0
W. Benjamin, tarih biliminin bazı postulatlarının, ezenlerin iktidarının hizmetinde olduğunu düşünür. Böylesi bir kavrayış, insanlığın tarihteki eylemini anlamaktan da uzaklaşır. Bunun için, her tür ürünün gerçek yaratıcısı olan ezilenlerin geleneğine karşılık gelecek yeni bir tarih kavramı ortaya koymak zorunludur.
Ezenlerin tarihinin tarihteki anonim isimlerin varlığını unutturmasına, ezilenlerin geleneğinin yanıtı, bu tarihin kesintiye uğratılması olmalıdır. Böylelikle, W. Benjamin bize, felsefenin geçmişteki ve şimdiki haksızlıkları çözmek gibi bir görevi olduğunu gösterir.
Bu yazı çerçevesinde Walter Benjamin’in 1940 yılında ölümünden önce kaleme aldığı son çalışma olan Tarih Kavramı Üzerine tezlerde dile getirilmiş birçok meseleden bazıları sınırlı bir ölçüde konu edinilecektir. Öncelikle, W. Benjamin’in tarihselci ve pozitivist tarih anlayışlarında eleştirdiği noktalar serimlenecek, ardından W. Benjamin’in geçmiş ve şimdi ilişkisini, şimdinin zamanı (Jetztzeit) nosyonu bağlamında nasıl bir politik projenin felsefî ifadesi olarak ortaya koyduğuna bakılacaktır.
W. Benjamin disiplin olarak tarihin bazı postulatlarının, tarihteki oluşların kavranmasından ziyâde, hakim zihniyetin çıkarlarına hizmet ettiğini savunur. Modern tarih disiplininin, ilk postulatı “geçmişte olanları olduğu haliyle” tasvir etmektir. (2000: 431) [6. tez]. Bu düstur bilimsel olmanın ilk koşulu olarak gösterilir. Bu bağlamda, tarihçiye bir olayı anlatırken tıpkı bir doğa bilimcisinin laboratuvara girerken ceketi vestiyerde bırakıp, beyaz önlük giymesi gibi, önyargılarından sıyrılması öğütlenir.
Dahası, yaşadığı günü silip atmasının ve ele aldığı olgunun ardından gelişen diğer olayları unutmasının zorunluluğundan bahsedilir. incelediği olgunun Benjamin’in 14. ve 17. tezlerde belirttiği gibi homojen ve boş bir zamanda geçtiğini tasarlamalıdır. Buna göre, birbirinden bağımsız olarak tasavvur edilen olguların –tıpkı hesap makinesini icat etmiş matematikçinin yaşadığı sevince benzer bir sevinçle, bir araya getirilip toplanmasıyla tarihî akışın kavrandığı yanılsamasına kapılınır. W. Benjamin’e göre, tarihselcilik, tespih çeker gibi olguları sıralar, orada saptadığını iddia ettiği nedensellik ilişkileri ile yetinir [Appendice A]. St. Augustinusçu tarih algısı hep iş başındadır. Zira ezelî ve ebedî bir geçmiş sunulur [16. tez]. Tarih biliminin bu tarih anlayışına, insanlığın boş ve homojen zamanda durmaksızın ilerlediği varsayımı da eklenebilir. Bu sonsuz ilerleyişin zamanında, tarihçi kendine doğa bilimlerininki gibi bir laboratuvar yaratmaya çalışır.
Diltheycı Einfühlung (Empathie, duygudaşlık) [7. tez] kavramı bu tarih anlayışının yönteminin kaynağıdır. Dilthey’a göre “ben” kendisini silip, bu yolla ötekinin benini tamamıyla anlama kapasitesine sahiptir. Bu, benin kendisini bağlamsızlaştırabilmesi anldıbına gelir. Bununla kasıt, benin kendi önyargılarından, tarihselliğin, geleneğin onun üzerindeki otoritesinden bütünüyle sıyrılabildiğidir. Dilthey’ın giydiği, bu sözde beyaz önlüğün adı empatidir. Ona göre kendisini bağlamsızlaştıran ben, geçmişi yeniden yaşayabilir (Nacherleben). Tarihselciliğin yeniden yaşama kavramı pozitivist tarih biliminin öngördüğü gibi nasıl yaşanmışsa öyle anlayabilmektir .
