1. 101.
    0
    ertesi gün:

    erkenden kalkarak şehir merkezine inmiştim. hemen işlerime koyuldum. öğleden sonra işlerimin büyük bir bölümünü halletmiştim ama kalan birkaç işlem için yarını beklemek zorundaydım. şehir merkezinde gezmeye başladım.bir ara cep telefonum çalmaya başladı. arayan aylin di.benimle buluşmak istiyordu. yarım saat sonra marinaya geldim. körfezden gelen iğrenç koku boğazımı yakıyordu. biraz sonra aylin geldi. üzerinde mini etek, ayaklarında ince bantlı sandaletler vardı. ayakları muhteşem görünümüyle beni büyülüyordu. aylin:
    -merhaba, fazla beklemedin değil mi? neler yaptın dünden beri?
    -merhaba.ne yapıyım, işlerle uğraşıyorum. çoğunu da hallettim sayılır ama birkaç işlem kaldı.o da yarına biter sanırım.sen neler yaptın?
    -aman burada her gün ne yapıyorsak aynı şeyler işte. sıkıcı bir ortam ve monoton bir hayat.ama senin işlerin daha bitmedi. trende konuştuklarımızı unuttun mu?
    -unutmam mümkün mü hiç. o ayakların ki güzelliğinin simgeleri, beni bambaşka alemlere zütürüyor. beni benden alıp sana bağlıyor…
    -vavv şair ruhluyuz ha:)) merak etme canım bende sabırsızlanıyorum. hadi gel biraz alışveriş yapalım.
    beraber fethiye caddesine gittik.bir kaç mağaza dolaştık. aylin gözüne kestirdiği mağazaya giriyor elbiseleri inceliyordu.bir ayakkabı mağazasına girdik. kendisine yeni ayakkabı almak istiyordu. burada benim rolüm belliydi.bir kaç ayakkabı denedi. ayakkabıları ayağına ben giydirip çıkarıyordum tabi ki.sonunda siyah, klagib model bir çift ayakkabı beğendi ve satın aldı. başka bir mağazada naylon külotlu çoraplara bakmaya başladı.
    -beğendiğin bir renk var mı? hangisini seçersen onu alacağım.
    -şu siyah çok iyi bence. yinede sen bilirsin tabi.
    seçtiğim çorapları aldı ve yeni aldığı ayakkabılarla beraber denedi. harika görünüyordu. çoraplar bacaklarına süper oturmuş ve yeni ayakkabılarla beraber harika bir görünüm kazandırmıştı. gezmeye devam ettik.bir yerde yemek yedikten sonra bir parka gittik. körfez kenarında şehrin kuytu bir yerinde bir parktı bu.banklardan birine oturduk. aylin beni ayaklarıyla yoklayınca hemen harekete geçtim. yerde önüne yattım. ayaklarını yüzümde gezdirmeye başladı. ayakkabısının ucunu ve topuğunu emdirdi bana. yeni alınmış ayakkabıların tadı bir başka oluyordu.bir süre ayakkabılarıyla benle oynadı. daha sonra ayakkabılarını çıkararak ayaklarını yüzüme koydu. yeni naylon çorapların kokusu hemen ciğerlerime dolmuştu. körfezin iğrenç kokusunun yanında gül gibi kokuydu bu. aylin ayaklarını yüzüme yavaş yavaş sürtüyordu. daha sonra ayak başparmağını ağzıma soktu.bir süre başparmağını emdim. daha sonra ayaklarını saçlarımda gezdirmeye başladı. aylin:
    -kendini nasıl hissediyorsun canım?
    -harika.şu andan daha mutlu olamazdım herhalde.bir de şu körfezin iğrenç kokusu olmasa...
    ayaklarıyla burnumu kapattı.
    -şimdi o kokuyu almazsın canım. deri fabrikası yine batırmış her tarafı. hişt! kalk çabuk birileri geliyor.
    -iıhh lanet olsun!
    hemen toparlandım ve yanına oturdum. gelenler iki kızdı.biz hemen iki sevgili gibi birbirimize sarıldık. kızlar yanımızdan geçerken bize baktılar ve kıkırdaştılar. kızlar geçtikten sonra devam etmek istedik ama tek tük insanlar gelmeye başlamıştı.i̇kimizde bu günlük bu kadarının yeteceğine karar verdik. kalkıp parkta yürümeye başladık.bu arada sevgililer gibi birbirimize kenetlenmiştik. biraz daha gezdikten sonra, yarın tekrar buluşmak üzere sözleşerek evlere dağıldık.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 102.
    0
    geçen'den sonrasını okumadım
    ···
  3. 103.
    0
    ertesi gün:

    sabah yine erken kalkmış ve işlerimi halletmek için şehir merkezine inmiştim. öğleden sonra bütün işlerimi bitirdim. çarşıda biraz gezerek eniştemin dükkanına gitmiştim. biraz da orda vakit geçirdim.cep telefonum çalmaya başladı. evet! yine aylin arıyordu. onunla yine marinada buluşacaktık.bir saat sonra orada buluştuk. bugün spor giyinmişti. üzerinde body, altında tayt, ayaklarında parmak arası terlikler vardı.her zaman ki gibi ayaklarına dikkat ettim. french yaptırmış, harika görünüyordu. aylin:
    -merhaba canım, kuaförden geliyorum, frenh yaptırdım nasıl olmuş?
    -mükemmel ötesi aylin. harika olmuş, nasıl güzel olunacağını iyi biliyorsun.
    -bunları senin için yapıyorum mahmut.ee sen neler yaptın bugün?
    -i̇şlerimi bitirdim ama bir iki gün daha kalmak istiyorum.
    -zaten gitmek istesen de ben bırakmam seni.bu akşam evimde misafirimsin. annemde evde yok, bilesin.
    -ama nasıl olur, yani şeyy bilmem ki *
    -i̇tiraz istemiyorum,bu akşam bizdeyiz. senin için harika sürprizler hazırladım.
    evet beni heyecanlandıran sözler. acaba rüyamı görüyordum.of tanrım bu gerçeğin ta kendisi idi. evine gittik. oldukça güzel bir evi vardı. biraz oturduk, lafladık. daha sonra güzel bir akşam yemeği yedik. yemekten sonra televizyonun karşısına geçtik. güzel bir film izliyorduk.i̇kiz koltukta yan yana oturuyorduk. aylin bir ara koltuğa uzandı ve ayaklarını kucağıma koydu, tatlı sesiyle konuştu:
    -ayaklarıma masaj yaparmısın? çok yoruldum bugün.
    hemen ayaklarına masaj yapmaya başladım.bu arada ayaklarına öpücükler kondurmayı ihmal etmiyordum.bu masaj ona iyi gelmişti. yüzünden rahatladığı belli oluyordu.bir sigara yaktım. aylin sigarayı elimden alarak ayak parmaklarının arasına yerleştirdi ve ayaklarıyla bana sigara içirdi.bu arada televizyondaki bir sahne dikkatimizi çekti.bir kadın elindeki silahı önündeki erkeğe doğrultmuş ,ayak parmaklarımı öp dany, yala. diyordu. erkekte kadının ayaklarını öpüyordu.i̇kimizde çok etkilenmiştik. aylin ayağa kalkarak parmaklarını silah gibi yaparak bana doğrulttu.
