/i/İnanç

İnanç
  1. 1.
    +2 -10
    Selam kaynatasızlar.

    Söze "Bu yazdıklarımı Allah indirdi" diye başlasam bana ne dersiniz?

    Böyle bir durumda çoğunuzun "Ne diyor lan bu gerizekalı" demesi lazım. Ama belki aranızdan beni körü körüne seven birkaç denyo "Ya aslında orada öyle demek istemedi" diye savunmaya kalkışır bu söylediklerimi. Halbuki niye öyle demek istemeyeyim ki? Söylediğim apaçık ortada lan, "Allah indirdi" diyorum işte, nesini savunuyorsun bunun mal?

    Peki, bir insan Allah'tan vahiy aldığını iddia edebilir. işin bu kısmında sorun yok, düşünce özgürlüğünü savunan adamım ben. Fakat size bir de hem müslüman olduğumu, hem de bu yazdıklarımın bana vahiy edildiğini söylersem, şimdi bunun nesini savunabilirsiniz? Hiçbir tarafını savunmamanız gerekir, zira müslüman olmak demek, zaten Kuran'ın vahiyle inen son kitap olduğuna inanmak demektir. Bu da demektir ki hem müslüman olduğunu, hem de yazdıklarının Allah tarafından indirildiğini iddia eden adamda büyük sıkıntı ve çelişkiler vardır.

    Şimdi geyiği bırakalım, eğer size müslüman halimle böyle bir iddiada bulunursam beni zerre kadar ciddiye almamanız gerekir, bu konuda anlaştık.

    Bir insanı sırf imajı yüzünden seven ve bir insanı yine sırf imajı yüzünden sevmeyen insanlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. O adamın ne dediğine, ne yazdığına, ne yaptığına hiç bakmadan, sırf imajından dolayı ona bir değer biçiyoruz. Zira diğer insanlara uyum sağlamak, arasına girmek istediğimiz topluluk tarafından kabul görmek adına taklitçilik yapıyoruz. Arasına girmek istediğimiz toplumun sevdiğini seviyormuş rolü yapıyor, sevmediğini de sevmiyormuş rolü yapıyoruz ve bir süre sonra yaptığımız rol sahiden de içimize işliyor. Ne olduğunu derinlemesine bilmediğimiz şeyi sahiden sever veya ondan sahiden nefret eder hale geliyoruz. Şimdi size sırf imajından dolayı sevilen bir insanı göstereceğim. Hem de bu insan hem muhafazakar kesimin, hem de modern kesimin sevdiği birisi ki başarması çok zor bir iş bu. Bu kişiyi hepiniz tanıyorsunuz aslında, ama çok çok azınız onun ne dediğini, ne yazdığını ve ne yaptığını biliyorsunuz. Bu kişi Romalı Celaleddin'dir, yani bildiğin Mevlana Celaleddin Rumi.

    Mevlana'nın en önemli eseri olan Mesnevi'nin önsözünden bir kesit göstereyim size, şimdilik kırmızı çerçeve içindeki o tek cümleyi okuyun [1]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUu

    "Mesnevi, Alemlerin Rabbi'nden inmedir" - Mevlana

    Bu 1953 basımı Mesnevi'ydi. ikna olmayanlar için bir de 2007 basımı Mesnevi'nin önsözünden aynı bölümü göstereyim [2]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUM

    Şimdi karşınızda denyo gibkofield değil de, o yüce, ihtişamlı, sevgi dolu imajıyla Mevlana hazretleri duruyor ve müslüman haliyle yazdığı kitabın Allah tarafından indirildiğini iddia ediyor. Aynı tepkiyi ona da verebilecek misiniz?

    Hayır, birçoğunuz veremeyecek.

    Hatta onu -nedense- saplantı derecesinde sevenler veya sırf imajından dolayı her sözünü iyiye yorup kendini kandıracak olanlar "Hayır, orada öyle demek istemedi" diye kıvırmaya da çalışacaklar. Hatta ben öyle Mesnevi basımları gördüm ki, şu yukarıdaki cümleyi "Mesnevi, alemlerin Rabbi tarafından (gönüllere) indirilmiştir" diye kıvırmışlar. Yani orijinalinde hiç olmayan "gönüllere inme" deyimini, bir parantez yardımıyla eklemişler basıma. Hatta yüzyüze sohbet ettiğim bazı sufiler de aynı şekilde "gönüle inmeyi kastediyor orada" şeklinde bir izah sundular bana. Bu insanların hepsi Mevlana'dan çok Mevlanacılık oynuyorlar, zira Mesnevi'nin bir başka beyitinde aynen şu ifadeler geçer, kırmızı çerçeve içindeki kısmı okuyun [3]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUV

    Mevlana açık seçik Allah'tan vahiy aldığını, fakat bazı tasavvufçuların bunu insanlara karşı "yaa o aslında gönül vahyi demek istiyo, ehihihi" diye yumuşattığını söyler. Mevlana, kendi yazmış olduğu Mesnevi'nin tıpkı Kuran gibi Allah tarafından vahiyle indirildiğini söyler. Hem de bunu hiç kıvırmadan, delikanlı gibi açıkça söyler. Öyleyse bu adam müslümanlar tarafından neden sevilir? Buna verebileceğim yegâne cevap şudur: Ehehe, dünyaya hoşgeldin kardeş.

    Evet kaynatasızlar, biraz ani bir giriş oldu farkındayım ama bekleyin, delillerimle geliyorum. Bu yazıda kullandığım tüm fotoğrafları bizzat çektim, kaynaklarımı yazının sonundaki kaynakçada belirticem. Gelelim bu yazının amacına. Öncelikle tasavvuf anlaşılmadan müslümanların şu an içinde bulundukları durum anlaşılamaz. Zira peygamberin ölümünden yıllar sonra islam'a sızan tasavvuf, pratikteki islam inancını baya baya değiştirmiştir. Gelelim işin esas alengirli boyutuna: Size bugüne kadarki yazılarımda hep spiritüalizm/new age dininden bahsettim. Bu uyduruk dinin, tek dünya dini olması amacıyla küresel sermaye tarafından nasıl desteklendiğini elimden geldiğince göstermeye çalıştım. Bu yazıda delilleriyle birlikte göreceğiniz şey ise şu olacak; müslümanlara yıllardır islam alimi diye yutturulan tasavvufçular aslında bu spiritüalistlerden farklı bir şey söylememektedir. Bu sebeple hem günümüzde film, kitap ve türlü yayınlarla aşılanan bu spiritüalizm felsefesini öğreneceğiz, hem de tasavvufun felsefesini.

    Bu söylediklerim bazılarınız için ağır şeyler. Kiminiz o Allah'ın belası önyargılarınıza ve hazımsızlığınıza yenilerek okumayı bıracaksınız. Bu kişiler için elimden bir şey gelmez. Ama kiminiz de "dur lan bakalım ne diyo bu" diye okumaya devam edecek, işte bana onlar lazım.

    Ayrıca bu söylemiş olduklarım birçoğunuz için de bırak ağır olmayı falan, çok önemsiz görünen şeyler. Onlar da "çok da gibime yeeeaa" diye bu yazıyı okumayı bırakacak, daha sonra gündem olmak için o gün köşesinde "Erkek bence karısını dövebilir" diye saçma bir laf söylemiş olan türbanlı köşe yazarını eleştiren bir Facebook iletisi atarak eğitimli, düzgün, çağdaş ve sorgulayan bir insan olarak hayatına devam edecek. Bu eğitimli görünen sığır jenerasyonun tam göbeğinde yaşamaktan bunalan bir tek ben değilim, bunu biliyorum. işte bana bu eğitimli sığır sürüsünden bunalan ve bilgiye aç olan adamlar lazım. Okuyun bu yazıyı işte, daha ne diyeyim. Zira birbiriyle alakasız görünen ve "ben bununla ne yapacam" dediğiniz yığınla bilginin, nasıl birbiriyle bağlantılı olduğunu anlayacaksınız.

    Girizgahı yaptım, parçaları birleştirmeye başlıyorum. Uzun bir yazı olacak, fakat sabırla okursanız karşılığını alacaksınız. Karagümrük çocuğuyum, sözüm senet lan benim.

    Mevlana'nın Mesnevi'sinden devam ediyoruz, şu önsözü biraz daha inceleyelim bakalım [4]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUp

    Önsözün bu kısmında Mevlana, kendi yazdığı Mesnevi'ye övgüler dizer. Ve ne ilginçtir ki burada Mevlana'nın Mesnevi'yi övmek için kullandığı cümleler, Kuran ayetleridir. Yani Allah'ın Kuran için kullandığı tabirleri, Mevlana birebir olarak kendi Mesnevi'si için kullanır. Müthiş bir alçakgönüllülük örneğiyle karşı karşıyayız.

