1. 1.
    +2
    “ Yaşamın içine illüzyonlar sızıyor... Siz onları günlerinizin, ya da bir mevsimin doğal sürprizleri sanırken, aslında yalan olduğunu bilmiyorsunuz… Onlar illüzyondur.. Bazıları öyle güzel, öyle mükemmeldirler ki, onları yaşamın gerçeklerinden daha çok sevmemek mümkün olmaz... Ama sonunda mutlaka gerçek bir pazartesiye uyanır, renkleri eski koyuluklarında algılar ve objelerin doğal boyutlarına geri dönersiniz…”
    ···
  2. 2.
    +2
    -- Alo…
    -- Alo, kiminle görüşüyoruz?
    -- Benimle...
    --Arkadaşlarınız size nasıl sesleniyorlar, hatırlamaya çalışın lütfen.
    -- Adım şey...
    -- Ney?
    -- Davut!
    -- Bekleyin, yayına giriyorsunuz.
    “Tamam” diye mırıldandı gülümseyerek. Radyoda yalnızca hafif bir fon müziği duyuluyordu …
    -- ciksen dokuz nokta iki’de Yalancının Mumu’ndasınız… Şu anda hatta bir yalancı var. Alo…
    -- Alo... iyi akşamlar…
    Kızın neşeli kahkahası patladı Yiğit’in kulaklarında.
    -- Davut arıyor arkadaşlar. Söyle bakalım, adını duyunca herkes sana inanacak.…
    -- Sesinde tuhaf, zararlı bir şey var. insanı alıyor, sürüklüyor
    -- Hımm. Demek benimle ilgili yalanlar söyleyeceksin Doğrucu Davut!.. Bak bu en zoru ve en az inandırıcı olanıdır.
    -- Ağzında bir şey varmış gibi konuşuyorsun. Şeker gibi bir şey... Tuhaf oluyorum. Ve eminim ki, seni dinlemek için en kötü şartlara sahibim.
    -- Çok hoş. iyi ki bunlar yalan...
    -- Yağmurun altında ve geniş bir caddenin tam ortasındaki bozuk bir arabanın içinde, gece yarısı üşüyerek ve aç karnına dinlediğim tek kız sensin…
    -- Ne harika…
    -- Bence de. Ama şimdi seni hayal kırıklığına uğratacak bir şey söyleyeceğim...
    -- Söyleme !
    -- Mecburum...
    -- Söyle o zaman.
    -- Adım dışında bütün söylediklerim doğru. Hiçbiri yalan değil. Ayrıca canım şu anda hiç yalan söylemek istemiyor.
    Kısa bir sessizlik oldu... Fon müziği arttı... Bir an için, Yiğit bu konuşmaya kimlerin tanık olduğunu düşündü...
    -- Keşke yalan söylüyor olsaydın Davut. O zaman bu yalanı sürdürmen mümkün olabilirdi… Çünkü ömürsüz olan yalanlar değil, gerçeklerdir. . Söylediklerin, şimdiden bittiler!... Asla tekrarlanamaz. Asla, beni o caddenin ortasında, bozuk bir arabanın içinde, yağmurun altında ve üşüyerek bir daha dinlemezsin
    -- Belki haklısın… Seni bu koşullarda dinlemem bir daha… Ama bu akşam dinledim ve bu gerçekti. Progrdıbının konseptini altüst etmek istemem ama, yalanlara ve illüzyonlara sarılmak yerine, cesur ol ve gerçeklere bir kapı aç hayatında...
    -- Hımm.. Ne yapayım ? Gerçeklerden mi söz edeyim ? Düğmelerle dolu bir stüdyoda yapayalnız olduğumu, kendime çay alacağım zamanlarda uzun şarkılar seçtiğimi, mikserin üstünde gündüz programcılarının unuttuğu güzel sözlerle, yemek tarifleriyle, magazin bilgileriyle dolu kitaplar bulunduğunu mu anlatayım ? Bugünün tarihinden, hava durumundan, günlük haberlerden söz edeyim mi ? Bunların hepsi gerçek işte. Hoşuna gider miydi ? Beni yine dinler ve o soğuk arabanın içinden arar mıydın ?
    -- Bilmiyorum...
    -- Ben biliyorum. Aramazdın. O zaman da beni arayanlar olurdu tabii. Ama ben senin aramanı istedim. Bu yüzden de doğru şeylerden söz ettim. Yani yalanlardan. Seni bana ulaştırdılar işte. Bazen yalanlar, en doğrusudur...
    --...
    Tümünü Göster
    ···
  3. 3.
    +2
    Yiğit gülümseyerek arkasına yaslandı. Akın’la tanıştıkları geceyi anımsadı. Beyoğlu’ndaki salaş bara adımını atar atmaz, müziği ve bütün uğultuları bastıran tok sesini duymuştu O’nun. Bara oturup içkisini söylediğinde bu hantal adama doğru dönüp, tam alçak sesle konuşmasını söyleyeceği sırada elindeki sigarayı teklifsizce çekip, kendi sigarasını yakmıştı. Bir yandan da, yanındaki minyon kıza aynen şöyle diyordu:
    “Sen Cuma’yı arıyorsun. Bakma öyle mel mel. Evet, sen Robinson’sun ve kendine bir Cuma arıyorsun. Ama ben olmam. Ben Cuma olmam, onu bil.”


