/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 20.
    0
    gezinen ellerimin yer
    değiştirmesinden soluk alıp verişime kadar en küçük
    bir hareketimin bile dilinden anlıyor, istediklerimi
    anında yerine getiriyordu. Ben biraz hızlanınca,
    "Henüz değil, biraz bekle" diyerek oyunu uzatıyordu.
    Ya da beni hırslandırmak için, "Evet evet, daha sert,
    daha derine" diye soluyordu.
    Bu kadar kısa sürede, böyle mahrem bir alanda, beni
    bu kadar iyi anlaması, yönlendirmesi gerçekten
    mucizeydi. Sonunda yaşamımı değiştirecek kadını
    bulmuştum. Peki şimdi ne yapacaktım? Mutlu bir
    evliliğim, daha doğrusu mutlu olduğunu sandığım bir
    evliliğim vardı. Boşansam, o kadar kolay değildi. Hem
    bakalım, bu mucize sevgili benimle evlenmeyi
    isteyecek miydi ? Sevişme sonrasında bütün bunlar
    hızla kafamdan geçti.
    Elbiselerini giymiş, doygun ama tatlı gözlerle bana
    bakıyordu.
    "Mucizenizi gerçekleştirdim mi ?" diye sordu.
    "Evet" dedim. "Haklıymışsınız. Siz gerçekten de
    düşlerimdeki kadınmışsınız." "Söylemiştim."
    Yavaşça kalktı, pardösüsüne baktı. "Gidiyor
    musunuz?" dedim korkuyla.
    "Biraz daha kalırsam mucize bozulabilir" diyerek
    pardösüsünü geçirdi sırtına. "Sizi bir daha
    göremeyecek miyim?"
    "Neden göremeyecekmişsiniz ?" dedi pardösüsünün
    düğmelerini iliklerken. "Yakında buradan taşınıyorum,
    ama yine Sadri'yi arayarak bana ulaşabilirsiniz."
    Kafam karışmıştı; bahsettiği adamı tanımıyordum.
    "Sadrimi? Odakim?"
    Kadmın gözlerindeki masum ifade birden değişti.
    "Sadriii" dedi, "bizim Sadri."
    "Bizim Sadri mi? Bir yanlışlık olmalı... " Gözlerini
    kısarak, meydan okurcasına baktı.
    "Bakın düşlerdeki kadm fantezisini filan anlıyorum.
    Ama işi tadında bırakalım. Artık gerçeğe dönme
    zamanı."
    "Ne... Ne diyorsunuz gerçekten anlamıyorum." Hiç
    beklemediğim bir davranışta bulundu.
    "Bana bak lan" diye gürledi. "Senin kim olduğunu
    bilmiyorum ama eğer paramın üzerine yatacağını
    sanıyorsan, aldanıyorsun." "Ne parası?" diye
    kekeledim şaşkınlıkla.
    Bir panter gibi hırsla üzerime atladı. Yakamdan tutup
    sarsmaya başladı.
    "Ağzına sıçarım ulan senin! giberken hevesliydin de,
    iş parayı vermeye gelince mi çekingen oldun."
    "Lütfen... Lütfen... " diye mırıldandım.
    "Ne lütfeni lan? Bomontili Neşe'nin parasını kimse
    yiyemez."
    "Lütfen yakamı bırakın öyle konuşalım" dedim, "inanın
    ne demek istediğinizi anlamıyorum." Yakamı
    bırakmadı, ama merdıbını kendi üslubuyla açıkladı:
    "Anlamayacak bir şey yok. Vizite ücretimi istiyorum.
    Yani 100 doları. 100 dolardan bir kuruş aşağı olmaz."
    Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldu.
    Sonunda gerçeği anlamıştım. Bir an ne yapacağımı
    bilemedim. Gülsem mi, ağ-lasam mı ? Ama kadın
    artık sabrının sonuna gelmişti.
    "Hadi" dedi yakamı çekiştirerek, "geceyansına kadar
    bekleyecek halim yok. Sökül paralan."
    "Tamam tamam" dedim. "Özür dilerim, hemen
    veriyorum."
