0
Ve kazandı. Yolsuzluk skandalına, Gezi Olayları’na ve hükümetin ülke güvenliğini ilgilendiren gizli konuşmalarını korumaktan aciz olmasına rağmen inadına seçildi. Destekçileri şöyle düşündü: Şimdi daha güçlü bir şekilde arkandayız. Bir kez daha siyasetini onayladılar. Avrupa bu duruma şaşkın. Böyle bir şey nasıl olabilir? Halk bu adamı neden cezalandırmıyor? Neden ona bir ders vermiyor?
Gezi Olayları esnasında bile bazı kesimlerde şöyle bir düşünce hakimdi: Devlet kurucusu Kemal Atatürk\'ten sonra belki en yetenekli Türk politikacısı zirvesinin ötesine ulaştı, içgüdülerini kaybetti. Anlaşılan o ki, hiç de kaybetmemiş. Başbakan balkonun önünde toplanan kalabalığa şöyle seslendi: \"Siz Başbakanınıza sahip çıktınız!\" Tıpkı onun destekçilerine sahip çıktığı gibi. Erdoğan ve destekçilerinin arasındaki bağ herhangi bir protesto ya da telefon kaydından çok daha güçlü. Bunun iki nedeni var.
Rakipleri bunu duymak istemese de Erdoğan son on yılda Türkiye\'yi daha farklı, belki daha iyi bir ülke haline getirdi. Birçok Türk bu değişimi ceplerindeki paradan fark ediyorlar. Fakirlik halen var fakat bir çok Türk\'ün hayatında iyiye giden şeyler de oldu. Neredeyse herkes ev ve araba sahibi olabilecek durumda. Bunda daima yüksek faize karşı duran başbakanın da önemli rolü oldu. Kişisel borçlanma Amerika\'da olduğu gibi oldukça yüksek. Bu da madalyonun öteki yüzü. Ama Avrupa ülkelerinin hayalini bile edemediği büyüme oranı olan bu ülkede, borçlanma çok öncelikli bir konu olmuyor. Erdoğan\'ın iktidarlık döneminde ülke devasa bir büyüme kaydetti, özellikle de sanayi ve inşaat sektöründe. AKP karşıtları bile şunu kabul ediyor: Evet, yol yaptı, metro da yaptı. Okul kitapları ücretsiz. 18 yaşından küçük olan herkes otomatikman sağlık sigortasına sahip.
\"Yiyorlar ama çalışıyorlar\" - burada geçerli bir söylem. Görevi kötüye kullanma ve yolsuzluk Türk siyasetine yabancı bir şey değil. Yeni olan şey, politikacıların sadece kendi ceplerini doldurmalarından öte halka da varolan zenginlikten pay bırakmaları. işte bu sebepten yolsuzluk skandalı seçim sonuçlarını çok da etkilemedi. Hal böyleyken, Erdoğan\'ın adliyeyi, polisi, basını kontrolü altına alma gayreti hakkındaki soyut tartışmalar kimi ilgilendirir ki?
Konu sadece ekonomik değişim değil. Erdoğan iktidarında ülkenin genel atmosferi de değişti. Ülke daha rahat ve dünyaya açık hale geldi. 2005 yılında AB aday ülkesi oldu. Tam da muhafazakar bir Müslümanın iktidarlık döneminde. Üç askeri darbe geçirmiş, bunun yanı sıra Kürt sorunu, Ermeni katliamı, azınlık hakları, ordunun yetkisi gibi nice siyasi tabuya sahip ülkenin birçok liberali bile nihayet rahat bir nefes alabildi. Tabuları bir bir yıkmaya başladı. Kürtlere yakınlaştı. Hatta 1937/38 yılları arası Türk ordusunun Dersim\'de Kürtlere karşı gerçekleştirdiği katliam için resmen özür diledi. Ardından gizli barış müzakereleri başladı. Azınlıkların hakları hakkında ilk kez konuşan Erdoğan\'ın hükümeti oldu. istanbullu laik snopların ilk defa türbanlı kadınların hakları hakkında düşünmelerini, ülkenin kendi kendine şaşırmasını sağladı.
Bu değişimi en bariz hisseden de belli bir toplumsal grup olsa gerek: Erdoğan\'ı devamlı olarak seçenler. Batı değerlerini benimsemiş elit kesimin uzun zamanlar üstten baktığı, eskiden zayıf, ezik duran Anadolulular. Muhafazakar, yoksul, dindar. Erdoğan\'ın zaferinin ikinci nedeni de bu.
Türkiye\'nin siyasi sistemi güçlü bir lider gerektiriyor: Merkeziyetçi, otoriter, hiyerarşik. Oldukça yüksek tutulan baraj sayesinde \"yanlış\" partilerin meclise girmesi engellendi, özellikle de Kürt olanlar. Bunda devlet kurucusu Atatürk\'ün sözleri \"Ne mutlu Türküm diyene!\" de etkili oldu. Osmanlı imparatorluğu\'nun yıkıntılarının üzerine Türkiye\'nin kurulduğu yıllardaki durumuna ilişkin sözlerdi bunlar. Yeni kurulan devlette her şey ülkenin birliğini korumaya odaklanmıştı. Ancak devlet kurucusu Atatürk\'ten beri Erdoğan\'dan başka hiçbir başbakan siyaseti eski zamanlarda olduğu gibi evlerin duvarlarındaki afişlerle, dokunaklı şarkılarla bu denli kişiselleştirmeye cesaret edememişti. Bu kişiselleştirmeyi insanlar kabul etti: Erdoğan AKP\'nin kendisi, AKP Erdoğan\'ın kendisi - o olmasa AKP sadece bir parti olurdu.
