+16
-1
Belediyede garsonluk yapıyorum, sene 2002, sonbaharın yerini kışa bırakmaya başladığı uyuz-ayaz günlerden biri; belediye 5 katlı, çalıştığım çay ocağı ise zemin katta...
Zemin kattan asansörle yada kimi zaman koşa koşa 5. kata çay servisi yapmaya gidiyorum, boş bardakları topluyorum, hesaplarımı takip ve kontrol ediyorum...
Akvaryum gibi aslında; kapanıyoruz bir yere akşama kadar dön dolaş, bin türlü insan tipini ayrı ayrı dinle vs. vs..
Yani yorucu, yoğun günler..Ve o günlerin, herhangi birinin herhangi bir akşamı...
Akşam olmuş çay ocağını kapatma saati yaklaşmıştı...
5 garsonuz ve bu 5 garson hesaplarını toplamak için her akşam olduğu gibi katlarına çıkmıştı... Bende kendi katıma; 5. kata... Çünkü ben 5. kattan sorumluydum... Gidip hesaplarımı toplamalı, varsa boş bardaklarımı tepsime dizip çay ocağına inmeliydim... Ve evet çıktım 5. kata... işlerim tıkırındaydı, herkes hesabını ödüyor, paraüstünü alıyor "iyi akşamlar dileyişiyordu" benle, birbirleriyle... Ancak paraüstü vermekten bende bozukluk kalmadı.
Her akşamın sorunudur bu... isterse milyonlarca bozuğun olsada kata çıkarken, nasıl oluyorsa o bozukluk bitiyordu... Bitti... Yine...
Ve patronuma para bozdurmak için çay ocağına geri döndüm.. Müşteri paraüstü bekliyordu zira; 5. kattan zemin kata indim, parayı bozdurdum, bir telaş yine asansöre yöneldim ki zaman kaybetmiyeyim... Zaten yorgunum... Her gün 5 kat in 5 kat çık...
5. katta hali vakti yerinde bir memur vardı. Zengin mi zengin, iyi iniyetli mi iyi niyetli, cömert mi cömert biriydi... Yılmaz Bey'di...
O koşturmaca arasında farketmiştim ki Yılmaz Bey odasında oturuyordu... Çikolata kokulu sigarasını tüttürüp müzik dinliyor, bir yandanda camdan dışarı bakıyordu... Selamlaştık, iyi akşamlar "dileştik"...
Para bozdurmak için inerken "allah allah herkes gitti bu adamın ne işi var burda hala" diyordum kendi kendime...
Bozuklukları garson gömleğimin sol cebine koyduğum gibi asansörün önündeydim yine, geri çıkıp müşteriye paraüstünü vermek üzere...
Asansör geldi.. Kimse yoktu, şanslıydım; sevmem kalabalıkları çünkü... Hele asansörde iyice bunalırım... "insan basması" derim ben buna. Garip bir durum ve garip bir tabir benim için...
Boş asansöre bindim bir keyif; nerdeyse otomatik kapı kapanmak üzereydi ve tam ben 5. kat düğmesine basacaktım ki bir ses işittim: Abi, abi, asansör, abii...
insan telaş yapıyor biraz.. Resmi kurumdasınız ve herkes potansiyel müşteriniz, amiriniz, üstünüz gibi gizli bir hiyerarşi var aslında kimsenin görmediği ve "yemişim ben onu, zütürmüyorum ona çay" derken bile kafadaki kurtlarla dans çoktan ses yükseltmiş oluyor senin bu dış sesine...
Bu bağlamda tereddüt yersizleşiyor düşünce ve duygu olarak, "buyur abi" likler başlıyor...
Aynı hissiyatla elimi hemen asansörün kapı fotoseline koydum ki kapı geri gitsin açılsın diye..Bir yandan da "kim şimdi bunlar, ne güzel koca gün bir boş asansör yakalamışım, uyuz tipler olmasa, keşke duymamış ayağına yatsaydım" şeklindeki düşüncelerimi diziyorum art arda...
