-
1.
+3Kısaca kendimden bahsetmek istiyorum.
Ben, özellikle okumayı seven, hatta mütevazi olmamak gerekirse okuma yazma bilen herkes tarafından mutlaka okunmuş olan ve her kesim tarafından sevilen agresif konular hakkında yazan bir yazardım.
Yazar derken sadece sözlük yazarı değil..
Profesyonel anlamda yazdıklarımla geçimimi sağlayan ben, özellikle yurt dışında birçok ünlü proje için senaryo yazdım. Neyse bu kısımları hızlıca geçeceğim.
Bir hikaye tadında anlatmak istiyorum yaşadıklarımı. Son kez burada kendi hikayemi yazıp bir daha da klavyeme dokunmamak üzere aranızdan ayrılacağım.
Ben de 90 lı yıllarda doğan ve o yıllarda büyümüş hemen hemen her Türk genci gibi margarin ve ekmek ağırlıklı beslenen bir çevreden geliyorum.
O çevreyi az çok anımsarsınız. Sokaklarda sobadan dolayı oluşan kurum kokusu, margarinli yemek yemekten zütü ramazan davulu gibi olmuş, kocası tarafından hep hor görülmüş mor patikli taklu zütlü teyzeler, yine karılarının çocuklarının rızkını kahvede çay oralet içerek harcayan dişleri sigara içmekten sararmış ve eski püskü renksiz ceketleriyle sabahtan akşama kadar işsiz güçsüz gezen dayılar, sokaklarda oynayan vitaminsiz çocuklar, cami bahçelerinde muhabbet eden dedeler, ıslak çorapların ayaklarınıza verdiği huzursuz soğukluk, akşam ibo showda izlenen dansözler, kalitesiz filmler ve daha niceleri...
devamı aşağıda... -
2.
+2Geleceğe doğru emin adımlarla koşamıyorduk o yıllarda. Okullardaki berbat eğitim sistemi, insanların Tecavüzcü Coşkun, Nuri Alço gibi idollerinin olması, küçük Emrah ın annesine haftada en az bir kez tecavüz edilmesi, kuyruğu kesilmiş sokak köpekleri, paslı borulardan bardaklarımıza doldurup içtiğimiz su, mahallenin abilerinden hiç suçumuz yokken yediğimiz dayaklar, sokaklara astığı yamalı ve yer yer sidik lekeleri olan nevresimlerine top çarpmasın diye topumuzu kesen teyzeler yaralamıştı bizim neslimizi. Ne beklenirdi ki bizden? Askere gidecektik, ev ya da arsa alacaktık ve evlenecektik. Barınmak için başımızı sokacağımız bir evimiz, üremek için de evlenmemiz gerekiyordu. Düşünebiliyor musunuz? Abraham Maslow un ihtiyaçlar piramidinin en alt basamağında belirttiği barınma ve üreme ihtiyacı bizim en büyük hedefimizdi. En büyük hedefi en alt basamak olan çocuklar nasıl kendilerini gerçekleştirebilirdi? Sonuç olarak yıllar sonra o nesil büyüyecek ve bu ülkeye cehennemi yaşatacaklardı.
-
3.
+1Büyüyorduk işte...
Bu kirli ortamda temiz kalmaya, namuslu olmaya, ülkemize faydalı bir birey olmaya çalışıyorduk. Vücüdumuz B vitamini, omega 3 diye yalvarırken bizlere sadece kurban bayramlarında et, hamsinin en ucuz olduğu zamanlarda balık yiyebiliyorduk. Yağı olmadan çalışan bir motorun yıpranması kadar yıpranmıştı beynimiz. Bizler tıpkı o yıllarda sokaklarda sahibine bırak artık beni dinleneyim biraz dercesine motorlarının bangır bangır bağırdığı, egzozundan siyah dumanlar çıkaran arabalar, üflenerek zoraki çalıştırılan atari kasetleri gibiydik.Bu beyin nasıl ezberleyecekti çarpım tablosunu okulda, nasıl ezberleyecekti subhanekeyi Kuran kursunda? -
4.
