-
226.
+2Atatürk’ün Çocukluk AnılarıTümünü Göster
Atatürk’ün kızkardeşi Makbule Atadan’ın “Ağabeyim Mustafa Kemal” isimli anıları Selis Kitaplar’dan çıktı. Merhum Makbule Atadan’ın vefatından önce gazeteci Şemsi Belli’ye anlattığı anıları ilk kez 1959′da yayınlanmıştı. 1885′te Selanik’te doğan ve 1930′da Ağabeyinin emriyle Fethi Okyar tarafından kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’na giren Makbule Hanım, kısa süren siyaset hayatının ardından köşesine çekilmiş ve 1935′te Mecdi Boysan ile evlenmişti. 1956′da vefat eden Makbule Atadan, kitapta ağabeyinin farklı yönlerini anlatıyor.
Sekiz yıl sonra eve dönüş sevinciMakbule Hanım ve annesi Zübeyde Hanım, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Selanik’ten istanbul’a gelerek Beşiktaş Akaretler’de bir eve yerleşirler. Bu dönemde çeşitli cephelerde savaşan Atatürk, Makbule Hanım’ın anlattığına göre tam sekiz yıl evinden uzak kalmış. Makbule Hanım, Ağabeyinin dönüşünü şöyle anlatıyor: “istanbula geleceğini haber aldığımız zaman sevincimize payan yoktu. On gün on gece hazırlık yaptık. Her tarafı sildik, süpürdük.. Sevdiği yemekleri yaptık. Sekiz senelik bir ayrılıktan ve zaferden sonra Ağabeyimin dönüşü bizi sevinçten deliye çevirmişti adeta. Ah! O gün.. O güzel ve mesut günü şu anda bile hatırladıkça içimde çok derin bir sızı hissediyorum.”
Silahla oynarken tabanca patladı
Makbule Hanım Ağabeyi Atatürk’ün bir insan olarak çeşitli yönlerini de içtenlikle anlatır. Ağabeyinin çocukluk yıllarına dair pek çok anekdotu dile getirir. Makbule Hanım ağabeyinin çocukluk yıllarında her çeşit oyuncağa, özellikle de silaha düşkün olduğunu belirterek, daha o yıllarda askerliğe sempati duyduğunu dile getirir. Ne var ki Atatürk’ün silahla oynaması az kalsın bir felakete yol açacaktır. Atatürk, elindeki eski bir silahı temizlemesine yardım etmesi için kız kardeşini yanına çağırır. işte o anı Makbule Hanım şöyle anlatır: “Karşısına geçtm. O elindeki lüveri temzilemeye başladı. Ne yaptı nasıl etti, bilmiyorum. Birden korkınç bir ses duydum. Annem korku ve heyecan içinde: ‘Eyvah ! Kardeşini öldürdün Mustafa’ dedi. Ben ise ‘Ağabeyim öldü’ diye ağlıyordum. Tabancanın dumanı kalkınca baktık ki ikimiz de sağız”.
Fareden çok korkardı
Ağabeyi Mustafa Kemal’in köy türkülerini dilinden düşürmediğini, sanata ve sanatçılara karşı büyük saygı duyduğunu ifade eden Makbule Hanım’ın anlattığına göre çocuk Mustafa Kemal en çok fareden korkarmış. Anne Makbule hanım ise küçük Mustafa Kemal’i “Sen asker olacaksın! Asker korkar mı hiç?” diyerek teskin edermiş.
‘Biri beni, diğeri mevkimi sevdi’
Makbule Hanım, Atatürk’le fırtınalı geçen bir evlilik yaşayan Uşşakızade Latife Hanım’la ilgili çok az şeyler nakleder. Atatürk’e aşık olan ve daha sonra intihar eden akrabası Fikriye de yer almaz bu anılarda. Atatürk’ün ikisi hakkında kendisine sadece şunu söylediğini nakleder: “Biri beni mevkim ve param için sevmiştir. Diğeri yalnız ben olduğum için. Yani biri mevkimi ve paramı, diğeri de hakikaten beni sevmiştir.”
