1. 51.
    0
    devam 30

    Müslüman coğrafyacılara göre, Uygur mülkü Türk devletlerinin en geniş olanıydı. ibn al-fakîh “Eskiden Türkistan’ın tamdıbının kağanları Toghuzguz’dan idi” der. Bu kağanlığa, yani onların yönettiği göçebe imparatorluğa işarettir. Devletleri, Moğolistan ve Türkistan bölgelerini kapsayıp, kuzeyde Kimek topraklarına, Altay bölgesine ve Yenisey’deki Kırgız arazisine ve batıda Orta Asya’daki Karlukların sınırına kadar uzanıyordu. 821 civarında Uygurları ziyaret eden Tamîm b. Bahr, “Onların başkenti büyük bir şehirdir; tarımda zengindir; hep ekili bahçelerle birbirine uzanan köylerle çevrilidir. Halkı içinde Zındıklar (Maniheistler) çoğunluktadır…” demektedir.
    ···
  2. 52.
    0
    dinleyen yok lan..
    ···
  3. 53.
    +1
    devam 31 (türk hangi dinden olursa olsun sonuna kadar sahip çıkmış, diğer ırklar gibi kaçmamıştır..)

    Dinlerin kavimlerin tabiatı üzerinde olduğu gibi kavimlerin de dinler üzerinde tadil edici tesirlerde bulunduğu tarihi bir hakikattir ve sosyolojik kanunlara uygundur. Nitekim X. Asır islam kaynakları, Uygurların daha küçük bir devlet iken bile, kendi dindaşları Maniheistleri himaye maksadı ile Samanileri tehdit edebilecek bir kudrette olduğunu belirtmişlerdir. Zira Kağanın, 12.000 kişilik bir ordusu ve her biri 13.000 kişilik orduyu komuta eden on yedi komutanı vardı. Bu kuvvetler kadın askerleri de içeriyordu.
    ···
  4. 54.
    0
    devam 32 (kaşgarlıya göre uygurlar..)

    Kaşgarlı Mahmud’a göre de Uygurlar çok iyi savaşçı ve ok atmada ustadırlar. Çin elçisi Wang-Yen-Te, X.Yüzyılın sonlarında Uygur ülkesine yapmış olduğu seyahat sırasında Uygurların ilkbaharda gruplar halinde seyahat ettiklerinden ve at üstünde giderken bile çeşitli varlıklara yay çekerek ok attıklarından bahsetmektedir.
    ···
  5. 55.
    0
    devam 33 (uygur şehirleri..)

    Uygurların kültür hayatı, asrımızda Doğu Türkistan’da ingiliz, Fransız, Alman ve Ruslar tarafından yapılan ilmi taharriyat neticesinde iyice aydınlanmıştır. Uygurlar, 840 yılında Orhun sahasından ayrılıp Beşbalık ve Koço mıntıkalarına yerleşmişlerdir. Gardizi gibi islam coğrafi menbalarında zikredilen Uygur şehirleri, Çin kaynaklarında da anılmaktadır. Hafriyatta bulunan Uygurca yazılar ise, daha birçok kasaba isimlerini meydana koymuştur. Yine Kaşgarlı Mahmud, bazı şehir isimlerini Divân-u Lügâti’t-Türk eserinin “Kesdi” maddesinde şöyle vermiştir; “Bu ülkede beş kent vardır, bu kentlerde yaşayan halklar kafirlerin (maniheist) en güçlüleri ve en iyi okçularıdır; bu kentler Zülkarneyn’in yaptırdığı Sulmı, Qoço, Canbalıq, Beşbalıq, Yangı Balıq’tır.”
    ···
  6. 56.
    0
    devam 34

