1. 1.
    0
    gilgamiş destani
    i̇ki̇nci̇ tablet
    engidu fahişenin karşısına oturdu. o, onun sözcüklerini dinledi
    ve anlattıklarına kulak verdi. kadının öğüdü yüreğine işledi.

    kadın bir giysi çıkardı: birini ona giydirdi,
    öbürünü kendisine alıkoydu.
    kadın onu bir ana gibi elinden tutup çobanların sofrasına,
    hayvanların ağılına zütürdü.
    onun, yurdu dağlar olan engidu'nun,
    önceleri ceylânlarla ot yiyen adamın,
    kalabalığın sütünü emenin, şimdi önüne yemek koydular.

    o, utanarak gözünü dikiyor, bakıyordu.
    engidu ekmek yemesini bilmiyor, içki içmesini anlamıyor!
    fahişe ağzını açıp engidu'ya dedi:
    "engidu, ekmek ye! bu, yaşamın koşuludur!
    i̇çki iç! bu, ülkenin göreneğidir!"

    engidu, doyuncaya dek ekmek yedi. yedi küp içki içti.
    i̇çi açıldı, neşe buldu. yüreğine açıklık geldi, yüzü parladı.
    kıllı, pis gövdesini sıvadı, kendi kendini yağladı (29), i̇nsana döndü.
    sonra bir giysi giydi, artık adam oldu.
    arslanların üstüne yürümek için silâhını aldı.
    çobanlar geceleri uykuya daldı.
    kurtları yakaladı, arslanları kovaladı.
    eski bekçiler rahat ettiler.
    o, güçten üstün insan, o erkeklerin bir tanesi engidu,
    bunlara bekçi oldu.
    (14 satırlık boşluk... engidu fahişeyle birlikte)

    engidu, huur ile eğlenirken gözlerini kaldırdı
    ve bir adam gördü. fahişeye seslendi:
    "yosma! adam buraya gelsin! o ne diye geldi?
    söyleyeceğini dinlemek isterim!"
    fahişe adamı çağırıp ona yaklaştı, ona dedi:
    "adam, nereye acele ediyorsun? yorulman neye yarar?"
    adam ağzını açıp engidu'ya dedi:
    "benimle birlikte kız evine (30) gel!
    nişanlı seçmek için herkesin evi uruk kralına daima açıktır.
    nişanlı seçmek için herkesin evi,
    uruk kralı olan gılgamış'a daima açıktır.
    o, evlenecek olanlarla önce kendisi yatar, sonra da koca. (31)
    tanrısal yasaya göre bu, tanrının bir buyruğudur.
    bu buyruk kendisine göbeğinin bağı kesilir kesilmez verilmiştir." (32).
    adamın sözü üzerine benzi sarardı...
    (dokuz satırlık boşluk)

    engidu önden gidiyor, huur onun arkasından.
    o, uruk'a girince halk çevresine toplandı.
    uruk'ta caddenin ortasında durunca, insanlar başına biriktiler
    ve ondan şöyle söz ettiler:
    "o, aşağı yukarı gılgamış'a benzer. bedence daha ufaktır;
    ama, kemikleri onunkinden daha güçlüdür.
    (bir satır ekgib)
    ülkede en güçlü odur. güçlüdür. o, kalabalığın sütünü emmiştir."
    (bir satır ekgib)
    zayıf yavrucuklar gibi ondan korkmalarına karşın, adamlar rahatladılar,
    "o yiğite karşı, gösterişi yaman bir yiğit alandadır.
    gılgamış'a karşı tanrıya benzer, onun (33) bir eşi alandadır!
    i̇şhara'ya (34) özgü bir yatak hazırlanmıştır.
    gılgamış'ın onun yanında kalması için.
    bu gece onunla 'allahın emri' olacaktır" (35)
    gılgamış yaklaştığında, engidu caddenin ortasına dikildi.
    gılgamış'a yolu kapamak isteyip, onu yatak odasına bırakmadı.
    (yedi satır ekgib)

    gılgamış kırda büyüyen, gür saçlı, ele avuca sığmaz engidu'ya baktı.
    kendi kendisine yol açtı ve üstüne yürüdü.
    kentin alanında birbirleriyle karşılaştılar.
    engidu kapıyı ayağıyla kapayıp gılgamış'ı içeri bırakmadı.
    bunun üzerine boğalar gibi böğürerek kapıştılar:
    kapının direklerini paramparça ettiler. duvar yerinden sarsıldı!
    gılgamış ve engidu,
    evet, boğalar gibi böğürerek birbiriyle kapıştılar.
    kapının direklerini paramparça ettiler. duvar yerinden sarsıldı!
    gılgamış diz üstü yere düşünce, öfkesi indi ve göğsünü geri çekti.
    gılgamış göğsünü çeker çekmez, engidu ona, gılgamış'a dedi:
    "anan olan, ağılın yabanıl ineği, tanrıça ninsun (36),
    seni bir tane doğurdu.
    başın adamların tepesini aşmıştır!
    enlil senin alnına insanların krallığını yazmıştır!
    gücün evrenin beylerinden üstündür."
    (on satırlık boşluk)

    birbirini öptüler ve arkadaş oldular.
    (görünüşe bakılırsa bundan sonraki 14 satırlık boşluğun sonuna doğru,
    gılgamış'ın engidu'yu, bir oğul olarak kendi anasına zütürmüş
    olmasından söz ediliyor. gılgamış, engidu'dan şu biçimde söz ediyor:)

    "ülkede en güçlü odur. güçlüdür.
    gökten inen yoğun cevhere benzer, gücü büyüktür!
    kimse karşısında duramaz. ona lûtfunu göster."
    gılgamış'ın anası oğluna dedi,
    ninsun, yabanıl inek, gılgamış'a dedi: "oğlum...
    (üç satır ekgib)
    (engidu'nun hep korumakta olduğu biçiminden ötürü, ninsun'un
    şaşkınlığını belli ettiği anlaşılıyor. bundan sonraki beş satırsa,
    gılgamış'ın yanıtlarını oluşturabilir.)

    "onunla yukarı, aile ocağının kapısına gitti.
    o, bana karşı pek çok kışkırtıldı.
    engidu'nun babası ve anası yoktur.
    onun incin saçları hiç kesilmemiştir.
    o, kırda doğduğundan kimse onu eğitmemiştir."
    engidu orada durdu ve onun söylediklerini dinledi.
    gözleri yaşla doldu.
    söylenenler kendisine pek dokunduğundan acı acı içini çekti.
    gılgamış, yüzünü ona çevirip,
    oturdukları yerde birbirleriyle kucaklaştılar;
    âşıklar gibi eller birbirinin üstüne kondu
    ve gılgamış, engidu'ya dedi:
    "dostum, neden gözlerin yaşla dolu?
    söylenenler sana dokunduğu için mi acı acı içini çektin?"
    engidu ağzını açıp gılgamış'a anlattı:
    "dostum, bir acı boğazımı sıkıyor. kollarım uyuştu, gücüm azaldı."
    gılgamış, ağzını açıp engidu'ya dedi:
    (altı satır ekgib)

