0
beklemek,
.
dünya da bu iş nasıl yürüyor bilmiyorum zaten ondan daha önce, dünyada toplu taşıma işi nasıl yürüyor onu da bilmiyorum. merak de etmiyorum açıkcası. çünkü şundan eminim ki gavurun bu işi nasıl düzgün ve insana yakışır bir şekilde yaptığını öğrendiğim anda moralim alt üst olacak. neyse.
hayal edin;
iş çıkışı, okul çıkışı vb. yorgunsunuz. aklınızda tek bir şey var; evime gideyim, üstümü başımı çıkartayım, dal daşak oturayım, dinleneyim. arabanız da yok. otobüs, dolmuş, tramvay vb. bir toplu taşıma aracı kullanmaya mahkumsunuz. zaten bu durum oldukça canınızı sıkmakta. bir milyon kişi ile beraber durakta bekliyorsunuz, araç geliyor, itiş kakış biniyorsunuz araca. tabi bu sırada zütünüze parmak atanlar mı dersin, arkadan ittip kakanlar mı, sırtına vuranlar mı, küfür edenler mi ararsın, uyuz uyuz bakanları mı beğenirsin, hepsini yaşıyorsun o kısa zaman diliminde. bu kısa maceranın sonunda nasıl olduysa o gün bir mucize gerçekleşiyor ve insan kalabalığının arasından yorgun vücudunuzu sıyırmayı başarıp yorgun zütünüzü üzerine koyabileceğiniz bir koltuk buluyorsunuz. nasıl sevinçlisiniz, nasıl mutlusunuz. günün büyün yorgunluğunun üzerine bir de araçta ayakta durup, o hiç bir işe yaramayan ve üstüne üstlük her daim ıslak olan el tutmaçlarını tutmak, ikiye bir yanınızda duran kişi ile istemsiz göz teması kurup gözlerinizi kaçırmak, araç her dur kalk yaptığında sağınızdaki solunuzdaki insanların üzerine çullanmak veyahut onlardan gelecek bu tarz bir hareketi savuşturmak amacı ile anlamsız bir gerilim ve bu gerilimin sonuncu gelecek olan yorgunluğu ve stresi yaşamak zorunda kalmayacaksınız. kısacası, araçta hasbelkader bulmuş olduğunuz elli santimetre karelik bir koltuk günün bütün yorgunluğunu üzerinizden almış zütürmüş. hatta belki de kısa bir şekerleme bile yapabilecek zamanı bulacaksınız. kim bilir belki de güzel bir rüya bile görebilirsiniz.
bütü bu rahatın ortasında araç hareket etmeye başlar. tıngır mıngır ilerliyorsunuz. yer bulamayan, ayakta duran insanlarda gözünüz. öyle dik dik bakıp tedirgin etmek istemiyorsunuz ama için için gülmekten de kendinizi alamıyorsunuz. çünkü o an da, o aracın içerisinde siz başka bir statüdesiniz. oturuyorusunuz. ayakta değilsiniz. ayakta duranlarla aranızda önemli bir fark var. iyi bir insan olduğunuz için göz teması kuraktan kaçınıyorsunuz çünkü bu kuracağınız göz teması onlara 'siz ayaktasınız ben oturuyorum' gibi bir mesaj verecektir. böyle bir durum yaratmak istemeyecek kadar duyarlı bir insan olduğunuzdan dolayı hiç ilgilenmiyorsunuz etrafınızla.
her şey tam da istediğiniz gibi giderken, içinizde bir yerlerde; çok derinlerde bir huzurluzluk hissediyorsunuz. ilk başlarda önemsemiyorsunuz; görmezden gelmek istiyorsunuz lakin bu huzursuzluk duygusu yavaş yavaş bütün bedeninizi kalıyor, ruhunuzu ele geçirmeye başlıyor. artık dayanamayacak seviyeye geldiğinizde hemen bu huzursuzluğun nedenini aramaya başlıyorsunuz. nedir bu en mutlu anınızda sizden bu mutluluğu çalmak isteyen? nereden geliyor bu hain huzursuzluk duygusu. bu arada huzursuzluk iyiden iyiye belli etmeye başlıyor kendisini. bir an önce nedenini bulmanız gerekiyor. oysa siz belki de güzel bir rüya görecektiniz. kafanızın içerisinde tek bir soru? ne? ne? ne?
tam bu anda; fark ediyorsunuz bu huzursuzluğun nedenini. bir anda bütün dünya başınıza yıkılıyor. tam sağınızdan bir çift göz sabit bir şekilde kilitlenmiş, size bakıyor. bütün mutluluğunuzu çalan, bir çift kadın gözü. gülümsemeye çalışıyorsunuz ama mümkün değil. bir kadın. gözleriyle konuşuyor sizinle.
- bak kaç dakika oldu araç hareket edeli, diyor gözleriyle size.
gözlerinizi kaçırıyorsunuz bir an için ama mümkün değil. tekrar kilitleniyor gözleriniz. kadın gözleriyle konuşmaya devam ediyor sizinle.
- kalk haydi. orası benim yerim; ben oturacağım oraya. ben oturacağım. senin ayakta durman gerek. kalk haydi, der gibi bakıyor. ısrarcı, inatçı.
çaktırmadan incelemeye başlıyorsunuz kadını. otuzlarında; genç, sağlıklı, hamile değil. ayakta durabilir. kalkmanıa gerek yok. siz oturabilirsiniz o koltukta. hem neden siz? neden siz?
hafif hafifi mırın kırın etmeye başlıyor kadın. gözlerini gözlerinize dikmiş oflayıp pufluyor. artık bu gizli konuşma sadece ikinizin arasında değil. yavaşca civarda ki diğer insanlarda fark ediyor bu durumu. daha doğrusu kadın bilerek ve isteyerek fark ettiriyor onlara. başka gözlerde dönüyor size, kadınlı erkekli. onlarda konuşmaya başlıyor sizinle;
- kalksana dostum, bayana yer versene. bırak otursun, der gibi bakıyorlar.
- ama o da beni gibi genç, ayakta durabilir, der gibi bakıyorsunuz ama dinlemezmiş gibi bakıyorlar.
en sonunda öyle bir noktaya geliyorsunuz ki işte bu nokta sizin hayatta ki duruşunuzu da belirleyecek bir nokta. hadi lan oradan demeyin, gerçekten. önünüzden iki seçenek var;
1. oturduğunuz koltuktan paşa paşa kalkar ve o kadına o yeri verirsiniz.
2. herkese meydan okur ve o koltukta oturmaya devam edersiniz.
seçim sizin... ama bunu yaşayan herkes bilir ki hiç de buradan göründüğü gibi kolay bir seçim değildir. şahsım olarak genellikle birinciyi seçiyorum.
aslında bakılırsa bu konuda yazacak daha çok şeyim var lakin kız arkadaşım şuanda inatla kaşar peyniri ve süt almak için marekete gitmemi söylüyor. iki seçenek;
1. oturduğum koltuktan paşa paşa kalkar ve markete giderim.
2. meydan okur ve yazmaya devam ederim.
seçim benim.
haydi, ben kaçtım. market kapanmadan yetişmem gerek.