    981’de Uygur Han’ı Arslan Han’a gelen Çin elçisi Van-Yen-Di de Beşbalıktaki saray hayatını, teşrifatı, müneccimlerin nüfuzunu, mugibinin Uygur camiasındaki büyük rolünü bir bir anlatır. Burada altın, gümüş ve bakırdan güzel sanat eserleri vücuda getirilirdi. Ziraat işleri de çok mükemmeldi. Yer altından geçirilen kanallar (kehrizler) vasıtasıyla iskân olunan bu ülkede muhtelif hububat ve pamuk yetiştirilirdi.
    ···
  7. 57.
    0
    DEVAM 35

    Uygurların Orhun Kağanlığı dönemi boyunca hayvan besleme ve hayvansal üretimle ilgili diğer faaliyetler (tarım sektörü ve madencilik de dahil), Uygur ekonomisinin temelini teşkil ediyordu. At gördüğümüz gibi, Çin ile ticari takası yapılan en önemli mallardan biriydi. At ticaretinin Çin kaynaklarına yansıyan bir kısmında, bu konudan şöyle bahsediliyor; “imparator Tai-tsung zamanında Hui-hoların (Uygurlar) hükümdarı imparatorluk sülawlesiyle evlilik bağına sahipti. Hui-holar her yıl 100.000 at gönderiyordu. Buna karşılık imparator onlara bir milyondan fazla ipek veriyordu; yani 1’e 10. Bu yüzden Çin maliyesi o kadar zayıfladı ki, hükümet her yıl Hui-holara borçlandı.”
    ···
  8. 58.
    0
    DEVAM 36

    Uygurlar aynı zamanda hem Orhun, hem de Doğu Türkistan devletlerinde kürk ticaretlerinde ama kesinlikle aracı ve belki ilk üretici, yani avcı olarak rol oynamışlardır. Uygur memleketinin samuru Çin’de meşhurdu. Orhun bölgesinin samuru meşhur olmalı ki bununla ilgili Gök Türk abidelerinde de şöyle bir bölüm vardır; “Bunça budun saçın kulkakın […b]ıçdı. Edgü özlük atın kara kişin kök teyengin sansız kelürüp kop katı.” Yani “Bunca millet saçını kulağını …kesti. iyi binek atını, kara samurunu, mavi sincabını sayısız getirip hep bıraktı.”
    ···
  9. 59.
    0
    DEVAM 37

    Orhun’daki başkent Ordubalık-Karabalsagun, Tamîm b. Bahr tarafından “Büyük şehir, tarımda zengin” diye betimlenir. Burası aynı zamanda bir elişi ürünler merkezi haline gelmişti. Bunun, kendi göçebe veya yarı göçebe hayat tarzlarını korurken, kentsel kültür ve üretimden yararlanmak isteyen Uygur kağanlarının maksatlı bir siyaseti olduğu anlaşılıyor. Barfield’in öne sürdüğü gibi, T’ang’lardan yağmalanan ve gasp edilen zenginlikle finanse edilen bir kere kurulmuş bulunan kentler, tarımsal ve aynı zamanda tüccar ve zanaatçı nüfusu celbetmiştir. O dönemin ticari işleri ile ilgili bir terim olan “qamdu” ise Kaşgarlı Mahmud tarafından şöyle açıklanmıştır; “Dört arşın boyunda, bir karış eninde bir kumaş parçası. Üzerine Uygur hakanının damgası vurulmuştu ve ticari işlemlerde kullanılırdı. Kumaş eskidiği zaman yamanır, yıkanır ve üzerine yeniden damga vurulurdu; bu işlem her yedi yılda bir gerçekleştirilirdi.”
    ···
  10. 60.
    0
    DEVAM 38 (UYGUR iNSANLARI..)

    Uygurlar ahlak itibariyle de mükemmel insanlardı. Samimi bir medeni camia teşkil ediyorlardı. Kadınların cemiyetteki mevkii yüksekti. Diğer Türkler gibi Uygurlar da din meselesinde müsamahalı idiler. Burada Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık ve Şamanlık yerleşmişti. Mutarrız vaziyeti dolayısı ile kendisine karşı uyanık bulunmayı icap ettiren islamiyet’ten de birçok şeyler almışlar, Cuma günü bayram eder ve ibadetlerden önce abdest alırlardı. Mabedleri ve manastırları çoktu. Bunlar rahiplerle dolu idi. ilim de iyi inkişaf etmişti. Çin usulünce kitap basma sanatı da girmişti.
    ···
  11. 61.
    0
    DEVAM 39 (ÖNEMLi BiLGiLER..)

