1. 1.
    +2
    sabahın onu olduğu için dönere pek rağbet eden yoktu. zaten bu müşteride bir garipti. yemek yiyişi bir hayvana andırıyordu. bir ısırışta ekmeğin yarısını mideye indirmişti. küçük çırak ilgiyle müşteriye izliyordu.
    ···
  2. 2.
    +2
    sonra;
    “hüseyin usta, bir buçuk i̇skender ver dedeme, kolada ver, kolayı sever dedem,” dedi yumuşak sesiyle.
    orta yaşlı usta tüm sevecenliğiyle;
    “tamam binnur kızım,” diye cevap verdi.
    o sırada on beş yaşındaki çırağı hemen iskenderin malzemelerini uzun, beyaz, plastik, kayık tabağa koymaya başlamıştı. çocuk için gün, ilginç olaylarla başlamıştı. enerji dolu beynini rahatlatıyordu, bu olaylar.
    ···
  3. 3.
    +2
    dedenin mahzunluğu ve utangaçlığı devam ediyordu. başını onay anlamında hafifçe salladı. dişsiz ağzından da “hı,hı,” sesi çıktı. uykudan uyanan bir kedinin mırlaması bile bu sesten kuvvetliydi.
    kız doğrulurken bir masa ilerideki müşterinin koyu kahverengi gözleriyle karşılaştı. bir an durdu.
    ···
  4. 4.
    +2
    “dede, şöyle geç otur masaya,” dedi ses.
    yaşlı adam sandalyenin ucuna ilişerek oturdu. cılız, utangaç sesiyle;
    “allah razı olsun kızım,” dedi.
    önceki müşteri ısırdığı lokmayı çiğnemeyi unutmuş, alık alık kıza bakmaktaydı.
    kız, dede dediği adamın omzuna eline koyarak;
    “dedem ne istersin?” diye sordu. “bir buçuk i̇skender yapsınlar mı?”
    ···
  5. 5.
    +2
    sararmış, kalın tırnakları yaşlı bir adama yakışmayacak kadar uzamıştı. gri pantolonu üç-dört yerinden değişik renkli kumaşlarla yamalıydı. yamanın acemi eller tarafından yapıldığı dikiş izlerinden belli oluyordu. dikiş aralıkları uzun tutulmuş, bu aralıklardan yama kumaşının bir kısmı kurtulmak ister gibi dışarı fırlamıştı. pantolonu, ceketi, şapkası gibi kendiside kir içindeydi.
    ···
  6. 6.
    +2
    herhangi bir zamanda, herhangi bir yere muhakkak birileri girer veya çıkar ve böylece hikayeler böyle başlar. i̇şte; dönerciden içeriye yaşlı bir adam girdi. yaşlı adamın görünüşünden, sokakların acımasızlığını ev olarak seçtiği veya seçmek zorunda kaldığı hemen anlaşılıyordu. siyah ceketinin kolları ve kenar uçları o kadar yıpranmıştı ki; fare kemirse bu kadar olmazdı! adam yine de, kirli elleri ile düğmesiz ceketinin önünü kapatmaya çalışıyordu.
    ···
  7. 7.
    +2
    çırak hazırladığı tabağı ustanın önüne koyarken merakla;
    “binnur ablanın dedesi mi?” diye sordu.
    hüseyin usta paslanmaz, yemek maşasıyla pişmiş et parçalarını tabağa güzelce dizdi. sonra kaşlarını çatarak çırağa döndü.
    “hayır değil. sen işine bak,” diye yanıtladı.
    çırak tabağı dedenin önüne koyarken önceki müşteri yerinden kalktı. uzun bacaklarının üzerinde durun iri, geniş gövdesi düşecek gibi gözüküyordu. oldukça da iri bir kafası vardı. yüzüne bakılınca eskiden yüz felci geçirdiği hemen anlaşılıyordu. çenesi sol tarafa doğru kaymıştı. sağ yanağı şişkindi. tükürüklerini tutamadığı biçimsiz dudak kenarlarındaki beyaz, kurumuş kalıntılardan anlaşılıyordu. bu haliyle bir insan azmanına benziyordu.
