne örtüleni altında ezen bir fil derisisin!
    sen, içinde toplantı yapan yiğitlerin üstüne çöken bir saraysın!
    sen taşıyıcısının üstünde eriyen bir ziftsin!
    sen, taşıyıcısının üstünde boşalan bir kırbasın!
    sen taş duvarı çatlatan bir kireçsin!
    sen, düşman ülkesini çeken bir yemişsin! (61)
    giyeni sıkan bir ayakkabısın!
    dostlarından hangisini sonsuz olarak sevdin?
    çobanlarından hangisini sürekli olarak beğendin?
    haydi sevgililerinin adlarını sayayım!
    (bir satır ekgib)
    senin gençliğinin sevgilisi olan tammuz'a, (62)
    yıldan yıla ağıtı yazgı kıldın.
    sen, renkli çoban kuşunun aşkına düştün;
    ama ona da vurup kanadını kırdın;
    şimdi o, ormanlarda 'kappi' (63) diye bağırıp duruyor!
    sen, gücü üstün olan aslanın aşkına düştün;
    ama sonra ona yedi ve yedi tuzak çukurları kazdın.
    sen, savaşa alışkın olan atın aşkına düştün;
    ama sonra ona kırbaç, bizlengiç ve kamçıyı yazgı kıldın;
    i̇ki kez yedi saat koşmayı yazgı kıldın;
    ona suyu bulandırıp içirmeyi yazgı kıldın;
    anası silili'ye sürekli yası yazgı kıldın!
    sen, koyun çobanının aşkına düştün;
    o, sana durmadan köz yığıp, günü gününe oğlaklar getirdi;
    ama sonra ona vurup kurda döndürdün,
    şimdi de kendi küçük çobanları onu kovalıyorlar;
    dahası, kendi köpekleri bacaklarını ısırıyorlar.
    sonra sen, babanın hurma bahçıvanı olan i̇şullanu'nun aşkına düştün;
    o, sana durmadan bir sepet hurma getirip günü gününe sofranı donatırdı;
    ama sonra ona göz atarak yaklaştın:
    'i̇şullanu'cığım... (64) yiyelim,' dedin.
    (bir satır çevrilememiştir.)
    i̇şullanu şu yanıtı verdi:
    'sen benden ne istiyorsun? sanki anam benim için pişirmedi mi?
    ne diye kokmuş, çürümüş yemekleri yiyecekmişim?..
    öyle ekmek ki, kabuğu sazdan ve dikendendir.' (65)
    (bir satır ekgib)
    sen onun söylediği bu sözleri duyduktan sonra,
    ona vurup onu ... (66) döndürdün, ve bahçenin içine bıraktın.
    (bir satır çevrilememiştir.)
    şimdi beni seversen, beni de onlar gibi yaparsın."

    o, i̇ştar, bunu duyar duymaz öfkelendi; yukarıya gökyüzüne çıktı.
    i̇ştar, babası anu'nun huzuruna gitti.
    o, anası antum'un huzuruna gitti ve dedi:
    "babam! gılgamış bana sövüyordu!
    gılgamış bana kokmuş, çürümüş şeyleri saydı.
    kokmuş, çürümüş şeyleri!" anu konuşmak için ağzını açıp görkemli i̇ştar'a dedi:
    "önce sen kavgaya başlamadın mı ki, o sana kokmuş şeyleri saydı.
    kokmuş, çürümüş şeyleri!"

    i̇ştar, konuşmak için ağzını açıp babası anu'ya dedi:
    "babam, gılgamış'ı öldürmesi için bana gökyüzünün boğasını ver!
    (bir satır ekgib)
    fakat sen gökyüzünün boğasını bana vermezsen,
    o zaman ben, cehennemin kapılarını kırar,
    direklerini fırlatır, kapıları ardına dek açarım.
    yaşayanları yemeleri için ölüleri kaldırırım.
    dirileri yesinler diye!
    o zaman dünyada ölüler dirilerden çok olur!"

    anu, konuşmak için ağzını açıp görkemli i̇ştar'a dedi:
    "kızım, benden istediğini yaparsam, yedi kavuz (67) yılları olur.
    i̇nsanlar için buğday biriktirdin mi? hayvanlar için ot bitirdin mi?"