    -ayak parmaklarımı öp mahmut, yala ayaklarımı *
    bende erkeğin yaptığı gibi önünde eğilerek ayaklarını öptüm ve yaladım. daha sonra aylin eline bir dergi alarak koltuğa oturdu ve ayaklarını bana uzattı.o dergi okurken ben de dakikalarca ayaklarını öptüm, kokladım, yaladım, emdim, yüzüme gözüme sürdüm… bu an hiç bitmesin istiyordum. aylin:
    -harikasın canım. ayaklarım hiç böyle güzel bir ilgi görmemişti.
    -ayakların bu ilgiyi hak ediyor doğrusu. ayaklarınla, fiziğinle, güzelliğinle, kişiliğinle kısacası her şeyinle harikasın canım.
    -teşekkür ederim canım sende harikasın. aklıma güzel bir fikir geldi.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 104.
    0
    rezerved
    ···
  5. 105.
    0
    -yaa nedir o?
    -sen pedallar üzerindeki ayaklardan hoşlanmıyor muydun? gel benimle,bu çok hoşuna gidecek.
    beni bir odaya zütürdü. odada bir dikiş makinesi vardı.(hani şu ayakla çalıştırılan eski tip dikiş makinelerinden.) beni kafam makinenin pedalına gelecek şekilde yatırdı. sırtımın altına yastık koydu. kendiside sandalye koyarak oturdu ve ayaklarını pedala koydu. vücudum oturduğu sandalyenin altından geçiyordu ve kafam ayaklarının arasındaydı. makineyi çalıştırarak beni ayaklarında sallamaya başladı. kafam pedalın hareket yönünde yukarı aşağı doğru sallanıyordu. oldukça da hızlı sallıyordu. aylin?
    -nasıl, hoşuna gitti mi?
    -sen bir harikasın aylin, nereden aklına geldi böyle bir şey? i̇nanırmısın şu anda ayaklarının arasında cennet gibi bir yerdeyim sanki. duur yavaş biraz, başımı döndürüyorsun.
    -ha ha ha işin güzelliği de orda zaten. biraz daha hızlanayım da gör.
    evet, öyle hızlı sallıyordu ki gözlerim cisimleri takip edemiyordu.tek gördüğüm, aşağı yukarı hareket eden, bacaklarıydı. makinenin tıkırtıları arasında ayaklarında sallanıyordum. yorulduğu zaman biraz dinleniyor sonra devam ediyordu.bir ara ayağının birisini göğsüme koyarak başparmağını ağzıma soktu, diğer ayağıyla da sallamaya devam etti. kafam sallandıkça başparmağı ağzıma girip çıkıyordu.bu şekilde bir saat kadar salladı beni. sonunda durdu, bayağı yorulmuş olmalıydı. bende boşalmış bitmiştim. ayaklarının üzerinde bitkin bir şekilde yatıyordum. i̇kimizde biraz dinlendik,bir şeyler yiyerek enerji topladık. aylin:
    -eee ben senin zevklerini tatmin ettim, şimdi sıra sende.
    diyerek beni yatak odasına zütürdü. biraz öpüşmenin ardından çılgınlar gibi sevişmeye başladık. daha sonra ikimizde uyuyup kalmışız. sabah sarmaş dolaş bir şekilde uyandık. aylin beni tekrar dikiş makinesine zütürdü. aynı şekilde 30-40 dakika salladı beni.bu sabah sporu yerine geçecekmiş * daha sonra beraber kahvaltı yaptık ve çarşıya indik. akşama kadar güzel vakit geçirdik. yaşadığım en güzel günlerdi ama yarın konya ya dönmem gerekiyordu.o gün biletimi ayırttım trenden. ertesi gün aylin le beraber istasyona gittik.o da beni uğurlamaya gelmişti. biraz sonra tren geldi.eh,artık veda zamanı gelmişti:
    -sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum aylin.şu geçirdiğim 4 gün belki de hayatımın en güzel günleriydi.
    -asıl ben sana teşekkür ederim mahmut. bana şimdiye kadar hiçbir erkek böyle güzel davranmamıştı. beni öyle mutlu ettin ki anlatamam.i̇nşallah iki hafta sonra konya ya geleceğim.her zaman görüşürüz artık seninle.
    -bundan hiç şüphen olmasın aylin. sabırsızlıkla bekleyeceğim. hoşça kal, kendine iyi bak.
    -güle güle, seni özleyeceğim.
    gözlerinden bir iki damla yaş süzüldü. çok duygulanmıştım. benimde gözlerim buğulanmıştı. biraz sonra hareket memurunun çalan düdüğüyle tren hareket etti. gözden kaybolana dek birbirimize el salladık. daha sonra yerime oturdum.i̇çimde bir burukluk,bir hüzün vardı. yine tekli koltukta oturuyordum. arkama baktım ama o da ne! arkamdaki koltukta yine güzel bir kız oturuyordu ve ayakları çok güzeldi. kız kendisine baktığımı görünce bana gülümsedi.
    ooff aman tanrım
    Tümünü Göster
    ···
  6. 106.