    Böyle söyleyince bıraktı yakamı. Ama bırakırken
    uyarmayı da ihmal etmedi.
    "Bir katakulli filan yaparsan... "
    "Yok yok, o dediğinden yapmayacağım" diyerek
    kasayı açtım. 100 dolar tutarındaki parayı ona
    uzattım. Birdenbire yumuşamam kadını şaşırtmıştı.
    Parayı alırken düşünceli bir ifadeyle yüzüme baktı.
    "Yoksa doğru mu söylüyorsun ? Sen, Sadri'nin
    bulduğu müşteri değil misin ?" Artık diretmenin bir
    anlamı yoktu.
    "Tabiî ki o müşteriyim" dedim bozuntuya vermeden.
    "Sadece biraz şaka yapmak istemiştim." "Yapma,
    para konusunda kimseyle şaka yapma. Ters birine
    düşersin, hacamat eder adamı." "Olur yapmam"
    dedim.
    Kapıdan çıkmadan önce döndü. Dudaklanndaki
    çapkın gülümseme yeniden belirmişti. "Yine de
    sevdim seni" dedi. "Matrak adamsın. Ne zaman canın
    isterse Sadri'yi ara." "Ararım" dedim.
    Çıktı. Ben de odama döndüm, pencereden baktım;
    düşlerimde-ki kadın caddeye doğru yürüyordu.
    Gözden yitene kadar onu izledim.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 19.
    0
    Sorusunu yanıtlamadan önce derin bir nefes aldım.
    "Düşümde." "Ne?" "Lütfen beni delinin biri sanmayın.
    Sizi gerçekten de düşümde gördüm."
    Şaşkınlığını sandığımdan daha çabuk atlattı.
    Vişneçürüğü rujla boyanmış dudaklarında muzip bir
    gülümseme belirdi.
    "Peki ne yapıyordum düşünüzde ?" diye sordu. Sesi
    çapkınca çınladı ofisimin ağırbaşlı duvarlarında. Olanı
    biteni büyük bir istekle, bütün ayrıntılarıyla anlattım.
    Hiç sesini çıkarmadan, tek bir soru bile sormadan
    dinledi beni. Sözlerim bitince gülümsedi: "Boşuna
    değilmiş size aşina olmam. Demek ki ben de sizi o
    düşten hatırlıyorum."
    Şaşkınlık sırası bana gelmişti. "Nasıl yani? Siz de mi
    aynı düşü gördünüz?" "Neden olmasın ?" Ağzım açık
    kalmıştı. "Ama... Ama bu bir mucize." "Mucizelere
    inanmaz mısınız ?" "Bilmem... Hiç düşünmedim. Daha
    önce başıma hiç böyle bir mucize gelmemişti."
    "Normal" dedi. "Çünkü daha önce bana
    rastlamadınız." "Anlayamadım" diye mırıldandım.
    "Anlayamayacak ne var canım. Görmüyor musunuz
    benim işim mucizeleri gerçekleştirmek." Alık alık
    baktığımı görünce, yapmacık bir düş kırıklığı içinde
    dudak büktü. "Yoksa bana inanmıyor musunuz ?"
    "Bilmiyorum" dedim çaresizlik içinde. "Size inanmayı
    çok istiyorum. Ama benimle alay ediyorsunuz diye
    korkuyorum." Cesur bir ifade belirdi yüzünde. "Bunu
    anlamanızın bir tek yolu var."
    "Nedir?" dedim.
    "Öpüşmemiz" dedi. Duyduğuma inanamadım.
    "Anlamadım!"
    "Oysa çok basit. Düşünüzde öpüşmüyor muyduk?
    Yeniden öpüştüğümüzde düşlerinizdeki kadının sizde
    bıraktığı o muhteşem etkiyi hissederseniz, o kadın
    olduğumu anlarsınız." "Đyi ama, nasıl olur?" diyecek
    oldum.
    Hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı, bana yaklaştı.