    ,Uygur ülkesinde bulunan ibadethane ve manastırların harabelerinde keşfolunan çok zengin duvar resimleri ve minyatürler, bize bunların tekmil medeni hayatını canlı olarak göstermektedir ki kısmen neşrolunmuş, kısmen de Berlin, Paris, Londra, Leningrad ve Kalküta müzelerine getirilmiş bulunmaktadır.
    Bulunan yazma eserler içinde Sanskritçe, Farsça, Çince ve Tokharca’dan tercümeler (bilhassa dini eserler arasında) çok idi. Tıbba, hukuka ve tarihe ait eserler de bulunmuştur. Tarihi eserler arasında Gök Türklerin meşhur devlet adamı Tonyukuk’a, Uygur hakanı Böğü Kağan’a ve Çinli seyyah Hiuen-Tshang’a ait tarihi eserlerin parçaları bulunmuştur. Bunlardan başka, birçok ticaret vegibaları, Hanların fermanları ve pasaportlar ele geçmiştir. Bu eserlerin hepsi Uygurcadır; fakat arada Manihai Uygurların Manihai harflerle, Hıristiyan Uygurların Süryani harfleriyle yine Türkçe olarak yazdıkları eserler de vardır.
    ···
  12. 62.
    0
    DEVAM 40 (TÜRK DiLiNiN ETKiSi..)

    Uygurca Orta Asya’da edebi ve resmi lisan olarak o derece yükselmiştir ki uzun müddet devletler arası münasebetlerde de diplomatik dil halini almıştı. Nitekim 1027 senesinde Uygur ve Kıtay Hanından, Gazneli Sultan Mahmud’a gelen elçi Türk usulü ve taksimine göre Uygurca yazılı bir mektup getirmişti ki bunun Arapça tercümesi günümüze kadar gelmiştir. Kaşgarlı Mahmud da kadim zamanlardan bugüne değin, Kaşgar’dan, yukarı Çin’e kadar bütün Türklerin, hakan ve sultanların Uygurca kullandıklarını, Çinli ve diğer şark kavimlerinin de mektuplarını bu yazı ile Türklere yazdıklarını ve oralarda şehirlilerin Türkçe bildiğini söylemekle Uygurcanın ne derece yaygın bulunduğunu belirtir. Harezmşahlar da şark Türkleri ile Uygurca (Hatt-ı Uygurî) yazılarla muhaberatta bulunurlardı. Bu durum Uygurcadan kalan pek çok eser ve vegibanın meydana çıkması, Karahanlılara ait ilk eserlerin de Uygurca yazılması sebeplerini gösterir. Moğollar zamanında ise Uygurca islam dünyasında da çok yayılmış bulunuyordu. Uygur ülkesinde Gök Türk yazısının kalemle kitap yazmada bile kullanıldığını gösteren eserler de hafriyat esnasında bulunmuştur. Umumiyetle Türk edebi dilinin büyük bir kudretle yaşatıldığı memleket Uygur ülkesi olmuştur. Manihai Uygurlar çok sade ve temiz Türkçe yazmışlar; Uygur halk edebiyatından da numuneler kalmıştır ki bunlar ve Kaşgarlı Mahmud’da bulunan bu nevi parçalar sayesinde Radloff’un önce Altaylarda bulup tespit ettiği eski tip Türk Milli şiiri ve vezni, bugün tam olarak meydana çıkmış bulunuyor.
    ···
  13. 63.
    0
    zigara molası.. zaten gibleyen yok..
    ···
  14. 64.
    0
    devam 41 (uygurların varlığğı)