Enver Paşa’ya kızdı içkiye başladı
Ağabeyinin evde en çok irmik helvası ve yoğurdu sevdiğini söyleyen Makbule Hanım, kuru fasulyeye ise askeri mektepte alıştığını ifade eder. Atatürk’ün leblebi düşkünlüğü ise içkiye başladıktan sonradır. Makbule Hanım’ın aktardığına göre Atatürk’ün içkiye başlamasının nedeni Harbiye Nazırı Enver Paşa ile didişmesidir. Gerçekten de Atatürk, Enver Paşa ile savaş dönemi politikaları yüzünden çok kere karşı karşıya geldi. Alman subayların cephelerde komutanlık ve idarecilik yapmalarına şiddetle karşı çıktı. -
227.
-1TAYYARE PiYANGOSU
BiR akşam sofrada içki üzerine konuşuluyordu. Kadehler havaya kalktıkça çeşitli görüşler ortaya atılıyor, içki yapan yerli fabrikaların kurulması düşüncesi savunuluyordu. Önce bir bira fabrikasının kurulması tartışılmağa başlandı. Bira fabrikası yapılsın, güzel... Ama gerekli yatırımı nereden bulacağız?
Atatürk, sermaye konusunda ileri sürülen istekleri gülümseyerek dinliyordu. Sonunda hiç birini gözü tutmamış olacak ki, son umut olarak bir «Tayyare Piyangosu» bileti ( ! ) alınmasına karar verildi. Yaverler, sofracılar, ahçılar onar liralık bilet aldılar. Bütün biletlerin parasını da Atatürk verdi:
— Kimin şansına çıkarsa, bununla bira fabrikası kuracağız. Dedi.
O gece otuz - kırk kadar bilet alınmıştı. Birkaçgün sonra piyango çekildi. Fakat -Atatürk'ün aldığı da içinde - biletlerin hiç birine bir şey çıkmadı. Yalnız benim biletime amorti çıkmıştı. Atatürk, yine bir gece sofrada biletlerin ne olduğunu sordu. Sonucu öğrendikten sonra da :
— En şanslı adam Çelebi'ymiş, dedi. Bu yarışta hepinizi geride bıraktı... -
228.
+1HAPI YUTARDI
Atatürk Galatasaray Lisesi'nde öğrencilerden birine sordu: -Nil olmasaydı, Mısır ne olurdu? Öğrenci, çabuk yanıt vermek için boş bulunup: -Hapı yutardı... dedi. Bu yanıt Atatürk'ün hoşuna gitti.Öğrenciye on numara verdi. -
229.
+1YAPACAKLARIMDAN SÖZ EDiN Bir soruşturma dolayısıyla, Atatürk'ün başardığı işlerden Vasıf Çınar söz açmıştı. Kendisine Sordu: -Sizin en büyük eseriniz hangisidir? Atatürk'ün kısa cevabı şu olmuştu: -Benim yaptığım işler, biri ötekine bağlı gerekli olan işlerdir. Fakat,bana yaptıklarımdan değil, Yapacaklarımdan söz edin.
-
230.
+1
-
231.
+1
-
232.
+1
-
233.
-2A N K A R A ' D A Türk-Rus millî maçı oynanıyor. Millî Takım kalecisi Hüsamettingelen şutleri geri çeviriyor. Santrfor Vahap, Rus kalesine golleri sıralıyor, önce 2—0 dık. Sonra 2—1 olduk. Maçın bitimine on dakika kala, ne olduysa oldu, Ruslar iki gol atıp 2—2 oldular. Yenilince çok üzüldüm. Yıl 1928. O zaman stadyom falan yok. Muhafız Alayının sahasında oynanıyor. Köşke döndüm. Rengi matmış. Atatürk'le karşılaştım.
— Ne o Çelebi Efendi? Diye sordu.
— Yenildik...
— Nasıl yenildik?...