    Ellerimden tutup beni de ayağa kaldırdı. Diliyle
    dudaklarını ıslattığını gördüm. Gözlerindeki arzu öyle
    güçlüydü ki, böyle bir öpüşmeye hazır olmadığım
    halde hayır diyemedim. Đyice yaklaştı, parfümünün
    kokusunu duyuyordum, gül kokusu değil diye
    düşünürken, dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Çok
    heyecanlanmıştım, bu öpüşmenin düşümdekine
    benzeyip benzemediğine bile karar veremi-yordum.
    Zaten bunun pek önemi de kalmamıştı. Kadın
    bedenini bedenime iyice yasladı. Đş öpüşmeden çıkıp
    ön sevişme halini almıştı. Elini cinsel organıma
    kaydırdığını hissettim. Đrkilir gibi oldum, kendimi geri
    çekmeyi düşündüm. Ama kurtuluş yoktu. Sağ elimi
    yakalayıp elbisesinin altına soktu. Elim çıplak tenine
    dokundu. Sıcacıktı, diriydi, istek doluydu. Artık bu
    sevişmenin sonuna kadar gideceğini anlamıştım.
    Olacakları kabullenip, kendimi sevişmenin uyumuna
    bıraktım.
    Müthişti. Bedeninde
    Tümünü Göster
    ···
  3. 18.
    0
    "Aslına bakarsanız, ne yalan söyleyebilirim ne de
    sokakta kadınları çevirip konuşmaya çalışırım. Bunlar,
    pek benim yapabileceğim türden işler değil." Kadehimi
    masanın üzerine koyduktan sonra sürdürdüm
    sözlerimi. "Biraz çekingenimdir aslında... " "Ama bana
    karşı pek çekingen davranmadınız."
    "Davranmadım. Ama sizinle konuşmak için günlerce
    kendimle mücadele ettiğimi bilmenizi isterim. Sizi ilk
    gördüğüm günden beri, yanınıza gelmek konusunda
    kendimle didişip duruyorum." "Beni ilk nerede
    gördünüz ?"
    "Burada" dedim elimle pencerenin dışını göstererek,
    "ofisimin önünde, siz fundalıklı yoldan geçerken... "
    Dalgm mırıldandı.
    "Evet, bu yolda yürümeyi seviyorum." Dalgınlığından
    kurtulup bana döndü. Sanki kızacakmış gibi kaşlarını
    çatmıştı, ama bakışlarında hiç öfke yoktu.
    "Yani günlerce beni izlediniz... " diye söylendi. "Özür
    dilerim, izlemek değil de... Gayriihtiyarî gördüm,
    pencereden bakarken... Görünce de... " "Görünce de
    izlemeye başladınız." "Evet ama düşündüğünüz gibi
    değil." Anlamamıştı, soru dolu bakışlarını yüzüme
    dikti. "Aslında, bu sizi ilk görüşüm değildi. Sizi daha
    önce de görmüştüm... "
    "Öyle mi? Nerede?"
    ···
  4. 17.
    0
    Elbisenin boyu pek uzun değildi, kadının
    güneş yanığı dizlerinin on santim kadar üzerinde son
    buluyordu. Onu böyle görünce ne yalan söyleyeyim,
    heyecanım bir kat daha arttı. O ise rahat tavrını
    sürdürerek, sanki onu daha iyi görmemi istiyormuş
    gibi, tam karşıma geçip oturdu. Koltuğa oturunca,
    elbisenin etekleri iyice yukarı çekildi, bacakları bütün
    güzelliğiyle ortaya çıktı. Bacaklarına bakmamaya
    çalışarak, "Size
    ne ikram edebilirim ?" diye sordum. "Soğuk bir şey... "
    "Meyveli gazoz?.. "
    "Beyaz şarabı tercih ederdim" dedi.
    "Şarap" dedim şaşkınlıkla. Allah'tan buzdolabında
    aylardır bekleyen küçük bir şişe şarabım vardı. "Tabiî,
    hemen."
    Şarabı açıp, yanında iki bardakla getirdim.
    Elimdekileri ortadaki sehpanın üzerine koyduktan
    sonra karşısındaki koltuğa geçip oturdum. Đkimizin
    kadehini de şarapla doldurdum, bu süre içinde hiçbir
    şey sormadı. Dudaklarında içten bir gülümsemeyle
    beni izlemekle yetindi. Sonra uzanıp kadehini aldı,
    usulca benimkine dokundurdu.