    "ejder yapılı humbaba ormanda oturuyor.
    sen ve ben onu öldürüp şu belâyı ülkeden kaldıralım.
    kendimize katran ağaçları devirelim."
    (dört satır ekgib)

    engidu, ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    "dostum, ben dağlarda deneyimliyim;
    yabanıl hayvanlarla oralarda dolaştım.
    ormanın uzaklığı iki kez on bin saat çeker.
    yukarıya, onun içine dalacak kimdir? humbaba...
    onun böğürtüsü tufandır, evet,
    onun soluğu ateş, saldırısı ölüm.
    neden ötürü böyle şeyleri yapmaya yeliyorsun? (37)
    humbaba'nın oturduğu yer için
    savaşan hiçbir kimse ona karşı dayanamaz!"

    gılgamış, ağzını açıp engidu'ya dedi:
    "katransa, ben bunun dağına çıkmak istiyorum.
    bu dağ geniş ormanın ortasında bulunuyor.
    (üç satır ekgib)
    humbaba'nın bulunduğu ormana gitmek istiyorum.
    savaşta bir balta bana yeter. sen burada yalnız kal,
    ben oraya gideceğim."

    engidu, ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    "oraya nasıl gidebiliriz... katran ormanına?
    gılgamış, onun bekçisi bir savaşçıdır. hiçbir zaman ımızganmaz. (38)
    (i̇ki satır ekgib)
    enlil onu, katranları korusun diye i̇nsanların başına belâ kılmıştır.
    her kim yukarı, ormana çıkarsa, kötürüm olur."

    gılgamış, ağzını açıp engidu'ya dedi:
    "... " (39)
    "güneş gökyüzünde durdukça tanrılar sonsuza dek yaşarlar.
    ancak, insanın günleri sayılıdır.
    onların ettikleri hep havadır.
    sen daha buradayken ölümden korkuyorsun.
    yiğit ruhundaki gücün sana yararı ne?
    öyleyse, seni ben zütüreyim de, ağzın bana:
    'i̇leri git! korkma' diye çağırsın.
    kendim ölürsem adımı yükseltirim,
    'ejder yapılı humbaba'nın düşmanı gılgamış ölmüştür,' derler."
    (sekiz satır ekgib)

    "katran devirmek için elimi bulaştırmak istiyorum.
    kendim için bir ad bırakmak istiyorum.
    şimdi dostum, silâhçı ustasına gitmek istiyorum.
    silâhlar gözümüzün önünde
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    0
    oha lan sözlük elden giidiyo
    ···
  3. 3.
    0
    gilgamiş destani
    onuncu tablet

    sâkiye siduri (91), denizin ıssız bir köşesine yerleşmiştir.
    o tahtında oturuyor.
    sâkiye için ağaçtan ayaklar yapılmıştır.
    bu ayaklar üzerine altından yapılmış şıra fıçıları konmuştur.
    tanrıça sık bir duvak örtünmüştür. yüzü görünmemektedir.
    gılgamış koşup onun yanına geldi.
    kirle örtülüdür. bir posta bürünmüştür.
    bedeninde tanrı eti vardır.
    gönlü üzgündü. yüzü uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne benziyordu.

    sâkiye, onu uzaktan görünce içinden düşünerek kendi kendisine şöyle söylendi:
    "her halde bu adam bir yabanıl hayvan öldürücüsüdür;
    ama yolu neden buraya düştü?"
    sâkiye onu görünce, kapıyı dışardan ve içerden sürgüledi.
    ancak gılgamış onun ne yaptığına iyice dikkat etti.
    o, çenesini kaldırıp bağırmaya başladı.
    gılgamış ona, sâkiye'ye seslendi:
    "sâkiye, ne gördün de kapını sürgüledin?
    kapını sürgüleyip, sürgü üstüne sürgü vurdun.
    senin iç kapını döverim ve sürgüsünü kırarım!"
    (bundan sonraki boşlukta, olasıdır ki, şamaş'ın günlük dönüşü
    sırasında sâkiye siduri'ye uğradığı zaman siduri'nin gılgamış hakkında
    şamaş'a verdiği bilgi anlatılmıştır).

    "o, yabanıl hayvanları avlayıp postlarını giyiyor ve etlerini yiyor.
    gılgamış şimdiye dek hiç kimsenin varamadığı hedefe ne zaman varacaktır?
    ne zaman uygun yeli izleyecektir?"
    şamaş düş kırıklığına uğrayarak ona dönüp, gılgamış'a dedi:
    "gılgamış, nereye koşuyorsun?
    sen aradığın yaşamı bulamayacaksın!"
    gılgamış ona, yiğit şamaş'a dedi:
    "kırlarda şuraya buraya koştuktan ve dolaştıktan sonra,
    yerin altında başımı dayayıp bütün yıl uyuyacak mıyım?
    hayır! gözlerim güneşi görmek istiyor.
    kendimi güneşin aydınlığına kandırmak istiyorum.
    benim için karanlık, aydınlık kadar uzaktır.
    fakat ölüm, ne zaman güneşin ışığını görebilmiştir?
    (bundan sonraki boşlukta, şamaş'ın gılgamış'a avutucu bir yanıt verip
    vermediği pek belli değildir. bu arada şamaş gittikten sonra gılgamış,
    sâkiye siduri'yle yine başbaşa kalmıştır).

    gılgamış ona, sâkiye'ye dedi:
    "ben gökyüzünden aşağıya inen boğayı yakalayıp yok ettim.
    ben katran ormanının bekçisini vurdum.
    katran ormanında oturan humbaba'yı öldürdüm.
    dağların geçidindeki aslanları öldürdüm."

    sâkiye ona, gılgamış'a dedi:
    "eğer sen bekçiyi vuran,
    katran ormanında oturan humbaba'yı öldüren,
    dağların geçidindeki aslanları öldüren,
    gökyüzünden aşağı inen boğayı yakalayıp yok eden gılgamış'san,
    ne diye yanakların erimiş?
    ne diye yüzün çarpılmış? ne diye gönlün hoş değil?
    ne diye yüzün arıklamış? ne diye gönlünde üzünç var?
    ne diye yüzün uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmüş?
    ne diye yüzün ayazdan ve güneşin sıcağından çökmüş?
    ne diye krallığı unutup kırlarda dolaşıyorsun?"

    gılgamış ona, sâkiye'ye dedi:
    "benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim arkadaşım,
    benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim engidu,
    i̇nsanlığın yazgısına kavuştu. (92)
    onun için gece ve gündüz ağladım.
    onun gömülmesine razı olmadım.
    acaba arkadaşım sesime uyanacak mı diye.
    yedi gün yedi gece böyle yaptım.
    burnundan kurtlar düşünceye kadar.
    o, oraya gitti gideli yaşamı bulamadım.
    bir haydut gibi kırların ortasında dolaşıyorum.
    sâkiye, şimdi senin yüzüne bakıyorum.
    sonsuz derdim olan ölümü görmeyim diye!"

    sâkiye ona, gılgamış'a dedi:
    "gılgamış nereye koşuyorsun?
    sen aradığın yaşamı bulamayacaksın.
    tanrılar insanları yarattığı zaman,
    onlar insanlara ölümü verip yaşamı kendi ellerinde tuttular.
    ey gılgamış! karnın dolu olsun, gece gündüz kendini eğlendir!
    her gün bir şenlik yap! gece gündüz hora tepip oyna!
    üstün temiz olsun. başın yıkansın. suyla yıkanmış ol!
    elindeki küçüğe bak. karın kucağında gününü görsün!"
    (küçük boşluk)

    gılgamış ona, sâkiye'ye dedi:
    "şimdi, sâkiye, utnapiştim'e giden yol hangisidir?
    haydi bana onun simini (93) ver!
    bana simi versene!
    olursa denizi aşayım; olmazsa kırdan geçip gideyim!"