Destekçileri ona hayran. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kendilerine söyleyen bir baba figürü istiyorlar. Onlar için daha iyi bir yaşama dair sözünü tuttuğu için ona güveniyorlar. Başbakan onların başbakanı. O onlar gibi. Atatürkçülerin eskiden dindarları laikliğe yönlendirme çabaları destekçilerine olduğu gibi Tayyip Erdoğan\'a da sıkıntı vermişti. Atatürk\'ün devletini kesinlikle sorgulamayan, sakalsız, Kuransız iyi Türkler olmalarını istiyorlardı. Erdoğan bu eski düzene karşı çıkınca, düzen geri vurdu. istanbul\'un belediye başkanı olduğu halde cezaevine girmek zorunda kaldı. Dini-milliyetçi bir şiiri okuması yeterli olmuştu. Osmanlı düşünür Ziya Gökalp\'e ait olan \"Asker Dua-sı\" şiirinin satırlarını şöyle değiştirmişti: \"Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız.\"
Bundan dört yıl sonra kendisini hükümetin zirvesinde buldu. Ondan önceki hükümet binyılın başlarında ülkeyi derin bir ekonomik krize sürüklemişti. işte bu Erdoğan\'ın fırsatıydı. Başbakan oldu. Her seçimde giderek daha da yükseldi hatta 2011\'deki genel seçimlerde salt çoğunluğu elde etti. Kibirli olmasına yol açan belki de bu başarıydı. Bir zamanlar eski düzende sıkıntılar yaşayan Erdoğan bu defa eğiten kişi oldu. Halka alkol, kürtaj, sezaryen, kızlı-erkekli öğrenci evleri ve hatta kadın başına doğurulmasını istediği çocuk sayısına dair buyruklar belirliyordu. Erdoğan, artık ulusun babasıydı.
En aşağılardan en yükseklere çıkan birisi o. Çocukluğunu geçirdiği yoksulların mahallesi Kasımpaşa, meyhanelerin, kulüplerin, alışveriş pasajlarının pırıltılı hayatlarından hiç de uzak değil. Şüphesiz kabadayıca bir duruşu, sözünü geçirmeyi öğreten bir semt. Eve birkaç lira getirebilmek için çocukken simit satmak zorunda kalmış. Erdoğan futbolcu olmak istemiş ama babası izin vermemiş. Bugün \"Kasımpaşa Spor Kulübü\"nün stadı onun adını taşıyor.
Kasımpaşa\'nın kralı Erdoğan herkese kim olduğunu gösterdi. Zirveye kadar yükselmeyi başardı ama \"onunkiler\"i unutmadı. Yükselişinin getirdiği gururu ve onuru onlara da aktardı. Eski elit kesim gibi yukarıdan bakmak yerine onlara kucak açtı. Bu sebepten olacak ki, Almanya ziyaretlerinde Almanyalılar stadyumları dolduruyor. O yükselişte olanların kahramanı.
Bütün bu başarılar Tayyip Erdoğan\'ı, yükselişini engelleyebilecek kişilere karşı daha üstün değil daha ziyade aç ve öfkeli yaptı. Hiddetini ister yurt içindeki, isterse yurt dışındaki düşmanlara yöneltsin, hiç fark etmiyor, destekçileri bu öfkeden, sert duruştan hoşlanıyorlar. israil\'e karşı mesela. Davos\'taki Dünya Ekonomi Forumu\'nda Şimon Peres\'i bir öfke nöbetinde Gazze\'deki sivillerin ve çocukların ölümünü göze almakla suçlaması tarihe geçti. Öfkesi en şiddetli şekilde ise \"sevgili halkı\" arasında minnettar olmayanları vuruyor. Geçen yazın protestocularını mesela. Daha iyi bir Türkiye\'yi onlar için de yaratmamış mıydı? Onlarsa sanki ikinci bir Mısır\'dalarmış gibi davranıyorlardı!
Öfkesi eskiden arkadaş olduğu Beşşar Esad\'ı da vurdu. Daha 2008 yılında eşleriyle birlikte tatil yapmışlardı, ekonomik ilişkiler gelişmiş, Suriye Türkiye için yeni bir dış politikanın sembolü haline gelmişti: Komşularla sıfır sorun. Ama tüm komşular en nihayetinde Türkiye’nin asıl yüzüyle tanışacaktı: Herkese sözünü geçiren, bölgenin süper gücü. Sonra birdenbire Şam\'daki hain kendi halkına ateş açarak ve Kürtlerle iki yüzlü ayak oyunları yaparak her şeyi berbat etti. Kendi ülkesindeki Kürtleri ezerken Türkiye\'dekileri destekledi. PKK lideri Abdullah Öcalan daha önce Esad\'a sığınmıştı. Erdoğan, Suriye halkından yana duruş sergileyen ilk liderlerden biri olurken bunu hatırlamış olmalı. Başbakan o zamanlar şöyle söylemişti: \"Bunu affetmeyeceğim. Bunun hesabını verecek.\" Esad\'ı da eğitememişti.
Tümünü Göster