    "Sağlığınıza... "
    "Sağlığınıza" dedim.
    Kadehini önündeki sehpanın üzerine koyduktan sonra
    sordu:
    "Eee anlatın bakalım, neymiş benimle konuşacağınız
    konu? Çok merak ediyorum."
    Ben kadehimi hâlâ elimde tutuyordum.
    "Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum" dedim. "Belki
    de bana inanmayacaksınız, belki sizinle konuşma
    fırsatı yaratmak için yalan söylediğimi sanacaksınız."
    Ela gözlerinden çapkm bir ifade geçti.
    "Benimle konuşma fırsatı yaratmak için yalan söyler
    misiniz ?" diye sordu.
    ···
  5. 16.
    0
    "Bu kadar heyecanlı olduğunuza göre anlatacaklarınız
    çok ilginç olmalı... " diyerek ağzımı yokladı.
    "Gerçekten de çok ilginç. Duyunca siz de bana hak
    vereceksiniz."
    "Çok merak ettim şimdi. Benim hakkımda mı?"
    "Sizin hakkınızda" dedim. Utana sıkıla ekledim. "Tabiî
    benim de."
    Dudaklarında çapkın bir ifade belirdi.
    "Haliyle, siz olmadan olmaz."
    Sesi manidardı. Benimle alay edecek diye korkmaya
    başladım ama ok yaydan çıkmıştı bir kere, gittiği yere
    kadar sürdürecektim. Ancak büroya gidinceye kadar
    soru sormadı. Ben de cesaret edip onunla
    konuşamadım. Büronun kapısına gelince, yine o
    bozdu sessizüği, "Tamdık geliyorsunuz" dedi. "Daha
    önce karşılaşmış mıydık?"
    Az kalsın düşümde diyecektim, "Ben de sizinle bunu
    konuşmak istiyordum" dedim. Kadının yüzünde şaşkın
    bir ifade belirdi. Yeni bir soru sormasına olanak
    tanımayarak, kapıyı açıp onu içeri buyur ettim.
    Güvenli adımlarla girdi dairenin kapısından, hiç
    yabancılık çekmeden antreden geçerek, çalışma
    odama yürüdü. Sanki buraya daha önce gelmiş
    gibiydi. Odama girince, teklif etmemi bile beklemeden
    pardösüsünü çıkardı. Üzerinde uçuk pembe, küçük
    ama diri göğüslerinin yarısını açıkta bırakan, derin
    dekolteli bir elbise vardı. Uçuk pembe elbisenin
    üzerine dökülen kumral saçlarının rengi sarıya
    yakındı.
    ···
  6. 15.
    0
    "Lütfen beni yanlış anlamayın... Sizi rahatsız etmek
    istemiyorum... " Yine sustum, lafın arkasını nasıl
    getireceğimi bilemiyordum. "Eee, rahatsız etmek
    istemiyorsunuz... " diye cesaretlendirdi beni... "Yani
    yanlış anlamanızdan korkuyorum... "
    "Yanlış anlamamdan... " diye yineledi. Halim çok
    komik olmalı ki, yüzünde neşeli bir ifade belirmişti.
    "Yani böyle sokak ortasında sizi durdurup... "
    "Bakın beyefendi" dedi sakin bir tavırla. "Biraz sakin
    olun... Gören de sizi büyük bir suç işliyor sanacak... "
    "Suç mu ? Yok yok, aklınıza kötü şeyler getirmeyin.
    Size zarar verecek değilim."
    Tepeden tırnağa süzdü beni.
    "Öyle düşünmüyorum zaten."
    "Yani yanınıza böyle birden gelince... "
    Gözlerinde kendinden emin bir ifade belirdi.
    "Rahat olun beyefendi, hangi çağda yaşıyoruz.
    Tanışmıyor olabiliriz, ama bir söyleyeceğiniz varsa,
    sizi dinlerim."