    0
    i̇şte bir yaz tatili daha bitti. acıların sonu dertlerin başı. okullar açıldı. yine dersler, yine sınavlar zorlu maraton başlıyor yeniden.şu geçirdiğim üç aylık tatilde neler yaptım diye düşünüyorum da;bir iki aşk macerası yaşamıştım ama bir türlü o güzel ayaklar altına girememiştim.ne tuhaftı şu kız milleti. normal bir cinsel ilişkiye evet ama ayaklarıyla temasta bulunmak istesek yok “manyak mısın sen, sapık mısın sen, böyle bir şeyden nasıl zevk alıyorsun, iğrençsin,vs vs.”şimdi onlara derdimizi anlatmaya kalkmak ta ayrı bir dert. çünkü anlamayacaklar ve ardından bir sürü sorun getirecek.en iyisi koyuver gitsin.i̇şte öyle böyle derken bir yaz tatilini daha bitirmiştik.bu gün okulun ilk günüydü. ders kayıtlarını bir hafta öncesi yapmıştım.bu sene üniversite 2.sınıf olmuştum. artık çömezlikten rütbeliye yükselmiştim. kampüste ağır ağır yürüyordum ve etrafıma bakınıyordum. hiçbir şey değişmemiş,her şey bıraktığım gibiydi sanki. biraz sonra “müzik öğretmenliği”bölümünün yani benim bölümün önündeydim.i̇lk işim kantine gitmek oldu. kampüsteki en eğlenceli kantin bizimkisi olmalı.i̇çeride bağlaması, gitarı,udu, darbukası veya bendiri çalıp söyleyeni mi ararsınız, toplu halde çalıp söyleyenleri hatta dans edenleri mi ararsınız? emin olun kampüsün hiçbir yerinde yoktur bu muhabbet.ee nede olsa müzik öğretmenliği bölümünün kantiniydi. kapıda içeri baktım,her zamanki gibi neşeliydi bizim kantin.i̇çeride bağlama ve gitar çalan birileri vardı.az ileride sınıf arkadaşlarımdan bazılarını gördüm, hemen yanlarına gittim.ee özlemiştik birbirimizi. artık “tatil nasıl geçti, neler yaptın?”gibi klagib muhabbetlere başladık.bu arada okulda yeni, simalar görmeye başlamıştım. bunlar bu sene yeni gelmiş 1.sınıflar olmalıydı yani bizim çömezlerimiz olmalıydı. bizim bölümün bir özelliği daha vardır. erkek sayısından çok kız vardır bizim bölümde. yeni çömezlerimizin de çoğunluğu kızdı.eh,artık hepsini şöyle alıcı gözüyle süzmeye başladım. tabi en çok dikkat ettiğim yerleri ayaklarıydı. çoğunun ayakları güzel ve bakımlıydı.ama ne var ki havaların sıcak olmasına rağmen kapalı ayakkabı giyenler de vardı. hatta bazıları işi iyice abartmış ve diz boyunda çizmeler giymişti. bunlar herhalde alaska’dan geliyorlardı.bu şekilde etrafımı süzerken birden kantin kapısında onu gördüm.bir anda dilim tutulmuştu.1.80 boylarında, mükemmel fiziğiyle, bembeyaz teniyle, nerdeyse beline uzanan başak sarısı saçlarıyla, zümrüt yeşili gözleriyle, mükemmel bir sarışın bomba. üzerinde vücut hatların sergileyen mini etekli dekolte bir elbise. gözlerim hemen ayaklarına kilitlendi. bilekten bağlamalı bir sandalet içerisinde 40-41 numara büyüklüğünde oldukça düzgün şekilli, koyu renk ojeli tırnaklarıyla, birbirine orantılı parmaklarıyla, pembe tabanlarıyla ve incecik ayak bilekleriyle harika ayaklara sahipti.bu arada güneşte hafif bronzlaşmış harika bacaklarını da söylemeden geçemeyeceğim.i̇şte böyle bir kız kapıdan içeri girmişti. bende dahil kantinde herkesin ağzı bir karış açık kalmıştı. şaşkın bakışlarımız arasında yanımızdan bir manken gibi süzülerek geçti. peşinden de iki erkek geliyordu. büfeden içecek bir şeyler alarak yakınımızdaki bir masaya oturdular. kendi aralarında konuşuyorlar ve gülüşüyorlardı. daha doğrusu erkekler sürekli bir şeyler anlatıyor ve abuk sabuk espriler yapıyorlardı. anlaşılan kıza kapağı atmaya çalışıyorlardı. çünkü bir insana ancak bu kadar yalakalık yapılabilirdi. bende oturduğum yerden kızın ayaklarını süzüyordum.bir ara göz göze geldik. bana hafifçe gülümsedi. ayaklarını dikizlediğimi anlamıştı sanırım.ama bundan rahatsız olmuşa da benzemiyordu. arkadaşlarla biraz daha sohbet ettikten sonra, ders progrdıbını almak ve birkaç hocayla görüşmek için yukarı çıktım.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 107.
    0
    i̇skemleyi yanaştırarak piyanonun başına oturdum. tuşlara basarak bir ses aldım.vay be,özlemişim bu tınıyı. piyano bizim bölümde herkesin aldığı ortak zorunlu bir derstir.3 sene boyunca haftada iki saat bu ders vardır. çoğu kişiye piyano çalmakta biraz zorlandıkları için bu ders işkence gibi gelirdi ama ben öyle düşünmüyordum. çalmakta biraz zorlansam da çok severdim bu enstrümanı. geçen seneyi hatırlarımda,ne günlerim geçmişti bu piyano odalarında.tam dört saat boyunca, kafam gemi kazanı gibi oluncaya kadar çalıştığımı bilirim. hemen geçen seneki parçalarımı hatırlamak için sırayla çalmaya başladım.ne parçalar vardı yaa.i̇ki mozart’tan, üç diabelli’den,iki bach’tan. kısa parçalar olmasına rağmen bayağı zor parçalardı. hele bach’ın bir parçasını çıkarmam nerdeyse iki haftamı almıştı. parçaları şöyle bir hatırladıktan sonra benim özel çalışmalarıma geçtim. bunlar yabancı poptan bazı sevdiğim şarkılardı.bu şarkıları piyanoyla kendi çapımda yorumlamıştım. kendimi parçalara öyle bir kaptırmışım ki kapının açıldığını fark etmemiştim. çaldığım parçayı tam bitirmiştim ki birden bir alkış sesiyle irkildim. dönüp baktığımda bir anda nutkum tutulmuştu.o sarışın bomba bütün endamıyla karşımda duruyordu. üzerinde göğüs dekolteli bir bady, onun altında mini etek, ayaklarında da parmak arası terlikler vardı. yüzünde o tatlı gülümsemesiyle yanıma geldi.
    -harikasın yaa.ne güzel çalıyorsun, bravo. çok güzel bir şarkı bu.
    bende yüzüme en sıcak gülümsememi yerleştirdim.
    -teşekkür ederim, beğendiğine sevindim. böyle özel çalışmalarım var işte. kendi çapımda uğraşıyorum.
    -gerçekten çok güzel çalıyorsun. kimindi bu şarkı?
    -ee ben besteledim desem inanırmısın?
    -atma! bu titanic filminin müziği değilmiydi?
    -tüh be yutturamadık:) evet o müzik. celine dione’nin,my heart will go on.
    -ee bizde de kulak var yani. biliriz herhalde.bu arada adım efsane.
    -bende mahmut, tanıştığıma memnun oldum.i̇tiraf etmeliyim ki adına layık bir güzelliğin var.
    -ah teşekkür ederim.o senin güzelliğin.ya baksana piyano hocam bana şu parçayı verdi, nasıl bir şey bu?
    bizimde kullandığımız piyano metodunu açarak ilk sayfalarındaki bir parçayı gösterdi bana.bu geçen senenin başlarında çaldığım basit bir eksersiz parçasıydı. parçayı güzelce çalarak kıza gösterdim. efsane:
    -hmm biraz zor gibi.bir deneyebilirmiyim? hocam da biraz göstermişti ama daha beceremiyorum.ne zor bir alet ya şu piyano.
    -ee kolay enstrüman yoktur ki.en basit sandığımız blok flütün bile kendine göre zorluğu vardır.ama işin güzelliği de orda zaten.bir düşünsene, kolay olsa herkes yapardı. sabırlı olacaksın yavaş yavaş çalışacaksın, mutlaka başarırsın.
    piyanonun başına geçerek parçayı çalmaya çalıştı. tabi henüz beceremiyordu.ona biraz yardımcı oldum ve bir piyano hocası gibi bazı şeyleri öğrettim. daha sonra efsane piyanoyu incelemeye ve bazı yerlerini kurcalamaya başladı.ee nede olsa yeni yetme merakı vardı j bir ara piyanonun önündeki pedallara gözü takıldı.(piyanoların önünde üç tane pedal bulunur.)efsane:
    -bu pedallar ne işe yarıyor, bassam bir şey olur mu?
    -sakın basma! yoksa havaya uçarız.
    -hıı!...
    -şaka yapıyorum yaa:) bas tabiki. bakalım ne işe yaradığını anlayabilecek misin.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 108.
