-
26.
+1Bir Bine(V)-“Bayağı kızdılar.”Tümünü Göster
La-Ateh-“Lucius. Şu kapıda duran da benim sana bahsettiğim çocuk. Öldürmüştüm ya hani.”
Lucius-“Haa. Oğlun o mu? Çok cılız gözüküyor.”
Kübra-“Beni artık yere indirmeyi düşünüyor musun?”
Lucius-“Bir öpücük ver indireyim.”
Bir Bine(V)-“Ne diyon lan sen kardeşime.”
Lucius-“Şimdi düşündüm de. Sen Kübra’nın abisi oluyorsun o zaman.”Kübra’yı yere bıraktı ve “Kübra babasına saygı duymuyor muhtemelen sana saygı duyar.” Bir Bine(V) ye doğru yaklaştı ve kulağına fısıldadı. Benim kulaklar keskin olduğu için rahatça duyuyordum. “Kübra’yı benim karım olmasına ikna etsene.” Yuh. Oha lan. Bir Bine(V) en mantıklı olanı yaptı ve yumruğu vurdu. Tabi hissetmedi bile. “Evet mi demek bu?”
Bir Bine(V)-“ Tabi ki hayır lan.”
Kübra-“Ne dedi ki?”
Bir Bine(V)-“Senin onun karısı olmak için ikna edecekmişim. Bu şeytanlar çıldırmış.” (Öyle mi söylenir mal) Kübra ve Lucius kıpkırmızı oldular. Lucius’a empati kursam benim de bu dediğimi sevdiğim kıza söyleseler hiç düşünmeden kaçardım oradan. Ben ne düşünüyorum. Fazla vaktimiz kalmadı. Ti-an’nın gelişine 3 gün kaldı. Ve sadece La-Ateh’i cehennemden çıkarabildik. Ve güçlü bir müttefik de kazandık. Diğerlerinin durumu ne bilmiyorum. Zaten onlara bakacak vaktim de yok. Aslında var ama Selim’in yanına gitsem de durum değişmeyecek. Beni anlamayacaklar. Ejderhaların dağına gitmek de istemem. Oradaki bazı ejderhalarla aram iyi değil.
Hinn-“Lucius. Dediklerimi çevirebilir misin diğerlerine?”
Lucius-“Zaten yeminli tercümanınım ya senin…Tamam tamam. Söyle. Çeviririm.”
Hinn-“La-Ateh’i cehennemden çıkardık. O Kübra’yı eğitecek ama Bir Bine(V) ile ne yapacağız?”
Lucius-“Baba kızını eğitecek işe yaramaz oğul ne yapacak diye soruyor.” Evet. Doğru çevirdi ama biraz kabacaydı.
La-Ateh-“Onu buraya çağırmanız hata. Vasıfsız.”
Bir Bine(V)-“Tabii canım. Öleceğini anlayınca züt korkusundan kızları esir alan bendim ya.”
La-Ateh-“Ama sonuç olarak ben kazandım.”
Kübra-“La-Ateh. Kapat çeneni. Lucius. Kalbimi kazanmak istiyor musun?” Hemen ağzının suyu akmaya başladı.
Lucius-“Sen ne istersen. istersen cenneti yok edeyim.”
Kübra-“O kadar büyük bir şey yapmana gerek yok. Sen güçlüsün değil mi?”
Lucius-“Evrendeki en güçlü dövüşçüyüm.”
Kübra-“Bak işte bu çok iyi.” Yanına yaklaştı. Parmağıyla Lucius’un göğüsüne dokundu ve parmağını gezdirdi. Kübra şeytanın oğlunu mu ayartmaya çalışıyor yoksa bana mı öyle geliyor?
Kübra-“Abime kılıç kullanmayı öğretirsin o zaman değil mi?” Lucius kendinden geçmiş bir şekilde
Lucius-“Tabiikii” diye söyledi. inanamıyorum. Resmen Şeytan’ın oğlunun zaafını buldu ve ona kullandı. Babasından hiç ders almamış bu Lucius.
Kübra-“Saol tatlımm.” dedi ve yanağına öpücük kondurdu. Yakıtı yüklenmiş araba gibi Bir Bine(V) yi ensesinden tutup hızla ormanın içine koşmaya başladı. Tabi Bir Bine(V) de arkasından sürükleniyordu.
Kübra-“Erkek işte. Şeytan da olsa tanrı da olsa fark etmiyor. Neyse hadi başlayalım.” Biz La-Ateh ile gözlerimiz faltaşı gibi açık bir biçimde Kübra’ya bakıyorduk.
Kübra-“Ne var? Sizin de aklınız uçkurunuzda ben ne yapayım? Hadi. Acelemiz var. Fazla vaktimiz kalmadı.” dedi ve
La-Ateh-“işte benim kızım. Şeytanı bile baştan çıkarır” dedi ve Kübra’yı takip etti. Ben ise gördüklerim karşısında hala şoktaydım. -
27.
+2Bir Bine(Rüyamdaki Kız Kim)Tümünü Göster
Her günüm aynı geçiyor. Alıştırma yapıyoruz, uyuyoruz, sonra tekrar alıştırma. Evet. Gelişme kaydettim ama içimde bir sıkıntı var. Fatih nerede? Mustafa bana neden soğuk davranıyor? Bu tilkiler kafamda dolanırken beni Emre’nin seslenmesiyle kendime geldim:
Emre-“Biraz kafan dalgın gibi. Bir sorun mu var?”
Bir Bine(R)-“Her zamanki sıkıntılar işte. Senin durumun nasıl? Alışabildin mi burada yeteneğini açmaya?”
Emre-“Asıl sana sormam lazım. Ben yıllardır buradayım. Sen ise yeni geldin.”
Bir Bine(R)-“Kafam bozuk biraz. Mustafa ile konuşmam lazım. Fatih nerede belki o bulabilir. Savaş alanında yeteneği çok işimize yarar.”
Emre-“Tamam. Muhtemelen yasak ormandadır. Ama oraya gitmeni pek tavsiye etmem. Cennet’e ilk geldiğim sıralarda yanlışlıkla yasak ormanın kapısının önüne gelmiştim, bütün hayvanlar orada sıralanmış bir adım daha atsam beni parçalamak için hazır bekliyorlardı.”
Bir Bine(R)-“Şu an savaş zamanındayız. Hem kardeşimi merak ederken çalışmaya odaklanamam.”
Leyla-“O zaman bir çevirmene ihtiyacın olacak. Ben de geliyorum. Hem iki zihne birden girme alıştırması da yapmış olurum.”
Bir Bine(R)-“Kendini zorlama bu kadar fazla…”
Leyla-“Mustafa’nın sana şu anda ihtiyacı var. Hepimize ihtiyacı var.”
Emre-“Biliyorsun değil mi? O 5 metre. Bizim ona ihtiyacımız var gibi duruyor.” ikimizin kötü kötü baktığımızı görünce “Ne var? Şaka yapamaz mıyım?” Pek şaka gibi söylemedi ama neyse. Düştük yollara.
Yasak ormanın kapısının önüne gelmiştik. Gerçekten de dediği gibi. Kurtlar, çakallar, bütün dişi kesmeye, öldürmeye yarayan hayvan türleri sıralanmış bize doğru hırlıyorlardı. Bir dal kırılsa burada olurum diyordu. Bakalım göreceğiz. Gerçekten de bir dal kırdım. Bunu neden yaptım bilmiyorum ama işe yaradı. Birden karşımda belirdi ve bana doğru hırlamaya başladı. Sonra kim olduğumu anlamış olacak ki geri çekildi. Leyla yeteneğini açtı ve ikimizi de görecek şekilde pozisyon aldı. Artık ne dediğini anlayabiliyordum.
Hinn-“Ne istiyorsun Bir Bine(R)?”
Bir Bine(R)-“Sana da merhaba. Ne kadar sıcakkanlısın bugün.”
Hinn-“Buraya bana laf sokmaya mı geldin? Eğer öyleyse işlerim var. Gidiyorum.”
Bir Bine(R)-“Tabiki de o yüzden çağırmadım seni. Sana sormam gereken sorular var. Öncelikle Fatih’i hiç gördün mü?”
Hinn-“Hayır. Cennette bir yerlerdedir. Yasak orman dışındaki yerlerde yetkim yok. Onun için Fatih nerede bilmiyorum.”
Bir Bine(R)-“O zaman ikinci sorumu da sorayım. Neden bu kadar soğuk davranıyorsun bana? Hayvanlığın getirdiği agresiflik mi diyeceğim, alakası yok. Sadece bana karşı tavrın var. Neden?”
Hinn-“Sen yanlış düşünmüşsün. Soruların bittiyse geri dönüyorum.” Yeter artık. Yanına koştum ve yüzüne yumruk attım. Muhtemelen acımadı ama vuruşumla kendini bir adım geri çekti.
Bir Bine(R)-“Hatırladın değil mi? ikimiz arasındaydı bu. Eğer ben sana inancımı yitirirsem sen bana vuracaktın. Sen bana inancını yitirirsen ben sana vuracaktım. Şimdi söyle. Neden?” Kükremeye başladı. Pençesiyle (tırnağını çıkarmadan) vücuduma vurdu ve beni biraz ileri savurdu. Yerde biraz yuvarlandım. Daha sonra yanıma geldi ve ben yerdeyken birkaç kez daha vurdu. Kendini tutmaya çalıştığı her halinden belliydi ama tutamıyordu. Leyla odağını bozuk ayırmaya geldiği için duyamıyordum onu.
Bir Bine(R)-“Ley la. Devam et.” dedim. O da tekrar açtı.
