-
1.
+10 -14Sakin olmalıydım. Eğer sakin olmazsam hızlı nefes alıp verirdim. Eğer hızlı nefes alıp verirsem yerimi belli ederdim. Eğer yerimi belli edersem yakalanırdım. Ve eğer yakalanırsam iyi ihtimalle ölür, kötü ihtimalle ise bir zombiye dönüşürdüm.Tümünü Göster
iki buçuk yıldır hayatta kalmayı başarmıştım. Bu virüs ilk ortaya çıktığında, yani bundan iki buçuk yıl önce, henüz on beş yaşındaydım. Ve o zaman bile hayatta kalmayı başarabildiysem, şimdi kesinlikle başarabilirdim.
Bana doğru yaklaşan ayak sesleri duyduğumda kendime itiraf etmek istemesem de sonumun geldiğini biliyordum. Kaçabileceğim hiçbir yer yoktu. Güvenli olan hiçbir yer yoktu. Ülkelerin çoğunda 'yaşayan insan' kalmamıştı. Türkiye'de o ülkelerden biriydi.
Bazı ülkelerde güvenli bölgeler oluşturulduğunu tahmin edebiliyordum. Ancak Türkiye onlardan birisi değildi.
isterik bir şekilde gülümsedim. Birazdan hayatta kalan son Türk ölecekti. Yani ben. Türkiye zombileşmekten kurtulamamıştı. Ben iki buçuk yıl boyunca yaşayan tek bir insana dahi rastlamamıştım. Canlı birileri olsa beni muhakkak görürlerdi. Ya da ben onları görürdüm. Türkiye'nin başkentinde yaşıyordum. Eğer burada hayatta kalan insan yoksa, hiçbir yerde yok demekti. Belki, ufak bir ihtimal dahi olsa istanbul'da hayatta kalan insanlar olabilirdi. Bu düşüncemin doğru olduğunu umdum. Yoksa birazdan resmen Son Türk ölecekti.
Karnım guruldayınca korkudan nefesimi tuttum. Başıma ne geldiyse bu açlık yüzünden gelmişti zaten. Ailem ve ben salgından önce oldukça güvenli bir sitede yaşıyorduk. Kapılarımız bir füze atılsa bile açılmayacak cinstendi. Ve şükürler olsun ki zombi de geçirmiyorlardı. Altıncı katta yaşadığımızdan camdan da herhangi bir tehlike gelmesi mümkün değildi.
Benim bu zamana kadar hayatta kalmamda en büyük yardımcı etken bu olmuştu. Ama evimden zaman zaman çıkmam gerekiyordu. Evde sınırsız su olsa da (faturayı ödemediğim için suyumu kesecek bir devlet kalmamıştı) yiyecek yoktu.
Bende arabama binip en yakın marketlerden yiyecek almaya başlamıştım. Arabayı sonuna kadar dolduruyor ve yiyecekleri evime zütürüyordum. Ancak geçen ay zombilere kurban gitmekten son anda kurtulmuştum ve normalde üç aylık yiyecek alabilirken yalnızca bir aylık yiyecekle geri dönmek zorunda kalmıştım. Normalde evimin olduğu semtte çok zombi olmazdı. Ancak nedense son bir aydır çok daha fazla zombi görüyordum. Bu durum yüzünden dışarı çıkmaya cesaret edemesem de iki gündür hiçbir şey yememiştim. Ve açlıktan ölmekte oldukça acı verici bir şeydi.
Aklımdaki düşünceleri bir kenara atıp içinde bulunduğum duruma odaklandım. Hava aydınlık olsa da marketin sonundaydım ve içerisi bu yüzden karanlıktı. Elimde tuttuğum yayıma ve oklarıma baktım. Bütün bu olanlar yaşanmadan önce okçuluk kursuna gidiyordum. Ve birçok turnuvada derecelerim de vardı. Zombi öldürürken de işime yarıyordu. Her zaman insanların kendilerine yararlı olacak hobiler edinmelerinden yanaydım. Sonuçta ne zaman bir zombi istilası olacağı belli olmuyordu.
içimden bildiğim bütün duaları sıralamaya başlamıştım. Çünkü zombilerin giderek yaklaştığını duyabiliyordum. işin kötüsü marketin içinde yayımla düzgün bir atış yapıp yapamayacağımı bilmiyordum. Her ihtimale karşı yanımda bıçak bulundursam da daha önce bir zombiyle bıçak kullanabileceğim kadar yakından dövüşmemiştim.
Rez Ve Şukuları Ekgib Etmeyin Devam Edicem Rez Gelirse... -
2.
+5Krdş gözümü gibtin
edit: okumaya çalıştım
edit2: okuyamadım -
3.
+4Derin bir nefes alıp rafları kendime siper ederek ayağa kalktım. Burada durduğum her saniyenin aleyhime işlediğinin fark etmiştim. içeri daha fazla zombi girmeden açık alana çıkmalıydım. Markete giren zombinin sesi diğer uçtan geliyordu. Benim çıkışa daha yakın olduğumu fark edince saklandığım yerden fırlayarak dışarı doğru koşmaya başladım. Zombi de beni fark etmiş peşime düşmüştü. Ama hesaplamalarım da yanılmamıştım ve zombi beni yakalamadan dışarı çıkmayı başarmıştım. Marketten çıktıktan sonra cadde de biraz koşup aramızdaki mesafeyi açtım. Daha sonra yayıma bir ok takıp zombinin gözüne nişan aldım.