    0
    pedallara basarak incelemeye başladı. benim görmek istediğim de buydu. efsane pedallara teker teker basıyor ve tuşlara basarak ne işe yaradığını anlamaya çalışıyordu.bu arada benim gözlerim bayram ediyordu.o harika ayaklar pedalların üzerinde kalkıp indikçe adrenalinim yükseliyor ve gözlerimle beynim arasındaki sinir hatlarında yoğunluk yaşanıyordu.o harika ayakların üzerine yatmamak için kendimi zor tutuyordum. efsane çok uğraşmasına rağmen pedalların ne işe yaradığını anlayamadı. bende ona güzelce ne işe yaradığını izah ettim. efsane?
    -vay be sen iyice üstadı olmuşun.
    -yok canım daha üstatlık kim biz kim. daha bir senelik eğitimim var şu piyanoda. daha öğreneceğim o kadar şey var ki.
    -yinede benden çok daha iyisin.
    -e yani,bir sene eğitim aldık sonuçta. müsaade et kadar da olsunj
    -hadi bakalım öyle olsun. başka bildiğin güzel parça var mı?
    piyanonun başına geçerek bildiğim birkaç slow, romantik parça çaldım. efsane’nin etkilendiği her halinden belliydi. zümrüt yeşili gözleri ışıl ışıl parlıyordu.
    -harikasın yaa. bana da öğretsene bu parçaları, bende çalmak istiyorum.
    -dur bakalım şimdi sana çok zor gelir bu parçalar. hele biraz öğren, piyanoya alış sonra öğretirim.
    -söz mü?
    -tamam söz *
    ···
  9. 109.
    0
    bir anda dudaklarıma yumuldu. ateşli bir şekilde öpüşüyorduk. o dolgun dudaklarının arasında, dilim ve dudaklarım kayboluyordu adeta. daha sonra kravatımdan tutarak beni odasına zütürdü. öpüşmeye devam ettik ve yavaş yavaş gömleğimin düğmelerini çözmeye başladı. evet sonrası tahmin ettiğiniz gibi. kendimizi yatağa attık ve çılgınlar gibi sevişmeye başladık.a dan z ye bütün oyunları oynadıktan sonra ikimizde yorgun düşerek uyuyakaldık. sabah uyandığımda efsane’nin ayakları ağzımdaydı. efsane hala uyuyordu. kalkarak lavaboya gittim ve yüzümü yıkadım. başımda berbat bir ağrı vardı. lavabodan yüzümü kaldırıp aynaya baktığımda arkamda duran efsane’yi fark ettim. efsane birden kollarını belime dolayarak sarıldı.
    -harikaydın aşkım. bana unutamayacağım bir gece yaşattın.
    ona manalı bir şekilde baktım.
    -sende harikaydın güzelim.ama dün gece çok sarhoştun, neler yaptığını hatırlayabiliyor musun?
    -hatırlıyorum tabiki ayol.o kadar da sarhoş değildim. yalnız bana dost gibi davranıyordun ya,işte o bitirdi beni.bir başkası olsa beni hemen yatağa atmaya çalışırdı. kısacası bana şimdiye kadar hiçbir erkek böyle beyefendi gibi davranmamıştı, çok iyi bir insansın sen.
    -o kadar da abartma canım, yoksa kafamda halkalar görmeye başlayacağım. yalnız dün gece bende sarhoştum. o kafayla belki hatalar yaptık, yani bilmiyorum belki de yasak şeyler yaptık.
    -aman boş ver canım. yasak şeyler nedir ki?hepsi çiğnenmek vardır. hayatının kurallarını sadece sen koyarsın. buna kimse karışamaz. sayemde sende çok güzel bir gece geçirdin. söylesene sende eğlenmedin mi?
    birden yüzü mahzunlaştı ve dudakları büzüldü.
    -yoksa beni çekici bulmuyor musun?
    anlamlı bir şekilde gülümsedim.bir insanın bu kadar serbest olmasına inanamıyordum.
    -eğer bunlar yasaksa sen çiğnediğim en güzel yasaklardan birisin güzelim *
    yüzüne o tatlı gülümsemesi geri gelmişti. dudaklarımdan bir öpücük aldı. beraber kahvaltı yaptık.o gün günlerden cumartesiydi. efsane bu evde iki kızla beraber kalıyordu.ev arkadaşları hafta sonu tatilini değerlendirerek memleketlerine gitmişlerdi. böylelikle bir hafta sonunu efsane ile beraber geçirdik.
    ···
  10. 110.
    0
    -kemal bir bira versene.
    -oo mahmut nerelerdesin ya? hiç görünmüyorsun.
    -daha geçen hafta buradaydım ya oğlum.her gün de takılamıyoruz, malum dersler.
    -hadi hadi dersler falan bahane.sen yine bir hatun bulmuşsundur, onun yanındasındır
    -yok be oğlum keşke bulsak ta yanında olsak. nerde bizde o şans? gökten hülya avşar yağsa benim tepeme ancak kazım kartal düşer *
    -oha! şansı olmayan adama bak. ulan her gün fıstık gibi hatunlarla geziyorsun bir de şansım yok diyorsun, insafın kurusun be.daha geçen hafta yanında afet bir sarışın vardı.ne enfes bir şeydi yaa. ne oldu o?
    -haa efsane'yi mi diyorsun. bizim bölümün çömezlerinden. piyanoyla titanic’in müziğini çaldık, kız tav oldu. geçen hafta sonu onunla beraberdim ama bakma, olmaz ondan.
    -ohoo sanada kız beğendiremiyoruz be oğlum. nesi varmış kızın? manken gibi kız. gerçi senden biraz uzun boylu ama olsun.
    -ya ben kızı beğenmesine beğeniyorum ama kız elde avuçta durmuyor ki.bu gün benimleyse, yarın başkasıyla.2-3 gün onunla beraber oldum, daha sonra bakıyorum benimle sevişen o değil sanki. okulda hemen başkalarıyla takılmaya başladı. daha geçen gün çarşıda gördüm onu. yanında hiç tanımadığım bir herif vardı. bayağı da samimi görünüyorlardı. gerçi tam bilmiyorum, günahını da almayalım. belki sandığım gibi değildir ama görünen o yani.
    -haa sen evlenecek kız mı arıyorsun? oğlum dur bakalım, zamanı gelince evlenirsin. hele okulunu bitir, askerliğini yap... daha gençsin güzelsin, şimdi yaşamana bak.
    -biz yaşayacağımızı yaşıyoruz zaten ama nereye kadar? evleneceğimiz kızı asıl şimdi bulmak lazım. öyle kız kolay bulunmuyor, bilirsin.
    -oğlum onu aramakla bulamazsın ki.zamanı gelince o seni bulur zaten.bir anlık bir elektriklenme, sonra puff!... bir bakarsın ki o karşında.
    -bu elektriklenme içinde keban barajına gitmek lazım herhalde * neyse, bakalım. ee sende bir icraat yok mu oğlum? geçenlerde yanındaki fıstığı görmedim sanma. hiçte fena değildi hani *
    -haa şu manyak kızı mı diyorsun?bak anlatayım da dinle...
    ···
  11. 111.
    0
    evet;bu muhabbetler böyle uzar gider. bazen kıyısından köşesinden geçeriz aşkın, bazen de gerçek aşkı bulduğumuzu sanırız;sonra dehşetle yanıldığımızı anlarız. çoğu zamanda kendi kendimize gelin güvey oluruz.yok piyanoyla bilmem neyi çalmışımda kız bana tav olmuşmuş. ulan kimi kandırıyorsun salak? kız bir bahane ile yanına yaklaşacak ya,o da onun bahanesi oldu. yoksa piyano virtüözü hatta chopin ol kimin umurunda? sonuçta her gencin başına geliyordu böyle güzel şeyler. çoğu zaman şakayla karışık başlıyor sonra da bütün benliğini sarıveriyor bir anda kendini bir girdabın içinde buluyorsun. sonunda da ya büyük bir hüsrana uğruyorsun yada gerçek mutluluğu yakalıyorsun.o kişi, yani doğru insan belki çok yakınımızda, belki de bir hayli uzağımızda.onu bulmak için durmadan arayıp didiniyorsun.bu arada yaşadığın çılgınca saatler ve işlediğin günahlar yanına kar kalıyor. sonra da bu şekilde bar muhabbetlerine dönüşüyor ve hikayeler oluyor. evet o gece de bardaydım. sürekli takıldığım yerdi burası. geçen sene de bu barda çalışmış, canlı müzik yapmıştım. patronundan garsonlarına, barmenlerinden bodyguardlarına kadar herkesi tanıyordum. biraz sonra arkadaşlar geldi. gece boyunca hır gür muhabbetle vakit geçirdik. saat 01.00 e doğru arkadaşlardan izin alarak kalktım. kapıya doğru giderken masaları birinde tanıdık bir sima gözüme çarptı.bu efsane idi. yanında tanımadığım iki herif,bir tane de kız vardı.bu kız ev arkadaşı olmalıydı.ona görünmeden gizlice dışarıya kaçtım. dışarı çıktığımda saat 01.00 di.i̇çtiğim iki biranın etkisiyle biraz başım dönüyordu. birden kaldırımda yürüyen birkaç kişi dikkatimi çekti. önden bir kız koşar adımlarla gidiyor, arkasından sarhoş olduğu belli iki serseri onu takip ediyordu. durmadan kıza laf atıyor ve onu taciz ediyorlardı. kıza dikkatlice baktım, aman tanrım! bu i̇pek değil miydi? evet ta kendisi. neyse ki barın önündeydim ve bodyguardlar tanıdıktı. yanıma iki bodyguard arkadaşı alarak serserilere şöyle bir göründüm. adamlar bir anda ortadan toz oldular. arkadaşlara teşekkür ederek kızın yanına gittim. zavallı i̇pek çok korkmuş, sinirinden ağlıyordu.
    ···
  12. 112.
    0
    kitap yazmış huur çocuğu
    ···
  13. 113.
    0
    ertesi gün iyi bir uyku çekmiş bir vaziyette uyandım. balkona çıkarak mis gibi havayı ciğerlerime çektim akdeniz, bütün güzelliğiyle, doğayla kucaklaşıyordu. mustafa’nın yazlık evi denize yakındı ve deniz meltemi bütün serinliğiyle geliyordu. balkona kahvaltı sofrası hazırlanmıştı ve mustafa sofranın başında elinde bir gazete ile oturuyordu. beni görünce gülümsedi.
    -günaydın kanka. nasıl iyi uyudun mu?
    -sana da günaydın. açıkçası korkudan pek uyuyamadım. gece gelip tecavüz edersin diye. ne de olsa senin sağın solun pek belli olmaz.
    -merak etme, senin o değerli kıçına kalmadım. elimin altında binlerce kız var. hepsi de turist.
    -tabi, canım,aç tavuk kendini buğday ambarında sanırmış kızların hepsi kapında sıraya girmiştir eminim.
    -aç tavuğun kim olduğu tartışılır. her neyse,sen ne yapacaksın bugün?
    -bugün plajda takılırım sanırım,sen gelmeyecek misin?
    -benim bir işim var, öğleden sonra gelir sana katılırım.hem seni arkadaşlarımla tanıştırırım. onları seveceğinden eminim, hepsi tam kafa dengi çocuklardır.
    -o.k öğleden sonra görüşürüz o zaman.
    kahvaltıdan sonra yanıma havlumu, deniz malzemelerimi ve güneş yağımı alarak plaja gittim. masmavi akdeniz bütün güzelliğiyle ışıl ışıl gülümsüyor ve beni yanına çağırıyordu adeta.i̇ncecik kumlardan oluşmuş kumsal bir halı gibi ayaklarımın altına serilmişti. fazla büyük olmayan coşkun dalgalar sahille sevişiyordu. plajda bazıları aile, bazıları arkadaş grupları, genç-yaşlı bir çok insan da bu güzelliklerle sevişiyordu. kimileri denizde yüzüyor, kimileri kumsalda güneşleniyor, kimileri jet skylere biniyordu. sahilin az gerisinde kızlı erkekli bir grup genç plaj voleybolu oynuyordu. plajda havluma bir yer buldum. tişörtümü ve terliklerimi çıkardıktan sonra akdeniz’in ılık sularıyla kucaklaştım. tanrım,o tertemiz berrak sularda kulaç atmak, arada bir dibe dalıp su altındaki o görkemli alemi az da olsa keşfetmek ne doyumsuz bir zevkti. biraz yüzdükten sonra sudan çıkarak kumsala uzandım. vücudumun ıslaklığından ince kumlar her tarafıma yapışmıştı. güneş, bütün parlaklığıyla ışıl ışıl parlıyor ve sonsuz kaynaklı ısısıyla yavaş yavaş yakıyordu.bir süre uzanarak denizin sesini ve etraftaki neşeyle haykıran çocuk seslerini dinledim. daha sonra yerimden doğrularak etrafıma bakındım. plajda yerli-yabancı bir sürü güzel kadın vardı. tabi ben en çok ayaklarına dikkat ediyordum..bir çoğu denizde biraz buruşmuş gibi görünse de çok güzel ayakları vardı. biraz daha denize girdim ve çıkarak duşa girdim. duşlar sahilin biraz gerisinde plaj voleybolu oynayan gençlerin yakınındaydı. duştan çıktıktan sonra yerime dönüyordum. birden suratımda bir şimşek çaktı. yanımdaki alanda voleybol oynayanların topu hedef menzilinden çıkmış ve top yeni hedef olarak benim yüzümü seçmişti. çarpmanın etkisiyle sersemlemiş, yıldızları sayıyordum, çok tatlı ve biraz da mahcup bir kız sesi duydum.
    -ay,çok özür dilerim.ne kadar sakarım ya.
    hala acıdığı için gözümü açamıyordum. yavaş yavaş gözümü açtım ve önümde çok tatlı bir kız silueti belirdi. 1.70 boylarında tahmini 18-19 yaşlarında, beyaz tenli, kahverengi ve dalgalı saçlı,ela gözlü tam bir kumral güzeliydi. daha önemlisi oldukça düzgün şekilli birbirine orantılı parmaklarıyla, incecik ayak bilekleriyle harika ayaklara sahipti. kız karşımda mahcup bir tavırla duruyordu.ona gülümsedim.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 114.
    0
    -hiç önemli değil, üzülmeyin lütfen. ama yaptığınız atışa bakılacak olursa sıkı bir voleybolcu olduğunuz belli.