Hinn-“O zaman sana durmadan vurmam lazım. “ (Bu arada vurmaya devam ediyor.) “Beni dünyadayken ormanda bıraktınız. Hepiniz. Emre ve Leyla zaten öldü. Senin ise beni araman anca La-Ateh tehditi gelince aklına geldim. Merve beni görünce iğrendi. Hatırladın değil mi? Çocuklarını bana göstermedin bile. iki tane çocuğun vardı. Biri Halil diğeri de Leyla. Onları benden sakladın. Neden peki? Benim gibi olmasınlar diye mi düşündün? O an korktun mu ‘ bu benim arkadaşım’ dersen çocukların korkar diye? Sen beni dostun olarak görmedin ki hiç.” Sonunda vurmayı bıraktı.
Bir Bine(R)-“Bitti mi?”
Hinn-“Bitmedi. Sana daha çok kızmak istiyorum. Sana daha çok bağırmak istiyorum.”
Bir Bine(R)-“Eğer ki beni affetme yolun buysa bağır. Kız. Döv. Söv. Ama şunu bil. Her şey ani gelişti. Sen ormana giderken ‘acil durum olmadığı sürece beni aramayın’ demiştin. Ben de aramadım. Dediğini yaptım. Ama farkında değildim. Seni aramayarak sana yardım değil önüne zorluk getiriyormuşum. Yıllarca aramadım. Bir kolun kopmuştu haberim bile yoktu. Çocuklarımla tanışamadın. Hepsi benim hatam. Özür dilerim.”
Hinn-“Tek bir şartım var. Savaşı kazandığımızda çocuklarınla tanıştıracaksın beni. O zaman tamamen affederim.”
Bir Bine(R)-“Anlaştık.” dedim ve gülümsedim. Sonra yumruğu kafasına vurdum.
Hinn-“Bu nedendi?”
Bir Bine(R)-“Canım yandı hayvan. Öküz gibi vuruyorsun.” O da güldü ve birden kayboldu. “Sizce doğru olan şeyi mi yaptım? Ondan bu kadar hızlı özür dilemem doğru muydu?”
Emre-“Geç bile kaldın. Baksana. Dışlamışsın onu hep. Bende olsam aynı tepkiyi verirdim.”
Leyla-“Hem zaten durmadan küs kalamazdınız. Elbet barışacaktınız. Siz arkadaşsınız.”
Bir Bine(R)-“Tamam. Bu kadar arkadaşlık seremonisi yeter. Alıştırma yapmamız lazım. iyi dayandın Leyla. Teşekkürler.”
Leyla-“Rica ederim. Hadi gidelim.” dedi ve cennetin iç taraflarına doğru yol aldık. -
28.
+1Bir Bine (Ejderha’nın Mağarası)Tümünü Göster
Tam bir kaos ortamı var şu anda bu dağda. Derya ve Beyaz benden tarafa bakmıyor, Ti-an’nın zaten olanlardan haberi yok, Kru-hat ve Wim-sa beni öldürmemek için kendilerini zor tutuyor, Ejderha zaten ortalarda yok.
Tsi-ar-“Tebrikler Bir Bine(E) ve Ti-an(k). Sizinle gurur duyuyorum. Hem rakibinizi alt edip hem de yukarı çıkabildiniz.”
Bir Bine(E)-“Teşekkürler.” Burasını fısıldayarak söyledim.” Fakat sizin dışınızda hiç kimse memnun olmuşa benzemiyor.”
Tsi-ar-“Hahahaha. Gerçekten de öyle. Derya ve Beyaz bu şekilde yenildikleri için memnun değiller. Öfkeleri geçici. Kru-hat ve Wim-sa ise bu teknikle yakalanıp öldürülmüşlerdi. En güçlü ejderhaları avlayan bir tekniktir bu. Bunu biz bile kullanamıyoruz. Bu arada Derya ve Beyaz. Bir Bine(E) ye bir borcunuz var. Cevap borcunuz. Aşağıda size sormuştu Ti-an nasıl yenildi diye. Şimdi sözünüzü tutun ve cevap verin.”
Derya-“Cevap vermekten çok göstermek istiyorum.” Eline baktı ve sonra bana doğru yürüdü. Tokat attı. Tokat atmasıyla sanki bütün tüm enerjim çekilmişti. “Bu teknik ile fiziksel temasta bulunan rakiplerin enerjisini çekebiliyoruz. O yüzden Ti-an seni sırtına alıp uçtuğunda Beyaz’ın dokunmasıyla yavaşladı. Beyaz’ı tutup kendini aşağı bıraktığında da enerjisinin bitmesine dayanamadı ve Beyaz’ı bıraktı. Ve sana bir şey söyleyeyim mi? Bu tekniğin çok adiceydi.”
Tsi-ar-“Ti-an(B) geldiğinde size adil davranmayacak. Onun için bu savaşta her şeyinizi ortaya koymanız lazım. Hem sizin tekniğiniz de adil değildi. Fiziksel gücü olan birinin fiziksel gücünü emmek pek adilce gelmiyor kulağa.”
Kru-hat-“Tsi-ar. Ne zamandır bizim sözlerimiz adaletsiz oldu? Ama o çocuğun kullandığı teknik bir mantığa yatkın değil. Adil de değil. Peşini bırakmayan, yakaladığında da sözlerini etkisiz kılan bir yılan. Hatta bizim dilimizde bile değil.”
Tsi-ar-“Kru-hat. Senin düşüncelerini anlayabiliyorum. Lakin çocuk bu güçle doğmayı kendi seçmedi.”
Kru-hat-“Ama kullanmayı kendi seçti.”
Tsi-ar-“Ne yapmasını bekliyorsun? Ejderha öldürebilecek bir teknik diye kullanmasın mı? Cenneti tamamen kayıp mı edelim? Peki bize ne olacak o zaman? Gurur ile kibir arasında ince bir çizgi var. Ve sen kibire yaklaşıyorsun.” Kru-hat bir anlığına durdu.
Kru-Hat-“Haklısın. Hata ettim Tsi-ar. Kusura bakma. Sizden de özür diliyorum Ti-an(k) ve Bir Bine(E). Ve size yardım etmek istiyorum. Houk in banaar.” Birden bütün yorgunluğum üzerimden gitti. Hatta enerji dolup taşıyordum.
Wim-sa-“Kru-hat. Ne yaptığını sanıyorsun? O Ejder Birliği’nin kanı taşıyor. Ve onu kendi enerjinle mi besliyorsun?”
Kru-hat-“Tsi-ar onların cenneti kurtarabilme ihtimalleri olduğunu görebiliyor. O dördü hem insanların gücüne hem de ejderhaların kudretine sahipler. Ti-an(B) yi tek yenme ihtimalleri olan kişiler o iki ejderha. Hem bu küçük bedenleri milyonlarca yıl beslesem de zarar görmem. Benim size yardımım bu kadar. Dağda eğitim gördüğünüz süre boyunca benim gücümden besleneceksiniz ve böylece uyumaya veya dinlenmenize gerek kalmayacak. Boşa harcamayın bu hediyemi.” dedi ve uçup gitti.
Wim-sa-“Umarım ne yaptığını biliyordur Derya ve Beyaz. Ben de size yardım edeceğim. Houk in banaar.” dedi ve uçup gitti. -
29.
+1Bir Bine (Vahşet)Tümünü Göster
Sonunda durdu. Yarım saattir beni oyuncak gibi yerlerde sürükledi. Sövecem şimdi tam olacak diyecem de şeytan bu. Övgü olarak alır pekekent. Yetmiyor bir de kardeşime sulanıyor. Tam dayaklık ama sadece bakarak aramızda ne kadar güç farkı olduğunu anlayabiliyorum. Vahşetim olsaydı dahi kılına zarar veremezdim.
Lucius-“Şunu yakala” dedi ve üzerime tahta bir çöp fırlattı. Ben de tuttum. “Şimdi. Bana tüm gücünle saldır. Bakalım ne kadar biliyorsun bu kılıç olayını.” Lan ne kılıcı. Orta çağda mıyız amk. Ver tüfeği sıkayım kafasına. Kılıç ne. Yanına yaklaşabilecek miyiz ki?
Bir Bine(V)-“Kılıçla ne yapabileceğim ki ejderhaya?”
Lucius-“Bana cevap verme.” Dedi sırtındaki kılıcı çekti ve beni ortadan ikiye doğru kesti.. Ha! Buraya kadar mıydı? Ölüyorum. Hissediyorum. Yok oluyorum. Bedenimin diğer yarısına baktım. Çok korkutucu bir his. Hala bedenimin diğer yarısı ayakta duruyor. Daha ne olduğunu anlamamış gibi. Demek yok olmak böyle bir duygu. Böyle taktan yere mi öleceğim? Gözlerimi kapadım ve yok olmamı görmek istemedim.
Lucius-“Uyan uyan. Geldik.” Ha. Nereye geldik? Ben ölmedim mi? Gözlerimi açtığımda hala ayakta duruyordum ve elimde tahta kılıç vardı. Hala yasak ormandaydık.
Bir Bine(V)-“Daha yeni ne oldu?”
Lucius-“Seni öldürdüm ve geri dirilttim. Cehennemde normal bir şey bu. Cennet bebeleri anlamaz.” Cennet bebeleri mi? Mahalle kavgası mı lan bu? Ciddi ciddi öldüğümü hissettim. Yok olduğumu.
Bir Bine(V)-“Bir daha sakın yapma.”
Lucius-“Maalesef. Kötü haber. Geldiği yerde daha çok var. Eğer hala bana saldırmamaya devam edersen ikincisi de geliyor. Hadi saldır.” Kılıcını geri kınına koydu.