    i̇ştar, konuşmak için ağzını açıp babası anu'ya dedi:
    "baba, insanlar için buğday yığdım, hayvanlar için de ot sağladım!
    onların yedi kavuz yıllarında doymaları için,
    i̇nsanlara buğday topladım; hayvanlara ot yetiştirdim."
    (üç satır ekgib)

    anu, onun bu sözünü doyunca,
    gökyüzünün boğasının zincirini i̇ştar'ın eline teslim etti.
    o, boğayı yere indirmek için alıp aşağı zütürdü,
    ve onu uruk ağılına sürdü.
    (bir satır ekgib)

    gökyüzünün boğası korku salarak aşağı indi.
    o, birinci solumasında yüz kişi devirdi; iki yüz devirdi; üç yüz kişi...
    i̇kinci solumasında yüz daha devirdi. i̇ki yüz daha, üç yüz kişi daha.
    o, üçüncü solumasıyla engidu'ya saldırdı.
    o, engidu'yu süseceği anda, engidu gözetleyip,
    birdenbire boynuzlarını yakaladı.
    hırsından gökyüzünün boğasının ağzından köpükler savruldu.
    kuyruğunun kalın tarafıyla engidu'ya çarpıp onu yere attı.
    engidu, konuşmak için ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    "eskiden biz kendi kendimize övündük. şimdi bunu gösterelim!"
    (dört satır ekgib)
    "bunu nasıl yapacağımızı sana öğreteyim:
    sen ve ben ayrılmalıyız, ben boğayı kuyruğundan yakalayayım.
    (üç satır ekgib)
    kılıcın, onun boğazıyla boynuzlarının arasına insin."

    engidu, gökyüzünün boğasını tutmak için,
    kovalayıp sımsıkı kuyruğundan yakaladı.
    engidu, onu iki eliyle tuttu,
    ve gılgamış, usta bir kasap gibi, kılıcını güçlü ve güvenli bir vuruşla
    onun boğazıyla boynuzlarının ortasına indirdi...
    onlar orada gökyüzünün boğasını öldürdükten sonra,
    yüreğini çıkarıp şamaş'ın önüne koydular.
    onlar şamaş'ın huzurunda saygıyla eğilip geri çekildiler;
    sonra her iki
    Tümünü Göster
    ···
  4. 29.
    0
    Bir zamanlar güzeller güzeli bir kız varmış. Annesi ölünce babası yeniden evlenmiş. Üvey annesi de ilk evliliğinden olan iki kızıyla birlikte gelip eve yerleşmiş.
    Bu iki kız, yeni kız kardeşlerinden hiç hoşlanmamış. Odasında ne var ne yoksa tavan arasına fırlatıp atmışlar. Ona bir kardeş gibi davranmak şöyle dursun, bütün ev işlerini üzerine yıkmışlar.
    Ev işleri bittikten sonra bile kızın onlarla oturmasına izin verilmiyormuş. Akşamları, mutfakta, sönmekte olan ocağın önünde duruyormuş tek başına, ellerini küllere doğru tutup ısınmaya çalışarak. Bu yüzden üvey kız kardeşleri ona “Külkedisi” adını takmışla.
    Bir gün iki kız kardeşe sarayda verilecek bir balo için davetiye gelmiş. ikisi de heyecandan deliye dönmüşler. Herkes Prens’in evlenmek istediğini biliyormuş. ‘Bakarsın ikimizden birini seçer, belli mi olur?’ diye düşünmüşler.
    iki kız kardeş de kendilerini mümkün olduğunca güzelleştirmek için hemen kolları sıvamışlar. Fakat maalesef bu biraz zormuş, çünkü Külkedisi’nin aksine bayağı çirkinmiş her ikisi de!
    Balo akşamı, üvey kardeşleri gittikten sonra Külkedisi mutfakta oturmuş ve içn için ağlamaya başlamış. “Neyin var, neden ağlıyorsun Külkedisi?” diye sormuş bir kadın sesi.
    “Ben de baloya gitmek istiyordum,” demiş hıçkırarak Külkedisi.
    “Gideceksin öyleyse,” demiş ses. Külkedisi duyduğu sese doğru dönüp bakmış, şaşkınlıktan donakalmış.
    Güzel bir kadın duruyormuş yanı başında.
    “Ben senin peri annenim,” demiş kadın. “Şimdi kaybedecek zamanımız yok! Bana bir balkabağı getir hemen!”
    Külkedisi bir balkabağı getirmiş. Peri annesi sihirli değneğiyle dokununca, balkabağı birdenbire altından bir fayton oluvermiş.
    “Şimdi de altı fare…” Külkedisi altı fare bulup getirmiş, peri annesi onları hemen ata dönüştürmüş.
    “Bir sıçan…” Onu da arabacı yapmış.
    “Ve altı kertenkele…” Onları da faytonun arkasında koşacak altı uşağa çevirivermiş.
    Nihayet Külkedisi’ne gelmiş sıra. Peri değneğiyle bir dokununca Külkedisi’nin yırtık, pırtık giysileri nefesleri kesecek harika bir elbiseye dönmüşmüş. Ayaklarında bir çift camdan ayakkabı pırıl pırıl parlıyormuş.
    “Bir şey var yalnız,” demiş Peri. “Gece yarısına kadar eve dönmelisin. Saat on ikide elbisen tekrar eski giysilerine, faytonun balkabağına, atların fareye dönüşecek. Prens’in bunu görmesini istemezsin herhalde? Şimdi git, dilediğince eğlen.”
    O gece Külkedisi balonun yıldızı olmuş. Baloya katılan hanımlar (özellikle de iki üvey kız kardeşi) onun elbisesini çok beğenmişler ve terzisinin adını öğrenmek için ona yalvarmışlar. Beyefendilerin hepsi onunla dans etmek için birbirleriyle yarışmışlar.
    Prens ise zütür görmez ona âşık olmuş! Ve o andan sonra hiç kimseye bu kızla dans etmek için izin verilmemiş.
    Saatler saatleri, dakikalar dakikaları kovalamış ve Külkedisi saat tam on ikiyi vuracağı sırada evde olması gerektiğini hatırlamış.
    “Gitme!” diye seslenmiş Prens arkasından, ama Külkedisi bir an bile durmadan koşup oradan uzaklaşmış. Sokağa çaktığında elbisesi tekrar eski elbiselerine dönüşmüş. Geriye kala kala camdan ayakkabıların bir teki kalmış. Diğer tekini nerede kaybettiğini bilmiyormuş.
    O gece Külkedisi uyuyana kadar ağlamış. Hayatının bir daha asla o geceki kadar harika olamayacağını düşünüyormuş.
    Ama bu doğru değilmiş. Ayakkabının diğer tekini sarayın merdivenlerinde bulmuşlar. Ertesi sabah Prens ev ev dolaşıp ayakkabıyı tek tek bütün genç kızlara denetmiş. “Bu ayakkabının dün gece karşılaştığım güzel sahibini bulamazsam yaşayamam,” demiş.
    Derken Külkedisi’nin evine gelmiş. Üvey kardeşleri ayakkabıyı denemişler. Olmamış. Ayaklarına girmemiş bile.
    Prens çok üzgünmüş, çünkü uğramadığı sadece birkaç ev kalmış. Tam oradan ayrılacakken evin hizmetçisi dikkatini çekmiş.
    “Hanımefendi,” demiş Prens Külkedisi’ne, “bir de siz deneseniz?”
    “O mu deneyecek? Ne münasebet!” diye haykırmış üvey kardeşler.
    Fakat Prens ısrar etmiş. Külkedisi’nin ne kadar güzel bir kız olduğu gözünden kaçmamış. Tabii ayakkabı Külkedisi’nin ayağına kalıp gibi oturmuş. Prens diz çöküp Külkedisi’ne evlenme teklif ederken iki üvey kardeşe de öfke ve kıskançlıkla olanları seyretmek kalmış. Külkedisi Prens’in teklifini tabii ki kabul etmiş.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 30.
    0
    sözlüğün anasını gibtiniz ne bulursanız yapıştırıyonuz aq
    ···
  6. 31.
    0
    gılgamış destanı 6. tablet 2. kısım
    kardeş oturdular.