    -i̇nanın istemeden oldu. durun gözünüze bakayım bir.
    -ya önemli değil, geçer birazdan.
    -olsun ben bakayım yine de.
    elleriyle yüzümü tutarak gözlerime baktı. birden ela gözlerinde hayranlık ifadesi belirdi.
    -oh aman tanrım. ne kadar güzel gözleriniz var.
    benimde ela gözlerim vardı ama onunki kadar güzel değildi. kız beni şaşırtmıştı doğrusu.
    -şey... teşekkür ederim. doğrusu bana daha önce kimse gözlerimin güzel olduğunu söylememişti. ayrıca sizin gözlerinizden daha güzel olduğunu sanmıyorum.
    -doğrusu gözlerimiz neredeyse aynı sayılır, acaba kardeş miyiz neyiz * şey adım alev.
    -ben de mahmut. tanıştığıma memnun oldum.
    -sende bize katılmak ister misin?
    -şey, oyununuzu bölmeyeyim. zaten pek iyi oynayamam.
    -olsun, bizlerde çok usta değiliz bu oyunda.gel hadi nazlanma
    beni elimden tutarak arkadaşlarının yanına zütürdü. çok tatlı bir kızdı ama bir o kadarda çılgın ve uçuk kaçıktı gördüğüm kadarıyla. beni de oyunlarına dahil ettiler ve koşturmaya başladık. her ne kadar oynayamasam da acemi şansı olsa gerek birkaç sayı çıkarmıştım.i̇ncecik kumlar üzerinde bir süre koşturduk oynadık. bu arada gruptaki diğer arkadaşlarla da tanışmıştım. hepsi de tam kafa dengi iyi çocuklardı.bir ara içlerinden birisi bağırdı.
    -hey arkadaşlar mustafa geldi.
    dönüp baktığımda şaşırmıştım. gelen mustafa benim kankinin ta kendisiydi. mustafa:
    -selam beyler ve hanımlar.ya kocaman adam oldunuz hala top peşinde koşturuyorsunuz.
    -spor yapıyoruz işte oğlum. senin gibi sürekli karı kız peşinde koşturmuyoruz.
    -ne var yani oğlum benimki de bir nevi spordur.
    mustafa’nın gözleri bana ilişti.
    -oo kanka bizimkilerle tanışmışsın bakıyorum.
    yan gözlerle alev’e bakarak gülümsedim.
    -evet tanıştık. gerçi biraz çarpıcı bir tanışma oldu ama çok memnun oldum tanıştığıma.
    -arkadaşlar, mahmut benim üniversiteden arkadaşım. konya’dan misafirim olarak geldi.ona göre dikkat edin, sakın bir yanlış yapayım demeyin.
    i̇çlerinden biri:
    -sen kendine söyle bunu oğlum. senden zarar gelmezse bizden hiçbir zarar gelmez
    kızlardan biri lafa karıştı.
    -eyvah mustafa’nın misafiri ha.çokta gençmiş yazık olacak.
    mustafa’ya göz kırptım.
    -hayırdır mustafa,ne diyorlar böyle?
    -bilmiyorum, arkadaşların kuyruk acıları var galiba,sen bakma onlara.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 115.
    0
    bu şekilde şakalaşmalarla muhabbetimiz devam etti. arkadaşların hepsi bana hoş geldin dedi ve sonra hep beraber denize girdik.her türlü çılgınlığı yapıyor, neşeli oyunlar oynuyorduk. arkadaşlarla bir anda kaynaşmıştık. hepside kafa dengi, dost canlısı çocuklardı. özellikle alev benimle ayrı bir samimi olmuştu. kız yanımdan hiç ayrılmıyordu. denizde türlü şakalar yapıyor, çılgınlığını her fırsatta belli ediyordu. bazen omzuma bindiriyordum ve onu denize atıyordum. bazen de omzuma ayaklarını basarak çıkıyor ve dengede durmaya çalışıyordu. sonra çığlıklarla denize düşüyordu. bende bazen suyun altına giriyor ve alev’in bacaklarının arasından geçiyordum.bu arada suyun altında çaktırmadan ayaklarını dikizliyordum. bazen şaka olsun diye ayaklarını yüzüme değdiriyordu.bir ara yine su altına daldım. alev’in yanından geçiyordum ki alev birden ayağı ile sırtıma bastı.az daha boğulacaktım. kız şımarıkça gülüyordu yaptığı şakalara.bir ara ayağını yine yüzüme değdirdi. bende bir çılgınlık yapıp ayağını öpüverdim. yüzünün aldığı şaşkınlık ifadesi görülmeye değerdi.bir süre daha plajda vakit geçirdik. daha sonra akşam arkadaşların her zaman takıldığı bir cafede buluşmak üzere sözleşerek evlere dağıldık. akşam güzel bir yemekten sonra dışarı çıktık. mustafa o akşam izinliydi. beraber cafeye gittik. sahile yakın bir yerde açık bir alana kurulmuş bir cafeydi bu.masaların birinde bizim arkadaşlardan bazılarını gördük ama alev içlerinde yoktu. arkadaşlarla muhabbet etmeye başladık. biraz sonra alev iki kızla beraber geldi. kızlardan biri sırtında bir gitar taşıyordu. alev ise mini eteğiyle askılı tişörtüyle harika görünüyordu. ayaklarında parmak arası terlikler vardı. hemen gelip yanıma oturdu. muhabbetimiz şakalaşmalar, gülüşmelerle devam ediyordu. daha sonra gitar taşıyan kız gitarını çıkardı ve çalmaya başladı. çalışından daha acemi olduğu anlaşılıyordu. tahminen iki aylıktı gitarda. kız fazla parça bilmediğinden aynı parçaları dolaşıp duruyordu. mustafa:
    ···
  16. 116.
    0
    yeter be kızım iki saattir dın dın!... kafa beyin bırakmadın ya.
    -ne var be? i̇ki aydır kurs alıyoruz,bu kadar öğrenebildik.
    -ver şu gitarı da asıl üstadı çalsın. zaten sesinde bozuk borazan gibi.
    -ha hay! bunu diyene de bakın. kendi sesinin kargaları bile korkuttuğunu unuttun galiba.hem sen mi üstatsın ayol? şu gitardan tek bir nota çıkarabilirsen ne olayım.:)
    -sana ben üstadım dedim mi? burada mahmut üstadımız var.
    mustafa gitarı getirip elime tutuşturdu.
    -çal be dostum, kulağımızın pası gitsin ya.
    alev:
    -sen gitar çalmasını biliyor musun mahmut?
    -eh biraz biliyoruz işte.
    mustafa:
    -ya bakma onun “biraz” dediğine. adam gitarı yalamış yutmuş adeta.
    evet, gitarla on yıllık mazim vardı. çok severdim bu enstrümanı. bildiğim parçaları sıra ile geçmeye başladım. ortalık bir anda coşmuştu. ben bütün ustalığımı kullanarak çalıp söylüyordum. herkes yapabildiği kadar bana vokal yapıyordu. slov havalardan başlayan eğlencemiz hareketli şarkılarla devam ediyordu. cafedeki diğer müşteriler de eğlencemize katılmıştı.her parçanın sonunda alkış kopuyordu.bir ara hareketlenen ortamı sakinleştirdim. romantik bir şarkı çalıyordum.ne de güzel şarkıydı:
    -akdeniz akşamları bir başka oluyor,
    hele bir de aylardan temmuz ise bambaşka.
    sahilde insanlar kol kola sımsıcak,
    coşmamak elde mi böyle bir akşamda?
    i̇şte ben böyle bir akşamda aşık oldum...