Bir Bine(V)-“Kılıcınla karşılık vermeyecek misin?” parmağını kaldırdı ve:
Lucius-“Tek parmağım sana yeter de artar. Parmağımı şişirene kadar burada çalışacaksın. Şimdi, saldır.” Saldırmaya başladım. Gerçekten parmağıyla saldırılarımı engelliyor. Tamam. Bu resmen aşağılama. Ama yapmam lazım. Ama gerçekten aklımda kaldı bu soru. Koskoca ejderhayı bir kılıçla nasıl yeneceğiz ki? Çıldıracağım. Aklım orada.
Lucius-“Zihnini başka yerlere odaklarsan ölürsün.” Dedi ve parmağını kalbime sapladı. Tekrar bir ölme olayı geçirdikten sonra tekrar geri geldim. Nefes nefese bir biçimde:
Bir Bine(V)-“Cehennemdekiler bu acıyla nasıl yaşıyor? Her gün bunu mu çekiyorlar?”
Lucius-“Laf yapma da kılıcını salla. Bu arada kardeşin nelerden hoşlanır?” pekekent bel altından vuruyor.
Bir Bine(V)-“Kardeşimi karıştırma lan.” dedim ve tahtayı salladım. Tahtayı sallarken içimden sanki bir dalga geçti. Tabi ya. Beni gazlayacak olayı biliyorum. “Vahşet.” dedim ve hiçbir şey olmadı. Olmadığını bile bile saldırmaya devam ettim.
Lucius-“Hoo. Demek ki sihirli bir kelimen var. Bu işimizi daha da kolaylaştırır. Saldırıların hızlandı ve vuruşların biraz güçlendi. Eğer parmağımı şişirirsen sana deden hakkında hikaye anlatırım.”
Bir Bine(V)-“Dedem derken Tanrı olan…”
Lucius-“Annenin babasından bahsetmemi istiyorsan o cehennemde. Zamanında anneni döver karısını sadece gibme aracı olarak gören biriydi. Bir tefeciye borcu olduğundan kaçırıldı ve iç organlarını tek tek söküp sattılar. Dedenin borcundan fazla para kazandılar dedenin iç organlarından. Sizin deyiminizle kötü yola düşen deden gg. Normal deden bu kadar. Babanın babasını da parmağımı şişirdiğinde söyleyeceği…” gördüğü manzara karşısında şaşırdı.
Bir Bine(V)-“Hadi anlat bekliyorum.”Evet. O konuşurken vahşetten öğrendiğim en önemli taktiği kullandım. Odaklanmayı. Sadece parmağını gördüm ve ona tüm gücümle saldırdım. Sonuç: M O R A R T I L D I.
Lucius-“Neyse. En azından hızlı öğreniyorsun. iyi dinle çünkü bir kere anlatacağım.” -
30.
+1Lucius-“Deden sana anlatmıştır, dünyaya düştü vs. Ama dünyaya neden düştü biliyor musun?”
Bir Bine(V)-“Bilsem dinliyor olur muydum?”
Lucius-“Neyse işte. Şu kulede oturan tanrılarınız onu cennetten kovdu. Tıpkı babama yaptıkları gibi. Nedeni ise şöyle. ilk kendi babamdan başlarsak babam bana sadece ‘bu oyunda yokum’ dedim ve beni kovdular diyor. Senin deden ise zamanında insanlara halkalar çizermiş. “
Bir Bine(V)-“insanlara halkalar çizmek mi? O ne demek oluyor?”
Lucius-“Bir sussan devam edeceğim. Halkalar sizin dünyanızda binlerce anlamı vardı. Ying Yang, şeytan çağırma çemberi vs. ama o çemberler bir amaç taşıyordu. Çembere giren kişi nefretinden arınır, dünyayı mavi görmeye başlar. Senin deden nefreti dünyadan yok etmek istedi. Ama tanrılar bu yaptığı gizli eylemi anlayınca cennetten kovdular. Ve onun güçlerini mühürleyip cezalandırdılar. Çemberleri sildiler ve çemberin topladığı nefretlerin hepsini senin dedene yüklediler. O yüzden deden de kendini bir mağaraya hapsetti ve kimseyi içeri almadı. Ve özellikle de tanrı olduğunu reddederek yaşadı. Şimdi sizin niye vahşet sahibi olduğunuzu anladınız mı? Bu nefret dedenize ait değil, babanıza ait değil. Bu dünyada yaşayan insanların nefretleri. Deden Sar-ab denen bir kadına aşık olduğunda nefreti durduğunu düşündü. Ama yanıldı. Vahşet, sadece sinir olmak ile çıkmaz. Aklında planları ile de belli eder. Baban Sar-ab’a tohumunu, yani La-Ateh’i bıraktığında bunların olacağını tahmin edebilecek kadar bilge biriydi. Olmasını içten içe istedi. Evet, son anlarında pişman oldu ama artık çok geçti.”
Bir Bine(V)-“Bu içimdeki eskiden duran güç nefret ise zaman vahşet hala bende duruyor mu?”
Lucius-“Vahşet senden gitti. Babandan da. Babanın tanrıyken yeteneği özetlersek emmekti. Nefreti emen çemberler çizdi. Yani tamamen emiyor. Kurutuyor. Tek damla bile bırakmıyor. Sizin bütün yetenekleriniz şu anda kız kardeşinde. Ve senden daha iyi kullanıyor.”
Bir Bine(V)-“Bu detayı söylemene gerek yoktu. Zaten vahşeti kaybettiğimden beri kendimi boşlukta hissediyorum. Sanki yaşama amacım kalmamış gibi.”
Lucius-“Zaten ölüsün sorun yok yani. Neyse eğitime devam.” Eline tahta bir çubuk aldı ve:
Lucius-“Bunu kırana kadar buradasın.” Hay amk. Yine bir şey kıracaz. Neyse. En azından olayı kavradım. -
31.
0Kübra (Ti-an’nın Gelmesine Son 1 Gün)Tümünü Göster
Kübra-“Olmuyor. Yapamıyorum.”
La-Ateh-“Yapabilirsin. Az kendine güvensen. Ti-an’nın gelmesine 22 saat kaldı. Ve her şey sana bağlı.”
Kübra-“Benim yanımda savaşacak birçok kişi var.”
La-Ateh-“O piyonlara mı güveniyorsun? Onlarda senin gücünün bir damlası bile yok.”
Kübra-“Seni onlar yenmişti. Hatırlatırım.”
La-Ateh-“Hayır. Onlar beni yenmedi. Sen yendin. Son vuruşu sen yaptın. Eğer beni orada öldürmemiş olsaydın o tekerlekli sandalyedeki adam ölmüş olacaktı. Ve savaş benim lehime dönmüş olacaktı. Kollarımı bile feda etmiştim.”
Kübra-“Oradan pek öyle gözükmüyordu. Sanki inliyordun.” Kaşlarını biraz çattı. Sonra tekrar normal haline döndü.
La-Ateh-“Bu kadar konuşacak vaktin varsa gücünle bilincin açık bir şekilde savaşacak vaktin de vardır.”
Kübra-“Ama onu bulamıyorum ki. Zor zamanımda gelip yardım etmişti.”
La-Ateh-“Onu hala bir şahıs olarak görüyorsun. O bir şahıs değil. O içgüdün. Aşırı güçlüdür ama bir şahıs değil. Sadece beynine uymak yerine içgüdülerini dinleyerek dövüşür. Konuşabilir, bizim hatıralarımıza da sahiptir. Ama o bir şahıs değildir.”
Kübra-“Bu anlattıklarınla iyice kafamı karıştırdın. Anılara sahip olan bir şey şahıstır.”
La-Ateh-“Şahıs değil anılara sahip olan kişi. Gücün kendisi. Güç de artık sensin.”
Kübra-“Taaamaaam. Kafam iyice karıştı.”
La-Ateh-“Anlamanı beklemiyorum. Çünkü ben de hiç kullanamadım.”
Kübra-“Kullanamadın mı? O zaman nereden biliyorsun ki böyle bir şey olduğunu?”
La-Ateh-“Babamın gözlerine eğer vahşetin açık bir şekilde bakabilseydin ne demek istediğimi anlardın. O güce binlerce yıl boyunca ulaşmaya çalıştım ama başaramadım. Ejderhalardan bile yardım aldım ama yine işe yaramadı.”
Kübra-“Senin binlerce yılda öğrenemediğin şeyi ben nasıl öğreneceğim?”
La-Ateh-“Ölerek. Senin bir bedenin var. Hem de tam gücünde. Ben babamın ve Bir Bine(V)’nin gücünü aldığımda ölmeyi deneyecek şansım yoktu. Onun için bunu senin denemen lazım. Merak etme. Ölümsüz olduğun için bedenin tekrar kendini iyileştireceltir. “
Kübra-“Peki ya nasıl öleceğim? Beni bıçaklayacaksın herhalde.”
La-Ateh-“Ben daha etkili bir yol biliyorum. Kesin ölüm. Şurada duran renkli otları görüyor musun? Onları yiyeceksin. Bedenin bunu kaldırmayacak. Ve öleceksin. En azından bayılacaksın ama ölüm hissi yaşayacaksın. Bir nevi içgüdünü kandıracağız.”
Kübra-“Imm. Peki. Acıyacak mı?” La-Ateh bir an gülümsedi.
La-Ateh-“Küçükken iğne vurulmaya gittiğinde de aynı soruyu sormuştun. Anılarım canlandı. Neyse. Şimdi ye bakalım şu otu.” Ona güvenmeli miyim? Gerçekten beni kandırabilir. Ama başka seçeneğim yok. Deneyeceğim. Aldım elime dediği otu ve yemeye başladım. Yarısını yememle birlikte kalbime bir sancı girmeye başladı. Korkuyorum. Ölüm böyle bir his mi? Üşümeye başlıyorum. Bu normalde bıçak yarasında vs. olacak bir şey. Kanım çekiliyor sanki. Ve birden bir ses duydum. Bu sesi tanıyorum. Bana Cerberus’un ağzındayken yardım eden kişi. Kişi değil. O benim.