    "Ne kadar anlayışlısınız" dedim. "Evet, size bir şeyler
    söylemek istiyorum. Mümkünse tabiî... " "Neden
    olmasın ?" Duraksadı. "Ama ne konuşacağız ?"
    "Biraz uzun bir hikâye... Böyle ayaküstü olmaz."
    Elimle ofisimi gösterdim. "Ben şurada çalışıyorum, bir
    sakıncası yoksa, buyrun orada konuşalım."
    Gösterdiğim yere baktı.
    "Büronuzda ha! " Yüzünde tuhaf bir ifade belirmişti.
    Kabul etmeyecek diye korktum, ama kibarca başını
    salladı. "Hay hay... " Birlikte yürümeye başladık.
    ···
  7. 14.
    0
    O gün her zamankinden daha çok
    heyecanlanmıştım. Bir an vazgeçmeyi bile düşündüm.
    Ama sonra bunun doğru olmadığına karar vererek
    dışarı çıktım. Heyecanımı denetlemeye çalışarak
    yaklaştım. Birkaç adım sonra omuzlarımız aynı hizaya
    gelmişti. Biraz daha yan yana yürürsek onu ürkütebilirdim.
    Sesimi olabildiğince yumuşatarak,
    "Affedersiniz" dedim.
    O bana doğru dönerken boğazım kurumuş, bedenim
    rüzgâra tutulmuş bir yaprak gibi sallanıyordu.
    Gerçekten de düşümdeki kadın mı çıkacaktı karşıma?
    Döndü. Hayır, düşümdeki gibi değildi, bu kadının bir
    yüzü vardı. Hem de çok güzel bir yüzü. Ela gözleri
    tuhaf bir ışıltıyla yanıyor, insana cesaret veren ılık bir
    gülümseyiş dudaklarını süslüyordu. "Affedersiniz" diye
    tekrarladım.
    "Buyurun" dedi. Etrafa şöyle bir baktıktan sonra bana
    döndü. "Bana mı seslendiniz ?" Gözleri soru doluydu.
    "Evet... Şey... "
    Bir türlü konuşmaya başlayamıyordum. "Buyrun, sizi
    dinliyorum."
    ···
  8. 13.
    0
    Onun yüzüne bakmalı, kokusunu duymalı, sesini
    işitmeliydim. Bütün benliğimle bunu istiyordum, öte
    yandan içimde bir korku taşımıyor da değildim. Ya
    yüzünü gördüğümde, sesini duyduğumda, kokusunu
    hissettiğimde onun düşlerimdeki kadın olmadığını
    anlarsam!.. Bu korkunç bir yıkım olurdu benim için.
    Şimdi, bir yanılsama da olsa, onu uzaktan izlemek
    beni mutlu ediyordu. Ya gerçek bunu bozarsa? Ama
    onu bu pencerenin arkasından seyretmek de
    yetmiyordu işte. Kendi kendimle didişmelerle geçen
    uzun günlerin ardından sonunda onunla konuşmaya
    karar verdim. O gün sekreterimi, mesai bitiminden çok
    önce yolladım. Kendime çekidüzen verdim.
    Yapacağım konuşmayı defalarca aklımdan geçirdim.
    Sonra pencerenin önüne geçerek heyecanla
    beklemeye başladım. Sonunda fundalıklı yolda
    göründü. Onu görür görmez elim ayağım titremeye
    başladı.
    ···
  9. 12.
    0
    Daha sonra sık sık bu düşü anımsadığım oldu; gül
    bahçesindeki o kumral kadın gözümün önüne her
    geldiğinde içimde taptaze, umut dolu bir şeyler
    kıpırdıyordu. Ama yaşam belleğimizdeki anıları
    silmekte çok ustaydı, giderek izler zayıflamaya
    başladı, bu düşü daha az anımsar oldum. Ta ki
    penceremin önünden geçen bu kadını görünceye
    kadar.
    Bu kadın, düşümdeki kadın mıydı? Olamayacağını
    biliyordum, düşünmek bile saçmaydı, ama inanmak
    güzeldi. Üstelik böyle düşünmeye ihtiyacım vardı.