    ···
  8. 8.
    +2
    nisanın ortasında olmasına rağmen afyon’da bahar yüzünü yeni göstermeye başlamıştı. şehir yeni yeni canlanmaya, renklenmeye başlamıştı. dükkanların kapıları sonuna kadar açıktı, caddeler insanlarla doluydu. uzun süren kış mevsimi insanları bezdirmişti. böyle havalar özlenmişti.
    i̇maret camisini karşısındaki küçük dönercinin tek müşterisi vardı
    ···
  9. 9.
    +2
    bu olaydan bir yıl sonra binnur yeşil parkta tek başına oturuyordu. hüseyin’in iki böbreği de çok iyi çalışıyordu. i̇çinde daima hüseyin’in varlığını hissediyordu. tam hüseyin’i düşünürken bir gölge düştü, önüne. başını kaldırdı. olcay’ın gülümseyen yüzünü gördü.
    olcay;
    “merhaba, uzun zamandır görüşmüyorduk,”dedi.
    binnur hiç cevap vermedi.
    olcay;
    “evet, haklısın biliyorum çok kızgınsın, ama dediğim gibi annemde hastaydı, evden ayrılamazdım,” dedi. hüseyin’in binnur için kendisine vurmasını gazetelerden okumuştu. ve belki de hayatı boyunca birisinin doğruluğunu inanmıştı. ama oda ölmüştü.
    ···
  10. 10.
    +2
    binnur;
    “hala yalancısın, hiç değişmemişsin, ayrıca yüzsüz herifin tekisin” dedi.
    olcay şen bir kahkaha attı;
    “lütfen yapma, ben seni sevmiştim,” der demezde yüzünde bir tokat hissetti.
    binnur’un yüzü sinirden iyice gerilmiş bir halde;
    “sevgi kelimesini ağzına alma, senin gibi çirkinlerin sevmeye hakkı yoktur,” diyerek arkasına döndü ve uzaklaştı. belinde tatlı bir ürperme hissetti. gülümsedi, “hala beni koruyor,” diye düşündü. yaşamı boyunca hüseyin’i sevmekten vazgeçmedi.
    ···
  11. 11.
    +2
    hikaye bitti beyler okuyanlar rezervlersin.
    ···
  12. 12.
    +2
    kız tekrar ustaya dönerek;
    “hesabıma yaz ustam, dedem benli bensiz ne zaman gelirse istediğini ver,” diyerek, ustadan da onay aldıktan sonra aceleyle dönerciden çıktı. çıkmadan önce kendisine süzen müşteriyle göz göze gelmişti. ve yeşil gözleriyle gülümsemişti.
    müşterinin yüzü kapıdan yana döndüğü için tüm çirkinliği ortaya çıktı. çirkin yüzünde gülümsemeye benzer bir dalgalanma gözüktü. sonra, dönerek büyük ağzıyla geviş getirir gibi biraz önceki lokmayı çiğnemeye başladı.
    ···
  13. 13.
    +1
    “i̇ki buçuk elli,” diye mırıldandıktan sonra biraz düşündü. “bir birlik birde dört yüz elli ekgib,” dedi. öylece durmuş kıza bakıyordu.
    kız, adamın hiçbir hareketini kaçırmadan sonuna kadar izlemişti.
    “önemli değil efendim,” dedi gülümsüyordu.
    adam, kalın kaşlarını çatarak;
    “ödeyeceğim,” diye karşılık verdi.
    kız, tekrar;
    “önemli değil efendim, geçmiş olsun,” dedi.
    adam, iri bedeninden beklenmeyecek bir çeviklikle, fırlarcasına eczaneden çıktı. kız, arkasından şaşkınca baka kaldı.
    ···
  14. 14.