+2O yaşlarda öğrenmemiz gereken en büyük ders büyüklerimize asla itimat etmemiz gerektiğiydi aslında. Çünkü onlar dünyada bir tane dikili ağaçları olmadığı halde sağa sola öğüt vermek ve pis kıyafetlerle dolaşmaktan başka bir işe yaramıyorlardı. Çünkü o büyükler sabahtan akşama kadar evinde çalışan karılarını balkonda çamaşır astıkları için kıskanıp dövüyor, yemeklerini beğenmediği için hor görüyor, kızlarını toplumdan soyutlayıp akşamları ibo showda dansöz izliyor, sonra azıp akşama kadar yorgunluktan, dayaktan ve pgibolojik şiddetten bitap düşmüş ve hayatlarında bir kere bile cinsel açıdan tatmin olmamış eşlerini keyifle beceriyorlar ve yine sadece kendileri mutlu oluyorlardı.
Çünkü o büyükler, erkek çocuklarına sabah akşam adam ol, namuslu ol, asker ol diye öğütler verip, sonra o çocuklarını işe sokmak için belediyeden tanıdıklarının kıçlarını yalıyor, türlü yalakalıklarla torpil yaptırıyor ve kul hakkı yiyorlardı. Ama o çocuk cumayı kaçırsa dayak yiyecek, o çocuk ekmek kırıntısına bassa çarpılacaktı.
Namaz dedik de aklıma geldi. Ben de o dersi cuma namazında almıştım. On yaşlarında bir cuma namazında mahalle büyüklerimizden Sami amcanın arkasında saf tutmuştum. Namazın sonlarına doğru Sami amca rükuya eğilirken burnumun tam ortasına acı bir şekilde osurmuştu. Namaz çıkışında Sami amcaya:
-Sami amca senin namazın kabul olmadı dedim.
-Nedenmiş o eşoğlueşek dedi.
-Çünkü yellenmek abdesti bozar. Kuran kursunda öyle öğrendik dedim.
Sami amca bu sözüm üzerine herkesin içinde sert bir tokatı yapıştırdı yüzüme.
Doğruyu söylediğim için yemiştim bu tokatı. Yine de osuruğunun keskin kokusundan daha hafif gelmişti bu tokat bana.
işte o gün öğrendim büyüklerin arkasından yürümemem, onların sözlerini çok da önemsememem gerektiğini. Zaten gelecekte o büyüklerin izinden giden çocuklar yaşatacaktı bu ülkeye cehennemi... -
5.
+1Bölüm - 1: DAHA RAHAT SIÇABiLMEKTümünü Göster
Dayımın eşi doğum yapacağı için annem bugün hastanede onu bekleyecekti. Babam da iş için şehir dışına gitmişti. Bu yüzden dedemlerde kalmak zorundaydım. O zamanlar daha on iki yaşlarındaydım. Yarın hayat bilgisi sınavım olduğu için dedemin evinde ders çalışmam konusunda uyarılmıştım.
Dedem ve babaannem şehir merkezine uzakta, bir oda, bir mutfak sobalı bir evde yaşıyorlardı. Yaşlı dedem sürekli bir şeyler çizer ve tasarlar, tasarımlarını evin bahçesindeki küçük atölyesinde üretirdi. Elinden pergeli ve kalemi hiç ekgib olmazdı. Kendi çapında icatlar yapan ilkokul mezunu bir bilim insanıydı. En son icadı ise bir tuvaletti. Yaşından dolayı alaturka tuvalette çömelip kalkamadığı için kendisine rahatça ihtiyaçlarını giderebileceği bir tuvalet yapmıştı. Annem beni oraya bıraktığında ise dedemin bana ilk sözü şu olmuştu:
-Hadi gel sana muhteşem eserimi göstereyim.
Tuvaletten etkilenmemek mümkün değildi. Tavanında sarı ışık saçan bir akkor lamba vardı. Aşırı garantici olan yaşlı kurt, işini yaparken elektriklerin gitmesi ihtimaline karşın duvara monte ettiği rafa mum ve çakmak koymuştu. Mum ayrıca güzel koku yayılmasını sağlıyordu Rahatça abdest alabilmek için ayak hizasına ve el hizasına yerleştirdiği üst üste duran iki musluk ve hemen önündeki oturak oldukça garip duruyordu. Klozet alaturka sistemin üzerine inşa edilmişti. Hijyenik olsun diye kapağı ayakla pedala basınca açılacak şekilde tasarlanmıştı. Klozet dediğime bakmayın. Alafranga tuvaletteki klozetlere hiç benzemiyordu. Oturma alanı lastikli ve yaylı bir mekanizmaydı. Yaylar oturulduğunda amortisör etkisi yaratıyor ve lastik de soğuk fayansla teması engelliyordu. Dedemle gurur duyuyordum.
