/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 1.
    +3
    Öncelikle ilk hikayem saygı duyun (gerçi daha önce bi forumda paylaşmıştım 2012 yıllarında bilenler spoiler filan vermesin dıbına korum onların hikayeyi o zaman yarım bırakmıştım burdan hepsini anlatıcam hikaye yarım kalmıycak seri seri atıyorum zaten önceden yazdım bıraktığım yere gelince yavaş yazıcam)
    ---
    Part 1
    ---Bu şey başladığında Ankara'daydım. Küçük 1+1 evimde bozulmamış yatağımı karşıma almış, nerden baksan yirmi yıllık ahşap sandalyeme oturmuş buzlu çay içiyordum. Yatağımın başucundaki küçük iskemlenin üzerinde duran 26 ekran televizyonumdan gelen cızırtılı ses bana akşam haberlerinin başlamak üzere olduğunu haber veriyordu. Altyazıda ise bir son dakika gelişmesinden bahsediyordu. Düzce'nin küçük bir köyü olan Beyköy'de insanların çılgına döndüklerinden, istisnasız herkesin deli gibi birbirlerine saldırdıklarından söz ediyordu. "Bir şeyi protesto etmeninde yolları vardır değil mi?" diye düşündüm. insanlar aptal yaratıklar gerçekten. Bu aptallığa daha fazla katlanamayacağıma karar verip duşa girdim. Sıcak su. Harika bir his. Soğuk vücudumu battaniye misali sarıp ısıtması beni hep heyecanlandırıyor. Zaten heyecan yaşadığım iki şey var. Biri bu, diğeri de... Aman boş verin, şimdi öğretmenizin hiçbir anlamı yok. Duştan çıkıp siyah switimi ve petrol yeşili kot pantolonumu giyip evimin hemen sol çaprazındaki markete gittim. Biraz pastırma alıp ksaya yöneldim, kasada yine beni o güzel gülümsemesiyle yeşil gözlü kasiyer karşıladı. Ücretini ödediğim pastırmayı poşete koymama yardım ettikten sonra o harika sesiyle "iyi günler." dedi. Gülümseyerek "Teşekkür ederim, size de iyi günler." diye karşılık verdim. Eve dönüp pastırmaları buzluğa yerleştirdikten sonra ahşap sandalyemdeki yerime tekrar kurulup televizyonu açtım. Altyazıda geçen haberin hala devam ettiğini görünce şaşırdım doğrusu; normalde bir protesto bu kadar ilgi çekmezdi. Muhabir hızlı hızlı birşeyler söylüyordu ama çevresi o kadar kalabalık ve gürültülüydü ki neredeyse hiçbir şey duyulmuyordu. Sesi biraz daha açtığımda ne dediği biraz olsun anlaşılır oldu: "Evet... Şu an burada tam bir kaos havası hakim... Gerçekten neler olup bittiğini bilmiyoruz sayın Birand... Köylüler çılgınlar gibi birbi- Aaaah!"
    Az önce ne oldu öyle?.. Anlayamıyorum... Bir adam muhabirin üzerine atlayıp boğazından bir et parçası kopardı. Ne oluyor? Az önce olan şey gerçek miydi? Hayır mümkün değil. Biz böyle şeyler yapmayız, evet benzerlerini yapıyor olabiliriz ama hayır, bu çok vahşice. Şu an için tek birşey biliyorum; bu işin arkasında her kim varsa, benim türümle bir alıp veremediği var.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    +3
    Part 2
    Bir çığlıkla uyandım. Hayır, bir çığlıkla değil; onlarca, yüzlerce çığlıkla. Bu kadar çabuk mu? Hayır, olamaz. Bu mümkün değil. Nasıl mümkün olabilir ki? Daha birkaç gün önce başlamıştı salgın. Anlaşılan tahmin ettiğimden daha hızlı yayılmış. Perdeyi hafifçe aralayarak dışarıya bir göz atmaya karar verdim ve bu kararımdan pimanlık duymam birkaç saniyemialdı. Sokak tıpkı bir mezbaha gibiydi, insan mezbahası gibi. Her yerdeydiler; arabaların üzerinde, bahçelerde, apartman girişlerinde, çöp konteynırlarında, yolda, çalılıklarda vs. Kısaca aklınıza gelebilecek her yerde. Benim yerimde bir başkası olsaydı eminim ki ilk işi polisi veya tanıdıklarını aramak olurdu. Ama çok şükür, ben başkası değilim. Düşündüğüm ilk şey buradan nasıl çıkabileceğim oldu. Şu haliyle ön kapıdan kaçmaya çalışmak -her ne kadar normal bir insana kıyasla aşırı güçlü olsam da- intihardan başka bir şey olmazdı. Düşün. Galiba bir yol buldum. Aynı anda bahçe kapısından gelen ses dikkatimi dağıttı. Pencerenin önüne gelip az önce yaptığım gibi yalnızca perdeyi hafifçe çektim. Anladığım kadarıyla az önce beni görmüşler. Bahçe kapıma dayanan 10-15 - ben onlara böyle diyorum, siz zombi diyebilirsiniz - ölüyü gördükten sonra burada daha fazla kalamayacağımı tespit etmem çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşti. Bu yüzden hemen az önce düşündüğüm planı uygulamaya koydum. Ama önce buzdolabındakilerden 1-2 tane yol azığı olarak aldım. Ardından banyoya geçerek oradan tavan arasına, tavan arasından da çatıya çıktım. Çatıdan bakılınca her şey daha net anlaşılıyordu. Dünyanın sonu gelmişti. Nitekim dünyanın sonu gelse de benim ölmeye hiç niyetim yoktu. Ne yapıp edip kurtulacaktım bu işten, bu yüzden hemen kendime bir kaçış güzergâhı belirledim. Planım şöyleydi: Evimin duvarlarından yola kadar yürüyecek ardından yoldan markete kadar koşacaktım, markette yaşayanlar olabilirdi. Ve benim onlara ihtiyacım olacak. Neden diye soracak olursanız; burdan kurtulmak için kesinlikle bir araca ihtiyacım olacak ve ne yazık ki araba kullanmayı bilmiyorum.
    ···
  3. 3.
    +3
    Part 3

    Kaçış için belirlediğim güzergâh da emin adımlarla ilerleyerek sokağa vardım. Buraya kadar her şey gayet güzel gitmişti. Ama iş asıl şimdi ciddiye binecekti. Bahçemin duvarlarında yürüdüğümü gören ölüler duvarın etrafını sarmış; etrafımı kuşatmışlardı. Bende geldiğim yolu geri döndüm. Tabii ölüler de peşimden. Ardından bütün gücümü ayaklarıma vererek sokağa doğru koşmaya başladım. Bahçe duvarının sonuna geldiğimde dahi hızımı kesmedim, atlayıp markete doğru koşmaya devam ettim. Arkamdaki grup oldukça geride kalmışsa da henüz rahatlamak için çok erkendi, bunun nedeni ise önümdeki 10-15 ölüden oluşan gruptu. Koşmaya devam etmem halinde beni aralarına alıp yahni yapacakları kesindi. Bende durdum. Öyle boş boş değil, yararlı bir şeyler bulma umuduyla etrafıma bakınarak. Ve buldum da. Anlaşılan bir cesur yürek hepsini bir beysbol sopasıyla haklayabileceğini düşünmüş. Böylece bir silah edinmiş oldum. Artık hiçbir engel kalmamıştı ama yine de kolay olacağa benzemiyordu. Kaybedecek neyim var ki diye düşündüm. Zaten burada biraz daha beklemem halinde arkada bıraktığım grup yetişir ve iki gruba birden yem olurdum. Ayrıca az da olsa şimdi bir şansım vardı. Bende şansımı denedim. Bana en yakın olanı seçtim ve beynini parçaladım. Beyinlerine kadar çürümüş olmalılar ki kafası resmen dağıldı. Yüzüm gözüm kan oldu. Ama şimdi duramazdım, bende devam ettim. ikincisinde birincisindeki gibi beyni akmış bir halde devrildi. Üçünü bir daha yürüyemeyecek bir hale soktuktan sonra kalan beş taneden ikisinin beyinlerini birleştirdim. Diğer üçünün bu görüntülerden sonra arkalarına bakmadan kaçmalarını bekledim ama öyle olmadı. Aksine daha da hızlandılar. Galiba kan onları çekiyordu. 3 hamlede onlarında devirdim. Sanırım bu iş düşündüğümden daha kolay olmuştu. Artık markete gidebilirdim ve koşmaya başladım. Marketin önüne geldiğimde bu benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Çünkü bütün kepenkler indirilmişti ve eğer onları parçalarsam arkamdaki pgibopat tayfaya da içeriye giriş yolunu açmış olacaktım...