Kısa bir bekleyişle seslenen kişilerin 6-7 yaşlarında, elma yanaklı, hınzır görünüşlü; giyiniş olarak birinin ayakkabısı yırtık, üzerinde gri ve kırmızı çizgili yün kazak, lacivert kadife pantolon(beli iple bağlanmış); diğerinin ise üstünde kısa küçük dar bir mont(belli ki birisi vermiş giyinsin diye), ayağında kumaş pantolon ve o soğuğa çocukça inat çıplak ayaklara ters giyilmiş terlik... Ters giyilmiş terlikler...
Tokaları kopmak üzere olan terliklere bir an bakakaldım..
Çocukların hali iyice “üzücü” geldi gözüme…O çocuklar iyice “küçüldü” sanki….Asansör kabini büyüdü, dünya asansör kabinine sığdı resmen…
Tükürüğümün boğazımı kilitediğini hissettim….Çocuklar belli ki “sağlam garibanlar”……
Suratları yarı asık, yarı çocuk…..
Soğuktan çatlamış üşümüş ellerini ovuştura ovuştura, aynı zamanda bana ürkekçe bakarak asansör kabinine giriyorlar ve bir an önce asansöre 5. kata çık yönergesi vermemi bekliyorlar sanki. Sessizce…
Ne yapacağımı bilemedim açıkçası…Çocukları neşelendirmek için laf attım ve “nasılsınız gençler, hayırdır bu satte” dedim..O arada da asansörün 5. kat düğmesine basmak üzere elimi panele uzattım..
Çocuklardan biri-ayakkabıları yırtık olan- “5. Kata çıkcaz, Yılmaz Abi’nin yanına” dedi…
Asansör kabini hareket etti, sarsılarak çıkmaya başladı ve ben sendeledim bir an, boşta bulunmuşum galiba…
Halbu ki beni sendeleten asansörün kabini değil, kafamda, zincirinden boşanmış olan dünyaydı apaçık…Yuvarlana yuvarlana, sağa sola çarpa çarpa üzerime gelmekteydi ve beni devirecekti besbelli…Tedirgin bakışlar ruhaltıma gizlendi, çocuklara neşeli bakmamı sağladı yeniden…Biraz buruk….
Kendimdeydim, olmalıydım.. Yeniden çocuklara, bu sefer gözlerimi kaçırmaya çalışarak; “ne yapacaksınız Yılmaz Abi’nin yanında?” diye sordum(Mevkisi üzere ağırdı Yılmaz Bey’in konumu.. Herkesi kabul edecek, odasında ağırlayacak gibi değildi yani.Şaşkınlık ve hayretle karışık bir soruydu işte bu)…
ilk konuşan sustu, başını önüne eğdi; terliklerini ters giymiş olan çocuk konuştu bu sefer, ağır bir hava vardı ses tonunda ve bakışı çakmak gibiydi; “Abi biz geçende onun ayakkabısını boyamıştıkta.. Sever bizi…Ekmek parası vercek bize”………
Sustum…
Uzun uzun konuşan ben uzun uzun sustum...
indik hep beraber asansörden, belediyenin 5. katına gelmiştik…Ben paraüstünü verdim müşteriye ve koşup çocuklara baktım arkalarından…Yılmaz Abi’nin odasına girdiler, içim ferahlamış olarak tepsimi alıp başım önde zemin kata doğru inmeye başladım…Yürüyerek……
15-20 dakika içinde patronumla hesaplaştım, alacağı vereceği verdim ve günün son sigarasını yakmak için bahçeye çıkmak üzereyken asansörün kapısı açıldı yine…
Bu sefer daha bir heybetliydi sanki o kapı, ağır ağır açılan otomatik kapının ayakları sürttü raylarına, “dink” sesi daha tok geldi bu sefer…
Kim bu diye refleks olarak kafamı sol arkaya çevirdim ve üç kişi indi asansörden;
Yılmaz Bey ve o iki küçük “garip” çocuk…
Yüzleri gülüyordu bu sefer, sesleri çıkar olmuştu neşeyle….”Demek” ki dedim kendi kendime “demek ki boyama parasını almışlardı. Ayakkabıları olmayan çocuklar, ayakkabı boyama parasını almışlardı”……………
Not: Yaşadığım bir olaydır...
Tümünü Göster