    i̇ştar, uruk duvarının üstüne çıkıp bir çığlık kopardı:
    "yuh olsun gılgamış'a! beni rezil etti;
    gökyüzünün boğasını öldürdü!"
    engidu, i̇ştar'ın bu sözünü duyunca,
    gökyüzünün boğasının budunu koparıp ona fırlattı:
    "seni elime geçirseydim, seni de böyle yapardım!
    onun sakatatını (68) koluna asardım!"
    i̇ştar, kadın sevgililerini, tapınağın hizmetçilerini ve huurları
    başına toplayıp gökyüzünün boğasının budu için ağlayıp yakındı.

    gılgamış, bütün silâhçı ustalarını çağırdı.
    ustalar boynuzların kalınlığına şaştılar.
    her boynuzun dökümü altmış okkalık lacivert taşındandı.
    bu boynuzların kabuğu iki parmak kalınlığındaydı.
    her ikisinin içi yedi kova yağ alıyordu.
    gılgamış, bunları yağ koyması için, tanrısı lugalbanda'ya (69) armağan etti.
    bunları içeri zütürdü. tanrı sarayının içindeki kutsal yere astı.
    fırat'ta ellerini yıkadıktan sonra el ele verip uruk kentinin sokaklarından geçtiler.
    uruk halkı onları görmek için toplandı.
    gılgamış kendi saray cariyelerine şu sözleri söyledi:
    "erkekler arasında en görkemli olan kimdir?
    yiğitler arasında en güçlü olan kimdir?"
    "erkekler arasında en görkemli olan gılgamış'tır.
    gılgamış, yiğitler arasında en güçlü olandır."
    (üç satır ekgib)

    gılgamış, sarayında bir utku şenliği yaptı.
    yiğitler, gece karanlığında rahatça uykuya daldılar.
    engidu da uykuya daldı ve bir düş gördü.
    sonra düşünü yorarak yukarı yürüdü ve arkadaşına dedi:

    yedi̇nci̇ tablet

    "arkadaş, neden ötürü yalnızca büyük tanrılar birbirlerine danıştılar?
    bu gece gördüğüm bir düşü dinle:
    anu, enlil, ea ve göksel şamaş toplandılar.
    anu, enlil'e dedi: 'gökyüzünün boğasını öldürdüklerinden,
    humbaba'yı vurduklarından,
    ve dağın katranını devirdiklerinden, içlerinden birisi ölsün!'
    fakat enlil dedi: 'engidu ölsün, ama gılgamış ölmesin!'
    bundan sonra göksel şamaş kahraman enlil'e dedi:
    'onlar gökyüzünün boğasını ve humbaba'yı senin sözün üzerine (70) öldürmediler mi?
    şimdi engidu suçsuz yere mi ölecek?'
    enlil göksel şamaş'a kızdı:
    'çünkü sen, onların dengiymişsin gibi, her gün aşağıya, yanlarına gidiyorsun!'