    ···
  4. 4.
    +3
    Part 4
    Ne yapacaktım? Arkamdakiler gittikçe yaklaşıyordu. Çatıya çıkabilirdim, ne de olsa çok yüksek değildi. Etrafıma bakınıp üzerine çıkabileceğim bir şey aradım. Gözüme marketin yük boşaltma bölümünün tam karşısındaki yan yatmış çöp konteynırı takıldı. Koşarak gidip onu marketin yanına çektim. Üzerine çıkmamla beraber dengemi kaybedip düştüm. Sanırım konteynırın tekerleklerinden biri kırılmıştı. Bu sefer daha dengeli bir biçimde üstüne çıkıp sıçrayarak çatıya ulaştım. Ölülerinde benimle aynı yolu izleyip yukarı çıkma ihtimali -çok az da olsa- olduğu için sıçrarken konteynırı devirmeyi de ihmal etmedim tabii ki. Artık güvende sayılırdım. Hemen etrafa bakınıp içeri girebileceğim bir kapı arayıp buldum. Kapağındaki asma kilidi kırıp içeriye atladım. içerisi dışarıda göründüğünden daha karanlıktı. Gözlerimin karanlığa alışmasını bekleyip şöyle bir etrafı süzdüm. Burası neresiydi böyle? Dört tarafım da duvarlarla çevriliydi. Burnuma gelen hafif is kokusu bana buranın ne olabileceği hakkında bir fikir verdi. Galiba burası -eskiden- şömineydi. Kapana kısılmıştım. Aklıma hiçbir şey gelmiyor demeye kalmadan kafamda bir şimşek çaktı. Eğer burası şömineyse -eskiden de olsa- buranın açık bir tarafı olmalıydı. Şömine kapatılmış olsa da kapatılan taraf diğerlerine göre daha ince olup aynı zamanda daha zayıf olmalıydı. Şansımı denemeye karar verdim, sağıma doğru bir tane geçirdim. Duvarda çatlaklar oluşsa da burası değildi. Önümü denemeye karar verdim. Tekrar bütün gücümü sağ yumruğuma verdikten sonra haykırarak bir tane daha savurdum. Bingo! Doğru düşünmüşüm. Ama biraz ayarsız savurmuş olmalıyım ki yumruğumla beraber ben de içeriye savruldum. içerisi de -az önceki yer kadar olmasa da- oldukça karanlıktı. Galiba yanılmışım. Burada hiç kimse yok... Şimdi ne yapacağım diye düşünmeye başlamışken marketin arka tarafından gelen ayak seslerini duydum. Arkamı dönüp baktığımda bir gölge gördüm. Gittikçe yaklaşan bir gölge. Tabii benim onu fark ettiğimi bilmiyordu. Karanlıkta saklanmanın onun avantajına olacağını düşünüyor olacak ki emin adımlarla yaklaşmaya devam ediyordu. Bende yaklaşmasını bekledim. Yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı… Bir adımımla nefesimi boynunda hissetmesini sağlayabileceğim kadar yakına…
    ···
  5. 5.
    +3
    Part 5

    Bu adamın sorunu ne? Neredeyse ağzıma girecekti ama en ufak bir korku belirtisi göstermemişti. Yalnızca elindeki -bir beysbol sopasına benzer ama daha kısa ve parlak- cismi kaldırdı. Ardından karşıma dikilip bir şeyler mırıldanmaya başladı. Sanırım yapmak üzere olduğu şeyden ötürü affedilmek için yaratıcısına yalvarıyordu. Pişman olma ihtimali olsa da yapmak üzere olduğu işin doğru şey olduğuna o kadar inanmıştı ki inancının kömür gibi simsiyah gözlerinde tıpkı bir kor gibi ışıldamasını görebilirdiniz. Bende bekledim ki duasını bitirsin. Ve atıldım, sözlerini bitirir bitirmez elindeki cismi alıp boynuna dayadım. O an kafama dank etti: Ne yapıyorum ben? Bu insana ihtiyacım olacak ama ben ne yapıyorum baksanıza; adamın boğazına silah dayamış onu öldürmemek için neden arıyorum. Bu arada marketin arka tarafında bir şeyler hareket etti. Duymamıştım yalnızca hissetmiştim. Ama ne olduğunu anlamam için saniyeler yeterli olmuştu. "Baba!" Diye bağırdı bir kız. Anlaşılan başından beri izleniyordum. Düşmanın babasına üstünlük kurduğunu gören kız da daha fazla dayanamayıp bağırmış olmalıydı.
    Ardından kızın yaklaşan ayak sesleri duyuldu. Hayır, yalnızca kızın değil. Galiba bir grupla karşı karşıyaydım. Kaç kişi olduklarını öğrenmem de çok uzun sürmedi. Kafasına silah dayadığımla beraber dört kişilerdi. Sanırım grubun lideri ellerimdeydi çünkü gelen üç kişiden biri kız diğer ikisi de erkekti. Biri oldukça genç bir çocuktu, grubun lideri olamayacak kadar genç. Sanırım bu markette kasiyer olarak çalışıyordu. Diğeri ise iriyarı bir adamdı. Kel kafası ve umursamaz gözleriyle kendisinden başkasını düşünmeyen birine benziyordu. Kız ise oldukça kısa boylu, kızıl saçlı ve beyaz tenli biriydi. Gözlerindeki telaş babasını ne kadar çok sevdiğini gösteriyordu. Öne çıkan kasiyer çocuk "Bırak onu!" diye bağırdı. "Bırakmazsam?" diye cevapladım umursamaz bir ifadeyle. "Yoksa... Yoksa seni öldürürüm" dedi titreyen bir sesle.
    Tam cevap vermek için ağzımı açmıştım ki kız lafa karıştı.
    "Bayım, lütfen babamı bırakır mısınız?"