    sâkiye ona, gılgamış'a dedi:
    "gılgamış, şimdiye dek böyle bir geçit yoktu.
    eskiden beri denizi hiç kimse aşmamıştır.
    denizi aşan yalnızca yiğit şamaş'tır.
    şamaş'tan başka, öte geçeye kim gider?
    geçiş güçtür. deniz yolu çetindir.
    bundan başka orada ölüm suyu da vardır.
    bu, denizin önünü kapar!
    gılgamış, şimdi denizi aşsan bile,
    ölüm suyuna varsan bile, yine ne yapacaksın?
    gılgamış orada bir urşanabi var.
    o, utnapiştim'in gemicisidir.
    onunla birlikte taştankiler (94) var.
    urşanabi, orman içinde kertenkeleyi toplar.
    onu sen kendin bulmalısın.
    olursa onunla birlikte aş; olmazsa geri dön!"

    gılgamış bunu duyar duymaz, satırını kaldırıp koluna astı
    ve kemerine takılı kılıcını kınından sıyırıp ormanın içine dalarak,
    taştankiler'in yanına indi ve bir ok gibi onların arasına düştü.
    (belki küçük bir boşluk)
    o hırsla onları darmadağın etti.

    bu sırada urşanabi geri dönüp gılgamış'ın tepesine dikildi.
    ve onun gözlerine baktı.
    urşanabi ona, gılgamış'a dedi:
    "söyle bakalım senin adın nedir?
    ben uzaktaki utnapiştim'in kölesiyim!"

    gılgamış ona, urşanabi'ye dedi:
    "benim adım gılgamış'tır.
    ben, anu'nun evi olan uruk'tan gelenim.
    ben, dağlarda iz güdenim.
    uzun bir yoldan, güneşin çıktığı yoldan gelenim.
    urşanabi, şimdi seninle yüz yüzeyim.
    bana uzaktaki utnapiştim'i göster!"

    urşanabi ona, gılgamış'a dedi:
    "ne diye yanakların erimiş? ne diye yüzün çarpılmış?
    ne diye gönlün hoş değil? ne diye yüzün arıklamış?
    ne diye gönlün üzgün?
    ne diye yüzün uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmüş?
    ne diye yüzün ayazdan ve güneşin sıcağından çökmüş?
    ne diye krallığı unutup kırlara düşüyorsun?"

    gılgamış ona, gemici urşanabi'ye dedi:
    "urşanabi, yanaklarım erimesin mi, yüzüm çarpılmasın mı?
    gönlüm üzgün olmasın mı?
    yüzüm uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmesin mi?
    yüzüm ayazdan ve güneşin sıcağından çökmesin mi?
    krallığı unutup kırlara düşmeyim mi?
    benim dostum,
    dağlarda tek başına gezen yaban eşeğini kovalayan katırcığım!
    ey çölün parsı! dostum engidu! yoldaşım!
    dağlarda tek başına dolaşan yaban eşeğini kovalayan katırcığım!
    biz isteğimize kavuşmuş, dağlara tırmanmıştık.
    gökyüzünün boğasını yakalamış ve onu öldürmüştük.
    kimsenin girmediği yere girmiş, humbaba'yı yok etmiştik.
    dağların yolaklarında aslanlar vurmuştuk!
    benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim arkadaşım;
    benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan aşırı sevdiğim engidu'yu,
    i̇nsanlığın yazgısı yakaladı.
    onun için altı gün yedi gece ağladım.
    onun gömülmesine razı olmadım, burnundan kurtlar düşünceye kadar.
    arkadaşımın başına gelenler, benim de başıma gelecek diye korktum.
    ölümden korktuğumdan kırlara düştüm.
    arkadaşımı düşünmek beni daha çok sıktığından,
    kırlarda uzun yolculuk yapıyorum.
    engidu'yu düşünmek beni daha çok sıktığından,
    kırlarda uzun yollar yürüyorum!
    ah, nasıl susayım? ah, nasıl susayım?
    kırlarda şuraya buraya koştuktan sonra,
    yerin altına başımı dayayıp bütün yıl uyuyacak mıyım?
    hayır! gözlerim güneşi görmek istiyor.
    kendimi güneşin aydınlığına kandırmak istiyorum.
    benim için karanlık, aydınlık kadar uzaktır.
    ama ölü, ne zaman güneşin ışığını görmüştür?"

    gılgamış ona, gemici urşanabi'ye dedi:
    "şimdi, urşanabi, utnapiştim'e giden yol hangisidir?
    haydi bana onun simini ver!
    bana simi versene!
    olursa denizi aşayım; olmazsa kırdan geçip gideyim!"

    urşanabi ona, gılgamış'a dedi:
    "ey gılgamış, kendi ellerin geçişe engel oldular!
    sen taştankiler'i darmadağın ettin... sen kürekçileri yok ettin.
    taştankiler darmadağın oldukları için geçit yoktur!
    gılgamış, baltayı eline al!
    hemen aşağı ormana geri git, karşına çıkacak olan
    beş kez on iki endaze uzunluğundaki yüz yirmi küreği kes,
    ve sonra onlara meme biçiminde ayna (95) yapıp bana getir!"

    gılgamış, bunu duyar duymaz baltayı eline aldı
    ve belinden kılıcı sıyırıp aşağı, ormana geri gitti.
    beş kez on iki endaze uzunluğunda gördüğü yüz yirmi küreği kesti.
    ve onlara meme biçiminde ayna yapıp urşanabi'ye getirdi.
    gılgamış ve urşanabi gemiye bindiler.
    gemiyi dalgaların üzerine oturtup denize açıldılar.
    bir ay on beş günlük yol üç günde kestirildi.
    urşanabi, böylece ölüm suyuna dek vardı.
    urşanabi ona, gılgamış'a dedi:
    "sakın gılgamış! bir kürek al!
    ölüm suyu eline değmesin.
    gılgamış ikinci küreği, üçüncü ve dördüncü küreği al!
    gılgamış, beşinci küreği al! altıncı ve yedinci küreği al!
    gılgamış, sekizinci, dokuzuncu ve onuncu küreği al!
    gılgamış, on birinci küreği, on ikinci küreği al!"

    gılgamış, böylece bu yüz yirmi küreği kullanmıştı.
    o, bu sırada kemerini çözdü...
    gılgamış, üstündeki giysiyi çıkarıp,
    geminin anbarını (sintine) pençesiyle boşaltarak gemiyi yukarı kaldırd
    Tümünü Göster
    ···
  4. 4.
    0
    seviyeyi yükseltmeyin binler
    ···
  5. 5.
    0
    utnapiştim, onu uzaktan görünce, içinden kendi kendine şöylece söylendi:
    "geminin taştankiler'i niçin kırılmış?
    geminin sahibi olmayan biri niçin gemiye bindi?
    buraya gelen benim adamlarımdan biri değildir."
    (üç satır ekgib)
    "... gönlün benden ne diliyor?"
    (20 satırlık boşluk... gılgamış utnapiştim'e vardı:)

    utnapiştim ona, gılgamış'a dedi:
    "ne diye yanakların erimiş? ne diye yüzün çarpılmış?
    ne diye gönlün hoş değil? ne diye yüzün arıklamış?
    ne diye gönlün üzgün?
    ne diye yüzün, uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmüş?
    ne diye yüzün ayazdan ve güneşin sıcağından çökmüş?
    ne diye krallığı bırakıp kırlara düşüyorsun?"