    +1
    sabah güneşinin ışığı öğleninki kadar görkemli değildir afyon da. isıtmadan uzak, rengi mattır. afyon da hemen hemen her mevsim akşamları, geceleri ve kuşluk vakitleri serin olur. sadece yazın bir-bir buçuk ay bu serinlik çok etkili değildir. ama diğer aylarda bu serinlik insanların üzerlerine bir şeyler alması gerektiğini hissettirir.
    ···
  15. 15.
    +1
    kız hemen doladı doğru eğildi, siniri geçmişti. gülümseyen yüzüyle;
    “hangisinden vereyim? vermidon, novalgin, aspirin?” diye sordu.
    adam birazcık rahatlamış sesiyle;
    “novalgin,” diye yanıtladı.
    kız, ilacı çıkardı. beyaz, küçük elleriyle ince bir kağıt alarak ilaç kutusunu sardı. yan gözle de adamı süzüyordu. i̇çinden de “ne kadar da açık, bir harita gibi tüm düşünceleri belli oluyor,” diye geçiriyordu. adam, gözlerini iri iri açmış, yiyecek gibi kızın ellerine bakıyordu. binnur yerine başkası olsa adamdan kesin korkardı. ama, binnur adamın sadece hayranlık duyduğunu, hissettiğini hemen anlamıştı
    ···
  16. 16.
    +1
    bir çok yerde olduğu gibi afyon’da da güne ilk başlayan işletmeler çay ocakları ve kahvehanelerdir. sabah ezanı okunmadan önce işletme sahibi anahtarı vuru kapıya, ezan okunduktan sonra on beş dakika sonra taze bir çay kokusu, anbar yolundan, yeşil yoldan, cumhuriyet mahallesinden, kurtuluş ve yukarı pazar caddesinden ve de çavuşbaştan yükselerek kalenin burçlarına kadar ilerler. bu çay kokusuyla beraber gece böcekleri, kedileri ve köpekleri inlerini geri çekilirler. gece bekçileri düdük öttürmeyi bırakırlar. çünkü; bilirler ki, bu saatten sonra ortada korkulacak bir şey kalmamıştır.
    ···
  17. 17.
    +1
    camiden çıkan, çoğunluğunu yaşlıların oluşturduğu, cemaat günün ilk çaylarını içerlerken şafak söker. güneş, afyon’un üstünde parlamaya başlar. böylece, karanlıkta saklanan şehrin düzensiz yapılaşması ortaya çıkar. küçücük yollar, gereğinden büyük yollar, yüzyıllık evler, modern evler iç içedir. sanki, birisi bu şehri kurarken hızlı davranarak seçiciliği elden bırakmıştır. ama tüm bunlara rağmen şehrin içe dönük yapısından dolayı bir mistik hava vardır. karahisar kalesinden veya hıdırlık tepesinden şehri izlerseniz bu mistik havayı yakalarsınız.
    ···
  18. 18.
    +1
    afyon da çok sıra dışı olay olmaz. her yerde olan şeyler vardır. hırsızlık ve trafik kazaları olur. sık sık da gencin birisi bir kız kaçırır.
    i̇şte güneş daha yeni parlamaya başlamıştı ki, imaretin çapraz karşısında ki eczanenin önünde ayakta bekleyen adamın iri gölgesini yere vurdu. adam, hiç kımıldamadan eczanenin kapısının önünde bekliyordu. bu haliyle canlı bir heykele benziyordu. saat sabahın yedisiydi. adam sekize kadar orada hiç kıpırdaman bekledi.
    ···
  19. 19.
    +1
    bir köpekten bile aşşağı olsa, benimde yaşamaya hakkım yok mu? Old Boy
    ···
  20. 20.
    +1
    ve konuyu şu iki sözle bitirmek istiyorum.

    "saçımı taradım keşke yüzümü de tarayabilseydim."
    "biri bana çirkin olduğumu söyledikten sonra; gölgeyi güneşe, karanlığı ışığa yeğler olmuştum."
    charles bukowski..

    sözler iyidir fakat anlayana...
    ···