    Yiğit dikiz aynasına baktığında, arabaların azalmış olduğunu gördü. Trafik sakinleşmişti. Ceketinin iç cebinden çıkardığı paketten bir sigara yakıp, kendini “Boat on the Rıver” ın ritmine bıraktı. Ortalık sakinleştiğine göre, artık arabayı geriye doğru iterek kaldırıma yanaştırmak mümkün olabilirdi. Ama canı istemedi. Ayrıca şiddetli yağmurun altında ve ana caddenin tam ortasında duruyor olmak hoşuna gitmeye başlamıştı. Ayten esnedi ve koltuğa biraz daha yayıldı. Ne güzel bir köpekti bu böyle... Ablası bir hafta önce getirmişti onu. Yine aklına komşu geldi. Renkli uzun etekler giyen, tuhaf heykeller yapan şu kızın uykusu nedense, üst katında bir köpek havladığı zaman kaçıveriyordu. Yiğit, müziğin azaldığını farkedince radyosunun sesini açtı.

    “Yalansız bir dünya ne kadar tatsız olurdu… Hikayesiz ve hayalsiz. Yalnızca yaşananların ve yaşanabileceklerin konuşulduğu bir dünya… Bir belgeselin içinde yer alamaz düşleriniz. Gerçek olduğuna değecek bir gerçeğiniz yoksa, bana yalanlar söyleyin. Ama yalan olduklarına değsinler... ”
    ···
  4. 4.
    -2
    http://inciswf.com/1297463363.swf
    ···
  5. 5.
    +2
    Ve müzik…Yiğit cep telefonunu eline alıp, tuşlarına hızlı hızlı basarak sabırsızca bekledi. O sırada sileceklerden yalnızca birinin çalışıyor olduğunu farketti. Diğeri bagaj kapağının üzerinde yatıyordu.
    -- Alo…
    -- Alo... Akın, sen misin ?
    -- Galiba.
    -- Ben Yiğit.
    -- Bundan kuşkum yok.
    -- Zırvalıyorsun, uyuyor muydun?
    __Nerde? Tülin gibi bir sevgilim ve senin gibi bir arkadaşım varken, nasıl uyuyabilirim ?
    -- Yolda kaldım. Araba çalışmıyor. -- Yolda kaldım, araba çalışmıyor
    -- Burası Reno servisi mi abi ya ? Onları arasana !..Reklamları vardı hani... Çölde falan kalıyordu da, servis yine de geliyordu.
    -- Beni dinle ! Yağmurun altında, caddenin tam ortasındayım. Yanımda yalnızca Ayten var.
    -- Ayten kim lan?
    -- Ablamın getirdiği kurt var ya... Ayten koydum adını, biraz önce...
    -- Abi, gecenin bu saatinde ne saçma bi konuşma bu ya! ‘Çek arabanı’ dicem, ayıp olucak sana da, Ayten’e de.
    -- Caddenin ortasında, öyle armut gibi duruyorum. Sorun var burda. Kalk gel işte!
    -- ‘Sofrayı kurdum, demleniyorum, her şey harika’ diye beni aradığını hiç hatırlamam…
    -- Hadi... Arabayı bir yere iter, senin arabayla da döneriz.
    -- Seninkinden şahane olmasın ama, benim de bir fikrim var. Sen in ve arabayı bir yere it. Sonra da taksiye binip evine git. Yarın öğlenden önce de beni sakın arama! Öğlene kadar evdeyim çünkü... Ha ha ha.
    --ilk önce niye seni aradım? Böyle zor bir durumda kaldığımda niçin önce senin telefonunu çevirdiğimi merak ediyorum.
    -- Ya ben ? Benim kadar edemezsin…Buna hiç akıl sır erdiremiyorum.
    -- Arkadaşlık bu mu yani ?
    -- Bırak bu arkadaşlık geyiğini ya… Bu saatte duygusallaşamam şimdi. Gecenin birinde kim tanık olmuş benim arkadaşlığıma? Daha sıcak hizmetlerin zamanıdır.
    -- Allah belanı versin !
    -- Mersi. Tülin banyoda, artık gitmem lazım.
    -- Allah belanı zütünden versin !
    -- Sana da iyi geceler…
    ···
  6. 6.
    +2
    “Hiçbir gerçeğin ulaşamayacağı yerlerinizi eliyle koymuş gibi bulur yalanlar. Ve inanmak, ancak yalanlar söz konusu olduğunda anlamlıdır. Çünkü gerçeklere inanmak hiçbir şeyi değiştirmez. En uzak hayallerin peşine takılanlar yazıldılar tarihe! Onlar söylediklerinde, onlar inandıklarında henüz yalandı bugün dokunduklarımız... ”

    Yiğit bir sigara yakıp, arkasına yaslandı. Dikiz aynasını, hiçbir şey göremeyeceği şekilde çevirdi ve flaşörleri yaktı.