    Çünkü onu fark ettiğim andan beri yaşamım anlam
    kazanmaya başlamıştı. Günlerim onu beklemenin
    heyecanıyla geçiyordu. Onun geleceği saatlerde
    sekreterime telefon bağlamamasını söylüyor, hatta
    çoğu zaman, onu erkenden evine yolluyordum. Sonra
    hazırlıklarımı yapıp, nefesimi tutarak onun
    görünmesini bekliyordum. O fundalıklı yolda belirince
    de, omuzlarına dökülen saçlarını, bedeninin hafifçe
    sarsılışım, kendinden emin yürüyüşünü keyifle
    izliyordum. Bir dakika bile sürmüyordu bu. Ama o
    saniyelerin her biri benim için nasıl büyük bir
    mutluluktu, nasıl büyük bir heyecandı anlatamam.
    Ama gitgide bu saniyeler yetmemeye başladı. Onu
    böyle uzaktan, üstelik yüzünü bile görmeden izlemek
    artık acı veriyordu.
    ···
  10. 11.
    0
    Yüklerimden kurtulmuş gibiydim. Aşağıda çılgınca
    dalgalanan denizle, bu dingin bahçeyle, rengârenk
    güllerle, kollanmın arasındaki kadınla
    özdeşleşiyordum. Mutlak mutluluk, kesin huzur, saf
    masumiyet, hem zevk, hem dinginlik hepsini aynı
    anda hissedebiliyordum, inanın abartmıyorum,
    yaşadığım, tanrılann insanlara vaat ettikleri türden bir
    zevkti; bedenin doyumu ile ruhun doyumunun
    buluştuğu an...
    Ama düşlerin de yaşam gibi bir sonu vardı. En güzel
    yerinde annemin sesiyle uyandım. Annemin sesi hiç
    bu kadar çirkin gelmemişti bana. Ne diyorum farkında
    mısınız ? Sevgili annemin sesini çirkin bulduğumu
    söylüyorum. Yalnızca o gerçek olmayan, bir
    yanılsamadan ibaret olan rüyamı böldüğü için.
    Neyse... Annemin sesiyle uyandım. Şaşkınlıkla
    gözlerimi açtım. Neler yitirdiğimin ayrımına varır
    varmaz, yeniden kapadım. Boşuna... gözkapaklanmın
    altında simsiyah boşluktan başka bir
    görüntü yoktu. Başımı yastığın altına gömdüm, ne
    çare ki o büyülü rüya geri dönmüyordu. Zaten baş
    ucumda dikilen annemin de yeniden uyumama fırsat
    vereceği yoktu.
    ···
  11. 10.
    +1
    hemen karıyı zikmeye koyuldum
    ···
  12. 9.
    0
    Uğruna acı çektiğim, yalan
    söylediğim, ihanet ettiğim, sırlarımı paylaştığım bütün
    kadınların birleşiminden oluşan bir varlık duruyordu
    karşımda. Yeşil, kahverengi, mavi, siyah, bal rengi
    gözler şefkatle, kıskançlıkla, sevgiyle, düşmanlıkla,
    aşkla bakıyordu bana. Tatlı bir baş dönmesi hissettim;
    gözlerine biraz daha baksam düşecektim. Düşmemek
    için bedenine futundum, dudakları dudaklarımın
    hizasındaydı. Yan aralıktı, arasında durduğu güller
    gibi mor renkli bir rujla boyanmıştı. Uzandım, gül
    yapraklan gibi narin dudaklarına dudaklarımla
    dokundum. Amansız bir gül kokusuyla sarmalandım.
    Öpüşmenin tadını bilecek kadar çok kadınla
    tanışmıştım; ince, dolgun dudaklılar, çilek ya da kara
    üzüm renginde olanlar, ağzınızın içinde hoş bir koku
    bırakanlar; sanki acıtmaktan korkarmışçasına
    dokunanlar ve aklıma gelmeyen daha niceleri, ama
    hiç duraksamadan söyleyebilirim ki, bu öpüşme o ana
    kadar yaşadıklarımın hiçbirine benzemiyordu. Hemen
    hınzırca gülümsemeyin; sözünü ettiğim baştan
    çıkancı bir cinsel duygu değil. Bilinen anlamdaki
    cinsellikten çok uzak bir şey. Dolgun, mor dudakları
    ağzımın içinde yabanî bir dut gibi erimeye başlayıp da
    bu sıvı kanıma kanşınca, ruhumun annmaya,
    bedenimin yenilenmeye başladığını hissettim.