Geçmiş, şimdi kılınır. Halbuki geçmişin yinelenebilir olması doğa bilimlerinin yöntemidir, amacı da olgular arası yasaları bulmaktır. Tarihte yasalar bulmayı istemek de onu doğa bilimi olarak tasarlamaktır.
W. Benjamin, bu tarz bir empatide insanî etkinliğin tarih içinde yalıtılmış bir içeriğe dönüştürüldüğünü söyler (Tiedemann 1987: 145-46). Bu da onu ölü bir malzemeye dönüştürür. Dilthey, tarihi düşünce ile eşitleyerek sanki tarihte etkinlik yokmuş gibi yapar. Bunun da sonucu tarihin teorik (contemplative) bir kavrayışla anlaşılmaya çalışılmasıdır. Tarih, zihnin nesnesi değildir. Etkinliksiz bir tarih W. Benjamin’in karşısına çıktığı tarih anlayışıdır.
W. Benjamin’in eleştirdiği ikinci nokta bu tarih anlayışının kurtuluş (Erlösung) ümîdini (Hoffnung) imkan olarak kendisine tasa edinmemesidir (Tiedemann 1987: 146). Bu tarih anlayışı, geçmişe yönelme tarzının bir uzantısı olarak şimdiyi değiştirmeye yönelik her tür praksisi kategori olarak saf dışı eder. W. Benjamin’e göre kurtuluş ümîdi taşımayan her tür tarih anlayışı galiplerin zaferini olumlar, sağlamlaştırır.
W. Benjamin’e göre, geçmişin imgesi bir defalıktır; o yakalanamaz, yeniden yaşatılamaz [5. tez]. Kısaca, tarihçinin geçmişi nasıl yaşanmışsa öyle kavrama girişimi kadar, beyhude bir faaliyet olamaz. Her geçmişe yöneliş, belirli koşullanmışlıklar bağlamında gerçekleşir. Kimse benin kendisini paranteze alıp, tarihselliğini iptal edemez. Her okuma bu yüzden zorunlu olarak bugünün okumasıdır.
W. Benjamin’in üzerinde durduğu mesele, gerek tarihselci gerek pozitivist tarih anlayışlarının bilimsellik kaygısıyla oluşturdukları epistemolojilerin, tarihteki etkinliğin kavramsal olarak anlaşılmasından uzaklaşmalarıdır. Bu yüzden tarihin, yeni bir kavrdıbına zorunlu olarak ihtiyacı vardır.
Tarihçinin esas yapması gereken, tarihî sürece içkin çelişkilerin ve toplumsal adaletsizliklerin tanınmasına, ortaya çıkarılmasına yönelik bir faaliyette bulunmaktır (Münster 1996: 78). Önceki dönemlerle, şimdinin zamanı arasında diyalektik bir ilişki kurulmalıdır. Bu ilişkinin nasıl olabileceğinden bahsedebilmek için W. Benjamin’in geçmişten ne anladığı açıklamak gerekir.
Buna göre geçmiş kendisinde insanlığı kurtuluşa yöneltecek gizli bir zaman dizini barındırır [2. tez]. O halde, geçmiş insanlığın ümitlerini taşıyan bir potansiyeldir. Geçmiş, kendisine yönelecek, ondaki potansiyeli fiilî hale getirecek tarihçinin bakışını bekler. Benjamin, bu noktada birçok filozoftan, örneğin Horkheimer’dan farklı düşünür.
Horkheimer’a göre, politikada dün yoktur, politikanın bakması gereken yer sadece gelecektir. Horkheimer için “geçmişteki haksızlıklar geçmişte kalmıştır ve devirler tamamlamışlardır.” (Benjamin, 2002 : 488). Buna karşılık W. Benjamin’e göre geçmiş daha tamamlanmamıştır. Geçmiş bütünüyle geçmemiştir. Geçmiş kuşaklarla, şimdikiler arasında durmaksızın süren bir diyalog vardır [2. tez].
