/i/Tespit

  1. 16.
    0
    reserved amk ilk cümle doğru

    https://www.youtube.com/watch?v=Oi-q73XTbKE
    ···
  2. 15.
    0
    Okucam rez
    ···
  3. 14.
    0
    Devam panpa rez
    ···
  4. 13.
    0
    Devam üstad
    ···
  5. 12.
    0
    Devam panpa
    ···
  6. 11.
    +1
    Ruhsal denge, genellikle kişiye dışarıdan ödüller sağlamaz; ama hiç kuşkusuz sağlığa yararlıdır. Mutlu bir adam bir köşeye çekilip kendini unutturur; şöhret ancak ölümünden kırk yıl sonra gelip onu bulur. Ama kinden daha gizli ve daha tehlikeli olan hastalığa karşı mutluluk en kusursuz silahtır. Buna karşın, kederli adam kalkıp şöyle der: 'Mutluluk bir sonuçtur, neden değil.' Bu, işi fazlasıyla basitleştirmektir. Güç, insanı, beden eğitimini sevmeye zütürür; ama kendi arzumuzla yaptığımız beden eğitimi de insana güç verir. Kısacası, iç uzuvlarımızın öyle bir durumu olur ki, çarpışmayı ve yok etmeyi kolaylaştırır; yine bir başka durumu olur ki, adamı boğar, zehirler. insan, kuşkusuz, parmaklarını oynattığı gibi, iç organlarını hareket ettiremez; ama neşe, iç organların iyi durumda olduğuna kanıt oluşturduğuna göre, denebilir ki, neşeyi davet eden bütün düşünceler sağlığa da yararlıdır.

    Şu halde hasta olduğumuz zaman sevinecek miyiz? Olur şey mi bu, diyeceksiniz. Acele etmeyin. Gülleler, kurşunlar bir yana bırakılırsa, savaşta insanların hayatının sağlıklı bir biçimde sürdüğü söylenmiştir. Bir buçuk yıl siperler içinde, bir tavşan ininde gibi yaşayarak bunun deneyimini yaptım. Tam bir buçuk yıl, yorgunluk ve uyku gereksiniminden başka bir şey duymadan yaşadım. Oysa yüzyılın en zayıf midelerinden birine sahiptim. Bütün hareket etmeden düşünen insanlar gibi yirmi yaşımdan beri tehlikeli bir hastalığım vardı. Askerlikte beden sağlığının açık hava ve hareketli yaşamla sağlandığı söylenir; ama başka nedenler de var. Tanıdık bir piyade çavuşu bir gün bizim sığınağa geldi; yüzü sevinçten parlıyordu: “Bu kez kurtulduk,” dedi, "hastayım. Ateşim var; doktor söyledi; yarın yine viziteye çıkacağım. Belki de tifodur; ayakta duracak halim yok. Etrafımda her şey dönüyor. Sonunda hastaneye kavuşacağım. Bir yıl çamurlar içinde yaşadıktan sonra, bu kadarcık bir şansa hak kazanmış olmalıyım." Ama, sevincin onu iyileştirdiğini görüyordum. Ertesi gün ateşi filan kalmamıştı; bu kez çukurca harabelerinden geçerek daha da berbat bir istihkamda görev almaya gidecekti.