Anlattım. Can kulağıyla dinledi. Atatürk maçagitmez ama yakından ilgilenir, futbol karşılaşmalarınıgazetelerden izlerdi, istanbul'daki maçlarla da «Bak, maçta yine hâdise çıkmış» diye ilgisini belirttiğini hatırlarım. Rus maçıyla da fazla ilgilenmiş, durmadan:
— Neden yenildik? Diye soruyordu.
— Bizimkiler onların ayarına gelememiş; te on
dan... Diye karşılık verdim.
O da benim kadar üzüldü. Tam kazanmışken, sondakikada yenil... Olur iş değil... Atatürk bir süre düşündükten sonra:
— Galibiyetten mağlubiyete geçmek çok zoruma gitti... Dedi.
Cemal Granda"nın Anıları -
234.
-1ata
türk
bizlerin
kurtarıcısıdır
bunu inkar edecek
varsa onların da amk
atatürkün hakkını yiyen
cemaat ve dexer yalakaları
nın elleri kurusun, zütlerine
girsin onlar tam bir hain ordusudur -
235.
-1i Z i N L i olarak istanbul'a gelmiştim.O sırada Yunanlıların Apollo takımı gelmiş, Fenerbahçe ile maçları var. Fenerbahçe maçı 1—O kazanıyor. Sağ açık Fikret kaleye giren topu çıkarmak isterken, bu yenilişe içerleyen kaleci, bir yumruk atıyor. Bunun üzerine sahaya atlayan bir subayda kaleciyi dövüyor. Daha stadyom yok. Baraka gibi eski Taksim Kışlası'nda oynanıyor. Olaylı maç iki gün sonra yenilendi. Yunanlıları 2-0 yendik. Çok heyecanlı bir maçtı Allah için. Bizim çocuklar çok güzel oynadılar. Sağaçığ Leblebi Mehmet topu ortalıyor, santrfor Necdet sol vurup, topu Yunan kalesine sokuyor, soldanRebii ortalıyor, top Yunan ağlarında. Böylece maç 2 — 0 bitiyor.
Ankara'ya döndüğümde arkadaşlarla oturmuş, maçı yüksek sesle tartışırken, Atatürk sesimizi duymuş. Yanımıza gelip bana:
— Maç hâdiseli geçmiş, öyle mi? Diye sordu.
Ballandıra ballandıra anlattım. Millî hislerim ayağa kalkmış subayın Yunan kalecisini nasıl dövdüğünü anlatıyordum.
— Subayı kimbilir ne yaptılar? Dedi.
— Hapsetmişler... Diye karşılık verdim.
— Yerini değiştirmişlerdir... Dedi.
Atatürk'ün yanında serbestçe konuştuğumuz veO'nun da bizimle sık sık şakalaştığı için şımarmıştık.O'nun keyifli halini görünce herşeyi olduğu gibi söylerdik. O da bundan hoşlanırdı. O gün de bir coşkunluğuma gelmiş olmalı ki:
— Yunanlılar öyle perişan oldu ki, kaç para eder senin Sakarya Harbin... Dedim.
Atatürk, gerçi bir şey demedi ama, sonra söylediğime, söyleyeceğime bin pişman oldum. insan kendini böyle unutuyor bazen.
Cemal Granda"nın Anıları -
236.
0Zafer…
Dumlupınar kazanılmasaydı netice ne olacaktı?
Bu sualin cevabını gene Gazi’nin ağzından işittik:
- Gene ve behemehal zafer…
Asım US
“Atatürk’ün Portresi”
Kurun Gazetesi 1938 -
237.
+2
-
238.
+1Atatürk bilhassa Türk yemeklerini severdi. En çok sevdiği fasulye, pilav, yoğurttu.
inkîlaplar sırasında öyle çalışırdı ki, otuz altı saat masanın başından kalkmadığını bilirim. Biz mutfakta çeşit çeşit yemekler hazırlardık., yanına zütürünce, kızar, çıkışırdı:
-Bana bir ayranla bir dilim ekmek ver ve bol da kahve yap! Şimdilik bunlar kâfi, daha öbürlerini yemeyi haketmedim! derdi.
