1. 51.
    0
    takuna basan kaplumağa gibi ağırlaşmıştım
    ···
  2. 52.
    0
    Derken kopekgibi uyumuşum bütün gece karabasanlarla gibiştim uyandığımda çoktan ıslanmıştım
    ···
  3. 53.
    0
    o sırada uyandım ve @146 okursam pç yazdım ve rüyadaki hatuna boşalıp yattım
    ···
  4. 54.
    0
    gibtir et amk ben yatıyorum dedim ama yok ki uykum, en iyisi uymayım dedim
    ···
  5. 55.
    0
    evde kocam beni bekliyordu ve evde beraber yemek yedik.
    ···
  6. 56.
    0
    Bizde içimizden gün gelir devran döner
    ···
  7. 57.
    0
    gel gib mesajı yap dedim ve kız kaçıran taktiğiyle kızı ormana sürükledim
    ···
  8. 58.
    0
    Bu son fırsat diyerek
    ···
  9. 59.
    0
    dedik ve koyulduk yola
    ···
  10. 60.
    0
    kalp masajı yapan mini etekli hatunu gördüm
    ···
  11. 61.
    0
    Ondan sonra gel dedi gir dedi
    ···
  12. 62.
    0
    Dediki biz gib koparan ayılar bizim bi şeklimiz var
    ···
  13. 63.
    0
    Aha dedim bu sefer tam öldüm
    ···
  14. 64.
    0
    pençe attı ölmedim çünkü baguvix yazmıştım
    ···
  15. 65.
    0
    nur topunu kafama bi çaktı öldüm
    ···
  16. 66.
    0
    sonra ayi bana dedi ki : ingilizce'de quantum (Latince:
    'quantus', "ne kadar") olarak kullanılan terim, kuramın belirli fiziksel
    nicelikler için kullandığı kegibli birimlere gönderme yapar. Kuantum
    mekaniğinin temelleri 20. yüzyılın ilk yarısında Max Planck , Albert
    Einstein , Niels Bohr , Werner Heisenberg, Erwin Schrödinger , Max
    Born , John von Neumann , Paul Dirac, Wolfgang Pauli gibi bilim
    adamlarınca atılmıştır. Belirsizlik ilkesi , anti madde , Planck sabiti,
    kara cisim ışınımı , dalga kuramı, alan teorileri gibi kavram ve
    kuramlar bu alanda geliştirilmiş ve klagib fiziğin sarsılmasına ve
    değiştirilmesine sebep olmuştur.
    Tarihçe
    Klagib mekanik çok başarılı olmasına karşın, 1800'lü yılların sonlarına
    doğru, kara cisim ışıması (blackbody radiation), tayf çizgileri,
    fotoelektrik etki gibi bir takım olayları açıklamada yetersiz kalmıştır.
    Açıklamaların yanlışlığı bilim adamlarının yetersizliğinden değil aksine
    klagib mekaniğin yetersizliğinden kaynaklanıyordu. En yalın halde
    klagib mekanik Evren'i bir "süreklilik" olarak modelliyordu. 1900
    yılında Max Planck enerji'nin, 1905 yılında ise Albert Einstein ışığın
    paketçiklerden oluştuğunu, yani süreksizlik gösterdiğini, bazı
    deneyleri açıklamak için bir varsayım olarak kullanmak zorunda
    kaldılar. Elbette bu iki darbe klagib mekaniği yıkmadı. Uzunca bir süre
    bilim adamları bu süreksizliği klagib mekanik kuramlarından türetmek
    için uğraştı. Yine aynı yıllarda atomun iç yapısı üzerine yapılan
    deneyler bir gerçeği gözler önüne serdi: Ernest Rutherford yaptığı
    deneyle atomun küçük bir çekirdeğe sahip olduğunu gösterdi.
    Bu dönemde elektronun varlığı biliniyordu. Bu durumda eğer negatif
    yüklü elektronlar pozitif çekirdeğin etrafında dairesel hareket
    yapıyorlarsa, çok kısa bir zaman diliminde elektronlar çekirdeğe
    düşeceklerdi. Bu elektromanyetik teoriye göre açıklanacak olursa,
    ivmelenen yükler ışıma yapar, dairesel hareket de ivmeli bir hareket
    olduğu için, elektron bu ışımayla enerji yayacak ve çekirdeğe düşüp
    sistem çökecekti.
    Geçiçi çözüm Niels Bohr'dan geldi. Elektronlar belli kuantizasyon
    kurallarınca, belli yörüngelerde hareket ediyorlar, enerjileri belli bir
    değere ulaşmadıkça ışıma yapamıyorlar bu sayede sistem dengede
    durabiliyordu. Bu geçici çözüm küçük atomlarda işe yaradıysa da
    daha büyük kütlelerde işe yaramıyordu. Bohr atom modeline , modeli
    deneylere uydurulmak için birçok yama yapıldı. Ne var ki Bohr'un
    "yamalı bohça"sı 1920'lere gelindiğinde artık iş görmüyordu, tayf
    çizgilerinin gözlenen yoğunluğunu yanlış veriyor, çok elektronlu
    atomlarda salınım ve emilim dalgaboylarını tahmin etmede başarısız
    oluyor, atomik sistemlerin zamana bağlı hareket denklemini
    vermedeki başarısızlığı gibi birkaç konuda daha gerçekleri
    gösteremiyordu.
    Kuantum mekaniğini Planck doğurduysa, bebekliğinin sonu da De
    Broglie ile gelmiştir. Louis de Broglie ; birçok elçi, bakan ve Dük
    yetiştirmiş, aristokrat bir Fransız ailesinin çocuğuydu. Tarih eğitimi
    gördükten sonra fiziğe geçmiş ve 1923'te verdiği doktora tezinde,
    ışığın hem dalga hem de parçacık karakteri olmasından esinlenerek,
    aslında bütün madde çeşitlerinin aynı özelliği gösterebileceğini
    önerdi. Ortaya koyduğu fikir, Bohr'un "gizemli" yörüngelerini
    açıklamada başarılı oluyordu.
