-
1.
+2Basit olacak ama, özel mülkiyetin emek sömürüsüne yol açtığını çok kullanılan ıssız bir ada hikayesi ile açıklamaya çalışalım.Tümünü Göster
Diyelim ki ıssız bir adaya düştünüz. Yaşdıbınızı devam ettirebilmek için "üretim faaliyeti"nde bulunmanız gerekir. Yani "emek" ile hammaddeleri ürüne dönüştürmelisiniz. Ağaçlardan, taşlardan kendinize bir ev yaptınız, bazı hayvanların etinden, sütünden yününden yaralanmak için hayvan barınağı inşa ettiniz, adanın uzak kısımlarından topladığınız tohumlarla uğraşıp dininip bir tarla bile yaptınız. Sonuçta emeğiniz ile çeşitli ürünler ürettiniz.
Bir süre sonra birisi çıkageldi, dedi ki:
"Ben bu adanın mülkiyetine sahibim, işte bu yüzden bana ürettiğin ürünlerinin bir kısmını vermelisin." Siz itiraz ettiniz:
"Ama bunları ben kendi emeğim ile ürettim." 'Adanın sahibinin' cevabı hazır:
"Ama benim adamdaki ağaçlarla, toprakla, taşlarla ve hayvanlarla, işte bu yüzden ürettiklerinin bir kısmını bana vereceksin." Şimdi bu emek sömürüsü değil mi? Sizin emeğinizin ürünlerinin bir kısmını, bir başkası adanın sahibi benim diye alıp gidiyor. "Allah'ın adasını, taşını, hayvanını (kısaca üretim araçlarını) sen mi yarattın, nereden senin oluyormuş" diye sormak aklımıza gelebilir. Ancak sınıflı toplumlarda sınıfların varlığı ve üretim ve mülkiyet ilişkileri sorgulanamaz bir hal alır. Marx'ın dediği gibi sınıflı toplumlarda egemen olan fikirler egemen sınıfların fikirleridir.
işte yukarıdaki 'ada örneği'ndeki durum feodal üretim tarzında her gün yaşanan bir şeydi. Temel üretim aracı olan toprağın mülkiyetine sahip olan aristokrat sınıf (toprak ağaları), serf denilen topraksız köylülerin emekleri ile ürettiklerinin bir kısmına el koyuyordu.
Avrupa'da feodalizm yaşanırken Asya'da başka bir üretim tarzı egemendi. Marx'ın asyatik üretim tarzı denen bu sistemde toprağın özel mülkiyeti yerine devlet mülkiyeti vardı. Ancak devletin de sahipleri vardı. Despotik devlet, tıpkı aristokratlar gibi köylülerin ürettikleri ürünlerin bir kısmına el koyuyordu. Ancak devlet diye bir tüketim öznesi olmadığından, devletin sahipleri yani devletlû sınıf üretime katkı yapmadan üretimden pay alıyordu. Anadolu'daki türkmen aşiretlerinin dediği gibi:
"Ekende yok, biçende yok; yiyende ortak Osmanlı"
Köleci toplumdaki emek sömürüsü de özel mülkiyete dayanıyordu. Ancak burada mülk olan yani bir 'eşya' olarak kabul edilen şey, insandı. Efendiler, kölelerinin sahibiydi. Doğal olarak kölelerin ürettikleri tüm ürünler bizzat kölenin sahibi olan efendinindi. Tabiki kölenin yaşdıbını devam ettirmesi için gereken kısım, efendinin belirlediği kadarı ile köleye geri dönüyordu.
Kapitalizmde yine özel mülkiyete dayalı bir emek sömürüsü yaşanıyor. Burada bahsedilen 'özel mülkiyet' liberallerin sürekli çarpıttıkları gibi kişisel kullanım için örneğin kişisel ayakkabı, ev, araba vs. değil üretim araçları için bahsedilen özel mülkiyettir. Yani fabrikaların, makinaların, büroların, toprağın, taşın, demirin, madenlerin özel mülkiyeti. Kapitalizmde çalışan sınıf işçi sınıfı veya proletaryadır. işçi sınıfının emeği ile ürettikleri kendisinin değil, kullandığı üretim aracına sahip olan kapitalistindir. (sermayedarın, patronun) Örneğin bir ayakkabı fabrikasında çalışan işçi ürettikleri ayakkabılar üzerinde hiçbir tasarruf hakkına sahip değildir. Artık o ayakkabılar patronun malıdır. Patron ayakkabıları satar, çeşitli hammadde giderlerinden (deri, iplik ve işçinin ücreti ile diğer giderler) kalan para patronun kârıdır.
işçi emeğinin ürettiğinin tam karşılığını almaz. Yani işçi örneğin 10 ayakkabı üretecek kadar emek harcamışsa 10 ayakkabı parası almaz. Çünkü o zaman derinin, fabrikanın ve diğer üretim araçlarının sahibi olan patrona bir şey kalmaz. Halbuki patron kâr elde etmek için üretim yaptırıyor. işçi iyi veya kötü bir ücret alır, ancak emek ile üretime katkı yaptığı için değil de özel mülkün sahibi olduğu için üretimden pay alan bir patronu varsa, o işçinin emeği sömürülüyor demektir. Tıpkı ıssız adadaki hayali üreticinin emeğinin sömürülmesi gibi...
başlık yok! burası bom boş!