    “Yalanlarda umut var, özgürlük var, utanç var, merhamet var!...
    Her şeyden önemlisi, gerçekte hiç olmayan ve asla olamayacak bir şey var yalanlarda... Yalanlarda aşk var. Aşk sizi ellerinizle, gözlerinizle, yüreğinizle ve gücünüzle tanıştırır. Siz, gerçeğe basar basmaz ihanet ediyorsunuz onlara. Oysa ki, o yalanların üzerinde yaşadınız bütün coşkuları. Nabzınız gerçek değil miydi? Başınızın ateşi, sıklaşan nefesiniz? Bütün bu gerçekleri harekete geçiren yalanın suçu ne? En gerçek aşk, en usta yalanların eseridir... Evet... Yalancının mumu sürüyor. ciksen dokuz nokta iki’de, radyonuzun gerçeğe en uzak noktasında saat ikiye kadar sizinle kalacak bir yalancı olduğunu unutmayın…”
    ···
  7. 7.
    +2
    “Yağmur yağıyor. Bunun yalan olduğunu kim söyleyebilir ? Şimdi pırıl pırıl güneşli günlerden söz edersem, sokaklarının bütün çukurları suyla dolu bu şehirde bana kimse inanmaz. Yalanlar, onlara inananlar olmadığında, gerçek olamamaktan öteye gidemezler. işte size bir gerçek. Yağmur yağıyor. Siz neresindesiniz yağmurun ? Yağmurla aranızda sıcak bir çay fincanı, çift katlı bir cam ve güpür perdeleriniz mi var ? Ve siz yağmura gerçek mi diyorsunuz ? Kendinizi kandırmayın. Yağmur, onun tam altında olanların gerçeğidir.
    Teri, yağmura karışanların... işte gerçek sandığınız bir yalan. Yalan söyledim. Yağmur falan yağmıyor.”

    Yiğit gülümseyerek radyosunun sesini açtı. Yanıp sönen selektörler ve arkasında biriken araçlar gecenin karanlığına ve yağmura karışan ayrıntılar olmuştu…
    ···
  8. 8.
    +2
    istanbul, sırılsıklamdı gece. Boğazın ışıkları, arabanın ön cdıbını yıkayan yağmur sularında binlerce parçaya bölünüyor, dağılan bir kolyenin altın topları gibi kayıp, düşüyorlardı. Yiğit, kontak anahtarını bu kez daha sert çevirdi ve motorun boğulan sesine dişlerinin arasından küfretti. Yağmurun hızına yetişmeye çalışan silecekler, tuhaf gıcırtılar çıkartıyor, arabanın içi gitgide soğuyordu. Dikiz aynasından gözüne yansıyan selektör ışıkları ve korna sesleri üzerine dışarı çıktı… Bir anda sırılsıklam oldu. Yokuş ve yağmur arabayı itmeyi olanaksızlaştırıyordu. Yeniden içeri girip, el frenini sonuna kadar çekti. Geniş caddenin tam ortasında duran beyaz otomobili sollayarak geçmek zorunda kalan diğer araçların sürücüleri sinirli sinirli el kol hareketleri yapıyorlardı. Şiddetini arttıran yağmurun camlardaki tıpırtısı radyodan dağılan hoş müziğe karışırken, şarkıya kulak verdi Yiğit. “Wild world” çalıyordu. Çıktığı kızlardan biri çok severdi bu şarkıyı. Hangisi olduğunu anımsamaya çalışırken, kısık gözlerle yan koltukta uyuklayan iri kurt köpeğine baktı. Alt kattaki komşunun şikayetleri yüzünden, onu geri vermek zorunda kalabileceğini düşündü. Şarkı, Yiğit'e hiçbir kadını anımsatamadı. Müzik duyulamayacak kadar azaldı, azaldı… Ve pürüzsüz bir kadın sesi içeri doldu.
    ···
  9. 9.
    +1
    --...
    -- Davut…
    -- Efendim ?
    -- Ne düşünüyorsun ?
    -- Bir yalancıyla konuşmaktan hoşlanmadığımı...
    -- iyi ama her gün konuşuyorsun. Herkes sana yalan söylüyor. Bunu bilmiyor musun ? Bir düşün bakalım. Sen zaten kocaman bir yalancısın. Gün boyu, inandığın kaç tane şeyi ağzına alabiliyorsun ? Benimle konuşmanın tek farkı, her an yalan söyleyebileceğimi bilmen ve benim bunu itiraf etmem...
    -- Sen tam bir laf ebesisin. En doğru işi yapıyorsun. Sakın oradan kımıldama!
