1. 76.
    0
    a
    a
    a
    a
    a
    a
    a
    a
    a
    a
    a
    a

    aaaaaaaa

    aaaaa

    aaaaaaaaaaa

    aaaaaaaaaaaaaaaaaaa

    aaaaaaaaaaa
    ···
  2. 77.
    0
    @62 benden copy paste yapmışsın bin

    yerin dibindeki suyun kaynağını görenin öyküsünü dinle, yurdum!
    dünyada her şeyi bilen adamın adını ünlendireyim:

    onun görmediği hiçbir şey yoktur.
    dünyanın bütün bilgeliklerini bilip,
    torunlarına bırakan bir adamdır.
    gizleri görüp bunların perdesini yırtan bir adamdır.
    tufandan önce olanın haberini getirdi.
    uzun yoldan gelip yorgun düştü; ama gücünü yitirmedi.
    bütün çektiklerini bir anıt taşına kazıdı.
    uruk'un dört bir yanına duvar çektirdi.
    kutsal e-anna'nın (3) ve temiz hazinenin duvarına bak!
    o duvar, didilmiş yünden örülen bir urgan gibidir.
    onun köşe burçlarını da gözden geçir!
    onun eşini hiç kimse yapamaz.
    ta öteden beri orada duran taş merdivenden yol alıp
    i̇ştar'ın oturduğu e-anna tapınağına yaklaş!
    sonradan gelen hiçbir kral onun eşini yapmadı.
    uruk duvarının üstüne çık! i̇leri yürü!
    temeli gözden geçir! tuğla duvarı incele.
    acaba bunun tuğlaları pişmiş (4) değil midir?
    temeli yedi bilge kurmamış mıdır? (5).
    (burada 25 satır ekgiblik vardır. bu ekgiblik etice yazmadan
    aşağıdaki biçimde tamamlanabilir.)

    ulu tanrı gılgamış'ı en yetkin biçime soktu.
    bütün tanrılar, ona en iyi erdemleri vermek için birbirleriyle yarış ettiler.
    güneş tanrısı ona, erdemin en yükseğini,
    yeraltındaki tatlı su okyanusunun tanrısı ea, bilgeliği bağışladı (6).
    büyük tanrılar gılgamış'ı şu ölçüde yarattılar:
    boyunun uzunluğu on bir endaze, göğsünün genişliği dokuz karış (7).
    (gılgamış'ın bedeninin betimlemesini, son yeni babil yazmasında korunmuş
    olan ufacık bir parçadan, aşağıdaki gibi tamamlamaya çalışabiliriz.)
    adımlarının genişliği ... idi. sakalı yanaklarından aşağı uzamıştı.
    güzel bıyıkları vardı. başındaki saçlar gürdü.
    bedeni her bakımdan ölçülüydü.
    onda üçte iki tanrılık, üçte bir insanlık vardı.
    gövdesi pek iriydi.
    (altı satır ekgib)

    bütün ülkeleri dolaştıktan sonra uruk kentine vardı.
    uruk caddelerinde kurumundan kafasını dik tutuyordu.
    caddelerde yabanıl bir boğa gibi böğürürdü. eşsizdi.
    silâhları kalkıktı.
    i̇nsanlara dirlik vermemek için eli durmazdı.
    dirliksizliği yüzünden uruk halkı gittikçe eksildi.
    gılgamış, oğulu babaya bırakmaz, gece gündüz kudurup sağa sola çatardı.
    gılgamış ağılı bol (8) uruk'un ne biçim çobanıdır? (9)
    öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral,
    oğulu babaya, sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır mı?

    gılgamış'ın savaşçılarının kızları, erlerin karıları,
    bundan ötürü tanrıların huzurunda ağlayıp sızlandılar.
    bunların ağlayıp sızlanmalarını tanrılar dinlediler.
    gökyüzünün tanrıları da,
    uruk kentinin baştanrısı anu'ya başvurarak şöyle dediler:
    "sen, ipe gelmez, yabanıl, vahşi boğayı,
    uruk halkını tedirgin etmek için mi yarattın?
    eşsizdir. silâhları kalkıktır.
    i̇nsanlara dirlik vermemek için eli durmaz.
    gılgamış, oğulu babaya bırakmaz.
    gece gündüz kudurup sağa sola çatar.
    gılgamış ağılı bol uruk'un ne biçim çobanıdır?"
    öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral
    oğulu babaya, sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır mı?

    gılgamış'ın savaşçılarının kızları, erlerinin karıları
    bundan ötürü ağlayıp sızlandılar.
    bunların ağlayıp, sızlanmalarını büyük gök tanrısı dinledi. (10)
    büyük tanrıça aruru (11) çağırıldı:
    "ey aruru, sen büyük anu'yu yarattın. şimdi onun rakibini yarat!
    o istediği denli gılgamış'a karşı dursun.
    bu iki yiğitin birbirlerine karşı güçlerini ölçmelerinden
    uruk şehri soluk alsın!"

    tanrıça aruru bunu duyar duymaz
    gök tanrısının rakibini kalbinde yarattı.
    aruru ellerini yıkadı; bir parça çamur koparıp yazıya attı.
    ve yazıda yiğit engidu'yu yarattı.
    çamurdan yaratılan engidu, demir gibi sertti (12).
    bütün gövdesi kıllarla kapkara olmuştu.
    kadın gibi uzun saçları vardı.
    saçının lüleleri tıpkı buğday başağı gibi filizlenmişti.
    o, insan ve kent yüzü görmemişti.
    üzerinde, yazının hayvanları gibi bir giysi vardı.
    bu durumda ceylanlarla ot yiyor,
    yabanıl hayvanlarla itişe kakışa suvata (13) iniyor;
    suyun kalabalığıyla (14) gönlü açılıyordu.

    günün birinde suvatın karşı yakasında bir avcıya,
    bir tuzak (15) kurana rasgeldi.
    birinci, gün, ikinci gün
    ve üçüncü gün suvatın karşısında ona rasladı.
    onu gören avcının yüzü dondu;
    hayvanlarıyla olduğu yerde saklandı;
    korkudan titremeye tutuldu; sesi soluğu kesildi,
    i̇çini sıkıntı bastı; çehresini bulut kapladı;
    gönlünü gam, üzünç sardı;
    yüzü uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne döndü.

    avcı, konuşmak için ağzını açıp babasına dedi:
    "baba, dağdan bir adam geldi. bu yörenin en güçlüsüdür.
    gökten inen yoğun cevhere (16) benzer.
    gücü büyüktür, hep dağda dolaşıyor.
    her zaman yabanıl hayvanlarla ot yiyor.
    ayağı suvatın karşı yakasından hiç eksilmiyor.
    korkudan ona yaklaşamıyorum. açtığım çukurları (17) doldurdu.
    gerdiğim ağları yerden koparıp çıkardı.
    kırın kalabalığını, (18) avı elimden kaçırıyor,
    kırdaki işime engel oluyor."

    babası konuşmak için ağzını açıp avcıya dedi:
    "biliyor musun oğlum, gılgamış uruk'ta oturuyor.
    onu yenecek kimse yoktur. gökten inen yoğun cevhere benzer.
    gücü büyüktür. ona, krala yüzünü dön!
    güçlü adam hakkında ona bilgi ver.
    o sana bir fahişe versin. onu kıra zütür.
    o kadın, bu adamı orada, güçlü bir adam gibi yensin.
    yabanıl hayvanlar suvata yaklaştıklarında,
    o kadın giysisini atsın ve o da zevke dalsın.
    kadını görür görmez, ona yaklaşacaktır:
    fakat kırlarda onunla birlikte yürüyen hayvanlar,
    onu yadsıyacaklardır."

    babasının öğüdü üzerine kalkıp, avcı yaya olarak gılgamış'a gitti.
    yolunu tuttu, uruk'un ortasında durdu:
    "gılgamış, beni dinle ve bana öğüt ver!
    dağdan bir adam geldi.
    bu, ülkenin en güçlü adamıdır.
    gökten inen yoğun cevhere benzer; gücü büyüktür.
    her zaman dağda dolaşıyor, hep yabanıl hayvanlarla ot yiyor,
    ayağı suvatın karşı yakasından hiç eksilmiyor.
    korkudan ona yaklaşamıyorum.
    açtığım çukurları doldurdu.
    gerdiğim ağları yerden çıkarıp kopardı...
    kırın kalabalığını, avı elimden kaçırıyordu.
    kırdaki işime engel oluyordu!"

    gılgamış, ona, avcıya dedi:
    "ey avcı, git; yanında bir fahişe, bir huur görür!
    yabanıl hayvanlar suvata yaklaştıklarında,
    kadın, giysisini atıp şehvetini kabartsın;
    kırlarda onunla büyüyen hayvanlar, onu yadsıyacaklardır."

    avcı gidip yanına bir fahişe, bir huur aldı.
    bunlar doğru gidecekleri yerin yolunu tuttular.
    üçüncü günde belli yere vardılar.
    avcı ve fahişe yerlerine oturdular.
    bir gün, iki gün suvatın karşısında beklediler.
    hayvanlar gelip suvatta su içtiler.
    su kalabalığı geldi (19) ve yüreği rahatladı.
    ne de olsa engidu, dağda yaşadığı için,
    ceylânlarla ot yiyor, su kalabalığıyla yüreği rahatlıyordu.

    huur bunu, bu yabanıl adamı,
    kırda dolaşan bu cellat (20) herifi gördü.
    "huur! i̇şte budur. göğsünü gevşet,
    kucağını zevkine aç, dalsın! korkma!.. onun saldırısını karşıla.
    bir kez seni görür görmez sana yaklaşacaktır.
    üstünde yatması için giysini aç.
    o yabanıla kadınlık becerini göster.
    kırlarda onunla büyüyen hayvanlar onu yadsıyacaklardır.
    onun tutkusu (21) senin üstünde zevke doyamayacaktır."