Bir zombiyi öldürmenin birkaç yolu vardı. Eğer zombiyi uzaktan öldürecekseniz, üç hayati organa nişan almalıydınız. Beyin, kalp ve akciğerler. Bir zombi bile olsanız bu üç organ olmadan yaşayamıyordunuz. Beyin ve kalp her zaman işe yarardı ama akciğer çok riskliydi. Eğer yakından öldürecekseniz de kafasını kesebilir veya yakabilirdiniz. Bu ikisi her zaman işe yarardı.
Ama her zaman risk vardı. Uzaktan öldürecekseniz, uygun bir açıyla nişan almak zorundaydınız. Ve bazen oklar kafatasından içeri giremiyordu. Bu durumda vakit kaybetmiş ve yerinizi açık etmiş oluyordunuz. Yakından öldürecekseniz de zombinin yanına yaklaşmış olmak başlı başına bir dertti. Ben uzun süreli tecrübelerden sonra işimi garanti altına almak için zombileri gözlerinden vurmaya başlamıştım. Beyine giden en yumuşak doku gözdü çünkü.
Okumu bıraktıktan sonra, ok havada ıslık çalarak zombinin gözüne girdi. Zombi bir adım daha attıktan sonra yere düşerek öldü. Muzaffer bir edayla gülümsedim. Hayatta kalan son Türk'ü öldürmek o kadar kolay değildi. -
4.
+4ilk zombimi öldürdükten sonra cadde de olan diğer zombilere dikkatimi verebildim. Caddenin tam ortasındaydım. Ve caddenin her iki tarafından da üzerime bir sürü zombi geliyordu.
En yakınımda olan zombi bir kadındı. En azından bir zamanlar. Şimdi ise daha çok kağıt dilimleme makinasından geçmiş gibi duruyordu. Üzerinde ki siyah elbisenin büyük bir çoğunluğu paramparçaydı. Saçları kandan ve kirden topak topak olmuştu ve her yeri yara bere içindeydi. ilk zamanlar zombilerin bu görüntüsü ve kokusu beni rahatsız eder, midemi bulandırırdı. Ama artık beni neredeyse hiç etkilemiyordu.
Sırtımdaki ok çantamdan yeni bir ok alıp yayıma yerleştirdim. Nişan aldıktan sonra derin bir nefes alıp okumu bıraktım. Ok, tam hedeflediğim gibi kadının gözüne girerek saliseler içinde ölmesine neden oldu. Vakit kaybetmeden arkamı dönerek bir başka zombiye nişan aldım. Sonra bir başkasına ve bir başkasına.
Öğle vakti olduğundan güneş, sıcaklığı her dakika artırıyordu. Artan sıcaklıkla terliyor ve yoruluyordum. Zombilerin ise yorulmak gibi bir dertleri yoktu. Ya da biten cephaneleri. Geriye yalnızca üç okum kalmışken korkuyla yutkundum. Arabama binip eve dönmekten başka bir isteğim yoktu. Ancak zombilerle savaşırken marketten ve arabamdan oldukça uzaklaşmıştım. Koşarak gidersem zombileri arkamda bırakabilirdim. Allah'a şükür zombiler hızlı hareket edemiyorlardı. Yalnızca birkaç tanesi koşabiliyordu hatta. Ama evime giden yolda başka zombilerle de karşılaşabilirdim. Ve bu durumda ölümüm kaçınılmaz olurdu. Araba en güvenli yoldu. -
5.
+3Solumda oturan kız en fazla 20 yaşındaydı. Kumral saçlarını iki yandan örmüştü. Mavi gözleri heyecanla kocaman açılmıştı. Yanaklarındaki hafif çillerle oldukça sevimli duruyordu. Solumda oturan ise en fazla 14 ya da 15 yaşında bir erkekti. Yaşına rağmen uzun boylu ve geniş omuzluydu. Sarı saçları taranmamış ve incintı. Kahverengi gözleriyse biraz önce zombilerle savaştığı için olan heyecanını yansıtıyordu. Sürücü koltuğunda oturan kişi dikkatini tamamıyla yola vermişti. Biraz önce onu ayaktayken gördüğüm kadarıyla boyu 1.90 civarındaydı, omuzları genişti ve 19-20 yaşlarında gibi duruyordu. Siyah saçlarını tarayarak bir yöne doğru yatırmıştı ve yeşil gözleri tamamen yola kilitlenmişti. Ön sağ koltukta oturan adam, arabadaki en yaşlı kişiydi. Yaklaşık 40 yaşında gibi duruyordu. Boyu fazla uzun değildi, hemen hemen benimle aynı boyda yani 1.75 boyunda olmalıydı. Ama oldukça yapılı duruyordu. Belki de önceden askerdi. Kahverengi saçlarını üç numaraya vurdurmuştu. Saçlarının bu kadar kısa olması önceden asker olduğu tezimi destekler nitelikteydi. Kahverengi gözleriyse sakin bir biçimde etrafı tarıyordu. Sessizlik uzayıp giderken en sonunda sağımda oturan genç konuşmaya başladı
"Size söylemiştim. Orada yaşayan birisi olabileceğini söylemiştim." dedi ve sırıttı. Sürücü koltuğunda oturan, aynadan ona bakarak
"Evet, söylemiştin Berk." dedi. Berk, bu soğuk cevaba aldırmadan sırıtmaya devam etti. Bu insanların sesini duymak, her şeyin gerçek olduğuna inanmamı daha da kolaylaştırdı. Yıllardır insan sesi duymamıştım bile... Yaşlı adam boğazını temizledikten sonra, arkaya dönerek bana baktı ve babacan bir tavırla gülümsedi.
