1. 26.
    0
    içeri girince direk tıkandım o nasıl bir kokudur arkadaş. Hemen dışarı attım kendimi, kısa bir şokun arkasından (kısa diyorsam kısadır 10 sn falan ) Tamam eski de kaç asırlık lan bu çürümüş resmen. Neyse işte, kısa bir aralıktan sonra mide bulantımla olan savaşını merak kazandı ve içeri girdim. Bu sefer pek etkilenmedim kokudan. Çok büyük bir şey değil 2 taş çatlasa 3 metrekare bir yer burası. Pencereleri tahtalarla kapatılmış, farkedilmemek için girince direk kapıyı kapattığımdan ortam karanlık pek bir şey göremiyordum başlarda (deliklerden sızan ışığı saymazsak tabi). Gözlerim ortama alışınca kokunun sebebini görme şansım oldu. iğrenç bir manzara. Kediyi öldürüp kenara atmışlar, sadece öldürseler de iyi (ne diyorum ben) içini boşaltmışlar hayvancağızın, bir kaç tane de fare vardı organları falan deşilmiş. Midem kalktı, ama tuttum kendimi kusmadım, öğürmekle yetindim. Ama zemin bir tezatlık oluşturacak şekilde temizdi, bazı çizgiler haricinde (Zemin diyorum da normal taş alanın üzerinde kurulmuş baraka) Ortama iyice alışınca hayvanların çok taze(!) olduklarını farkettim. Daha fazla duramadım çıktım o iğrenç yerden. Dışarı adımımı atar atmaz ciğerlerime saldıran oksijen yüzünden yine küçük bir şok yaşadım. Biraz sonra tuvalete gidip kusmam dışında başka önemli bir şey yaşanmadı o gün. Fakat içimde hep bir merak vardı o gün , daha fazla incelemek istiyordum orayı. Neyse bir kaç arkadaş bulup onlarla tanışarak bu günü de sağ salim atlatmıştım.3. Gün teneffüslerde yeni arkadaşlarımla konuşarak geçirdim. Fakat hala aklımda o barakamsı yer vardı. Plan yaptım, öğle tenefüsünden önceki teneffüs tıkınıp öğle arasında oraya gidecektim. Bir yandan da korkuyordum, bunları yapacak kadar cani olan o insanlar beni görse kim bilir neler yapardı. O gün korkum baskın geldi ve gidemedim. Ama 4.gün gidecektim. Ama bu sefer bana yoldaşlık edecek biri olsa, yani en azından ne bileyim fikirlerimizi paylaşırdık vs. 4. Gün yani perşembe günü ilk teneffüs en samimi bulduğum kişiye (ki bu kişi Furkandı, hafiften konu hakkında bir şeyler çıtlattığımda en çok onun ilgisini çekmişti, aynı zamanda sohbeti iyi bir çocuktu) konuyu anlattım. Gözleri dört açıldı, tabi biraz da tiksindi.
    ···
  2. 27.
    0
    Küçücük barakaya çok kişi sığamayacağımızdan (aslında bal gibi sığardık ta, şimdilik herkesin bilmesini istemiyordum. Şimdi diyeceksiniz, bu barakayı sen gördüysen herkes görür diye, aslında çok göz önünde bir yer de değildi. Okul binasının arkasındaki yeşillikler ve bir kaç ağacın arasında bir yerdeydi. Ayrıca herkes arkadaşlarıyla konuşarak, oynayarak vs. vakit geçiriyordu. Bana göre o günlerde burayı önemseyen pek kimse yoktu, tabii şu hayvan deşenler hariç) ikimiz arasında kalmasını istedim. iyice keşfedip merakımızı tatmin ettikten sonra hocalara durumu anlatacaktık.Öğle arasına girdikten sonra Furkanla barakanın yanına kadar gittik. Ben kapıyı açmaya yeltendiğimde Furkan beni durdurdu. Oğlum mal mısın önce bir etrafa bakalım falan sonra girelim dedi. Sonra telefonunu çıkarıp gülerek bana gösterdi. Ekran kapalıydı, maksat eğer birileri bizi görmüşse sadece takılmak için boş bir yer aradığımızı düşündürmekti. Adam haklıydı, sonra ben de telefonu çıkarıp ön kamerasıyla bizi çekiyormuş gibi yapıp etrafa bir göz attım. Kimsecikler yoktu. Telefonun flaşını açıp kapıyı açtım, ve ben önden Furkan arkadan içeriye girdik, Furkan girer girmez kapıyı kapattı. Furkan kapıyı kapattığı gibi içeri kustu. Bu kadar çabuk koyvermesini beklemiyordum, yine de haksız sayılmazdı. Ben de kusacak gibi oldum ama artık az da olsa alışmıştım ortama (marifet sanki) etkisi çabuk geçti. içerisi bıraktığım gibiydi, ama bu sefer ilk girdiğimde farketmediğim şeyler olduğunu gördüm. Önceki ziyaretimde bazı çizgiler dışında zeminin tertemiz olduğunu görmüştüm. Ama kısmen yanılmışım. Zemindeki tek şey çizgiler değildi
    ···
  3. 28.