    Mesela yukarıda Mevlana "Mesnevi'ye temiz kişilerden başkası el değdiremez" der, Allah ise Vakia suresinin 79. ayetinde "Kuran'a temiz kişilerden başkası el değdiremez" der.

    devamı uzunca var rağbete göre eklenecektir.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    +2
    DEĞMEZ PANPA ANLAMAZ BUNLAR
    ···
    1. 1.
      +1 -2
      kardeşim bir ihtimal de olsa bir insanın aydınlanması benim için mutluluktur
      ···
      1. 1.
        +4 -2
        irzini gibtigime bak hele kendi yazmis gibi yapiyor bir de huur cocugu. Michael gibkofield in yazisi bu googledan arayin
        ···
      2. 2.
        +1
        giblofieldden çalçış burda paylaşıo mk
        ···
  3. 3.
    -1
    çuğu .
    ···
  4. 4.
    -1
    Acınası bir haliniz var. Daha doğrusu buna sebep olan at gözlükleriniz. işin özünü anlanmayıp, değerlendirme yapmaya kalkan küstah düşünceleriniz, düşüncesizlikleriniz. Sistemin ve maddenin özünün anlamaktan uzak materyalist saplantılarınız da yardım ediyor tüm bunlara. Ateistlere malzeme çıkaran da sizin zihniyetinizden başka bir şey değil aslında. Zaten Hallacı Mansur'u da idam eden de siz değil miydiniz ? Kurumaya yüz tutmuş aklınızın, ilimle şereflenmesi niyaz ederim.
    ···
  5. 5.
    +1
    gibko sen misin ?
    ···
  6. 6.
    -1
    çalıntı amk muallaksi.
    Micheal gibkofield'in blogundan çalmış huur. http://michaelgibkofield....lardan-tek-dunya.html?m=1
    ···
    1. 1.
      -1
      lan ibin kimseye kendimi kanıtlamak zorunda değilim kaç sene önce uzun zaman harcayıp yazdığım bu gerçekleri blogumda paylaşmıştım ve şimdi burda paylaşma kararı aldım hepsinide paylaşıcam eğerki zoruna gidiyorsa girme buraya huuur çocu
      ···
      1. 1.
        0
        Senin bacını giberim Yalancı huur eniği seni.
        gibko olduğunu kanıtla züt capsimi atacam.
        ···
  7. 7.
    -1
    Mevlana "Batıl, Mesnevi'nin önünden ve arkasından yol bulamaz" der, Allah ise Fussilet suresinin 42. ayetinde "Bâtıl, Kuran'a ne önünden gelebilir ne de arkasından" der.

    Mevlana "Mesnevi gönüllerin şifasıdır" der, oysa Allah isra suresinin 82. ayetinde "Kuran'ı, inananlar için bir şifa ve rahmet olarak indirdik." der.

    Mevlana "Mesnevi, alemlerin Rabbinin ilhamıyla hayır sahibi katiplerin elleriyle yazılmıştır" der, Allah ise Abese suresi 13-16. ayetlerde Kuran'ın hayırlı katiplerin elleriyle yazıldığını söyler.

    Uzatmaya gerek yok sanırım, yukarıdaki cümlelerin neredeyse hepsi Kuran ayetleridir. Mevlana, kendi yazdığı Mesnevi'ye Kuran'ın sıfatlarını yükler. E tabi, adam açık seçik Allah tarafından indirildiğini söyledi zaten Mesnevi'nin, ya ne olacağıdı?

    Bir kişinin kendi yazdığı kitap için "bunu Allah indirdi" ifadesini kullanması ne demektir biliyor musun? "Hoşgeldiniz yeni dine" demektir. Bunun lamı cimi yok.