    Sanırım sesi fazla ikna ediciydi veya çok tatlı. Öyle ki farkında olmadan adamı bırakmışım. Adam hemen toparlanıp ayağa kalktı. Kasiyerin elindeki sopayı kaptığı gibi bana doğru savurdu. Hafifçe geriye doğru eğilip savuşturdum. Hemen arkasından gelen ve tam kafamı isabet alan darbeyi kollarımla karşıladıktan sonra ileriye doğru bir hamle yaparak adamın elindeki sopayı alıp olabildiğince uzağa fırlattım. Bu olaylar o kadar kısa bir zaman diliminde gerçekleşmişti ki diğerleri yalnızca izleyebilmişti. "Buda neydi şimdi?" diye bağıran kız oldu. "Ne neydi? Az önce boğazıma sopa dayayıp beni öldürmeye çalışan adama şimdi 'hey ahbap nasılsın?' dememi mi bekliyordun?" diye karşılık verdi moruk. "Öldürmek gibi bir amacım olsaydı, sizi temin ederim ki duanız bitmeden önce bunu rahatlıkla yapabilirdim." diye lafa karıştım iğneleyici bir ses tonu takınarak. "Aman ne güzel, şimdi de beni öldürmediğin için sana teşekkür etmeliyim, öyle mi?" diye bağırdı tekrar. "Hayır, gerekmez." dedim aynı ses tonuyla.
    Adam tam bana sövüp saymaya başlayacaktı ki kız araya girdi:
    "Bayım, babam adına özür dilerim. Siz herkesin yapacağı gibi kendinizi korumaya çalıştınız sadece, sanıyorum ki dışarıda olanlar sizi de çok etkiledi. Lütfen özürlerimi kabul edin."
    Bu kız... Anlamıyorum, bir insan nasıl bu kadar tatlı konuşur? Ve ona da çok benziyor.
    "Önemli değil, dediğiniz gibi sadece kendimi korumaya çalışıyordum. Babanızı bana saldıracak pozisyonda karşımda görünce panikledim sadece, hepsi bu." dedim oldukça sakin bir ses tonuyla. "Gidecek bir yeriniz yoksa burada bizimle kalabilirsiniz, burada hepimize yetecek kadar yiyecek var ne de olsa." dedi yine aynı tatlılıkla.
    Tam teklifini kabul ettiğimi söyleyecektim ki moruk yine bağırmaya başladı:
    "Sen, ne... Ne dedin? Bize katılması mı? Yo, söz konusu bile olamaz. Hem ona neden güvenelim ki? Daha neden burada olduğunu bile bilmiyoruz. Ya dışarıda ondan haber bekleyen birileri varsa. Ya ısırılmışsa? Ya bize zarar vermek istiyorsa?" diye kekeledi ihtiyar moruk.
    "Sanıyorum kendisi cevap verebilir." diye kestirip attı kız.
    "Teklifinizi kabul ediyorum. Zaten buraya gelmemdeki amaç sağ kalan birileri varsa onlara katılmaktı. Hem ne kadar çok olursak o kadar güçlü olacağımıza inanıyorum, ne de olsa onlar da grup halinde avlanıyorlar."
    Biz tartışırken kasiyer ve bodyguard kılıklı herif geldiğim deliği inceliyorlardı ve konuşmamız bittiği anda kasiyer çocuk bana döndü ve: "Burayı sen mi yıktın?" diye sordu yıktığım duvarı göstererek.
    "Evet."
    "Duvar yıkman gerekeceğini bilip yanında bir balyoz getirecek kadar planlı bir adamsın sanırım, veya zombileri balyozla öldürmeye çalışacak kadar aptal." dedi karmaşık bir ses tonuyla.
    "ikiside değil, ne yazık ki."
    "Nasıl yani?"
    "Ne dediğiniz kadar planlıyım, ne de dediğiniz kadar aptal. Ne duvar yıkmam gerekeceğini bildiğimden balyoz getirdim, ne de zombileri balyozla öldüreceğimi düşündüm diyorum, tefsir ister misin?" diye çıkıştım.
    "Anlamıyorum... "
    "Anlayamadığın kısım tam olarak neresi dostum? Balyoz falan getirmedim işte!"
    "Ne yani? Duvarı neyle yıktın öyleyse? Bu deliği kafanla açtığını söyleme bana sakın." dedi gülerek.
    "Kafamla değil, elimle." dedim sakince, sanki normal bir konuşmada sıradan birşey söylermiş gibi.
    Anlaşılan inanmamıştı ki şüpheli bakışlarıyla beni süzüyordu.
    "Göstereyim." dedim aynı sakinlikte. Ardından duvarın karşısında yerimi alıp önceki gibi bütün gücümü yumruğuma verdim. Bu sefer daha dengeli bir biçimde gerilip bir sağ düz yumrukla az önceki gibi bir delik açtım. Arkamı döndüğümde herkes şaşkınlık ve korkuyla karışık bir ifadeyle beni süzüyordu.
    "Ne?"
    "Bu muhteşemdi!" diye bağırdı bodyguard tipli adam.
    "Teşekkür ederim."
    "Bu yumruk bir insana ait olamaz" diye kekeledi moruk.
    Zaten değil, demek isterdim...
    Tümünü Göster
    ···
  6. 6.
    +3
    Ses verin ona göre devam edicem
    ···
  7. 7.
    +1
    Desenize okuyom diye yazıyorum
    ···
  8. 8.
    +5
    Part 6
    Marketin ön kapısında bir ölü yığını oluşmuştu, anlaşılan benim girdiğim yoldan giremeyeceklerini anlayıp alternatif giriş ararlarken ön kapıdan içerisinin göründüğünü fark etmişlerdi. Gidip kontrol etmeyi önerdim. Enver’in -kasiyer çocuk- de benimle gelmesi koşuluyla kabul ettiler. Yalnız başıma gitmem tehlikeliymiş. Siz asıl tehlikenin ne kadar yakınınızda olduğunu biliyor musunuz? Elbette hayır. Enver ile birlikte kontrol etmeye gittiğimizde gördüklerimiz, dışarısının ne halde olduğunu bilen ben için bile büyük sürpriz olmuştu. Sanki şehirde ne kadar ölü varsa hepsi bizim kapıya üşüşmüş, marketin kepenkleri bir ileriye bir geriye sallanıyordu. Enver titremeye başladığında bunun olacağını biliyormuş gibi bozuntuya vermeden geri dönüp diğerlerini uyarmamız gerektiğini, kapının bu şekilde fazla dayanmayacağını söyledim. Zaten korkudan altına etmek üzere olduğundan önerimi hemen kabul etti. Geri dönüp diğerlerine olanları anlattık ve bir plan yapıp buradan çıkmamız gerektiğini kısaca açıkladık. Plan aşamasını hızlıca geçmezsek uygulamaya geçemeden ölülerin akşam yemeği olacağımızdan kabataslak bir plan yapıp uygulamaya koyulduk. Kısaca planımız şuydu: Marketin yük boşaltma bölümünden çıkmak. Bu o kısacık zaman diliminde aklımıza gelen en iyi şeydi. Belki biraz daha zamanımız olsa daha yaratıcı şeyler düşünebilirdik, ama yoktu. Hemen yola koyulup kapıya kadar geldik ve burada karşımıza şöyle bir soru çıktı: ilk kim