    ···
  13. 8.
    0
    Düşümde, dalgalı bir
    denize bakan bir gül bahçesindeydim. Bahçe
    dediğime bakıp da, içinde tek katlı evlerin yükseldiği
    birkaç gül fidesiyle süslenen kıytırık yeşillikler
    gelmesin gözünüzün önüne. Düşümde gördüğüm yer
    adeta Babil'in Asma Bahçeleri gibiydi. Evet, evet
    yanlış duymadınız, asma bahçe dedim. Rüyasını
    gördüğüm o muhteşem arazi tam on iki asma
    bahçeden oluşuyordu. Her bahçede farklı renkte
    güller ekilmişti; beyaz, san, açık san, turuncu,
    yavruağzı, pembe, kırmızı, mor, hatta siyah güller...
    O, mor güllerin arasındaydı; ayakta durmuş, denize
    bakıyordu. Uzun boyluydu, sırtında tıpkı ofisimin
    önünden geçen kadınınki gibi bej rengi bir pardösü
    vardı, açık kumral saçları omzuna dökülüyordu.
    Sessizce ona yürüdüm. Yürümek değil de sanki
    uçtum. Çünkü ayaklarım yere basmıyor gibiydi. Yine
    de beni hissetmiş olmalı ki döndü. Yüzü ilgi
    duyduğum, sevdiğim, âşık olduğum ve ömrümün geri
    kalanında da ilgi duyacağım, seveceğim, âşık
    olacağım kadınların yüzlerine benziyordu. Bu
    benzerlik beni hiç şaşırtmadı. Biliyorum, gerçek
    yaşamda böyle bir yüz göremezsiniz ama düşte her
    şey olanaklıydı.
    ···
  14. 7.
    0
    Yine de ilk görüşümde onu çok önemsediğimi
    söyleyemem. Ama iki gün sonra aynı saatlerde yine
    penceremin önünden geçince, ertesi gün de bunu
    tekrarlayınca, onu daha yakından izlemeye başladım.
    Omuzlarının hafifçe sarsılışı, saçlarının yumuşak
    kumrallığı, pardösüsünün altında belli belirsiz devinen
    kalçaları... Evet, onu daha önce görmüştüm, bundan
    emindim. Ama ne zaman, nerede, çıkaramıyordum.
    Dördüncü görüşümde anımsadım; inanılmaz şey, onu
    düşümde görmüştüm.
    Evet, onu yıllar önce düşümde görmüştüm.
    Evleneceğim günden bir önceki geceydi. Belki de bu
    yüzden hiç unutamamışım.
    ···
  15. 6.
    0
    Başka seçenek de yok gibiydi.
    Bunları düşünerek ofisimde geziniyordum ki, canım
    sıkıldı, perdeyi aralayıp dışarıya bakmak istedim.
    Baktığım anda da onu gördüm. Sırtında bej rengi bir
    pardösü vardı, omuzlarına düşen açık kumral saçları
    rüzgârda belli belirsiz kıpırdanıyordu. Önümden hızla
    akıp gitti. Onu görür görmez bir yerlerden daha önce
    tanıştığımızı anladım. Oysa kısa bir süreliğine, üstelik
    sadece arkadan görmüştüm. Hatırlamaya çalışarak
    öylece baktım...
    ···
  16. 5.
    0
    Yani anlatmak zor, ama yeniden
    gençleşmek, bir daha yaşayamam diye düşündüğün
    duygulanıl birdenbire uyanıp, seni ayağa kaldırması
    gibi... Bakın, şiir yazar gibi anlatıyorum. Bir mantık
    abidesi olan ben, bu yaşımdan sonra
    romantikleşmeye çalışıyorum. Biliyorum, komik
    oluyorum ama içimden böyle yapmak geliyor.