    Işığın girişim, kırınım yaptığı, yani dalga özelliği gösterdiği, Thomas
    Young 'in yaptığı çift yarık deneyi ile gösterilmişti. Ama tüm madde
    parçacıklarının, su dalgaları ile aynı matematiksel özellikleri
    göstereceği beklenmiyordu.
    Max Planck 1900 yılında kara cisim ışınımı problemini (morötesi
    facia diye de anılır), çözmek için
    denklemini kullanmıştı. Bu denklem, foton kavrdıbının başlangıcı
    oldu; çünkü ν frekansındaki elektron salınımından oluşan ışığın,
    klagib mekanikle uyuşmayan bir şekilde sadece, h*ν nun tamsayı
    katlarında enerji taşıyabileceğini göstermişti. 'h', günümüzde Planck
    sabiti adıyla anılır.
    Fotonlar dalga özelliği gösterirse madde de gösterebilir analojisinin
    yanında önemli bir ipucu da Einstein'in birkaç yıl önce özel görelilik
    ispatında kullandığı Lorentz Dönüşümleri idi.
    Buna göre, serbest bir parçacık, fazı x, zamanı t olan bir dalga ile
    ifade edilirse, 2*π*( k * x - ν*t) , ve bu faz Lorentz dönüşümlerinde
    sabit kalacaksa, k vektörü ve ν frekansı, x ve t gibi dönüşmelilerdi.
    Ya da diğer bir deyişle, p ve E gibi. Bunun mümkün olabilmesi için, k
    ve ν, p ve E ile aynı hız bağımlılığına sahip olmalılardı, bu yüzden de
    onlarla doğru orantılı olmalılardı.
    Fotonlar icin E=h*ν olduğundan, madde için de
    varsayımlarını yapmak 'doğal' gözükmüştür.
    Herhangi bir kapalı yörüngenin 1/|k| nın tam katı olması varsayımı
    ile, de Broglie, deneysel olarak gözlenen ve Sommerfeld ve Bohr
    tarafindan "kuantize olma şartları" olarak anılan şartları
    matematiksel olarak kolayca türetti. Bu türetme gayet gizemli bir
    şekilde doğru sonuçlar verince (Davisson ve Germer, 1927 yılında
    Bell Laboratuvarlarında gerçekleştirdikleri deneyle, elektronların da
    aynı ışık gibi girişim yaptığını ortaya koydular. Deney 1924'te de
    Brogli tarafından önerilmişti) insanlar deneysel olarak başka şeyleri
    tahmin etmesini de beklediler.
    Elbette yanıldılar çünkü bu şartlar serbest ışık parçaları için yola
    çıkan varsayımların, çekirdeğe bağlı elektronlar için uyarlanmasıydı
    ve çok ileri zütürülmemesi gerekiyordu.
    Ama doğru çıkış noktası idi.
    Enteresan bir şekilde, 1925-1926 yılları arasında Werner Heisenberg,
    Max Born , Wolfgang Pauli ve Pascual Jordan , matris mekanigi ile
    kuantum mekaniğinin formal tanımını yaptılar. Ama formalizmlerinde
    dalga mekaniğine yer vermediler. Benimsedikleri felsefe ise, tamamen
    pozitivist idi. Yani sedece deneysel olarak gözlenebilen değerleri
    gözönüne alan bir yaklaşım kullandılar.
    1926 yılında Erwin Schrödinger bir dizi denklemle dalga mekaniğini
    yeniden canlandırdı.
    Sonunda kendi dalga mekaniğinden Heisenberg'in matriks mekaniğini
    de türetip iki formalizmin matematiksel olarak denk olduğunu da
    gösterdi. Son makalelerinden birinde Schrödinger, relativistik bir
    dalga denklemi de sunar.
    Dirac'a göre tarih biraz daha farklı işlemiştir. Ona göre, Schrödinger
    önce relativistik dalga denklemini geliştirdi, sonra bunu kullanarak
    hidrojenin spektrumunu hesapladı ve deneylere uymadığını gördü.
    Ancak bu denklemin, düşük hızlarda geçerli olan versiyonu aslında
    çalışıyordu!
    Daha sonra relativistik dalga denklemini yayınladığında ise, bu Oskar
    Klein ve Walter Gordon tarafından yayınlanmıştı ve hâlâ Klein-Gordon
    denklemi olarak anılır.
    Bu noktadan sonra Dirac; teoriye çeki düzen vermiş, özel görelilikle
    uyumlu hale getirmiş ve bazı deneylerin sonuçlarını teorik olarak
    üretmiştir. Örneğin pozitron 'un varlığının tahmini... 1930'lara
    gelindiğinde ergenlikten çıkmış bir teori halini almıştır kuantum
    teorisi. Daha sonra 1940'larda Sin-Itiro Tomonaga, Julian Schwinger
    ve Richard P. Feynman, Kuantum elektrodinamiği konusunda önemli
    çalışmalara imza atmış, 1950'li ve 60'lı yıllar Kuantum renk
    dinamiğinin gelişimine tanık olmuştur.
    Tümünü Göster
    ···
  17. 67.
    0
    Bende ruhumu şeytana satıp gost raydır oldum
    ···
  18. 68.
    0
    dedeyi zkem geri yattım
    ···
  19. 69.
    0
    okul çıkışı öğretmen arkadaşlarımla beraber otobüs durağına gittim otobüse bindim ve evin yolunu tuttum.
    ···
  20. 70.
    0
    Bi susun amk dedim
    ···