    hasta olan engidu, orada gılgamış'ın ayaklarının dibine düşüp kaldı.
    gözlerinden yaşlar boşandı.
    gözlerinden yaşlar boşanan engidu'ya gılgamış dedi:
    "kardeş, sevgili kardeş!
    neden kardeşimin yerine beni suçsuz saydılar?
    öyleyse, şimdi ben bir ruh yanında mı oturuyorum?
    ruhların yeryüzüne çıktığı kapının dibinde mi oturuyorum (71)?
    benim sevgili kardeşimi bundan böyle gözlerimle göremeyecek miyim?"
    (görünüşe göre bunu izleyen 13 satırlık boşlukta, belki engidu'nun sıtma
    sabuklaması sırasında (72) kendi hastalığını humbaba'nın orman önünde
    duran kapıya yormuş olması anlatılmıştır.)

    engidu, gözlerini açıp, kapılarla bir insanla konuşur gibi konuştu;
    ama ormanın kapılarında akıl ve kavrayış yoktu.
    "i̇ki kez yirmi saatlik yerden senin kerestenin iyiliğini seçtim.
    ben, yüksek katranı görünceye kadar, senin kerestenin eşine rasgelmedim.
    senin yüksekliğin altı kez on iki endazeye varıyor.
    senin enliliğin iki kez on iki endazeye varıyor. (73)
    (bir satır ekgib)
    ben seni yapıp nipur'a getirdim ve orada taktım.
    senden böyle bir iyilik göreceğimi bilseydim,
    elime bir balta alır, seni paramparça eder,
    ve fırat üzerinde gitmek için bir sal yapardım."

    (elli satırlık boşluk... engidu, şamaş'tan lânetini avcının üzerine indirmesini diler:)

    "... onun kazancını yok et. onun kollarını güçten düşür. onun gidişini beğenme.
    peşine düştüğü hayvan ondan kaçsın; avcı gönlündekine ermesin!"

    fahişeye, huurya ilenmek için yüreği tutuşuyor:
    "senin yazgını huur, sana ben yazayım.
    bir yazgı ki, sonu gelmesin; sonsuza dek sürsün!
    sana ilençlerin en kötüsünü savurayım.
    karanlık yerin ilenci sabahın erkeninde karşına çıksın!
    gece yarısına kadar zevkinin evi sana belâ olsun! (74)
    (sekiz satırlık boşluk... anlaşılabildiğine göre engidu'nun ilençleri
    fahişeyi tutuyor:)
    şehir lâğımlarındaki pislikler senin yiyeceğin olsun!
    şehirdeki bulaşık suları senin içkin olsun!
    yattığın yer sokak olsun, durduğun yer duvar gölgesi olsun!
    (bir satır ekgib)
    sarhoş ve susuz, yanağına vursun!"
    (on satır boşluk)

    şamaş, onun ağzından çıkan sözleri işitince, ona gökten seslendi:
    "engidu, niçin fahişeye, huurya ileniyorsun?
    o fahişe ki, sana yaşamda gereken ekmeği yedirdi.
    o, sana ülkede içilen içkiyi içirdi.
    görkemli giysi giydirip, o şanlı gılgamış'ı sana yoldaş etti.
    şimdi senin kardeşin gibi olan arkadaşın gılgamış,
    seni rahat yatağına yatıracaktır.
    o seni görkemli bir yatakta rahat ettirecektir.
    esenlik olan bir yerde, solunda bulunan bir yerde seni oturtacaktır.
    yeryüzünün bütün hükümdarları ayaklarını öpecektir.
    o, senin için uruk halkına ah ettirip onları ağlatacak,
    mutlu kimselere çevresinde yas tutturacak ve o,
    senden sonra bedenini pis ve iğrenç bir duruma getirip,
    senin için kendinden geçerek, sırtına bir aslan postu atıp, çöllere düşecek."

    bu anda engidu, şamaş'tan yiğitin sözünü işitince,
    kükreyen yüreği hemen dinginleşti.
    (i̇ki satırlık boşluk... sonra engidu yeniden fahişeden söz ediyor; ama
    görünüşe göre, bu kez engidu, fahişeye iyilikler diliyor:)

