1. 301.
    +2
    ulan gözümden yaş geldi yalan yok.

    böyle büyük bir önderi sevmeyen insanlar, aslında onu tanımayanlardır.
    ···
  2. 302.
    +2
    rahat uyu atam cumhuriyet hala ayakta !
    ···
  3. 303.
    +1
    Bir gece beraber oturuyorduk. Yanımızda Siirt milletvekili Mahmut Soydan, şimdiki Macaristan elçimiz Ruşen Eşref Onaydın, bir de Soysallı vardı. Atatürk, ertesi günü Büyük Millet Meclisi’nde okuyacağı söylevi hazırlıyordu. Mahmut’la Ruşen Eşref not tutuyorlardı. Atatürk ara sıra bana da, “Ne dersin?” diye soruyordu. Ben ne diyebilirim? Hiç... Sonra Atatürk bana döndü ve dedi ki:

    - Bu memleketin efendisi kimdir?

    Düşündüm. Karşılığı o verdi:

    - Türk köylüsüdür, dedi. Ve devam etti:

    - Türk köylüsü “Efendi” yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselmez!...

    Prof. Mahmut Esat BOZKURT.
    ···
  4. 304.
    +3
    Gazi Çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladık. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.

    - Merhaba nine

    Kadın Ata’nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;

    - Merhaba dedi.

    - Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duraklayıp,

    - Neden sordun ki, dedi. Buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?

    Paşa gülümsedi.

    - Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı.

    - Tabii söyleyeceğim, ben Sincan`ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindenim. Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angaraya geldim.

    - Muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?

    - Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da... Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı. Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.

    - Senin Gazi Paşa’dan başka bir isteğin var mı? Kadını birden yüzü sertleşti.

    - Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim vatanımızı kurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşa’yı
    bulacağım yeri deyiver.

    Atatürk’ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek:

    - Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu.

    Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum “anacığım” dedim, “sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.”

    Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk’ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. ikisi de ağlıyordu. iki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk’e uzattı;

    - Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.

    Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi;

    “Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne zütürün. Giderken de kendisine benim bütçemden üç inek verin armağanım olsun.”

    Edit : okuyun Iq'ları 5 olan am salaklar
    Tümünü Göster
    ···
  5. 305.
    +1
    Atatürk’ün çocukluğu ile ilgili bir anı

    Ağabeyi Mustafa Kemal’in köy türkülerini dilinden düşürmediğini, sanata ve sanatçılara karşı büyük saygı duyduğunu ifade eden Makbule Hanım’ın anlattığına göre çocuk Mustafa Kemal en çok fareden korkarmış.

    Anne Zübeyde Hanım ise küçük Mustafa Kemal’i “Sen asker olacaksın! Asker korkar mı hiç?” diyerek teskin edermiş.

    • **

    Atatürk’ün çocukluk yılları ile ilgili kısa bir anı.
    Mustafa Kemal’in çocukluk dönemine ait bir anı:

    “Eğilmem”

    Umumiyetle ağır başlı tanınıyordu. Ancak, alay ve lâtifeyi de severdi. Çocuk idi ama çocuk oyunlarına karışmazdı.

    Üzeyir Bey Konakları diye anılan evimizin selâmlık tarafı bahçesinde o zamanın spor oyunlarından Selânik’te “Mançık ile bir kavas” denilen sırttan atlamaca oynuyorduk. Bu oyunun icabı olarak kura çekilir, bir çocuk ellerini diz kapaklarına koyarak eğilir, diğer çocuklar sıra ile ellerini eğilen çocuğun sırtına vurarak atlarlar ve bir iki metre ileride birinci çocuğun vaziyetini alır, bu suretle uzun sıra atlaması sporu yaparlardı. Bunu takiben eğilen çocuklar tedricen yükselerek yalnız başları vücutlarına kaim olarak dururlar, birbiri üzerinden atlarlardı. Buna da yüksek atlama oyunu adı verilmişti. Bu yüksek atlamada düşenler çoktu. Mustafa Kemal, mutadı vechile oyuna girmezdi; yalnız düşen kalkanlarla eğlenir, alay eder, gülerdi. Nasılsa bizim kafamız kızmış olacak ki, söz birliği ederek Mustafa Kemal’i karga tulumba etmeye teşebbüs ettik. Nihayet oyuna girmeye razı oldu ve sonuncu olarak sıra ile eğilmiş bulunan çocukların üstünden atladı. Sona gelince dimdik ayakta durdu. Ne yaptıysak, “Eğilmem” dedi ve eğilmedi!

