0
bu başlık gibertilmeyi hakediyo beyler istediğiniz kadar eksileyin.
Bu durumda, evren kendinden ibaret ve tamamen Bilim Kanunları tarafından belirleniyor olabilir.
Evrenin yaratılıp yaratılmadığı ve nasıl yaratıldığı konusundaki tartışma tarih boyunca sürüp gitti. Temel olarak iki düşünce geleneği vardı. Pek çok eski gelenek ve Yahudi, Hıristiyan ve islam dinleri evrenin yakın geçmişte yaratılmış olduğunu savundular. Örneğin Piskopos Usher eski ahitteki insanların yaşlarını toplayarak evrenin yaratılışı için iÖ 4004 tarihine ulaşmıştı. Yakın bir köken fikrini desteklemek için kullanılan bir gerçek insan ırkının kültür ve teknolojide açıkça evrim geçirmesiydi. ilk olarak kimin bir şeyi yaptığını ya da bir tekniği geliştirdiğini hatırlıyoruz. Öyleyse, iddia şu, o kadar uzun süredir ortalıkta olamayız. Aksi halde şu andakinden çok daha fazla ilerleme göstermiş olurduk. Aslında incil’e göre yaratılış tarihi modern insanların ilk ortaya çıktığı son buz çağının sonlarından daha uzak değil.
Her iki gelenek de evrenin zaman içinde değişmemesi gerektiğini savundu. Ya şu anki haliyle yaratılmıştı ya da ezelden beri bugün olduğu gibi var olmuştu. O zamanlarda bu doğal bir inanıştı çünkü insan ömrü ve kayıtlı tarihin tamamı o kadar kısadır ki bunlar süresince evren belirgin bir şekilde değişmemiştir. Statik, değişmeyen bir evrende, evrenin hep var olup olmadığı ya da geçmişteki bir zaman aralığında yaratılıp yaratılmadığı gerçekten de metafizik ya da dinin konusudur: her iki teori de böyle bir evreni açıklayabilir. 1781’de filozof Immanuel Kant anıtsal ve oldukça karmaşık bir eser yazdı, Saf Aklın Eleştirisi. Bu eserde evrenin bir başlangıcı olduğuna inanmanın da başlangıcı olmadığına inanmanın da geçerli argümanlar olduğu sonucuna varıyor. Başlıktan da anlaşılacağı gibi çıkarımları yalnızca akıl yürütmeye dayanıyordu. Diğer bir deyişle evren üzerine gözlemlere yer vermiyordu. Zaten, değişmeyen bir evrende gözlemlenecek ne olabilir ki?
Fakat 19. yy’da Yerkürenin ve evrenin geri kalanının aslında zaman içinde değişmekte olduğuna dair kanıtlar toplanmaya başladı. Bir yanda jeologlar kayaların ve içlerindeki fosillerin oluşumunun yüzlerce ya da binlerce milyon yıl sürmüş olması gerektiğini fark ettiler. Bu Yerkürenin yaşı hakkında Yaratılışçıların söylediklerinden çok daha fazlaydı. Öte yanda Alman fizikçi Boltzmann, Termodinamiğin ikinci Yasasını keşfetmişti. Buna göre evrendeki (entropi denilen bir birimle ölçülen) toplam düzensizlik miktarı zamanla sürekli olarak artmaktaydı. Bu da insanlığın gelişimiyle ilgili olan tartışma gibi evrenin yalnızca sınırlı bir zamandır var olduğu önermesinde bulunuyordu. Aksi halde evren şimdiye dek her şeyin aynı sıcaklıkta olduğu tam bir düzensizlik haline dönmüş olurdu
Durağan bir evren fikriyle ilgili diğer bir zorluk da Newton’ın yerçekimi kanununa göre evrendeki her bir yıldızın diğer yıldızlara doğru çekiliyor olması gerektiğiydi. Öyleyse nasıl oluyordu da birbirlerinden sabit bir uzaklıkta durabiliyorlardı. Üstüste binmeyecekler miydi? Newton yıldızların birbirini çekmesiyle ilgili sorunun farkındaydı. Döneminin önde gelen filozoflarından Richard Bentley’ye mektubunda sonlu bir yıldız topluluğunun hareketsiz kalamayacağı konusuna katıldığını: bir merkez noktasında üstüste bineceklerini söylemiştir. Fakat