    "seni krallar ve beyler sevsin.
    kibar delikanlılar senin için çektikleri karasevdadan dizlerini dövsünler,
    ve senin yoluna saçlarını yolsunlar!
    asker ve subaylar senin için kemerlerini söksünler!
    senin başına lacivert taşı ve altın dökülsün.
    hazine bekçisi önceden üzerine işlemişken,
    şimdi onun hazinesi senin için açılsın ve serveti yoluna saçılsın!
    seni tanrıların avlusuna ben zütüreyim.
    yedi çocuklu bir karı sana feda edilsin!"

    engidu'nun hasta karnı sancı içindedir.
    engidu odasında yalnız başına yatmaktadır.
    gece gördüğü düşü arkadaşına anlatıyor:
    "arkadaş, bu gece bir düş gördüm. gök bağırdı, yeryüzü yanıt verdi.
    ben, yalnız başıma kırda kaldım. orada asık yüzlü bir adam göründü.
    yüzü büyük bir kuşa benziyordu.
    kartal pençesi gibi, tırnaklı pençeleri vardı."
    (12 satırlık boşluktan sonra, kalan küçük bir parçadan elde edilecek sonuca
    göre, belki engidu, bu adamın kendisine bir ölümün garip biçimini nasıl
    gösterdiğini anlatmıştır:)

    "sonra o adam, beni tümüyle değiştirdi. kollarım sanki kuşlar gibi tüylendi.
    beni elimden tutarak; karanlığın evine, irkalla'nın (75) oturduğu yere,
    i̇çine ayak basanı bırakmayan eve, dönüşü olmayan yola,
    i̇çinde oturanın ışıktan yoksun kaldığı eve,
    tozun besin olduğu, çamurun yemek olduğu yere,
    i̇nsanın kuşlar gibi tüylü giysiler taşıdığı
    ve karanlık yerde ışığın görünmediği eve zütürdü.
    girdiğim tozun evinde, (76), tahtlar devrilmiş, kral taçları yere atılmıştı.
    anu ve enlil'e vekil olan,
    en eski zamandan beri ülkeye egemen olan
    krallık tacı taşıyan beyler,
    tepelerinde kızarmış et taşıyorlar, çörek taşıyorlar,
    i̇çmek için kırbalarında soğuk sular taşıyorlardı.
    girdiğim tozun evinde, yüksek rahipler ve bakanlar,
    kutsallık taşıyan kimseler oturuyor.
    tanrıların yakınları oturuyor,
    büyük tanrıların yağladığı rahipler (77) oturuyor,
    etana (78) oturuyor, şumukan (79) oturuyor, yer tanrıçası ereşkigal oturuyor,
    ve bunun önünde yerin yazmanı belitseri diz çöküyor.
    belitseri, elinde bir yazı levhası tutarak ereşkigal'a okuyor.
    o, yönünü çevirip bana baktı."
    (bundan sonra, yaklaşık elli satırlık boşluk geliyor... anlaşıldığına göre
    gılgamış anasına sesleniyor:)

    "onunla birlikte her güçlüğe katlandım.
    onunla birlikte nerelere gittiğimi düşün!
    benim arkadaşım iyi şeyler haber vermeyen bir düş gördü.
    onun düşü gördüğü gün, sona ermişti."

    bundan sonra engidu bir gün, iki gün yattı.
    ölüm engidu'nun yatak odasında oturuyor.
    beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu ve onuncu gün...
    engidu'nun hastalığı ağırlaştıkça ağırlaştı.
    on birinci ve on ikinci gün engidu ölüm döşeğine yattı.
    bunun üzerine gılgamış'a bağırıp ona dedi:
    "arkadaş, ben bir ilence uğradım!
    savaşta ölen bir adam gibi ölmüyorum.
    savaştan korktuğum için şimdi onursuz ölüyorum.
    arkadaş, her kim savaşta ölürse talihlidir;
    ama ben düşkün bir durumda ölüyorum."

    to be contiunued..
    Tümünü Göster
    ···
  7. 32.
    0
    ░░▓▓▓▓░░▓▓▓░░░▓▓░░▓▓▓▓░░▓▓▓░░░▓▓░▓▓░▓▓▓░░░▓▓░░░░░░▓▓▓▓░░▓▓▓░░░░░▓▓▓░▓▓░░░░░▓▓▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓▓▓░░
    ░▓▓░░▓▓░▓▓░▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░▓░░▓▓░▓▓░▓▓░▓░░▓▓░░░░░▓▓░░▓▓░▓▓░▓░░░▓░▓▓░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░
    ░▓▓▓▓▓▓░▓▓░▓░░▓▓░▓▓▓▓▓▓░▓▓░▓░░▓▓░▓▓░▓▓░▓░░▓▓░░░░░▓▓▓▓▓▓░▓▓░▓░░░▓░▓▓░▓▓░░░░▓▓▓▓▓▓░▓▓▓▓▓▓░▓▓▓▓▓▓░▓▓▓▓▓▓░▓▓▓▓▓▓░
    ░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓░▓▓░▓▓░▓▓░░▓░▓▓░░░░░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓░▓░░▓▓░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░
    ░▓▓░░▓▓░▓▓░░░▓▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░░▓▓▓░▓▓░▓▓░░░▓▓▓░░░░░▓▓░░▓▓░▓▓░░░▓░░░▓▓░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░ .
    ···
  8. 33.
    0
    ulan kopyala yapıştır değilse bunlar açcam
    ···
  9. 34.
    0
    @80 gılgamış destanını ezbere yazdım bin
    ···
  10. 35.
    0
    @1 restini görüyorum ve başımı koyuyorum.
    ···
  11. 36.
    0
    beyler terbiyesizlik yapmayın. biri bunları yanlışlıkla okursa sözlüğün düzeni bozulur entel olur amk. ben bile az kalsın okuyodum iki satır. ayıp oluyo silin şunları.
    ···
  12. 37.
    0
    genesis 7