    Artık hakkıyla kızmıştık, “Bu oyun bozanı aramızdan çıkaralım” diye fiskos ettik.

    Fakat ittifak edemedik, kendimize bir baş seçemedik.

    Asaf iLBAY

    umumiyetle: genellikle, ekseriye
    tedricen: azar azar, yavaş yavaş, derece derece, giderek
    kaim: bir işte sebat eden, direnen, ayakta duran
    mutadı vechile: alışılmış üzere
    teşebbüs: girişim, girişme
    ···
  6. 306.
    0
    Atatürk, kış mevsiminde yapmış olduğu bir yurt gezisinden sonra, Çankaya Köşkü’nün sıcak ve rahat ortdıbına girdiğinde, çevresindekilere şu anısını anlatır:

    “Biz Harbiye’de öğrenci iken, okulun sobaları yanmazdı. Bütün kış titreşir dururduk. Nihayet bir gün arkadaşlar beni müdüre çıkarmak için seçtiler. Müdür, Zülüflü ismail Paşa adında bir saray adamı idi. Müsaade aldık, huzura çıktık; önce Padişaha sonra müdüre dualarımızı arz ettik. Nihayet, maksada geldik, işi anlatmak istedik. Ama müdür, daha ilk cümlelerde kükredi: ‘Ne soğuğu be nankörler! Padişah nimeti gözünüze dizinize dursun. Görmüyor musunuz? Sobalar nasıl gürül gürül yanıyor. Defolun buradan! Gerçekten, müdürün sobası gürül gürül yanıyordu. Müdür, buram buram terliyordu. Sıcaktan göğsünü bağrını açmıştı ve zannediyordu ki, bütün okulun sobaları da böyle yanar... Çocuklar, biz bu Çankaya Köşkü’nde, bazen, galiba bu Zülüflü ismail Paşa gibi kendimizi aldatıyoruz... ”

    Atatürk’ün bu anlattıkları, onun ne kadar gerçekçi, özeleştiriden kaçınmayan ve açık sözlü bir lider olduğunu da göstermektedir.
    ···
  7. 307.
    0
    senin taşağını yerim. emeğine sağlık
    ···
  8. 308.
    0
    ATAM yaz yaz bitmez devam edeceğim gençler gelen inbox'larda caps olacak züt olan arkadaşların nasıl susturulduğunu göstereceğim...
    ···
  9. 309.
    0
    ellerine sağlık kardeşim
    ···
  10. 310.
    0
    ağlamak istiyorum
    ···
  11. 311.
    0
    Atatürk'ün bilinmeyen yönleri