    ···
  17. 117.
    0
    okuyanı gibsinler derim çeker giderim
    ···
  18. 118.
    0
    gerçekten, çok genis topraklar üzerinde hakimiyetini tesis eden osmanli devleti, çesitli din, dil, irk, örf ve âdetlere sahip topluluklari asirlarca âdil bir sekilde idare etmisti. ulasim teknolojisi bakimindan günümüzle mukayese edilemeyecek derecede imkansizliklar içinde bulunan o asirlarin dünyasinda, bunca farkli yapidaki topluluklari cebir ve tazyik kullanmadan idare etmek basit bir hakimiyet anlayisinin sonucu olmasa gerekir. m. fuad köprülü'nün n bir madde halinde siraladigi ve rasonyi'ye göre batili tarihçilerce de kabul edilen basarinin bu sebepleri de pek tatmin edici görünmemektedir. zira onun isaret ettigi bu on bir maddenin birçogunda diger anadolu beylikleri de ortakti. osmanlilarin din, irk ve cografi ortam bakimindan anadolu beyliklerinden pek farki yoktu. hal böyle olunca osmanli basarisinin sebeplerini baska sahalarda da aramak gerekir. öyle anlasiliyor ki osmanlilar, diger beyliklerin sahip olmadiklari veya yapamadiklari bazi seyleri basarmislardi. bu konuyu arastiran pek çok tarihçi gibi mustafa nuri pasa da baslangiçta küçük bir uç beyligi olan bu devletin basarisini, maddî ve manevî sebeplere baglar. ona göre bu sebepler sunlardir:

    1-kurulus dönemindeki hükümdarlarin tamami, islâm dinine ve bu dinin prensiplerine bagli olan kimselerdi. onlar, hukukî ve ser'î meseleleri bütünüyle kadilara havale etmislerdi. bu mevzuda kendilerini halktan ayri görmezlerdi. dolayisiyla halktan herhangi birine yapilan muamele, kendileri için de geçerli idi. keza onlar, hukuk adamlarina baski yapmadiklari gibi, tamamen islâm hukukunun ruhuna uygun olarak verilen kararlarina da müdahalede bulunmazlardi. bu da ülke içinde saglam bir adlî mekanizmanin çalismasina ve adaletin gerçeklesmesine sebep oluyordu. iste bu adalet anlayisi sayesindedir ki, devletleri büyüyüp gelisti.

    2- osmanlilar, kuruluslarindan itibaren anadolu selçuklu devleti'ne bagli kaldilar. bu baglilik, adi geçen devletin varligina son verildigi ana kadar devam etti. onlarin bu baglilik ve vefalarindan dolayi allah, kendilerini mükâfatlandirdi. zaman zaman ortaya çikan isyan ve bas kaldirmalarda hep onlara yardimci oldu.

    3- selçuklu devleti'nin ortadan kalkmasi ve bizans'in içinde bulundugu gibintili durumlar yüzünden çevresinde kuvvetli bir devletin bulunmamasi.

    4- osmanlilar, islâm dünyasinin hudud boylarinda kurulmuslardi. cihad ve ilay-i kelimetullah için devamli harp edip ganimet elde ettiklerinden san ve söhretleri de artiyordu. onlarin bu durumunu ögrenen ve baska ülkeler ile topraklarda yasayan müslümanlar, gelip kendilerine iltihak ediyorlardi. bu da onlarin kuvvetlenmesine sebep oluyordu.

    5- osmanli hükümdarlari, ilim adami ile fazilet ehli kimselere karsi son derece hürmetkâr davranip onlari gözetiyorlardi. devlet için hizmet edip yardimci olanlara timar arazisi vermek suretiyle onlari devlete ortak ediyorlardi. ayrica topraklarini genisletip müslüman nüfusunu artirmak için büyük bir gayret sarf ediyorlardi. çikardiklari kanunlara da gibi gibiya bagli kaliyorlardi. mustafa nuri pasa'ya göre, osmanli devleti'nin kisa bir zamanda büyüyerek müesseselerinin kemal mertebesine ulasmasina ve emsâllerine göre daha uzun ömürlü olmasina sebep olan âmiller, onlarin bu anlayis ve davranislaridir.

    selçuklu-bizans hududlarinda tesekkül eden bir uç beyliginin, yeni bir din ve kültürün tasiyicisi olarak eski bizans imparatorlugu'nun enkazi üzerinde kurulan bu yeni devlete bir türk ve islâm damgasi vurmasi hadisesi, çagdas tarihçiler arasinda henüz tam anlamiyla izah edilemeyen bir mesele olarak münakasa edilmektedir. öyle anlasiliyor ki bu münakasa daha uzun süre devam edecege benzemektedir. nitekim leopold von ranke gibi bazi kimseler de bu gelismeyi padisah sahsiyetlerine, askerî sisteme ve toprak uygulamasi gibi maddî manevî bazi unsurlara baglarlar.

    tarihin uzak dönemlerinden itibaren kurulmus bulunan bütün türk devletlerindeki töreye göre, osmanlilarda da ülke, ailenin müsterek mali olarak kabul ediliyordu. osmanlilarda saltanatin intikalinde yerlesmis bazi merasimler önemli yer tutmaktadir. bunlarin basinda bey'at, cülûs ve kiliç kusanma merasimleri gelmektedir. saltanatin intikali, baslangiçtan 1617 tarihine kadar ilk on dört padisahta "amûd-i nesebî" denilen babadan ogula geçmek suretiyle olmustur. eski türklerdeki devletin, hânedanin ortak mülkü olma telakkisi osmanlilarda özellikle fâtih döneminde degigib bir anlayisa bürünmüstür. kanunnâmenin meshur olan maddesi ile saltanatin babadan ogula intikalinde kolaylik saglanmistir. 1617'de i. ahmed'in ölümü üzerine "ekberiyet" usûlü benimsenmis. daha sonraki dönemde bir iki istisna disinda "ekberiyet ve ersediyet" usûlüne göre hânedanin en yasli erkek üyesi padisah olmustur. hükümdarlik ailesinin reisi olan ve "ulu bey" adini tasiyan kisi, ayni zamanda devletin de reisi olurdu. osmanli beyligi'nin ilk zamanlarinda da görülen bu âdet, i. murad zamanindan itibaren sadece hükümdarin çocuklari için geçerli hale gelmisti. buna göre belirtilen dönemden itibaren saltanat, hükümdar olan kimsenin çocuklarinin hakki olarak telakki edilmeye baslandi. bununla beraber bir veliahd tayini söz konusu degildir. devlet adamlari ve askerlerce sevilip takdir edilen sehzade, ölen babasinin yerine hükümdar ilan olunurdu.

