1. 1.
    +3
    kısa hikayem, okumak isteyen panpalarımla paylaşıyorum

    Rivendell Yetimhanesi, 2055
    Gündoğumu

    Kahverengi gözlerin önüne düşen sapsarı taneler, lanetlenmiş oksijeni ciğerlere yollamayı reddeden soluk borusu. Hayatın acı kısmını gerekenden erken görmüş bir bedenin kendini koruma içgüdüsü müydü bu? Gözlerinin önünde asılı duran gerçeği inatla reddederek, sanal bir mutluluk yaratmak mümkün müydü? Peki ya elleri? Kağıt beyazı bir renkte olmaları ve her daim kış kadar soğuk olması, Dünya denen Cehennem'de kavrulmaktan korktuğunu mu gösterirdi? Peki ya boğazı? inatla yutmayı reddedip, yemeye çalıştığı bulamacın her damlasını ittiren bademcikleri, bu Dünya'nın yasaklı nimetlerini red mi ediyordu? Küçük bir şangırtıyla tabağına düşen kaşık, gözlerini açabilmesi için yeterli değildi.

    edit: biliyorum amk aranızda okumayı sevenler var, türü fantastik bu hikayemin, akıcı olacak yani. bi ay giblenmesin yine parça parça yazıcam buraya, sizden başka paylaşacağım kimse yok çünkü.
    ···
  2. 2.
    +1
    up up up up up up up
    ···
  3. 3.
    +1
    up up up up up up up
    ···
  4. 4.
    +1
    "Hayır, onu çalmadın. Sadece bana ait olanı geri aldın."

    "Ben de öyle düşündüm, ve durumu eşitlemek için bunu da aldım."

    Elini cebine daldırarak çıkardığı zippoyu kıza gösterdi.

    "Neden yaptığımdan emin değilim, ama adil olacağını düşündüm."

    "Felis, onlardan bir farkın kalmamış olur. Onlar gibi olmak istemiyoruz, öyle değil mi?"

    Derin bir iç çekti sarışın çocuk. içindeki sesi dinlediğini düşünüyordu, ama bu klagib bir içgüdü değildi. içinde gerçekten bir ses duyduğunu sanmış ve gözüne kestirdiği ilk değerli şeyi almıştı.
    ···
  5. 5.
    +1
    Felis bu söz üzerine başını çevirip kıza baktı. Güneşi onun gözlerinden izlemek farklıydı, adını koyamadığı bir haz alıyordu, lakin birkaç saniyenin ardından gözlerini kaçırdı. Onunla burada gözgöze gelme fikrine cesaret edememişti. Sert taşın üstünde rahat etmeye çalışırken, cebinde hissettiği ağırlığı anlamlandıramadı, kafasına dank ettiğinde ise kızı buraya sürüklemesini hatırladı.

    "Sana bir sürprizim var, gözlerini kapa."
    ···
  6. 6.
    +1
    Güvendiği sağ eliyle kalın bir dalı, sol eliyle ise kızın parmaklarını kavradı. Zarif bir tırmanışın ardından ikisi de, hem nefret edip hem sevdikleri yetimhaneye sırtlarını dönmüşlerdi, tam karşılarındaki manzaraysa görülmeye değerdi. Dipsiz bir uçurumun ardındaki kızıl ufuk çizgisiyle harmanlanan, sivrilmiş taşları bıkmadan döven dalgaların sesi ve son noktayı koyan toprak kokusu her insanın aklını Dünya'dan uzaklaştırırdı. Emelleri de bu değil miydi?
    ···
  7. 7.
    +1
    panpalarım hazır yazılı zaten, parça parça paylaşıyorum okuyalım beraberce diye, sonda yorumları alayım diye.
    ···
  8. 8.
    +1
    "Ne sürprizi?!"

    "Hadi amaa."

    Gülümseyerek gözlerini kapayan kızın, hiçbir şey görmediğinden emin olduktan sonra elini cebine attı, kıvırıp koymuş olduğu siyah kaplı bir defter çıkardı.

    "işte."

    "O da- Ah! Felis! Sana inanamıyorum! Ellerinden almışsın!"

    Ağzı hafifçe açık kalmış olan kızın haline gülümseyerek işin gerçeğini izah etti.

    "Aslına bakarsan çaldım. Tıpkı senden çaldıkları gibi.