    1 the lord then said to noah, "go into the ark, you and your whole family, because i have found you righteous in this generation. 2 take with you seven [a] of every kind of clean animal, a male and its mate, and two of every kind of unclean animal, a male and its mate, 3 and also seven of every kind of bird, male and female, to keep their various kinds alive throughout the earth. 4 seven days from now i will send rain on the earth for forty days and forty nights, and i will wipe from the face of the earth every living creature i have made."

    5 and noah did all that the lord commanded him.

    6 noah was six hundred years old when the floodwaters came on the earth. 7 and noah and his sons and his wife and his sons' wives entered the ark to escape the waters of the flood. 8 pairs of clean and unclean animals, of birds and of all creatures that move along the ground, 9 male and female, came to noah and entered the ark, as god had commanded noah. 10 and after the seven days the floodwaters came on the earth.

    11 in the six hundredth year of noah's life, on the seventeenth day of the second month—on that day all the springs of the great deep burst forth, and the floodgates of the heavens were opened. 12 and rain fell on the earth forty days and forty nights.

    13 on that very day noah and his sons, shem, ham and japheth, together with his wife and the wives of his three sons, entered the ark. 14 they had with them every wild animal according to its kind, all livestock according to their kinds, every creature that moves along the ground according to its kind and every bird according to its kind, everything with wings. 15 pairs of all creatures that have the breath of life in them came to noah and entered the ark. 16 the animals going in were male and female of every living thing, as god had commanded noah. then the lord shut him in.

    17 for forty days the flood kept coming on the earth, and as the waters increased they lifted the ark high above the earth. 18 the waters rose and increased greatly on the earth, and the ark floated on the surface of the water. 19 they rose greatly on the earth, and all the high mountains under the entire heavens were covered. 20 the waters rose and covered the mountains to a depth of more than twenty feet. [b] , [c] 21 every living thing that moved on the earth perished—birds, livestock, wild animals, all the creatures that swarm over the earth, and all mankind. 22 everything on dry land that had the breath of life in its nostrils died. 23 every living thing on the face of the earth was wiped out; men and animals and the creatures that move along the ground and the birds of the air were wiped from the earth. only noah was left, and those with him in the ark.

    24 the waters flooded the earth for a hundred and fifty days.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 38.
    0
    genesis 8

    1 but god remembered noah and all the wild animals and the livestock that were with him in the ark, and he sent a wind over the earth, and the waters receded. 2 now the springs of the deep and the floodgates of the heavens had been closed, and the rain had stopped falling from the sky. 3 the water receded steadily from the earth. at the end of the hundred and fifty days the water had gone down, 4 and on the seventeenth day of the seventh month the ark came to rest on the mountains of ararat. 5 the waters continued to recede until the tenth month, and on the first day of the tenth month the tops of the mountains became visible.

    6 after forty days noah opened the window he had made in the ark 7 and sent out a raven, and it kept flying back and forth until the water had dried up from the earth. 8 then he sent out a dove to see if the water had receded from the surface of the ground. 9 but the dove could find no place to set its feet because there was water over all the surface of the earth; so it returned to noah in the ark. he reached out his hand and took the dove and brought it back to himself in the ark. 10 he waited seven more days and again sent out the dove from the ark. 11 when the dove returned to him in the evening, there in its beak was a freshly plucked olive leaf! then noah knew that the water had receded from the earth. 12 he waited seven more days and sent the dove out again, but this time it did not return to him.

    13 by the first day of the first month of noah's six hundred and first year, the water had dried up from the earth. noah then removed the covering from the ark and saw that the surface of the ground was dry. 14 by the twenty-seventh day of the second month the earth was completely dry.

    15 then god said to noah, 16 "come out of the ark, you and your wife and your sons and their wives. 17 bring out every kind of living creature that is with you—the birds, the animals, and all the creatures that move along the ground—so they can multiply on the earth and be fruitful and increase in number upon it."

    18 so noah came out, together with his sons and his wife and his sons' wives. 19 all the animals and all the creatures that move along the ground and all the birds—everything that moves on the earth—came out of the ark, one kind after another.