    Atatürk'ü bir kez daha saygıyla anıyoruz. Her yönüyle öylesine farklı ki en iyi tanıyorum diyenlerin bile onun hakkında bilmediği çok şeyin olduğunu sanıyorum. Ege Üniversitesi tarafından hazırlanan Az Bilinen Yönleriyle Atatürk kitabını okudukça, resmi söylemlerin çok ötesinde farklı bir Atatürk'le karşılaşıyorsunuz.
    Sayfaları çevirdikçe, çocuk sevgisinden hayvan sevgisine, aile sevgisinden arkadaş sevgisine, güzel sanatlardan sofra kültürüne kadar, adam gibi bir adamla yüzleşiyorsunuz.
    Atatürk ağlar mı? Ağlamış, hem de için için? Peki hangi konuda, nelere ağlamış? Kitapta bu ayrıntılarıyla ele alınıyor. Neden evlenmiş? Neden boşanmış? Çocukları çok sevdiği halde neden evlatlıklarla yetinmiş? Kaç manevi çocuğu olmuş? Bunları nasıl seçmiş? Dava arkadaşlarına vefa borcunu nasıl ödemiş? Sanata, sanatçıya nasıl bakmış? Eğitimle, bilimle, dinle arası nasılmış? Öylesine farklı ayrıntılar var ki bir solukta okuyorsunuz. Ege Üniversitesi Atatürk ilkeleri ve inkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi'ne bu değerli çalışması için canı gönülden teşekkürler.

    Köpekleri çok severdi
    Bu aralar, belki de bir köpeğimizin olmasının verdiği duyarlılıkla Atatürk'ün köpeklere olan ilgisini ve anılarını büyük bir ilgiyle okudum. Değişik dönemlerde farklı köpekleri olmuş. Bir ara kedisi de varmış. Ama içlerinde onu en etkileyen Foks'muş.
    Yalova kaplıcalarına gittiğinde seyyar fotoğrafçıdan 50 liraya satın almış. Sabah gezisinde fotoğrafçı Hasan Efendi'nin sehpasının altında görüp beğenmiş. Bunu sezen Hasan Efendi hediye etmek istemiş ama kabul etmemiş. Parasını vermiş, almış.
    O bir sokak köpeğiymiş ama Çankaya Köşkü'ne geldikten sonra yaşamı her şeyiyle değişmiş. Atatürk nerede, o orada. Atatürk'ün yatak odasında, karyolasının ayak ucunda kendisi için özel olarak diktirilen bir minderde yaşarmış. En önemli görüşmelerinde bile hep onun yanında olurmuş.
    "Atatürk'ün Foks'a düşkünlüğünü bilen bazı kimseler, sofrada çok zaman onun bahsini açarlar, sadakatinden, büyüklüğünden dem vurup neslini üreterek memlekete yaymayı teklif ederlerdi. Dalkavukluğuyla dikkati çekenler, Foks'un asil kandan geldiğini söyleyecek kadar ileri gidip 'Köpek değil, adeta insan. insandan da akıllı' derlerdi... "
    Atatürk, Foks'un ne yiyip ne içtiğinden, ne zaman çiftleşeceğine kadar hemen her şeyiyle yakından ilgilenirdi. Ama gün gelir, Foks'la yolları ayrılır. Köşke ikinci bir köpek gelmesini kıskanan Foks, bir gün kendisini kaldırmak isteyen Atatürk'ün elini ısırır. Bunun üzerine bir aylık bir gözetime alınır. Ardından yeniden Atatürk'e karşı büyük bir bağlılık ve sevgi gösterir. Ama yakınları "Sahibini ısıran köpekten hayır gelmez" diyerek, ilaçla sonsuza dek uyutulması için Atatürk'e ısrar ederler. izin verdi mi vermedi mi bilinmez ama Foks o günlerde öldürülür.
    Atatürk bir süre sonra Foks'la Atatürk Orman Çiftliği'nde yeniden karşılaşır. Ama bu kez camekan içinde. Bedeni doldurulmuş cam gözlü köpeğine fazla bakamaz. "Ben onu sevmiştim. Böyle görmek istemem. Kaldırın onu" der ve ekler:
    "Her ısırana kızılmaz. Foks can acıtmak, fenalık yapmak için ısırmamıştır... " Foks'un doldurulmuş cansız bedeni, ertesi gün hemen kaldırılır. Uzun yıllar Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nda muhafaza edilen Foks, Anıtkabir'de Genel Kurmay Başkanlığı tarafından düzenlenen ve 26 Ağustos 2002'de Cumhurbaşkanı Sezer tarafından açılan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi'nde sergilenir. Hâlâ orada.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 312.
    +1
    1."ATA" LAFINI SEVMEZDi
    "Atatürk" hitabını ilk kez donemin Türk Dil Kurumu Başkanı bir
    konuşmasında kullanmış, Mustafa Kemal de çok beğenerek soyadı olarak
    almıştı. Kendisine "Ata" diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı.