    0
    çüklenmeyen yazar oldum :(
    ···
  4. 29.
    0
    Tam ortada yaklaşık 1 metre çapında bir çember, onun içinde de (bir cetvel kadar) daha küçük bir çember vardı. Onun da tam ortasında simsiyah, krem kutusu kadar geniş bir leke vardı. Leke diyorum da aslında çok düzgün bir daireydi diyebilirim. Bu şekli zihninizde canlandırın, buna ilaveten ortadaki lekeden dıştaki çemberi de aşıp yine krem kutusu kadar geçip orada duran çizgiler düşünün. Ama bu çizgiler bir çarpı işareti oluşturuyordu, çarpının ortasında da bu çizgilerden daha geniş olan şu bahsettiğim düzgün leke vardı. Zemin taş demiştim, ama düzgün bir zemindi, dediğim gibi bu çizgiler dışında hiç bir yerde leke yoktu. Bir şey daha hariç. Ortadaki lekeyle etrafındaki küçük çember arasında bazı şekiller vardı.. aslında şekilden çok küçük sembollerdi desem daha doğru olur. Çizgiler ve dairelerin aksine daha ince bir şeyle çizilmişlerdi, incd bir fırça veya kalem olabilir. Ben etrafı incelerken Furkan da telefonuyla flaş patlata patlata barakanın içini fotoğraflıyordu. Eğilip sembolleri incelemeye başladım; bir göz, üst üste dalgalar, şimşek, ve ne olduklarını bilmediğim diğer semboller. Furkan'a birazdan burayı da çek deyip daha da eğildim ve onlara dokundum; onlar dediğim şu semboller işte. Dokunur dokunmaz elimi geri çektim, bunun sebebi elektrik çarpmış olmasıydı. Çok zayıftı ama bir anlık bir refleksle elimi çekmek zorunda kalmıştım. Bir daha dokundum ama bu sefer bir şey olmadı. Böyle kurumuş pütür pütür bir şeydi hissettiğim, ne olduğunu flaşı iyice yaklaştırınca anladım.Bu kandı, evet kan! Bunu renginden anlamıştım. Korkuyla aniden geri çekildim, hemen arkamdaki Furkan a çarpıp onunla yere düştüm. Furkan noldu olum dedi, ben de gel kendin gör, dedim.
    ···
  5. 30.
    0
    Elbet fark edeceksiniz aq
    ···
  6. 31.
    0
    Yaklaştı, şekilleri incelerken ışığı oraya doğru tutunca bir an öylece kaldı, sonra yavaşça (ve hafif korkarak) doğruldu. Burası nasıl bir yer hele okulun yanında dedi, ben de ben ne bileyim gel şunu da çek gidelim dedim kekeleyerek. O çekerken gözüm duvarlara takıldı, ışığı duvara tuttuğumda şok oldum. Duvarlar boydan boya kağıtlarla kaplıydı, üstelik her kağıt baştan sona yazılarla doluydu. Sağ taraftaki duvara yaklaştım. Buradaki kağıtlar belki arapça belki latince ya da ibranice; bilmediğim bir dilde yazılarla doluydu. Bunlar da kanla yazılmıştı.. Furkana bunları gördün mü dedim, neyi dedi, duvarı gösterdim. Yaklaştı, oğlum flaş çakarken farketmedin mi dedim, yok yere tutuyordum dedi. Neyse o bunları çekmeye başladı, ben de sol duvara yaklaştım. Burada da yazı dolu kağıtlar tüm duvarı istila etmişti, ama beni asıl şaşırtan duvarın üst yarısının yukarıdan aşağıya sağdan sola komple kağıt dolu olmasıydı, diğer duvarda da aynı şekildeydi. Ama buradaki kağıtlar arasında Türkçe yazılı olanlar da vardı. Şaşkınlığım gittikçe artıyordu, bir barakayı kim (ya da kimler), neden böyle döşesinlerdi ki. Amaçları neydi, niye kanla bu kadar takıntılılardı, neden tuhaf şekiller kullanmışlardı ve bilmediğim dillerle sayfalarca şeyler yazıyordu? Tüm duvara bakınca sadece 2 sayfa Türkçe yazı bulabildim. Okumaya başladım. Okudukça merakım artıyor, daha fazla okumak istiyordum. Bu iki kağıtta bir hikaye anlatılıyordu. Bir kabileden bahsediyordu.