    -- Kımıldayamam. Burdan kenti yönetiyorum. Birilerinin uykuya geçmesini engelliyor, birilerini aşka davet ediyorum. Çok işim var. Hoşçakal Davut...
    -- Hey! Benim için bir şey çal!
    Yiğit, cümlesinin ardından yayına giren müzikle irkildi. Artık hatta değildi. Telefonu kapatarak arka koltuğa attı. “Yalnızca tesadüflere inanırım” diyordu şarkı. Sunucunun sesiyle bölündü.

    “Radyonuzun yalancı noktasından ayrılmayın. Saat dörde kadar burada olacağım. Ve sen…Bu şarkıyı dinlerken yalnızca seni düşüneceğimi unutma sakın…”
    Müzik sesi arttı, arttı ve yine azaldı…
    “Yalancının mumu sönene kadar, lütfen bana inanın !…”

    ** ** **
    ···
  10. 10.
    +1
    beklemedeyim panpa
    ···
  11. 11.
    +1
    anlat panpa dinlemedeyim *
    ···
  12. 12.
    +1
    “Yaşamın içine illüzyonlar sızıyor. Siz, onları günlerinizin, ya da bir mevsimin doğal sürprizleri sanırken, aslında yalan olduğunu bilmiyorsunuz… Onlar illüzyondur. Bazıları öyle güzel, öyle mükemmeldirler ki, onları yaşamın gerçeklerinden daha çok sevmemek mümkün olmaz… Ama sonunda mutlaka gerçek bir pazartesiye uyanır, renkleri eski koyuluklarında algılar ve objelerin doğal boyutlarına geri dönersiniz . Ne yani ? Onlar gerçek değildi diye, yok mu sayacağız ? O yaşadıklarımızın ne kadar güzel olduğunu unutacak mıyız ? Hayır…Sarılabildiğimiz kadar sarılacağız o yalanlara… Ve hayatı güzelleştireceğiz.”
    Yiğit, telefonun sesiyle sıçradı…
    ···
  13. 13.
    +1
    Yiğit, kızın söyledikleri hakkında karar veremedi. ‘Saçma’ diyemedi... ‘Güzel’ diyemedi. ‘Doğru’ diyemedi. Dinledi ve kanalı değiştiremedi. Alaycı mı, romantik mi, felsefik mi, uçuk mu? Ne düşündüğünü bilemedi. Ama 'yalan'a takmış olduğu kesindi. Anons edilen numarayı aklına yazarak, soğuk parmaklarından cep telefonunun tuşlarına aktardı.
    -- Gri Radyo... iyi akşamlar.
    -- Merhaba, ben yalan söylemek istiyorum.
    -- Telefonunuzu verin lütfen. Sizi arayıp, yayına alacağız.
    Yiğit telefon numarasını verip, sigarasından derin bir nefes çekti. Biraz rahatlasa fena olmazdı. Ne de olsa radyoda yalan söyleyecekti. Kendi kendine yüksek sesle gülerek, yine Akın’ın telefon numarasını tuşladı.

    -- Hıı...
    -- Alo Akın…
    -- Ne alosu ya ? Oğlum, ne işsin sen ya !
    -- Baksana…ciksen dokuz nokta ikide çıkacağım şimdi.
    -- O ne ? Sabıka numaran mı ? Abi, özür dilerim ama şeyimde köpük var, banyodan geldim.
    -- Radyonun frekansını ciksen dokuz nokta ikiye getir. Birazdan, orda beni dinleyebilirsin. Yalan söyleyeceğim.
    -- Ne diyorsun sen ya ? Biraz sabreder, sabah dinlerim… Senin yalanını dinlemek için niye acele edeyim ki? Hey! Hani sen yolda kalmıştın ?
    -- Yoldayım …Caddenin tam ortasında….
    -- Caddenin ortasında, arabadasın. Radyoları arayıp, geyiklere mi katılıyorsun abi ? Kendini yalnız hissediyor olmalısın… Allah aşkına, nasıl bir pgiboloji bu ? Çok merak ettim…
    -- Kapatıyorum salak. Şimdi arayacaklar beni.
    -- Tamam. Düşersin yakamdan artık di mi ? Tülin çok fena sinirleniyor… Konsantrasyonumu tamamı ile yok ediyorsun. Sayende vazgeçtik, uyuyacağız artık zaten…

    Yiğit gülerek telefonu kapattı. Sigarasından derin bir nefes daha çekti. Duman, boğazını yakarak süzüldü ciğerlerine. Çok üşümüş, çok yorgun ve çok açtı. Kontak anahtarını bir kez daha çevirmek için uzandığı sırada müzik yine azaldı. Yiğit’in eli havada kaldı... Kontak anahtarını unuttu… Bu kızın sesi, ne hoş bir sesti...
    ···
  14. 14.
    +1
    anti okuyani gibsinler/okuyan yazar kör oldu
    ···
  15. 15.
    +1
    anti okuyani gibsinler/okuyan yazar kör oldu
    ···
  16. 16.
