-1
Kapdan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa, hatıralarını, bizzat Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle yazdırmıştır. Paşa anlatmış, söylediklerini, Muradi Sinan Reis kaleme almıştır. Türk tarihinin mühim kaynaklarından biri olan bu pek değerli hatıralar, bugüne kadar yayınlanmamıştır. Türkiye’de 5 el yazması nüshası vardır. Bunların biri Topkapı Sarayı’nda, diğer dördü ise istanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nin Türkçe Yazmalar bölümündedir. Biz, Üniversite Kütüphanesi yazmalanndan 94 ve 2490 numaralı olanlarının mikrofilmlerini aldırttık. Bu sayımızdan başlayarak sunduğumuz hatıralarda, 2490 numaralı yazma esas alınmış, fakat yer yer, hareketli olan 94 numaralı yazma ile karşılaştırılmıştır.
Eseri, geniş okuyucu kitlesine sunabilmek için, dilini bugün konuşulan Türkçe’ye göre sadeleştirdik. Barbaros, önce ağabeyi Oruç Reis’ten bahsetmekte, sonra "Hayreddin Paşa" olmadan önce taşıdığı "Hızır Reis" adıyla yaptığı faaliyeti anlatmaktadır.
Bu derece önemli bir eseri Türk okuyucusuna verebildiğimiz için şeref duyuyoruz. Barbaros gibi dünya tarihinin en müstesna amiralinin hatıralarının bile daha yayınlanmamış olması, Türk tarihinin henüz ne kadar dokunulmamış bir saha olduğunu göstermektedir.
Hayat Tarih Mecmuası
KANUNi SULTAN SÜLEYMAN’IN EMRiYLE HATIRALARIMI YAZDIRMAYA BAŞLADIM
"Sen ve karındaşın Oruç, nasıl Midilli adasından çıkıp Cezayir’i fethettiniz? Bu ana gelinceye kadar denizde ve karada ne çeşit gazalar yaptınız? Bütün bu hadiseleri, ekgib ve fazla söz söylemeksizin bir kitap halinde yazdır. Kitap bitince, bir nüshasını da, hazineme konmak üzere bana getir."
Bu emri alınca, birçok deniz cenginde arkadaşım olan zamanımızın kalem sahiplerinden Muradi'yi çağırttım. Padişahımızın fermanını söyledim. Derhal işe giriştik. Ben söyledim, Muradi yazdı.
BABAM YAKUB AĞA’NIN MiDiLLi’YE YERLEŞMESi VE ANNEMLE EVLENMESi
Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri, Midilli’yi kafirlerin elinden fethedince, adaya Türkler’in yerleşmesini buyurdu. ilk yerleşenler arasında babam da vardı. Babam Yakub Ağa, bir sipahinin oğlu idi, kendisi de sipahi idi. Selanik civarında Vardar Yenicesi’nde tımarı vardı. Midilli’ye yerleşince, Şevketlü Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri’nin emriyle kendisine adada bir tımar verildi. Bu suretle yeni dirliğine kavuşan babam, ada halkından bir kızla evlendi. Babam, yakışıklı bir yiğitti. Anam ona dört oğul doğurdu. ishak, dört oğulun ulusu idi. Sonra ağam Oruç, sonra ben Hızır, sonra ilyas doğdular. Cenab-ı Hak her birimize uzun ömürler, nice cengler ve zaferler ihsan buyurdu.
Ağam ishak, Midilli kalesinde otururdu. Ağam Oruç’la ben, derya seferlerine merak sardık. Oruç Reis, bir gemi edindi, onunla ticaret maksadıyla denize açıldı. Ben de 18 oturak bir tekne edindim. Önce Selanik ve Ağrıboz’a gidip geldik. Midilli’ye mal getirip satıyorduk. Fakat ağam Oruç, bu yakın seferlerle kanaat etmedi. Şam Trablusu'na gitmek istedi.
Bir gün, küçük karındaşım ilyas’la beraber, Trablus’a gitmek üzere Midilli’den ayrıldı.
AĞAM ORUÇ RODOS KAFiRLERi'NE ESiR DÜŞÜP NECE YIL ELLERiNDE ESiR KALDI
Ağam Oruç, Şam Trablusu’na varamadı. Yolda Rodos gemilerine rasladı. Büyük cenk oldu. Karındaşım ilyas şehit düştü. Tanrı rahmet eylesin! Kafir gemileri cengi kazandı. Oruç Reis’i gemisiyle beraber esir aldılar. Zincire vurup Rodos adasına zütürdüler. Bu haber Midilli’ye erişince çok üzüldüm. Kanlı gözyaşları döktüm. Fakat hemen ağam Oruç’u kurtarmak çarelerini düşünmeye başladım.
Krigo isminde bir kafir tacir vardı, dostumdu. Rodos’la ticaret yapardı. Krigo’yu tekneme alıp Bodrum’a geldim. Kendisine dedim ki :
"Dostluk bugünde belli olur. Al sana 18.000 akça. Ağam Oruç’u kurtarmak için bana yardım et. Sen Rodos’a git, zemini yokla. Ben seni Bodrum’da bekleyeceğim."
Krigo: "Baş üstüne" deyip Rodos’a gitti. Orada Oruç Reis’i bulup görüştü.
Oruç’a dedi ki :
"Sana karındaşın Hızır Hayreddin Reis çok selam ve dualar eder. Senin kafir elinde esir olmana çok üzülmekte, gece gündüz ağlamaktadır. Beni sana gönderdi. Şimdi karındaşın Bodrum’dadır. Bir hayır haber beklemektedir."