    Uygurların siyasi ve kültürel varlıklarından bahsettikten sonra efsanelerine ve menşelerine de değinmek gerekir. islam kaynakları Uygur, Karahanlı ve Selçuklu hanedanlarının Afrasyab’a mensup olduklarını ifade ederlerken bu münasebetle, onu tarihi ve milli ananeye uygun olarak Oğuz Kağan ile birleştirmişlerdi. Türklerin Afrasyab’a “Alp Er Tunga” dedikleri rivayeti bazı islam kaynaklarına “Tunga Alp” şekli ile geçmiştir.
    ···
  15. 65.
    0
    devam 42 (uygur efsaneleri)

    Uygurlar bu kadar çeşitli kültür varlıklarına sahip olmalarının yanı sıra muazzam destanları ile de milli varlıklarını ortaya koymuşlardır. Bu efsanelerin başında “Uygur Türeyiş Destanı”, diğer adı ile “Bozkurt Destanı” gelir.
    ···
  16. 66.
    0
    devam 43 (destan)

    Efsaneye göre, vaktiyle Hun kağanının iki güzel kızı varmış. Kızlar öyle güzelmiş ki, kağan onları insanoğluyla evlendirmeye kıyamamış ve Tanrıyla evlendirmeye karar vermiş. Kızlarını insanlardan uzak tutmak için ülkesinin kuzey bölgesinde insan ayağı basmamış yere yüksek bir kale yaptırmış ve kızlarını oraya yerleştirmiş. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra anneleri kızlarını görmek istemiş ama kağan insanların kızlarıyla görüşmesinin yanlış olacağını belirterek izin vermemiş. Daha sonra kale çevresinde bir erkek kurt peyda olmuş ve kale surunun dibini kazarak, orayı kendine mesken edinmiş. Kızların küçük olanı kaleden çıkıp kurtla evlenmek istemiş, fakat ablası “Kurt bir hayvandır, bir hayvanla nasıl evlenirsin? Böyle yaparsan atalarımızın şerefini lekelemiş olursun.” demiş. Ama o, “O kurt değil, kurt kılığına bürünmüş bir Tanrıdır, ben onunla evleneceğim.” Diyerek aşağı inmiş ve kurtla çiftleşip çocuklar doğurmuş. Bu çocuklar zamanla çoğalmışlar ve onların torunları ‘yüksek tekerlekli arabalılar’ diye adlandırılmış. işte Uygurlar böyle ortaya çıkmıştır.
    ···
  17. 67.
    0
    devam 44 (diğer bir destan..)

    Bir diğer rivayet ise şöyledir:
    “Türkler, Hunların özel bir boyudur. Soyadları A-şi-na’dır. Önce Hunlardan bağımsız bir kabile oldular, daha sonra bir komşu ülkenin saldırısına uğradılar. On yaşında bir oğlan çocuğuna varıncaya kadar bütün kabile kılıçtan geçirilerek yok edildi. Düşman askerleri oğlanın daha çok küçük olduğunu görünce onu öldürmeye yürekleri el vermedi. Sonunda ayaklarını keserek, üzeri otlarla kaplı bir bataklığın içine attılar. Bataklığın içinde bir dişi kurt vardı. Çocuğu etle besledi. Böylece oğlan çocuk serpildi, büyüdü; dişi kurtla ilişkiye girdi, kurt ondan hamile kaldı. Komşu devletlerin kralı gencin hala sağ olduğunu öğrenince, onu öldürmeleri için adamlarını yeniden oraya gönderdi. Gelenler, gencin yanında dişi kurdu görünce, onu da öldürmek istediler. Bunun üzerine dişi kurt, Turfan devletinin kuzeyindeki bir dağa kaçıp gizlendi. Dağda bir mağara vardı, mağaranın içinde üzeri otlarla kaplı alabildiğine geniş bir ova uzanıyordu. Yüzlerce li genişliğindeki ova, dağlarla çevriliydi. Dişi kurt dağlara saklandı. Orada on erkek çocuk dünyaya getirdi. Oğlanlar büyüyünce mağaradan çıkarak dışarıdaki kadınlarla evlendiler. Onlar da çok sayıda çocuk dünyaya getirdiler. Her nesil kendine bir soyadı aldı. Biri kendine A-şi-na adını verdi. Onun çocukları ve çocuklarının çocukları giderek çoğaldılar ve yüzlerce aile oldular. Birkaç nesil sonra Avarların tebaalığına girip, onlara hizmet etmek üzere mağaradan dışarı çıktılar. Altayların güney yamacında yaşamaya başladılar ve Avarların hizmetinde demirci ustası olarak çalıştılar.”
    ···
  18. 68.
    0
    devam 45 (benzerlikler... )