Çok alçakgönüllü adamdı vesselâm.
Mehmet Yücel
Haluk Durukal, “Atatürk’ün adamları ile bir görüşme” -
239.
+1Cumhuriyetin Onuncu yıldönümü münasebetiyle, Ankara’daki o zamanın en büyük yapılarından, muhteşem Ziraat Bankası merkezinde, büyük bir balo veriliyordu.Tümünü Göster
Bankanın davetlisi olarak gelmiş yüzlerce mebus, memur, tüccar ve her sınıfa mensup erkek, kadın muazzam bir kalabalık, bedava büfelerde yiyip içerek, neşe ve şetaret içinde, caz sesleri ile çınlayan geniş holde dans edip duruyorlardı. Saat 22’ ye doğru, birden bire:
-Gazi geliyor!..
Sesleri ile ortalık karıştı.
Herkes, onu karşılamaya koştu.
Gazi, her zamanki mütebessim çehresi ile göründü, maiyetinde Ruşen Eşref, Afet Hanım ve saireleri ile birlikte, ağır ağır ilerleyerek, alkışlarla kendisini selamlayanlara, iltifatlar ede ede, içeri girdi.
Caz susmuş, dans durmuştu. Tarif edilmez bir heyecan ve coşkunlukla kaynaşanlar arasında, büsbütün kaplarına sığamayanlar, Gazi’nin oraya, nihayet huzuriyle şeref vererek, samimi bir hava içinde hoşça bir vakit geçirmeye geldiğini unutmuşlar gibi, hitabelere başladılar.
Sandalyelerin üstüne çıkarak, ona hitaben; sevgi ve saygılarını ilanla, içlerini dökmeye başlayanlar meyanında, lafı uzatarak, zemin ve zamana uymayacak mevzulara dalanlar da görülünce, Gazi sinirlenir gibi oldu, ve sesini yükselterek:
-Bu böyle olmaz!.. Herkes söylüyor, sözler birbirine karışıyor. içinizden birini seçin de konuşmak isteyenlere sıra ile, o söz versin… dedi.
-Sizi seçtik… Sizi!.. diye cevap verdiler…
-Öyle ise… açılın… Meydanı boş bırakın!..
Diyen Gazi, etrafını sarmış olan kalabalığı bir nizama koyup ferahlayınca, konuşmak isteyenleri, birer birer, hemen kaşla göz arasında kuruluvermiş olan kürsüye davet etmeye başladı.
ilk kürsüye çıkanlardan, Ziraat Bankası mensubu olduğu anlaşılan biri, bermutat lafı uzatarak, nihayet bu bankayı göklere çıkarırcasına methe koyulunca, Gazi kendini tutamadı:
-Yooo!.. diye sözünü kesti. Ziraat Bankası’nın hizmetlerini kimse inkar edemez ama, bu kadar da değil… Bakın… Bu muazzam banka sarayının köylüler tarafından yapıldığını hep biliyoruz ama, bu bankanın henüz bir tek köylü olsun böyle mamur ve müreffeh bir hale getirdiğini görmedik…
Gazi’nin, belki de, laf ebeliğine hevesli bazılarının, balonun neşe ve şetaretini ihlal edecek bir nutuklar curcunasına teşebbüslerini önlemek maksadıyla vaki olan bu müdahalesi, artık nutuklardan vazgeçilerek, eğlenceye devamı ihtar mahiyetinde olduğu halde, bunu anlamayarak, söz isteyenler ekgib değildi.
Bu suretle, kürsüye çıkan bir genç de, şöyle söze başladı:
-On dört milyon vatandaş ndıbına hitap ederken…
Gazi bunun da sözünü kesti:
-Hayır… O kadar az değil…
-Yirmi beş milyon vatandaş…
-O kadar da çok değil… Fakat… diye umuma hitaben Gazi:
-Fakat… bu genç çocuğa, bütün millet ndıbına konuşmak salahiyet ve hakkını kim verdi?