    Peki Kuran bu durum için ne der? Doğal olarak şunu der: "Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye 'işte bu, Allah katındandır!' derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden!" (Bakara 79)

    Dikkat ederseniz şu ana kadar işin felsefesine dair hiçbir şey konuşmadık. Şimdilik yapmaya çalıştığım şey, size sadece ortadaki muazzam bir çelişkiyi göstermektir. Ortadaki çelişki ise, kendi yazdığı kitabın vahiyle indiğini iddia eden Mevlana adındaki adamın, müslümanlar tarafından böylesine sevilmesi, sahiplenilmesidir. Mevlana'yı bu yazıda tasavvuf ve ruhçuluk öğretisini anlamak adına didik didik inceleyeceğiz zaten, fakat sırf şu Mesnevi'nin önsözü bile kafasını kullanmaya cesaret edebilen bir insan için birçok şeyin delilidir. Neyin delilidir? Ortada müslüman diye gezinen toplumun, islam'la zerre kadar alakası olmadığının delilidir mesela. Zira kendi yazdığı kitaba "bu Allah katındandır" diyen insanın durumu, yukarıdaki ayette de gördüğünüz üzere Kuran'da açık seçik anlatılıyor zaten. Peki ortadaki bu çelişki, daha başka neyin delilidir? Müslüman olduğunu söyleyen, yani iş lafa gelince kendisi için en önemli şeyin Allah'ın emirleri olduğunu söyleyen insanların, Allah'ın emirlerini hiç de öyle önemsemediğinin, asıl önemsediği şeyin içinde bulunduğu toplumun değerleri olduğunun, öyle ki kendisine gelenekleri tarafından "Hazret, yüce adam, Allah dostu" diye kakalanan bir adamı bile Allah'ın emirlerine karşı gelmek pahasına sahiplenebileceğinin delilidir. Daha başka neyin delilidir bu çelişki? Günümüzde müslüman olduğunu söyleyen birçok insanın, eğer peygamber döneminde yaşasaydı müşriklerin tarafında olacağının delilidir, zira Arap müşrikleri de geleneklere dayalı dinini sürdüren insanlardı, dinsiz veya inançsız değillerdi. Allah'a inanırlardı.

    insan kelimelerle konuşur ama kavramlarla düşünür. Birbirimizle anlaşabilmemizin yolu, bir kelimeye yüklediğimiz ortak anlamdan geçer. Fakat eğer ben bir kelimeye, sizin düşündüğünüzden farklı bir anlam yüklüyorsam anlaşamayız demektir. "insanlar geleneklere uyar" cümlesinde kullandığım "gelenek" sözcüğünü ben ilk akla gelen "kız isteme, kaşık çırparak çıkkıdı çıkkıdı folklor oynayan kız, asker uğurlama" falan gibi bir kapsamda kullanmıyorum. Benim vurgulamak istediğim gelenek anlayışı, hem yerleşik toplumun hem de insanın arasına girmeye özendiği kesimin değerleridir. O sebeple "gelenek" dediğim şeyin içinde, o günün değerleri, yani popüler kültür de vardır. O günün iktidarı da vardır. Veya asıl moda o günün iktidarına körü körüne zıt gitmekse o da vardır. O günde mevcut olmayan ama geçmişte güçlü bir biçimde var olan ve etkisini o güne kadar sürdüren bir güç de vardır. Kısacası gelenek dediğim şey, taklitçiliğe yakın bir anlam taşır.

    Mevlana hem muhafazakar kesim tarafından, hem de Elif Şafak gibi graffiti yapılmış duvar önünde poz verirken çektirdiği fotoğrafını Instagram'a koyup cool ve bohem olan modernler tarafından benimsenen kusursuz bir gelenek örneğidir. Yani hem yerleşik düzenin adetlerinden, hem de arasına girilmek istenen kesimin doğrularından beslendiği için çok güçlü bir gelenektir. O sebeple konu Mevlana olunca, karşımdakine lafımı en azından "dinlettirebilme" ihtimalim bile çok düşüyor dayı, bunu yüzyüze girdiğim tartışmalardan da biliyorum.

    Mevlana, tasavvufun kalesidir. Tasavvufun görünüşteki "sevgi, aşk, ne olursan ol gel, iyilik güzellik heleloy" imajını gibtir et sen bir kere, zira insanlara bu şekilde hitap etmeyen neredeyse hiçbir görüş yoktur. O işin tıraş kısmıdır. Tasavvufun temel direği vahdet-i vücut anlayışıdır (ki bir de vahdet-i şühud vardır ama ona daha sonra değineceğiz). Vahdet-i vücut ne demektir biliyor musun güzel kardeşim? Bak bizim Karagümrük'te "güzel kardeşim" gibi çok kibar bir laf sadece karşındakine çok sinirlendiğin ama yine de kendine hakim olmaya çalıştığın kavgadan az evvelki o kısacık anda söylenir, yani delleniyorum ayık ol. Vahdet-i vücut: "Her şey Allah'tır" demenin hesapta müslümanca yöntemidir. Yani bu inanca göre tüm evren, tüm yaratıklar Allah'ın bir parçasıdır. Önceki yazılarımda sık sık bahsettiğim spiritüalizm de aynı şekilde "Sen bir tanrısın, heeey, içindeki Tanrı'yı keşfet" mottosuyla insanlara hitap ediyordu hatırlarsanız. Zira adı "new age" olmasına rağmen hiç de yeni olmayan bu modern dinin temeli paganlık ve panteizmdir.

