0
sevgiliye sarılmak
dünya dönerken, insanlar yürürken, sesler birbirine karışmış birbiri ardına eklenirken, caddelerde arabalar ilerlerken ve şehir ışıkları en dik açıdan üzerinizdeyken zamanın durması, insanların buharlaşması, caddelerde arabaların toz olması, seslerin dilsiz kalması, şehir ışıklarının sadece size yönelmesi ve dünyanın durmak gerektiğine inanmasıdır. unutmadan; köşede mısır satan amcanın bile koçanlarını alıp utana sıkıla seyyar arabasını terk etmesidir.
beyinden, bilinçaltından yahut gönülden; nereden geldiği belli olmayan bir mesaj almıştır beden o an için. belki de hayatının gayesi buydu. kodlanıp gönderilmiş bir galaksi askeri gibi yapması gerektiğine mutlak inanç taşıyan ve görevini tamamladıktan sonra kısa devre eşliğinde bütün parçaların ayrılıp yok olması gerektiğine inanmış bir pgiboloji. artık başka hiçbir şeyin değeri, ehemmiyeti, sevgisi, saygısı yoktur.
ruh ve beden bu amaç için senkron olmuşken aradaki mesafe farketmeksizin koşulmaya başlanır. zaman gelmiştir ve düşünmeye, sorgulamaya ne vakit ne de gerek yoktur. dün olmamış, bugün yaşanmamış ve yarın hiç yokmuş gibi adımlar hesapsızca birbirini kovalarken hedef hâlâ göz hapsindedir. koşulur koşulur... size ait eşyalar yere düşer koşulur... en kıymetlisi yerde sürüklenir ama hâlâ koşulur çünkü o an siz de sürünürsünüz. ona ulaşana kadar yaptığınız asıl şey budur.
bir şeylere çarparsınız sonra ne olduğunu bilmezsiniz, buharlaşan insanlar mıydı bunlar yoksa tozlaşan arabalar mıydı? o an için sadece hedefe giderken aralara koyulmuş engellermiş gibi hissedersiniz. hedef ise hâlâ göz hapsindedir... neden sonra sadece bir arabayı toz yapmayı unuttuğunuzu fark edersiniz. asıl rengi sarı olan ama o an için sadece siyah bir gölge gibi duran bir araba... eli uzanır hedefin arabayı durdurmak için ve o an biraz daha çaba gerektiği anlaşılır, daha hızlı ve sevgili koşmaya başlanır.
hedef artık bir adım ötededir ve atak için herşey tamamlanmıştır. arkası dönükken atılan son adımın ayarlaması önceden senelerce ezberletilmiş gibi tek hamleyle hem son yaklaşımı tamamlayıp hem de önüne geçilmiştir. kollar yapması gerekeni yapmış ve boynuna kenetlenmişken hedef artık aşık olunan, asıl tapınağındır. o ise; şaşkınlık olmadan, garipsemeden ve saliselik dahi duraksamadan kenetlenmiştir kendine kendini mühür edene. sesler, insanlar, arabalar ve mısırcı amca da hâlâ ortalıkta yoktur.
ninni gibi en içten ve sıcak zincir gibi en tutsak ve soğuk haliyle sarmışken aşkın efendisi, en güzel melodiler yerini almıştır kulakta ve bunu tapınaktan sızan mest edici nitelikteki koku takip eder. bütün bu kokuyu bir seferde soluyup bitirmek istersiniz ama sonra ciğerlerinize çekmeye dahi korkarsınız, beyin o an düşünmeye başlar; "bi gün gidince... " bi gün gidince bunun ızdırap olarak dönmesinden korkarsınız. ne hepsini soluyabilecek ve başka kimseye bırakmayacak cesaretiniz ve gücünüz vardır, ne de o kokudan bir parça da olsa almamak için tutabilecek bi kendiniz...
beyin bir kaç saniye içinde bunlarla meşgulken kendinizi sorgulamayı bırakıp az da olsa alırsınız kokusundan benliğinize. anında alışmış gibi daha da çok ister anlaşmayı hâlâ bozmamış olan ruh ve beden. korkular içinde bi bağımlı gibi kegib kegib bir kaç kez daha ciğerlere gönderilir kokusundan. aşkın bi kokusu olduğu fikri iyiden iyiye yer etmiştir artık kafanızda. kesinlikle aşkın bi kokusu vardı ve o koku bundan başkası olamazdı. vücudunuzun istemsizce sarsılması, ellerinizin titremesi, burnunuzun sızlayıp akması akabinde gözlere komut göndermesi ve engel olma çabası, dizlerden topuklara kadar oluşan uyuşma ve daha nice tarifsiz hissiyat... belli etmemeye çalışınılsa da bunların hepsi olan biten herşeyin kanıtıdır.
o şekilde tüm ömrü geçirmeyi aklınızdan geçirip bunu dileyerek o an oraya çivilenmeyi umut edersiniz ama gitmek gereklidir. bi şekilde ayrılırsınız tapınaktan. burnunuzu çeker son kez daha bakarsınız yüzünüzün tam önündeki bal yüze. sonra karşı taraftan gelen bir sarılma daha. herşey yine başa döner ve yine uzaklaşmak zorunda kalırsınız. ve gülen iki bal yüz*...
artık dünya dönmeye geri başlamıştır. sesler ufak ufak tekrardan birbirini kovalamaya başlar. araba kornaları, kime olduğu belli olmayan bir küfür, gülüşler, bağırışlar, müzik sesleri... ardından yürüyen insanlar yerini almaya başlar, yıllardır önünden kesişip geçtiğiniz ve aslında hiç yabancı olmadığınız mısırcı amca da yerini almıştır tekrar köşesinde. saatin tik tak sesleri de katılmıştır artık araya ve ışıklar da artık dağılmıştır üzerinizden. o anın kutsallığı ile ilerlersiniz kaldırımdan. dönüp bakarsınız sayısız kez bal yüze gözden kaybolana kadar, içinizden dönüp bir daha sarılmak gelir ama sonu hiç gelmeyecek birşeye girişmenin zamanı olmadığını fark edersiniz. ilerlersiniz ilerlersiniz... kulaklıklarınızı takmak isterken birinin üzerinde bulunan çizikler dikkatinizi çeker. o an ufak bi hatırlama gelir aklınıza. tapınağın mabedindeyken yerlerde sürten bu kıymetli eşyanıza basanın ondan başkası olmadığını hatırlar ve sevinirsiniz ondan bir iz daha aldığınız için...
ve taksici amca; senden de ayrı özür diliyorum o trafikte durmuştun falan. küfür ettin mi ardımdan/ardımızdan bilemiyorum lâkin zerre kadar da umrumda değil ama sadece özür dilemek istedim. daha sonra gittin mi bekledin mi onu da bilemiyorum, trafikte başka küfür eden oldu mu? hiçbir fikrim yok. ama senin taksine o an binmemesi gerekiyordu. üzgünüm...