Deyince, delikanlı, onun huzurunda böyle patavatsızca konuşmanın imkanı olmadığını idrak ederek, süklüm püklüm kürsüden çekildi. Ama, hala “susmak” lazım geldiğini bir türlü anlamayanlar vardı. Bu seferde başka biri kürsüde göründü ve Gazi’ye şöyle hitap etti:
-Sen, Türk tarihinin en büyük adamısın! Maziden miras kalan bütün kötülükleri yıktın. Millet sana minnettardır. Ancak, bir de bürokrasi denen musibeti ortadan kaldırmış olsaydın…
Gazi’nin her zaman samimiyetle ışıldayan mavi gözlerinde, birden bire sanki şimşekler çaktı. Elini kaldırarak:
-Dur!.. dedi. Yaşı itibariyle hiçbir memuriyette bulunmadığı muhakkak olan bu genç, görülüyor ki, şikayet mevzuu yapmak istediği şeyin ne olduğunu bile bilmiyor. Bürokrasi demek, nihayet devlet idaresi demektir. Onun şikayet etmek istediği, fakat ismini bilemediği şey ise papörasi, yani kırtasiyeciliktir ki, biz onu çoktan tarihe göndük.
Bu delikanlı da, tam manasıyla ve hakikaten hak ettiği gibi ağzının payını aldıktan sonra renkten renge girerek, sessizce çekilip gitti…
Fakat, hala Gazi’nin “Artık hitabelerden vazgeçilmesini” istediğini anlamayanlar yok değildi. işte bir de bahriyeli kürsüye çıktı:
-Bu memleket gençliği… diye, hararetle konuşmaya başlıyor ve Türk gençliğinin, memleket aşkı ile yanan yüreğinin safiyetini, berraklığını, Gazi’ye de ne kadar bağlı olduğunu pek güzel anlatırken, birden bire sapıtarak; “Bütün bunlara rağmen bu gençliğin ihmal edilmekte olduğunu” iddiaya kalkıyor ve nihayet, dönüp dolaşarak, sözü kendi şahsına getirip, hala terfi ettirilmediğinden şikayet ediyordu.
Bu manasız şikayet faslına gelinceye kadarki uzun sözlerini, sabır ve sükunetle dinleyen Gazi, laf, terfi ettirilmediği mevzuuna gelince, artık sabrı tükenerek:
-Sus!.. diye bağırdı. Asla gençliği ihmal eden yoktur. Elbette bütün gençlerle teker teker meşgul olamam. Ben ancak gençliğin başında bulunanlarla görüşürüm ve daima görüşürüm. Hem sen… Baksana yüzbaşısın!..Türkiye’de yüzbaşı olmak için, orta, lise, yüksek tahsil mecburiyeti olduğuna, bir de laekal on beş senelik bir zamana mutavakkıf bulunduğuna, ondan sonra da yine senelerce kıtada hizmet lazım geldiğine göre; yaşın kaç ki, yüzbaşılığı az buluyorsun?.. Çocuk!..şükret ki, yüzbaşısın.
Feridun KANDEMiR -
240.
0rezerved
-
241.
+1Mustafa Kemal ve Milli iradeTümünü Göster
Onları (büyük adamları) da tam kavramak için her yönlerinden görülmeleri gerekmektedir. Halbuki biz Mustafa kemal’i çok defa yalnız bir yönünden görürüz. Onda her şeyden önce büyük bir irade adamı görmeye alışmışızdır. Hakikatte bu onun ilk göze çarpan vasfıdır. Onda bu vasfı o kadar kuvvetlidir ki; pek çoğumuz onun bu vasfı, yani iradesinin kuvveti karşısında milli iradenin ikinci plana düşmüş olduğunu sanırız. Bu görüşte büyük bir aldanma payı vardır. Bu da onu tek cepheden cephesiyle görmek itiyadından (alışkanlığından) doğmaktadır. Halbuki o bütün ömründe her şeyden ziyade milli iradeye boyun eğmiş ve umumi efkarı gözetmiştir. Onun bu tarafını göremediğimizin başlıca sebebi çok defa küçük bir zümrenin isteğini umumi efkarın (kamuoyunun) bir tecellisi (belirtisi) sanmamıza karşı, onun bu iki kavramı bir birinden ayırabilmesindeki derin sezişidir…
Ben, onun bu husustaki sezişine ve bu kavram üzerindeki şiddetli ısrarına Müdafaa-i Hukuk’un ilk Erzurum Kongresinde iki defa yakından şahit olmuştum…
Bunlardan birincisi, sonradan “Milli Misak”ımıza temel olan Müdafaa-i Hukuk Nizamnamesi’nin tartışmalarında ileri sürülen bir önerge, ikinciside bu kongrenin yayınladığı beyannamenin sekizinci maddesi tespit olunurken yapılan tartışmadır.