"Buralarda yaşayan birinin kaldığını sanmıyorduk. Ancak Berk bu kez haklı çıktı." dedi yaşlı adam. Daha sonra ben cevap vermeyince konuşmaya devam etti. -
6.
+3Tam karşımda dört çeker eski bir Toyota duruyordu. Ama beni şaşırtan arabadan çok içindekilerdi. içinde insanlar vardı. iki buçuk yıldır tek bir insan bile görmemiştim ve hayatta kalan son Türk olduğumu düşünürken, şimdi karşımda yaşayan insanlar vardı. Yaşadığım heyecanla gözlerim dolarken etrafımda olan zombileri bile unutmuştum. Ama anlaşılan arabadakiler benim kadar şoka girmemişlerdi. Ve organize bir şekilde arabadan inip etrafta olan zombilere teker teker ateş etmeye başladılar. Etrafta silah sesleri yankılanırken insanlardan biri eliyle bana gel işareti yapıyor ve
"HADiSENE!" diye bağırıyordu.
Ben yerimde çakılmışken bana seslenen kız başını iki yana sallayarak bana doğru koşmaya başladı ve elimden tutup beni arabaya doğru sürükledi. Kız beni çekiştirmeye başlayınca aklım başıma geldi ve elimden geldiğince hızlı bir biçimde arabaya doğru koşmaya başladım. Kısa bir süre sonra ne olduğunu bile anlamadan arabanın arka koltuğunda oturuyordum. Beni arabaya sürükleyen kız bir iki zombiye daha ateş ettikten sonra sol tarafımdan arabaya bindi ve kendi tarafındaki kapısını kapattı. Kızdan hemen sonra sağ tarafıma oldukça genç gözüken bir erkek bindi ve o da kapıyı kapattı. Sürücü koltuğu ve ön sağ koltuğa da iki erkek bindikten sonra, arabayı süren kişi lastikleri öttürerek caddede ilerlemeye başladı. Hepimiz nefes nefeseyken kimse konuşmuyordu. Ben olanlara bile inanamıyordum. Olanların gerçekliğine bile inanamazken arabadakileri incelemeye başladım. -
7.
+2Eymen, yaşına göre bile küçük duran bir çocuktu. Boyu olsa olsa 1.55 civarındaydı. Kumral saçları ve ela gözleri ona afacan bir çocuk havası veriyordu. Onun gibi bir çocuğun zombilerle karşı karşıya kaldığını düşünmek bile yüreğimin sıkışmasına neden oluyordu.
Benim dikkatli bakışlarımı hisseden Eymen, başını kaldırıp bana baktı. Daha sonra utanarak tekrar bakışlarını indirdi. Kısa bir süre sonra tekrar kafasını kaldırarak Erol Ağabeye baktı ve elini haritada bir yere koyarak
"Bence burada insanların olması çok olası." dedi. Parmağını üzerine koyduğu yere baktım. Çayyolu.
"Şehirden yeterince uzak ama aynı zamanda birçok insanın yaşadığı yer. Yeni yapılan ve sağlam olan birçok site var. Yani zombilerin ulaşamadığı insanlar olabilir." dedi Eymen. Erol Ağabey başıyla onu onaylayıp
"O zaman bu hafta iki grup olarak çıkacağız. Arhan, Cenk ve Berk üçünüz Ece'yi bulduğumuz Ayrancı bölgesini araştırmaya devam edin. Kalanlarımız Çayyolu'na gideceğiz. Yarın ön araştırma için yola çıkacağız. O zamana kadar dinlenin." dedi. Hepimiz onu onayladık. Kendimi şimdiden ZIKKIM'ın bir parçası olmuş gibi hissediyordum.
"Tülay, sen Ece'ye yurtta bir oda ayarla. Ve buradaki yaşam düzeni hakkında bilgi ver. Sonra da silah deposuna gidin. Orada oklar ve yaylarda olacaktı diye hatırlıyorum. Akşam yemeğinde görüşürüz." dedi. Tülay Erol Ağabeyi başıyla onaylayarak bana gel işareti yaptı ve birlikte odadan çıktık. Yurtlara giderken Tülay
"Akşam yemekleri dokuzda olur. Sabah kahvaltıları sekizde. Öğle yemeğini de gün içinde ne zaman istersen yiyebilirsin. Yurtlar yalnızca gece korunur. O yüzden gündüz vakti yurttayken dikkatli olmalısın." dedi. -
-
1.
0Burayada bir ayraç
-
1.
-
8.
+1 -1Dikkatle Tülay'ı dinliyordum. Yurtlara gelmiştik ki birisi bağırarak yanımıza doğru koşmaya başladı.
"TÜLAY!" Tülay endişeyle arkasını döndü. Gözlerini kısarak gelenin kim olduğuna baktı. Daha sonra
"Ne oldu Taha?" diye sordu sesini duyurabilmek için bağırarak. Taha, koşarak yanımıza geldikten sonra nefes nefese
"Başardım!" dedi. Tülay şaşkınlıkla gözlerin kırpıştırdıktan sonra
"Sen ciddi misin?" dedi. Taha hararetle başını sallayarak onu onayladıktan sonra
"Erol ağabey sizi bulmamı ve bilgisayar mühendisliğine gelmenizi söylememi istedi. Yemekten on beş dakika önce buluşuyoruz." dedi ve geldiği gibi koşarak uzaklaştı. Taha gittikten sonra Tülay'a
"O kimdi?" diye sordum. Tülay yurt kapısını benim için tutarken
"Eski hacker. Şimdi ise internetin yeni kurucusu." dedi. Sonra bu bilmece gibi cevabını açarak
"2011 yılında Türk bir hackerın BlackTurkey adlı takma ad ile aynı anda FBI ve CIA'i hacklediği haberlerde çıkmıştı hatırlarsan. Onlara ait gizli ülke planlarını ortaya çıkardığı için baya ortalık karışmıştı ve o Türk hacker FBI'ın en çok arananlar listesinde üç numaraya yükselmişti. Ama yoğun çabalara rağmen kimse o hackerın adına bile ulaşamadı. işte o hacker Taha." dedi. Merdivenleri çıkarken
"Sen ciddi misin?" diye sordum. 2011 yılında yaşanan o olayı elbette biliyordum. O zamanlar bir Türk olarak çok gurur duymuştum. Ama onun Taha olduğuna inanmak çok zordu. Her şeyden önce Taha'da hacker tipi yoktu. 1.85'den uzun gibi duruyordu ve bilgisayar başında değilde spor salonunda vakit geçirmiş gibi duruyordu. Siyah saçları anlının üzerini kapatıyordu, koyu kahverengi gözleri çok hafif çekikti. Aslında hacker olduğunu işaret eden tek şey siyah kemik çerçeveden gözlüğü olabilirdi belki.
"Elbette eminim. Taha o zamanlar on beş yaşındaydı üstelik." dedi Tülay gururla. -
9.
+1 -1"ZIKKIM'a çok yakın olan inşaat, makine ve kimya mühendislikleri var. Özellikle kimya ve makine oldukça işimize yarıyor. Kimya mühendisleri yeni kimyasal silahlar üzerinde çalışıyor ve makine mühendisleri de her türlü makineyi tamir edip yeni makineler yapabiliyorlar. inşaat mühendisleri kendi alanlarıyla çok ilgilenemeseler de diğerlerine yardım ediyorlar.
"Bizim için esas önemli olan Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü maalesef bize biraz uzak. Onları yakınımıza getirmeyi düşünsekte orada olan hassas makineleri buraya taşımak oldukça riskli. Ancak onların yüksek düzeyde korunmasını sağlıyoruz. Şimdilik virüsü inceliyorlar ve nasıl etkisiz hale getirebileceklerini bulmaya çalışıyorlar. Eğer bir şey bulabilirlerse bu yalnızca bizim değil bütün dünyanın kurtuluşu olur." dedi.
"Amerika'da ve başka ülkelerde çok daha yüksek teknoloji ve bilgili mühendisler olduğuna eminim. Kurtuluşun bizden çıkması çok olası gözükmüyor." dedim. Erol Ağabey anlayışla gülümseyerek
"Yıllar boyu Türkler kendilerini ezmişlerdir zaten. Ancak seni temin ederim ki çok zeki ve bilgili mühendislerimiz var. Daha önce de vardı. Ancak Amerika izin vermediği için Türkiye yeterince gelişemiyordu." dedi.
Erol Ağabeyin söylediklerini bir süre kafamda tarttım, haklı olabilir miydi? Ben düşüncelere dalmışken Erol ağabey yine konuşmaya başladı. -
10.
+1Sanki o günü yeniden yaşıyordum. Odadaki herkesin yüzünde acı dolu bir ifade vardı. Hepimiz benzer şeyleri yaşamıştık ve eminimki onlarda şu an o günü tekrar yaşıyorlardı.
"Daha sonra aklıma kreşte olan kardeşim geldi. Kreşi evimize ve benim okuluma yakın sayılırdı. Yürüyerek yirmi, koşarak on dakikada gidebilirdim.