sonsuz bir yıldız topluluğunun üstüste binmeyeceğini çünkü biraraya gelecekleri bir merkez noktasının olamayacağını iddia etmişti. Bu sonsuz sistemlerden söz eden birinin karşılaşabileceği açmazlardan birine örnektir. Bir yıldızın üstündeki, evrendeki sonsuz sayıdaki öteki yıldızlardan gelen, güçleri eklemek için farklı yöntemler kullanarak ‘birbirlerine sabit bir uzaklıkta durabilirler mi’ sorusuna farklı cevaplar bulunabilir. Artık biliyoruz ki bunun doğru yöntemi sonlu yıldız bölgelerini hesaba katmaktır. Daha sonra bu bölgenin dışında hemen hemen eşit olarak dağılmış yıldızlardan biraz daha eklenir. Sonlu bir yıldız topluluğu üstüste binecektir. Newton’un yerçekimi yasasına göre bölgenin dışından daha fazla yıldız eklemek bu çöküşü durdurmayacaktır. Bu yüzden sonsuz bir yıldız topluluğu hareketsiz kalamaz. Eğer birbirlerine göreli olarak hareket etmiyorlarsa aralarındaki çekim birbirlerine doğru düşmelerine neden olacaktır. Ayrıca kütle çekimin dağılmanın hızını azalttığı bir şekilde birbirlerinden uzaklaşıyor olabilirler.
Statik ve değişmeyen bir evren fikrinin tüm bu zorluklarına rağmen, onyedinci, onsekizinci, ondokuzuncu yüzyıllarda ve yirminci yüzyılın başlarında kimse evrenin zaman içinde evrim geçiriyor olabileceği görüşünü ortaya atmadı. Hem Newton hem de Einstein evrenin ya toplanıyor ya da genişliyor olması gerektiğini öngörme şansını kaçırdılar. Bu konuda kimse Newton’u suçlayamaz çünkü o evrenin genişlediğinin gözlemlere dayanan keşfinden 250 yıl önce yaşamıştı. Fakat Einstein bunu bilmeliydi. Genel Görelilik Teorisini formüle ettiğinde Newton’un teorisini kendi Özel Görelilik Teorisiyle birleştirmek için “kozmolojik katsayı” diye bir şey ekledi. Bunun evrendeki maddenin çekim etkisini dengeleyebilecek karşı yönde bir kütleçekimsel etkisi vardı. Böylece statik bir evren modeli mümkün oluyordu.
Einstein daha sonraları kozmolojik katsayının hayatının en büyük hatası olduğunu söylemiştir. Bu Edwin Hubble’ın 1920’lerde uzak galaksileri gözlemleyerek, uzaklıklarıyla orantılı bir hızla bizden uzaklaşmakta olduklarını göstermesinden sonraydı. Başka bir deyişle, evren daha önceleri düşünüldüğü gibi statik değil, genişlemekte. Galaksiler arasındaki uzaklık zamanla artıyor.
Evrenin genişlemekte olduğunun keşfi, kökeniyle ilgili tartışmayı tamamen değiştirdi. Eğer galaksilerin şu andaki hareketini alır zamanda geriye sararasak, 10 ya da 20 milyar yıl önce, bir noktada hepsi üstüste duruyor olmalıymış gibi görünüyor. Big Bang denilen bu anda evrenin yoğunluğu ve uzayzamanın kıvrımı sonsuz olmuş olmalı. Bu koşullar altında bilinen bütün bilimsel yasalar yıkılır. Bu bilim için bir felakettir. Bilimin tek başına evrenin nasıl başladığını öngöremeyeceğini kastediyorum. Bilimin tek söyleyebileceği şudur: Evren şu an böyle çünkü eskiden öyleydi. Fakat bilim neden Big Bang’den sonra öyle olduğunu açıklayamaz.
Hiç de sürpriz olmayan bir şekilde, pek çok bilim insanı bu sonuçtan memnun olmadı. Big Bang’i engellemek için bazı girişimler de oldu. Bir tanesi Kararlı Hal Teorisi denilen şeydi. Bu fikre göre galaksiler birbirinden uzaklaştıkça, aralarındaki boşlukta sürekli yaratılan maddeden, yeni galaksiler doğuyordu. Evren aşağı yukarı bu günküne benzer bir halde her zaman var olmuştu ve var olmaya devam edecekti.
Tümünü Göster