    gılgamış ona, utnapiştim'e dedi:
    "utnapiştim, yanaklarım erimesin mi, yüzüm arıklamasın mı?
    gönlüm üzgün olmasın mı?
    yüzüm uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne dönmesin mi?
    yüzüm ayazdan ve güneşin sıcağından çökmesin mi?
    krallığı unutup kırlara düşmeyim mi?
    benim dostum,
    dağlarda tek başına dolaşan yaban eşeğini kovalayan katırcığım!
    ey çölün parsı! dostum engidu! yoldaşım!
    dağlarda tek başına dolaşan yaban eşeğini kovalayan katırcığım!
    biz, isteğimize kavuşmuş, dağlara tırmanmıştık.
    gökyüzünün boğasını yakalamış ve onu öldürmüştük.
    kimsenin girmediği yere girmiş, humbaba'yı yok etmiştik!
    dağların yolaklarında aslanları vurmuştuk!
    benimle birlikte bütün güçlüklere katlanan, aşırı sevdiğim engidu'yu,
    i̇nsanlığın yazgısı yakaladı.
    onun için altı gün yedi gece ağladım.
    onun gömülmesine razı olmadım, burnundan kurtlar düşünceye kadar.
    arkadaşımın başına gelenler, benim de başıma gelecek diye korktum.
    ölümden korktuğumdan kırlara düştüm.
    arkadaşımı düşünmek, beni daha çok sıktığından,
    kırlarda uzun yolculuk yapıyorum!
    engidu'yu düşünmek, beni daha çok sıktığından,
    kırlarda uzun yollar yürüyorum!
    ah, nasıl susayım? ah, nasıl susayım?
    sevdiğim arkadaşım toprak oldu!
    sevdiğim arkadaşım engidu toprak oldu!
    ben de onun gibi yatmayacak mıyım
    ve onun gibi sonsuza dek uyumayacak mıyım?"

    gılgamış ona, utnapiştim'e dedi:
    "hadi gidelim.
    herkesin ağzında dolaşan, uzaktaki utnapiştim'i görmek istiyorum. (96)
    bütün ülkeleri yürüyerek geçtim. sarp dağlar aştım.
    bütün denizleri geçe geçe geldim. gözlerim tatlı uykuya doymadı.
    her zaman gecelemeden özeğim tükendi. organlarımı sızı kapladı.
    daha sâkiye'nin evine varmadan üstüm başım paralandı.
    ayı, sırtlan, aslan, pars, kaplan, yağmurça ve dağ keçisi öldürdüm.
    bunların etlerini yiyip derilerini giyiyordum.
    çektiğim bu yıkım, artık önüme kapısını kapasın.
    zift ve katran bu kapıyı tıkalı tutsun.
    artık bana çocuk sevinci verilsin."
    (bir satır anlaşılmamıştır)

    utnapiştim ona, gılgamış'a dedi:
    "ey gılgamış,
    sen bir tanrı çocuğu olduğun halde niçin yoksulluğa düştün?
    niçin tanrıların ve insanların alınyazılarına karşı geliyorsun?
    baban ve anan sana hep iyi şeyler gösterdi.
    ey gılgamış, niçin aptala döndün?
    (30 satırdan çok süren bir boşluktan sonra, utnapiştim'in sözü
    kesilmiyor gibi görünüyor:)
    kızgın ölüm, insanı sinsi sinsi hep arkadan izler.
    herhangi bir zamanda bir ev yaparız,
    herhangi bir zamanda bir belge damgalarız.
    herhangi bir zamanda kardeşler arasında miras pay ederler.
    herhangi bir günde bu kardeşler arasında kavga çıkar. (97)
    herhangi bir günde ırmak taşar ve ülkeyi su basar.
    balıkçıl kuşları ırmak boyunca uçarlar.
    irmağın yüzü güneşin yüzüne bakar;
    ama, eskiden beri hiçbir şeyde kararlılık görülmez. (98)
    çalınan da, ölen de birdir. ölümün biçimi çizilmez!
    be hey insanoğlu! be hey adam!
    beni kutsadıktan sonra, (99) büyük tanrılar olan anunnaki (100) toplandı.
    yazgıyı oluşturan and (101) tanrıçası,
    onlarla birlikte alınyazısını belirledi.
    ölümü ve yaşamı onlarla birlikte saptadı;
    ama onlar ölümü bildirmediler.

    -the end-

    ccc gılgamış ccc
    Tümünü Göster
    ···
  6. 6.
    0
    l'audition de raymond domenech et de jean-pierre escalettes par la commission des affaires culturelles de l'assemblée nationale a commencé, mercredi 30 juin. les deux hommes doivent s'expliquer sur le fiasco de l'équipe de france durant le mondial 2010.

    arrivés par une porte dérobée peu avant 10 heures, les deux hommes ont obtenu que l'audience se déroule à huis clos. les photographes et cameramen ont seulement été autorisés à faire quelques prises de vue pendant une minute. domenech a ostensiblement consulté son téléphone.

    si les journalistes ont été tenus à l'écart, le compte twitter du député lionel tardy permettait de suivre l'audition, jusqu'à ce qu'il soit contraint de s'interrompre à 11 h 13. ce fut alors au tour d'un autre député, yvan lachaud, de prendre le relais.

    12 h 20 : yvan lachaud fait disparaître de son compte twitter les extraits de l'audience. de peur de se faire réprimander comme le député tardy ?

    11 h 55 : pour jean-françois copé, le président du groupe ump à l'assemblée nationale, "c'est une séance un peu triste" qui a révélé "de nombreux dysfonctionnement de gouvernance et de management dans les messages à adresser à cette équipe. il ajoute : "je n'ai pas compris pourquoi raymond domenech n'a pas serré la main de l'entraîneur de l'afrique du sud. on n'était pas obligé de subir cela à la fin de cette coupe du monde. il a répondu que c'était pour marquer le coup par rapport à ce que l'entraîneur de l'afrique du sud avait pu dire à propos de la main de thierry henry."

    11 h 50 : les premières réactions des députés à la sortie de l'audition semblent indiquer qu'il n'y a pas eu de révélation fracassante de la part des deux hommes. "c'était nécessaire parce que les parlementaires avaient beaucoup de questions à poser, mais, personnellement je n'ai rien appris, a déclaré renaud muselier. mais c'est notre rôle (d'auditionner les responsables du football, ndlr) à partir du moment où l'image de la france est ternie." bernard debré (député ump paris) a de son côté regretté que la séance se soit tenue à huis clos et a dénoncé une "audition-spectacle". "j'ai été un peu déçu, je n'ai pas compris l'agressivité de certains, de raymond domenech, envers la presse."

    11 h 40 : sur le compte twitter d'un autre député, yvan lachaud, membre de la commission des affaires culturelles et secrétaire général du nouveau centre, d'autres extraits de l'audition sont publiés. raymond domenech : "il n'y a que la force que je n'ai pas voulu utiliser... ", puis "les joueurs cherchaient le traître !! c'est une autre génération que la nôtre... " jean-pierre escalettes : "les joueurs cherchaient le traître!! c'est une autre génération que la nôtre... "

    11 h 13 : ça se complique pour le député tardy : "direct audition escalettes et domenech : j'ai pris un carton rouge ... fin des tweets !!!" plus moyen donc de percer le huis clos.