    0
    Gül, Pembe Panter resimli sıcak kahve fincanını küçük bir çocuk gibi iki eliyle kavrayarak dudaklarına zütürdü. Önünde durduğu geniş kemerli salon penceresi yapraklarını dökmüş ağaçlarla çevrili toprak yola bakıyordu. Çıplak ağaçlar salonun içinde gibilerdi…Genç kadın, başındaki havluyu düzeltti ve yanındaki koltuğa çöküp, dolu dolu gözlerini arkadaşına dikti.
    -- Ne zaman bu hale geldik, anlamadım ki. Ne zaman, nasıl kaybettik her şeyi? Sabah uyanıyorum, midem bulanıyor. Resimlerimize bakamıyorum.
    Diğer kadın, yattığı yerde yüzünü kapattı elleriyle.
    -- Ayy... içim daraldı güzelim, sus noolur!. Ya da ben gideyim, sen havagazını aç.
    -- Uzun zamandır birlikte hiçbir şey yapmıyoruz. Ama hiçbir şey… Aynı evde yaşıyor, değişik zamanlarda aynı koltuklarda oturuyoruz, o kadar… Biz her yere birlikte giderdik. Çarşıya, arkadaşlara, sinemaya, işe, parka, annemlere.
    -- işte doğal sonuç!
    -- Sana göre değil tabi, böyle bir ilişki.
    -- Böyle bir ilişki çatal bıçak setine göre güzelim. Ne o öyle!. Biriniz ayrılırsa, takım mı bozulur?
    -- Takım bozuldu işte. Eve üç günde bir geliyor. Aslında benim çekip gitmem lazım burdan.
    -- Film icabı tabi. Dünyada gitmezsin sen. Ona haftayı geçirmesi için iki çeşit et yemeği, bir de zeytinyağlı fasülye yapıp, annenin evinde seni almasını beklersin.
    Arkadaşının sitemli bakışları üzerine " Bırak bunları Gül ! ” diye bağırdı, yattığı kanepede doğrularak…
    -- Sen kendin için bir karar ver önce. Bu evde çok emeğin var. Gitmek istiyorsa, alsın o astragan yakalı komik paltolarını çeksin gitsin… Biraz kendini düşünmeyi öğren, sana ait şeylere sahip çık.
    -- Ne diyorsun ya! Eşyalardan mı söz ediyorsun ? Umurumda değil ki Su!..
    -- O, eşyaların sözünü etmedi mi?..Ben öyle hatırlıyorum.
    Gül başını önüne eğdi. Kahvenin dumanı sıcacık dolaştı yüzünde.
    -- Dedi valla! Her şeyi ikiye bölelim dedi bana. Baktım öyle yüzüne... Mutfak takımları geldi gözümün önüne. Ne saçma... Neleri ikiye böleceğiz? Ağzına doladı bir ara bunu... Hastalandı… Bu, hastalık gibi bir şey herhalde… Daima, kendisine haksızlık edildiğini düşünüyor.
    -- Ne meymenetsiz herifle evlenmişsin be kızım!.. Herif para içinde yüzüyor, karı yüzünden karı boşuyor, evin eşyasını da ikiye bölecek ha ? Bana bunu telefonda söylediğinde kulaklarıma inanamamıştım. Sen ona şeyi söylesene. Bir laf vardır. Hem canım cennette, hem şeyim Selanik’te olmaz derler.
    Gül, parmağındaki kalın alyansa bakarak iç geçirdi..
    -- Onu hala seviyorum Su. Beni sinirlendirmek için yapıyor bunları, bi nedenle bana kızgın olmalı...
    -- Kandırma kendini kızım. Paylaşmayı hiç bilmiyor bu adam. Servetini gözümüzün önüne bile getiremeyiz. Bir düşünsene ... Senden her şeyi esirgiyor...
    -- Neyse... Keselim artık şu eşya muhabbetini !..
    -- Eşyasız kalırsan, görürsün umursamamayı. Bir şeylerin yokluğunu çekmeyi unuttun tabii. Bu evlilik seni hem tembelleştirdi, hem de köreltti.
    -- Anlamıyorsun. Şimdi buzdolabını, çamaşır makinesini, kevgiri düşünemem! Ben, adam eve gelene kadar gözümü kapıdan ayıramıyorum, sen eşyadan söz ediyorsun.
    -- Tamam güzelim, boşver. Tereyağını tel dolapta saklarsın… huur çocuğu seni işinden gücünden çıkarmak için günde on sekiz takla atıyordu önünde. Hatırlıyor musun? Sevmez göze çarpan kadınları... Ne oldu? Yedi yıldır yatak topluyosun. Her taku o mu kazanmış oldu şimdi ? Sen düşünme tavayı, kevgiri. Romantik ol. Kocan kızlarla fink atarken, sen mutlu günlerinizi düşün. Sonra, kirlilerini getirirsin, bende yıkarız. işe girersin, ilk seneki bütün maaşın eşya taksitlerine, yeni evin kirasına falan gider. O sırada başka bi salak herif daha bulur, mutlu sonun nihayet geldiğine inanırsın...