Bu önerge kurulacak olan Müdafaa-i Hukuk teşkilatında vilayetlerde valilerin, kazalarda kaymakamların başkan, askerlik dairesi işlerinin ikinci başkan olmalarını ve bu hükümlerin nizamnameye böylece konulmasını istiyordu. Böyle bir önergenin bir halk toplantısı olan bu kongreden çıkmasına imkan olmamakla beraber bazı arkadaşlar bunun Mustafa Kemal Paşa’nın telkiniyle yapılmış olduğunu tahmin ederek karşılamayı ve bu önergeyi daha Nizamname Komisyonunda reddetmeyi kararlaştırmışlardı. Bu önergeden haberdar edilen Mustafa Kemal Paşa derhal komisyona koştu. Önerge sahibi fikrini müdafaa ediyordu. ilk karşı sözü Mustafa Kemal Paşa aldı. Kurulması istenilen teşkilatın bir halk işi olduğunu ve bu önergenin memlekette milli iradeyi ilk hedef olarak kabul etmiş olan Müdafaa-i Hukuk’un daha şimdiden temelini yıkmak olduğunu ve bizim tek dayanağımızın memleket halkı bulunduğunu açıkladı. Mustafa Kemal’in karşılarında olmayıp yanlarında bulunduğu gören arkadaşlar ferahlamışlar ve teşkilat, halkın malı olarak kalmıştı.
ikinci tartışma beyannamenin “Milletlerin kendi mukadderatını bizzat tayin ettiği bu tarihi devirde…” diye başlayan sekizinci maddesinin tespitinde yapılmış ve padişahtan derhal Meclis-i Mebusan’ı toplamayı isteyen hükmü bir kısım arkadaşlarımız ağır görmüşlerdi. Bu itirazlara ilk karşı koyan gene Mustafa Kemal Paşa oldu. Uzun bir konuşmadan sonra bu maddenin yazılmasını kendi üstüne aldı ve beş on dakika sonra şu metni verdi:
“8- Milletlerin kendi mukadderatını bizzat tayin ettiği bu tarihi devirde, hükümeti merkeziyemizin (merkezi hükümetimizin) de iradei milliyeye (milli iradeye) tabi (bağlı) olması zaruridir. Çünkü iradei milliyeye gayri müstenit (dayanmayan) her hangi bir heyeti hükümetin (hükümet kurulunun) indî (kendine göre) ve şahsi mukarreratı (kararları) milletçe mutağ olmadıktan (uyulmadıktan) başka haricen de muteber (geçerli) olmadığı ve olamayacağı şimdiye kadar mesbuk efal (olaylar) ve netayiç (sonuçlar) ile sabit olmuştur. Binaenaleyh (bu nedenle) milletin içinde bulunduğu hali zacret (sıkıntı) ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessülüne (başvurmasına) hacet kalmadan hükümeti merkeziyemizin (merkezi hükümetimizin) Meclis-i Milli’yi hemen ve bilaifatei zaman (zaman kaybetmeksizin) toplaması ve bu suretle mukadderatı millet ve memleket hakkında ittihaz edilecek bilcümle (bütün) mukarreratı (kararları) Meclis-i Millinin murakabesine (denetimine) arz etmesi mecburidir.”