    11 h 05 : escalettes évoque ensuite le refus des joueurs de s'entraîner le 20 juin : "dans le bus j'ai été confronté à un mur jamais vu au cours de mes 50 ans dans le foot".

    sur le même sujet
    foot : de quoi se mêlent les députés ?
    domenech à l'assemblée par une porte dérobée
    pour l'iran, la france a mérité son élimination du mondial
    paris sportifs gratuits : gagnez des cadeaux avec
    10 h 55 : après les questions de la commission, jean-pierre escalettes prend la parole. il concède les limites du système fédéral : "modèle associatif pur et dur dépassé en terme de gestion". le président démissionnaire de la fff ajoute qu'"en foot, comme ailleurs, les choses évoluent plus vite que les institutions". puis précise que "club france pas aidé car seuls les 2 amateurs étaient présents en afrique du sud".
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    0
    dıbına osurduğum bari başlık maşlık yaz
    ···
  8. 8.
    0
    genesis 1

    the beginning

    1 in the beginning god created the heavens and the earth.
    2 now the earth was [a] formless and empty, darkness was over the surface of the deep, and the spirit of god was hovering over the waters.

    3 and god said, "let there be light," and there was light. 4 god saw that the light was good, and he separated the light from the darkness. 5 god called the light "day," and the darkness he called "night." and there was evening, and there was morning—the first day.

    6 and god said, "let there be an expanse between the waters to separate water from water." 7 so god made the expanse and separated the water under the expanse from the water above it. and it was so. 8 god called the expanse "sky." and there was evening, and there was morning—the second day.

    9 and god said, "let the water under the sky be gathered to one place, and let dry ground appear." and it was so. 10 god called the dry ground "land," and the gathered waters he called "seas." and god saw that it was good.

    11 then god said, "let the land produce vegetation: seed-bearing plants and trees on the land that bear fruit with seed in it, according to their various kinds." and it was so. 12 the land produced vegetation: plants bearing seed according to their kinds and trees bearing fruit with seed in it according to their kinds. and god saw that it was good. 13 and there was evening, and there was morning—the third day.

    14 and god said, "let there be lights in the expanse of the sky to separate the day from the night, and let them serve as signs to mark seasons and days and years, 15 and let them be lights in the expanse of the sky to give light on the earth." and it was so. 16 god made two great lights—the greater light to govern the day and the lesser light to govern the night. he also made the stars. 17 god set them in the expanse of the sky to give light on the earth, 18 to govern the day and the night, and to separate light from darkness. and god saw that it was good. 19 and there was evening, and there was morning—the fourth day.

    20 and god said, "let the water teem with living creatures, and let birds fly above the earth across the expanse of the sky." 21 so god created the great creatures of the sea and every living and moving thing with which the water teems, according to their kinds, and every winged bird according to its kind. and god saw that it was good. 22 god blessed them and said, "be fruitful and increase in number and fill the water in the seas, and let the birds increase on the earth." 23 and there was evening, and there was morning—the fifth day.

    24 and god said, "let the land produce living creatures according to their kinds: livestock, creatures that move along the ground, and wild animals, each according to its kind." and it was so. 25 god made the wild animals according to their kinds, the livestock according to their kinds, and all the creatures that move along the ground according to their kinds. and god saw that it was good.

    26 then god said, "let us make man in our image, in our likeness, and let them rule over the fish of the sea and the birds of the air, over the livestock, over all the earth, [b] and over all the creatures that move along the ground."

    27 so god created man in his own image,
    in the image of god he created him;
    male and female he created them.

    28 god blessed them and said to them, "be fruitful and increase in number; fill the earth and subdue it. rule over the fish of the sea and the birds of the air and over every living creature that moves on the ground."

    29 then god said, "i give you every seed-bearing plant on the face of the whole earth and every tree that has fruit with seed in it. they will be yours for food. 30 and to all the beasts of the earth and all the birds of the air and all the creatures that move on the ground—everything that has the breath of life in it—i give every green plant for food." and it was so.

    31 god saw all that he had made, and it was very good. and there was evening, and there was morning—the sixth day.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 9.
    0
    genesis 2

    1 thus the heavens and the earth were completed in all their vast array.

    2 by the seventh day god had finished the work he had been doing; so on the seventh day he rested [a] from all his work. 3 and god blessed the seventh day and made it holy, because on it he rested from all the work of creating that he had done.

    adam and eve

    4 this is the account of the heavens and the earth when they were created.
    when the lord god made the earth and the heavens- 5 and no shrub of the field had yet appeared on the earth [b] and no plant of the field had yet sprung up, for the lord god had not sent rain on the earth [c] and there was no man to work the ground, 6 but streams [d] came up from the earth and watered the whole surface of the ground- 7 the lord god formed the man [e] from the dust of the ground and breathed into his nostrils the breath of life, and the man became a living being.
    8 now the lord god had planted a garden in the east, in eden; and there he put the man he had formed. 9 and the lord god made all kinds of trees grow out of the ground—trees that were pleasing to the eye and good for food. in the middle of the garden were the tree of life and the tree of the knowledge of good and evil.

    10 a river watering the garden flowed from eden; from there it was separated into four headwaters. 11 the name of the first is the pishon; it winds through the entire land of havilah, where there is gold. 12 (the gold of that land is good; aromatic resin [f] and onyx are also there.) 13 the name of the second river is the gihon; it winds through the entire land of cush. [g] 14 the name of the third river is the tigris; it runs along the east side of asshur. and the fourth river is the euphrates.

    15 the lord god took the man and put him in the garden of eden to work it and take care of it. 16 and the lord god commanded the man, "you are free to eat from any tree in the garden; 17 but you must not eat from the tree of the knowledge of good and evil, for when you eat of it you will surely die."

    18 the lord god said, "it is not good for the man to be alone. i will make a helper suitable for him."

    19 now the lord god had formed out of the ground all the beasts of the field and all the birds of the air. he brought them to the man to see what he would name them; and whatever the man called each living creature, that was its name. 20 so the man gave names to all the livestock, the birds of the air and all the beasts of the field.
    but for adam [h] no suitable helper was found. 21 so the lord god caused the man to fall into a deep sleep; and while he was sleeping, he took one of the man's ribs [i] and closed up the place with flesh. 22 then the lord god made a woman from the rib [j] he had taken out of the man, and he brought her to the man.

    23 the man said,
    "this is now bone of my bones
    and flesh of my flesh;
    she shall be called 'woman, [k] '
    for she was taken out of man."

    24 for this reason a man will leave his father and mother and be united to his wife, and they will become one flesh.

    25 the man and his wife were both naked, and they felt no shame.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 10.
    0
    genesis 3

    the fall of man

    1 now the serpent was more crafty than any of the wild animals the lord god had made. he said to the woman, "did god really say, 'you must not eat from any tree in the garden'?"
    2 the woman said to the serpent, "we may eat fruit from the trees in the garden, 3 but god did say, 'you must not eat fruit from the tree that is in the middle of the garden, and you must not touch it, or you will die.' "

    4 "you will not surely die," the serpent said to the woman. 5 "for god knows that when you eat of it your eyes will be opened, and you will be like god, knowing good and evil."

    6 when the woman saw that the fruit of the tree was good for food and pleasing to the eye, and also desirable for gaining wisdom, she took some and ate it. she also gave some to her husband, who was with her, and he ate it. 7 then the eyes of both of them were opened, and they realized they were naked; so they sewed fig leaves together and made coverings for themselves.