    Yukarıdaki rivayetlerin aralarındaki küçük farkları nazar-ı itibare almazsak, genel olarak birbirlerine benzedikleri görülmektedir. Kurt, Uygurların kökenleriyle ilgili efsanede “baba” olarak gösterilirken, Türklerin kökeniyle ilgili rivayette “ana” olarak gösterilmektedir ki, bu benzerlik ve farklılıklar birbirlerinin ekgibliklerini tamamlamaktadır.
    ···
  19. 69.
    0
    devam 46

    Bu rivayetlerde atalarımız kurdu bir hayvan olarak değil, kurt kılığına bürünmüş bir Tanrı gibi göstermek suretiyle kökenlerini ilahi bir kaynağa bağlamaktadırlar. Bu rivayetler, ilkel Hun toplumunun anaerkil ve babaerkil akrabalık dönemine aittir. Türklerin ana adı olan “Asina” (Aşina, Açina) yı, kabile adı olarak kullanmaları da bunun delilidir. Türkler ve Uygurlar devletlerini kurduklarında bayrakları kare şeklinde mavi kumaştandı ve tam ortasında doğu yönüne bakan altın bir kurt başı yer alıyordu. Türkler ve Uygurlar saray muhafızlarına da kurt (böri) diyorlardı. XI. Yüzyılda yaşayan Çin tarihçisi Wu Yang-Xiu’da ise şu satırlar var; “Uygurların ataları Hunlardır. Onlar genelde yüksek tekerlekli arabalarla seyahat ediyorlar. Yen-Wei döneminde yüksek tekerlekli arabalılar (kao-kui) veya Chi-le Turalar denmeye başlandı.”
    ···
  20. 70.
    0
    devam 47 (sona doğru.. sonuç 1)

    Hiç şüphesiz Türk tarihinde bir dönüm noktası inşa eden Uygurlar, gerek yaşam biçimleri, gerek yaptıkları ile hakim oldukları çağa damga vurmuşlar ve ardında yüzlerce eser bırakarak tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçmenin de bunun Uygurlar üzerindeki etkisi yadsınamaz. Karabalsagun kitabelerindeki ifadeler ile örnekleyecek olursak “Kan dökülen ve savaş yapılan bu topraklarda, şimdi barış mı olacak?” sorusunun cevabını en güzel şekilde, yine Uygurların kendisi vermişlerdir. Bulundukları yerleri sanat ve kültür cennetine çevirmişler, mabedler, evler inşa etmişler, resim, heykelcilik, müzik ve minyatür sanatları ile uğraşmışlar ve en önemlisi ticarette ve tarımda çağının en ihtişamlı örneğini teşkil etmişlerdir. Tabi ki bütün bunların başlıca sebepleri Maniheizmin olmuştur. Ancak bu dinin savaşa ve hayvansal gıdalara karşı çıkması, Uygurları eski, muazzam savaşçı günlerinden alıp uzaklara zütürmüş, kaybettikleri hareket ve hız mefhumu sebebi ile kimi zaman tehlikelere en açık noktada bulunmuşlardır.
    ···