    ···
  7. 32.
    0
    . Savaş nedir bilmeyen, çadırlarda yaşayan bir kabile. Bu kabile tarımla uğraşan bir halkmış, hangi ırktan olduklarından veya bunların ne zaman yaşandığından bahsetmiyordu. Mahsülleri bölgenin en iyisinden de iyiymiş, hatta öyle iyiymiş ki başka kabileler onların tanrı tarafından kutsandığını düşünüp onlara tapmaya başlamışlar. Bu kabile de onları köle olarak kullanıp nüfusunu kısa zamanda hızla artırmış. Fakat bazı kabileler bu kabileyi kıskanıp sırlarını öğrenmek için birleşip tek güç olmuş ve kendilerinden çok çok daha küçük olan bu kabilenin üzerine yürümüş. Fakat saldırmak üzerelerken bazı yaratıklar bir ışık parlamasıyla ortaya çıkıp askerleri yakalayıp kayboluyorlarmış. Sonunda koca bir ordu yokolmuş, bu kabile de cinlere (evet cinlere) teşekkür hediyesi olarak sırlarını anlatmış. Ve anlatır anlatmaz o bölgeden çekip gitmişler ve bir daha da ortaya çıkmamışlar. Devamında bunların cinlere verdikleri bu muhteşem hediyeyi ölümsüzleştirmek için yazıldığı yazıyordu. Şaşkınlığımı atamadan Furkanı çağırdım. Furkan hiç tepki vermeden hala duvara bakıyordu. Kanka gel dedim, yavaşça bana döndü ve oha amk dedi (ondan duyduğum ilk küfürdü). Ne oldu dedim, orada yazanları anlıyor musun; hıhı dedi, yanına gittim, ee ne yazıyormuş diye sordum, cinli minli değişik bir şey dedi, kabile falan mı dedim, orada da mı yazıyor diye sordu, ben de evet dedim. Kim uğraştı bunlara lan bunların amacı ne bu hikaye neyin nesi diye hızla sormaya başladı. Ben de ne bileyim senden daha fazla şey bildiğim mi var dedim. Bir şey demedi. Ben de demedim, merakla kapının karşısındaki duvara yöneldim. Bu duvarda diğerlerinin aksine yazı dolu kağıtlar yoktu, aslında bu duvardaki tek şey siyah mürekkple yazılmış gibi duran bir yazıydı. Ama elimi sürdüğümde elim is olmuştu
    ···
  8. 33.
    0
    . Şöyle yazıyordu:
    GELDiK
    Bu da ne demek şimdi? Arkamı döndüğümde Furkan'ın yazıyı gördüğünü anladım. Tekrar yazıya döndüm ve uzun bir süre duvardaki bu yazıyı izledim... Furkan'ın beni dürtmesiyle kendime geldim, ne kadardır öyle durduğumu bilmiyordum. Elinde üstü is olmuş bir kağıt parçası vardı, bir A5 kağıdından çok da büyük sayılmazdı. Kağıdı bana doğru tutarak bir şey buldum dedi. Sonra da üstünü temizledi. Eli is olmuştu. Bu bir haritaydı. Ben neresi olduğunu çıkartamadım, zaten bir mahalleyi anca kapsıyordu. En aşağıda yazan koordinatları farkettim. Telefonumu çıkartıp okul internetine bağladım, ben koordinatları girmeye çalışırken Furkan beni durdurdu, ben burayı biliyorum galiba dedi. Onların evlerine yakın bir yermiş. Haritada işaretli bir ev vardı, onu göstererek; bu ev kendimi bildim bileli terkedilmiş eski bir evdir. Bu hiç değişmedi dedi. Öksürdü. Ben de öksürdüm, taze havaya ihtiyacımız vardı. Çıkmalıydık. Deliklerden birinden dışarıya baktım, kimse görünmüyordu. Furkan'a bunu da çek çıkalım artık dedim. O dediğimi yaparken ben de kapıya yöneldim. Kapıyı açıp çıktım, Furkan da peşimden gelip kapıyı kapattı. Temiz havanın ciğerlerime işlediğini hissettim. Tam sınıfa gidiyorduk ki biri arkadan "Çocuklar ne yapıyordunuz orada birden çıkınca korktum"dedi ve güldü, ikimiz de olduğumuz yerde sıçrayıp arkamıza döndük.