çıkacak? Hem fazla zamanımızın olmayışı hem de bu işi yapmaya en uygun kişi ben olduğumdan gönüllü olup dışarıya çıktım. Sanırım az önce yanılmamışım. Burada yalnızca iki ölü vardı, galiba diğerleri de marketin kapısını kırmaya yardımcı olmaya gitmişti. O iki ölüyü sopam yardımıyla birkaç saniyede temizledikten sonra bizimkilere çıkmaları için işaret ettim. Hep beraber parmaklarımızın ucuna basarak oradan uzaklaştık. Marketin arka tarafının küçük bir koru olması onlara görünmeden işimizi yapabilmemiz olanak sağlıyordu. Amacımız bir araç bulamaktı. Aslında etrafta o kadar çok araba vardı ki şaşardınız. Ama hepsi ya hurdaya dönmüş ya da anahtarsız durumdaydılar. En sonunda bir araç bulmayı başardık. Ama onun da etrafı ölülerden bir grupla çevriliydi. Bunu halletmemiz gerekliydi. Başka bir şansımız olmayabilirdi. Enver ve Adem’e benimle gelmelerini söyledim, Suzan’a da babasıyla beraber kalmasını tembihleyip yola çıktık. Henüz bizi fark etmemiş olmalarını fırsat bilip yanlarına sokulduk. En yakındaki ölünün beynini sopamla dağıtmamla beraber atağa geçtik. Bu iş tahmin ettiğimden daha eğlenceli bir hal almaya başlamıştı. Sopamı öyle ustaca kullanıyordum ki sanki elimde görünmez bir kılıç vardı. Ölüleri bir bir yere devirirken o derece kendimden geçmiştim ki Adem’in sesini ancak üçüncüsünde duyabilmişim. Bir taraftan çıkarttığımız sesi duyup bu tarafa doğru gelmekte olan ölüleri uzak tutmaya çalışırken bir taraftan da Enver’in olduğu tarafı gösterip bağırıyordu. Sessiz olmasını, bu şekilde daha fazla ölüyü bu tarafa çektiğini söylerken işaret ettiği tarafa doğru döndüm ve bağırmakta ne kadar haklı olduğunu gördüm. Bir ölü Enver’e doğru gidiyor, buna karşılık Enver gözleri ardına kadar açılmış bir halde kıpırtısızca bekliyordu. Gözlerindeki korkuyu bu mesafeden bile çok rahat görebiliyordum. Bir şeyler yapmam gerektiğini anlayıp koşmaya başladım. Yetişebilecek miyim? Hayır. Aralarındaki mesafe çok az. Hadi Enver kendine gel, kımılda, kımılda, kımıldasana! Artık aralarındaki mesafe yirmi santimden azdı. Bende yapabileceğim en iyi şeyi yapıp bağırmaya başladım. Beni duyup duymadığını bilmiyordum çünkü en ufak bir tepki bile vermiyordu. Tam Enver’i kaybettiğimizi düşündüğüm anda olan oldu. Birkaç el silah sesiyle beraber ölü yere devrildi. Kurtarıcı meleğimiz gelmişti, saniyeler sonra Suzan göründü. Enver hala hareketsiz duruyordu. Sanırım kendine gelmesi için bir iki tokat gerekiyordu, bende memnuniyetle bu görevi üstlendim. Kendine geldiğinde sorduğu soru şuydu: ‘’ Ne oldu?’’ bu soruyu ben cevaplandırdım.
    -Ne mi oldu? Gerçekten ne olduğunu bilmediğini söyleme bana. Olan şu; o ölüyü karşında görünce altına yaptın, ve Suzan olmasaydı ne olacağını çok iyi biliyorum.
    -Ama… ah!
    Enver’in neden bağırdığını anlamamız için bir saniye yetti. Az önceki ölü Enver’in bacağını ısırıyordu. Anlaşılan kurşunlar onu öldürmemiş. Suzan bu sefer işini tam yapıp ölünün kafasında iki kurşun deliği açtı, Enver’in bacağından fışkıran kanlar ve insan dışı çığlıkları etraftaki bütün ölülerin bize yönelmesine sebep olmuştu. Bunda tabii silah seslerinin de etkisi vardı. Suzan etrafı şöyle bir kolaçan etti ve Enver’e dönüp:
    -Umarım bunu neden yaptığımı biliyorsundur ve umarım beni affedebilirsin, diye fısıldadı.
    Tekrar duyulan silah sesinden sonra Enver’in çığlıkları susmuştu…
    Tümünü Göster
    ···
  9. 9.
    +6
    Part 7
    Ardından yola koyulduk, amaçsızca, herhangi bir hedefimiz olmadan. Yalnızca uzaklaştık, kaçmak istedik gerçeklerden. Ama gerçek her yerdeydi, biz kaçmak istesek de o kaçmamıza izin vermiyordu, her yerde buluyordu bizi. Yol boyunca düşünmeye bol bol vaktim oldu; neler yaşadığımı, nasıl bu hale geldiğimi. Kars'ın küçük bir köyünde doğdum; küçük, sessiz ve soğuk bir köyde. insanlarının kendisinden hiçbir farkının olmadığı bir köyde. 12 yaşıma kadar anne-babam olarak bildiğim Hasan amca ve Sema teyzeyle birlikte. Öğrendiğim zaman bu zamana kadar neden söylemediklerini sormuştum onlara. Öğrenirsen bizi bırakıp gidersin diye korktuk demişlerdi. Ama bu duydukları korku birkaç gece sonra yaşayacağımız korkunun yanında hiç olarak kalırdı. Her şey bir gecede birkaç evsizin ölümüyle başladı. Sonuçta soğuktu, böyle ölümler daha öncede olduğundan dikkat çekici bir şey değildi. Sonraki gecede oldu, bir sonraki gecede... işte o zaman insanlar endişelenmeye başladı. Nedeni ise basitti aslında. Bu sefer ölümler soğuktan değil; karanlıktan geliyordu. Sonra bize geldi ölüm, 12 Şubat 1792 akşamı. Geldiğini anlamak hiçte zor değildi aslında, yalnızca azıcık kulak kabartmak yeterliydi. Dışarıdaki tipiyle rağmen rahatlıkla anlaşılabilecek bir ses çıkartıyordu gelirken. Bu ses bir insanın diğerine fısıldamasına veya tavan arasında tembel tembel dolaşan bir farenin çıkarttığı hışırtıya benziyordu. Kapıdaki gölge Hasan amcayla Sema teyzenin taş kesilmelerine neden olmuştu. Ve kapı çaldı. Tık... Tık... Tık... Sanki hiç acelesi yokmuş gibi çalıyordu. Nasıl olsa hiçbir yere kaçamazsınız der gibi. Tık... Tık... Tık... Sonra kapıyı açtığımı gördüm, onun bana gülümsediğini, Hasan amcayla Sema teyzenin ardına kadar açılmış gözlerini gördüm, çığlık atmak için açılmış ama yalnızca ciğerlerindeki havanın çıktığı ağızlarını, rengi sarıdan kırmızıya dönen kanepemizi, bana doğru dikilmiş ve zevkten dört köşe olmuş gözlerini... Ve bana sorduğunu: Benim gibi olmak istemez miydin?
    ···
    1. 1.
      0
      Olm ney lan o adam white Walker yaptı amk jon reyiz de var mı?
      ···
  10. 10.