    Oysa onu ilk fark ettiğim gün, aklım oğlumun yabancı
    dil öğrenme işiyle meşguldü. Bir baba olarak oğlumun
    en iyi eğitimi almasını istiyordum. Çok zengin biri
    sayılmam ama halimiz vaktimiz yerinde çok şükür.
    Galiba en iyisi özel okullardan birine yazdırmaktı
    çocuğu. Gerçi bazı arkadaşlarım, bu okulların birer
    para tuzağı olduğunu, kaliteli eğitim veren Anadolu
    liselerinden birini tercih etmemin daha doğru olacağını
    söylüyorlardı ama...
    ···
  17. 4.
    0
    Böbürleniyormuşum
    gibi gelebilir, ama inanın öyle. Daha doğrusu öyleydi.
    Bir zamanlar böyle davranmış olmakla gurur
    duyardım... Bir zamanlar... Şimdi o günleri özlüyorum.
    Aklımın gündüzleri işimle, geceleri eşim ve oğlumla
    dolu olduğu sıradan, basit, huzurlu günleri. Ne yazık
    ki o huzur dolu, sakin günler çok gerilerde kaldı. Onu
    gördüğüm andan itibaren yaşamım altüst oldu. Hem
    de ne altüst oluş. Bu öyle bir şey ki... Nasıl anlatsam!..
    Bu, birbirine benzeyen günlerin içinden ansızın
    çıkıveren bir rüzgârın her şeyi değiştireceğine
    inanmak gibi; bu, yağmurun yumuşak yeşilini,
    çiçeklerin kırılganlığını, baharın kışkırtıcılığını yeniden
    hissetmek gibi...
    ···
  18. 3.
    0
    O dönem
    platonik aşklar yaşadığımı inkâr edecek değilim, ama
    kendimi hiçbir zaman bu türden havaîliklere
    kaptırmadım, sorumluluklarımı hiç aksatmadım.
    Kazandığım ne varsa kendi aklımla, kendi emeğimle
    oluşturduğumu söyleyebilirim. Şirketimin başarısını,
    evliliğimin bunca yıldır sürüyor olmasını da akılcı
    davranışlarıma borçluyum. Evliliğimizin, karşılıklı
    saygı ve sevgiye dayalı, dengeli bir ilişki olmasında,
    kuşkusuz eşimin rolü de var. Onun anlayışlı bir insan
    olmasını, bana karşı ilgisini hiç yitirmeyişini,
    çocuğumuza karşı sorumluluklarını büyük bir istekle
    yerine getirmesini takdir etmiyor değilim. Ancak
    birlikteliğimizin bu denli uzun ömürlü olmasında daha
    çok benim inceden inceye mantık süzgecinden
    geçirilmiş davranışlarımın belirleyici olduğunu da
    söylemeden geçemeyeceğim.
    ···
  19. 2.
    0
    O hep akşamüstü gelirdi. Güneş batmamışken,
    sokaklar kül rengi bir ışıkla yıkanmamış, odamın
    ışıkları henüz yanmamışken. Büromun önündeki, iki
    yanı fundalıklı dar yoldan geçerek aşağıdaki işlek
    caddeye yürürdü. Ben, pencerenin önünde durur,
    perdenin arasından, soluğumu tutarak izlerdim
    yürüyüşünü. Her akşamüstü... Gerekirse en önemli
    görüşmelerimi bile iptal ederek...
    Bu halime bakıp romantik biri olduğumu sanmayın.
    Đlgisi yok, son derece mantıklı, duygularından çok
    düşünceleriyle hareket eden bir adamım. Hatta lise
    yıllarında birçok arkadaşım, kendilerini aşkın hülyalı
    dünyasına kaptırıp, sevgilileriyle buluşmak için okulu
    kırarken, ben bir gün bile devamsızlık etmeden,
    sayfası sayfasına derslerimi takip ederdim.
    ···
  20. 1.
    +1 -2
    başlıyoruz panpalar çala çırpa yazmaya
    ···