Oruç, Krigo’dan bu sözleri duyunca sevincinden ağladı. Dedi ki :
"Hemen karındaşım Hızır’a selim söyle. Ne maksatla adaya geldiğini değil kafirlere, sırtındaki gömleğe duyurma. Yine ilk fırsatta görüşelim."
Oruç Reis’in, Rodos’ta Santurluoğlu namında bir tanıdığı vardı. Adı sanı bilinen bir kafirdi. Arada gelip Oruç’la görüşür, hatırını sorardı. Oruç, Santurluoğlu’na dedi ki :
"Bu Rodos Şövalyeleri, beni karındaşım Hızır’a satmazlar. Belki sana satarlar. Sen de beni adadan kaçırırsın. ileride sana borcumu ederim."
Santurluoğlu :
"Emrin canıma minnet, dedi; satarlarsa seni alayım. Fakat doğrudan doğruya müracaat edip seni satın almak istesem şüphelenirler. En iyisi sen şehre indiğin bir gün, benim dükkanımın önünden geç. Fakat sakın dükkana doğru bakma ki, seninle tanışıklığım olduğu anlaşılmasın. Sen geçerken, ben tesadüfen seni görmüş olurum. Çok beğendiğimi söyler, şövalyelere seni bana satmaları için rica ederim."
Oruç Reis, bu sözleri duyunca, azat olmuş gibi sevindi. Esirlik hayatı o kadar acıydı. Günlerden bir gün Santurluoğlu, Rodos kaptanları ile dükkanının önünde oturmuş, sohbet ediyordu. Güya bir hizmete gidercesine dükkanın önünden geçen Oruç’u gördü. Yanındaki kaptanlara dedi ki :
"Şu geçip giden esir kimindir? Her zaman buradan geçtiğinde görürüm. Ateş gibi hizmet eder. Sahibi şu esiri satsaydı alırdım."
Bunun üzerine kaptanlardan biri :
"Sahibi benim", dedi; "istersen satarım."
"Söyle, ne istersin?"
"Bin altın isterim."
"Çok para!"
"Pekiyi, 800 altına bırakırım."
Fakat satış muamelesi olmadan işler bozuldu. Şövalyeler Oruç’un namlı bir tacir olduğunu öğrendiler:
"Karındaşı Hızır Hayreddin Reis, Bodrum’dadır," dediler; "ağası için 10000 altın vermeye hazırdır. 10000 altın verilen bir esir 800 altına satılır mı?"
Santurluoğlu’nun parasını iade edip Oruç’u geri aldılar. Şövalyeler, Oruç’un gerçek değerini, Krigo’dan öğrenmişlerdi. Krigo, Hızır Reis’in verdiği 18000 akçayı dolandırdığı gibi, benim Oruç’u kurtarmaya hazırlandığımı Şövalyeler’e bildirmişti.
Bunun üzerine Rodoslular, Oruç’u yer altında bir zindana attılar. Ta ki ben fırsat bulup kurtarmayayım. Eskisinden fazla eziyet etmeye başladılar. Eline, ayağına ve boğazına kadar zincir vurdular. Ancak ölmeyecek kadar ekmek veriyorlardı. Oruç, bu hale fazla tahammül edemedi. Kapatıldığı zindanın kumandanı ile görüşmek istedi. Kumandanın karşısına çıktı. Kumandan :
"Neye geldin?" dedi.
"Bana bu kadar eziyet etmekten maksadınız nedir?"
"Ey Türk, anla bakalım, 800 altın verip kurtulmaya çalışmak nasıl olurmuş. Karındaşın Hızır Hayreddin Reis, dünyanın malı ile, seni kurtarmak için Bodrum’da bekler. Bundan haberimiz yok mu sanırsın? Yoksa sen bizi budala mı zannedersin?
"Beni serbest bırakmak için kaç akça istersin?"
"Ya sen ne kadar verirsin? Kendine ne paha biçersin? De bakalım."
"Ben kendime değer olarak bütün Rumeli’ni arpalık, Anadolu’yu cep harçlığı verir, üstüne 100.000 altın öderim."
"Bre divane, sen hele maskaraca sözler söylemekte devam et bakalım, akıbetin ne ola."
Oruç’un kendisiyle alay etmesine kızan kumandan, ona eskisinden kötü muamele edilmesi için zindancıbaşına emir verdi. Oruç, bu halden çok sıkıldı. Bir gece zindanda tek başına ağladı :
"Yarab, diye dua etti; bikes kalmışlara derman senden olur! Habibin Hazret-i Peygamber hakkı için ben biçare kuluna meded eyle, beni tez zamanda bu kafirlerin zulmünden kurtar!"
O gece dua ede ede takatsiz kaldı, balçıklı zemine düşüp uyuyakaldı. Rüyasında parlak çehreli bir ihtiyar göründü :
"Ey Oruç, dedi; gönlünü ferah tut. islam dini uğruna çektiğin eziyetlere katlan. Mahzun olma. Kurtulman yakındır."
Oruç bu rüyadan büyük bir sevinçle uyandı. Gemi kasaveti dağıldı. Gönlü açıldı. O sabah, bütün Rodos kaptanları toplanmış, Oruç hakkında görüşüyorlardı. Bu mecliste kaptanlardan biri :
"Derya işleri belli olmaz, dedi; bugün Oruç’a olan, yarın bizedir. Bu Türk’e fazla eziyet etmek doğru değildir."
Bunun üzerine Oruç’un zindandan çıkarılmasına karar verildi. Bir tekneye küreğe çaktılar. Oruç, forsa oldu. Fakat O :
"Yer altında olan eziyete göre derya üzerinde küreğe çakılmak nimettir, diyordu; Yarabbi şükürler olsun, dünya yüzünü gördüm."
Tümünü Göster