    +5
    Olum 1-2 şuku atın ölmezsiniz
    ---
    Part 8
    Sahi, kendimden hiç bahsetmedim değil mi size? Ben Tarık, vampirim. Bunu gayet sakin bir biçimde söyleyebilirim, korkacağım bir şey yok sonuçta. Şimdi size vampir dedim; sizin aklınızda bin bir türlü görüntü ortaya çıktı: 5 cm’lik köpek dişeri, güneşte yanan bir deri, kuytu köşelerde av bekleyen bir yaratık vs. Aslına bakarsanız bunların hiçbiri yok bende. (Ve benim gibilerde) Evet, köpek dişerimizin normale göre daha uzun olduğu doğru; ama abartılacak kadar değil. Güneşe karşı bir düşmanlığımızda yok, öyle olsa vampir olmanın güzel bir tarafının kalacağını sanmıyorum. Ayrıca avlarımızı beklemeyiz, gider ve alırız. Diğer özelliklerimizden bahsedecek olursam; Evet, sizden çok daha güçlüyüz, duyularımız çok daha gelişmiş, çok daha hızlıyız, çok daha dayanıklıyız, çok daha yetenekliyiz, çok daha zekiyiz. Kısaca her konuda siz insanlardan üstünüz.
    insanlarla ise aramızda sorun yoktur aslında, ama besin kaynağı olarak kullanmak zorunda olduğumuzdan, böyle bir yargı oluşmuş. Aslında diğer canlıların kanıyla da beslenebiliriz, ancak yetişkin bir vampirin (böyle dediğime bakmayın, çocuk vampir diye bir şey yok aslında, çünkü çocuklar dönüşüm aşamasına dayanamıyorlar) ayda en az bir kez insan kanına ihtiyacı var. Bu insanın cinsiyeti, yaşı, ırkı vs. fark etmiyor. Bunun dışında insanlardan bir farkımız yok aslında, sonuçta biz de insandık zamanında. Yani en azından varsa bile hatırlamıyorum, ihtiyaç halinde bahsedeceğim.
    ···
  11. 11.
    +5
    Part 9
    Susadım… Çok susadım… Size duyularımızın insanlara göre çok daha gelişmiş olduğundan bahsetmiştim değil mi? işte hislerimiz de o derecede kuvvetli. Aslında her tarafımda içecek var. Ama yapamıyorum, bu insanlara ihtiyacım var. Adem durumumu fark etmiş olacak ki bana korku dolu gözlerle bakıyordu.
    "Hey, bir sorun mu var?"
    "Hayır."
    "iyi görünmüyorsun."
    "Yok bir şeyim, yalnızca biraz susadım."
    Adem arka tarafta bulduğumuz su şişelerinden birini uzattı; Al. Şişeyi alıp birkaç yudum içtim, hayır bundan değil, çok daha kırmızısından, çok daha koyusundan, çok daha cezp edici olanından içmeliydim. Ama şimdi sanki biraz daha iyi hissediyordum.
    "Teşekkürler." diye fısıldadım.
    Fısıldadım çünkü ancak fısıldayacak takatim kalmıştı. Şu anki durumumu size örnekleyecek olursam: Çölün ortasında bir adam düşünün, boynundan aşağısı felçli olan bir adam. Yanında yakınında kimse olmayan bir adam. Şimdi bu adamı kızgın kumların üstüne yatırın, bekleyin, bekleyin, bekleyin... Birkaç saat sonra adamın çenesinden 5 cm kadar aşağıya, göğsünün üstüne buz gibi bir bardak soğuk su koyun. Şimdi o adamın o bardaktaki suyu nasıl içmek istediğini hayal edin. Nasıl bir pgiboloji içinde olduğunu. Dudaklarıyla bardağa uzanışını, başaramayışını hayal edin. Nasıl hissettiğini. işte şu an bulunduğum durum o adamın bulunduğu durumla tamamıyla aynı; hedefim çok yakında ama ulaşılamaz.
    Sanırım daha fazla dayanamayacağım, bir şeyler içmezsem öleceğim. Sanırım bunu yapacağım; arabadakilerden birinin boynuna sarılacağım. Yapmak istiyorum, kana kana içmek istiyorum. Yapacağım, Ademle başlayacağım, doymazsam Suzan, yetmezse babasını içeceğim.
    Derken ani bir frenle durduk.
    "Neler oluyor?" dedi Adem.
    "Kaldır kafanı da kendin gör." diye karşılık veren Suzan oldu.
    "Aman tanrım... "
    "Bir grup, sanırım artık tam bir kurt sürüsü gibi hareket ediyorlar, şu en önde yürüyen şişko zombi liderleri olmalı. Her ne kadar ölü olsalar da beyinleri hala yerinde öyle değil mi? Grup halinde daha rahat avlanabileceklerini düşünmüş olmalılar."
    Sanırım planımı ertelemem gerekecek, yoksa buradan hayatta kurtulamam. Acaba? Olur mu? Onları içsem, onlardan beslensem? Hemen bu aptalca düşünceyi kafamdan kovdum. Ama seçeneklerim çok fazla değildi. O yüzden bir plan yapma vaktim gelmişti.
    "Gidiyorum."
    "Nereye?" diye soran yine Suzan oldu.
    "Dikkatlerini başka bir yöne çekmeliyim, yoksa buradan canlı çıkma ihtimalimiz yok; eninde sonunda fark edecekler bizi."
    "Haklısın... "
    "Tamam, gidiyorum o halde, var mı benimle beraber gelmek isteyen?"
    Kimseden ses çıkmadı, anlaşılan planım yatmıştı. Neyse diyip arabadan indim. Ölülerin arka taraflarında kalan çalılığa doğru süzüldüm. En azından bu kadarını yapacak takatim varmış diye seviniyordum bir taraftan da. Etrafa şöyle bir göz gezdirip sincap, tavşan, tilki, fare vs. bir canlı var mı diye baktım. Sanırım bugün şanslı günümdü. Çünkü az ilerideki ağacın dibinde bir tavşan deliği vardı. Hemen oraya gidip elimi yuvaya sokabildiğim kadar soktum, ancak hiç bir şey yoktu. Gerçi sonuna kadar yetişmemişti elim ama yapacak bir şeyim yoktu. Etrafa göz gezdirmeye devam edip bir taraftan da ölüleri gözlüyordum. Arabaya giderek yaklaşıyorlardı. Hemen bir şey yapmazsam fark edilecekleri kesindi, ama bu kadar halsizken benimde kaçabileceğim garanti değildi. Tam o sırada tavşan deliğinden bana doğru bakan bir çift göz fark ettim. Deliğinden çıkmadan beni izliyordu, ama onu yakalayabilmem için orada olduğunu bilmem yetiyordu. Ani bir hareketle avuçlarımın arasındaki yerine yerleştirdim onu. Yerinden bile kımıldayamamıştı zavallı, hemen onu oracıkta sömürüp bizimkilere yardım etmek amacıyla ölülerin dikkatini çekmeye çalışmaya başladım. Bir kaç saniye bağırmam yetmişti, hemen hepsi bana döndü, gerisin geri kaçmaya başladım. Çalılığa girip bir ağaca çıktım ve beklemeye başladım, bir taraftan da bağırmaya devam ediyordum. Hepsinin ağacımın altında toplandığından emin olduktan sonra 1-2 m ilerideki başka bir ağaca, oradan da başka bir ağaca geçip kaçmaya başladım. Büyük bir daire çizip arabaya ulaştım.
    "Nerede kaldın?" diye soran yine Suzan oldu.
    "Anlatırım, şimdilik sadece gaza bas."
    Suzan gaza basıp bizi oradan uzaklaştırdı, Adem ise bana dik dik bakıyordu.
    "Ne var?" diye sordum.
    "Ağzın, her tarafı kıpkırmızı... "
    Tümünü Göster
    ···
  12. 12.
    +3
    Part 10
    Nasıl yapabilmiştim böyle bir hata? Nasıl yapmıştım? Nasıl düşünememiştim ki bunu? Hayır; aptal bir yaratık olsam, düşünemesem, beynimin yerinde saman olsa, akıl denen şeyden yoksun olsam; anlayacağım nasıl böyle bir aptallık yaptığımı. Birde size sizden daha akıllıyım diye hava yapıyordum. Neyse...
    "Nasıl yani?"