    Kız bir şey söylemedi, bir süre sadece deftere bakınmakla yetindi. Annesinin günlüğüydü bu, ondan kalan tek hatıra, sıcak parmaklarının geçmişte bir gün, bu sayfalar üzerinde kaydığının işareti, yaşadığının tek kanıtı. Yetimhanenin güçlüleri sayılabilecek zorbaların zorla aldığı binlerce şeyden yalnızca bir tanesiydi.
    ···
  9. 9.
    +1
    Yavaşladı, ezberlenmiş adımları onu bildik patikaya sürüklediğinde gittiği yön hakkında bir şüphesi yoktu. Kızın işaret parmağıyla gösterdiği yerlere bakıyor, onun dikkatini ağaçların altından, morarmış dudaklarından uzak tutuyordu. Neyse ki, gökyüzünü izledikleri beş dakikalık bir yürüyüşün ardından kayalarına ulaşmışlardı. Felis çevik bir hareketle ilk tırmanan oldu.

    "Elini uzat."
    ···
  10. 10.
    +1
    "Yukarı bak!"

    Bakışlarını kaldıran kızın nefesini içine çekmesi, olta atmış olan Felis'in şanslı olduğunun kanıtıydı. O da kızı taklit ederek yukarı baktığında, doğan Güneş'in serptiği ışınların oluşturduğu muhteşem görüntüye şahit oldu. Ağaçların Güneşe dönük tarafları, gün ışığıyla birleşerek bir renk cümbüşü oluşturmuştu, sararmış yaprakların rüzgara kapılıp ağır ağır düşmesi ise bir altın yağmurunu andırıyordu.
    ···
  11. 11.
    +1
    "Felis, yanıyorsun."

    Sesin sahibini idrak etme çabası içinde, cayır cayır yanan başı sola döndü ve kemikli parmakların soğuk dokunuşunu hissetti. ilkbaharın ilk gününde olduğunun bilincindeki bir kuş sürüsünün melodik şakıması misali tatlı ses tonu, bedenini kamçılayarak gözlerini açmasını sağladı.

    "Claire, nasılsın?"
    ···
  12. 12.
    +1
    Simsiyah, boncuk misali gözlerin üzerindeki tatlı kahküle, küt ve açık kahverengi saçlara sahip olan, kendisinden bir yaş küçük arkadaşıydı bu. Güzel yüzünde, bilgisizliğin ve tecrübesizliğin getirdiği bir endişe vardı. Sarışın çocuğun yüzüne oturtmuş olduğu yapmacık gülümsemeyi yutmamıştı.

    "Alnın çok sıcak, çürüklerin kötü durumda. Doktora gitmeliyiz."

    Aniden ayağa sıçrayıp, şaşırarak gerileyen kıza, son derece enerjik bir biçimde bakmasının sebebi aşikardı.

    "Ben iyiyim, endişelenme! Sadece biraz temiz havaya ihtiyacım var. Benimle gelir misin?"
    ···
  13. 13.
    +1
    up up up up up up
    ···
  14. 14.
    +1
    up up up up up up
    ···
  15. 15.
    +1
    Dudağının kenarında beliren tatlı bir gülümseme. Az önce gözlerinin önünde gerçekleşen tiyatro sahnesiyle sarmalanmış beyaz yalana kanan kızın yüzündeydi bu ifade. Kızın kalktığını gören Felis ise olabildiğince neşeli olmaya çalışarak, dışarıya giden yolu adımladı. Kızın görmediği her saniye, hastalığının zaptedilemez saldırısına uğruyor, acıyla buruşan yüzünü saklamak için başka tarafa bakıyordu. Dostlarını bu gibi bir sebepten de olsa üzmek, arzuladığı son şeydi.
    ···
  16. 16.
    +1
    açık havaya ulaştığında, iliklerini donduran ılık bir rüzgar esti. titremesini engelleyerek geride kalmış olan claire'le göz göze gelmek için, palyaçovari bir sıçramayla ardını döndü. küçük bir kahkahanın eşliğinde endişesi silinen kız "hadi gel! çağrısına uyarak, adımlarını ormana yöneltmiş olan çocuğu takip etti. felis ise hızlı yürüyordu, istemdışı kasılmalar yaşayan vücudunu claire'in idrak yolundan uzak tutmalıydı. kız ise birlikte yürümeleri için koşarak ona yetişmişti.
    ···
  17. 17.
    0
    Ağlama isteği kendini gösterse de direndi, dudaklarını ısırarak sola döndü. Merdivenlerden usulca, bir kedi gibi inerek, tam karşıdaki merdivenlerden tırmanan müdürü görmüştü, şansına şükrederek inip birkaç adımda odasına ulaştı. Küçük bir seyahat çantasına, sahip olduğu birkaç eşyayı tıktı ve kendisine üç beden büyük gelen montunu sırtına geçirdi. Birkaç saniye içinde neredeyse boş olan binadan dışarıya adımını atmış, koşar adımlarla çıkışa, demir kapıya yönelmişti. Collesius'u yanına almayı her şeyden çok istese de, kendisine boylu boyunca bulaşan çamuru ona da bulaştırmak istememişti. Hem zaten gerekli yetkilileri bulmasının ardından çocuğu kurtaracaktı, şu an sadece kendi canı için endişe etmeliydi. Claire'in kanlar içindeki bedeninin zihnine dolduğu her an, laktik asitle tamamen dolmuş bacaklarına kudret geliyordu ve beyni sadece tek bir emre odaklanmıştı.