    Her şeyin Allah olması veya her şeyin Allah'ın bir parçası olması ne demektir? Az düşün hele.

    Her şeyin Allah olması demek, her şeyin iyi olması, kötü diye bir şeyin olmaması demektir. Hatta ve hatta eğer her şey Allah ise, her şey iyi bile değildir, her şey sadece "olması gereken"dir. Yani eğer her şey Allah ise, ne iyiden ne de kötüden söz edebilirsin. Her şey "var olan"dır, ve her şey doğrudur. Yanlışa yer yoktur. Kısacası her şey mübahtır. Her şey mübahtır, çünkü her şey Tanrı'dır.

    O sebepledir ki "Allah her şeydir" demek ile, "Allah yoktur" demek arasında hiçbir fark yoktur. Bunu yazının devamında anlayacaksınız fakat üzerinde biraz düşünerek de bunu kavrayabilirsiniz. Entelektüel ateistlerin Mevlana sevgisi de esasen hiç tutarsız değildir, 20 yaşında hayatın anldıbını çözen ateist ekşi sözlük yazarından bahsetmiyorum, o adamın bir şeye karşı çıkacak veya onu destekleyecek birikimi dahi yoktur, tıpkı gelenekler yüzünden müslüman olan çoğunluk gibi gibinin keyfine göre bir şeyi sever veya sevmez o. Ki genellikle Mevlana'ya da "lan içinde din geçiyor, Allah geçiyor, o zaman bu kötü bi şey" düşüncesiyle körü körüne karşı olur bu, fakat neden karşı olması gerektiğini bilmez. Bu tipteki bir gerzekten değil, gerçekten birikimli bir ateistten bahsedeceksek, işte bu kişilerin Mevlana ile ortak paydada buluşması hiç de saçma gelmesin size dayılar.

    Mevlana, Yunus Emre, ibn Arabi gibi sufiler 13. yüzyılda tasavvufa altın çağını yaşatıyorlar. Fakat bu kişilerden önce tasavvufun ve vahdeti vücut anlayışının islam'a iyice sızması, 9. yüzyılda Hallac-ı Mansur ve Bayezid Bestami gibi meşhur sufiler sayesinde oluyor. Ki 9. yüzyıldaki bu Hallac-ı Mansur ve Bayezid Bestami, kendilerinden yüzyıllar sonra dünyaya gelecek olan diğer ünlü tasavvufçuların da akıl hocası olacaktır.
    Hallac-ı Mansur 9. yüzyılda "Enel Hak" demiştir, yani "Ben Hakk'ım/Ben Allah'ım". Neye inandığını bilmeyen çoğunluk tarafından "Siz onun ne demek istediğini anlayamazsınız, o Allah aşkı ile söylenmiş bir laftır" gibi mükemmel derecede mantıklı (!) bir izahla savunulur bu söz. Bu sözün hangi düşünüşün, hangi felsefenin ürünü olduğunu zaten detaylı bir şekilde açıklayacağım bu yazıda, fakat şimdiden aklınızda bulunsun ki "Ben Allah'ım" demek, "Ben Allah'ım" demektir. Kıvırmaya gerek yok. Mevlana, bir diğer önemli eseri olan Fihi Ma Fih'te bunu şöyle açıklar, lütfen en azından altını çizdiğim cümleleri okuyun [5]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUL

    Tasavvufta (diğer mistik dinlerde olduğu gibi) benliği öldürmek vardır. Sufiler kendi iddialarına göre o kadar alçak gönüllüdürler ki, "Bakın ben yokum, ben diye bir şey yok, sadece Allah var" derler. Oysa alçakgönüllülük gibi görünen "Ben yokum" maskesinin altında "Ben Allah'ım" nanesi yatar. Buradaki mantık örgüsü şöyledir kaynatasızlar: "Ben yokum = çünkü sadece Allah var = sadece Allah varsa o halde "ben" dediğim şey de Allah'tır = ben Allah'ım". Ne güzel di mi?