    Hasta olmak suç değildir; ne disiplin, ne de şeref duygusu buna karşı bir şey söyleyebilir. Nice askerler, bir hastalığın, hatta öldürücü bir hastalığın izlerini keşfetmek için umutlu heyecanlar içinde kendilerini yoklayıp durmuşlardır. O çamurlar içinde geçen günlerde, hastalıktan ölmenin çok hoş bir şey olduğu düşüncesi egemendir. Bu tür düşünceler, hastalığı önlemeye birebirdir. Sevinç, iç organlarımızı, en usta doktordan daha iyi düzene koyar. Oysa hasta olmak korkusu, hastalık olasılığını büsbütün artırır. Bir köşeye çekilerek sessizce ölümü bekleyen çilekeşler gerçekten yaşamışlarsa, bunların yüz yaşına kadar yaşamış olmalarına hiç şaşmam. Her şeye karşı ilgilerini yitiren yaşlı insanların uzun yaşam sürmeleri herhalde ölüm korkusunu bilmemelerinden ileri gelir. Kayıtsızlık bir tür büyük ve güçlü kurnazlıktır.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 10.
    0
    Rezervedd
    ···
  8. 9.
    +3
    Gönül almak. Oldukça sert mizaçlı olduğu halde sonradan huyunu değiştiren bir tanıdığım bana şu telkinde bulunmuştu. Bu tür bir kural ilk bakışta hayret uyandırır beyler. Gönül almak, yalancı, koltukçu, dalkavuk olmak demek değil midir? Kuralı yanlış anlamayalım. Bizim kastettiğimiz, yalancılığa düşmeden ve bayağılaşmadan gönül almaktır. Ve bunu mümkün olduğu her durumda uygulamak gerekir. Hemen her zaman da olasıdır bu. Bir tatsız gerçeği, sinirli bir sesle, yüzümüz pancar kesilerek söylediğimiz zaman öfkeye kapılıyoruz demektir; bu tedavi etmesini bilmediğimiz kısa bir hastalıktır; sonradan bu hareketimizi cesaret örneği gibi göstermeye kalkışmamız boşunadır; eğer hareketimiz sonucunda bizim için bir tehlike söz konusu değilse ve bu hareketi önceden tasarlayarak yapmış bulunmuyorsak, cesaret göstermiş olmamız pek kuşkuludur. Bundan şu ahlak kuralını çıkarıyorum: Küstahlık edeceksen güçlü olana karşı et. Ama gerçeği hiç sesini yükseltmeden söylemek, gerçek içinde de övülmeye değer olanı seçmek yeğdir.

    Hemen her şeyde övülecek bir taraf vardır. Çünkü gerçek neden ve etkenler bizim için hep bir bilinmeyen olarak kalır ve kalleşlik yerine sağduyuya, ihtiyatlılık yerine dostluğa başvurmaktan bir zarar görmeyiz. Özellikle gençlerle ilişkilerinizde, tahminden öteye gitmeyen konularda her şeyi iyi yanından alın ve onlara kendilerini kötü göstermeyin; öyle olduklarına inanırlar, çok geçmeden de öyle olurlar; oysa yermek hemen hiçbir zaman işe yaramaz. Örneğin, karşınızdaki burada bir yazarsa, en iyi dizelerini anımsayın ve, ona söyleyin, bir dostunuzsa, yapmadığı kötülüklerden dolayı onu kutlayın.
    ···
  9. 8.
    0
    Rezzzzzz
    ···
  10. 7.
    +3
    Yeterince üzerinde durulmamış bir şey var: Mutlu olmak, başkalarına karşı da görevimizdir. Yalnız mutlu olanlar sevilir, deriz; ama unutuyoruz ki, bu ödül haklı ve yerindedir; çünkü felaket, can sıkıntısı ve umutsuzluk, soluduğumuz havayı doldurup taşırmıştır; onun için kötülükleri hazmederek ortak yaşantımızı gayretli örnekleriyle arıtanlara minnet borcumuz vardır. Aşkın en güzel yanı, mutlu olmak için edilen yemindir. Sevilen insanın sıkıntısı, kederi ya da felaketi kadar katlanması güç ne vardır? Her erkek ve her kadın, hiç aklından çıkarmamalıdır ki, mutluluk, yani kendimiz için kuşattığımız mutluluk, en güzel ve en cömert özverimizdir.

    Hatta, mutlu olmak zahmetine girmiş insanlara ödüller dağıtılmasını isteyecek kadar ileri gideceğim. Çünkü kanımca, bütün bu ölüler, bu harabeler, bu çılgınca masraflar ve bu önlem saldırıları, hiçbir zaman mutlu olmasını bilememişlerin ve mutlu olmaya kalkışanlara da katlanamayanların eseridir.
    ···
  11. 6.
    +4
    Özgürlük kelimesinin ‘pozitif ’ anlamı, bireyin kendi patronu olmasına yönelik istekten ortaya çıkmıştır. Kendi hayatımın ve kararlarımın bana dayanmasını isterim, herhangi bir türdeki dış güçlere değil. Kendi kendimin enstrümanı olmak isterim, diğer insanların değil; yapan, karar veren olmak isterim, adıma karar verilen değil, kendini yöneten…, kendi hedeflerini ve politikalarını koyan ve gerçekleştiren olmak isterim
    ···
  12. 5.
    +1
    Kör oldum amk
    ···
  13. 4.
    +1
    Gece gece bu ne mk.. kor oldum
    ···
  14. 3.
    0
    hayatın anldıbını bulmaya çalışarak boşaldım
    ···
  15. 2.
    0
    Yarın editlerim
    ···
  16. 1.
    +12 -3
    ilk kural; bugünkü ya da geçmişteki sıkıntılarından kim­seye söz açmamaktır beyler. Bir baş ağrısını, mide bulantısını, bir keyifsizliği, bir sancıyı, uygun bir dille olsa bile başkalarına anlatmak, terbiyesizlik sayılmalıydı. Başımıza gelen haksız­lıklar ve kötülükler için de aynı şey geçerli. Çocuklara, genç­lere, hatta büyüklere, fazlasıyla unuttukları bir gerçeği hatır­latmalıyız: Halimizden yakınmamız, dinleyen kişiler bizi iti­rafa teşvik etse ve bizi teselli etmekten zevk alır görünse bi­le, onları üzer, dolayısıyla da canlarını sıkar değil mi? Çünkü üzüntü bir zehir gibidir; onu sevebiliriz ama, yararını göremeyiz; so­nunda üstün gelen de en köklü duygumuzdur: Herkes yaşamaya bakar, ölmeye değil; yaşayanları, yani durumlarından hoşnut olanları, hoşnut görünenleri arar çevresinde. Küllere bakıp ağlaşacak yerde, herkes kendi odununu getirip ocağa atsa, insan topluluğu nasıl da kusursuz olurdu!

    Bu kurallar eskiden kibarlar arasında zaten uygulanıyor­du; serbest konuşamamak nedeniyle, o ortamlarda insanla­rın can sıkıntısı duydukları da bir gerçektir. Bizim burjuvazi­miz toplum sohbetleri için gerekli olan açık sözlülüğü geliş­tirdi; pek de iyi etti. Ama, herkesin kendi üzüntüsünü orta­ya dökmesine de gerek yok; bu durumda can sıkıntısı eskisinden de beter oluyor. Onun için toplum ilişkilerini aile or­tdıbının dışına taşırmalıyız. Çünkü aile ortamında, çoğu kez, insan kendini bırakır, biraz hoşa gitme kaygısı duyuldu­ğunda akla bile gelmeyecek bir sürü ufak tefek sıkıntılar or­taya dökülür. Sözleriyle çevredekilerin ilgisini uyandırma­nın zevki, anlatılması can sıkıcı olan bir yığın ıvır zıvır üzün­tülerin unutulmasına yol açar. Hoşa gitmek isteyen kişi ken­dini biraz zahmete sokar ama, onun bu zahmeti, tıpkı müzik­çinin, ressamın duyduğu zahmet gibi, zevk yaratır; aynca kendisi de, anlatmaya fırsat bulamadığı sıkıntılarından böy­lece kurtulmuş olur. ilke şudur: Sıkıntılarından, yani küçük sıkıntılarıadan söz etmezsen, onları unutur gidersin.

    Üzerinde düşündüğüm bu duruma, kötü hava­ da iyi vakit geçirmek için yararlı öğütler de katardım ... Şu satırları yazdığım sırada yağmur yağıyor; kiremitler takırdı­yor; sağanak şakırtısı duyuluyor; hava sanki yıkanmış ve fil­treden çekilmiş gibi; bulutlar görkemli tülleri andırıyor. Bu güzellikleri görmesini bilelim!

    Hayır; bunun yerine, birisi kalkıp yağmurun ürünlere za­rar verdiğinden söz açıyor. Bir başkası, ortalık çamur içinde kalacak diye hayıflanmakta ... Bir üçüncü kişi, artık çimenler­de de oturulmaz, diye üzülüyor. Tamam, tamam; tekrara ge­rek yok; yakınmalarınız bütün bu sakıncaları ortadan kaldı­racak değil ki; eve dönünce, orada da aynı tekerleme ... Oy­sa insan asıl şu yağmurlu günde karşısında neşeli yüzler gör­mek ister. Onun için, ağlamaklı havada güler yüz gösterme­li!

    Uzun bir başlık ve yarıda bırakmayacağım
    Tümünü Göster
    ···