    20 then noah built an altar to the lord and, taking some of all the clean animals and clean birds, he sacrificed burnt offerings on it. 21 the lord smelled the pleasing aroma and said in his heart: "never again will i curse the ground because of man, even though [a] every inclination of his heart is evil from childhood. and never again will i destroy all living creatures, as i have done.

    22 "as long as the earth endures,
    seedtime and harvest,
    cold and heat,
    summer and winter,
    day and night
    will never cease."
    Tümünü Göster
    ···
  14. 39.
    0
    sizin ananızın dıbını paslı permatikle doğrar, o kanayan amcıklarına, tuz döker, iyice yakar, sonra limon sıkar, yannanıma da, okaliptüslü diş macunu sürer, kanırtana, inletene böğürtene kusturana kadar giberim. hem de, 97 model, kartal slx imin bagajında, havasız ortamda tek nefeste giberim. gibtikten sonrada zımparayla silerim dıbının kanlarını. zımparaya yapışan et parçalarını da köpeklere yediririm.
    ···
  15. 40.
    0
    genesis 20

    abraham and abimelech

    1 now abraham moved on from there into the region of the negev and lived between kadesh and shur. for a while he stayed in gerar, 2 and there abraham said of his wife sarah, "she is my sister." then abimelech king of gerar sent for sarah and took her.
    3 but god came to abimelech in a dream one night and said to him, "you are as good as dead because of the woman you have taken; she is a married woman."

    4 now abimelech had not gone near her, so he said, "lord, will you destroy an innocent nation? 5 did he not say to me, 'she is my sister,' and didn't she also say, 'he is my brother'? i have done this with a clear conscience and clean hands."

    6 then god said to him in the dream, "yes, i know you did this with a clear conscience, and so i have kept you from sinning against me. that is why i did not let you touch her. 7 now return the man's wife, for he is a prophet, and he will pray for you and you will live. but if you do not return her, you may be sure that you and all yours will die."

    8 early the next morning abimelech summoned all his officials, and when he told them all that had happened, they were very much afraid. 9 then abimelech called abraham in and said, "what have you done to us? how have i wronged you that you have brought such great guilt upon me and my kingdom? you have done things to me that should not be done." 10 and abimelech asked abraham, "what was your reason for doing this?"

    11 abraham replied, "i said to myself, 'there is surely no fear of god in this place, and they will kill me because of my wife.' 12 besides, she really is my sister, the daughter of my father though not of my mother; and she became my wife. 13 and when god had me wander from my father's household, i said to her, 'this is how you can show your love to me: everywhere we go, say of me, "he is my brother." ' "

    14 then abimelech brought sheep and cattle and male and female slaves and gave them to abraham, and he returned sarah his wife to him. 15 and abimelech said, "my land is before you; live wherever you like."

    16 to sarah he said, "i am giving your brother a thousand shekels [a] of silver. this is to cover the offense against you before all who are with you; you are completely vindicated."

    17 then abraham prayed to god, and god healed abimelech, his wife and his slave girls so they could have children again, 18 for the lord had closed up every womb in abimelech's household because of abraham's wife sarah.

    ccc the holy bible ccc
    Tümünü Göster
    ···
  16. 41.
    0
    @1 yazdığın kelime sayısı kadar yannan girsin zütüne
    ···
  17. 42.
    0
    özet geç bin
    ···
  18. 43.
    0
    In biology, sex is a process of combining and mixing genetic traits, often resulting in the specialization of organisms into a male or female variety (known as a sex). Sexual reproduction involves combining specialized cells (gametes) to form offspring that inherit traits from both parents. Gametes can be identical in form and function (known as isogametes), but in many cases an asymmetry has evolved such that two sex-specific types of gametes (heterogametes) exist: male gametes are small, motile, and optimized to transport their genetic information over a distance, while female gametes are large, non-motile and contain the nutrients necessary for the early development of the young organism.

    An organism's sex is defined by the gametes it produces: males produce male gametes (spermatozoa, or sperm) while females produce female gametes (ova, or egg cells); individual organisms which produce both male and female gametes are termed hermaphroditic. Frequently, physical differences are associated with the different sexes of an organism; these sexual dimorphisms can reflect the different reproductive pressures the sexes experience.

    The life cycle of sexually reproducing organisms cycles through haploid and diploid stages. Sexual reproduction is a process where organisms form offspring that combine genetic traits from both parents. Chromosomes are passed on from one parent to another in this process. Each cell has half the chromosomes of the mother and half of the father.[1] Genetic traits are contained within the deoxyribonucleic acid (DNA) of chromosomes — by combining one of each type of chromosomes from each parent, an organism is formed containing a doubled set of chromosomes. This double-chromosome stage is called "diploid", while the single-chromosome stage is "haploid". Diploid organisms can, in turn, form haploid cells (gametes) that randomly contain one of each of the chromosome pairs, via a process called meiosis.[2] Meiosis also involves a stage of chromosomal crossover, in which regions of DNA are exchanged between matched types of chromosomes, to form a new pair of mixed chromosomes. Crossing over and fertilization (the recombining of single sets of chromosomes to make a new diploid) result in the new organism containing a different set of genetic traits from either parent.