    ···
  9. 34.
    0
    Arkada bir hoca vardı, ama hangi dersin hocası, adı ne falan bilmiyorum, bize girmiyordu zaten. Ağaçların arasında ayakta dikiliyordu. Refleks olarak hiiç, dedim. Furkan ise aslında hocam biz bir şey buşduk burada ne yapacağımızı bilmiyoruz dedi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ya hoca kızarsa diye düşündüm. Aslında ona söyleyen bizdik ne kızsın oğlum dedim kend kendime. Hoca neymiş o diye kapıya yöneldi. Kapıyı açtı, içeriye uzun uzun baktı ve sonra siz gidin, ben bunu müdüre söyleyeyim dedi. Biz tam gidecekken "Siz bunları yapanla ilgili bir şey biliyor musunuz?" diye sordu. Yok hocam deyip hızla uzaklaştık. Arkama şöyle bir baktığımda hocanın içeri girdiğini gördüm, Furkan da benim gibi yapıp durumu görmüştü. Öğrenci girişine doğru yürüdük. içeri girecekken oraya gidecek miyiz diye sordu Furkan. Bir yandan korkuyor, bir yandan da bu olanlar ne diye meraktan ölüyordum. Sonundan kararımı verdim ve Furkana "Ben gideceğim, sen geliyor musun?" dedim. O da tamam geliyorum dedi. Sonra sınıfa çıktık. O gün başka bir şey olmadı. Çıkışta bu ziyareti cumartesi günü yapmaya karar verdik. Yani 2 gün sonra.
    ···
  10. 35.
    0
    neyse hepinizin ellerinden öperim yazmıyorum size hiç bi tak :(
    ···
  11. 36.
    0
    reserved
    ···
  12. 37.
    0
    5.gün yani cuma günü sabah erkenden okula gittim. Bahçe kapısından geçer geçmez barakanın olduğu arka bahçeye geçtim. Kimse yoktu. Barakanın kapısı kapalıydı, etrafta bir değişiklik filan yoktu. Yanına gittim. Kapıyı açıp içeri baktığımda hiçbir değişiklik olmadığını gördüm. Yeterince incelemiştim burayı zaten, bu yüzden kapıyı kapatıp okula gitmek için arkamı döndüm. Dünkü hoca karşımda duruyordu, aramızda 2 metre ya var, ya yoktu. ilk konuşan hoca oldu:
    +Günaydın
    -Günaydın hocam
    +Aklın burada kaldı dimi?
    -Aslında... mm..evet.
    +Merak etme kızmayacağım. Ben de buradaki şeyleri düşünüyordum... Bunları kim yapar ki? Etrafı biraz aradım ama bir ipucu bulamadım. Siz buldunuz mu?
    -Yok...
    +Tamam gidebilirsin, panik olma bu kadar evladım. Ben de senin gibi meraklı biriyim o kadar.
    -Peki...
    Bu konuşmadan sonra hızlı adımlarla bina girişine doğru yürüdüm. Aklımda sorular vardı: "Bu hoca da kim böyle?", "Niye kimseye bir şey söylemedi?", "Bulduğumuz haritayı o niye bulamadı?"..Durdum. Haritayı Furkan mı almıştı? Niye bana söylemedi? Daha hızlı adımlarla yürümeye devam ettim. Sınıfa girdiğimde biri beni bekliyordu: Furkan. Beni görünce hafifçe gülümsedi. Bense direk konuya girdim; "Haritayı sen mi aldın?", vereceği cevabıysa beklemiyordum.
    ···
  13. 38.