    "Koş, sadece koş Felis."
    ···
  18. 18.
    0
    "Cezasını çekecek."

    Zihninden geçen sesin, yine o ses olduğunu fark etmeden, kasılmaları, ve kurumayı inatla reddeden giysilerinin adeta ruhuna işlediği soğuğu görmezden gelerek ayaklandı. Dolaptan çıkarak, vücudu elverdiğince koşar adımlarla dışarı çıktı. Koridorun iki tarafı da boştu, bu binadan canlı ayrılması gerektiği zihni tarafından kendine hatırladığında ürperdi. Ya Felis de öldürülürse? Gidecek hiçbir yeri yoktu ve doğduğu günden beri burada yaşıyordu.
    ···
  19. 19.
    0
    ısa süreli bir sessizlik, saralı gibi verilen birkaç nefes, ve bir lavabonun açılmasına benzeyen garip ses. Tiksinti ve nefretle yüzünü buruşturan sarışın çocuğun kulağına ulaşan ve geçen her saniye uzaklaşan adım seslerinin ardından, hüngür hüngür ağlayarak sarsılmaya başladı küçük beden. Bu kadarı çok fazla gelmişti ve artık bunu kaldıramazdı. Güvendiği, umudunu bağladığı, her daim bir titan gibi gördüğü adam, mevki uğruna bir canın alınmasına müsade etmişti. O bir otorite değil miydi? Doğru olanı yapıp her şeyi düzelten de o olmayacak mıydı? Hak ve adaletin mutlak temsilcisi, savunmasız bir yetimi hayal kırıklığına uğratmıştı.
    ···
  20. 20.
    0
    Kısa süreli sessizlik, şiddetli bir gök gürlemesiyle delinmiş ve diğer ses, Felis'in yumruklarını sıkıp, titreme sebeplerine hiddeti de eklemesine neden olan kadın sesi konuşmuştu.

    "Küstahlığı beni deliye çevirdi! Onu öldürmek istememiştim ama beni o k-"

    "Yeter! Sinirlerin yüzünden ölen üçüncü çocuk bu! Üç! Hala bu çatı altında barınmana izin vermemi beklemiyorsun, öyle değil mi?"

    "Kapa o lanet çeneni. Bu mevkiye kimin sayesinde, nereden geldiğini unutma Lucas! Babamın tek sözüyle ayyaş ve keşlerin yerlerde yuvarlandığı yuvana döndürürüm seni!"

    "Polis bunu duyarsa seni baban bile kurtaramaz."

    "Sen beni tehdit mi ediyorsun?

    "Çocukların nasıl etkileneceğini düşünmüyor musun!?"

    "Simdi de yetim aşığı mı oldun?"

    "Saçmalamayı kes, bunu kast etmediğimi biliyorsun. Eğer biri bile gördüklerini anlatırsa-"

    "Felis denen p** dışında kimse görmedi. Onu da susturmanın bi yolunu bulmak çok zor olmasa gerek."

    "Diğerleri burada olmadığı için şanslısın. Şimdi yürü, bedenden kurtulmalıyız. Vali bunu da duyarsa, bu sefer affedilmeyiz."
    ···