    In many organisms, the haploid stage has been reduced to just gametes specialized to recombine and form a new diploid organism; in others, the gametes are capable of undergoing cell division to produce multicellular haploid organisms. In either case, gametes may be externally similar, particularly in size (isogamy), or may have evolved an asymmetry such that the gametes are different in size and other aspects (anisogamy).[3] By convention, the larger gamete (called an ovum, or egg cell) is considered female, while the smaller gamete (called a spermatozoon, or sperm cell) is considered male. An individual that produces exclusively large gametes is female, and one that produces exclusively small gametes is male. An individual that produces both types of gametes is a hermaphrodite; in some cases hermaphrodites are able to self-fertilize and produce offspring on their own, without a second organism.[4]


    Sex helps the spread of advantageous traits through recombination. The diagrams compare evolution of allele frequency in a sexual population (a) and an asexual population (b). The vertical axis shows frequency and the horizontal axis shows time. The alleles a/A and b/B occur at random. The advantageous combination AB arises rapidly with recombination (a), but must arise independently in (b).Evolution
    Main article: Evolution of sex
    Sexual reproduction first appeared about a billion years ago, evolved within ancestral single-celled eukaryotes.[13] The reason for the initial evolution of sex, and the reason(s) it has survived to the present, are still matters of debate. Some of the many plausible theories include: that sex creates variation among offspring, sex helps in the spread of advantageous traits, and that sex helps in the removal of disadvantageous traits.

    Sexual reproduction is a process specific to eukaryotes, organisms whose cells contain a nucleus and mitochondria. In addition to animals, plants, and fungi, other eukaryotes (e.g. the malaria parasite) also engage in sexual reproduction. Some bacteria use conjugation to transfer genetic material between bacteria; while not the same as sexual reproduction, this also results in the mixture of genetic traits.

    What is considered defining of sexual reproduction is the difference between the gametes and the binary nature of fertilization. Multiplicity of gamete types within a species would still be considered a form of sexual reproduction. However, no third gamete is known in multicellular animals.[14][15][16]

    Human reproduction
    Main articles: Human reproduction, Sexual intercourse, and Human sexuality
    See also: Category:Human sexuality
    This article is intended to focus on the biological aspects of sex. If you are interested in articles specifically related to humans and sexuality please see the above links.

    Genetic

    Like humans and other mammals, the common fruit fly has an XY sex determination system.In genetic sex determination systems, an organism's sex is determined by the genome it inherits. Genetic sex determination usually depends on asymmetrically inherited sex chromosomes which carry genetic features that influence development; sex may be determined either by the presence of a sex chromosome or by how many the organism has. Genetic sex determination, because it is determined by chromosome assortment, usually results in a 1:1 ratio of male and female offspring.

    Humans and other mammals have an XY sex determination system: the Y chromosome carries factors responsible for triggering male development. The default sex, in the absence of a Y chromosome, is female. Thus, XX mammals are female and XY are male. XY sex determination is found in other organisms, including the common fruit fly and some plants.[17] In some cases, including in the fruit fly, it is the number of X chromosomes that determines sex rather than the presence of a Y chromosome.

    In some ferns the default sex is hermaphrodite, but ferns which grow in soil that has previously supported hermaphrodites are influenced by residual hormones to instead develop as male.[23]

    Sexual dimorphism

    Common pheasants are sexually dimorphic in both size and appearance. Main article: sexual dimorphism
    Many animals have differences between the male and female sexes in size and appearance, a phenomenon called sexual dimorphism. Sexual dimorphisms are often associated with sexual selection - the competition between individuals of one sex to mate with the opposite sex.[24] Antlers in male deer, for example, are used in combat between males to win reproductive access to female deer. In many cases the male of a species is larger in size; in mammals species with high sexual size dimorphism tend to have highly polygynous mating systems—presumably due to selection for success in competition with other males.

    Other animals, including most insects and many fish, have larger females. This may be associated with the cost of producing egg cells, which requires more nutrition than producing sperm—larger females are able to produce more eggs.[25] Occasionally this dimorphism is extreme, with males reduced to living as parasites dependent on the female.

    In birds, males often have a more colourful appearance and may have features (like the long tail of male peacocks) that would seem to put the organism at a disadvantage (e.g. bright colors would seem to make a bird more visible to predators). One proposed explanation for this is the handicap principle.[26] This hypothesis says that, by demonstrating he can survive with such handicaps, the male is advertising his genetic fitness to females—traits that will benefit daughters as well, who will not be encumbered with such handicaps.

    Sex differences in humans include, generally, a larger size and more body hair in men; women have breasts, wider hips, and a higher body fat percentage.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 44.
    0
    gecmesende gibiyolar haberin yok
    ···
  20. 45.
    0
    okuyun lan binler baya faydalı bilgiler var. liselilik yapmayın.
    ···