"Hemen televizyonu açıp sitenin güvenlik kameralarından baktım. Zombiler sitenin içine kadar girmişlerdi. Polisler ve güvenlik görevlileri ortalıkta gözükmüyordu. Bir süre ağlayarak bekledim. Tam her şeyi göze alıp evden çıkacağım sırada kapının önünden gelen çığlık seslerini duydum. Karşı komşumuz Amerikan konsolosluğunda çalışan bir Amerikalıydı ve zar zor buraya kadar gelebilmiş gibi duruyordu. Ancak zombiler onu takip etmişlerdi ve tam evine girmek üzereyken yakalamışlardı. Kadın çığlıklar atarak yardım istiyordu. Ona yardım etmeyi düşündüm ancak yaklaşık beş tane zombi vardı ve ben korkmuştum. Ne kadına yardım edebiliyor ne de kapının deliğinden bakmayı kesebiliyordum. Zombiler kadını birkaç kez ısırmışlardı. Kısa bir süre sonra kadında bir zombiye dönüşerek ayağa kalktı. Hepsi kapımın önünde toplanmışlar, kapıma vuruyor, tırmalıyorlardı. Korkuyla odama gidip kapımı kilitledim. Akşam geç saatlerde sesler kesilmişti. Odamdan çıkarak kapı deliğinden baktım. Gitmişlerdi ama televizyondan kameralara bakınca hala sitenin içinde bir dolu zombi olduğunu gördüm.
"Birkaç gün aileme ulaşmaya ve evden çıkmak için fırsat aramaya başladım. Birkaç günün sonunda elektrikler kesildi. Jeneratörlerdeki benzinde bitince tamamen elektriksiz kalmıştım. Telefonumun şarjı bittikten sonra da aileme ulaşma umudum yok oldu... -
11.
+1"Evdeki yiyecekleri bitene kadar evden çıkmayı aklımdan bile geçirmedim. Suyum soğukta olsa vardı. Hava soğuk olsa da evdeki yalıtım çok üşümemi engelliyordu. Evdeki yiyeceğim bitince odamdan yayımı ve oklarımı alarak evden çıktım.
"On bir yaşımdan beri okçuluk kursuna gidiyordum ve birçok yarışmada derecem vardı. Kendime cesaret vererek evden çıktım. Yolda terk edilmiş arabalardan otomatik olan bir tanesini seçerek bindim. ilk kez o zaman araba kullanmıştım ama yalnızca gaz ve fren varken idare edebiliyordum. iki buçuk yıl boyunca bu şekilde yaşadım. Arabamın benzini bitince terk edilmiş başka bir arabayı aldım. Yiyeceğim bitince her seferinde biraz daha uzak bir markete gittim. Nadir de olsa zombilerle karşılaştığımda onları öldürdüm. Zaten bir ay öncesine kadar bizim orada çok zombi olmazdı. Ama nedense son bir aydır zombilerin sayısı arttı." dedim. Ben kendi hikayemi anlattıktan sonra derin bir sessizlik oldu. Daha sonra Erol ağabey
"Bu gün ok atışını gördüm. Yere düşmüş olmana rağmen o zombiyi öldürmeyi başardın. Bu yüzden seni bir asker olarak seçmek istiyorum. Burada yaşayan herkesin bir görevi var. Askerler, mühendisler, doktorlar, çiftçiler, aşçılar, temizlikçiler. Eğer burada kalıyorsan topluluğa destek olmalısın. Ve senin için en uygununun askerlik olduğunu düşünüyorum." dedi.
Başımı sallayarak onu onayladım ve "Diğer mesleklerden bana uyan yok. Askerlik iyidir." dedim. Erol ağabey gülümseyerek "Harika o zaman sen ZIKKIM için çalışacaksın. Nöbet tutan askerler ZIKKIM'dan emir alır ancak ZIKKIM üyesi değiller. Yalnızca arama ve kurtarma ekibinde olanlar ZIKKIM'ın üyesi olabilirler." dedi. Bana en yakın olan asker yandan bir gülümsemeyle "Buradaki herkes ZIKKIM'dan emir alır" dedi. Arhan söze girerek:
"Onu direkt ZIKKIM'a mı alacaksın? Erol Ağabey, onu tanımıyoruz bile. ZIKKIM'a yalnızca en iyiler girebilir. Güvenlikten başlasın. Gösterdiği başarılara göre belki daha sonra ZIKKIM'a girer." dedi. -
12.
+1Gözlerimi düşmanca kısarak Arhan'a baktım. Bugün bu ikinci oluyordu. Erol Ağabey başını iki yana sallayarak
"Çok iyi bir okçu. Bize dışarıda lazım olacak. Onu güvenlikte ziyan edemeyiz." dedi.
Arhan gözlerini devirse de sessiz kaldı. Erol Ağabey camın hemen kenarında duran bir askere işaret etti. Asker, Arhan'ın oturduğu masanın çekmecesinden bir şey aldıktan sonra yanıma geldi. Askerlerin kullandığı künye kolyelerdendi.
"Adın, doğum tarihin, ailendeki üyelerin baş harfleri?" dedi. Ve bıçağını çıkararak benim söyleyeceklerimi bekledi.
"Ece Kaya. 25/09/1997. Babamın baş harfleri ASK, anneminkiler GK ve kardeşiminkiler SSK" dedim. Asker söylediklerimi düzgün bir el yazısıyla kolyeye yazdıktan sonra kolyenin arkasını çevirdi ve ZIKKIM 9 yazdı. işi bitince kolyeyi bana uzattı ve gülümseyerek
"ZIKKIM'a resmen hoş geldin" dedi. -
13.
+1Kolyeyi alıp kısa bir süre inceledikten sonra gözüm ZIKKIM 9'a takıldı.
"ZIKKIM dokuz ne anlama geliyor?" diye sordum.
"ZIKKIM'a giren dokuzuncu kişisin." dedi bana kolyeyi veren kişi.
Anladım anlamında başımı salladıktan sonra künye kolyeyi ZIKKIM 9 yazısı öne gelecek şekilde taktım. Kapı çalınmadan açıldıktan sonra içeriye Berk ve Tülay girdi. Berk, girer girmez kolyemi fark edip
"NE? Onu hemen ZIKKIM'a aldınız mı? Ben tam üç ay güvenlikte sürünmüştüm ama!" diye isyan etti. Erol Ağabey,
"Birkaç ay daha güvenlikte sürünmek istemiyorsan kararlarımızı sorgulama Berk." dedi ama ciddi durmuyordu.
Berk, Erol ağabey ciddi olmamasına rağmen korkmuş gibi görünüyordu. Erol ağabey hafifçe gülümsedikten sonra bana dönerek
"Birazdan haftalık toplantımıza başlayacağız. Ama ondan önce ileride zombilerle savaşırken yanında olacak insanlarla tanışmalısın. ZIKKIM da künye numaralarımız, aksi bizim tarafımızdan söylenmediği sürece statümüzü belirler. Yani sen bu toplulukta söz hakkı olan dokuzuncu kişisin. ZIKKIM'ı Arhan ve ben birlikte kurduk. O yüzden benim numaram bir, Arhan'ınki iki. Ancak topluluğumuzda her ikimizde eşitiz. Buradaki herkes bizi dinler, bizden emir alır. Bizden sonra Atlas gelir." dedi ve bana kolyeyi veren kişiyi gösterdi.
"Atlas'ın numarası üç." dedi. Atlas'ı kısa bir süre inceledim. Boyu 1.80-1.85 civarında olmalıydı. Kumraldı. 20'li yaşlarının başında gibi durmasına rağmen kahverengi gözlerinde bir olgunluk ve anlayış vardı.
"Atlastan sonra dört numara Cenk." dedi Erol ağabey bana en uzak sırada oturanı göstererek. Cenk, bir Türk'ten ziyade Rus gibi duruyordu. Saçları oldukça açık sarıydı ve gözleri maviydi. Ve yüzünde çoğu Rus'ta olan o kendini beğenmişlik ifadesi vardı. Acaba annesi Rus olabilir miydi? Oturuyor olmasına rağmen Atlas'la hemen hemen aynı boyda oldukları anlaşılıyordu. -
14.
+1"Beş numara Tülay. Altı numara Demir." dedi camın yanında ayakta duran Demir'i göstererek. Demir, Arhan'dan sonra odadaki en ciddi kişiydi. Siyah saçları ve siyah gözleri ona ayrı bir ciddilik katıyordu. Demir kısaca başıyla beni selamladıktan sonra, Erol Ağabey
"Yedi numara Eymen. Hey, bir dakika Eymen nerede?" dedi. Cenk gülerek başını iki yana salladı ve
"Sanki Eymen'i tanımıyor musun Erol Ağabey? Kesin bir yerde uyuyakalmıştır." dedi.
Erol Ağabey sinirli bir şekilde iç çekerken kapı büyük bir gürültüyle açıldı ve bir çocuk nefes nefese içeri girdi. Çocuğun koşmaktan yanakları kızarmıştı ve ela gözleri kocaman açılmıştı. Çocuk
"Erol Ağabey çok çok özür dilerim. Saatimi kurmuştum valla ama uyanamadım." dedi.
Bir dakika Eymen bu olamazdı öyle değil mi? Bu çocuk resmen on- on bir yaşında gibi duruyordu. Bu kadar küçük bir çocuk zombi avına çıkamazdı. Çıkmamalıydı. Zombilerden kaçması çok zordu, kaçsa bile bu kadar küçük bir yaşta bir şeyler öldürmek... Düşüncelerimi Erol Ağabeyin sesi böldü
"Eymen, bu aralar gözüme çok batmaya başladın haberin olsun. Bir toplantıya bile zamanında gelemiyorsun. Seni ZIKKIM'a aldığımızdan beri tek bir toplantıya bile zamanında gelmedin! On iki yaşında olduğunun farkındayım ancak ZIKKIM'a girdiysen bunun sorumluluğunu taşıyabilecek olgunlukta olmalısın." dedi. -
15.
+1içimdeki hayret her geçen dakika büyüyordu. Ben on iki yaşındayken bilgisayar oyunları oynardım, kitap okurdum ya da ne bileyim dizi film falan izlerdim. Yaşıtlarımdan farklı yaptığım tek şey okçuluktu. Onda da tahta bir hedefe ok atıyordum. Ama zombi öldürmek...
Şimdi bu çocuk zombi öldürüyordu öyle mi?! Eymen, ağzının içinde özüre benzeyen bir şeyler geveledikten sonra en arka sıralardan birine oturdu. Erol Ağabeyde Eymen'in üzerine daha fazla gitmeden bana döndü ve
"Son olarak sekiz numara Berk" dedi.
Muhtemelen burada en çok minnettar olmam gereken kişi Berk'ti. Benim orada olabileceğimi düşünen tek kişi Berk'ti çünkü. Daha önce hiç kendimden küçük birine hayatımı borçlu olabileceğimi düşünmemiştim. Ancak Berk, on dört- on beş yaşlarında duruyordu. Bu yaş bana Eymen'inki kadar uçuk gelmiyordu. Bende ilk zombimi o yaşlarda öldürmüştüm.
Arhan hafifçe boğazını temizledikten sonra
"Artık toplantıya geçsek mi?" dedi. Erol Ağabey başıyla onu onayladıktan sonra sınıftan çıktı. -
16.
+1Herkes onun peşinden sınıftan çıktığı için bende peşlerine takıldım. Bir üst kata çıkıp bir başka sınıfa girdik. Sınıftaki bütün sıraların üzerinde harita vardı. En büyük harita, birleştirilmiş üç sıranın üzerinde seriliydi. Herkes gibi bende o haritaya yaklaştım. Bunun büyük bir Ankara haritası olduğunu kısa sürede anladım ancak üzerindeki kırmızı, yeşil, sarı ve siyah noktalara anlam verememiştim. Hemen sağ tarafımda duran Atlas,
"Kırmızı noktalar zombilerin çok yoğun oldukları bölgeler. Yeşiller, daha önce kurtardığımız insanların olduğu yerler. Sarılar, daha önce araştırma yaptığımız ancak ne zombi ne de insan bulunan yerler. Siyahlar ise, daha önce hiç girmediğimiz yerler." dedi. O sırada Arhan, beni buldukları yerde olan kırmızı ve siyah noktalardan siyah olanı çıkartıp yerine yeşil bir nokta yapıştırdı.
Kaşlarımı çatarak haritayı daha dikkatli bir biçimde incelemeye başladım. Sarılar şehir dışına doğru yayılıyordu. ODTÜ'nün çevresindeki alanlar yer yer sarı, yer yer kırmızıydı. Şehir merkezine doğru kırmızılar çok artıyordu ama aynı zamanda oralar da yeşiller de fazlaydı. Haritayı üç dakika boyunca sessiz bir biçimde inceledikten sonra bacaklarımın titremesine neden olan bir şey fark ettim. Yeşiller ve kırmızılar genellikle bir aradaydı. Sonunda alacağım cevaptan korkarak
"Zombiler, insanların nerede olduklarını biliyorlar mı?" dedim. Arhan,
"Zombiler düşünemez bunu biliyorsun değil mi?" dedi.
"Hadi ya! Bende iki yıldır bunu fark edememiştim zaten! Ne demek istediğimi pekala anladın işte. Kırmızılar ve yeşiller çoğunlukla bir arada." dedim sinirle.
Cenk ve Atlas benim bu çıkışım üzerine çaktırmadan güldüler. Arhan ise ifadesiz duruyordu. -
17.
+1Başımı iki yana sallayarak "Bence yok. iki buçuk yıl boyunca orada yaşadım. Genelde evden çok çıkmasam da zombiler ortaya çıktıktan altı ay sonra her şeyi göze alıp bir insan bulmak umuduyla bir çok evi gezdim. Kimseye rastlamadım." dedim. Arhan
"Bunun üzerinden iki yıl geçmiş. Bence orada yaşayan bir başkası olmalı." dedi. Omzumu silkerek
"Olabilir tabii ki. Sadece ben görmemişte olabilirim." dedim. Kısa bir süre daha hepimiz sessizce haritaları inceledikten sonra bu kez sessizliği bozan ben oldum
"Diğer haritalar ne?" diye sordum.
"Her üç ayda bir yeni bir harita çıkarıyoruz. Eskisinin de son halini biraz küçülterek saklıyoruz." diye sorumu yanıtladı Erol ağabey. Sonra tekrar haritaya döndü.
Bende diğer haritaları incelemek için yanlarından ayrıldım. Üzerindeki tarihlerden anladığım kadarıyla en eskiden yeniye doğru sıralanmışlardı. Hepsini yaklaşık ikişer dakika inceledikten sonra esas haritayı incelemek için geri döndüm. Bu haritaların hepsini incelesem de şu an fikir yürütemiyordum. Hava kararmaya başlamıştı, buna rağmen herkes büyük bir ciddiyetle haritayı inceliyordu. Hatta Eymen bile. -
18.
+1"iki buçuk yıl önce, 21 aralık günü okuldayken birden her yerden çığlık sesleri gelmeye başladı. O sabah çoğumuz haberlerde zombi olayını duymuştuk ve bütün gün bunu konuşmuştuk. O yüzden çığlıkları duyunca hepimiz kaçmaya başladık. Sokaklarda insanlar deli gibi koşuyordu. Ve bazı insanlar bilinçsizce diğerlerini kovalıyorlar, yakaladıklarını ise ısırıp yemeye çalışıyorlardı. Hayatımda o kadar korktuğumu hatırlamıyorum.