    -- Necmi'nin hayatında başka biri yok. Olsa söyler.
    -- tak söyler!
    -- Ayrılmak istemesinin nedeni bize ait sorunlar. Anlaşamadığımızı, pek bir şey paylaşamadığımızı düşünüyor.
    -- Şimdi mi anladı, anlaşamadığınızı ? Herif yedi yıl birlikte olduğu karısına bakıp, ‘seni hiç gözüm tutmadı’ diyor. Uyuma artık ne olur... Kaç tane vukuatı oldu bugüne kadar... Yok iş yemeğiydi, yok bilmem neydi... Her taka inanıyorsun...
    -- Ne zaman susarsın sen ?
    -- Hemen. Sinirden tansiyonum düştü çünkü. Nerdeydi şu kahve !
    Tümünü Göster
    ···
  17. 17.
    0
    Gül, çocukluk arkadaşı Su’nun kendini kanapeye atışını ve fincanına termostan kahve dolduruşunu seyretti. iri dalgalı kumral saçları, pürüzsüz yüzü, küçük burnu ve kopkoyu yeşil gözleri ile erkek neslinden bütün kadınların öcünü tek başına alabilir gibi göründü gözlerine. Açık yakalı penye blüzü iyice kaymış, siyah sütyenini ve yanık göğüslerini ortaya çıkarmıştı. Koyu gri boyanmış gözleri, kulağındaki eski tip gümüş küpe ile, cesur, derin bakışları ile her zamanki gibi farklıydı O işte... Gül, ortaokul yıllarından beri hayrandı Su’ya. Hayattan hiç korkmaz gibi bakardı insanın gözünün içine ... Acı çekmez gibi... Nasıl hep böyle güçlü olabiliyordu bu kadın? Nasıl kesip atıveriyordu birilerini hayatından, hiç durmadan. Kendine yapılan en küçük haksızlıkta yok ediveriyordu kocaman aşklarını. Su, sanki yalnızca yalnızlığını yitirmekten korkuyordu. Gül’ün, başındaki havlu koltuğa, ıslak saçları alnına ve omuzlarına düştü. Genç kadın gülümseyerek, saçının bir kısmını yüzünün üstünde şımarıkça burmaya başladı.
    -- Ne günlerdi... Hatırlıyor musun? ipini koparmış deliler gibi koşardık caddelerde. Okul çıkışlarında eteklerimizi kısaltır, saçlarımızı açar, dudaklarımıza parlatıcı sürerdik.
    -- Sen Hülya Koçyiğit gibi sekiz kirpik hareketiyle bakışlarını yere indirip, saçlarını savurana kadar kimse yerinde kalmazdı tabii... .Ne yapmacıktın kızım be!...
    -- Oğuz’u hatırlıyor musun ? Ne koşmuştu peşimden!
    -- Peşinden koşan çok vardı canım… Oğuz bu konuda rekora gidiyordu zaten… Her köşe başında çarpışırdık herifle.
    -- Uzaylı diyordun sen ona.
    -- Yaa... Bir türlü akıl sır erdiremedim ben o çocuğun hızına. Sabah evden çıkardık, evin kapısındaydı. Okula giderdik, okulun kapısındaydı... Okuldan çıkardık, sokağın başındaydı. Eve giderken de peşimizdeydi. Kız lisesi olmasa derslere de girecekti pekekent…
    Gül koltuktan halıya kaymış, kahkahalarla gülüyordu….
    -- Durmadan gözlüğünü düşürür, ararken de üzerine basardı…
    -- Nerde zekai varsa, seni bulurdu kızım. Bu hep böyle olmuştur. Bi de sarışın bi çocuğa sardırmıştın sen o zamanlar…
    -- Spor arabayla geleni mi diyorsun ?
    -- Yok.. Atılgan’la geleni diyorum…Hahaha…Herif arabasını Kaptan Körk’ün gemisi gibi yapmıştı…Ne kadar lüzumsuz parçalar vardı üzerinde yarabbim... Tip de öyleydi ya… Aralığın ortasında gözlükler falan… Montunun üzerinde bin tane acaip rozet.
    -- Çıkmıştık bir gün onunla... Motorundan düşürdü beni, kavga ettik.
    -- Hadi lan!... Adiye bak, ben onu bilmiyorum. Ne zaman çıktınız?
    -- Bir ara çıktık işte!
    -- Benimle de çıktı o salak!... Motorun oturma yerine cikletimi koymuştum, kıçına yapışmıştı.
    Gül , gözlerindeki yaşları silerek, altında buruşan halıyı ve açılmak üzere olan bornozunu düzeltti. Sonra, dalgın dalgın baktı arkadaşına.
    -- Ben o zamanlar, hayatın gitgide güzelleşeceğinden çok emindim. Neden acaba ? Bundan hiç kuşkum yoktu. Tam tersi, her geçen gün daha da beter oldu...