    Mevlana'ya göre de "Ben Tanrı'yım" demek bu sebeple büyük bir gönül alçaklığıymış, hatta "ben varım" demek kibirin dik alasıymış. Ve "Ben Tanrı'yım" demek öylesine büyük bir gönül alçaklığıymış ki, halk bunu anlamazmış.

    Şimdi Mevlana'nın doğal olarak savunuculuğunu yaptığı, "Ben Tanrı'yım" nanesini müslümanlara ilk yutturan Hallac-ı Mansur'a bakalım bir de. Elimde Hallac-ı Mansur'un günümüze ulaşan tek kitabı olan "Tavasin" var, bu kitaptan bazı alıntılar yapcam şimdi. Hallac efendi şöyle diyorlar:

    "Kalp gözüyle gördüm Rabbimi,
    Sordum 'Kimsin sen?' diye,
    'Sensin' dedi"
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      Kanka edip yüksele ne diyorsun o da vahiy aldığını söylüyor
      ···
      1. 1.
        0
        mevlana dahil hepsi huuur çocu
        ···
      2. 2.
        0
        gibkodan çaldın mk linkini attırma bana şimdiy
        ···
  8. 8.
    +1
    anlat panpa okudum
    ···
    1. 1.
      +1 -1
      senin için ekledim devdıbını daha çook uzunca var
      ···
      1. 1.
        +1
        tamam takibe aldım . Şimdi şu yeni yazdğına bi bakıyım
        ···
  9. 9.
    0
    http://imgim.com/4625incio6729914.png

    Şimdi bu çok nurlu, çok mübarek Mesnevi bölümünde anlatılan şudur: iblis bir gün gider Muaviye'yi namaza kalkması için uyandırır ve iblis ile Muaviye'nin arasında birtakım konuşmalar gerçekleşir.

    Şimdi işin felsefi bölümüne devam etmeden evvel ufak bir bilgilendirme yapayım. Muaviye denilen adamın herhangi bir ruhani özelliği mi vardır ki iblis'le konuşur? Hayır, siyasetçinin biridir Muaviye. Mevlana'nın böyle Muaviye gibi belirli kitleler tarafından sevilen kişileri hikayelerinde kullanmasının tek sebebi prim yapmaktır elbette. Aynı şekilde prim yapmak için ve islam'la alakası olmayan fikirlerini müslümanlara kakalamak için peygamberleri de aşırı şekilde över kendisi. Bu Mevlana denilen abi, tıpkı La Fontaine'in horoz ile tilkiyi konuşturması gibi, kafasından bir senaryo yazarak iblis ile Muaviye'yi konuşturur. Tabi bu bilgiler Mevlana'ya vahiy ile geldiği için, ben "kendi kafasından uydurdu" diyerek bu Allah dostuna büyük bir iftira atmış oluyorum ehehe. Müslüman görünümlü Hindular sizi.

    Şimdi Mesnevi'deki bu hikayeye göre iblis gider Muaviye'yi "hadi kalk la, namaz vakti geldi" diye uyandırır. Bunun üzerine Muaviye'nin kafası karışır, "yahu sen iblis'sin, neden beni namaza kaldırıp bana iyilik yapıyorsun" diye düşünür. Fakat hikayenin sonunda göreceğimiz üzere iblis şunları der [52]:

    http://imgim.com/c3.png

    Yani size kolaylık olsun diye en önemli cümleyi çerçeve içine alayım dedim ama aslında hepsi önemli ve hepsi rezalet. iblis'in Muaviye'yi namaza kaldırma sebebi şudur: Eğer Muaviye uykuya dalıp namazı kaçırsaydı, uyandığında namazı kaçırdığı için çok üzülüp, çok çile çekecekti. işte Muaviye'nin çekeceği o çile var ya, namazdan bile üstün bir ibadettir. Muaviye'nin duyacağı o acı var ya, Allah ile bir olma yolunda en önemli iştir. iblis, Muaviye'yi namaza kaldırarak ve onun acı çekmesini önleyerek Muaviye'ye kötülük yapmış olur. Görüyor musun mantığı?

    http://imgim.com/c4.png

    Yani normalde insanların çile çekmelerini sağlayıp onlara yardım eden iblis, bu sefer öyle kıskançlaşır ki, Muaviye'nin çile çekip ermesini önlemek için ona iyilik yapar, onu namaza kaldırır! Çünkü eğer Muaviye namazı kaçırsaydı çok çile çekecekti ve çile gibi namazdan üstün bir ibadeti yerine getirdiği için daha kamil bir insan olacaktı! Yani Muaviye'nin çile çekmesi, onun için namazdan bile faydalı bir iştir. Ne yolunda faydalı bir iştir? "Allah olma" yolunda elbette, bakın Allah yolunda demiyorum.