Bu defa eski metin daha şiddetlendirilmiş, üstelik “milletin içinde bulunduğu hali zacret (sıkıntı) ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessül edeceği (başvuracağı)” ilave edilerek Saray milli bir ihtilalle tehdit olunmuştu. Bu, onun Türk milletine ve onun iradesine inancını ve güvenini kesin olarak ifade ediyordu. Cevat DURSUNOĞLU
Pazar Postası Gazetesi 11 Kasım 1951 -
242.
+2Atatürk, bütün çocukları çok sever, her fırsatta onlarla konuşmaktan büyük mutluluk duyardı. Çocuklara her zaman sevgi ile yaklaşır, bir çok konuda sorular sorardı. Aldığı akıllıca cevaplar karşısında yüzünde gülücükler oluşurdu.Tümünü Göster
Atatürk, Türk çocuklarının bütün zorlukları aşabilecek kabiliyette olduklarına olan inancını hiçbir zaman yitirmemiştir.
Atatürk’ün çocuğa verdiği önemle ilgili anılar
Sığırtmaç Mustafa
Birgün, Atatürk, Yalova civarında gezintiye çıkmıştı. Yanında arkadaşları ve subaylar vardı. Yolu bir an için karıştırdı. Atatürk, subaylığın verdiği görüş kuvveti ile derhal yolu kestirdi. Arkadaşlarına dönerek: “Bu patikadan” dedi.
O sırada karşılarına bir sığırtmaç çıktı. Çocuğun karnı şiş, yüzü sapsarıydı. Atatürk’ün sorduğu suallere gayet akıllıca cevap veriyordu. Zeki gözleri parıldıyordu. ismi Mustafa idi. Türk çocuğunun zekasını beğenen Atatürk, ona para vermek istedi. Almadı. Yol göstermek onun vazifesi idi. Para karşılığında iş yapılamazdı. Atatürk’ü bile tanımıyordu. Israr karşısında parayı almaya mecbur kaldı. Yalnız bir şartı vardı. Torbasındaki cevizlerden Atatürk’e verecekti. Atatürk o anda çocuğa sordu: “Okumak ister misin?”, Çocuk cevapladı; “Elbette”, Atatürk yanındakilere emir verdi. Çocuğu alarak Şişli’deki Çocuk Hastanesi’ne yatırdılar. Atatürk, onu hem yokluyor, hem de doktorlarla çocuğun sağlığı hakkında görüşüyordu.
Bir kaç sene sonra Sığırtmaç Mustafa, Kuleli Lisesi’ne girmisti. Derslerine çok çalışıyordu. Hiç sınıfta kalmadan subay çıktı ve şanlı Türk ordusuna katıldı.
Bor ne demek oğlum?
1938 yılının Ocak ayında, Atatürk’ün Osmaniye’yi ziyareti sırasında, onu tren istasyonunda karşılayanlardan biri ve o tarihte 14 yaşında olan Abdulvahap Sakar anlatıyor;
“Atatürk geliyor! dediler. Herkes yollara düştü. Ben de düştüm yola. O zamanlar ayakkabı falan yoktu. Babam bana Adana yemenisi almıştı. Postanenin oraya gelince baktım ki yol çamur. Çamurdan geçtim. istasyona gelince yıkadım bir güzel ayakkabıyı. istasyona gelip herkesle birlikte beklemeye başladım. Kadirli yolunun o taraftan acı bir düdük sesi geldi. Anladık ki tren geliyor. Atatürk beyaz bir trenle geldi. istasyonda durdu tren. Atatürk inmedi trenden. Kollarını pencereye koydu. Halk doldu pencerenin önüne. Herkesle konuştu. Kim olduklarını, ne iş yaptıklarını sordu.
Adamın birine dedi ki: “Sen ne iş yaparsın?” Adam da: “Ben muallim beyim.” dedi. “Nerelisin?” dedi. Muallim “Bor’luyum” dedi. Atatürk: “Bor ne demek?” dedi. Adam da “Niğde’nin kazası” dedi. Arka taraftan bir çocuk parmak kaldırdı. Çocuğa sordu: “Bor ne demek oğlum?” dedi. Çocuk: “Paşam, ekilmeyen, sürülmeyen yere bor deriz.” dedi. “Aferin oğlum” dedi çocuğa. Sonra o çocuğu trene aldılar, okutmak için zütürdüler. -
243.