    Gülmeyi bıraktılar. Su, gözlerini arkadaşının gözlerine dikti.
    -- Mutluluğu hep birilerine bağladın be kızım. Geç bunları artık! Çok kızıyorum sana çok… Yani, sinir oluyorum böyle… Bi kendine gel. Al mikrofonunu eline... Senelerce şan okudun.
    Gül’ün yüzünde, ışıltılı, heyecanlı bir şaşkınlık kaçıştı.
    -- Mikrofon mu? Nasıl bişiydi?. Beş senedir mikrofon tutmadım ben. Unuttum valla. Tipi bile elli kere değişti bugüne kadar.
    -- Sesin değişmedi ya!.. Niye o kadar yıl çalıştın? Necmi’ye soğan kızartırken şarkınızı mırıldanmak için mi ? Bak kimler kaset yapıyor? Sokaktaki on kişiden dokuzunun klibi var... Kalk git, plak şirketleriyle görüş.
    -- Ben kendime o kadar güvenmiyorum.
    -- Çok normal. Sana günde ortalama sekiz kere ‘salak’ diyen bir adamın kirlilerini yıkıyorsun. Buna rağmen gitmek istiyor herif. .. Kendinin neyine güveneceksin ?
    -- Sinirlerimi bozmaya çalışma. O işlerle evlilik yürümez.
    -- Evdesin işte. Nası gidiyo evlilik?
    -- Laçka ortamlar onlar... Biliyoruz ortalıkta nasıl adamların dolaştığını.
    -- Tabi, kocan gibi mesela. Onlar geziyor işte o ortamlarda. Yirmi dokuz yaşına geldim, daha kötüsünü görmedim.
    -- Beni anlamamış gibi yapma. Şimdi bir evlilik sürebilir mi öyle? Programın acayip bir saatte bitiyor, gece yarısı eve geliyorsun, sabah uyanamıyorsun falan... Ben sevmiyorum öyle hayatı zaten...
    -- Bitmişsin kızım sen. Git , solan çiçekleri değiştir, kuruyanları ütüle ve Necmi’nin donlarını desenlerine göre sırala.
    Gül kahkahalarla gülerek, arkadaşının üzerine atladı... Kanapede boğuşmaya başlayıp, halının üzerine düştüler. Su, Gül’ün kollarını arkasında kenetleyip, O’nu hareketsiz hale getirdi.
    -- Bir ev kadını olarak öğrenmen gereken ilk şey, bir sokak kadınına karşı koymanın imkansız oluşudur. He he he...
    -- Burda neler oluyor? Karıma ne yapıyorsun?
    Kendi gürültülerinden, sokak kapısının açıldığını ve Necmi’nin geldiğini duymamışlardı. Gözlerinde koyu yeşil güneş gözlükleri, elinde arabasının anahtarları ile şaşkın şaşkın yerdeki kadınlara bakıyordu...
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    0
    Su, alaycı bir ifadeyle Necmi’yi süzerek ayağa kalktı.
    -- Biraz da ben hırpaladım. Mahsuru var mıydı ?
    Necmi gözlerini Su’nun bakışlarından kaçırıp, karısının ayağa kalkmasına yardım etti.
    -- Git üstüne bir şeyler giy, üşüteceksin.
    “ Niye ?” diye sordu Su.
    -- Bademciklerinin biri sende mi kalacak ?
    Necmi, gülmemeye çalıştı. Ama beceremedi...
    -- Çok akıllısın değil mi? Evet. Benim salak karıma verecek kadar aklın var, gördüğüm kadarıyla. Her zamanki gibi, tam bir belasın.
    Gözlüklerini çıkartıp, Su’nun koyu yeşil gözlerine dik dik baktı.
    -- Ama bela, kadın olduğu sürece altta kalmaya mahkumdur.
    “ Cehennemin kazanları da altında olacak” diye cevap verdi Su, hiç beklemeden.
    Necmi gözlüklerini takıp, arkasını döndüğünde de cümlesini tamamladı.
    -- Ama zütünü yakacaklar!
    Necmi, bir şeyler söyleyecekmiş gibi durdu, sonra hızlı adımlarla çıkıp gitti.
    “ Sen ona bakma ne olur... ” dedi Gül, Su’nun omuzuna dokunup.
    “ Tamam “ diye cevap verdi Su, çok ciddi bir haber verir gibi...
    -- Ama ben sana aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sen bak O’na... iyi bak ama... Ve, elinden kaçırmamaya çalıştığın şeyin ne olduğunu lütfen gör!
    Su’nun alaycı, kalender ifadesi silinivermişti yüzünden… Arkadaşının dolu dolu gözlerine baktığı anda teninin rengi bir kat soldu. Sarıldılar...
    “ Sen niye hiç ağlamazsın sanki... ” diye mırıldandı Gül.
    __ Hiç ama hiç ağlamazsın. Eskiden de ağlamazdın. Kıskanıyorum seni, biliyor musun? Yemin ederim, kıskanıyorum gücünü.
    “ Bana bak…” dedi, Gül’ün nemli saçlarını düzelterek.