    2.EN SEVDiĞi YEMEK
    Manastır Askeri Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayatı
    boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldı. Tatlıya
    düşkün değildi ama cani istediğinde çok sevdiği gül reçelini tercih
    ederdi.

    3.EN BÜYÜK HAYALi DÜNYA TURUNA ÇIKMAKTI
    Ömrü yetseydi bir dünya turuna çıkıp Türk dili ve tarihi üzerindeki
    çalışmalarını genişletmek en büyük hayaliydi.

    4.BAŞUCU KiTABI "ÇALIKUŞU"YDU
    Binlerce kitabi vardı. Ama bunların arasında bir tanesini hayatı
    boyunca hatta cephede bile başucundan ayırmadı. Reşat Nuri
    Güntekin'in ünlü "Çalıkuşu" romanını hep yanında taşır, her gün rast
    gele bir yerinden acar, birkaç sayfa okurdu.

    5.KABUL SALONUNDAKI AT YAVRUSU
    Atlardan sonra en sevdiği hayvan köpekti. "Fox" adını verdiği köpeği,
    Gazi`nin yatağının ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara düşkünlüğü o
    dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni doğmuş
    bir tayla annesinin Cankaya Kosku kabul salonuna getirilmesini bile
    emretmişti.

    6.TAM BiR SALON ADAMI
    En sevdiği dans valsti. Müzik zevki çeşitlilik gösteriyordu. Klagib
    Bati müziği dışında Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.

    7.GÖMLEKLERiNiN TÜMÜ BEYAZDI
    Gömleklerinin hepsi beyazdı. Bu gömlekler ilk yıllarda isviçre`de
    özel olarak dikilirken sonra yerli mali kullanma kampanyasına öncülük
    edebilmek için Beyoğlu`nda bir terziye diktirilmeye başlanmıştı.

    8.DOLABINDA LACiIVERTE YER YOKTU
    Takım elbiselerinin tasarımlarını hep kendisi çizerdi. Lacivert takım
    giymeyi sevmezdi.

    9.ÖLÇÜLERi
    Boyu 1.74 idi. Hayatinin son dönemlerine kadar 76 olan kilosu
    hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46'ya kadar düşmüştü. 43 numara
    siyah rugan ayakkabı giyerdi.

    10.RUMELi ŞiVESi
    Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurdu. Ancak bazı kelimeleri Rumeli
    şivesiyle telaffuz ederdi.

    11.HAZiN BiR HiKAYE
    Hayatında bir donem çok önemli yer tutan Mustafa Kemal`in
    evlenmesinden sonra hayatına trajik bir şekilde son veren Fikriye
    Hanim`in mezarının nerede olduğu bilinmiyor.

    12.CUMHURBAŞKANLIĞINDAN gibILIYORDU.
    Hayatinin çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra Cumhurbaşkanı
    olarak geçirdiği yıllar ona bir tecrit yaşantısı gibi geliyor, çok
    sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştığını
    düşünüyordu.

    13.PAPA`NIN TEMSiLCiSiNE ELBiSE
    Kıyafet Kanunu çerçevesinde tüm din adamlarının dini kıyafetleriyle
    sokağa çıkmaları yasaklanınca, Monsenyör Roncalli`ye kendi terzisi
    Kemal Milaslı eliyle bir koleksiyon hazırlattı.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 313.
    +2
    14.KENDiSi TIRAŞ OLMAZDI
    Sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi. Yataktan kalkar kalkmaz
    odasındaki divanin üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini
    sigarasını içerdi. Bir özelliği de kendi kendine tıraş olmamasıydı.