    8 then the man and his wife heard the sound of the lord god as he was walking in the garden in the cool of the day, and they hid from the lord god among the trees of the garden. 9 but the lord god called to the man, "where are you?"

    10 he answered, "i heard you in the garden, and i was afraid because i was naked; so i hid."

    11 and he said, "who told you that you were naked? have you eaten from the tree that i commanded you not to eat from?"

    12 the man said, "the woman you put here with me—she gave me some fruit from the tree, and i ate it."

    13 then the lord god said to the woman, "what is this you have done?"
    the woman said, "the serpent deceived me, and i ate."

    14 so the lord god said to the serpent, "because you have done this,
    "cursed are you above all the livestock
    and all the wild animals!
    you will crawl on your belly
    and you will eat dust
    all the days of your life.

    15 and i will put enmity
    between you and the woman,
    and between your offspring [a] and hers;
    he will crush [b] your head,
    and you will strike his heel."

    16 to the woman he said,
    "i will greatly increase your pains in childbearing;
    with pain you will give birth to children.
    your desire will be for your husband,
    and he will rule over you."

    17 to adam he said, "because you listened to your wife and ate from the tree about which i commanded you, 'you must not eat of it,'
    "cursed is the ground because of you;
    through painful toil you will eat of it
    all the days of your life.

    18 it will produce thorns and thistles for you,
    and you will eat the plants of the field.

    19 by the sweat of your brow
    you will eat your food
    until you return to the ground,
    since from it you were taken;
    for dust you are
    and to dust you will return."

    20 adam [c] named his wife eve, [d] because she would become the mother of all the living.

    21 the lord god made garments of skin for adam and his wife and clothed them. 22 and the lord god said, "the man has now become like one of us, knowing good and evil. he must not be allowed to reach out his hand and take also from the tree of life and eat, and live forever." 23 so the lord god banished him from the garden of eden to work the ground from which he had been taken. 24 after he drove the man out, he placed on the east side [e] of the garden of eden cherubim and a flaming sword flashing back and forth to guard the way to the tree of life.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 11.
    0
    @81 al aynı metin bin http://www.vatanbir.org/y...ilgamis-destani-tam-metin
    (link te kopyala yapıştır amk)
    ···
  12. 12.
    0
    @95 tabi aynı olacak bin ezbere yazdım diyorum. noktasına virgülüne koduğum.
    ···
  13. 13.
    0
    genesis 4

    cain and abel

    1 adam [a] lay with his wife eve, and she became pregnant and gave birth to cain. [b] she said, "with the help of the lord i have brought forth [c] a man." 2 later she gave birth to his brother abel.
    now abel kept flocks, and cain worked the soil. 3 in the course of time cain brought some of the fruits of the soil as an offering to the lord. 4 but abel brought fat portions from some of the firstborn of his flock. the lord looked with favor on abel and his offering, 5 but on cain and his offering he did not look with favor. so cain was very angry, and his face was downcast.
    6 then the lord said to cain, "why are you angry? why is your face downcast? 7 if you do what is right, will you not be accepted? but if you do not do what is right, sin is crouching at your door; it desires to have you, but you must master it."

    8 now cain said to his brother abel, "let's go out to the field." [d] and while they were in the field, cain attacked his brother abel and killed him.

    9 then the lord said to cain, "where is your brother abel?"
    "i don't know," he replied. "am i my brother's keeper?"

    10 the lord said, "what have you done? listen! your brother's blood cries out to me from the ground. 11 now you are under a curse and driven from the ground, which opened its mouth to receive your brother's blood from your hand. 12 when you work the ground, it will no longer yield its crops for you. you will be a restless wanderer on the earth."

    13 cain said to the lord, "my punishment is more than i can bear. 14 today you are driving me from the land, and i will be hidden from your presence; i will be a restless wanderer on the earth, and whoever finds me will kill me."

    15 but the lord said to him, "not so [e] ; if anyone kills cain, he will suffer vengeance seven times over." then the lord put a mark on cain so that no one who found him would kill him. 16 so cain went out from the lord's presence and lived in the land of nod, [f] east of eden.

    17 cain lay with his wife, and she became pregnant and gave birth to enoch. cain was then building a city, and he named it after his son enoch. 18 to enoch was born irad, and irad was the father of mehujael, and mehujael was the father of methushael, and methushael was the father of lamech.

    19 lamech married two women, one named adah and the other zillah. 20 adah gave birth to jabal; he was the father of those who live in tents and raise livestock. 21 his brother's name was jubal; he was the father of all who play the harp and flute. 22 zillah also had a son, tubal-cain, who forged all kinds of tools out of [g] bronze and iron. tubal-cain's sister was naamah.

    23 lamech said to his wives,
    "adah and zillah, listen to me;
    wives of lamech, hear my words.
    i have killed [h] a man for wounding me,
    a young man for injuring me.

    24 if cain is avenged seven times,
    then lamech seventy-seven times."

    25 adam lay with his wife again, and she gave birth to a son and named him seth, [i] saying, "god has granted me another child in place of abel, since cain killed him." 26 seth also had a son, and he named him enosh.
    at that time men began to call on [j] the name of the lord.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    0
    genesis 5

    from adam to noah

    1 this is the written account of adam's line.
    when god created man, he made him in the likeness of god. 2 he created them male and female and blessed them. and when they were created, he called them "man. [a] "
    3 when adam had lived 130 years, he had a son in his own likeness, in his own image; and he named him seth. 4 after seth was born, adam lived 800 years and had other sons and daughters. 5 altogether, adam lived 930 years, and then he died.

    6 when seth had lived 105 years, he became the father [b] of enosh. 7 and after he became the father of enosh, seth lived 807 years and had other sons and daughters. 8 altogether, seth lived 912 years, and then he died.

    9 when enosh had lived 90 years, he became the father of kenan. 10 and after he became the father of kenan, enosh lived 815 years and had other sons and daughters. 11 altogether, enosh lived 905 years, and then he died.

    12 when kenan had lived 70 years, he became the father of mahalalel. 13 and after he became the father of mahalalel, kenan lived 840 years and had other sons and daughters. 14 altogether, kenan lived 910 years, and then he died.

    15 when mahalalel had lived 65 years, he became the father of jared. 16 and after he became the father of jared, mahalalel lived 830 years and had other sons and daughters. 17 altogether, mahalalel lived 895 years, and then he died.

    18 when jared had lived 162 years, he became the father of enoch. 19 and after he became the father of enoch, jared lived 800 years and had other sons and daughters. 20 altogether, jared lived 962 years, and then he died.

    21 when enoch had lived 65 years, he became the father of methuselah. 22 and after he became the father of methuselah, enoch walked with god 300 years and had other sons and daughters. 23 altogether, enoch lived 365 years. 24 enoch walked with god; then he was no more, because god took him away.

    25 when methuselah had lived 187 years, he became the father of lamech. 26 and after he became the father of lamech, methuselah lived 782 years and had other sons and daughters. 27 altogether, methuselah lived 969 years, and then he died.

    28 when lamech had lived 182 years, he had a son. 29 he named him noah [c] and said, "he will comfort us in the labor and painful toil of our hands caused by the ground the lord has cursed." 30 after noah was born, lamech lived 595 years and had other sons and daughters. 31 altogether, lamech lived 777 years, and then he died.