    "Ne nasıl yani? Ağzının etrafı kıpkırmızı, ne yaptın zombi falan mı yedin?"
    "Hayır."
    "Öyleyse nasıl oldu bu?"
    Bu arada Suzan ve babası bize doğru dönmüş, bana endişe dolu gözlerle bakıyorlardı. Aslında açıklama yapmak zorunda değilim, sonuçta hiçbir insan evladı bizim (vampirlerin) gerçekten var olduğuna inanmıyor. Ama açıklama yapmayıp dikkatleri üzerime çekmek de istemiyorum.
    "Peki, açıklayacağım. Bunu duyduğunuzda bana karşı biraz tiksinti hissetmeniz normal, ama benim için normal bir günlük aktiviteden farksız. Ben askerliğimi komando olarak yaptım, ne şartlar altında, nasıl zor durumlar altında kaldığımızı hayal bile edemezsiniz. Yeri geldi çiğ kertenkele yedik, yeri geldi, su bulamadık; idrarımızı içtik. Az önce, ölülerin dikkatini dağıtmaya gittiğimde, bir tavşan yuvası dikkatimi çekti. Açlığında verdiği gazla tavşanı yakalayıp çiğ çiğ yedim. Evet, anlatması kavraması kadar kolay değil biliyorum, ama olan biten bundan ibaret."
    Sanırım tatmin olmamışlardı ki bana o şüpheci gözlerle bakmayı sürdürüyorlardı. Ama daha fazla üstelemediler. Paçayı kurtarmıştım, şimdilik...
    ···
  13. 13.
    +3
    Part 11
    Günlerdir yollardaydık... Kaç sınır kapısı, kaç şehir, kaç ülke geçtiğimizi kimse bilmiyordu çünkü ne güvenlik kalmıştı ne devriye. Bazen yolda bizim gibi gruplarla karşılaşıyor, fikir alış-verişinde bulunuyorduk. Genelde 4-6 kişiden oluşan, erkeklerin çoğunluğu veya tamdıbını oluşturduğu, sıcakkanlı insanlar bize Rusya taraflarına gittiklerini, bizimde oraya gitmemiz gerektiğini, yayınlar kesilmeden önce hükümetlerinin televizyon ve radyolarda son olarak bu çağrıyı yaptığını, ölülerin soğukta çok daha zararsız hale geldiklerinden bahsettiler. Bu şekilde, karşılaştığımız on bir gruptan yedisi bu tavsiyeyi verince; bizim gruba bir plan yapmamızın zamanının gelmiş olabileceği konusunu açtım.
    "Rusya'ya gitmeliyiz." dedim.
    "Sanırım çok fazla alternatifimiz yok, ha?" dedi Adem.
    "itirazı olan? Yok, o halde karar verildi. Rusya'ya gidiyoruz."
    "Peki, ama nasıl? Yolu bilmiyoruz ki. Bilen biri varsa direksiyona geçsin." diye söylendi Adem.
    "Önündeki navigasyonu da oraya kesin süs diye koymuşlardır zaten" dedi Suzan.
    "Ha? Bu mu?"
    Geçen bir kaç saniyenin ardından hepimiz katıla katıla gülmeye başladık. Suzan o kadar kendini kaybedercesine gülüyordu ki. Adem'in yaptığı sert manevrayla kendini benim üstümde, dudaklarını neredeyse dudaklarıma değecek kadar yakında buldu. Hemen kendini geri çekti ama suratı tıpkı bir domates gibi kıpkırmızı olmuştu bile.
    -Hay aksi, kusura bakmayın çocuklar; yolun ortasında bir kaya parçası vardı da...
    Suzan'ın neden bu kadar utandığını anlayamıyordum. Sonuçta yanlışlıkla olan bir şeydi. Hayır, bilerek yapsam bu kadar utanmam yemin ediyorum. Ama o utanmıştı. Hem de utanmak ne kelime, tabiri caizse utancından ölüyordu şu an. Tam o sırada bir ölü arabanın önüne atladı. Çarpmanın etkisiyle ön cama fırlayarak derin çatlaklar bıraktı. Adem aniden frene basınca da beş metre ileriye uçup kafasının üstünde iki, sırtının üzerinde de beş kez sekerek durabildi.
    "O da nerden çıktı öyle?" diye bağıran moruk oldu bu sefer.
    "Sanırım, şunların çıktığı yerden" derken arkamızı işaret ediyordu Suzan.
    Arkamı döndüğümde gördüğüm manzara pek iç açıcı değildi, 15-20 kadar ölü bize doğru geliyordu.
    "Bas gaza!"
    Ihıhıhı, ıhıhıhıhı.
    Marştan gelen ses arabayı çalıştırmak için uğraştığına işaret ediyordu.
    "Deniyorum! Ah! Hadisene k***k araba!"
    Bu tür şeylerin yalnızca romanlarda olduğunu düşünmüştüm hep, sanırım siz de öyle düşünüyorsunuz; ama işte gerçekte de olabiliyormuş.
    "Neler oluyor? Neden çalışmıyor?" diye sordu Suzan.
    "Nereden bilebilirim ki? Bilseydim burada çırpınıyor olmazdım herhalde, değil mi!?"
    "inip iteceğim, burada bekleyin." dedim sakince.
    Bütün bakışların hedefi olmam saniyeler almıştı.
    "Hayır! Ölülerle aramızda on metre bile kalmadı!" diye bağırdı Engin amca.
    "Durdur beni o halde!" diyerek atladım arabadan, ama bir an için tekrar arabaya dönmek istedim.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    +3
    Part 12
    Evet, arabadan indiğim gibi Engin amcaya ağzıma ne gelirse saydırmaya başladım. Nasıl bir 10 metre ki bu arabadan çıktığım gibi ölülerle burun buruna geliyorum? Hemen birkaç adım geriye atıp uzaklaştım, ardından etrafa bakıp her zaman yaptığım gibi sert bir cisim için bakındım. Ama şansım bu sefer yaver gitmiyordu, tam o anda arabanın ön camı açıldı. Ademdi bu, elindeki beysbol sopasını bana uzatıyordu. Ulan pe**venk insene aşağıya diye düşünmeden edemedim ama sopayı aldım. Hemen bana en yakın 2 tanesinin beynini dağıtıp arkadakilere doğru süzüldüm, arkada kalan 8-10 tane zombiyi aynı anda haklamam gerekiyordu, çünkü sanki birbirlerine yapışıklarmış gibi yanyana yürüyorlardı. Sopama sıkıca sarılıp yaklaşmalarını bekledim, tam ağzıma girecekleri an sopamı bütün gücümle savurdum. Sanırım bir dünya rekoru kırdım orada, çünkü bir savurmayla altısının birden kafasını uçurmuştum. Altısı gittikten sonra kalan ikisi kolay diye düşünüyordum ki birden üzerime atladılar. Ama ne yazık ki onlara oranla nerden baksan 30-40 kat güçlü olduğumdan ısırmaya yeltenemediler bile zavallılar. Yakalarından tuttuğum gibi arabaya aksesuar olarak ekledim onları. Ardından ayağa kalkıp arabayı itmeye başladım, bir 10-15 saniye ittikten sonra araba çalıştı. Ben de arabaya binip hiçbirşey olmamış gibi yerime oturup biraz dinlenmek için gözlerimi kapattım Arabada çıt ses çıkmıyordu, neler olduğunu anlamak için gözlerimi açtığımda yine bütün gözlerin üzerimde olduğunu anladım.
    "Yine ne var?"