    0
    "Sana da günaydın.." Ben bir şey diyemeden "Evet, niye bir sorun mu var?" dedi, hala gülümsüyordu. "Birinin (o biri "biz"dik) oraya girdiğini anlayacaklar."dedim, o ise şöyle cevap verdi: "Ben düşünmedim sanki bunları. (Güldü) Bak, bizim girdiğimiz anlaşılmasın diye hocayı oraya ben çağırdım... Kantine gittiğimi söylediğim teneffüste. Böylece bizim arkamızdan orayı dağıtıp bizim izlerimizi silecekti. işe yaradı da." Diyecek bir şey bulamadım. Benden habersiz böyle bir şey yapmasına kızmıştım. Ama üstüne biraz düşününce haklı olduğunu anladım. Aramızda başka bir diyalog gerçekleşemeden göz açıp kapayana kadar sınıf dolmuştu. Bugün 5. gündü, cuma günüydü, yarın o eve gidecektik, en azından Furkan bir ev olduğunu söylemişti. Bir ev... eski bir ev.. niye? Orada ne bulacaktık? Ama kafamdaki asıl soru, o "geldik" yazısının kim tarafından yazıldığıydı. Ayrıca "kim" gelmişti. Niye gelmişti. Düşünerek cevabını bulamayacağımı anladığım bütün bu soruları bir kenara bırakıp sırama geçtim. Zaten çok geçmeden hoca da sınıfa gelmişti. ilk günler bizi pek sıkmak istemeseler de hocaların ders işlemeye yavaş yavaş başlaması gerekiyordu. Sonuç olarak bugün ders ve diğer gereksiz şeylerle geçmişti. Günün sonunda diğerlerinin çıkmasını bekledikten sonra nihayet Furkan'la yalnız kalabilmiştik. Yarın saat 12 de okulun önünde buluşacaktık. Furkan bir arkadaşını daha getirmeye ısrar etti. Onu vazgeçirebileceğime olan inancımı çürüttüğü yaklaşık 5 dakika sonunda kabul ettim. Ve vedalaşıp evlerimize dağıldık. Cumartesi günü saat 11.30'a kadar evde bilgisayar takıldım. Küçük bir araştırma sonunda cinlerle ilgili az biraz bilgi edindim.. işte, onların da bizim gibi Allah'a ibadet etmekle yükümlü olduklarını, iyi ve kötü cinlerin olduğunu, sizinle iletişim kuran bir cin varsa bunun kötü bir cin olduğunu vs. okudum. Biraz da cin çağırma hakkında nete bakındım, el ele tutuşup kendi kendine bağırmalar, kağıtlara dua yazıp yakarak çağırmalar, yere çizilen ayin çizgileriyle değişik amaçları olan cinlerin çağrılabilmesi vs. Dediğim gibi 11.30 da bilgisayardan kalktım, hazırlanıp çıktım.
    ···
  14. 39.
    0
    Üstünden hiç bir eşya çıkmamıştı (telefon ve cüzdanı evdeki masasındaydı). Bize açıkladıkları şeyler bunlardı. Neyse, Furkan'la haftaya cumartesi (bugün pazardı, lisedeki ilk cumartesimi tuhaf, korkunç vs. şeyler yaparak geçirmiş, ilk pazar günümü yaşıyordum. Ne hafta sonu ama!) buluşmak üzere (daha erken buluşmak zor olacaktı, çünkü ailelerimiz onlara yalan söylediğimizi düşünüyordu, bir hafta okula gitmememizi (bu yaşananlardan sonra şoku atlatabilmemiz için) bile önermişlerdi, biz de kabul ettik, bu olanları sindirmemiz zaman alacaktı) vedalaşıp ailelerimizle evlerimize döndük. 1 hafta boyunca her gece birbirinden korkunç kabuslar gördüm, kimisinde hoca üstü başı kan kaplanmış bir halde ellerini bana uzatarak yardım istiyor, tam tutacakken aramıza siyah bir duman giriyor, duman kalktığında hocayı yerde ölü yatarken görüp çığlık atarak uyanıyordum; kimisinde kendimi bir anda barakanın içinde buluyor, kapıya yöneldiğimde her yanı alevler sarıyor, en son baraka dumanlar arasında üstüme çöküyordu ve yine çığlık atarak uyanıyordum. Ailem durumum hakkında endişelenmeye başlamıştı (her gece çığlıklarıma uyanıp beni sakinleştiriyorlardı, aklımı yitirmeye başladığımı düşünüyorlardı). Tüm hafta içi okula gitmemiştim, günlerimi Furkan'la mesajlaşarak geçirmiştim. Furkan bana yazışmalarımızdan birinde beni önce şaşırtıp sonra meraklandıran, en son da korkutan bir şey söylemişti: Hoca, öldüğü gün, ölmeden önce onun bacağıyla ilgilenirken, depodan topladığımız bütün tuhaf şeyleri (benim bulduğum elma dilimi şeklindeki taş da dahil) Furkan'a vermişti. Cuma günü, yarın Furkan'la buluşacağım için heyecan ve merak doluydum. Aslında face'ten konuşabilirdik, niye bir hafta önce pazar günü buluşalım diye ısrar etmişti ki?(Evet, aslında beraber karar vermedik, o ısrar etti ben de kabul ettim) Fakat bana yazdığı o şeyden sonra (hocanın tüm bu şeyleri ona verdiğini) , niye bu kadar ısrar ettiğini artık anlıyordum; bunları bana göstermek istiyordu.
    ···