    -- Dağıt bu pgibolojiyi… Atlaman gereken çukurun başında, öyle durup bekliyorsun. Seyretme o çukurun karanlığını artık. Atla hadi ! Neden korkuyorsun ? Yalnız kalmaktan mı? Yalnızsın zaten. O adam sana dönse de yalnızsın, dönmese de... Bir gün, gerçekten iki kişi olabilmek için, bugün yalnız kalma yürekliliğini göstermek zorundayız.
    Su, çantasını ve ceketini alıp gitti. Gül yalnız kaldığında salonun geniş kemerli penceresinin önünde dikildi. Çıplak ağaçlarla çevrili sarı toprak yolun üzerindeki çocukluk arkadaşına baktı. Yerdeki kuru yaprakların koşar gibi sürüklenerek, uzun bacaklarına sarılmalarına aldırmadan kollarını açmış, bağırıyordu kendisine…
    -- Atla !... Atla artık !
    Ve koşarak uzaklaştı.. Koyu bir yalnızlık yapıştı Gül’ün yüreğine. Yalnızca Necmi miydi bunun nedeni? Ne kadar çok seviyordu ve ne kadar çok kızıyordu O’na. Her zaman yanında kalacağına inanmıştı. Güvenmişti, alışmıştı... Ürperdiğini hissetti. Hala üzerindeki nemli bornozu ile, Su’nun gözden kaybolduğu dönüş yoluna baktığını farketti. Yatak odasına yürürken, koridorda çözdü bornozunu. Şifonyerin karşısına geldiğinde çırılçıplaktı. Aynadaki aksine baktı. Beli kalınlaşmış, kalçası genişlemişti. Dar pantolonlar, kısa etekler giyemiyordu artık. Sarı saçlarını savurup, yüzünü yaklaştırdı aynaya. Yine de çok güzeldi işte... Şu gerdanı da olmasaydı... Çok kilo almıştı.. Ama yine de, yolda, sinemada, çarşıda erkeklerin ona hayranlıkla baktıklarını görüyordu. Oval aynalı antika dolabını açtı ve pamuklu bir sabahlık aldı üzerine. Yatağa uzanıp, gözlerini kapattı. Her şeyini evliliğine bağlamıştı. Hayatındaki her güzel şeyi ve bütün planlarını da onun üzerine koymuştu. Şimdi bütün dünyası yıkılıyordu. Sabah kapıdan gazeteleri almak, kahve suyu koymak, akşam gezmeleri, albümleri düzenlemek, dolma tarifleri, keşfedilen yeni bir mağaza, değiştirilen kozmetik markaları, diyet kararlılığı... Geçen yedi yıldan bütün anımsadıkları bunlardı. Barlarda sahne aldığı ve yapımcılarla görüşmeye yönlendirildiği konservatuar yıllarını düşündü. Kendini bildiğinden beri çekingen ve ürkek tavırlarına karşı koyamazdı. Espri yapmaya kalktığı zaman bocalar, insanlar üzerindeki etkisini düşünürken, söylediği sözü unuturdu. Sahneye adımını atar atmaz tepesine kadar kızarır, ellerini nerede tutacağını bilemez, heyecandan önündeki mikrofonu bile zor görürdü. Üzerinde renkleri değişen ışıklar ve karşısında hepsi ama hepsi ona bakan insanlar gördüğünde, gözlerini kapatır, şarkısında kaybolurdu. işi bittiğinde o sahneden kendini nasıl atacağını bilemez, kalabalığın içine karışana ve bakışların örtüsü üzerinden çekilene kadar da rahat edemezdi. Necmi ile birlikte, daha da içine kapanmıştı Gül. Arkadaş meclislerinde, yemeklerde, sözünü hep Necmi’nin tamamladığını hatırladı. Hayat, ne zaman kocaman bir kabullenmeye dönüşmüştü böyle. Ne zamandan beri kaçar olmuştu düşünmekten… Ne kadar uzun zaman olmuştu susalı... Yatakta doğruldu... Hafifçe boğazını temizledi ve söylemeye başladı...
    -- Hatırlar mısın, bilmem. Yıllar geçti üstünden... Yağmurlu bir akşamdı. Söyledim sevgimi ben...
    Sesi yükseldi, yükseldi, yükseldi...
    -- Yarınlar, yarınlar, bizim demiştin... Yazık oldu yarınlara, avunuruz anılarla...
    Gözlerinden akan yaşlar yanaklarından boynuna süzülüyorlardı... Gül susmadı... Sonra başka bir şarkı söyledi.. Sonra başka bir şarkı.. Ve başka bir şarkı daha...

    *** *** ***
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    0
    panpa gözlerim yoruldu yarın devam ederim ama süper *** bu arada pmne bak panpa
    ···
  20. 20.
    0
    @19 eyvallah panpa, görüşürüz. ;)
    ···