"Okuldan çıkıp elimden geldiğince hızlı bir biçimde yakın olan evime koşmaya başladım. Bugün beni bulduğunuz marketin önünden geçtikten sonra sola dönen yoldan gidiliyor benim evime. Peşime birkaç zombi takılsa da duraksamayıp koşmaya devam ettim. Bizim sitenin önüne geldiğimde güvenlik ve polisler arkamda olan zombilere ateş etmeye başladılar. Bizim sitemizde bazı bakanlar ve milletvekilleri oturduğundan polisler de taramalı tüfekler vardı.
Siteden içeri girip altıncı katta olan evimize girdim. Evlerimiz oldukça sağlam tasarlanmış evler. Kapımızın kalınlığı yaklaşık 15-20 santim. Kendimi içeriye kilitleyip hemen annemi aradım. Ancak telefonu açmıyordu. Annem ve babamın Kızılay'da bir turizm acentası vardı. Hem annemi hem babamı hemde iş yerini ve orada çalışan elemanları defalarca kez aradım ama sanırım-" daha fazla konuşamayacak hale gelince duraklayıp nefes aldım... -
19.
+1"Bize yakın olan bir merkezi laboratuvar var. Kimya mühendisleri ve genetik mühendisleri zaman zaman orada birlikte çalışıyorlar. Şimdiye kadar bazı ilerlemeler kaydettiler. ODTÜ'nün elimizde bulunması bize inanılmaz bir avantaj sağladı. Buraya dışarıdan birkaç araba, yüzlerce silah ve birkaç temel ihtiyaç getirdik. Kalan her şey burada vardı. Tıbbi malzemeler bile. Ayrıca elimizden geldiğince burada ekin yetiştiriyoruz. Birçok meyve ve sebzeyi taze bir biçimde yiyebiliyoruz." dedi. Ve bir binadan içeri girdi.
Burası ZIKKIM olmalıydı. Bende Arhan ve Erol ağabeyin peşinden içeri girdim. Her katta bir asker nöbet tutuyordu. ikinci kata çıkarak önceden sınıf olan bir odaya girdik. içerde birkaç kişi sıralara oturmuş sohbet ediyorlardı.
Biz içeri girince askerler Erol Ağabey ve Arhan'a selam vererek ayağa kalktılar. Erol Ağabey bana bir sırayı göstererek oturmamı işaret etti. Erol Ağabeyin gösterdiği yere oturdum. Arhan ise bir harita serili olan masanın başına oturmuştu. Erol Ağabey karşımda duran masaya oturduktan sonra
"Ece, bu zamana kadar nasıl hayatta kaldın? Neler yaşadın? Ve her şeyden önemlisi öyle ok atmayı nereden öğrendin? Bana her şeyi anlatmanı istiyorum." dedi. Derin bir nefes aldım ve konuşmaya başladım. -
20.
+1Elimdeki oklardan hiçbirini harcamak istemesem de bir zombi bana gerektiğinden fazla yaklaşmıştı. Zombinin açık mavi ve mat olan gözüne nişan aldım. Bu virüsü kapan herkesin gözü açık mavi bir renk alıyordu. Okumu bıraktıktan sonra hedefi vurup vurmadığımı görmek için bile beklemeyerek arabama doğru koşmaya başladım. Ben daha ikinci adımımı atarken yere düşen beden sesi bana hedefi tutturduğumu söylüyordu.
Bir binanın yanından geçerken önüme bir zombi fırladı. Yerdeki kumumsu toz nedeniyle kayarak yere düştüm. Yerdeki bu kumlardan nefret ediyordum. Şehrin her yerindeydiler. Zombiler binalara büyük zararlar veriyorlardı ve binadan dökülen beton parçaları zamanla ufalanarak yerdeki bu toz haline geliyorlardı. Ben düştüğüm yerden doğrulmaya çalışırken önüme fırlayan zombi hızla bana yaklaşmaya başladı. Hızlı hareket eden nadir zombilerden biriydi.
Ayağa kalkmaya zamanım olmadığını anlayarak yattığım yerden nişan alırken kulaklarıma yüksek ve boğuk bir ses doldu. Sesi boş verip hızla bana yaklaşan zombinin alnına hedef aldım. Yatarken gözüne hedef almak çok zordu ve benim kaybedecek zamanım yoktu. Okumu serbest bıraktıktan sonra dirseklerimi kullanarak geri geri sürünmeye başladım. Sırt üstü yere düştüğümden sürünmek çok daha zordu ve yerdeki kumlar dirseklerimi acıtıyordu. Ama umursamayarak geri geri gitmeye devam ettim. Okum hedefine isabet etmişti ve şansıma zombinin kafatasını delerek beynine saplanmıştı.
Rahatlayarak derin bir nefes aldım. Bu kadar yakınken oku yeterince güçlü atamamıştım ve ok beynine saplanmayacak diye çok endişelenmiştim. Ama şükürler olsun ki zombi ölmüştü. Zombi öldükten sonra ayağa kalktım ve gürültünün durduğunu fark ettim. Merakla etrafıma bakıp biraz önceki gürültünün kaynağını aradım. Çok fazla aramama gerek kalmamıştı çünkü gürültünün kaynağını benden yaklaşık 20 metre ötede gördüm. Allah'ım bu gerçek olabilir miydi? Gözlerimi birkaç kez kırpıştırmama rağmen gördüğüm şey olduğu yerde duruyordu.
başlık yok! burası bom boş!