    15.DÜZEN TAKINTISI VARDI
    Evinde, çevresinde hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran
    eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi.

    16.HOŞGÖRÜLÜ LiDER
    Köylünün birinin gazete kağıdına sardığı tutunu içmeye çalışırken eli
    yanmış, "Alin bunu kendi içsin" diyerek Atatürk`e küfretmişti.
    Mahkemeye çıkarılacaktı. Atatürk olayı dinledikten sonra "Onu
    mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin edin" dedi.

    17.SiGARA PAZARLIĞI
    Hastalığının başlangıcında kendisini muayene eden Dr.Fissinger günde
    kaç paket sigara içtiğini sormuş, Atatürk "sekiz" demişti. Doktor
    bunu günde bir pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek
    cevap vermişti: "Ben zaten bir paket içiyorum. Bundan sonra bunu
    sizin izninizle yapacağım".

    18."BU NASIL HALKÇILIK?"
    Bir sabah milletvekilleri ile trene binmişti. Kondüktörün
    milletvekillerinden bilet parası almamasına sasırmış nedenini
    sormuştu. Trenin milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey
    sinirlenmiş, "Ne de güzel halkçılık ama" demişti.

    19."LAiKLiK ADAM OLMAKTIR!"
    ilk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya
    geldiğini anlamadığını söyleyince Gazi çok sinirlenmiş ve elini
    kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermişti: "Adam
    olmak demektir hocam, adam olmak!"

    20.KURBANLARI BAĞIŞLARDI
    Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara
    bakamaz böyle durumlarda sırtını döner yada kesilmelerini engellerdi.

    21.YABANCI DiLE MERAKI
    Askeri lisede öğrenmeye başladığı Fransızca'yı sonraki yıllarda
    geliştirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardı. Konuşurken araya
    Fransızca sözcükler de eklerdi.

    22.FASULYESiNE POKER
    Kumardan hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla fasulyesine poker oynardı. Oyun
    sonunda kazandıklarını iade ederdi.

    23.KAN GÖRMEYE DAYANAMAZDI
    Cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış biri olarak en ilginç
    özelliği savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıydı.

    24.KULAKLARI DUYAN TEK KiŞi
    Fransız tarihçisi Herriot Ankaraya geldiğinde gazinin kulaklarının
    duyuyor olmasına sasırmış anılarında bunu esprili bir dille
    anlatmıştı: "T.C`de bir tane kulakları duyan kişi var onu da
    Cumhurbaşkanı yapmışlar".
    Tümünü Göster
    ···
  14. 314.
    +1
    Bir gün Atatürk’le beraber Abidinpaşa’dan gelip Samanpazarı yoluyla Ulus’a geçiyorduk.

    O zamanlar Samanpazarı’nda bulunan üç beş dükkandan birisi Ali Efendi isimli kitapçıya aitti. Kitapçı dükkanının kepenklerinde, nefis bir halı asılmış duruyordu. Harp yıllarının sonu olduğundan hiçbir yerde, hele Ankarada böyle güzel bir şey görmek pek şaşırtıcı olduğu için bu halı Atatürk’ün de dikkatini çekti. Hemen arabayı durdurup indik.

    Beraberce dükkana yürüdük. Kitapçı, Ata’yı görünce, buyurun Paşam diyerek heyecanla bir emri olup olmadığını sordu. Paşa da bu halıyı çok güzel bulduklarını ifade ettiler. Kitapçı;

    -Paşam, bu halı bir müşterimin. Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için bana bıraktılar. Benimle bir ilgisi yok dedi.

    Atatürk, böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı sahibinin nereden almış olabileceğini öğrenmek istediler. Kitapçı ezile büzüle;

    -Paşam, emanet koyan isminin söylenmemesini özellikle rica ettiler, müsaade ederseniz ismini söylemeyeyim dedi.

    Bu sefer Atatürk daha çok merak edip;

    -Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz dediler.

    Kitapçı;

    -Paşam 40 lira istemişlerdi

    deyip yine halı sahibinin ismini vermedi. Atatürk halı sahibini iyice merak edip ısrar edince de, kitapçı istemeyerek ve sıkılarak;

    -Abdülhalim Çelebi Hazretlerinin Paşam dedi.

    Abdülhalim Efendi, Mevlana sülalesinden gelmiş, Konya milletvekili olarak Mecliste görev yapıyordu. Kapısı herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevi kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.

    Atatürk, bu cevabı alınca çok duygulandı ve bana dönerek dükkana 40 lira bırakmamı emretti.

    Hemen parayı bıraktım. Kitapçı halıyı koşarak indirip paket yapmaya koyuldu.

    Bu arada Atatürk, Abdülhalim Efendi’nin kişiliğinden övgüyle bahsederek;

    -Abdülhalim Efendi, evde halısını satacak kadar parasız kalıyor ama, kapısını kimseye kapamıyor

    diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;

    -Bana bak, halıyı biz alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi’nin evine yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi söyleyiniz.

    Dediler. Kitapçı bu davranışa şaşırmış bize bakarken, arabaya binip uzaklaştık.

    Aynı akşam Abdülhalim Efendi’nin evine gittik. Kendisi bizi avlu kapısında karşıladı.

    Eve girince baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu. Mütevazı evinde minderlere oturuldu, kahveler içildi.

    Abdülhalim Efendi;

    -Paşam halıyı almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım. Dedi.

    Atatürk de;

    -Abdülhalim Efendi halı yine bizim olsun. Biz arada sırada sana kahve içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz.

    Diyerek halıyı açtırdılar ve odaya serdirdiler.

    Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken Abdülhalim Efendi yine bizi kapıya kadar uğurlayarak;

    -Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı…..

    derken Atatürk sözünü keserek mütebessim,

    -Abdülhalim Efendi, onu sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz.

    Diyerek veda edip ayrıldılar.

    Böylece Atatürk, Abdülhalim Çelebi Efendi’ye, kitapçıya bile belli etmemeye çalışarak ihtiyacı olan yardımı yapmış, fakat halıyı almamışlardı.

    Bu ibret verici anı; O büyük asker, devlet adamı ve devrimci liderin, en az bu nitelikleri kadar

    büyük olan insanlığını anlatmasının yanı sıra O’nun, gerçek dindar ve üstelik bir tarikat mensubu olan Çelebiye saygısını göstermek bakımından da ayrı bir önem taşıyor.

    Ayrıca; Herkese açık sofrasını sürdürebilmek için halısını satan bir tarikat ehlinin, dini siyasete alet ederek para, mevki ve güce ulaşan, yurt içinde ve dışında saf ve eğitimsiz vatandaşları sömürerek trilyonluk mal varlıklarının sahibi olup sefa süren günümüz din ve tarikat bezirganlarından farklılığını da ortaya koyuyor…

    Tabi anlayana ve anlamaktan yana nasibi olanlara !

    (1)Atatürkten Hiç Yayınlanmamış Anılar

    -Prof. Yurdakul Yurdakul
    Tümünü Göster
    ···
  15. 315.
    0
    verdiğin emek için teşekkür ediyorum sana biraderim.

    belki soyu sopu birbirine karışıp arap milliyetçisi olanlar, az biraz kendi değerlerinin önemini kavramış olurlar sayende.

    bu arada;

    türk; öğün! çalış! güven!
    ···
  16. 316.
    -3
    lan yeter gibecem belanı sol taşakta hep bu başlık kes anladık
    ···
  17. 317.
    0
    süpersin ya eline sağlık
    ···
  18. 318.
    0
    @269 küfür edecektim dur dedim başlık kutsal. yoksa senin kutsala verecektim g3'ü.
    ···
  19. 319.
    0
    ···
  20. 320.
    0
    ···