    huur, göğsünü gevşetti. kucağını açtı.
    ve o, kadının zevkine daldı.
    kadın korkmadı. onun saldırısını karşıladı.
    üstünde yatması için giysisini açtı.
    yabanıl adama kadınlık becerisini gösterdi.
    onun tutkusu kadının üstünde zevke doymadı.
    engidu, altı gün, yedi gece uyanık kalarak
    nefsine uyarak huuryla bir oldu.(22)
    ... (23)

    engidu'yu gören ceylânlar mertleyip (24) kaçtılar.
    artık kırın hayvanları onun yanından uzaklaştılar.
    hayvanların ondan uzaklaştığı sırada, engidu,
    bedeni bağlanmış gibi ürperdi. dizleri tutmadı.
    engidu zayıf düştü. yürüyüşü eskisi gibi değildi.
    sonra aklı başına geldi; işi anladı.
    geri dönüp huurnun dizlerine oturdu,
    onun yüzüne bakarak sözlerine kulak verdi.

    huur ona, engidu'ya dedi:
    "engidu sen bilgesin, sen bir tanrı gibisin!
    neden bu kalabalıkla kırda dolaşıyorsun?
    gel, seni uruk'a, anu'nun, i̇ştar'ın evi olan
    görkemli tapınağa zütüreyim. gılgamış'ın olduğu yere,
    gücü tam olan adamın, yabanıl boğa gibi
    i̇nsanlara zorbalık eden yiğitin yanına."
    fahişenin bu sözleri engidu'nun hoşuna gitti;
    bilge gönlü bir arkadaşa gereksinim duydu.

    engidu ona, huurya dedi:
    "gel huur, beni birlikte zütür!
    anu'nun, i̇ştar'ın evi olan görkemli tapınağa;
    gılgamış'ın olduğu yere, gücü tam olan adamın,
    yabanıl boğa gibi insanlara zorbalık eden yiğitin yanına.
    ben ona meydan okumak istiyorum.
    yiğit gibi konuşmak istiyorum.
    uruk'a gidince uruk'un yazgısını değiştiririm.
    kırda doğanın gücü yamandır!"
    Tümünü Göster
    ···
  3. 78.
    0
    "gel, bırak gidelim. o, senin yüzünü görsün.
    sana gılgamış'ı göstereyim.
    onun nerede olduğunu çok iyi biliyorum.
    engidu, uruk'a gel.
    süslü kemerler kullanan insanların yanına!
    her gün orada bir bayram kutlanır.
    neşe yaratan genç oğlanların,
    görülmeye değer genç kızların oldukları yere.
    zevk onlardadır; tam neşe içindedirler."
    (bir satır ekgib)

    "engidu, sana yaşamı seven,
    acıdan zevk alan gılgamış'ı göstermek isterim.
    onu gör, onun yüzüne bak: o, erkek güzelidir.
    tam güçlüdür; senden güçlüdür. gece gündüz dinlenmesi yoktur.
    engidu, kıskançlığını bırak!
    ona, gılgamış'a, sevgiyi şamaş (25) gösterdi.
    onun aklını düşüncesini anu, enlil ve ea (26) genişlettiler;
    sen o dağdan gelmezden önce, gılgamış seni düşünde gördü;
    düşünü yorarak kalktı, anasına anlattı:
    'aman ana, ben bu gece bir düş gördüm.
    bütün gücümle adamların arasından geçip ileri gittim.
    orada gökyüzünün yıldızları birdenbire yere döküldüler.
    göktaşı gibi yukardan aşağı üstüme düştü.
    onu kaldırmak istedim. bana ağır geldi,
    kımıldatmak istedim, kımıldatamadım.
    uruk halkı oraya toplandı.
    erkekler onun ayaklarını öptüler ve ben,
    o bir karıymış gibi, üzerinde ondan zevk aldım (27).
    orada kendi kendime zorladım. onlar bana yardım ettiler.
    onu kaldırdım ve sana getirdim.'
    her şeyi öğrenen gılgamış'ın anası, gılgamış'a anlattı:
    'gılgamış, bu açık bir şeydir.
    kırda sana benzer biri doğmuştur. onu dağlar yetiştirmiştir.
    senin onu görür görmez, bir karıymış gibi üzerinde
    ondan zevk aldığın adam, senden asla ayrılmayacaktır.
    adamlar onun ayaklarını öpecektir. sen onu kucaklayacaksın.
    onu bana getireceksin! o, güçlü engidu'dur.
    dar zamanda arkadaşa yardım eden bir yoldaştır.
    ülkede en güçlü odur. güçlüdür.
    gökten inen yoğun cevhere benzer. gücü büyüktür.
    senin, karı gibi, üstünde zevk aldığın o adam,
    senden hiç ayrılmayacaktır.'
    gılgamış uyumak için yattı ve başka bir düş gördü.
    anasına anlattı:
    'aman ana, başka bir düş gördüm.
    karışık şeyler gördüm.
    uruk'ta yolun ortasında bir balta yatıyordu.
    bunun çevresine toplanmışlar; halk da oraya zorluyordu.
    bu baltanın görünüşü şaşırtıcıydı.
    ona baktığımda sevindim.
    onu severek, bir karıymış gibi,
    onun üzerinde ondan zevk aldım ve yanıma koydum.'
    bilge, bütün bilimleri bilen ninsun (28), oğluna dedi:
    'gılgamış, senin o adamı görmenin,
    o bir karıymış gibi onun üzerinde, ondan zevk almanın anlamı,
    onu sana denk tutacağımı gösterir.
    bu, yine güçlü engidu'dur,
    dar zamanda arkadaşa yardım eden bir yoldaştır.
    ülkede en güçlü odur. güçlüdür.
    gökten inen yoğun cevhere benzer, gücü büyüktür!'
    gılgamış bir daha anasına dedi:
    'bu, bana büyük bir pay olarak düşsün!
    bir arkadaş kazanmak isterim, bir yoldaş!'
    (bir satır ekgib)
    ve gılgamış düşleri yordu.
    'gel bakalım, yaş yerden kalk!'

    fahişe böylece engidu'ya anlattı.
    hayvanların su içtikleri yerde ikisi yalnız kal
    Tümünü Göster
    ···
  4. 79.
    0
    bunu okuyanın anasını gibeyim ben.
    ···
  5. 80.
    0
    gilgamiş destani
    i̇ki̇nci̇ tablet
    engidu fahişenin karşısına oturdu. o, onun sözcüklerini dinledi
    ve anlattıklarına kulak verdi. kadının öğüdü yüreğine işledi.

    kadın bir giysi çıkardı: birini ona giydirdi,
    öbürünü kendisine alıkoydu.
    kadın onu bir ana gibi elinden tutup çobanların sofrasına,
    hayvanların ağılına zütürdü.
    onun, yurdu dağlar olan engidu'nun,
    önceleri ceylânlarla ot yiyen adamın,
    kalabalığın sütünü emenin, şimdi önüne yemek koydular.

    o, utanarak gözünü dikiyor, bakıyordu.
    engidu ekmek yemesini bilmiyor, içki içmesini anlamıyor!
    fahişe ağzını açıp engidu'ya dedi:
    "engidu, ekmek ye! bu, yaşamın koşuludur!
    i̇çki iç! bu, ülkenin göreneğidir!"

    engidu, doyuncaya dek ekmek yedi. yedi küp içki içti.
    i̇çi açıldı, neşe buldu. yüreğine açıklık geldi, yüzü parladı.
    kıllı, pis gövdesini sıvadı, kendi kendini yağladı (29), i̇nsana döndü.
    sonra bir giysi giydi, artık adam oldu.
    arslanların üstüne yürümek için silâhını aldı.
    çobanlar geceleri uykuya daldı.
    kurtları yakaladı, arslanları kovaladı.
    eski bekçiler rahat ettiler.
    o, güçten üstün insan, o erkeklerin bir tanesi engidu,
    bunlara bekçi oldu.
    (14 satırlık boşluk... engidu fahişeyle birlikte)

    engidu, huur ile eğlenirken gözlerini kaldırdı
    ve bir adam gördü. fahişeye seslendi:
    "yosma! adam buraya gelsin! o ne diye geldi?
    söyleyeceğini dinlemek isterim!"
    fahişe adamı çağırıp ona yaklaştı, ona dedi:
    "adam, nereye acele ediyorsun? yorulman neye yarar?"
    adam ağzını açıp engidu'ya dedi:
    "benimle birlikte kız evine (30) gel!
    nişanlı seçmek için herkesin evi uruk kralına daima açıktır.
    nişanlı seçmek için herkesin evi,
    uruk kralı olan gılgamış'a daima açıktır.
    o, evlenecek olanlarla önce kendisi yatar, sonra da koca. (31)
    tanrısal yasaya göre bu, tanrının bir buyruğudur.
    bu buyruk kendisine göbeğinin bağı kesilir kesilmez verilmiştir." (32).
    adamın sözü üzerine benzi sarardı...
    (dokuz satırlık boşluk)

    engidu önden gidiyor, huur onun arkasından.
    o, uruk'a girince halk çevresine toplandı.
    uruk'ta caddenin ortasında durunca, insanlar başına biriktiler
    ve ondan şöyle söz ettiler:
    "o, aşağı yukarı gılgamış'a benzer. bedence daha ufaktır;
    ama, kemikleri onunkinden daha güçlüdür.
    (bir satır ekgib)
    ülkede en güçlü odur. güçlüdür. o, kalabalığın sütünü emmiştir."
    (bir satır ekgib)
    zayıf yavrucuklar gibi ondan korkmalarına karşın, adamlar rahatladılar,
    "o yiğite karşı, gösterişi yaman bir yiğit alandadır.
    gılgamış'a karşı tanrıya benzer, onun (33) bir eşi alandadır!
    i̇şhara'ya (34) özgü bir yatak hazırlanmıştır.
    gılgamış'ın onun yanında kalması için.
    bu gece onunla 'allahın emri' olacaktır" (35)
    gılgamış yaklaştığında, engidu caddenin ortasına dikildi.
    gılgamış'a yolu kapamak isteyip, onu yatak odasına bırakmadı.
    (yedi satır ekgib)

    gılgamış kırda büyüyen, gür saçlı, ele avuca sığmaz engidu'ya baktı.
    kendi kendisine yol açtı ve üstüne yürüdü.
    kentin alanında birbirleriyle karşılaştılar.
    engidu kapıyı ayağıyla kapayıp gılgamış'ı içeri bırakmadı.
    bunun üzerine boğalar gibi böğürerek kapıştılar:
    kapının direklerini paramparça ettiler. duvar yerinden sarsıldı!
    gılgamış ve engidu,
    evet, boğalar gibi böğürerek birbiriyle kapıştılar.
    kapının direklerini paramparça ettiler. duvar yerinden sarsıldı!
    gılgamış diz üstü yere düşünce, öfkesi indi ve göğsünü geri çekti.
    gılgamış göğsünü çeker çekmez, engidu ona, gılgamış'a dedi:
    "anan olan, ağılın yabanıl ineği, tanrıça ninsun (36),
    seni bir tane doğurdu.
    başın adamların tepesini aşmıştır!
    enlil senin alnına insanların krallığını yazmıştır!
    gücün evrenin beylerinden üstündür."
    (on satırlık boşluk)

    birbirini öptüler ve arkadaş oldular.
    (görünüşe bakılırsa bundan sonraki 14 satırlık boşluğun sonuna doğru,
    gılgamış'ın engidu'yu, bir oğul olarak kendi anasına zütürmüş
    olmasından söz ediliyor. gılgamış, engidu'dan şu biçimde söz ediyor:)

    "ülkede en güçlü odur. güçlüdür.
    gökten inen yoğun cevhere benzer, gücü büyüktür!
    kimse karşısında duramaz. ona lûtfunu göster."
    gılgamış'ın anası oğluna dedi,
    ninsun, yabanıl inek, gılgamış'a dedi: "oğlum...
    (üç satır ekgib)
    (engidu'nun hep korumakta olduğu biçiminden ötürü, ninsun'un
    şaşkınlığını belli ettiği anlaşılıyor. bundan sonraki beş satırsa,
    gılgamış'ın yanıtlarını oluşturabilir.)

    "onunla yukarı, aile ocağının kapısına gitti.
    o, bana karşı pek çok kışkırtıldı.
    engidu'nun babası ve anası yoktur.
    onun incin saçları hiç kesilmemiştir.
    o, kırda doğduğundan kimse onu eğitmemiştir."
    engidu orada durdu ve onun söylediklerini dinledi.
    gözleri yaşla doldu.
    söylenenler kendisine pek dokunduğundan acı acı içini çekti.
    gılgamış, yüzünü ona çevirip,
    oturdukları yerde birbirleriyle kucaklaştılar;
    âşıklar gibi eller birbirinin üstüne kondu
    ve gılgamış, engidu'ya dedi:
    "dostum, neden gözlerin yaşla dolu?
    söylenenler sana dokunduğu için mi acı acı içini çektin?"
    engidu ağzını açıp gılgamış'a anlattı:
    "dostum, bir acı boğazımı sıkıyor. kollarım uyuştu, gücüm azaldı."
    gılgamış, ağzını açıp engidu'ya dedi:
    (altı satır ekgib)

    "ejder yapılı humbaba ormanda oturuyor.
    sen ve ben onu öldürüp şu belâyı ülkeden kaldıralım.
    kendimize katran ağaçları devirelim."
    (dört satır ekgib)

    engidu, ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    "dostum, ben dağlarda deneyimliyim;
    yabanıl hayvanlarla oralarda dolaştım.
    ormanın uzaklığı iki kez on bin saat çeker.
    yukarıya, onun içine dalacak kimdir? humbaba...
    onun böğürtüsü tufandır, evet,
    onun soluğu ateş, saldırısı ölüm.
    neden ötürü böyle şeyleri yapmaya yeliyorsun? (37)
    humbaba'nın oturduğu yer için
    savaşan hiçbir kimse ona karşı dayanamaz!"

    gılgamış, ağzını açıp engidu'ya dedi:
    "katransa, ben bunun dağına çıkmak istiyorum.
    bu dağ geniş ormanın ortasında bulunuyor.
    (üç satır ekgib)
    humbaba'nın bulunduğu ormana gitmek istiyorum.
    savaşta bir balta bana yeter. sen burada yalnız kal,
    ben oraya gideceğim."

    engidu, ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    "oraya nasıl gidebiliriz... katran ormanına?
    gılgamış, onun bekçisi bir savaşçıdır. hiçbir zaman ımızganmaz. (38)
    (i̇ki satır ekgib)
    enlil onu, katranları korusun diye i̇nsanların başına belâ kılmıştır.
    her kim yukarı, ormana çıkarsa, kötürüm olur."

    gılgamış, ağzını açıp engidu'ya dedi:
    "... " (39)
    "güneş gökyüzünde durdukça tanrılar sonsuza dek yaşarlar.
    ancak, insanın günleri sayılıdır.
    onların ettikleri hep havadır.
    sen daha buradayken ölümden korkuyorsun.
    yiğit ruhundaki gücün sana yararı ne?
    öyleyse, seni ben zütüreyim de, ağzın bana:
    'i̇leri git! korkma' diye çağırsın.
    kendim ölürsem adımı yükseltirim,
    'ejder yapılı humbaba'nın düşmanı gılgamış ölmüştür,' derler."
    (sekiz satır ekgib)

    "katran devirmek için elimi bulaştırmak istiyorum.
    kendim için bir ad bırakmak istiyorum.
    şimdi dostum, silâhçı ustasına gitmek istiyorum.
    silâhlar gözümüzün önünde
    Tümünü Göster
    ···
  6. 81.
    0
    özet geçin binler.!
    ···
  7. 82.
    0
    elele verip silâhçı ustasına gittiler.
    ustalar oturup birbirleriyle danıştılar.
    büyük baltalar dövdüler. üç okkalık nacaklar dövdüler.
    yalımı iki okkalık büyük kılıçlar dövdüler.
    kabzaların başı on beş okkalık,
    kılıçların kını on beşer okkalık; altından.
    gılgamış ve engidu, her biri 300 okkalık silâhlar taşıdılar.
    adamlar, uruk kentinin yedi sürgülü kapısına vardılar;
    halk bir araya birikti; uruk sokaklarına neşe saçıldı.
    gılgamış, uruk sokaklarında halkın neşesine tanık oldu.
    o, karşısında oturan halka seslendi:
    "ben, ejder yapılı humbaba'ya gitmek istiyorum.
    o söylenen şeyi, ben gılgamış, görmek istiyorum!
    onun adı ülkelere yayılmıştır.
    katran ormanına koşmak istiyorum.
    uruk çocuğunun nasıl güçlü olduğunu bütün ülkeye anlatayım.
    katranları devirmek için elimi bulaştırayım.
    kendim için sonsuzlaşacak bir ad yapayım!"

    uruk mahallesinin yaşlıları dönüp gılgamış'a dediler:
    "gılgamış, sen genç olduğundan,
    gönlün seni böylesine ileri zütürdü.
    sen burada ne yaptığını bilmiyorsun.
    bizim işittiklerimiz, humbaba'nın çok acayip olduğudur.
    onun silâhının karşısına çıkacak olan kimdir?
    orman iki kez on bin saat uzaklık çekiyor.
    yukarı çıkıp onun içine girecek olan kimdir?
    humbaba, onun böğürtüsü tufandır, evet,
    onun soluğu ateş, onun saldırısı ölüm.
    neden dolayı böyle şeyleri yapmaya heves ediyorsun?
    humbaba'nın oturduğu yer için savaşan hiçbir kimse ona dayanamaz!"

    gılgamış, öğütçülerinin sözünü dinledikten sonra,
    gülümseyerek gözlerini arkadaşına dikti. (40)
    (dokuz satır ekgib)

    "korucuyu meleğin seni sıkıntılardan kurtarsın;
    barış içinde uruk kıyısına (41) dönmen için sana kılavuz olsun!"

    gılgamış, diz çöküp elini kaldırdı:
    "söyledikleriniz yerini bulsun. şimdi gidiyorum.
    şamaş!.. ellerimi sana kaldırıyorum:
    oraya varınca canım sağ esen kalsın!
    beni uruk kıyısına geri döndür! gölgeni üstümden ekgib etme!"

    bundan sonra gılgamış, arkadaşını çağırdı,
    falına onunla birlikte baktı. (42)
    (yedi satır ekgib)

    gılgamış'ın gözlerinden yaşlar boşandı:
    "hiç gitmediğim bir yol. sonu belli olmayan bir yolculuk.
    burada sağ esen kalırsam seni gönlüme göre sevmiş olurum.
    kendimi senin zevkine kaptırmak isterim,
    seni tahtlara geçirmek isterim."
    artık köleler silâhlarını getirdiler.
    büyük kılıçları, yayı, sadağı eline teslim ettiler.
    baltaları aldı, sadağı ve anşan (43) yayını bir yanına astı,
    kılıcı kemere taktı. yolda yürümeye başladılar.

    i̇nsanlar gılgamış'a sordular:
    "sen ne zaman kente geri döneceksin?
    Tümünü Göster
    ···
  8. 83.
    0
    مپراتوری عثمانی
    از ویکی‌پدیا، دانشنامهٔ آزاد
    پرش به: ناوبری, جستجو
    Right
    برای اثبات‌پذیری کامل این مقاله به منابع بیشتری نیاز است یا منابع ارایه‌شده به‌درستی ارجاع داده نشده‌اند.
    لطفاً با توجه به شیوهٔ ویکی‌پدیا برای ارجاع به منابع با ارایهٔ منابع معتبر این مقاله را بهبود بخشید.
    مطالب بی‌منبع در آینده مردود و حذف خواهندشد.
    خلافت عثمانی
    1299 - 1924
    دولتْ علیّه عثمانیّه
    Devlet-i Âliye-yi Osmâniyye
    پرچم و نشان Ottoman Flag.svg Osmanli-nisani.svg
    شعار خلافة إلى الأبد

    دولت ابد مدت
    سرود ملی
    نقشه OttomanEmpireIn1683.png
    زبان رسمی ترکی عثمانی
    پایتخت سوگوت (1299 – 1326)
    بورسا (1326 – 1365)
    ادرنه (1365 – 1453)
    استانبول (1453 – 1922)
    دین اسلام
    مذهب سنی
    مذهب رسمی مذهب حنفی
    نظام حاکم خلافت
    دوره حکومت 625 سال
    عنوان رییس دولت سلطان
    دعداد سلاطین 40 سلطان
    تاسیس 1299
    اولین سلطان عثمان اول (1299 - 1326)
    آخرین سلطان عبد الحميد ثاني (1922-1924)
    اولین صدر اعظم علاء الدين پاشا (1320-1331)
    آخرین صدر اعظم احمد توفيق پاشا (1920-1922)
    دولت جایگزین تركيه
    مساحت 7.500.000 (سال 1689)
    جمعیت 35.350.000 (سال 1856)
    پول ليره عثمانی

    امپراتوری عثمانی یک قدرت سیاسی امپراتوری بود که از ۱۲۹۹ تا ۱۹۲۲ میلادی در منطقه مدیترانه حکومت می‌کرد. این امپراتوری در اوج قدرت خود (قرن ۱۶ میلادی) مناطق آسیای صغیر ، اکثر خاورمیانه، قسمت‌هایی از شمال آفریقا، قسمت جنوب شرق
    ···
  9. 84.
    0
    gilgamiş destani
    üçüncü tablet

    yaşlılar gılgamış'a çok saygı gösterdiler.
    yol hakkında ona öğüt verdiler:
    "gılgamış, gücüne güvenmemelisin. onu bırak yoluna gitsin,
    sen kendi kendini koru!
    o orada keçi yolunu bilir; arkadaşı kollar;
    engidu orada senden önde gitsin.
    o, yolu gördü, yoldan geçti.
    ormana giden yoldan, dağların geçidinden.
    o, humbaba'nın bütün gizli yollarından geçti.
    böylece önde giden arkadaşını korur.
    onu bırak yoluna gitsin, sen kendi kendini koru.
    şamaş seni dileğine kavuştursun!
    i̇şittiklerini sana gözlerinle göstersin!
    o, sana kapalı olan yolu açsın!
    yolu senin adımına açsın! dağı senin ayağına açsın!
    seni hoşnut eden şeyi, gecen sana getirsin! (44)
    lugalbanda (45) başarıda sana yardım etsin!
    bir çocuk gibi başarına kavuş!
    humbaba'nın, kıyısında uğraşacağın ırmağında ayaklarını yıka!
    akşam molanda bir kuyu kaz.
    kırbanda (46) her zaman temiz su bulunsun.
    samaş'a soğuk su sun.
    her zaman lugalbanda'yı anımsa!
    engidu arkadaşı, yoldaşı korusun.
    (anlaşılmaz bir sözcük) ... kadar kendisi getirsin.
    hepimiz birden kralı sana teslim ediyoruz;
    sen de yurda dönerken kralı bize teslim et!"
    engidu ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    "sen karar verdin, artık yürü. yüreğin korkusuz olsun.
    yalnızca bana bak! hasmın oturduğu yeri,
    humbaba'nın üzerinde dolaştığı yolları, iyi biliyorum.
    yola çıkmamızı buyur, onlardan (47), buradan ayrıl!"
    gılgamış, ağzını açıp uruk'un yaşlılarına dedi:
    (dört satır ekgib)

    "size söylediklerimi, benimle gidecek olan engidu'yla birlikte yapacağım.
    öğütlerinizi sevinerek gönülden dinledim."
    yaşlılar onun bu sözlerini dinledikten sonra, yiğitlere yol açtılar;
    "yürü gılgamış, işin uğurlu olsun! koruyucu tanrın yanında gitsin!
    o seni başarıya erdirsin!"
    gılgamış, ağzını açıp engidu'ya dedi:
    "gel arkadaşım, büyük saraya gidelim, büyük kraliçe ninsun'un huzuruna.
    ninsun'un vereceği akıllıca öğüt, ayaklarımıza doğru yolu gösterir."

    gılgamış'la engidu, elele verip büyük saraya,
    büyük kraliçe ninsun'un huzuruna çıktılar.
    gılgamış çıktı ve ninsun'un yanına girdi:
    "ninsun ben güçlendim; yeni bir şey başarmak istiyorum:
    humbaba'nın yanına, uzak bir yola yürüyeceğim.
    bilmediğim bir savaşa atılıyorum, bilmediğim bir yola çıkıyorum.
    benim gidip geri dönmem, katran ormanına varmam,
    ejder humbaba'yı öldürmem,
    şamaş'ın nefret ettiği o belâyı ülkeden temizlemem
    i̇çin gereken zamanı, benim hesabıma şamaş'tan dile!
    onu öldürüp katran ağacını ben devirince,
    ülkenin yukarısında, aşağısında barış olsun!
    utku belgisini senin önünde dikeyim."

    kraliçe ninsun, oğlu gılgamış'ın sözlerini acıyla dinledi:
    (on dört satırlık boşluk)

    ninsun odasına girdi.
    (bir satır ekgib)
    o, bedenine yaraşan bir giysi giydi,
    göğsüne de yaraşan bir mücevher taktı.
    o, kemer ve krallık tacını koydu.
    merdivene basıp damın üstüne çıktı.
    kurban yerine çıkarak tütsü yapıp şamaş'ın önüne koydu.
    tütsüsünü yakıp şamaş'ın huzurunda kollarını kaldırdı:
    "neden oğlum gılgamış'a coşkun bir yürek verdin,
    neden savaşa şimdi de o gitsin diye onu ileri ittin?
    humbaba'nın yanına, uzak bir yol yürüyecek.
    o, bilmediği bir savaşa atılıyor, bilmediği yollarda yolculuk ediyor!
    onun gidip geri dönmek, katran ormanına varmak,
    ejder humbaba'yı yok etmek,
    senden nefret eden o kötüyü ülkeden temizlemek zamanını
    gılgamış'ın yoluna baktığın günde,
    seni seven o nişanlı, aya, sana anımsatsın!
    onu gecelerin bekçilerine, yıldızlara,
    akşamları baban aya da ısmarla."(48)
    (on iki satırlık bir boşluktan sonra, aşağıdaki anlaşılması güç sözcükler geliyor:)

    o, tütsüyü söndürüp kötü ruhları dağıtma duasını okudu.
    haber vermek için "engidu," diye çağırdı:
    "benim kucağımda yetişmeyen güçlü engidu!
    şimdi seni oğulluğa kabul ettim.
    gılgamış'ın armağanları olan, büyük rahipler, tapınak kızları
    ve tapınım töreni hizmetçileriyle birlikte kabul ettim."

    ninsun, engidu'nun boynuna bir muska astı.
    (84 satırlık bir boşluk)

    yaşlıların engidu'ya ikinci seslenişleri:
    "engidu, arkadaşını kolla, yoldaşını koru, ... (49) onu kendin getir!
    hepimiz birden kralı sana teslim ediyoruz,
    sen de yurda dönerek kralı bize teslim et."
    (tabletin gerisi kırıktır
    Tümünü Göster
    ···
  10. 85.
    0
    dördüncü tablet

    (bu tabletin ilk dört buçuk sütunu -bütün tablet altı sütundan oluşmaktadır-
    herhalde kralın ve arkadaşının katran ormanına gidişlerinden söz ediyordu.
    ama, bu sütunlardan ancak kırık bir parça kalmıştır. bu parça, ikisinin başından
    her gün geçenleri sık sık betimlemektedir.)

    i̇ki kez yirmi saatten sonra hafif bir yemek yediler.
    i̇ki kez otuz saatten sonra kendi kendilerini akşam dinlenmesine çektiler.
    i̇ki kez elli saati bütün bir günde yürüdüler.
    bir ay üç günlük yolu üç günde kestirdiler.
    akşam dinlenmesine bir kuyu kazdılar. (50)
    (burada 200'den çok satır yitmiştir. geri kalan parçada yineleme vardır.
    bu yinelemeden anlaşıldığına göre, gılgamış'la engidu ormanın kapısına
    gelmişlerdir. bir bekçi, humbaba'nın diktiği kocaman kapıyı beklemektedir.
    gılgamış'la engidu, onunla başa çıkıp çıkmayacakları konusunda duraksamış
    olmalılar ki, engidu ona şunları söylüyor:)

    "uruk'ta ne dediğini anımsa!
    uruk'un çocuğu gılgamış, sen öldürmek için yekin, (51) onun üstüne var!"

    ağzından çıkan sözleri duyar duymaz tam güveni arttı.
    (bundan sonraki silinmiş kısımlar belki gılgamış'ın engidu'ya
    söylediği sözlerdir.)
    onun savaşması ve bir de ormana dalıp bizden kaçmaması için
    hemen üstüne vardı. hiçbir silâh işlemesin diye,
    giyinmek için yedi savaş giysisi hazırladı.
    o anda yalnızca birini giydi, geri kalan altı kat giysiyi soyundu.
    bunlar yerde ayaklarının altında kaldı.
    ormanın kapısında duran bekçiyi yakalamak için,
    huysuz, yabanıl bir boğa gibi ileri atıldı.
    o, birden bire bağırıp korkuya düştü.
    ormanların bekçisi bağırıp çağırdı!
    çocuğun babasını çağırması gibi, humbaba'yı çağırdı.
    (buradaki 22 satırlık boşlukta, belki her iki yiğidin bekçiyi zararsız
    duruma getirmiş olmaları ve engidu'nun kapıyı nasıl açtığı anlatılmıştır.
    ondan sonrası şöyledir:)

    engidu, konuşmak için ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    "biz ormana inmeyelim. kapıyı açarken elim tutmaz oldu."

    gılgamış konuşmak için ağzını açıp engidu'ya dedi:
    "biz şimdiye dek böyle üzüldük mü? biz bütün dağları aşarak geldik.
    bununla birlikte hedef karşımızda duruyor.
    benim savaştan anlayan, savaş deneyimi olan arkadaşım,
    giysime dokunursan artık ölümden korkmazsın!
    (i̇ki satır çevrilememiştir.)
    elinin tutmazlığı gitsin! vücudunun ağırlığı yok olsun!
    arkadaşım, koluma asıl, birlikte inelim. gönlün savaşa doysun!
    ölümü unut, korkma!
    kendisini koruyan adam, arkadaşını da sağ tutsun!
    i̇nsanlar ölünce kendilerine ad yaparlar!"

    i̇kisi birden yeşil ormana vardılar.
    konuşmaları kesildi, sessiz durdular.

    beşi̇nci̇ tablet

    ormana gözlerini dikip baktılar. katranların yüksekliğine şaştılar.
    ormana girilen yola şaştılar.
    humbaba'nın geçtiği yerde bir ayak izi vardı.
    yollar iyi bir durumdaydı.
    büyük yol güzel yapılmıştı.
    onlar katran ağacı dağını görüyor,
    tanrıların oturduğu yeri, i̇rnina'nın (52) yüksek tapınağını.
    bu dağın önünde bir katran ağacı vardı.
    bu, pek gürdü; gölgesi çok hoştu, sevinçle doluydu.
    çalılar birbirine girmişti.
    büyük ormanın ağaçları da birbirine girmişti.
    (56 satırlık boşluk)

    i̇ki yiğit humbaba'yı beklediler, ama o gelmedi...
    (6 satırlık boşluk)
    engidu ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    "humbaba'nın izini böyle bulabilir miyiz?
    bırak birbiri arkasına düşler görelim.
    (üç satır ekgib)
    düşler üç kez görülmeli."
    (26 satırlık boşluk... bu boşlukta, gılgamış'ın gördüğü birinci düş anlatılmıştır.)

    engidu, ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    (i̇ki satır ekgib)
    "düşün beni çok sevindirdi!"

    akşam dinlenmesine gitmek için birbirleriyle sözleştiler.
    gece yarısı onun (53) uykusu kaçtı, düşünü engidu'ya anlattı:
    "arkadaş, nasıl? sen beni uykumdan ne diye tedirgin ettin?
    ben niçin uyanığım?
    engidu, arkadaş, ben bir düş gördüm...
    sen beni uykumdan tedirgin ettin?
    ben niçin uyanığım?
    birinci düşümün üstüne, ikinci düşüm göründü;
    derin dağ diplerinde duruyorduk, hemen dağ devrildi...
    beni yere yıktı. dağ ayaklarımı yakaladı ve onları bırakmadı.
    biz onun karşısında küçük saz sinekleri gibi kaldık...
    öyle aydınlıktı ki!
    bana bir adam göründü. ülkede en güzel oydu. pek güzeldi.
    o beni dağın altından çekti, bana su içirdi. (54)
    yüreğim ferahladı. ayaklarımı yere değdirdi."

    kırda doğan engidu, arkadaşına dedi, engidu düşü yordu.
    "arkadaş, düşün güzeldir, pek iyi bir düştür.
    arkadaş, gördüğün dağ humbaba'dır. humbaba'yı yakalayacağız;
    onu öldüreceğiz ve ölüsünü dışarı tarlaya atacağız.
    yarın her şey sona erecek!"

    i̇ki kez yirmi saatten sonra hafif bir yemek yediler.
    i̇ki kez otuz saatten sonra kendilerini dinlenmeye çektiler.
    şamaş'ın önünde bir kuyu kazdılar.
    ancak gılgamış, dağa tırmandı ve ince ununu dağa serpti. (55)
    "dağ! engidu için bana bir düş getir!
    ona, engidu'ya da bir işarette bulun!"

    dağ, engidu için ona bir düş getirdi.
    ona, engidu'ya da bir işarette bulundu.
    pek soğuk bir yel esti, bir fırtına gelip geçti.
    fırtına gılgamış'ı uyuttu.

    gılgamış uyurken dağların yamaçlarında biten buğdaylar gibi
    bir yana devrildi, ve gılgamış'ın çenesi baldırına dayandı. (56)
    i̇nsanlara gevşeklik veren uyku onun üstüne düştü.
    uyandığı uykuyu bırakıp yukarı yürüdü, arkadaşına dedi:
    "arkadaş, beni çağırmadın mı? niçin uyandım?
    sen beni sarsmadın mı? niçin korktum?
    buradan bir tanrı geçmedi mi? organlarım niçin titredi?
    arkadaş, üçüncü bir düş gördüm ve gördüğüm düş çok ürkütücüydü;
    gök haykırdı, yeryüzü gürledi! hava dinginleşti, karanlık çöktü.
    bir yıldırım düştü. bir yangın yükseldi. duman koyulaştı.
    ölüm yağdı. yağan köz oldu; ateş söndü
    ve yukarıdan aşağı dökülen (köz olan ateş), küle döndü.
    aşağı gel, tarlada konuşabiliriz."

    orada engidu, onun kendisine anlattığı düşü duyunca gılgamış'a dedi:
    (buradaki boşlukta, belki, engidu'nun gılgamış'ın gördüğü düşü övmesi ve sonra
    iki arkadaşın katranları devirmek için en son kararı vermeleri anlatılmaktadır.)

    o, eliyle baltayı yakaladı... bir tane de nacakları vardı.
    engidu onu eline aldı ve katranları devirdi;
    ama humbaba gürültüyü duyunca öfkelendi:
    "kimdir o, dağlarımın çocukları olan ağaçların ırzına geçen?
    kimdir o, katranı deviren?"
    bunun üzerine göksel şamaş, gökten onlara seslendi:
    "i̇leri gidin, korkmayın!"
    (yaklaşık 80 satırlık boşluk... görünüşe göre, gılgamış ve engidu, humbaba'yla
    yapacakları savaşım için şamaş'tan öğüt istediler. şamaş'ın verdiği olumsuz yanıt,
    burada anlatılmış olmalıdır. çünkü metin şöyle sürüyor:)

    ... ve ondan sel gibi göz yaşları boşandı.
    gılgamış göksel şamaş'a dedi:
    (i̇ki satır ekgib)
    "... ancak ben, göksel şamaş'a baş eğiyorum.
    benim için gösterilen yoldan yürüdüm."

    göksel şamaş, gılgamış'ın yalvarmasını dinledi ve
    humbaba'nın önüne büyük fırtınalar çıkardı:
    büyük fırtına, poyraz, kasırga, kum fırtınası,
    bora fırtınası, kırağı fırtınası, rüzgâr, çam fırtınası!
    ona karşı sekiz fırtına kalktı ve bunlar humbaba'nın gözlerine savruldu.
    i̇leri gidemedi, geri dönmedi. humbaba savaştan vazgeçti.
    bunun üzerine humbaba, gılgamış'a seslendi:
    "gılgamış, beni bırakmalısın!
    sen benim efendim olmalısın, ben senin kölen olmalıyım.
    ben sana dağlarımın çocukları olan ağaçları devireyim,
    ve onlardan senin için evler yapayım."
    engidu, gılgamış'a dedi:
    "humbaba'nın dediklerini dinleme! humbaba'yı öldürmelisin!"
    (bunu izleyen boşlukta, humbaba'nın öldürülmesi ve iki yiğitin geri dönmesi
    anlatılmaktadır; tabletin son satırı belki şöyle tamamlanmaktadır:)

    gılgamış, humbaba'nın kesilen başını sırığa dikti.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 86.
    0
    gilgamiş destani
    altinci tablet
    kirini yıkadı, silâhlarını parlattı,
    başını sallayarak saçının tutamlarını arkaya attı.
    kirli giysisini fırlatıp temizini giydi,
    savaş giysisini giyip beline işlemeli kemerini kuşandı.
    gılgamış krallık tacını giyince,
    gılgamış'ın güzelliği i̇ştar'ın güzel gözlerini kamaştırdı:
    "gel gılgamış! benim güveyim ol!
    bana meyveni armağan et, (57)
    armağan etsene!
    sen benim kocam ol, ben senin karın olayım!
    sana altından ve lacivert taşından yapılmış koşu arabaları koşturayım!
    tekerlekleri altın, boynuzları (58) ayna gibi parlayan madenden olsun!
    buna ruhlar, dev gibi katırlar koşulsun!
    sen evimize girince seni katran kokuları (59) karşılasın!
    büyük rahipler ve soylular ayaklarını öpsünler!
    krallar, büyükler ve beyler ayaklarının altına diz çöksünler!
    dağların ve ülkelerin ürünlerini sana vergi olarak getirsinler!
    sana keçiler üçüz, koyunlar ikiz yavrulasın!
    senin sıpan bir ester yüküyle koşsun!
    arabanın önündeki atın, yarışta birinci olsun!
    boyunduruktaki öküzlerinin eşi olmasın!"

    gılgamış, konuşmak için ağzını açıp görkemli i̇ştar'a dedi:
    "seni ha!... seninle evlenirsem ne kazanacağım?
    nasıl olsa kendimi yağlayacak yağım, ve üstüme giyecek giysim var.
    yiyecek ekmeğim ve azığım vardır,
    dahası, tanrılara yaraşır yemeğim, krallara özgü içkilerim bulunur!
    (bir satır ekgib... bundan sonraki parçada, gılgamış, tanrıça'yı
    şu biçimde aşağılıyor:)
    ...
    ...
    ...
    ... (60)
    "... sen, soğukta ısıtmayan bir örtüsün!
    sen rüzgâra ve fırtınaya engel olmayan uydurma bir kapısın!
    sen, üstüne örtüleni altında ezen bir fil derisisin!
    sen, içinde toplantı yapan yiğitlerin üstüne çöken bir saraysın!
    sen taşıyıcısının üstünde eriyen bir ziftsin!
    sen, taşıyıcısının üstünde boşalan bir kırbasın!
    sen taş duvarı çatlatan bir kireçsin!
    sen, düşman ülkesini çeken bir yemişsin! (61)
    giyeni sıkan bir ayakkabısın!
    dostlarından hangisini sonsuz olarak sevdin?
    çobanlarından hangisini sürekli olarak beğendin?
    haydi sevgililerinin adlarını sayayım!
    (bir satır ekgib)
    senin gençliğinin sevgilisi olan tammuz'a, (62)
    yıldan yıla ağıtı yazgı kıldın.
    sen, renkli çoban kuşunun aşkına düştün;
    ama ona da vurup kanadını kırdın;
    şimdi o, ormanlarda 'kappi' (63) diye bağırıp duruyor!
    sen, gücü üstün olan aslanın aşkına düştün;
    ama sonra ona yedi ve yedi tuzak çukurları kazdın.
    sen, savaşa alışkın olan atın aşkına düştün;
    ama sonra ona kırbaç, bizlengiç ve kamçıyı yazgı kıldın;
    i̇ki kez yedi saat koşmayı yazgı kıldın;
    ona suyu bulandırıp içirmeyi yazgı kıldın;
    anası silili'ye sürekli yası yazgı kıldın!
    sen, koyun çobanının aşkına düştün;
    o, sana durmadan köz yığıp, günü gününe oğlaklar getirdi;
    ama sonra ona vurup kurda döndürdün,
    şimdi de kendi küçük çobanları onu kovalıyorlar;
    dahası, kendi köpekleri bacaklarını ısırıyorlar.
    sonra sen, babanın hurma bahçıvanı olan i̇şullanu'nun aşkına düştün;
    o, sana durmadan bir sepet hurma getirip günü gününe sofranı donatırdı;
    ama sonra ona göz atarak yaklaştın:
    'i̇şullanu'cığım... (64) yiyelim,' dedin.
    (bir satır çevrilememiştir.)
    i̇şullanu şu yanıtı verdi:
    'sen benden ne istiyorsun? sanki anam benim için pişirmedi mi?
    ne diye kokmuş, çürümüş yemekleri yiyecekmişim?..
    öyle ekmek ki, kabuğu sazdan ve dikendendir.' (65)
    (bir satır ekgib)
    sen onun söylediği bu sözleri duyduktan sonra,
    ona vurup onu ... (66) döndürdün, ve bahçenin içine bıraktın.
    (bir satır çevrilememiştir.)
    şimdi beni seversen, beni de onlar gibi yaparsın."

    o, i̇ştar, bunu duyar duymaz öfkelendi; yukarıya gökyüzüne çıktı.
    i̇ştar, babası anu'nun huzuruna gitti.
    o, anası antum'un huzuruna gitti ve dedi:
    "babam! gılgamış bana sövüyordu!
    gılgamış bana kokmuş, çürümüş şeyleri saydı.
    kokmuş, çürümüş şeyleri!" anu konuşmak için ağzını açıp görkemli i̇ştar'a dedi:
    "önce sen kavgaya başlamadın mı ki, o sana kokmuş şeyleri saydı.
    kokmuş, çürümüş şeyleri!"

    i̇ştar, konuşmak için ağzını açıp babası anu'ya dedi:
    "babam, gılgamış'ı öldürmesi için bana gökyüzünün boğasını ver!
    (bir satır ekgib)
    fakat sen gökyüzünün boğasını bana vermezsen,
    o zaman ben, cehennemin kapılarını kırar,
    direklerini fırlatır, kapıları ardına dek açarım.
    yaşayanları yemeleri için ölüleri kaldırırım.
    dirileri yesinler diye!
    o zaman dünyada ölüler dirilerden çok olur!"

    anu, konuşmak için ağzını açıp görkemli i̇ştar'a dedi:
    "kızım, benden istediğini yaparsam, yedi kavuz (67) yılları olur.
    i̇nsanlar için buğday biriktirdin mi? hayvanlar için ot bitirdin mi?"

    i̇ştar, konuşmak için ağzını açıp babası anu'ya dedi:
    "baba, insanlar için buğday yığdım, hayvanlar için de ot sağladım!
    onların yedi kavuz yıllarında doymaları için,
    i̇nsanlara buğday topladım; hayvanlara ot yetiştirdim."
    (üç satır ekgib)

    anu, onun bu sözünü doyunca,
    gökyüzünün boğasının zincirini i̇ştar'ın eline teslim etti.
    o, boğayı yere indirmek için alıp aşağı zütürdü,
    ve onu uruk ağılına sürdü.
    (bir satır ekgib)

    gökyüzünün boğası korku salarak aşağı indi.
    o, birinci solumasında yüz kişi devirdi; iki yüz devirdi; üç yüz kişi...
    i̇kinci solumasında yüz daha devirdi. i̇ki yüz daha, üç yüz kişi daha.
    o, üçüncü solumasıyla engidu'ya saldırdı.
    o, engidu'yu süseceği anda, engidu gözetleyip,
    birdenbire boynuzlarını yakaladı.
    hırsından gökyüzünün boğasının ağzından köpükler savruldu.
    kuyruğunun kalın tarafıyla engidu'ya çarpıp onu yere attı.
    engidu, konuşmak için ağzını açıp gılgamış'a dedi:
    "eskiden biz kendi kendimize övündük. şimdi bunu gösterelim!"
    (dört satır ekgib)
    "bunu nasıl yapacağımızı sana öğreteyim:
    sen ve ben ayrılmalıyız, ben boğayı kuyruğundan yakalayayım.
    (üç satır ekgib)
    kılıcın, onun boğazıyla boynuzlarının arasına insin."

    engidu, gökyüzünün boğasını tutmak için,
    kovalayıp sımsıkı kuyruğundan yakaladı.
    engidu, onu iki eliyle tuttu,
    ve gılgamış, usta bir kasap gibi, kılıcını güçlü ve güvenli bir vuruşla
    onun boğazıyla boynuzlarının ortasına indirdi...
    onlar orada gökyüzünün boğasını öldürdükten sonra,
    yüreğini çıkarıp şamaş'ın önüne koydular.
    onlar şamaş'ın huzurunda saygıyla eğilip geri çekildiler;
    sonra her iki
    Tümünü Göster
    ···
  12. 87.
    0
    Bir zamanlar güzeller güzeli bir kız varmış. Annesi ölünce babası yeniden evlenmiş. Üvey annesi de ilk evliliğinden olan iki kızıyla birlikte gelip eve yerleşmiş.
    Bu iki kız, yeni kız kardeşlerinden hiç hoşlanmamış. Odasında ne var ne yoksa tavan arasına fırlatıp atmışlar. Ona bir kardeş gibi davranmak şöyle dursun, bütün ev işlerini üzerine yıkmışlar.
    Ev işleri bittikten sonra bile kızın onlarla oturmasına izin verilmiyormuş. Akşamları, mutfakta, sönmekte olan ocağın önünde duruyormuş tek başına, ellerini küllere doğru tutup ısınmaya çalışarak. Bu yüzden üvey kız kardeşleri ona “Külkedisi” adını takmışla.
    Bir gün iki kız kardeşe sarayda verilecek bir balo için davetiye gelmiş. ikisi de heyecandan deliye dönmüşler. Herkes Prens’in evlenmek istediğini biliyormuş. ‘Bakarsın ikimizden birini seçer, belli mi olur?’ diye düşünmüşler.
    iki kız kardeş de kendilerini mümkün olduğunca güzelleştirmek için hemen kolları sıvamışlar. Fakat maalesef bu biraz zormuş, çünkü Külkedisi’nin aksine bayağı çirkinmiş her ikisi de!
    Balo akşamı, üvey kardeşleri gittikten sonra Külkedisi mutfakta oturmuş ve içn için ağlamaya başlamış. “Neyin var, neden ağlıyorsun Külkedisi?” diye sormuş bir kadın sesi.
    “Ben de baloya gitmek istiyordum,” demiş hıçkırarak Külkedisi.
    “Gideceksin öyleyse,” demiş ses. Külkedisi duyduğu sese doğru dönüp bakmış, şaşkınlıktan donakalmış.
    Güzel bir kadın duruyormuş yanı başında.
    “Ben senin peri annenim,” demiş kadın. “Şimdi kaybedecek zamanımız yok! Bana bir balkabağı getir hemen!”
    Külkedisi bir balkabağı getirmiş. Peri annesi sihirli değneğiyle dokununca, balkabağı birdenbire altından bir fayton oluvermiş.
    “Şimdi de altı fare…” Külkedisi altı fare bulup getirmiş, peri annesi onları hemen ata dönüştürmüş.
    “Bir sıçan…” Onu da arabacı yapmış.
    “Ve altı kertenkele…” Onları da faytonun arkasında koşacak altı uşağa çevirivermiş.
    Nihayet Külkedisi’ne gelmiş sıra. Peri değneğiyle bir dokununca Külkedisi’nin yırtık, pırtık giysileri nefesleri kesecek harika bir elbiseye dönmüşmüş. Ayaklarında bir çift camdan ayakkabı pırıl pırıl parlıyormuş.
    “Bir şey var yalnız,” demiş Peri. “Gece yarısına kadar eve dönmelisin. Saat on ikide elbisen tekrar eski giysilerine, faytonun balkabağına, atların fareye dönüşecek. Prens’in bunu görmesini istemezsin herhalde? Şimdi git, dilediğince eğlen.”
    O gece Külkedisi balonun yıldızı olmuş. Baloya katılan hanımlar (özellikle de iki üvey kız kardeşi) onun elbisesini çok beğenmişler ve terzisinin adını öğrenmek için ona yalvarmışlar. Beyefendilerin hepsi onunla dans etmek için birbirleriyle yarışmışlar.
    Prens ise zütür görmez ona âşık olmuş! Ve o andan sonra hiç kimseye bu kızla dans etmek için izin verilmemiş.
    Saatler saatleri, dakikalar dakikaları kovalamış ve Külkedisi saat tam on ikiyi vuracağı sırada evde olması gerektiğini hatırlamış.
    “Gitme!” diye seslenmiş Prens arkasından, ama Külkedisi bir an bile durmadan koşup oradan uzaklaşmış. Sokağa çaktığında elbisesi tekrar eski elbiselerine dönüşmüş. Geriye kala kala camdan ayakkabıların bir teki kalmış. Diğer tekini nerede kaybettiğini bilmiyormuş.
    O gece Külkedisi uyuyana kadar ağlamış. Hayatının bir daha asla o geceki kadar harika olamayacağını düşünüyormuş.
    Ama bu doğru değilmiş. Ayakkabının diğer tekini sarayın merdivenlerinde bulmuşlar. Ertesi sabah Prens ev ev dolaşıp ayakkabıyı tek tek bütün genç kızlara denetmiş. “Bu ayakkabının dün gece karşılaştığım güzel sahibini bulamazsam yaşayamam,” demiş.
    Derken Külkedisi’nin evine gelmiş. Üvey kardeşleri ayakkabıyı denemişler. Olmamış. Ayaklarına girmemiş bile.
    Prens çok üzgünmüş, çünkü uğramadığı sadece birkaç ev kalmış. Tam oradan ayrılacakken evin hizmetçisi dikkatini çekmiş.
    “Hanımefendi,” demiş Prens Külkedisi’ne, “bir de siz deneseniz?”
    “O mu deneyecek? Ne münasebet!” diye haykırmış üvey kardeşler.
    Fakat Prens ısrar etmiş. Külkedisi’nin ne kadar güzel bir kız olduğu gözünden kaçmamış. Tabii ayakkabı Külkedisi’nin ayağına kalıp gibi oturmuş. Prens diz çöküp Külkedisi’ne evlenme teklif ederken iki üvey kardeşe de öfke ve kıskançlıkla olanları seyretmek kalmış. Külkedisi Prens’in teklifini tabii ki kabul etmiş.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 88.
    0
    sözlüğün anasını gibtiniz ne bulursanız yapıştırıyonuz aq
    ···
  14. 89.
    0
    gılgamış destanı 6. tablet 2. kısım
    kardeş oturdular.

    i̇ştar, uruk duvarının üstüne çıkıp bir çığlık kopardı:
    "yuh olsun gılgamış'a! beni rezil etti;
    gökyüzünün boğasını öldürdü!"
    engidu, i̇ştar'ın bu sözünü duyunca,
    gökyüzünün boğasının budunu koparıp ona fırlattı:
    "seni elime geçirseydim, seni de böyle yapardım!
    onun sakatatını (68) koluna asardım!"
    i̇ştar, kadın sevgililerini, tapınağın hizmetçilerini ve huurları
    başına toplayıp gökyüzünün boğasının budu için ağlayıp yakındı.

    gılgamış, bütün silâhçı ustalarını çağırdı.
    ustalar boynuzların kalınlığına şaştılar.
    her boynuzun dökümü altmış okkalık lacivert taşındandı.
    bu boynuzların kabuğu iki parmak kalınlığındaydı.
    her ikisinin içi yedi kova yağ alıyordu.
    gılgamış, bunları yağ koyması için, tanrısı lugalbanda'ya (69) armağan etti.
    bunları içeri zütürdü. tanrı sarayının içindeki kutsal yere astı.
    fırat'ta ellerini yıkadıktan sonra el ele verip uruk kentinin sokaklarından geçtiler.
    uruk halkı onları görmek için toplandı.
    gılgamış kendi saray cariyelerine şu sözleri söyledi:
    "erkekler arasında en görkemli olan kimdir?
    yiğitler arasında en güçlü olan kimdir?"
    "erkekler arasında en görkemli olan gılgamış'tır.
    gılgamış, yiğitler arasında en güçlü olandır."
    (üç satır ekgib)

    gılgamış, sarayında bir utku şenliği yaptı.
    yiğitler, gece karanlığında rahatça uykuya daldılar.
    engidu da uykuya daldı ve bir düş gördü.
    sonra düşünü yorarak yukarı yürüdü ve arkadaşına dedi:

    yedi̇nci̇ tablet

    "arkadaş, neden ötürü yalnızca büyük tanrılar birbirlerine danıştılar?
    bu gece gördüğüm bir düşü dinle:
    anu, enlil, ea ve göksel şamaş toplandılar.
    anu, enlil'e dedi: 'gökyüzünün boğasını öldürdüklerinden,
    humbaba'yı vurduklarından,
    ve dağın katranını devirdiklerinden, içlerinden birisi ölsün!'
    fakat enlil dedi: 'engidu ölsün, ama gılgamış ölmesin!'
    bundan sonra göksel şamaş kahraman enlil'e dedi:
    'onlar gökyüzünün boğasını ve humbaba'yı senin sözün üzerine (70) öldürmediler mi?
    şimdi engidu suçsuz yere mi ölecek?'
    enlil göksel şamaş'a kızdı:
    'çünkü sen, onların dengiymişsin gibi, her gün aşağıya, yanlarına gidiyorsun!'

    hasta olan engidu, orada gılgamış'ın ayaklarının dibine düşüp kaldı.
    gözlerinden yaşlar boşandı.
    gözlerinden yaşlar boşanan engidu'ya gılgamış dedi:
    "kardeş, sevgili kardeş!
    neden kardeşimin yerine beni suçsuz saydılar?
    öyleyse, şimdi ben bir ruh yanında mı oturuyorum?
    ruhların yeryüzüne çıktığı kapının dibinde mi oturuyorum (71)?
    benim sevgili kardeşimi bundan böyle gözlerimle göremeyecek miyim?"
    (görünüşe göre bunu izleyen 13 satırlık boşlukta, belki engidu'nun sıtma
    sabuklaması sırasında (72) kendi hastalığını humbaba'nın orman önünde
    duran kapıya yormuş olması anlatılmıştır.)

    engidu, gözlerini açıp, kapılarla bir insanla konuşur gibi konuştu;
    ama ormanın kapılarında akıl ve kavrayış yoktu.
    "i̇ki kez yirmi saatlik yerden senin kerestenin iyiliğini seçtim.
    ben, yüksek katranı görünceye kadar, senin kerestenin eşine rasgelmedim.
    senin yüksekliğin altı kez on iki endazeye varıyor.
    senin enliliğin iki kez on iki endazeye varıyor. (73)
    (bir satır ekgib)
    ben seni yapıp nipur'a getirdim ve orada taktım.
    senden böyle bir iyilik göreceğimi bilseydim,
    elime bir balta alır, seni paramparça eder,
    ve fırat üzerinde gitmek için bir sal yapardım."

    (elli satırlık boşluk... engidu, şamaş'tan lânetini avcının üzerine indirmesini diler:)

    "... onun kazancını yok et. onun kollarını güçten düşür. onun gidişini beğenme.
    peşine düştüğü hayvan ondan kaçsın; avcı gönlündekine ermesin!"

    fahişeye, huurya ilenmek için yüreği tutuşuyor:
    "senin yazgını huur, sana ben yazayım.
    bir yazgı ki, sonu gelmesin; sonsuza dek sürsün!
    sana ilençlerin en kötüsünü savurayım.
    karanlık yerin ilenci sabahın erkeninde karşına çıksın!
    gece yarısına kadar zevkinin evi sana belâ olsun! (74)
    (sekiz satırlık boşluk... anlaşılabildiğine göre engidu'nun ilençleri
    fahişeyi tutuyor:)
    şehir lâğımlarındaki pislikler senin yiyeceğin olsun!
    şehirdeki bulaşık suları senin içkin olsun!
    yattığın yer sokak olsun, durduğun yer duvar gölgesi olsun!
    (bir satır ekgib)
    sarhoş ve susuz, yanağına vursun!"
    (on satır boşluk)

    şamaş, onun ağzından çıkan sözleri işitince, ona gökten seslendi:
    "engidu, niçin fahişeye, huurya ileniyorsun?
    o fahişe ki, sana yaşamda gereken ekmeği yedirdi.
    o, sana ülkede içilen içkiyi içirdi.
    görkemli giysi giydirip, o şanlı gılgamış'ı sana yoldaş etti.
    şimdi senin kardeşin gibi olan arkadaşın gılgamış,
    seni rahat yatağına yatıracaktır.
    o seni görkemli bir yatakta rahat ettirecektir.
    esenlik olan bir yerde, solunda bulunan bir yerde seni oturtacaktır.
    yeryüzünün bütün hükümdarları ayaklarını öpecektir.
    o, senin için uruk halkına ah ettirip onları ağlatacak,
    mutlu kimselere çevresinde yas tutturacak ve o,
    senden sonra bedenini pis ve iğrenç bir duruma getirip,
    senin için kendinden geçerek, sırtına bir aslan postu atıp, çöllere düşecek."

    bu anda engidu, şamaş'tan yiğitin sözünü işitince,
    kükreyen yüreği hemen dinginleşti.
    (i̇ki satırlık boşluk... sonra engidu yeniden fahişeden söz ediyor; ama
    görünüşe göre, bu kez engidu, fahişeye iyilikler diliyor:)

    "seni krallar ve beyler sevsin.
    kibar delikanlılar senin için çektikleri karasevdadan dizlerini dövsünler,
    ve senin yoluna saçlarını yolsunlar!
    asker ve subaylar senin için kemerlerini söksünler!
    senin başına lacivert taşı ve altın dökülsün.
    hazine bekçisi önceden üzerine işlemişken,
    şimdi onun hazinesi senin için açılsın ve serveti yoluna saçılsın!
    seni tanrıların avlusuna ben zütüreyim.
    yedi çocuklu bir karı sana feda edilsin!"

    engidu'nun hasta karnı sancı içindedir.
    engidu odasında yalnız başına yatmaktadır.
    gece gördüğü düşü arkadaşına anlatıyor:
    "arkadaş, bu gece bir düş gördüm. gök bağırdı, yeryüzü yanıt verdi.
    ben, yalnız başıma kırda kaldım. orada asık yüzlü bir adam göründü.
    yüzü büyük bir kuşa benziyordu.
    kartal pençesi gibi, tırnaklı pençeleri vardı."
    (12 satırlık boşluktan sonra, kalan küçük bir parçadan elde edilecek sonuca
    göre, belki engidu, bu adamın kendisine bir ölümün garip biçimini nasıl
    gösterdiğini anlatmıştır:)

    "sonra o adam, beni tümüyle değiştirdi. kollarım sanki kuşlar gibi tüylendi.
    beni elimden tutarak; karanlığın evine, irkalla'nın (75) oturduğu yere,
    i̇çine ayak basanı bırakmayan eve, dönüşü olmayan yola,
    i̇çinde oturanın ışıktan yoksun kaldığı eve,
    tozun besin olduğu, çamurun yemek olduğu yere,
    i̇nsanın kuşlar gibi tüylü giysiler taşıdığı
    ve karanlık yerde ışığın görünmediği eve zütürdü.
    girdiğim tozun evinde, (76), tahtlar devrilmiş, kral taçları yere atılmıştı.
    anu ve enlil'e vekil olan,
    en eski zamandan beri ülkeye egemen olan
    krallık tacı taşıyan beyler,
    tepelerinde kızarmış et taşıyorlar, çörek taşıyorlar,
    i̇çmek için kırbalarında soğuk sular taşıyorlardı.
    girdiğim tozun evinde, yüksek rahipler ve bakanlar,
    kutsallık taşıyan kimseler oturuyor.
    tanrıların yakınları oturuyor,
    büyük tanrıların yağladığı rahipler (77) oturuyor,
    etana (78) oturuyor, şumukan (79) oturuyor, yer tanrıçası ereşkigal oturuyor,
    ve bunun önünde yerin yazmanı belitseri diz çöküyor.
    belitseri, elinde bir yazı levhası tutarak ereşkigal'a okuyor.
    o, yönünü çevirip bana baktı."
    (bundan sonra, yaklaşık elli satırlık boşluk geliyor... anlaşıldığına göre
    gılgamış anasına sesleniyor:)

    "onunla birlikte her güçlüğe katlandım.
    onunla birlikte nerelere gittiğimi düşün!
    benim arkadaşım iyi şeyler haber vermeyen bir düş gördü.
    onun düşü gördüğü gün, sona ermişti."

    bundan sonra engidu bir gün, iki gün yattı.
    ölüm engidu'nun yatak odasında oturuyor.
    beşinci, altıncı, yedinci, sekizinci, dokuzuncu ve onuncu gün...
    engidu'nun hastalığı ağırlaştıkça ağırlaştı.
    on birinci ve on ikinci gün engidu ölüm döşeğine yattı.
    bunun üzerine gılgamış'a bağırıp ona dedi:
    "arkadaş, ben bir ilence uğradım!
    savaşta ölen bir adam gibi ölmüyorum.
    savaştan korktuğum için şimdi onursuz ölüyorum.
    arkadaş, her kim savaşta ölürse talihlidir;
    ama ben düşkün bir durumda ölüyorum."

    to be contiunued..
    Tümünü Göster
    ···
  15. 90.
    0
    ░░▓▓▓▓░░▓▓▓░░░▓▓░░▓▓▓▓░░▓▓▓░░░▓▓░▓▓░▓▓▓░░░▓▓░░░░░░▓▓▓▓░░▓▓▓░░░░░▓▓▓░▓▓░░░░░▓▓▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓▓▓░░
    ░▓▓░░▓▓░▓▓░▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░▓░░▓▓░▓▓░▓▓░▓░░▓▓░░░░░▓▓░░▓▓░▓▓░▓░░░▓░▓▓░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░
    ░▓▓▓▓▓▓░▓▓░▓░░▓▓░▓▓▓▓▓▓░▓▓░▓░░▓▓░▓▓░▓▓░▓░░▓▓░░░░░▓▓▓▓▓▓░▓▓░▓░░░▓░▓▓░▓▓░░░░▓▓▓▓▓▓░▓▓▓▓▓▓░▓▓▓▓▓▓░▓▓▓▓▓▓░▓▓▓▓▓▓░
    ░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓░▓▓░▓▓░▓▓░░▓░▓▓░░░░░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓░▓░░▓▓░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░
    ░▓▓░░▓▓░▓▓░░░▓▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░░▓▓▓░▓▓░▓▓░░░▓▓▓░░░░░▓▓░░▓▓░▓▓░░░▓░░░▓▓░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░▓▓░░▓▓░ .
    ···
  16. 91.
    0
    ulan kopyala yapıştır değilse bunlar açcam
    ···
  17. 92.
    0
    @80 gılgamış destanını ezbere yazdım bin
    ···
  18. 93.
    0
    @1 restini görüyorum ve başımı koyuyorum.
    ···
  19. 94.
    0
    beyler terbiyesizlik yapmayın. biri bunları yanlışlıkla okursa sözlüğün düzeni bozulur entel olur amk. ben bile az kalsın okuyodum iki satır. ayıp oluyo silin şunları.
    ···
  20. 95.
    0
    AHIRIN avlusunda oynarken aşağıda, gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hüzünlü şırıltısını işitirdik. Evimiz iç çitin büyük kestane ağaçları arkasında kaybolmuş gibiydi. Annem, istanbul'a gittiği için benden bir yaş küçük olan kardeşim Hasan'la artık Dadaruh'un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu, babamın seyisi, yaşlı bir adamdı. Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı. Dadaruh'la birlikte onları suya zütürmek, çıplak sırtlarına binmek, ne doyulmaz bir zevkti. Hasan korkar, yalnız binemezdi. Dadaruh onu kendi önüne alırdı. Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşumuza gidiyordu. Hele tımar. Bu en zevkli şeydi. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı... tık... tıkı... tık... tıpkı bir saat gibi... yerimde duramaz,

    - Ben de yapacağım! diye tuttururdum.

    O vakit Dadaruh, beni Tosun'un sırtına koyar, elime kaşağıyı verir,

    - Hadi yap! derdi.

    Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdım.

    - Kuyruğunu sallıyor mu?

    - Sallıyor.

    - Hani bakayım?..

    Eğilirdim, uzanırdım. Ama atın sağrısından kuyruğu görünmezdi.

    Her sabah ahıra gelir gelmez,

    - Dadaruh, tımarı ben yapacağım, derdim.

    - Yapamazsın.

    - Niçin?

    - Daha küçüksün de ondan...

    - Yapacağım.

    - Büyü de öyle.

    - Ne zaman?

    - Boyun at kadar olduğunda...

    At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boyum atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun'un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, "Höyt.." diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı. Ben bir gün yalnız başıma kaldım. Hasan'la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. içimde bir tımar etmek hırsı uyandı. Kaşağıyı aradım, bulamadım. Ahırın köşesinde Dadaruh'un penceresiz küçük bir odası vardı. Buraya girdim. Rafları aradım. Eyerlerin arasına falan baktım. Yok, yok! Yatağın altında, yeşil tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce istanbul'dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun'un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu.

    - Sanırım acıtıyor? dedim.

    Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin, çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca yeniden denedim. Gene atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. istanbul'dan gelen, üstelik Dadaruh'un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim, parçaladım. Sonra yalağın içine attım.

    Babam, her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan evde hizmetçimiz Pervin'le kalmıştı. Babam çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı gördü; Dadaruh'a haykırdı:

    - Gel buraya!

    Soluğum kesilecekti, bilmem neden, çok korkmuştum. Dadaruh şaşırdı, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babam bunu kimin yaptığını sordu. Dadaruh,

    - Bilmiyorum, dedi.

    Babamın gözleri bana döndü, daha bir şey sormadan,

    - Hasan dedim.

    - Hasan mı?

    - Evet, dün Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi.

    - Niye Dadaruh'a haber vermedin?

    - Uyuyordu.

    - Çağır şunu bakayım.

    Çitin kapısından geçtim. Gölgeli yoldan eve doğru koştum. Hasan'ı çağırdım. Zavallının bir şeyden haberi yoktu. Koşarak arkamdan geldi. Babam pek sertti. Bir bakışından ödümüz kopardı. Hasan'a dedi ki:

    - Eğer yalan söylersen seni döverim!

    - Söylemem.

    - Pekâlâ, bu kaşağıyı niye kırdın?

    Hasan, Dadaruh'un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktı! Sonra sarı saçlı başını sarsarak,

    - Ben kırmadım, dedi.

    - Yalan söyleme, diyorum.

    - Ben kırmadım.

    - Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, dedi. Hasan inkârda direndi. Babam öfkelendi. Üzerine yürüdü "Utanmaz yalancı" diye yüzüne bir tokat indirdi.

    - zütür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin'le otursun! diye haykırdı.

    Dadaruh, ağlayan kardeşimi kucağına aldı. Çitin kapısına doğru yürüdü. Artık ahırda hep yalnız oynuyordum. Hasan evde hapsedilmişti. Annem geldikten sonra da bağışlanmadı. Fırsat düştükçe, "O yalancı" derdi babam. Hasan yediği, tokat aklına geldikçe ağlamaya başlar, güç susardı. Zavallı anneciğim benim iftira atabileceğime hiç ihtimal vermiyordu. "Aptal Dadaruh, atlara ezdirmiş olmasın?" derdi.

    Ertesi yıl annem, yazın gene istanbul'a gitti. Biz yalnız kaldık. Hasan'a ahır hâlâ yasaktı. Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların büyüyüp büyümediğini bana sorardı. Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi. Doktor geldi. "Kuşpalazı" dedi. Çiftlikteki köylü kadınlar eve üşüştüler. Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar, kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı. Babam yatağın başucundan hiç ayrılmıyordu.

    Dadaruh çok durgundu. Pervin hüngür hüngür ağlıyordu.

    - Niye ağlıyorsun? diye sordum.

    - Kardeşin hasta.

    - iyi olacak.

    - iyi olmayacak.

    - Ya ne olacak?

    - Kardeşin ölecek! dedi.

    - Ölecek mi?

    Ben de ağlamaya başladım. O hastalandığından beri Pervin'in yanında yatıyordum. O gece hiç uyuyamadım. Dalar dalmaz, Hasan'ın hayali gözümün önüne geliyor "iftiracı! iftiracı!" diye karşımda ağlıyordu.

    Pervin'i uyandırdım.

    - Ben Hasan'ın yanına gideceğim, dedim.

    - Niçin?

    - Babama bir şey söyleyeceğim.

    - Ne söyleyeceksin?

    - Kaşağıyı ben kırmıştım, onu söyleyeceğim.

    - Hangi kaşağıyı?

    - Geçen yılki. Hani babamın Hasan'a darıldığı...

    Sözümü tamamlayamadım. Derin hıçkırıklar içinde boğuluyordum. Ağlaya ağlaya Pervin'e anlattım. Şimdi babama söylersem, Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı.

    - Yarın söylersin, dedi.

    - Hayır,. şimdi gideceğim.

    - Şimdi baban uyuyor, yarın sabah söylersin. Hasan da uyuyor. Onu öpersin, ağlarsın, seni bağışlar.

    - Pekala!

    - Haydi şimdi uyu!

    Sabaha kadar gene gözlerimi kapayamadım. Hava henüz ağarırken Pervin'i uyandırdım. Kalktım. Ben içimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak için acele ediyordum. Yazık ki, zavallı suçsuz kardeşim, o gece ölmüştü. Sofada çiftlik imamıyla Dadaruh'u ağlarken gördük. Babamın dışarıya çıkmasını bekliyorlardı
    Tümünü Göster
    ···