Kübra2-“Yine başın belada galiba.”Konuşmak istesem de konuşamıyordum. “Kendini bana bırak. Merak etme. Hasımlarının hepsi ecelini bulacak. Ve sen yaşamaya devam edeceksin.” Zar zor aralıkla konuşabiliyordum.
Kübra-“Eğ er sen bensen o zaman bır ak ben seni kontrol edey im.”
Kübra2-“Hala olayı kavrayamadın değil mi? Benim sen olduğumu biliyorsun. Ama sadece biliyorsun. Hissetmiyorsun. Hala benimle iletişim kurmaya çalışıyorsun. Kafanı kaldır ve karşına bak. Hasımın o. Ezelden beridir oydu. Şimdi kendini bana bırak.” -
32.
0La-AtehTümünü Göster
Kübra birden yerden kalktı ve bana saldırmaya başladı. Yıllarca yaşamanın bana verdiği yetenek ile hareketlerini tahmin edip sağa sola kaçıyordum. Tek bir yumruk yersem ölürdüm. Git gide hareketlerini tahmin etmek zorlaşıyordu. Artık sıyırmaya başlıyorlardı.
Kübra2-“La-Ateh. Hala formundasın. Ama fazla uzun sürmeyecek.”
La-Ateh-“Senin daha bana yetişmen için kırk fırın ekmek yemen lazım.” Tamam. Blöf yapıyordum. Ama öleceksem de en azından bir tanrısal güç tarafından öldürülecektim. Yumrukları daha da hızlanmaya başlamıştı. Artık tek tük yiyordum yumrukları. Ama ucundan yesem de canımı fena yakıyorlardı.
La-Ateh-“Kübra. Hala şuna alışamadın mı?” Bir anlığına gözü seyirdi. Ben de bunu fırsat bilip çelme takıp yere düşürdüm. iyi bari. Eski yeteneklerimden pek bir şey kaybetmemişim. Hala rakibimin gözlerini okuyabiliyorum. Gözünün seyirmesi iyiye işaret. Kübra içgüdüsüne hükmetmeye uğraşıyor demektir. Ani anda ayağa kalkıp bana yumruğu geçirdi. Ne kadar uzağa uçtuğumu hatırlamıyorum. Bir kayaya çarparak durabildim. Gözümü zar zor açıyordum.
Kübra2-“La-Ateh. Kendine bir bak. Eğer bu güce sahip çıkabilseydin neler yapabileceğini hayal edebiliyor musun?” Kübra. Hadi ama. Yapacaksan şimdi tam zamanı. Ben ölürsem tekrar çağıramazsın onu. Bunu yapmam gerekiyordu. Onu tetikleyecek bir şeyler söylemem lazımdı. Kızım için. Son gücümü kullandım ve:
La-Ateh-“Anneni ben öldürdüm.” Bir an duraksadı. “Ellerimle öldürdüm. Bir Bine’yi bulmaya gidiyordu. Ben de engel olabilmek için öldürdüm onu. Önce ayaklarını kırdım. Daha sonra…”
Kübra-“Daha fazla konuşma.”
La-Ateh-“Kübra sen misin?”
Kübra-“Evet benim. Artık görebiliyorum. Artık kendimi kontrol edebiliyorum.” Normalde olsa bana kızardı. Fakat neden bu kadar sakin?
La-Ateh-“Neden bu kadar sakinsin? Söylediğim onca şeyden…”
Kübra-“Çünkü senin yaptığın değersiz hamlelerin benim artık umrumda değiller. Şimdi. Bana Ti-an’ı göster de onu alaşağı edeyim.” Bu seviyeye ben bile erişemedim. Ama davranışlarının bu yönde değişeceğini hiç tahmin etmemiştim.
La-Ateh-“Gelmesine 12 saat kaldı.”
Kübra-“Hayır. Geliyor.” dedi ve gökten bir ejderha geçti. Gerçekten de gelmişti. Ama daha erken? Kübra daha yeni gücüne alışmadı. Ama gerçekten onunla dövüşmeye hevesli bir biçimde koşmaya başladı.
La-Ateh-“Dur bekle. Daha alışamadın…” Son şansımız da koşuyor. -
33.
0EJDERHATümünü Göster
Büyüğüm bana tahmin ettiğim gibi hiçbir şey göstermedi. Sadece sohbet edebildik. Ve bu sohbetimiz günler aldı. Bu sohbet alalade bir sohbet dışında gerekli bir sohbetti. Hiçbir şey bilmiyorsam en azından nasıl yardım edeceğimi öğrendim. Ama önce savaşa gitmeden önce yapmam gereken bir şey vardı. Selim denen insan çocuğu. Onda büyük bir azim vardı. Belki de bize düşündüğünden daha çok yardım edebilirdi. Gökyüzünde süzülmeye başladım. Hinn denen izleyici zaten yerini söylemişti. Oraya vardığımda kimseyi görmemiştim. Sadece akan şelale. Burada çalışacaklarını söylemişti. Birden Selim denen çocuğun insanların ev dediği bir taştan yapıdan çıkarken gördüm. Muhtemelen öğretmeninin barınma yeriydi. Yere doğru inecekken bir şeyler bana ters geldi. Gözleri. Normalde birinin gözlerine baktığınızda gülüyordur, üzgündür, normal hallidir, heyecanlıdır, canı sıkılmıştır. Ama bu çocuğun gözleri tamamen bir kara delikti. Hiçbir şey yok. Bomboş. Belki de eğitimi yüzünden bu hale gelmiştir. Sonunda kararımı verip yanına indim. Beni görünce gözleri tedirginlik ve şaşkınlık arasında gidip geldi. Elini kılıcına attı ve kınında olduğunu düşününce tedirginlik tamamen kayboldu.
Ejderha-“ismin Selim’di değil mi?”
Selim-“Ve senin de Ejderha. isimlerimizi hatırladığımıza göre neden geldin?”
Ejderha-“Bana sözcüklerle oyun yapmana gerek yok küçüğüm. Senin savaşta daha çok işe yarayacağını düşündüm ve o yüzden geldim.”
Selim-“Savaşta işe yaramayacağımı mı düşündün yani? Senin altın fikrin sayesinde mi işe yarayacağım?”
Ejderha-“Hayır beni yanlış anladın. Ben buraya sadece fikrimi sunmaya geldim. Yapıp yapmayacağın ise sana kalmış.”
Selim-“Yapmayacağım. Gidebilirsin.” Benden bir şey sakladığından şüphelenmeye başladım. Nedensiz değil. Nedeni benden kaçınması. Benimle konuşmak istemiyor. En başta tedirgin olmasının sebebi belki de budur. Benden bir şey saklaması. Birden kılıcın kını dikkatimi çekti. Kınında kırmızı bir leke vardı. Düşündüğüm şeyi mi yaptı yoksa?
Ejderha-“Sana kılıcı kullanmayı öğretenin ile konuşabilir miyim?” Gözlerini saniyelik bir korku ile karışık kızgınlık sardı. Tam düşündüğüm gibi.
Selim-“Haddin olmayan işlere burnunu sokuyorsun.” Anladığımı anladı. Başından beridir bizimle aynı safta değildi. Herkese haber vermeliydim. Kanadımı açıp tam uçacakken kılıcıyla kanadımı bir kağıt gibi kesti. Nasıl bir ejderhanın kanadını bu kadar kolay kesebilir? Ti-an(B)’dan mı yardım alıyordu? Hayır hayır. O daha burada değil. Tek kanadımla da uçamam. Yapacağım tek şey savaşmak.
Ejderha-“Kum nro israk” Etrafı bir sis sarmaya başladı. Kalın bir sis. Kaçmam için yetmez ise sis insanların deyimiyle barut etkisi yaratıyor. Hepsi tek kıvılcımla yanar. Bir insan için yaşaması imkansız bir yer haline gelir. Koşmaya başladım. Sisten çıktım. Selim denen çocuk peşimde değildi. Siste kaybolmuştu muhtemelen. Nereye gideceğimi biliyordum. Yasak ormana gidersem beni öldüremeden Hinn’in haberi olur. Girdiğim anda da Hinn yanıma gelir.
Yasak ormanın kapısını görüyordum. Sadece birkaç adım daha atsam varacağım. Tam varacakken kafamı yere eğmeye başladım. Neden yere doğru eğiyorum ki kafamı? Vücudumun geri kalan parçalarını hissetmiyorum. Hayır. Ben kafamı eğmiyorum. Boynumdan yukarısı yere düşüyor.
Selim-“Benden bu bilgiyi alıp kaçabileceğini mi sandın? Sadece birkaç adım kalmıştı değil mi? Bu cennete bayılıyorum. En güzel kısmı vücudunuz iz bırakmadan yok oluyor. Ama kötü tarafı nedense kılıcımdan kanınızı temizlemediğim sürece çıkmıyor. Ne saçma değil mi? Şimdi müsadenle. Halletmem gereken 2 ejderha ve terbiyecileri de var.” Ona engel olmak istedim ama tek yapabildiğim arkasından izlemek oldu. Yine hiçbir işe yaramadım. Dağdan haykırma sesleri geldi. Bu Ti-an ve Beyaz’dı. Muhtemelen Derya ve Bir Bine de haykırıyorlardı. Bağımız kopmuştu. Acı veriyor olmalıydı onlara. Yok olmak çok garip bir his. Daha yeni ağlayacakken şimdi duygularım bile silindi. Boş bir kabuk gibiyim. Son bir semadan altın renkli bir ejderha geçerken gördüm. Ve yok oldum. -
34.
0Bir Bine (Ejderha’nın Mağarası)Tümünü Göster
içim yanıyor. Bu nasıl bir his böyle? Tüm gücümle bağırdım. Benimle beraber Ti-an, Beyaz ve Derya da. Bu bir fiziksel acı değil daha çok duygusal bir acı. Sanki bir şeyler eksilmiş gibi. Sanki birisi gitmiş gibi.
Tsi-ar-“Çocuklar. Sorun nedir?” Nasıl anlatsam ki. Kelimelerle tarif edemem.
Beyaz-“Şu an içimde bir fırtına var. Durulmuyor. Nedenini bilmiyorum. Sanki çok önemli bir şey kaybolmuş gibi.” Tsi-ar duraksadı. Gözlerini iri iri açtı. Daha sonra gözlerini kapadı ve üzgün bir sesle:
Tsi-ar-“Büyüğünüzün ruhu yok oldu. Artık o sonsuza kadar yok. içinizdeki acı bağınızın kopması yüzünden.” Ne? Hayır hayır. Ciddi olamaz. Doğru değil bu. Hayır değil. Ti-an daha gelmemiş olması lazımdı. Daha 12 saat kadar var. Nasıl yok olur? Yine mi yardım edemedik? Yine mi o yalnız başına öldü? Derya bayıldı. Beyaz normalde hemen yanına koşardı ama bir şey yapamadı. Çünkü o da çökmüş bir biçimdeydi. Hatta ilk kez bu kadar kötü bir durumda görmüştüm onu. içimden bir öfke yükseldi. Dur bir dakika. Bu öfke bana ait değil. Yanıma döndüğümde Ti-an(k) dişlerini sıkıyordu. Ben böyle bir öfke daha önce hissetmemiştim. Benim de içimdeki öfkeyi tetikledi. Etrafımı siyah bir aura sardı.
Tsi-ar-“Ti-an, Bir Bine. Sakin olun. Kendinizi kontrol altına alın.” Dediklerini duymuyordum. Ağzımdan salyalar akıyordu. Tam bir hayvan gibiydim. Arkadan bir kişinin daha aurasını sezdim. Bu diğer Ti-an(B) di. Gelmişti. Öfkesinin nedenini şimdi daha iyi anlıyorum. O öldürmüştü onu. Ti-an’nın sırtına atladım ve
Bir Bine (E)-“Ti-an(k) gidiyoruz. Onu beraber öldüreceğiz.” dedim ve Ti-an(k) kendini dağdan aşağı attı. Tüm gücüyle aşağı doğru uçuyordu. Tutunmak zor değildi. Aşağıda gördüm onu. Havada süzülüyordu. Tüm gücümüzle Ti-an(k) ile beraber vurduk ona. Ti-an(B) de bu baskıya dayanamayıp uçmayı bıraktı ve aşağı sertçe çakıldı. Ti-an(k) da zaten uçmayı bırakmıştı ve pozisyon almıştı. içindeki öfke çok büyüktü. Ti-an(B) sanki bir şey olmamış gibi kalkmıştı ayağa. Gözleri hala aynıydı. Bir gözü cenneti diğer gözü cehennemi gösteriyordu.
Ti-an(B)-“ismimin şanını hak ediyorsun Ti-an(k). Bu güçsüz halinle bile bir tanrıyı havadan indirebildin. Ama bu kadar sabırsızlanma. Savaşımız 12 insan saati sonra. Söz verdiğim gibi.
Ti-an(k)-“Sözlerini kendine sakla. Sen savaşmak istemiyorsan benim için daha kolay. Seni öldüreceğim.”
Bir Bine(E)-“Ejderha’yı sen öldürdün. Yaşamak için yalvaracaksın.”
Ti-an(B)-“Ben bir çok ejderha öldürdüm. Sen hangisinden söz ediyorsun.” Bu lafı yetmişti. Tüm gücümüzle saldırmaya başladık. Ne kadar vurursak vuralım ne kadar şey yaparsak yapalım işlemiyordu. O değil yerinden kımıldamıyordu. Bize saldırmıyordu da. Son çare olarak yere sembolü çizdim ve
Bir Bine(E)-“ Ben ika Nea neslinin varisiyim. Ben fanusun bekçiyim. Bana gel ve yüksel. Bu insanlığı tehdit eden ejderhayı alt et. Zincirler yukarı.” Birden kahkaha atmaya başladı.
Ti-an(B)-“Benim kelimelerimle beni mi yeneceksin? O zaman bunu dinle. Ben ika Nea’nın sahibiyim. Ben fanusun yaratıcısıyım. Bana dön ve benim ol. Zincirler kaybol.” demesiyle zincirler yok oldu. Bu da mı onu durdurmaya yetmedi? Bütün ümidimi yitirmiştim. Birden bir ejderha önümüze indi. Bu Tsi-ar’dı.
Tsi-ar-“ikiniz de dağa geri dönün. Hemen.” Çok sert bir biçimde söylemişti. Ti-an(k) de çekinmiş olacak ki beni tuttuğu gibi sırtına attı ve dağa doğru yükselmeye başladık.
Tsi-ar-“Seninle zamanı geldiğinde görüşeceğiz Ti-an(B).” Dedi ve arkamızdan uçtu dağa. Ti-an(B) ise yoluna devam etti. -
35.
0Ti-an(B)
O Ti-an(k) benim küçüklük halime fazla benziyor. Çok saf. Gücünü öfkeden alarak bana saldırdı. Yenebilirdi. Ama Haylaus’un gücü bende olmasaydı. Geçmiş… Ne kadar saçmalık. Hala aklımdan çıkmıyor. Son bakışları. Son sözleri.
ESKi ZAMANLARDA…
Bir şeyler hissediyorum. Bu ben miyim? Aklımda tek bir kelime var. Ta-ar. Bunu söyleyip duruyorum. Etrafımda duvarlar var. Ama ince gibi. Hareket ettikçe açılıyorlar. Ama biraz daha sert hareket etmem lazım. Enerjim yerimde fakat duvarları kırmam daha çok enerji istiyor gibi. Ama kırabilirim. Tüm gücümü kullanıp sağa sola hareket etmeye başladım. Ve sonunda duvarların bir kısmı kırıldı. Kanatlarımı artık açabiliyorum fakat hala gözümün önünü göremiyorum. Gözümün önündeki duvarımı kafamla ittim. Ve duvar düştü. Sonunda içinde bulunduğum duvardan çıktım. Karşımda kocaman biri vardı. Ama nedenini bilmediğim bir şekilde korkunç değil daha çok sevecen bir şekilde gözüküyordu. Bedenim onun yanına gitmek istiyordu. ilk baş bir kalkmayı denedim fakat işe yaramadı. Yere düştüm. Cesaretimi tekrar toplayıp kalktım. Birkaç adım atabildim. Ve tekrar yere düştüm. Bunu gören büyük kişi bana gülmeye başladı. Neden gülüyordu ki? Düşmem komik bir şey miydi? Daha sonra kocaman eliyle beni kavradı ve kaldırdı. Gözlerine kadar yükseltti beni. ilk önce aşağı baktım. ilk kez o zaman bir duygu hissettim. Sanki uçuyor gibiydim. Yüksekte olmak güzel bir duyguydu. Daha sonra büyük olanın gözlerine baktım.
Tsi-ar-“Ta-ar. Benim adım Tsi-ar. Ben senin bundan sonraki hayatı öğretecek büyüğünüm. Senin adın bundan sonra Ti-ar olsun.” Normalde adım Ti-ar olacaktı. Tsi-ar daki s yi çıkarınca benim ismim o olacak. Ama ben kendi adımı söylemeye çalıştığımda
Ti-an(B)-“Ti-an. Ti-an.” diye çıktı ağzımdan. R leri tek n diye söyleyen benim herhalde. Bunu duyunca
Tsi-ar-“Sen nasıl istersen. Adın Ti-an olsun.” dedi ve güldü. Evet. Adım artık Ti-an’dı. Tsi-ar ın anlamı Tsi sevgiden oluşan ar ise kaygı anldıbına geliyordu. Yani sevgiden oluşan kaygı. Ne kadar garip bir isim gibi düşünürken benim ismim Ti saygıdan oluşan an ise kibirdi. Saygıdan oluşan kibir olmuştu ismim. Kendim ettim kendim buldum yani. -
36.
0Okumadım
-
-
1.
0olsun kanka varlığın yeter :D
-
1.
-
37.
0Daha kendi küçük dünyamda iken büyüğüm benim yanımda etrafı gezdirmeye başladı. Başka başka kişiler gördüm. Hepsi bana sevgiyle bakıyorlardı. Sanki hepsi benim büyüğüm gibi. Hatta benim gibi yumurtadan yeni çıkmışlar bile vardı. Bazıları çekingen, bazıları çok mertti. Ben ise hiçbiri gibi değildim. Sadece meraklıydım. Büyüğüm bana her şeyi gösteriyordu. Ben de konuşmak istiyordum fakat ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Her yeni bir şey gördüğümde aklımdan kelimeler uçup gidiyordu. Daha sonra bir uçurumun kenarına gelmiştik. Büyüğüm kanatlarını açtı ve uçmaya başladık. Çok güzel bir duygu. Tenime değen rüzgar, nefes alışverişimin değişmesi… her açıdan güzel bir duyguydu.
Tsi-ar-“Bak. Burası bizim yaşadığımız dağ. Nesillerdir burada yaşar, burada ölür ve tekrar doğarız. Aynı senin doğduğun gibi. Yumurtadan çıkarız.” Aklıma bir şey takılmıştı.
Ti-an-“Hiç dağdan aşağı inmediniz mi?”
Tsi-ar-“Evet. Binlerce yıl önce inmişler. Sadece hayvanlar var. Düşünemeyen canlılar. Biz de onlara düşünen aklımızla karışmamak için dağın üstünde yaşıyoruz. Aşağı inmek yasak değil. Ama eğer yanlış bir şey yaparsan sonuçlarına katlanırsın.”
Ti-an(B)-“Peki hayvan nedir?”
Tsi-ar-“Aşağıya doğru bak.”Aşağıda beyaz beyaz uçan şeyler vardı.
Ti-an(B)-“Bunlar hayvan mı?”
Tsi-ar-“Evet. Ama hepsi bunlardan ibaret değil.”
Ti-an(B)-“Neden bu kadar alçaktan uçuyorlar? Yanımıza gelmekten korkuyorlar mı?” Büyüğüm gülmeye başladı.
Tsi-ar-“Hayır. Neden korksunlar. Biz onlara zarar vermiyoruz ki. Sadece dağ çok yüksek olduğu için onların vücut ısıları dağın üstüne uçmak için yeterli değil.”
Ti-an(B)-“Peki biz dağın da üstünde uçuyoruz. Üşümez miyiz?”
Tsi-ar-“Üşüyor musun?”
Ti-an(B)-“Hayır.”
Tsi-ar-“O zaman demek ki üşümezmişiz. Şimdi dağa geri inelim. Sana öğretecek çok şeyim var.” Bu kelime hayatımda duyduğum en güzel kelimelerden biriydi. Sana öğretecek çok şeyim var. Asla bitmesini istemediğim şey. Öğrenmek. -
38.
0Devam et takiba aldım zati. Bos vakitimde okuyacam ben çok uzun
-
-
1.
0istediğin zaman oku kanka hep burada duracak bunlar.
-
2.
0Baktım serileri görünce dedim tutulmuştur. Ben bu başlığı ilk olarak alacam ama ardından sil baştan atacam devam
-
3.
0Bundan okumaya başlama da bu serinin son hikayesi olayı anlamayabilirsin.
diğerleri 1 -
1.
-
39.
0Günler günleri, aylar ayları kovaladı. Uçmayı benimle aynı zamanda doğan ejderhaların hepsi öğrense de ben daha öğrenemedim. O kadar çabalamama rağmen.Tümünü Göster
Ti-an(B)-“Büyüğüm. Ben neden uçamıyorum? Benimle aynı zamanda yumurtadan çıkan ejderhaların çoğu öğrendi uçmayı? Ben onlardan daha fazla emek sarf etmeme rağmen onlar benden daha hızlı uçmayı öğrendiler.”
Tsi-ar-“Belki de kanatların yeteri kadar güçlenmemiştir Ti-an. Vücudunu fazla zorladığından dolayı kanatların güçlenmiyor olabilir. Bugün uçmaya çalışma. Onun yerine sana başka bir şey öğreteceğim bugün. Sana doğanın enerjisini kullanmayı öğreteceğim.”
Ti-an(B)-“Doğanın enerjisi mi? O da nedir?”
Tsi-ar-“Bak sana göstereyim.” Birkaç saniye gözlerini kapadı. Daha sonra gözlerini açtı ve yere doğru üfledi. Yerdeki soluk olan çiçekler birden canlandı ve açtılar. Çok heyecanlanmıştım.
Ti-an(B)-“Bu uçmaktan daha iyi. Tamam. Nasıl yapacağım?” Heyecanlı heyecanlı konuşuyordum. Elini kafama zütürdü ve okşama başladı.
Tsi-ar-“Bu kadar heyecanlanma. Her şey sırayla. Şimdi ilk olarak ben ne yaptım dikkat ettin mi?”
Ti-an(B)-“Gözlerini kapattın.”
Tsi-ar-“Neden kapattım peki?”
Ti-an(B)-“Odaklandın. Ama neye bilmiyorum.” Şaşkın şaşkın baktı.
Tsi-ar-“Nasıl anladın odaklandığımı? Çoğu küçük ejderha bunu anlayamazdı. Sadece birkaç saniye odaklanmıştım. Bunu anlaman işini kolaylaştıracak. Neye odaklanmıştım biliyor musun? Toprağa. Topraktan ayağıma bir enerji bağı varmış gibi hissettim. Enerjinin içime aktığını ve vücudumdan geçerek ağzımda biriktiğini düşündüm. Ve tabi ki ondan sonra da ne için kullanacağımı düşündüm. Gözlerimi açtığımda da sadece üfledim. Ve düşündüğüm şey gerçekleşti.” Sadece bunu birkaç saniyede mi yaptı? Çok heyecanlanmıştım. Ve gözlerimi kapatıp denemeye başladım. Ama durmadan zihnimde başka başka bilgiler dolaşıyordu. Nasıl uçacağım, diğerlerinin nasıl uçtuğunu incelediğim zaman vs.
Gözlerimi açtığımda gece olmuştu. Ha? Nasıl yani? Uyuya mı kaldım? Tsi-ar uyuyordu. Hatta dağdaki tüm ejderhalar bu saatte uyuyordu. Normalde benim de uyuyor olmam lazımdı ama odaklanayım derken uyuyakalmıştım. Neyse büyüğümün dediği gibi dinlendim. Artık uçma alıştırması yapabilirdim. Ama etraf bayağı karanlıktı. Karanlıktan korkuyor muyum? Tabi ki hayır. Bilmediğim şeylerden korkmaktan çok ilgimi çeker. Geriye doğru yürüdüm ve ileri doğru koşup kanatlarımı açtım. Evet. EVET. Uçabiliyorum. Sonunda. Dağ ayaklarımın altında. Böyle uçunca aklıma beni büyüğümün ilk uçurduğu zaman geldi. Yüksekteydim. Biraz dağdan uzaklaşmayı düşündüm. Dağdan uzaklaştım. Yorulmaya başladım. “Dağa geri dönsem iyi olacak.” diye düşündüm. Ama arkamı döndüğümde dağ küçücük kalmıştı. Çok uzaklaşmıştım. Telaşlı bir şekilde geri uçmaya başladım. Fakat sert bir rüzgar dalgasına yakalandım ve dengemi kaybedip aşağıya düştüm. Sonrasında ne oldu hatırlamıyorum. Bayılmıştım. -
40.
0Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Hava bulutlu ve kapalıydı. Ayağa kalktım. Sağa sola baktım fakat burası bildiğim bir yer değil. Şimdi hatırladım. Uçarken düşmüştüm. Rüya sanıyordum. Hatta uyandığımda büyüğüm gelip uyuya kaldığımı falan anlatacak diye düşünüyordum. Ama burası neresi bilmiyorum. Birkaç hayvan bana gözlerini dikmiş bakıyordu. Daha sonra bir ağlama sesi geldi ve hepsi kaçtı. Neden bir ağlama sesine kaçtılar ki? Uçmayı deneyip dağa geri çıkmak istedim ama kanadımı oynatınca çok ağrıyordu. Birkaç gün oynatmasam daha iyi. Mecburen ağlama sesinin geldiği yere gittim. Orada biri ağacın altında oturmuş ağlıyordu. Yanına gittim.Tümünü Göster
Ti-an(B)-“iyi misin? Yardıma ihtiyacın var mı?” diye sordum. Bana doğru baktı. Gözlerini iri iri açtı. Daha sonra tekrar içine kapandı ve ağlamaya devam etti. (Çocuk diyeceğim. Adını söylediğimde değiştiririm.)
Çocuk-“Beni yiyecek misin?” dedi ve ağlamasına devam etti.
Ti-an(B)-“Yemek mi? Onu sadece hayvanlar yapar. Ben yemek yemem.”
Çocuk-“O zaman neden buradasın?”
Ti-an(B)-“Ağlıyordun. Sana yardım etmek için geldim. “
Çocuk-“Çok korkutucu görünüyorsun. Sen kimsin?”
Ti-an(B)-“Ben Ti-an. Bir ejderhayım. Şu dağın zirvesinde yaşıyorum. Sen kimsin peki?” Arada gök gürlüyor ve çocuk daha çok içine kapanıyordu. Ama ağlaması durmuştu.
Alir-“Benim ismim Alir. Ben de bir insanım. Hasin oğlu Alir derler bana. Ama sen sadece Alir de.”
Ti-an(B)-“Tamam Alir. Memnun oldum. Sorunun nedir?”
Alir-“Kayboldum. Annemi ve babamı bulamıyorum.” Tekrar gök gürledi ve tekrar ağlamaya başladı. “Ben annemin dediğini yapmadığım için tanrılar bana kızıyor. Çok af diledim ama beni dinlemiyorlar. Sen de gelince tanrılar bana ceza vermek için seni gönderdiler zannettim.” Tanrılar mı? Onlarda mı bir canlı?
Ti-an(B)-“Ben uçarken düştüm ve sol kanadımı kımıldatamıyorum. Yani beni biri göndermedi.” Yağmur birden başladı ve saniyeler içinde hızlandı. Çocuk iyice içine kapandı ve kendini yağmurdan korumak için kollarını kaldırıp yağmurun kafasına değmesine engel olmaya çalışıyordu. Ama pek başaramıyordu. Sağ kanadımı açtım ve üzerinde tuttum. Yağmur artık ona ulaşmıyordu. Bana doğru baktı ve kocaman bir gülümseme ile
Alir-“Teşekkür ederim Ti-an.” dedi. O zaman içimde bir duygu hissettim. Gülümsemesini görmem ile tetiklenmişti muhtemelen. Yardım etmenin verdiği haz. Ben de kendimi istemsizce gülümserken buldum.
Saatler sonra yağmur durdu. Ben kanadımı kapattım. Büyüğümün öğrettiği bir şeyi söyleyecektim ona.
Ti-an(B)-“Alir. Şuraya bak.” işaret ettiğim yere baktı hem şaşkın hem de sevinçli bir şekilde izliyordu. Ona gökkuşağını göstermiştim. Bana da büyüğüm göstermişti. Aynı benim gibi bakıyordu gökkuşağına.
Ti-an(B)-“Bak tanrı dediğin kişi senin bu cesaretinden dolayı seni ödüllendirdi. Sana bunu hediye etti. Ama dikkatli bak birazdan kaybolacak.” Dediğim gibi de oldu. Belli bir süre sonra kayboldu.
Alir-“Teşekkür ederim Ti-an. Sayende artık korkmuyorum. Ama benim de sana iyiliğini ödemem lazım. Bana kanadını göster.” dedi. Sağ kanadımı açtım. “Onu değil. Diğerini.”
Ti-an(B)-“Ama o ağrıyor.”
Alir-“Sen büyük ve güçlü bir ejderhasın. Bu kadar acı sana zarar vermez değil mi?” dedi ve gülümsedi. Ben de dediği gibi yaptım ve acımasına rağmen açtım. Bayağı acımıştı ama açarken. O da yerden aldığı birkaç otu çiğnedi ve yaramın oraya koydu. Daha sonra üzerini yaprakla kapadıktan sonra derisini yırtıp yaranın olduğu tarafı sardı.
Ti-an(B)-“Neden derini yırttın?” Alir gülmeye başladı. -
41.
0Alir-“Hahaha. Bu benim derim değil. Bu biz insanların giysi dediği şey. Yazları sıcaktan, kışları soğuktan koruyor.”Tümünü Göster
Ti-an(B)-“Ama yağmurda seni koruyamadı? O zaman işe yaramaz değil mi?”
Alir-“Biz insanlarda giysi giymek bir kural. Eğer giymezsek ayıp denen şey oluyormuş. Babam anlatmıştı bana. Hem tamamen korumuyor. Belli bir süreliğine engelliyor. Sayende tamamen ıslanmadı. Kanadın birkaç güne iyileşir.” Ben de aynı şekilde karşılık vermek istedim. Tüm gücümle gülümsedim ve
Ti-an(B)-“Teşekkür ederim.” dedim. O da aynı şekilde gülümsemesiyle karşılık verdi. Bir ses geldi. Alir’in içinden geliyordu ses. Uğultu gibi bir ses. Daha sonra Alir biraz utandı ve
Alir-“Ben acıktım. Yiyecek bir şey bulalım.” dedi. Acıkmak mı? Yeni bir soru.
Ti-an(B)-“Acıkmak ne demek?”
Alir-“Yani ımm… Nasıl anlatsam ki… Enerjimi kazanmak için bir şeyler yemem lazım.”
Ti-an(B)-“O zaman ye. Her yer yiyecek yemek dolu.” Yerdeki çimenleri koparttım ve Alir’e doğru uzattım.
Alir-“Imm. Düşündüğün için teşekkürler. Ama ben çimen yemem.”
Ti-an(B)-“Tamam. Peki ne yersiniz siz?”
Alir-“Elma olsaydı güzel olurdu. Ama bu mevsimde ağaçlar elma vermez. Arkamdaki ağaç da gördüğün gibi daha elma vermemiş.” Birden aklıma büyüğümün gösterdiği şey geldi. Yerdeki çiçeklere üflediği an açmıştı. Ben de bunu elma ağacına denersem elma verir miydi? Denemeden öğrenemem.
Ti-an(B)-“Alir. Ağacın önünden çekil. Bir şey deneyeceğim.” Alir dediğimi yaptı ve çekildi. Ben de gözlerimi kapatıp odaklanmaya başladım. Zihnim sustu. Sadece çevredeki sesleri duyuyordum. Alir’in nefes alış verişine kadar her şeyi. Birden anladım. Doğanın enerjisinin ne demek olduğu. Her canlının aldığı nefes, verdiği nefes, esen rüzgar, sallanan dallar, yapraklar, çimenler… hepsi kendince bir enerji üretiyordu. Onlardan enerjiyi alarak onların enerjisini yok etmiyordum. Sadece başka bir türe dönüştürüyordum ve onlar da tekrar enerji üretmeye devam ediyorlardı. Daha sonra gözlerimi açtım ve ağacın dalına doğru üfledim. işe yaramıştı. Gerçekten de işe yaradı. Kıpkırmızı bir elma ağacın dalında asılı duruyordu.
Alir-“Na na nasıl yaptın?” Ağacın dalına uzandım ve elmayı kopartıp Alir’e uzattım. Alir de aldı ve iştahla yemeye başladı. Belli ki bayağı acıkmış. Elmanın yarısını yedi ve diğer yarısını bana uzattı.
Alir-“Sen de ye.” Yemek mi? Ben acıkmam ki? Büyüğümün dediğine göre biz enerjimizi kendimiz üretiriz. Eğer enerjimiz azalırsa da dinlenmemiz yeterli.
Ti-an(B)-“Ben acıkmam. Yani yememe gerek yok. Onu da sen ye. “
Alir-“Ben doydum. Hem bunu senin sayende yiyorum. Kendi yaptığın şeyin tadına bakmak istemez misin?”
Ti-an(B)-“Benim bir şey yersem sindiremem. Yani yememem daha iyi olur.”
Alir-“Hmm. Bana da öğretsene bu yaptığın şeyi.”
Ti-an(B)-“Ben de daha ilk kez başarabildim. Ama sana nasıl yapıldığını anlatabilirim. Gözlerini kapatıyorsun, hiçbir şey düşünmemen lazım, doğanın enerjisinin ayaklarından tırmanıp ağzında biriktiğini düşünüyorsun ve ne için kullanacağını da düşündükten sonra gözlerini açıp üflüyorsun.”
Alir-“Dur deneyeceğim.” Yere oturdu ve gözlerini kapattı. Bir süre sonra nefes alış verişi değişti. Yere doğru uzandı ve muhtemelen uyuya kaldı. Acaba ilk kez kullanıldığında uyuya mı kalıyor vücudun o enerjiye alışması için? Bu da büyük bir gizem. Alir’in yanına geçtim. Kanadımın altına aldım üşümesin diye. Ben de gözlerimi kapattım ve uyudum. -
42.
0Uyandığımda Alir hala uyuyordu. Kalkmakla kalkmamak arasında giderken sol kanadımı yalayarak iyileştirebileceğim aklıma geldi. Ama onun bu emeğini boşa harcamak olurdu. En iyisi zamanla iyileşmesi. Sağ kanadımı kaldırdım ve biraz kendime geldikten sonra aklıma acıkabileceği geldi. Yine elma ağacının oraya gittim, odaklandım ve üfledim. Yine bir elma çıkmıştı. Dalından kopardım ve geri Alir’in yanına döndüm. Döndüğümde Alir gitmişti. Ortalarda yoktu. Biraz endişelenmiştim. Kendi başına yine korkarsa? Hem de şu an gece vakti. Hava açık ama yine de gece. Onu aramaya başladım. Ararken bir ışık gördüm. Işığa doğru yaklaştım. iki tane büyük insan bir de Alir’i gördüm. Diğer iki insanın elinde tahta çubukların üzerine Alir’in kanadıma sardığı gibi bir giysi bağlayıp ateşe vermişler. Alir büyük insanlardan birine sarılmış bir şekilde duruyordu. Daha sonra göz ucuyla beni gördü. Yani gördüğüne eminim çünkü gözlerimin içine baktı. Daha sonra el işaretiyle durmam gerektiğini gösterdi. Sadece izledim. Daha sonra sarıldığı insan Alir’i kucağına alıp gitti. Tabi ki ben de elimde elma ile yalnız başıma kaldım.Tümünü Göster
Günler sonra kanadım iyileşti. Artık daha rahat hareket ettirebiliyordum. Ama tam uçacak kadar değil. Yine de arada kanatlarımı çırpıyor ve uçmaya çalışıyordum. Önümde kocaman dağ var. En üstü benim evim. Tek engel ise kanadım. Aslında açıp yalasam geçer ama yapmak istemiyorum. Bu Alir’in bana hatırası gibi bir şey. Acaba büyüğüm ne yapıyor? Beni merak etmiş midir? Her yerde beni mi arıyordur? Belki de sadece gelmemi bekliyordur. Birden içimde bir boşluk hissettim. ilk kez bu şekilde yalnız kalmıştım. Konuşabileceğim kimse yoktu. Tsi-ar, Alir, diğer ejderhalar. Hiç kimse. Birden kanadımdaki bez parçası söküldü ve yere düştü. Yaradan eser kalmamıştı. Çoktan kapanmış. Yalamama bile gerek kalmadı. Temizlemek için yaladım sadece orayı. Yere düşen bez parçasını alıp ayağıma sardım. Şimdi Alir’in emeklerinin boşa gitmemesi için uçmalıydım. Kanatlarımı çırptım ama sol kanadım biraz sızlıyordu. Sızlamasına aldırış etmeden uçmaya devam ettim. Git gide daha da çok yükseliyordum. Bayağı bir yükseldikten sonra bir ses duydum. Bu Alir’di. Bana aşağıdan bağırıyordu ve el sallıyordu.
Alir-“Ti-aaaaan. Daha sonra tekrar geeeeelllll” Ben de ona baktım ve gülümseyerek:
Ti-an(B)-“Tamam. Geleceğimm.” diye bağırdım. Ve tüm hızımla yukarı çıkmaya devam ettim.
Sonunda dağın üstüne varabilmiştim. Ama bayağı yorulmuştum. Büyüğümü aramaya koyuldum. Sonunda onu bulduğumda uyuyordu. Beni hiç aramadı mı yani? Onun için önemli değil miyim? Büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Tam ona kızacakken arkadan bir ejderha bana:
Kru-hat-“Bırak büyüğünü uyusun. Günlerdir durmadan seni arıyor. Zar zor uyuttuk onu. Bu arada sen nerelerdeydin?” Günlerdir beni mi arıyordu? Ben… düşüncelerimi boşu boşuna kirletmiştim.
Ti-an(B)-“Daha sonra anlatırım. Şimdi çok yorgunum. Uyuyacağım.” dedim ve büyüğümün yanına yattım. Büyüğüm bir gözünü açıp bana baktı ve uykulu bir sesle
Tsi-ar-“ilk maceran nasıl geçti bakalım?” dedi. Ona Alir’den öğrendiğim gibi gülümseyerek baktım. Cevabımdan tatmin olmuş olacak ki gözlerini geri kapattı ve gerçekten uykuya daldı. Ben de belli bir süre sonra uyuyakaldım. -
43.
0Aylar sonra artık istediğim gibi uçabiliyor, doğa enerjisini yönlendirebiliyor, bazı kelimeler kullanabiliyordum. Ama tek değişmeyen şey merakım ve özlemimdi. Merakım daha çok kelime öğrenmek. Özlemim ise Alir’e. Tsi-ar o zamandan beridir bana nerede olduğumu, ne yaptığımı ve başımdan neler geçtiğini sormamıştı. Sadece normal davrandı. Bir ara ayağımda duran bez parçasına gözü takıldı o kadar. Daha sonra ona da alıştı. Tamam. Aşağıya ineceğim. Zaten bugün öğrenecek bir şeyim kalmadı. Kanatlarımı açtım ve uçmaya, daha doğrusu aşağıya doğru süzülmeye başladım. Acaba neden hiçbir ejderha aşağıya inmiyor? Aslında biraz anlayabiliyorum. Biz ejderhalar yeni şeyleri pek sevmeyiz. Nedeni ise düşüncelerimizin değişebileceğinden. Sonunda aşağıya indim. Onların köy dedikleri yerden uzakta bir yere indim ki beni görmesinler. Çünkü Alir onların beni görmesini istememişti. Gözlerimi kapatıp aurasına odaklandım. Bana doğru geliyordu. Tek başınaydı. Yani karşılaşacaktık. Ama aurasında biraz farklılık vardı. Birkaç dakika sonra karşılaştık. Alir’in boyu uzamış, yüzünde tek tük kıllar çıkmaya başlamış. Demek ki hızlı büyüyorlar. Daha garibi beni görünce birkaç adım geri çekildi.Tümünü Göster
Alir-“Ti Ti-an. Bu sen misin?”
Ti-an(B)-“Evet Alir benim. Geri geld…” derken boynuma atladı. Kollarıyla boynumu sardı. Kafasını da boynuma yasladı. Ne yapmaya çalışıyor acaba?
Alir-“Ti-an. Gerçeksin. Gerçekten varsın. Küçükken geri gelmeni çok bekledim. 6 yıldır ortalıkta yoksun. “ kollarını açtı ve geri çekildi. Neden böyle bir şey yaptı acaba? Ama gerçekten güzel bir histi. Hem 6 sene mi? Sadece aylardır yokum.
Ti-an(B)-“Daha en fazla 3 ay geçmiştir. 6 yıl olsa bu boyumdan daha büyük olurdum. Büyüğümün boyuna yaklaşırdım.”
Alir-“Demek seninle zaman kavramımız aynı değil. Sana göre 3 ay bana göre 6 yıl.”
Ti-an(B)- “Siz kaç yıl yaşıyorsunuz ki?”
Alir-“işte en fazla 70-80 yıl yaşıyoruz. Siz kaç yıl yaşıyorsunuz ki?”
Ti-an(B)-“Ortalama 500 yıl kadar yaşıyoruz. Bizim zaman dilimimize göre 500 yıl. Belki sizde binlerce yıla denk geliyordur.”
Alir-“Ohaa. Çok yaşıyorsunuz siz.”
Ti-an(B)-“Fazla yaşamak önemli değil bence. Sevdiğin biriyle yaşamak daha önemli. Ha bu arada elmayı vereyim sana.” Alir şaşkın bir biçimde elimdeki elmaya baktı.
Alir-“Bu bana 6 yıl önce vereceğin elma mıydı?”
Ti-an(B)-“Evet. Ne oldu ki?”
Alir-“6 yıldır nasıl olur da hiç çürümez? Gerçekten süprizlerle dolusun Ti-an.” Elimdeki elmayı aldı ve kocaman bir ısırık aldı. “Tadi bile değişmemiş.” -
44.
0Zaman geçti ve hava karardı. Her şey hakkında konuştuk. O bana köyünü anlattı ben de ona dağın üst tarafını. Yaşı 15 olmuş. Benimle tanıştığında 9 yaşındaymış. Benim de yaşımın 1 bile olmadığını söyledim. O ise anlayışla karşıladı.
Alir-“Ben eve gidiyorum. Anam babam merak eder.”
Ti-an(B)-“Daha fazla konuşalım. Az konuştuk.”
Alir-“Zaten 6 saattir konuşuyoruz. Hem akşam oldu. “
Ti-an(B)-“Size akşamları tehlikeli mi ki? Biraz beklesek gider.”
Alir-“Dediğim gibi Ti-an. Sizin zamanınıza göre biraz bekleyince geçip gidiyor ama bizim zamanımıza göre çok yavaş geçiyor. Neyse sana bir şey söyleyeceğim. 2. şafak yükseldiği zaman aşağı in. Tabi eğer müsait olursan?”
Ti-an(B)-“Tabi ki olurum. “
Alir-“Tamam o zaman gidiyorum. Görüşürüz.” Dedi ve el salladı. Ben ise el sallamasına karşılık olarak gülümsedim. Daha sonra tekrar dağa uçtum.
insanlara göre yıllar bana göre ise aylar geçti. Alir 30 yaşına geldi, ben ise 1 yaşına. Yavaş yavaş insanların zamanına ayak uydurmaya başlamıştım. Tsi-ar’ın da insanlarla konuştuğumdan haberi vardı. Hatta aşağıda düşünebilen canlılar olacağı aklının ucundan bile geçmediğini belirtti. Lakabım ise ilk insanlarla konuşan ejderha oldu. Bu büyük bir lütuf. Alir ile artık çok daha samimiydik. O ağlarken yanındaydım, gülerken, sadece boş zamanlarında bile. Ona bizim kelimelerimizi öğretmeye çalıştım ama kullanamamıştı. Gerçekten de insanların doğa ve enerjiler ile arası yok. Dünyayı bizim gördüğümüzden farklı görüyorlar. Sanki her şey onlar için yaratılmış gibi. Dediği gibi şafak vaktinde Alir’i beklemeye başladım. Bekledim. Bekledim. Gelmedi. Kaç gece olduğunu sayamadım. Ama gelmedi. En sonunda merak ettim. Nerede kalmıştı ki? Her gün gelirdi. Lakin bugün hatta insanlara göre haftalardır gelmiyordu. Köy dediği yere gitmeye karar verdim. Başka insanlarla ilk kez karşılaşacaktım. Alir bahsetmişti. Başka insanlarla karşılaşmam benim için kötü olurmuş. Ama köyüne benden bahsedeceğini söylemişti. Herhalde sorun çıkmaz. Köye doğru ilerlemeye başladım. ilerledikçe birkaç insan gördüm. Beni görünce ilk baş korktular ve bir adım geri çekildiler. -
45.
0Ti-an(B)-“Benden korkmanıza gerek yok. Benim ismim Ti-an. Alir ismindeki sizin ırkınızdan birini arıyorum.” Anatomisi farklı olan biri konuşmaya başladı. Alir’in kadın dediği dişi varlıklar böyle olsa gerek.
K-“Sen Alir’in bahsettiği Ti-an denen ejderhasın. Demek doğruymuş.” kadın birden diz çöktü ve “Çok teşekkür ederim. Senin ve Alir’in sayesinde oğlum ölümden döndü. Sana ne kadar teşekkür etsem az. Ama Alir konusunda sana yardım edemem. O bizim köyümüzün hekimidir. Hastalık olduğunda ona giderdik. Ama kraliyetten askerler gelip Alir’i zütürdüler. Krala hainlik ettiğini söyleyip zütürdüler. Haftalar önce.” Ona anlattığım iyileştirmeye yarayan, zararlı olan bitkileri göstermiştim. Demek ki hala birilerini iyileştirmek için kullanıyordu. ilk tanıştığımız zamanlarda da kanadımı iyileştirmişti.
Ti-an(B)-“Kraliyetten askerler ne demek? Ve Krala hainlik etmek ne anlama geliyor.”
K-“Biz insanları yöneten kişiye kral deriz. Onun emrinde çalışan savaşmak ve ülkeyi korumak için eğitilmiş kişilere de kraliyet askerleri deriz. Krala hainlik etmek demek onu saraya zütürdüklerinde öldürecekler demek.” Öldürecekler mi? Onu kurtarmam lazımdı.
Ti-an(B)-“Peki Alir’i nerede bulabilirim?”
K-“Senin buraya kadar gelmen bile kötü bir fikirdi. Eğer saraylarına gidersen seni de öldürürler. Yine de senin kararın. Eğer gitmek istersen bu yoldan düz gidersen atlarla 2 haftalık mesafede. Zaten saray da kocaman gördüğünde anlarsın. “
Ti-an(B)-“Teşekkür ederim. Alir ile geri geleceğim.” dedim ve kadının dediği yöne doğru uçmaya başladım.
başlık yok! burası bom boş!