    32 after noah was 500 years old, he became the father of shem, ham and japheth.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 15.
    0
    genesis 6

    the flood

    1 when men began to increase in number on the earth and daughters were born to them, 2 the sons of god saw that the daughters of men were beautiful, and they married any of them they chose. 3 then the lord said, "my spirit will not contend with [a] man forever, for he is mortal [b] ; his days will be a hundred and twenty years."
    4 the nephilim were on the earth in those days—and also afterward—when the sons of god went to the daughters of men and had children by them. they were the heroes of old, men of renown.

    5 the lord saw how great man's wickedness on the earth had become, and that every inclination of the thoughts of his heart was only evil all the time. 6 the lord was grieved that he had made man on the earth, and his heart was filled with pain. 7 so the lord said, "i will wipe mankind, whom i have created, from the face of the earth—men and animals, and creatures that move along the ground, and birds of the air—for i am grieved that i have made them." 8 but noah found favor in the eyes of the lord.

    9 this is the account of noah.
    noah was a righteous man, blameless among the people of his time, and he walked with god. 10 noah had three sons: shem, ham and japheth.

    11 now the earth was corrupt in god's sight and was full of violence. 12 god saw how corrupt the earth had become, for all the people on earth had corrupted their ways. 13 so god said to noah, "i am going to put an end to all people, for the earth is filled with violence because of them. i am surely going to destroy both them and the earth. 14 so make yourself an ark of cypress [c] wood; make rooms in it and coat it with pitch inside and out. 15 this is how you are to build it: the ark is to be 450 feet long, 75 feet wide and 45 feet high. [d] 16 make a roof for it and finish [e] the ark to within 18 inches [f] of the top. put a door in the side of the ark and make lower, middle and upper decks. 17 i am going to bring floodwaters on the earth to destroy all life under the heavens, every creature that has the breath of life in it. everything on earth will perish. 18 but i will establish my covenant with you, and you will enter the ark—you and your sons and your wife and your sons' wives with you. 19 you are to bring into the ark two of all living creatures, male and female, to keep them alive with you. 20 two of every kind of bird, of every kind of animal and of every kind of creature that moves along the ground will come to you to be kept alive. 21 you are to take every kind of food that is to be eaten and store it away as food for you and for them."

    22 noah did everything just as god commanded him.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    0
    hunharca dağlamış
    ···
  17. 17.
    0
    AHIRIN avlusunda oynarken aşağıda, gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hüzünlü şırıltısını işitirdik. Evimiz iç çitin büyük kestane ağaçları arkasında kaybolmuş gibiydi. Annem, istanbul'a gittiği için benden bir yaş küçük olan kardeşim Hasan'la artık Dadaruh'un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu, babamın seyisi, yaşlı bir adamdı. Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı. Dadaruh'la birlikte onları suya zütürmek, çıplak sırtlarına binmek, ne doyulmaz bir zevkti. Hasan korkar, yalnız binemezdi. Dadaruh onu kendi önüne alırdı. Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşumuza gidiyordu. Hele tımar. Bu en zevkli şeydi. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı... tık... tıkı... tık... tıpkı bir saat gibi... yerimde duramaz,

    - Ben de yapacağım! diye tuttururdum.

    O vakit Dadaruh, beni Tosun'un sırtına koyar, elime kaşağıyı verir,

    - Hadi yap! derdi.

    Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdım.

    - Kuyruğunu sallıyor mu?

    - Sallıyor.

    - Hani bakayım?..

    Eğilirdim, uzanırdım. Ama atın sağrısından kuyruğu görünmezdi.

    Her sabah ahıra gelir gelmez,

    - Dadaruh, tımarı ben yapacağım, derdim.

    - Yapamazsın.

    - Niçin?

    - Daha küçüksün de ondan...

    - Yapacağım.

    - Büyü de öyle.

    - Ne zaman?

    - Boyun at kadar olduğunda...

    At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boyum atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun'un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, "Höyt.." diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı. Ben bir gün yalnız başıma kaldım. Hasan'la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. içimde bir tımar etmek hırsı uyandı. Kaşağıyı aradım, bulamadım. Ahırın köşesinde Dadaruh'un penceresiz küçük bir odası vardı. Buraya girdim. Rafları aradım. Eyerlerin arasına falan baktım. Yok, yok! Yatağın altında, yeşil tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce istanbul'dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun'un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu.

    - Sanırım acıtıyor? dedim.

    Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin, çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca yeniden denedim. Gene atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. istanbul'dan gelen, üstelik Dadaruh'un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim, parçaladım. Sonra yalağın içine attım.

    Babam, her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan evde hizmetçimiz Pervin'le kalmıştı. Babam çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı gördü; Dadaruh'a haykırdı:

    - Gel buraya!

    Soluğum kesilecekti, bilmem neden, çok korkmuştum. Dadaruh şaşırdı, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babam bunu kimin yaptığını sordu. Dadaruh,

    - Bilmiyorum, dedi.

    Babamın gözleri bana döndü, daha bir şey sormadan,

    - Hasan dedim.

    - Hasan mı?

    - Evet, dün Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi.

    - Niye Dadaruh'a haber vermedin?

    - Uyuyordu.

    - Çağır şunu bakayım.

    Çitin kapısından geçtim. Gölgeli yoldan eve doğru koştum. Hasan'ı çağırdım. Zavallının bir şeyden haberi yoktu. Koşarak arkamdan geldi. Babam pek sertti. Bir bakışından ödümüz kopardı. Hasan'a dedi ki:

    - Eğer yalan söylersen seni döverim!

    - Söylemem.

    - Pekâlâ, bu kaşağıyı niye kırdın?

    Hasan, Dadaruh'un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktı! Sonra sarı saçlı başını sarsarak,

    - Ben kırmadım, dedi.

    - Yalan söyleme, diyorum.

    - Ben kırmadım.

    - Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, dedi. Hasan inkârda direndi. Babam öfkelendi. Üzerine yürüdü "Utanmaz yalancı" diye yüzüne bir tokat indirdi.

    - zütür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin'le otursun! diye haykırdı.

    Dadaruh, ağlayan kardeşimi kucağına aldı. Çitin kapısına doğru yürüdü. Artık ahırda hep yalnız oynuyordum. Hasan evde hapsedilmişti. Annem geldikten sonra da bağışlanmadı. Fırsat düştükçe, "O yalancı" derdi babam. Hasan yediği, tokat aklına geldikçe ağlamaya başlar, güç susardı. Zavallı anneciğim benim iftira atabileceğime hiç ihtimal vermiyordu. "Aptal Dadaruh, atlara ezdirmiş olmasın?" derdi.

    Ertesi yıl annem, yazın gene istanbul'a gitti. Biz yalnız kaldık. Hasan'a ahır hâlâ yasaktı. Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların büyüyüp büyümediğini bana sorardı. Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi. Doktor geldi. "Kuşpalazı" dedi. Çiftlikteki köylü kadınlar eve üşüştüler. Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar, kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı. Babam yatağın başucundan hiç ayrılmıyordu.

    Dadaruh çok durgundu. Pervin hüngür hüngür ağlıyordu.

    - Niye ağlıyorsun? diye sordum.

    - Kardeşin hasta.

    - iyi olacak.

    - iyi olmayacak.

    - Ya ne olacak?

    - Kardeşin ölecek! dedi.

    - Ölecek mi?