    Mesnevi'deki bu saçma hikaye özetle budur. Öncelikle şunu söyleyeyim ki namaz, savaşta bile kılınması farz olan önemli bir ibadettir. Nisa suresi 101 ve 102. ayetlerde Allah, savaşta kılınacak namazı anlatır ve 101. ayette "bu durumda namazın süresini kısaltmanızda bir sakınca yoktur" der. Yani savaşta bile "namaz kılmasan da olur" gibi bir şey demiyor Allah, kısa da olsa yine de namazı kılmanı emrediyor. Bu ayetler, benim namazın önemini anlayıp kafama bazı şeyleri dank ettiren ve beni namaza başlattıran ayetler olmuştu hacı. Yani namaz kılmayıp çile çekmek, namazdan daha önemli bir ibadet şekli değildir, bu bir.

    ikincisi, çile çekmek bir ibadet bile değildir. Çile ve acı çekmek, insana daima olumlu katkılar sağlayan şeyler değildir. Bu tamamen "Allah ile bir olma" öğretisine dayanan panteist/panenteist inancın bir uydurmasıdır. Kuran'a göre çekilen acılara sabretmek gerekir, fakat acı çekmenin insana bir katkısı olup olmayacağı sizin o olaydan çıkaracağınız derse ve sabrınıza bağlıdır.

    Kafayı çalıştır biraz. Eğer acı çekmek, Allah ile bir olma yolunda çok faydalı bir iş olsaydı, Kuran'da şu şekilde bir dua olur muydu:

    "... Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme." (Bakara 286'dan)

    Kuran'da Allah, bir müslümanın bu şekilde dua etmesini istiyor, zira akıl sağlığı yerinde bir insan acıyı istemez, acı onun için kötü bir şeydir. E oysa, eğer çekilen acılar ve çileler bizim Allah ile bir olmamızı sağlayan ulvi yardımlar olsaydı, bu şekilde acıdan kaçınma isteği barındıran dualar Kuran'da yer almazdı. Zira Allah, kulunun acıdan kaçınmasını istiyor.

    Böylece tasavvuftaki bu çilecilik anlayışı da, binlerce yıllık pagan hurafelerinin arasına tescilli bir şekilde girmiş oluyor.

    Şimdi, bu adamlar "acı" ve "çile"ye böyle anlamlar yüklüyor diye, elbette acının insana hiçbir şey katmadığını iddia etmiyorum. Fakat acı çekmenin insana olumlu katkı yapması; kesinlikle garanti değildir. Üzerinden ders çıkarılmamış her acı boşadır.

    Benim kanaatimce acı, iyileri daha iyi, kötüleriyse daha kötü yapan bir katalizördür. Yani acı çekmek, Allah ile bir olma yolunda değil, hak edenin hak ettiğine kavuşması yolunda bir hızlandırıcıdır. Şimdi size durumu somut ve yaşanmış bir örnek üzerinden anlatayım, dinle burayı.

    Viktor Frankl, 2. Dünya Savaşı döneminde nazi kamplarında işkence görmüş bir yahudidir ve aynı zamanda pgibiyatristtir. insanın Anlam Arayışı adında bir de kitabı vardır, kitapta başından geçenleri ve Nazi kampında yaşadıklarından yola çıkarak geliştirdiği pgiboterapi yöntemini anlatır. Victor Frankl herhalde bir insanın bu dünyada yaşayabileceği en büyük acıları ve eziyetleri çeker. Karısı ve çocukları öldürülür, arkadaşları gözü önünde öldürülür veya tecavüze uğrar, kendisi türlü işkencelere uğrar, bir deri bir kemik kalmasına rağmen yıllarca ağır amele işleri yapar vs. Bak vesaire deyip geçiyorum ama şu arasına virgül koyarak söylediğim şeylerden bir tanesinin bile insanın başına gelmesi felaket dıbına koyim. Bu adamın o kampta yaşadığı hayat "doğal seleksiyon"un Naziler tarafından insan eliyle hızlandırılarak uygulanmış halidir. