-
1.
0okutacağım tamdıbını okuduktan sonra hala inanmayan varsa gelin konuşalım
EVRENiN GENiŞLEMESi
Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)
Yukarıdaki ayette geçen "sema (gök)" kelimesi Kuran'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir.
20. yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, "evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği" şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak "genişlediğini" ortaya koydu.
Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, 20. yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar. Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Bu buluş astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır. Hubble bu incelemeler sırasında yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble'ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma fark edilmişti. Kısacası yıldızlar sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar. Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli "genişleyen" bir evren anldıbına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı.
SICAK DUMANDAN YARATILIŞ
Bugün bilim adamları yıldızların dumandan -sıcak bir gaz bulutundan- oluşumunu gözlemleyebilmektedirler. Sıcak gaz kütlesinden oluşum, aynı zamanda evrenin yaratılışı için de geçerlidir. Kuran'da da evrenin yaratılışı, bu bilimsel bulguları tasdik edecek şekilde tarif edilmiştir:
... Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "isteyerek veya istemeyerek gelin." ikisi de: "isteyerek (itaat ederek) geldik" dediler. (Fussilet Suresi, 10-11)
Yukarıdaki ayette geçen "duman" ifadesi, Arapçada "duhanun" kelimesidir. Ve bu kelime söz konusu kozmik ve sıcak bir dumanı tarif etmektedir. Katı maddelere bağlı uçan parçacıklar içeren, sıcak gaz halinde bir kütle olan bu duman şekli, ayette geçen kelimeyle tam olarak tarif edilmektedir. Görüldüğü gibi Kuran'da evrenin bu aşamadaki görünümünü tarif eden en uygun kelime kullanılmıştır. Bilim adamları ise evrenin, duman halindeki sıcak bir gaz kütlesinden oluştuğunu 20. yüzyılda keşfetmişlerdir.
EVRENiN VAROLUŞU
20. yüzyılın ortalarına dek hakim olan görüş, evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi. "Statik (durağan) evren modeli" adı verilen bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildi.
Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez bir maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir Yaratıcının varlığını da reddediyordu. Oysa 20. yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalistlere zemin sağlayan durağan evren modeli gibi ilkel anlayışları kökünden yıkmıştır.
21. yüzyılın başlarında olduğumuz şu dönemde, evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla var olduğu modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlanmış durumdadır. Ayrıca, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği de saptanmıştır. Bugün bu gerçekler bütün bilim dünyası tarafından kabul edilmektedir.
Kuran-ı Kerim'de evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır:
O gökleri ve yeri yoktan var edendir... (Enam Suresi, 101)
Kuran'da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Başta da belirttiğimiz gibi astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. "Büyük Patlama", orijinal adıyla "Big Bang" teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır.
Big Bang'den önce madde diye bir şey yoktur. Maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı, tamamen metafizik olarak tanımlanabilecek bir yokluk ortamında, madde, enerji ve zaman bir anda yaratılmıştır. Modern fiziğin ortaya koyduğu bu büyük gerçek, Kuran'da bize 1400 yıl önceden haber verilmektedir.
-
2.
0EVRENiN SONU VE BIG CRUNCHTümünü Göster
Evrenin yaratılışı, önceki konuda da belirttiğimiz gibi Big Bang denilen büyük bir patlama ile başlamıştır ve o zamandan beri evren genişlemektedir. Bilim adamları evrenin kütlesi yeterli miktara ulaştığında, çekim kuvvetleri nedeni ile bu genişlemenin duracağını ve bunun evrenin kendi içine çökmeye, büzülmeye başlamasına sebep olacağını bildirmektedirler.
Büzülen evrenin de, sonunda "Big Crunch" (Büyük Çöküş) denilen çok yüksek bir ısı ve sıkışma ile sonuçlanacağını ifade etmektedirler. Bu ise, bildiğimiz tüm yaşam şekillerinin yok olması anldıbına gelmektedir. Stanford Üniversitesi'nde fizik profesörü olan Renata Kallosh ve Andrei Linde'nin bu konu ile ilgili yaptığı açıklamalar ise şöyledir:
Evrenin akıbeti küçülmeye ve yok olmaya doğru gidiyor. Gördüğümüz ve daha uzaklardaki göremediğimiz herşey bir protondan bile küçük bir nokta şeklinde küçülecek. Sanki kara delik içindeymişsiniz gibi... Kara enerjinin en iyi tarifinin şu açıklama olduğunu bulduk: Aşama aşama negatif hale gelen bu kara enerji, evrenin dengesinin değişmesine sebep olacak ve büzülüp çökecek... Fizikçiler kara enerjinin, negatif enerjiye dönüşeceğini ve evrenin yakın bir gelecekte büzüleceğini biliyorlar... Fakat bugün görüyoruz ki, biz bu olayın başlangıcında değiliz, ama evrenimizin hayat sirkülasyonunun ortasında olabiliriz.
Big Crunch olarak ifade edilen bu bilimsel varsayıma, Kuran'da şöyle işaret edilmektedir:
Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, Bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette, Biz yapıcılarız. (Enbiya Suresi, 104)
Bir başka ayette ise göklerin bu durumu şöyle tarif edilmektedir:
Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (Zümer Suresi, 67)
Big Crunch teorisine göre başlangıçta olduğu gibi önce yavaşça, fakat gittikçe hız kazanarak evren çökmeye başlayacaktır. Tüm bunların devamında ise, evren sonsuz yoğunluk ve sonsuz ısıda, sonsuz küçüklükte bir nokta haline gelecektir. Tarif edilen bu bilimsel teori, Kuran ayetleri ile paralellik içindedir. (En doğrusunu Allah bilir.)
GÜNEŞ'iN GiDiŞ iSTiKAMETi
Kuran'da Güneş ve Ay'dan bahsedilirken her birinin belli bir yörüngesi olduğu vurgulanır:
Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor. (Enbiya Suresi, 33)
Yukarıdaki ayette geçen "yüzme" kelimesi Arapçada "sabaha" olarak ifade edilir ve Güneş'in uzaydaki hareketini anlatmak üzere kullanılmaktadır. Bu kelime Güneş'in uzayda hareket ederken kontrolsüz olmadığı, ekseni üzerinde döndüğü ve dönerken bir rota izlediği manasındadır. Güneş'in sabit olmadığı belli bir yörüngede yol almakta olduğu, bir başka ayette de şöyle bildirilmektedir:
Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan, bilenin takdiridir. (Yasin Suresi, 38)
Kuran'da bildirilen bu gerçekler, ancak çağımızdaki astronomik gözlemlerle anlaşılmıştır. Astronomi uzmanlarının hesaplarına göre Güneş, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı doğrultusunda saatte 720.000 km'lik muazzam bir hızla hareket etmektedir. Bu, kabaca bir hesapla, Güneş'in günde 17 milyon 280 bin km yol katettiğini gösterir. Güneş'le birlikte onun çekim sistemi içindeki tüm gezegenler ve uyduları da aynı mesafeyi katederler.
DAĞLARIN HAREKET ETMESi
Bir ayette dağların göründükleri gibi sabit olmadıkları, sürekli hareket halinde bulundukları şöyle bildirilmektedir:
Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler... (Neml Suresi, 88)
Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yer kabuğunun hareketinden kaynaklanır. Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. ilk olarak 20. yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların Dünya'nın ilk dönemlerinde birarada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştü.
Ancak jeologlar, Wegener'in haklı olduğunu onun ölümünden 50 yıl sonra yani 1980'li yıllarda anlayabildiler. Wegener'in, 1915 yılında yayınlanan bir makalesinde belirtmiş olduğu gibi; yeryüzündeki kara parçaları yaklaşık 500 milyon yıl önce birbirlerine bağlılardı ve Pangaea ismi verilen bu büyük kara parçası Güney Kutbu'nda bulunuyordu. Yaklaşık 180 milyon yıl önce Pangaea ikiye ayrıldı. Farklı yönlere sürüklenen bu iki dev kıtadan birincisi Afrika, Avustralya, Antartika ve Hindistan'ı kapsayan Gondwana idi. ikincisi ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Hindistansız Asya'dan oluşan Laurasia idi. Bu bölünmeyi izleyen yaklaşık 150 milyon yıl içindeki çeşitli zamanlarda Gondwana ve Laurasia daha küçük parçalara ayrıldılar.
işte Pangaea'nın parçalanmasıyla ortaya çıkan bu kıtalar sürekli olarak kara ve deniz arasındaki dağılımı değiştirerek, yılda birkaç santimetrelik hızlarla Dünya yüzeyinde sürüklenmektedirler.
Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Allah dağların hareketini ayette "sürüklenme" olarak bildirmiştir. Nitekim bilim adamlarının bugün bu hareket için kullandıkları ingilizce terim de "continental drift" yani "kıtasal sürüklenme"dir.
Kıtaların kayması Kuran'ın indirildiği dönemde gözlemlenemeyecek bir bilgidir ve Allah ayette geçen "dağları görürsün de, donmuş sanırsın" ifadesiyle insanların bu konuyu ne şekilde değerlendireceklerini önceden bildirmiştir. Ancak bunun ardından bir gerçeği açıklamış ve dağların bulutların sürüklendikleri gibi sürüklendiklerini haber vermiştir. Görüldüğü gibi ayette dağların bulunduğu tabakanın hareketliliğine açıkça dikkat çekilmiştir. -
3.
0DAĞLARIN GÖREViTümünü Göster
Kuran'da dağların önemli bir jeolojik işlevine dikkat çekilmektedir:
Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık... (Enbiya Suresi, 31)
Dikkat edilirse ayette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici özelliğinin olduğu haber verilmektedir. Kuran'ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır.
Eskiden dağların sadece yeryüzünün yüzeyinde kalan yükseltiler olduğu düşünülmekteydi. Ancak bilim adamları dağların sadece yüzey yükseltileri olmadıklarını, dağ kökü adı verilen kısımları ile kimi zaman kendi boylarının 10-15 katı kadar yerin altına doğru uzandıklarını fark ettiler. Bu özellikleriyle dağlar, tıpkı bir çivinin ya da kazığın çadırı sıkıca yere bağlamasına benzer bir role sahiptir. Örneğin zirvesi yeryüzünden yaklaşık 9 km yukarıda olan Everest Dağı'nın 125 km'den fazla kökü vardır.
Amerikan Bilim Akademisi Başkanı olan Frank Press'in, dünya çapında pek çok üniversitede ders kitabı olarak okutulan Earth (Dünya) adlı kitabında, dağların kazık şeklinde oldukları ve yeryüzüne derinlemesine gömülü oldukları ifade edilmektedir. Kuran ayetlerinde ise, dağların bu işlevine, "kazık" benzetmesi yapılarak şöyle işaret edilir:
Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? (Nebe Suresi, 6-7)
Görüldüğü gibi, modern jeolojik ve sismik araştırmalar sonucunda keşfedilen dağların çok hayati bir işlevi, yüzyıllar önce indirilmiş olan Kuran-ı Kerim'de Allah'ın yaratmasındaki üstün hikmete bir örnek olarak verilmiştir. Bir ayette şöyle buyrulur:
... Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı... (Lokman Suresi, 10)
DENiZLERiN BiRBiRiNE KARIŞMAMASI
Denizlerin, araştırmacılar tarafından çok yakın bir geçmişte tespit edilen bir özelliği, Kuran'ın Rahman Suresi'nde şöyle bildirilir:
Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. ikisi arasında bir engel vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler. (Rahman Suresi, 19-20)
Birbirine açılan fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin ayette bildirilen bu özelliği, okyanus bilimciler tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. "Yüzey gerilimi" adı verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya çıkmıştır. Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, adeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller.
Elbette ki insanların, fizikten, yüzey geriliminden, okyanus biliminden haberdar olmadıkları bir devirde bu gerçeğin Kuran'da bildirilmiş olması son derece dikkat çekici bir durumdur.
GERi DÖNDÜREN GÖK
Kuran-ı Kerim'de, Tarık Suresi'nin 11. ayetinde gökyüzünün "geri döndürücü" özelliğinden şöyle bahsedilir:
Dönüşlü olan göğe andolsun. (Tarık Suresi, 11)
Kuran meallerinde "dönüşlü" olarak tercüme edilen "rec'i" kelimesi, "geri çeviren" ya da "geri döndüren" anlamlarına gelmektedir.
Bilindiği gibi Dünya'yı çevreleyen atmosfer pek çok katmandan oluşur. Her katmanın, canlılığın yararına yönelik önemli bir görevi vardır. incelendiği zaman her tabakanın kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryüzüne geri döndürme özelliklerinin olduğu anlaşılmıştır. Burada atmosfer katmanlarının geri döndürme özelliğini birkaç örnekle inceleyelim.
Örneğin 13 ile 15 km yükseklikteki Troposfer tabakası, yeryüzünden yükselen su buharının yoğunlaşıp yağış olarak yere geri dönmesini sağlar. 25 km yükseklikteki Stratosferin alt tabakası olan Ozonosfer, uzaydan gelen radyasyon ve zararlı ultraviyole ışınlarını yansıtarak, yeryüzüne ulaşamadan uzaya geri dönmelerini sağlar. iyonosfer tabakası da yeryüzünden yayınlanan radyo dalgalarını bir uydu gibi yeryüzünün farklı bölgelerine geri yansıtarak, telsiz konuşmalarının, radyo ve televizyon yayınlarının uzak mesafelerden izlenebilmesini sağlar.
DEMiRDEKi SIR
Demir, Kuran'da dikkat çekilen elementlerden biridir. Kuran'ın "Hadid", yani "Demir" adlı suresinde şöyle buyrulur:
... Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik... (Hadid Suresi, 25)
Kelimenin, yağmur ve güneş ışınları için kullanılan "gökten fiziksel olarak indirme" şeklindeki gerçek anlamı dikkate alındığında, ayetin çok önemli bir bilimsel mucize içerdiği görülmektedir. Çünkü modern astronomik bulgular, Dünya'daki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur.
Sadece Dünya'daki değil, tüm Güneş Sistemi'ndeki demir, dış uzaydan elde edilmiştir. Çünkü Güneş'in sıcaklığı demir elementinin meydana gelmesi için yeterli değildir. Güneş'in 6000 0C'lık bir yüzey ısısı ve 20 milyon 0C'lik bir çekirdek ısısı vardır. Demir ancak Güneş'ten çok daha büyük yıldızlarda, birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda oluşabilmektedir. Nova veya Süpernova olarak adlandırılan bu yıldızlardaki demir miktarı belli bir oranı geçince, artık yıldız bunu taşıyamaz ve patlar. Demirin uzaya dağılması işte bu patlamalar sonucunda mümkün olur. -
4.
0iNSANIN SUDAN YARATILIŞITümünü Göster
Allah, her canlıyı sudan yarattı. işte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)
Canlıların ve insanın yaratılışı konusundaki ayetlere baktığımızda, bu yaratılışların mucizevi şekilde olduğunu açıkça görürüz. Bu mucizevi yaratılış şekillerinden biri, canlıların sudan yaratılmasıdır. Pek çok ayette açıkça ifade edilen bu bilgiye insanların ulaşmaları ise, yüzyıllar sonra mikroskobun icadı ile mümkün olmuştur.
Bugün en temel angiblopedilerde "Su, canlı maddenin en büyük öğesidir. Canlı organizmaların ağırlığının %50-90'ı sudur" ifadeleri yer almaktadır. Ayrıca bütün biyoloji kitaplarında bahsi geçen standart bir hayvan hücresinin sitoplazması (hücrenin temel maddesi) da %80 sudan oluşur. Sitoplazmanın analiz edilip bilimsel kayıtlara geçirilmesi, Kuran'ın indirilmesinden yüzyıllar sonra gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bugün bilim dünyasının kabul ettiği bu gerçeğin Kuran'ın indirildiği dönemde bilinmesi kuşkusuz ki mümkün değildi. Ancak buna rağmen insanların keşfinden 14 yüzyıl önce Kuran'da bu bilgiye dikkat çekilmiştir.
iiNSANDAKi ORGANLARIN GELiŞiM SIRASI
O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz. (Mü'minun Suresi, 78)
Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi. (Nahl Suresi, 78)
Yukarıdaki ayetlerde Allah'ın insana bahşettiği birtakım duyulardan bahsedilmektedir. Dikkat edilirse, Kuran'da bu duyulardan hep belli bir sıra ile bahsedilmektedir: Duyma, görme, hissetme ve anlama.
Embriyolog Dr. Keith Moore, Journal of Islamic Medical Association'da yayınlanan bir makalesinde, embriyonun gelişim sürecinde iç kulakların ilk halinin belirmesinden sonra gözün oluşmaya başladığını ifade etmektedir. Hissetme ve anlama merkezi olan beynin ise, kulak ve gözün ardından gelişimine başladığını söylemektedir.
Anne karnındaki çocuk fetus halindeyken, hamileliğin yirmi ikinci günü gibi erken bir dönemde kulaklar gelişir ve hamileliğin dördüncü ayında kulak tam olarak fonksiyonel hale gelir. Fetus bundan sonra annenin karnındaki sesleri duyabilir. Dolayısıyla yeni doğan bir bebek için işitme duyusu, diğer yaşamsal fonksiyonlardan önce oluşur. Kuran ayetlerindeki öncelik sırası bu bakımdan dikkat çekicidir.
ÜÇ KARANLIK EVRE
Kuran'da insanın anne karnında üç aşamalı bir yaratılışla yaratıldığı bildirilmektedir:
... Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır…(Zümer Suresi, 6)
Yukarıdaki ayette Türkçeye "üç karanlık içinde", "üç katlı karanlık içinde" olarak çevrilen Arapça "fi zulumatin selasin" ifadesi embriyonun gelişimi sırasında bulunduğu üç karanlık bölgeye işaret etmektedir. Bu bölgeler sırasıyla:
a) Batın duvarı karanlığı
b) Rahim duvarı karanlığı
c) Amniyon zarı karanlığıdır.
Görüldüğü gibi bugün modern biyoloji, bebeğin embriyolojik gelişiminin yukarıdaki ayette bildirildiği şekilde, üç farklı karanlık bölgede gerçekleştiğini ortaya koymuştur.
ÇAMURDAN YARATILIŞ
Allah Kuran'da insanın yaratılışının mucizevi bir biçimde olduğunu haber verir. ilk insan, Allah'ın çamuru şekillendirip insan bedeni haline getirmesi ve ardından bu bedene ruh üflemesiyle yaratılmıştır:
Hani Rabbin meleklere: "Gerçekten Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım" demişti. "Onu bir biçime sokup, ona ruhumdan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın." (Sad Suresi, 71-72)
Bugün insan dokuları incelendiğinde, yeryüzünde bulunan pek çok elementin insanın dokularında da bulunduğu ortaya çıkar. Canlı dokuların %95'i karbon (C), hidrojen (H), oksijen (O), nitrojen (N), fosfor (P) ve sülfür (S)'den oluşur ve canlı dokularda toplam 26 element bulunur. Görüldüğü gibi Kuran'da 14 asır evvel bildirilenler, modern bilimin bize söylediklerini -insanın yaratılışındaki malzeme ile toprağın içerdiği temel elementlerin ortak olduğu gerçeğini- tasdik etmektedir.. -
5.
0Şer-kötülük Allah’tan mı gelir?Tümünü Göster
Bu konuda eleştiri yapılmaya çalışılan Nisa Suresindeki iki ayettir. Önce bu ayetlere bakalım:
Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: “Tümü Allah’tandır.” Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya çalışmıyorlar? Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter. (4 Nisa Suresi - 78/79)
78. ayette tümü Allah katındandır derken, 79. ayete ise kötülüklerin kendinden olduğu bildirilmektedir. Bu iki mealde mana aynı gibi gözükürken, orijinal Arapçasında birbirinden farklı olarak geçen bir kelime vardır. 78. ayette tümü Allah’tandır derken burada Arapça “ indi” (tarafından) kelimesi geçer. Fakat yukarıda mealini verdiğimiz 79. ayette bu kelime geçmez. Bu kelime önemli bir anlam farkı ortaya çıkartır. Her şey Allah tarafından (indi Allah –indillah-) dır. Bu ayetlerin yerine doğru mealleri verilmiş kelimeleri koyduğumuzda var gibi görülen çelişkinin yok olduğu görülecektir.Her şey sonuçta Allah’ın dilemesi ve takdiriyledir. Başlara gelen kötülükler ise kendi elleriyle kazanılması sonucundadır. Örneğin bir insan elini ateşe soksa eli yanar. Elinin yanması Allah’ın yarattığı kanunlar gereğidir. Fakat elini yakan buna elini sokandır. Sorumluluk elini sokan insandandır; ama onun elini yakan bu doğa kanunlarını yaratan Allah’tır.
Hüküm gününde inkar edenlerin kitapları hangi tarafından verilir?
Cehennem ehlinin hesap günü kitaplarının verilmesiyle ilgili ayetlerde bir çelişki olduğu iddia edilmektedir. inşikak ve Hakka surelerindeki konuyla ilgili ayetler şöyledir:
Kimin de kitabı ardından verilirse, (84 inşikak Suresi, 10)
Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: “Bana keşke kitabım verilmeseydi.” (69 Hakka Suresi, 25)
inşikak suresinin 10. ayetinde kitabı ardından verilenlerden söz edilmektedir. Burada cehennem ehlinin kitabının arkalarından uzatıldığı anlaşılmaktadır. Hakka suresinin 25. ayetinde ise kitabın cehennem ehlinin sol ellerine verileceği söylenmiştir. Bu iki ayet arasında hiç bir çelişki yoktur. Birinde kitabın uzatıldığı yön olan ‘’arkalarından’’ söz edilmekte, diğerinde ise kitabın cehennem ehlinin sol ellerine verilmesinden söz edilmektedir. Yani cehennem ehlinin kitabı arkalarından uzatılarak sol ellerine verilecektir. Çelişki bir yana iki ayette söylenen ifadeler birbirini tamamlamaktadır.
MATEMATiKSEL MUCiZELER
Gün, günler ve ay kelimeleri
Kuran’da tekil olarak gün ( yevm) kelimesi tam 365 sefer geçer. Dünya güneş etrafındaki bir turu olan bir yıl yani 365 gündür. Gün kelimesinin çoğul kullanımı olan (eyyam, yevmeyn) kelimeleri ise tam 30 değer geçer. Kuran’da ay (senenin ayı anlamında) tam 12 sefer geçer. Bilindiği gibi bir sene 12 ay vardır. Gün kelimesi tüm çekimleriyle Kuran’da tam 475 sefer geçer. Bu 19’un tam 25 katıdır. Bu sayının 19 katı olmasının bir önemi vardır. Bunun dışında da 25 sayısının Güneş için ayrı bir önemi vardır. Dünya Güneşin etrafında bir yılda döndüğünde kendi ekseni etrafında 365 kere dönmüş olur. Güneş ise kendi etrafında bir yılda tam 25 sefer döner. Ayrıca 25’in katsayısı olan 19’un Güneş-Dünya-Gün kavramları bağlamında önemi vardır. Çünkü Dünya’nın, Güneş’in ve Ay’ın aynı hizaya geldiği Meton devri; 19 Dünya yılında bir oluşur.
Yani Güneş bir Meton devrinde 19×25= 475 defa kendi etrafında dönmüş olur.. Bu sayı tamı tdıbına gün kelimesinin tüm türevleriyle Kuran’daki geçiş sayısına eşittir. Dünya ve güneşin hareketleri ile Kuran’da gün, ay, kelimelerin tekrarlarının bu kadar ilişkili olması gerçekten tesadüf olarak düşünülemez. Bu tekrar sayıları ile Dünya ve Güneş’in hareketleri arasındaki uyum hesaplanması kolay fakat taklit edilmesi imkansız bir Kuran mucizesidir.
Karaların ve denizlerin oranı
“Deniz (bahr)” kelimesi Kuran’da 32 defa geçer. Kuran’da geçen “bahr” kelimesi deniz-ler gibi, göl, ırmak tipi büyük suları da ifade eder. “Kara (berr, yabas)” ifadesi ise Kuran’da 13 defa geçer. Eğer 32’nin 45’e oranını alırsak karşımıza %71,111 çıkar. Dünya üzerindeki karalarla denizlerin oranı da bu çıkan orandır. Dünya’nın %71’i sularla kaplıdır, %29’u ise karalarla kaplıdır.
Tekrar eden kelimeler
Kuran’da birbiriyle ilişkili bazı kelimelerin tekrar sayısına bakıldığında da ilginç bir sonuç ile karşılaşılmaktadır:
Kadın 23 kere
Erkek 23 kere
insan hücresinde 46 kromozom vardır. Erkek ve kadın üreme hücrelerinde ise 23’er kromozom vardır. Kuran’da kadın ve erkek kelimelerinin eşit geçmesinin yanında, üreme hücrelerinindeki kromozom sayısının da tekrar sayısı olan 23 olması oldukça dikkat çekicidir.
insan kelimesi Kuran’da tam 65 sefer geçer. insanın oluşumunda geçirdiği evreni tanımlayan kelimelerin Kuran’da geçiş sayıları da 65’tir.
Toprak (Turabun) 17 kere
Nutfe ( Nutfun) 12 kere
Embriyon ( alak) 6 kere
Bir çiğnemlik et (Medaa) 3 kere
Kemik (izamun) 15 kere
Et (Lehmun) 12 kere
Toplam 65
Bitki 26 kere
Ağaç 26 kere
Ceza 117 kere
Affetmek 234 kere ( 117’nin 2 katı)
Dedi 332 Kere
Dediler 332 kere
Dünya 115 kere
Ahiret 115 kere
iman 25 kere
Küfür 25 kere
Şeytan 88 kere
Melek 88 kere
Cennet 77 kere
Cehennem 77 kere
Zekat 32 kere
Bereket 32 kere
Yaz+sıcak 5 kere
Kış +soğuk 5 kere
Akletmek 49 kere
Nur 49 kere
Dil 50 kere
Vaaz 50 kere
Sevgi 88 kere
itaat 88 kere
Musibet 75 kere
Şükür 75 kere
Doğru yol 79 kere
Rahmet 79 kere
Sıkıntı 13 kere
Huzur 13 kere
Hıyanet 16 kere
Habis 16 kere -
6.
0fazla akbili olan var mı dine dönücem
-
7.
0Okursam ocyum
-
8.
0iNSAN YARATILIŞINDAKi MUCiZELERTümünü Göster
A- Karışımlı sudan yaratma
Kuran’da meni için karışımlı su ifadesi kullanılmaktadır. insan suresinin ikinci ayeti şöyledir:
Gerçekten de insanı karışımlı bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bu yüzden onu işiten ve gören yaptık. (76 insan Suresi, 2 )
Mikroskop icat edilene kadar insan vücudundaki bir çok sistem, organ veya dokunun nasıl çalıştığı bilinemiyordu. Mikroskobun bilim dünyasında kullanılmaya başlaması ve daha sonra elektro mikroskobun keşfi insan bedeninin gizemini gözler önüne serdi. Yapılan analizler sayesinde meninin, birçok ayrı merkezde üretilen ayrı maddelerin karışımı olduğu anlaşıldı. Meni; sperm kanallarından, seminal keseciklerden, prostat bezinden, idrar yollarına bağlı cooper ve mery bezleri gibi salgı bezlerinden salgılanan maddelerin bir birleşimidir. Meni diye adlandırdığımız sıvının detaylı analizi yapılırsa bu sıvının; sitrik asit, prostoglondinler, flavinler, askorbik asit, ergotionein, fruktoz, fosforilkolin, kolesterol, fosfolipidler, fibrinolizin, çinko, asit fosfataz, fosfaz, hiyolurinadaz ve spermler gibi birçok ayrı bileşenden oluştuğu görülür.
insanoğlunun yeryüzündeki yaşamı bir damla karmaşık sudaki tek bir sperm ile başlıyor. Bu tohum anne rahminde şekillenerek, dokuları, organları, sistemleri olan mükemmel bir organizmaya dönüşüyor ve hayatını tek başına sürdürebilecek hale geliyor. Bu oluşum yakından görmek Rabbimizin eşsiz yaratışına şahit olmamızı sağlıyor.
B- Asılıp tutunan
insanın anne karnında oluşmasının evrenleri de Kuran’da detaylı olarak bildirilmiştir. Bunlardan ilki yumurta ile spermin birleşmesiyle oluşan zigotun anne rahmine asılması hakkındadır. Ayette zigotun bu durumu şöyle tasvir edilmektedir:
Sonra onu dayanıklı bir karar yerinde bir damlacık haline getirdik. Sonra o damlacığı asılıp tutunan bir şeye dönüştürdük… (23 Müminun Suresi, 13-14)
Burada asılıp tutulan olarak tercüme edilen kelimenin Arapça karşılığı “alak” kelimesidir. Bu kelimeyi bazı meallerde kan pıhtısı olarak çevrildiği görülebilir. Fakat bu şekilde tercüme etmek ayetin genel akışına ve kelimenin Arapça anldıbına ters düşmektedir. Peygamber dönemimizde embriyoloji biliminden söz edilmesi imkansızdır. Bu nedenle bu bilime ilişkin hiçbir terminolojide o dönemde yoktur. Böyle bir dönemde inmiş olan Kuran’da da embriyolojiye ait bazı terimlerin olması dolayısıyla imkansızdır. Dönemin dili ile, kullanılan kelimeler vasıtasıyla anne karnındaki zigotun hareketi tarif edilmiştir.
Anne rahminde zigotun hareketi şöyle gerçekleşir: Yumurtada kendi diğer yarısını bulan sperm, fallop tüpünden rahme doğru ilerler. Embriyo bu yolculuğunda fallop tüpünde tutunmaya kalkmaz. Embriyo rahme doğru yol alır, rahme ulaştığında da kan damarlarının yoğun olduğu bir bölgeye asılıp tutunur. Artık Kuran’ın bahsettiği “alaka” yani “asılıp tutunma” aşaması başlamıştır. Günümüze kadar zigotun anne rahminde “asılıp tutulan” ifadesiyle neyin kastedildiği tam anlaşılamadığında “alak” kelimesine farklı anlamlar yüklenmeye çalışılmıştır. Fakat embriyolojideki yaşanan gelişmeler ayetteki ifadenin tam da anne rahminde yaşanan olayı tarif ettiğini ortaya koymuştur.
C- Dayanıklı rahim
Kuran’da insanın yaratılışını anlatan Mürselat suresindeki ayette anne rahminin sağlamlığından söz edilir:
Sizi bayağı bir sudan yaratmadık mı? Ve sonra dayanıklı bir yere yerleştirdik. Bilinen bir süreye kadar (77 Mürselat Suresi, 20-22)
Teknolojik imkanların artmasıyla insan vücudu daha rahat incelenebilmekte ve anne karnında çocuğun gelişimi gözlemlenebilmektedir. Yapılan araştırmalar anne rahminin özelliklerini ortaya koymuş ve ayette belirtildiği gibi bebek için özel tasarlanmış korunaklı bir yer olduğu anlaşılmıştır.
Rahim kaslarla sarılmış uzunluğu 8, eni 5, yüksekliği 2,5 santimetre olan içi boş bir organdır. Normalde küçük bir kütle olan rahim hamilik boyunca bebekle birlikle genişler ve büyür. ilk başlangıçta 50 gram olan rahim hamilelik sonunda 1 kg olur. Bazı durumlarda 5 kg olduğu bile gözlemlenebilir.
Bu değişme kabiliyetiyle rahmin insan vücudunda ayrı bir önemi vardır. Hiçbir organ rahim gibi kısa zamanda bu kadar büyük değişim göstermez. Rahim sahip olduğu sık ve kalın kaslarda cenin ihtiyacına göre zaman içinde gelişme gösterir, dış darbelerden korur. Ayette ifade edildiği gibi son derece dayanaklı bir yer oluşturur. Rahmin bu yapısını bizlere tüm canlılığı olduğu gibi o rahmi ve kadını da yaratan Allah 600’lü yıllarda gönderdiği kitabında insanlara açıklamıştır.
D- Kemiklere et giydirilmesi
Kuran’da insanın anne karnında oluşumu son derece dikkat çekici bir şekilde ifade edilmektedir. Müminin suresinde bu oluşumun sırası şöyle bildirilmektedir:
Sonra o damlacığı asılıp tutunan bir şeye dönüştürdük. Sonra asılıp tutunan şeyi, bir çiğnemlik et parçası haline getirdik. Sonra bir çiğnemlik et parçasını, kemik olarak yarattık. Sonra kemiğe et giydirdik. (23 Müminun Suresi, 14)
Embriyonun değişimi esnasında et parçasının kemik olarak yaratıldığını ve daha sonra bu kemiklere et giydirildiğini bu ayette Yüce Allah çok açık bir şekilde ifade etmektedir. Aynı durum başka bir ayette de şöyle ifade edilir.
… Kemiklere de bir bak. Nasıl yerli yerince düzenliyoruz onları ve sonra da onlara et giydiriyoruz… (2 Bakara Suresi, 259)
Özellikle bazı ateist çevreler, Kuran’a eleştiri getirmeye çalışırlarken, bu aşamalara itiraz edip kemikleşme olmasının ve daha sonradan bu kemiklere et giydirilmesinin bilimsel bir yaklaşım olmadığını iddia etmeye çalışırlar. Oysa durum çok farklıdır. Bugün modern embriyoloji Kuran’da bildirilen bu sıralamayı doğrulamaktadır. Embriyo, tıpkı Kuran’da bildirildiği gibi anne rahminde ilk başta bir et parçası haline gelir sonra bu kıkırdağa dönüşerek kemikleşir daha sonra kıkırdağın etrafını kas hücreleri sararak, ayetin ifadesi ile “et giydirme” gerçekleşir.
Tercümede geçen “bir çiğnemlik et” ifadesi, Arapça “mudga” kelimesinin karşılığıdır. Kemiğe giydirilen et vurgulanırken geçen “et” ifadesi ise ayette “lahm” kelimesi ile anlatılır. Bu deyim “taptaze et” gibi eti vurgular. Bu ayrımın altını çizmekte fayda vardır.
Embriyo başlangıçta kemiksiz bir çiğnemlik et formundadır. Embriyodaki kıkırdak doku, ayette söylendiği gibi sonradan kemikleşmeye başlar. Yine aynen ayetin söylediği gibi kemikleşme başladıktan daha sonra kas etleri oluşarak kemikleri sarar. Ayette geçen “lahm” kelimesi kas etleri için kullanılmaktadır. Kuran’da 1400 yıl önce haber verilen bu oluşumdan bilim çok yakın döneme dek habersizdi. Bu dönemde kemiklerin ve kasların beraber oluştuğu düşünülüyordu. Gelişmiş mikroskoplar ve anne karnının içine giren mikro kameralar, Kuran’ın haklılığını bir kez daha göstermiştir.
E- Anne karnındaki evreler
Kuran’da ceninin oluşumu hakkında verilen bilgilerden birisi de geçirdiği evreler hakkındadır. Ayette bu evrelerden söz edilirken Allah şöyle buyurmaktadır:
“….Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır. işte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz?” (39 Zümer Suresi, 6)
Ayette görüldüğü gibi anne karnında 3 karanlık evreden söz edilmektedir. Bu 3 evrede insan, farklı yaratılışlardan geçirilmektedir.
Gerçekten de Rahim için de döllenmeden sonra ceninin oluşumu incelendiğinde 3 farklı karanlık evrenin olduğu ve farklı yaratılışlardan geçirilerek insanın oluştuğu görülmektedir.
1. Fallop borusundaki bölge; bu bölge spermle yumurtanın birleştiği ve yumurtalığın rahime bağlı olduğu bölümdür. Bu birinci karanlık bölge dev karanlık bir tüneli andırmaktadır. ilk iki haftayı kapsayan bu aşama birinci trimester olarak anılır. Hücreler çoğalırken 3 tabaka oluştururlar ve organize olurlar.
2. Ceninin tutunarak gelişmeye başladığı rahim duvarının içindeki bölme. Burada bol kılcal damarların bulunduğu karanlık bir ormanı hatırlatır. Bu safhada hücre tabakalarından temel organlar çıkmaya başlar. ikinci hafta ile sekizinci hafta arasını kapsar.
3. Ceninin özel bir sıvı dolu kese içerisinde gelişmeyi sürdürdüğü bölge. Bu aşama ise karanlık bir deniz altını hatırlatır. Burada eller, yüz, ayaklar belirginleşmeye başlar. insanın dış görünümü ortaya çıkar. Sekizinci haftadan doğuma kadar olan safhadır. Buradan da görülebileceği gibi ceninin anne karnında oluşumu tıpkı ayette ifade edildiği gibi hem 3 karanlık aşamadan geçer, hem de bu aşamalar esnasında cenin farklı yaratılışlardan geçmektedir. Şimdiye kadar tüm diğer Kur’an mucizelerinde olduğu gibi, böyle bir bilginin günümüzden 14 asır önce bilimin gelişmediği, hiçbir teknolojik aracın olmadığı, mikroskop gibi, sonar gibi tarama aletlerinin bilinmediği bir dönemde bilinmesine imkan yoktur. Allah bizlere kendi kitabında bu bilgileri verirken, Kuran’ın kendi sözü olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. -
9.
0adam ne anlatıyo beyler?
-
10.
0okuyun üşenmeyin 1111!!!bir!!!one!!!1
-
11.
0yannan, adam olup kendin okusaydın bi özet çıkartırdın bize adam gibi.
-
12.
0adam inanıyor beyler
-
13.
0neden hep biz diyor lan, kaç tane allah var?
-
14.
0bitki: http://prntscr.com/36x7q5
ağaç: http://prntscr.com/36x7w3
ceza: http://prntscr.com/36x83a
affetmek: http://prntscr.com/36x8by
bağışlamak: http://prntscr.com/36x8hx
dedi: http://prntscr.com/36x8n9
dediler: http://prntscr.com/36x8s7
dünya: http://prntscr.com/36x8wa
ahiret: http://prntscr.com/36x917
çevirilere baktığım kaynak http://www.kuranmeali.com/
Bu örnekler arttırılabilir. 2.el bilgi iyi birşey değildir. Bir ateist olarak sana öncelikle Kuran'ın türkçe anldıbını okumanı öneririm. Sağdan soldan parça bölük okumanı değil ondan sonra birşeyler anlatmaya, mucizeler sunmaya çalış
kal sağlıcakla
kurandaceliskiyoktur.com iyi bir bilgi kaynağı değil bu arada güzel arkadaşım -
15.
0@14 Kuran'da Biz ifadesi
Bazı Kuran ayetlerinde neden biz ifadesinin kullanıldığı tam olarak anlaşılamadığından bu konu bir takım soruları beraberinde getirmektedir. Bu konu şu şekilde ele alınabilir. Kuran’da Allah kendisi için birinci çoğul şahıs olarak “Biz” ifadesini de, birinci tekil şahıs olarak “Ben” ifadesini de kullanır. Bu Arapçanın dil özelliğinden kaynaklanır. Arapçada ve başka bazı dillerde de azamet, yücelik ifadesi olarak bazen bir kişi kendisi için birinci çoğul şahıs olarak “Biz” ifadesini kullanır. Nitekim gerek Türkçemizde, gerek başka dillerde karşımızda tekil şahıs varken yücelik, saygı ifadesi olarak ikinci tekil şahıs olan “Sen” yerine “Siz” demekteyiz. Türkçede tekil olarak yaptıklarımız için de bazen birinci çoğul olarak “Biz” ifadesini kullanırız, fakat bu karşımızdaki tekil şahıs için çoğul olan “Siz” ifadesini kullanmamız kadar yaygın değildir.
Kısacası, Allah tevazu yapmaz, tevazu insanlara yaraşır, Allah için değildir. Allah azametini, yüceliğini, saygınlığını belirtmek için bu ifadeyi kullanır. Kuran Arapça inmiş bir kitaptır, bu yüzden Kuran’da Arapça dil özellikleri, Arapça deyimler bulunur. Allah’ın tekliği tüm Kuran’ın en temel mesajıdır ve Kuran’ın yüzlerce ayetiyle apaçıktır.
Bir noktayı daha belirtmekte fayda vardır. Kuran’da Allah kendisinden birinci şahıs olarak bahsederken hem tekil “Ben” ifadesini, hem azamet, yücelik, saygınlık belirtisi olarak çoğul olan “Biz” ifadesini kullanır. Fakat Allah’tan ikinci şahıs olarak bahsedildiğinde hep ikinci tekil “Sen” ifadesi geçer, hiçbir zaman ikinci çoğul olarak “Siz” ifadesi geçmez veya Allah’tan üçüncü şahıs olarak bahsedildiğinde hep üçüncü tekil “O” ifadesi geçer, hiçbir zaman üçüncü çoğul “Onlar” ifadesi kullanılmaz. Oysa Kuran’da binlerce defa Allah’tan ikinci veya üçüncü şahıs olarak bahsedilmiştir, bunların biri bile ikinci çoğul veya üçüncü çoğul şahıs değildir. Bu da başta dediğimiz gibi; bu ifadenin Arapçanın dil özelliğinden olduğunu gösterir. -
16.
0@8de anlattıkların adem ile havva hikayesiyle çelişiyor kardeş
-
17.
0reserve
-
18.
0@16 allah kendini bir birey olarak mı görüyor, kendine ben veya biz diyen biri ya bir toplulukta yaşıyordur, yada tek varlıksa şizofren olması lazım sürekli ben ve biz demesi için ! atıyorum bi devlet anayasasını oku, orda hiç ben veya biz denmez, çünkü devlet tektir, direk sadete gelir, suç işlersen cezan budur denir
-
19.
0Okudum inanmadım hala atayizim
-
20.
0@19 arapçadan oku türkçe mealde farklılıklar var kardeşim mesela ingilizcede you hem sen hhem siz demek o gibi