+5
yirmi dört biterken biraz konuşasım var.
geçen hafta ayaz öldü. sevdiğimiz insanlar ölünce, bir gün onlarla tekrar buluşacağımız tesellisini telkin eden dinler, neden bu konuda sessiz kaldı?
ayaz'ı da yanıma alıp sık sık ava çıkardım. en yakın insanın kilometrelerce uzakta olduğu bomboş arazilerde elime tüfeğimi alıp, en yakın insanın kilometrelerce uzakta olacağını düşünen kuşları öldürmeye giderdim. sadece orada görünmez değildim ben, yalnızca orada kaçması gerek ben değildim. sıradan hayatımda yaşadığım görünmez olma zorunluluğumu paylaşan canlıları öldürmek için orada olurdum. yoksa ben miydim öldürmek istediğim aslında?
geçen hafta da aynı hevesle yola çıktım. yanıma ayazı da almıştım. özgürlüğüne çok düşkündü, arabadan iner inmez gözden kaybolurdu. benden mi kaçıyordu yoksa aylarca küçücük bir alana tıkılmış olmanın verdiği bıkkınlık mıydı bu?
uzaktan zorlukla görebileceğim bir yerdeydi. küçük bir üzüm bağına benziyordu orası ancak kimsecikler de yok gibiydi. kısa bir süre sonra bana doğru koşmaya başladı, şüphelenmiştim. ayaz, hep kaçtı benden imkanı olduğunda. koşabildiği kadar koşardı çalıların arasında ama deve dikeni dolu bir tarlaya saptığında anlardım yanıma geleceğini. ayağına batan dikeni çıkarmam için yüzünü düşürürdü. mahçupluk değildi bu, canı yanıyordu. dikenleri temizlerdim, yine de yürümekten çekinirdi, topallardı biraz. cesaret kazansın diye biraz da ben eşlik ederdim koşmasına. şimdi düşünüyorum da, öğretebildiğim tek şey benden kaçmak olmuş. benim de bildiğim tek şey buydu zaten.
asil bir av köpeğiydi ancak genetik yükümlülüklerini yerine getiremezdi. ben daha yamaca ulaşmadan oraya koşup bütün kuşların hayatın kurtarırdı sanki. ben de iyi bir nişancı değildim zaten, silah kafama dayalı durduktan sonra nişan almanın da pek bir işlevi yoktu. elim tetiğe gidebilsin yeterdi. gidemezdi.
bana doğru geliyordu. dedim ya anlamıştım bir şeyler olduğunu. tilkileri uzak tutmak için sağa sola serpilmiş zehirli etleri yemişti bağda. biraz daha dolandıktan sonra başının dertte olduğu anlamıştı ki yanıma geliyordu. birkaç metre önümde yere serildi. derin ve çok hızlı nefes alıyordu. kupkuru dili dışarı çıkıyor, ıslatmak için apar topar ağzına tekrar sokuyordu. sonra tekrar dışarı salıyordu. ağzı biraz köpürmüştü ama ayaz, çok az korkuyordu. bana ulaşmıştı çünkü. birazdan elimi ciğerlerine sokacaktım ve tekrar koşmaya devam edecekti. yani, öyle düşünüyordu. yanına gittim, elimi karnına koydum, yavaş yavaş derisini okşadım. birazdan iyileşecekti, tanrısı dokunmuştu bile. yani, öyle düşünüyordu.
nefes alıp vermesi yavaşlamaya başladı. gözleri bir an olsun kaymadı benden. cebimden bir sigara çıkarıp yaktım. bir elim hâlâ göğsündeydi. sigara içtiğim zamanlar yemek vermezdim ona, bitmesini beklerdi el mahkum. ama ölüyordu, sigaranın zamanı mıydı şimdi? her neyse patron bendim, o da tekrar iyileşmek için bekleyecekti bitmesini. sık sık kasılıp kusuyordu. kasılması bitince titreme nöbetine giriyordu. tıpkı gerçek bir tanrı gibi, yanı başında oturup ölmesini izliyordum.
ben ayaz'a bir şey öğretemedim. çok uğraştım ancak aptal bir hayvandı. ancak ayaz, bir köpeğin aklından hallice olan bana birçok şey öğretti o gün. onun sevgisine ihtiyacım olmamıştı, onun beni sevmesine ihtiyacım vardı. güzel anlarını başkalarıyla paylaşmasına göz yumdum, zor anlarında yanımda olsun istedim. bana muhtaç olmasını istedim, çünkü ben de başkasına muhtaçtım.
yirmi dört bitmek üzere artık, yine de çok yaşamadım. kimseye seni seviyorum diyemedim mesela, üstelik çok da seviyorken. insanın bir kere aşık olduğunu, diğerlerini ise ancak ona benzedikleri kadarıyla sevebildiğini anladım. herhangi birinin dönüp bir kere daha bakacağı güzelliğimin olmamasına rağmen -her nasılsa- birçok kişinin gönlünü çaldım. beni sevdiğini söyleyenler oldu. hiçbirine inanamadım, ben sevilecek ne yapmış olabilirdim? becerebilsem hepsinden özür dilerdim, nasıl bu kadar aptal olabildim? yahu ben neden kendimi hiç sevmedim? ya da tam aksine, kendimden başkasını neden sevemedim?
tanrılar, narcissus'u kendi güzelliğiyle lanetledi. ben ise bunca çirkinlikle nasıl kendime vuruldum?
dedim ya, insan bir kere aşık olur ancak. yirmi beşin arefesindeyken şunu söylemek istiyorum; lütfen gelme artık, sana benzeyenleri de senin kadar çok seveceğim.
Tümünü Göster