+1Makbule Atadan anlatıyor…
Mânen kuvvetliydi…
Cesaret ve ümidini kaybetmezdi…
Biz Beşiktaş’ta Akaretler’de otururken, o Çanakkale Harbine gitmişti bir aralık… Bulgaristan’dan getirdiği güzel bir köpeği vardı… Alp ismindeki bu köpeğini de beraberinde cepheye zütürmüştü…
O zaman çok sıkıntıdaydı… Bir insanın mâneviyatını bozacak her şey mevcuttu… Asker az…Top yok… Tüfek yok… Cephane yok… Ordu yok… Sâdece bir fırka…
Bir gün kendisi anlatmıştı bize… Bu kadar yokluk içinde mâneviyatları bozulan askerler arasında dolaşıyormuş… Onların cesaretini kuvvetlendirmek için köpeği ile beraber ateş hattına kadar uzanıvermiş… Yalnız başına ilerlediği en tehlikeli noktada kırbacını sallayarak askerlere işaret vermiş… Karşı tarafın zayıf ve tehlikesiz olduğunu zanneden askerlerimiz onun bu işareti üzerine ileri atılarak derhal hücuma geçmişler… Düşman bir hayli kayıp vermiş…
Dönerken Kireçtepe mevkiinde geriye doğru giden iki askere rastlamış…
- Niçin kaçıyorsunuz düşmandan? Demiş.
- Cephâne yok Paşam! demişler.
- Süngünüz de mi yok?
- Var Paşam!..
- Ben de varım… Haydi dönün bakalım geriye! Marş! Marş!..
…
Ümit ve cesareti yalnız kendisi için değil, fakat başkaları içinde nikbinlik (iyimserlik) yaratan bir serum tesiri yaratıyordu… En ümitsiz zamanlarda bile mânevi kuvvetini kaybetmiyordu.
Kaynak: Şemsi BELLi (Makbule Atadan anlatıyor; Ağabeyim Mustafa Kemal) -
244.
0senin daşşağını yesinler panpa nick 6nı girdim
-
245.
+1ataturk izmir den sonra istanbulu almadan once istanbulda alkolu yasaklayacagini soylemistir, yasaklamistir da. tum anadoluda esrar afyon kullanilan alkol alinan yerleri de kapatmistir. bu ataturk irticaci mi demek simdi lan. su anki hukumette gece belli saatten sonra alkol satisini yasaklamis, aranizda kac kisi biliyor bakanlar kurulundan gecen onayi ve gerekceyi. birisini elestirmeden once olaylari zaman ve durumlarina gore degerlendirin. haa unutmadan ingiliz tutun tuccarlarina da en buyuk darbelerden birisini vuran ataturktur o kadar sigara ictigi halde.
siyasi veya dini dusuncesini karsit veya paralel dusuncelere kufrederek ifade edenlerin "oralli analli fistingli zencili bir capsten" farki yoktur. hangi klasore gidecegi belli degildir, pic olur silinir gider.
zorunlu edit : yalanina sokuyumculara sokuyum : http://chroniclingamerica...lterType=range&page=1
-
ucan kedi silik yesin
-
olm bu oda parfumlerinin banyoda wc de olmasi
-
kıçına ampulu kırmadan sokan kişiye
-
la olm hayata bak la
-
makatına makatat sokmuş
-
smm panel hizmet adresimiz
-
sivrisineklerin anasını avradını
-
internetteki bilgi kaynağı ekgibliğini
-
allaha inanan şizofrenler eksilemiş
-
bugün redbulla verdiğim para 500 tl
-
yeni dexer bumuş
-
xanax yazmayan doktor
-
abi bu nedirrrrrrrrrrrr
-
erkek halim bile becerilmek isteyen renkte
- / 1