Tuvalet gösterisi bittikten sonra içeri geçtik.
Ben hemen kitaplarımı çıkarıp sobanın kenarına oturup ders çalışmaya başladım Babaannem ve dedem ise televizyonda haberleri izleyerek meyve yiyorlardı. Dedem yeni tuvaletini kullanma isteğinden olsa gerek dişleri olmamasına rağmen babaannemim ona bıçağın ucunda uzattığı elmaları adeta çiğnemeden yutuyordu. Sonunda beklenen an gelmişti. Dedem oldukça gururlu bir ses tonuyla
-Ben sıçmaya gidiyorum dedi.
Babaannem de ona:
-Hadi kolay gelsin sana kocamanım. zütünün rahatını biliyorsun dedi.
Dedem:
-Zahide bir kere geliyoruz dünyaya, yakında göçüp gideceğiz zaten Bari ölene kadar kolay bir yaşantımız olsun diyerek cevap verdi.
Dedem tuvaletteyken babaannem de sobanın üzerindeki ibrikteki suyun sıcak olup olmadığını kontrol ediyordu. Çünkü birazdan dedem elini yıkamak için sıcak su isteyecekti.
Gitmesinin üzerinden on dakika geçmişti ki tuvaletten gelen acı bir sesle irkildik. Aslında bu ikinci irkilişimizdi. ilki dedemin osuruğunun sesiydi. ikincisinde ise dedem Zahide, diye bağırıyordu. ilk önce sıcak su istediğini düşünsek de bu bağırış su isteme bağırışı olamazdı. Babaannem ve ben hemen koşarak tuvalete gittik. Babaannem yaşlı olduğundan benim arkamda kalmıştı hemen beni geriye çekerek tuvaletin kapısını açtı. Gördüğümüz manzara ise gerçekten inanılmazdı Klozet zavallı dedemi vakumlamıştı. Oturduğu lastik alan kırılmış ve dedem beline kadar alttaki geniş boşluğa düşmüştü. Ayakları havada kalmış ve iki büklüm oluştu. Lastik ise içeride malum yaşlılık sebebiyle buruşan poposunu daha da sıkıştırmış ve sonuç olarak dedem klozetin içinde kalmıştı.
Klozet çay bardağına benziyordu. Oturulan alan genişti ve dedemin poposu ise daralan alanda sıkışmıştı. Dedemi ne kadar çekmeye çalışsak da oradan çıkaramamıştık. Evin çevresinde başka kimse yaşamıyordu. Annem hastanede babam ise şehir dışında olduğundan babaannem itfaiyeyi aramıştı. Neyse ki itfaiye hemen geldi. Ekipler geldiğinde onlar da manzara karşısında şok olmuştu. Dedemi yarım saat süren bir çabanın karşısında o korkunç alandan çıkardılar.
Dedem çıkar çıkmaz donunu yukarı çekti ve hepimize
-Ulan az daha tak yoluna gidiyorduk dedi.
Herkes kendinden geçmiş bir şekilde gülüyordu. Babaannem dedeme
-Allah seni bana bağışladı kocamanım diyerek sarıldı.
Bir itfaiye eri ise tok sesiyle dedemin tuvaletin kapısına asetat kalemle yazdığı şu yazıyı okudu.
“Bilim, iyi zamanlarda servet, kötü zamanlarda bir sığınak ve iyi bir yol göstericidir. - Aristoteles”
Sonra da dedeme dönerek:
-Dede sen bırak şu bilim, icat işlerini. Neyine gerek senin bilim dedi ve gittiler. Ben de dedemin kapıya yazdığı o yazıyı itfaiye eri okuyunca fark etmiştim.
Sonunda bu garip gün bitmek üzereydi. Yatağıma uzandım ve bu yazı hakkında uzun uzun düşündüm.
Dayımın ise bir oğlu olmuştu…
Devamı gelecek