    "Ne mi var? Sen insan mısın?" dedi Suzan.
    "Ne yaptım şimdi ben?"
    "Ne yapman gerekiyordu ki başka? Dışarıda yaptıkların normal insanların günlük hayatlarında pek göremeyecekleri şeyler farkettin mi bilemiyorum?"
    "Daha önce markette de göstermiştim, ben biraz güçlüyüm size göre."
    Niye alçakgönüllülük yapıyorsam?
    "Biraz... Evet anlıyorum, sadece benden birazcık güçlüsün, yani önemli birşey değil. Öyle değil mi?"
    "Tamam, çok güçlüyüm ben anlaşıldı mı? Profesyonel taksördüm ben."
    "Senin de ne ilginç bir geçmişin varmış öyle; komandoydun, taksördün... Ninjaydım desen şaşırmam bundan sonra."
    "Şaşırmayın zaten, aslında daha hiçbir şey görmediniz."
    "Derken?"
    "Boşver, sadece gidelim."
    Sonunda yola çıkıp, Rusya'ya doğru ilerlemeye başladık. Suzan çocuklar gibi sevinmişti Rusya'ya gittiğimize, nedendir bilmem.
    Bekle bizi Rusya!
    Tümünü Göster
    ···
  15. 15.
    +3
    Part13
    2 günlük yolculuğumuz süresince olumsuz bir durumla karşılaşmamamız beni oldukça şaşırttı. Ama önümüzde nereden baksan en az 15-20 günlük yol olduğundan sevinmemiz için biraz erkendi. Öğle yemeğimiz için durduğumuz araba mezarlığını andıran otoyol kenarında ağızlarımızı şapırdatarak verdiğimiz senfoni Suzan'ın konuşmasıyla bozuldu:
    "Sessiz olun ve kımıldamayın."
    "Neler oluyor?"
    "Dediğimi yap, çabuk."
    "Anlamıyorum neler-"
    Lafımı bitiremeden anlamıştım, anlar anlamazda put kesildim zaten. En az elli belki de yüz ölüden oluşan bir grup arabamızın yanından geçiyordu. Herkes aniden dondu, kimse kımıldamıyordu. O kadar sessizleşti ki arabanın içi; nefes alsanız o bile duyulurdu(Buradan kimsenin nefes bile almadığını anlayabilirsiniz) Ölülerden bazıları geçerken duruyor, bir iki saniye arabayı inceledikten sonra devam ediyorlardı. Acaba görüyorlar mıydı? Acaba yalnzca kokumuzu mu alıyorlardı? Veya sesimizi mi duyuyorlardı? Hayır, bu mümkün olamazdı çünkü evimdeyken kokumu almaları veya sesimi duymaları mümkün değildi. O halde görebiliyorlardı. Ama ne kadar? Evdeyken en fazla perdeyi dalgalandıracak kadar hareket ettirmiştim, o halde harekete karşı aşırı duyarlı olmalılar. O halde şuan aşırı hassas bir durumda olmalıyız. En ufak bir kımıldanma olursa... Korktuğum başıma gelirse... Tam o anda ölünün biriyle göz göze geldik. Bana: 'Seni yiyeceğim, hele bir hareket et; arkadaşlarımla beraber seni pirzola yapıp yiyeceğim, inanmıyorsan dene de gör' dermiş gibi bakıyordu. Bu kadar şeyi bir bakıştan nasıl çıkarttığımı düşünmeyin, eğer yaşasaydınız, o an benim yerimde olsaydınız; anlardınız... Ölüyle bakışmamız sürüyordu, sanki gerçekten benimle konuşuyormuş gibi gelmeye başlamıştı. Kafayı yeme noktasına geldiğimde ölü bakmayı bırakıp gitti. Oh, çok şükür. O sırada bir çığlık sesi duyuldu; hemen önümüzdeki arabadan geliyordu...
    ···
  16. 16.
    +3
    Part 14
    Çığlık sesini duymamla gelen şok olaylara anlam verebilme kabiliyetimde ciddi bir düşüşe neden oldu . Daha sonra(her şeyi göze alarak) doğruldum ve neler olup bittiğine bakmak için öne doğru eğilip gözlerimi kıstım. Evet, yanılmamışım. Önümüzdeki arabanın camından içeriye elini sokmuş bir ölü ve korkudan ölünün karşısındaki cama yapışmış bir bayan görmek beni şaşırtmamıştı. Onlara yardım etmeli miydik? Eğer edeceksek de bunu nasıl yapacaktık? Bunları düşünürken hareket ettiğimi gören ölüler camlara yapışmıştı bile.
    "Neler oluyor? Neden kımıldayıp bizi farketmelerine neden oldun?" dedi Suzan.
    "Ne? Duymadın mı?"
    "Neyi?"
    "Çığlığı, önümüzdeki arabaya bak."
    Herkes önümüzdeki arabaya dönüp neler olduğuna bakmak için ön cama yaklaştı. Bu arada arabanın camlarına vuran ölüleri kimse önemsemiyordu. Ölüler de iplenmediklerini anlamış olacaklar ki, vuruşları sertleşti, ama hala kimsenin umurunda bile değildiler.
    "Aman Allah'ım... " diye fısıldadı Adem güçsüz bir sesle.
    "Onlara yardım etmeliyiz!" diye çıkıştı Suzan.
    "Sakin ol kızım, ondan önce şu etrafımızdaki ölülerle ne yapacağız, onu düşünmeliyiz." diye söze karıştı Engin amca.
    Bu arada Engin amcanın sessizliği dikkatimi çekmişti, yolculuğa başladığımızdan beri neredeyse hiç konuşmamıştı. Bu adamda garip bir şeyler seziyorum...
    "Evet." diye atıldım: "Önce bunları halletmeliyiz."
    Bu arada öndeki arabada işler karmaşıklaşıyordu. Ön koltukta da birileri olacak ki, ölünün koluna birşeyler saplıyorlar; bunun yeterli olmayacağını biliyor olmalılar aslında. Sonuçta sağ sağlim buraya kadar gelmişler.
    "Ne yapacağız? Onlar... Onlar her yerde. Burada mı öleceğiz... " diye serzenişte bulundu Suzan, sesi oldukça sakindi, aynı zamanda biraz da tedirgin.
    "Sakin ol bakalım küçük hanım, elbette kurtulacağız."
    Dedim ama nasıl yapacağımız tam bir paradoks, kapıyı açıp kaçmaya çalışsak yakalanmamız işten bile değil, diğer türlü de sonsuza kadar burada kalamayız ya. Hem önümüzdeki araçtakilere yardım etmemiz gerek. Tam o sırada kafamda bir şimşek çaktı.
    ···
  17. 17.
    +2
    Part 15

    Buldum! Diye haykırdım.
    "Ne oldu? Ne buldun?"
    "Anlatıyorum, dikkatle dinleyin; ilk iş olarak hepinizin arka tarafa gelmenizi istiyorum."
    Adem ve Engin amca birbirlerine tip tip baktıktan sonra yavaşça yanımıza süzüldüler.
    "Evet, şimdi?"
    "Şimdi, fark etmiş olmalınız ki etrafımızı sarmış olan bütün zombiler yanımıza doğru geldiler."
    "Bu ne işimize yarayacak?" diye sordu Adem.
    "Şu işimize yarayacak; hızlı olursak ön camdan kaçabiliriz."
    "Şaka mı lan bu? Ön camı nasıl kırmayı düşünüyorsun acaba? Silahla ateş edip burada bizi sağır etmeyi düşünüyorsan, unut bunu."