    osmanli padisahlari cülûslan münasebetiyle çikardiklari fermanda allah'in lütfu ile "bi'l-irs ve'l-istihkak" saltanatin kendilerine müyesser oldugunu ifade ederler. öyle anlasiliyor ki ilk dönemlerde devletin kurulus hamurunda mayasi bulunan ahi teskilatinin da bu seçimde büyük bir payi bulunmaktadir. çok nadir de olsa, zaman zaman padisahlarin, yerlerine geçecek sehzadeyi devlet ileri gelenlerine vasiyet ettikleri görülmektedir. mesela çelebi mehmed, bizanslilarin yaninda bulunan kardesi mustafa çelebi'nin tekrar hükümdarlik iddiasiyle ortaya çikma ihtimalini göz önüne alarak hayatindan ümidini kestigi sirada yanindaki vezir ve beylerine oglu murad'in hükümdar yapilmasini ve o yetisinceye kadar ölümünün gizli tutulmasini vasiyet etmisti. böylece çelebi mehmed, kardes kavgasinin sebep olacagi politik ve ekonomik huzursuzluklar için tedbir almis oluyordu.

    biraz önce temas edildigi gibi, osmanlilarda hükümdarin çocuklarindan kimin padisah olacagina dair kesin bir saltanat kanunu yoktu. hükümdarlar, bir isyan hareketinin önüne geçmek için kardeslerini öldürürlerdi. kardes katli, yildirim bâyezid zamanindan beri tatbik edilmekle beraber fâtih kanunnâmesiyle yazili hale getirilmistir. bu kanunnâmede "ve her kim esneye evladimdan saltanat müyesser ola, karindaslarini nizâm-i âlem içün katl etmek münasibtir. ekser ulemâ dahi tecviz etmistir. aninla âmil olalar" denilerek memleketin selameti için kardeslerin katline bir nevi izin verilmistir.

    töreye göre osmanli padisahi, memleketin sahibi sayilirdi. bu sebeple tebeasinin mali ve cani üzerinde tasarruf hakki vardi. vasitali vasitasiz bunu kullanirdi. her türlü kuvvet padisahin elindeydi. fakat o bunu keyfî olarak degil, kanun, nizam ve ananenelere dayanarak muamelatin icaplarina göre yürütürdü. fâtih kanunnâmesi (s. 16)'nde, padisahin yetkilerini nasil kullandigina isaretle söyle denilmektedir: "ve tugrayi serifim ile ahkam buyrulmak üç canibe mufazzdir. umur-i âleme müteallik ahkâm vezir-i azam buyruldusu ile yazila ve malima müteallik olan ahkâmi defterdarlarim buyruldusu ile yazalar. ve ser'-i serîf üzre deavi hükmünü kadiaskerlerim buyruldusu ile yazalar." bu ifadelerden anlasildigina göre bütün dünyevî ve dinî idare padisah adina yapilmaktadir. buna dayanilarak padisahin, dünyevî yetkilerinin idaresinde sadrazamlari, dinî yetkilerinin idaresinde ise önceleri kadiaskerleri, daha sonra da seyhülislâmlari vekil tayin ettigi söylenebilir. nitekim bu iki makama yapilacak tayin ve azillerde padisahin mutlak selâhiyet sahibi oldugu bilinmektedir. bundan baska divan toplantilarinda alinan her türlü kararin "arz" yolu ile onun tasdikine sunulmasi da padisahin nihaî karar mercii oldugunu teyid etmektedir.

    islâm hukukuna göre devletin basinda bulunan hükümdarin, hakkinda nass bulunmayan mevzularda tebeasinin maslahatini gözeterek çikardigi kanunlarina uymak dinin emridir. islâm hukukuna göre hükümdar her istedigini yapan ve her türlü arzusuna uyulmasi gereken bir kisi degildir. o da ser'î hukukun gerektirdigi emirlere uymak zorundadir. aksi takdirde hz. peygamber'in "allah'in emirlerine uymayana itaat yoktur" hadis-i serifi ile hz. ebu bekir'in halife seçildigi zaman yaptigi ilk konusmasinda dedigi gibi emirlerine itaat mecburiyeti kalkar.

    müslüman bir topluma istinad eden bünyesi ile osmanli devlet adamlari, bundan baska türlü hareket de edemezlerdi. zira bu devletin geleneginde hâkim bulunan anlayisa göre "devlette din asil, devlet ise onun bir fer'idir" kanun, hüküm, ferman ve uygulamada dinî anlayisin disina çikmamak için osmanlilar, kuruluslarindan itibaren islâm fikhina (hukuk) yakindan âsina olan ulemâya devlet idaresinde yer veriyorlardi. nitekim orhan gazi'nin vezirlerinden sinan pasa ile çandarli halil ulemâdandi. esasen, xiv. asir türk dünyasini gezip onlar hakkinda canli levhalar gibi saglam bilgiler veren ibn batuta'nin müsahede ettigi gibi, anadolu türkmen beyliklerinin hemen hepsinde fakihler, beylerin yaninda en serefli mevkide yer almakta idiler.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 119.
    0
    yanımdan hiç ayrılmayan alev’in yüzüne baktım. ela gözleri ışıl ışıl parlıyor ve bana sevgiyle gülümsüyordu.bu şekilde muhabbetimiz devam etti. vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştık. arkadaşların çoğu esnemeye başlamıştı.biz de kalkmaya karar verdik hep beraber cafeden çıkıp sahil yolunda yürümeye başladık. alev yanımdaydı:
    -mahmut harika çalıyorsun ya,beni büyüledin adeta.
    -teşekkür ederim alev.her gitaristin yaptığı şeyler işte. ayrıca sende güzel vokal yapıyordun.
    -ya aslında bende doğuştan yetenek var ama kimse fark etmiyor ki. birisi elimizden tutsa...
    -tamam,al kartımı yarın büroma uğra, sözleşme yapalım diyeceğim ama benim de gazinom yok.
    -olsun be anam,ben senin için gazino açarım.
    mustafa arkadan lafa karıştı.
    -bence bar aç alev. mahmut’un tarzı gazinoya gitmez.bu çocuk rock cı.hem bende bara geçerim.
    -sen beni iki günde batırırsın ayol.hem ben bara işıl’ı düşünüyorum,iyi barmaid olur ondan.
    işıl esmer, uzun boylu bir kızdı. oldukça da güzel ve çekiciydi.40-41 numara büyüklüğündeki ayakları da oldukça güzel görünüyordu. işıl:
    -oldu canım, yapmadığım bir o kalmıştı zaten.ben ne anlarım barmaidlikten ayol? daha şişe tutmasını bile beceremem.
    birden erkeklerden ömer lafa karıştı. biraz tuhaf esprileri ve şakaları olan çoğunlukla da boş konuşan bir çocuktu ömer.
    -zaten bu fasulye sırığı gibi boyla biraz zor yaparsın bu işi. müşteriler bir şey istemek için yukarı sünmek zorunda kalırlar. ayrıca ayaklarında kokuyor.
    birden ortalığı sessizlik kapladı. herkes şaşkınlık içinde ömer’e bakıyordu. işıl öfkeli bir şekilde ömer’in yanına geldi.
    -ne alakası var şimdi ömer? hem ne demek istiyorsun sen? ayaklarımı yakından kokladın mı ki böyle konuşuyorsun?
    ···
  20. 120.
    0
    okuyanı gibsinler ccc
    ···