Geçmişin hayaleti, insanlığın hiçbir kuşağını terk etmeyecektir. Geçmiş, şimdinin zamanını rahat bırakmayacaktır. Buna göre tarihte beyaz bir sayfa açıp geleceğe bakabilmek imkânı insanoğlunun elinde olmayan bir imkândır.
W. Benjamin, alışılmış geçmiş-şimdi-gelecek yatay çizgisini tepetaklak eder. Tarihin içkin olarak ilerlediği bir evrim çizgisi yoktur. Benjaminci tarih kavramı bunu iptal eder.
Gelecekte zorunlu olarak olması beklenenlerden bahseden anlayışın düzmece olduğunu imâ eden W. Benjamin’e göre, yaşanmış ve yaşanmakta olan bitmemiş geçmiş, “kurtuluş ümîdini”, mutlak bir gelecek tasavvurundan daha yoğun bir şekilde barındırır. Bir başka deyişle, tarihsel akışın kendisinde, onu yönlendiren bir yasa olduğunu iddia eden ya da böyle bir ilkenin varlığını tanımayıp, sadece insanlığın geleceğe doğru durmaksızın ilerlediği iddiasında bulunan tarih anlayışları, W. Benjamin açısından tarihin ontolojik imkânlarını kavrayamamış yaklaşımlardır. Bu anlayışların politika ve yaşam bağlamlarında karşılığı, geçmişin ve şimdinin gelecekteki bir belirsizlik uğruna fedâ edilmesidir. Şartların olgunlaşmasını beklemek söylemi, tam da bu politikalar tarafından üretilmiş bir görüştür. Bunun evrimci bir politik perspektif barındırdığı aşikârdır, zira sürekliliğin muhafazasına yönelik bir tutum geliştirilmiş olunur. Gelecek beklentisi adına sürekliliği güçlendirilen düzen, aslında her ânında yaşam alanlarının tekil üretkenliklerini baskı altına alır. Hakim zihniyetin rasyonalitesi, geçmişi cansız bir madde olarak tasavvur ettikçe praksis imkânlarını da alıkoymuş olur. Daha da genişletilirse Benjaminci söyleme göre politika hayatı dışlamış olur.
Politikanın anlamı nedir sorusuna verilecek yanıt W. Benjamin açısından geçmiş ve şimdi algısının nasıl ortaya koyulduğuyla bağlantılıdır. Geçmişin çağrısına yanıt verebilmek için anımsamaya (Eingedenken, remémoration) ihtiyaç vardır. W. Benjamin, bu yetinin kapasitesini gerek kendi politik-teolojik-materyalist felsefesinin devamlılık gösteren kavramlarında gerekse de modernlik ve toplumsallık eleştirileri bağlamlarında sorgular. Bu yetinin gücünü yenilemeye çalışır. Zira ona göre modernlik sürecinde en çok yara alan yeti budur (Benjamin 1991: 218-25). Ona göre anımsama tarih bahsini açmaya muktedirdir ve bu bahsin açılmasının yegâne koşuludur.
Geçmişin, zaman dizininde galipler tarafından silinen yazıların okunabilmesi için, şimdinin her ânında yankılanan geçmişin sesini duymak ve onu anımsamak gerekir. Kurtulmamış bir insanlık geçmişine de sahip çıkamaz [3. tez]. Kurtuluşçu düşüncenin, şimdinin zamanındaki faaliyeti, ezilenlerin geleneğini üstlenmesiyle anlamlı hale gelir. Böylelikle mevcut kuşakların da özgürleşme irâdesine katkıda bulunulacaktır. Bu tarz bir kurtarma (Rettung) girişimi insanlığın ümîdinin gerçekleşmesine katkıda bulunup, geçmiş niyetlerini üstlenecektir.
Tümünü Göster