    "Hayır hayır hayır. O işi sen bana bırak, yalnızca ben dışarıya çıkar çıkmaz peşimden gelmeye hazır olun, bir saniye geç kalırsanız ölürsünüz."
    Önümüzdeki araçta durumlar fena hale gelmişti, az önce kolunu sokan ölünün iki yanına da birer zombi eklenmiş, kafaları içerde, kollarıyla kadını yakalamaya çalışıyorlardı. Ne gariptir ki orada açık bir cam olmasına rağmen ölülerin %95 i bizim etrafımızdalardı. Camlardan birini çatlatmışlardı bile, fazla vaktimiz yoktu; her an o cam patlayabilirdi. Bende planımı uygulamaya koyup tam öndeki iki koltuğun arasında yerimi aldım. Ayaklarımı arka koltuğa yasladım, bizimkilere dönüp:
    "Hazır mısınız? Üç dediğimde, başlıyorum; bir, iki, üç, şimdi!"
    Der demez bütün gücümü ayaklarıma verip ön cama doğru uçtum. Arabanın tavanının normale göre yüksek olması işimi inanılmaz derecede kolaylaştırdı. Ön camı kafamla tuz-buz ettikten sonra hızımı alamayıp önümüzdeki araca çakıldım. Kafam arka camı dağıttığında kadının çığlığı iki kat şiddetlendi. Hemen kafamı oradan kurtarıp bizimkilerin durumuna bakmak amacıyla kafamı çevirdim, ki ne göreyim; Suzan ve Adem arabadan çıkmış ve neredeyse yanıma gelmişlerdi bile. Engin amca ise ortalarda yoktu.
    "Baban, baban nerede?"
    "Babam mı? Baba?" deyip arkasına dönmesiyle yere yığılması bir oldu. Çünkü Engin amca hala arabanın içinde oturuyordu...
    ···
  18. 18.
    +1 -1
    Yarın devam edicem yatıyorum
    ···
  19. 19.
    +2
    Part 16
    Lanet olsun!
    Neler oluyor? Neden çıkmıyor o kahrolasıca arabadan? Bir şeyler yapmazsam... Bir şeyler... Düşün...
    "Adem, arkadakileri sana bırakıyorum."
    Ne yapmayı planladığımı anlamış görünüyordu.
    "Hallederim, peki ya Suzan?"
    "Onu boşver, burada güvende olacak."
    "Peki."
    Bu arada fark ettiğim bir şey var; hiçbir ölü ne benim, ne Adem'in ne de Suzan'ın peşinden gelmemişti. Hepsi arabaların etrafını sarmıştı. Sanırım bu hedef seçimiyle alakalı, nasıl bir aslan bir sürüye saldırdığında en zayıfı; kaçamayacak olanını seçiyorsa, ölüler de aynı pgibolojiyle hareket ediyordu. Kolay hedef. Sanırım çürümüş olsalar da beyinleri hala çalışıyordu. Bu arada IQ seviyesi yüksek bir ölüyle karşılaşmamak için dua ettim. Elinde balyozla arabanın cdıbını kırmaya çalışan bir ölü hayal etsenize. Haha, çok komik, sanırım hiçbir zaman kaliteli espri yapamayacağım. Aman, ne lazım. Şu an önemli olan Engin aptalını kurtarmak, aptal diyorum çünkü beni çok sinirlendirdi. Ulan dengesiz, ulan beyinsiz, ulan... Ne derdin var? Niye oturuyon hala? Niye çıkmıyorsun o arabadan zamanında? Madem ölmek istiyorsun, bunu çaktırmadan yap, ne bileyim çıkmaya çalışıyormuş gibi yap, bişey yap yani... Bak, senin yüzünden bayıldı kızcağız. Neyse, seni bir kurtarayım da görürsün... Ben kafamın içinde planlar kurarken ölülerden biri ön camın kırılmış olduğunu fark etmişti bile. Bu da demek oluyor ki fazla vaktim yok. Hemen birşey yapmazsam moruk gidici. Bu şekilde düşünüp yolda plan yapmayı planlayarak koşmaya başladım. Arabayla aramdaki mesafe 2-3 metreye indiğinde zıplayarak kaputa kondum. Ön camın kırılmış olduğunu tespit eden ölüyü önce tebrik ettim, ardından bir yarım voleyle kafatası mı yoksa asfalt mı daha sert? Sorusunun cevabını buldum; açık ara asfalt daha sertmiş. Bu sırada Adem ölüleri temizleme işini bitirmiş, arabadakilerle koyu bir muhabbete girişmişti. Daha önce de bu Adem'in ne kadar y**şak bir insan evladı olduğundan bahsetmiştim hatırladığım kadarıyla. Ama haklıyım, öyle değil mi?
    ···
  20. 20.
    +1
    Part 17
    iki çay söyleyeyim de muhabbetiniz artsın bari. Haha, çok komik. Espri yaptım fark ettiniz mi? Etmediyseniz problem yok; doğru yoldasınız. Neyse, benim kaputun üzerine çıkmış olmamı fark eden ölülerin birkaç tanesi arabanın önüne doğru gelmeye başladılar. Hemen birşeyler yapmazsam moruk bu sefer cidden gidici. Hadi moruğu geçtim, ben araya kaynayabilirim. istemem bu genç yaşımda ölmeyi, gerçi hangi vampir ister ki 223 yaşında ölmeyi? Bu düşüncelerle birlikte harekete geçtim, tavanın iki yanından tuttuğum gibi söküp (tak-çıkar şeklinde değildi tavan) arabanın ön tarafında kamp kurma hazırlıkları yapan ölülere hediye ettim, oldukça beğenmiş olacaklar ki hemen altına girip saklandılar. Bu şekilde öndeki ölüleri hallettikten sonra Engin moruğuna dönüp:
    "Rahat galiba orası?"
    Tip tip bakıyordu bana, ne var lan g*t diyesim geldi bir an, sonra vazgeçtim, aynı yolun yolcusuyuz sonuçta. Hem benden büyük gösteriyor, saygı göstermeliyim. insanlar böyle yapıyorlar.
    "Sen... Cidden insan olamazsın."
    Değilim ulan zaten diyesim geldi bir an, sonra vazgeçtim. Bu aralar hep diyesim geliyor, sürekli vazgeçiyorum, hiç diyemiyorum, hep içime atıyorum. Olmayacak bu iş böyle, birşeyler demem lazım...
    "Sus da gidelim."
    "Hayır, yoruldum bu hayattan, yaşamak zor geliyor bana, kaçmaktan bıktım artık. Hem bu şekilde yaşa-" Gibi bir dizi felsefi laf etmeye kalkışacak oldu, dayanamayıp ensesine patlattığım osmanlı tokadıyla bayılttım. Sonrada sırtıma alıp etrafıma bakındım; aksiyon yaşamadan kaçabileceğim bir taraf bulmak için. Geldiğim yolda bile -kaputun üstü- 3-4 ölü beni bekliyordu. Kısaca önüm arkam sağım solum (saklanmayan sobe) sarılmıştı. (Espri yaptım bak yine) (Şaka maka kafiyeli oldu ha!) (Aha! Yine kafiye, şair olacak vampirmişim ben, peh) Etrafımı şöyle bir süzdükten sonra kaçmak için en kolay yolun geldiğim şekilde geri dönmek olduğunu anladım. Bunu yapmak için önce kaputun üzerindeki Arsenal forması giymiş ölüleri temizlemem gerekiyordu.
    ···