    Ben de ağlamaya başladım. O hastalandığından beri Pervin'in yanında yatıyordum. O gece hiç uyuyamadım. Dalar dalmaz, Hasan'ın hayali gözümün önüne geliyor "iftiracı! iftiracı!" diye karşımda ağlıyordu.

    Pervin'i uyandırdım.

    - Ben Hasan'ın yanına gideceğim, dedim.

    - Niçin?

    - Babama bir şey söyleyeceğim.

    - Ne söyleyeceksin?

    - Kaşağıyı ben kırmıştım, onu söyleyeceğim.

    - Hangi kaşağıyı?

    - Geçen yılki. Hani babamın Hasan'a darıldığı...

    Sözümü tamamlayamadım. Derin hıçkırıklar içinde boğuluyordum. Ağlaya ağlaya Pervin'e anlattım. Şimdi babama söylersem, Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı.

    - Yarın söylersin, dedi.

    - Hayır,. şimdi gideceğim.

    - Şimdi baban uyuyor, yarın sabah söylersin. Hasan da uyuyor. Onu öpersin, ağlarsın, seni bağışlar.

    - Pekala!

    - Haydi şimdi uyu!

    Sabaha kadar gene gözlerimi kapayamadım. Hava henüz ağarırken Pervin'i uyandırdım. Kalktım. Ben içimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak için acele ediyordum. Yazık ki, zavallı suçsuz kardeşim, o gece ölmüştü. Sofada çiftlik imamıyla Dadaruh'u ağlarken gördük. Babamın dışarıya çıkmasını bekliyorlardı
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    0
    özet geçin binler.!
    ···
  19. 19.
    0
    elele verip silâhçı ustasına gittiler.
    ustalar oturup birbirleriyle danıştılar.
    büyük baltalar dövdüler. üç okkalık nacaklar dövdüler.
    yalımı iki okkalık büyük kılıçlar dövdüler.
    kabzaların başı on beş okkalık,
    kılıçların kını on beşer okkalık; altından.
    gılgamış ve engidu, her biri 300 okkalık silâhlar taşıdılar.
    adamlar, uruk kentinin yedi sürgülü kapısına vardılar;
    halk bir araya birikti; uruk sokaklarına neşe saçıldı.
    gılgamış, uruk sokaklarında halkın neşesine tanık oldu.
    o, karşısında oturan halka seslendi:
    "ben, ejder yapılı humbaba'ya gitmek istiyorum.
    o söylenen şeyi, ben gılgamış, görmek istiyorum!
    onun adı ülkelere yayılmıştır.
    katran ormanına koşmak istiyorum.
    uruk çocuğunun nasıl güçlü olduğunu bütün ülkeye anlatayım.
    katranları devirmek için elimi bulaştırayım.
    kendim için sonsuzlaşacak bir ad yapayım!"

    uruk mahallesinin yaşlıları dönüp gılgamış'a dediler:
    "gılgamış, sen genç olduğundan,
    gönlün seni böylesine ileri zütürdü.
    sen burada ne yaptığını bilmiyorsun.
    bizim işittiklerimiz, humbaba'nın çok acayip olduğudur.
    onun silâhının karşısına çıkacak olan kimdir?
    orman iki kez on bin saat uzaklık çekiyor.
    yukarı çıkıp onun içine girecek olan kimdir?
    humbaba, onun böğürtüsü tufandır, evet,
    onun soluğu ateş, onun saldırısı ölüm.
    neden dolayı böyle şeyleri yapmaya heves ediyorsun?
    humbaba'nın oturduğu yer için savaşan hiçbir kimse ona dayanamaz!"

    gılgamış, öğütçülerinin sözünü dinledikten sonra,
    gülümseyerek gözlerini arkadaşına dikti. (40)
    (dokuz satır ekgib)

    "korucuyu meleğin seni sıkıntılardan kurtarsın;
    barış içinde uruk kıyısına (41) dönmen için sana kılavuz olsun!"

    gılgamış, diz çöküp elini kaldırdı:
    "söyledikleriniz yerini bulsun. şimdi gidiyorum.
    şamaş!.. ellerimi sana kaldırıyorum:
    oraya varınca canım sağ esen kalsın!
    beni uruk kıyısına geri döndür! gölgeni üstümden ekgib etme!"

    bundan sonra gılgamış, arkadaşını çağırdı,
    falına onunla birlikte baktı. (42)
    (yedi satır ekgib)

    gılgamış'ın gözlerinden yaşlar boşandı:
    "hiç gitmediğim bir yol. sonu belli olmayan bir yolculuk.
    burada sağ esen kalırsam seni gönlüme göre sevmiş olurum.
    kendimi senin zevkine kaptırmak isterim,
    seni tahtlara geçirmek isterim."
    artık köleler silâhlarını getirdiler.
    büyük kılıçları, yayı, sadağı eline teslim ettiler.
    baltaları aldı, sadağı ve anşan (43) yayını bir yanına astı,
    kılıcı kemere taktı. yolda yürümeye başladılar.

    i̇nsanlar gılgamış'a sordular:
    "sen ne zaman kente geri döneceksin?
    Tümünü Göster
    ···
  20. 20.
    0
    مپراتوری عثمانی
    از ویکی‌پدیا، دانشنامهٔ آزاد
    پرش به: ناوبری, جستجو
    Right
    برای اثبات‌پذیری کامل این مقاله به منابع بیشتری نیاز است یا منابع ارایه‌شده به‌درستی ارجاع داده نشده‌اند.
    لطفاً با توجه به شیوهٔ ویکی‌پدیا برای ارجاع به منابع با ارایهٔ منابع معتبر این مقاله را بهبود بخشید.
    مطالب بی‌منبع در آینده مردود و حذف خواهندشد.
    خلافت عثمانی
    1299 - 1924
    دولتْ علیّه عثمانیّه
    Devlet-i Âliye-yi Osmâniyye
    پرچم و نشان Ottoman Flag.svg Osmanli-nisani.svg
    شعار خلافة إلى الأبد

    دولت ابد مدت
    سرود ملی
    نقشه OttomanEmpireIn1683.png
    زبان رسمی ترکی عثمانی
    پایتخت سوگوت (1299 – 1326)
    بورسا (1326 – 1365)
    ادرنه (1365 – 1453)
    استانبول (1453 – 1922)
    دین اسلام
    مذهب سنی
    مذهب رسمی مذهب حنفی
    نظام حاکم خلافت
    دوره حکومت 625 سال
    عنوان رییس دولت سلطان
    دعداد سلاطین 40 سلطان
    تاسیس 1299
    اولین سلطان عثمان اول (1299 - 1326)
    آخرین سلطان عبد الحميد ثاني (1922-1924)
    اولین صدر اعظم علاء الدين پاشا (1320-1331)
    آخرین صدر اعظم احمد توفيق پاشا (1920-1922)
    دولت جایگزین تركيه
    مساحت 7.500.000 (سال 1689)
    جمعیت 35.350.000 (سال 1856)
    پول ليره عثمانی

    امپراتوری عثمانی یک قدرت سیاسی امپراتوری بود که از ۱۲۹۹ تا ۱۹۲۲ میلادی در منطقه مدیترانه حکومت می‌کرد. این امپراتوری در اوج قدرت خود (قرن ۱۶ میلادی) مناطق آسیای صغیر ، اکثر خاورمیانه، قسمت‌هایی از شمال آفریقا، قسمت جنوب شرق
    ···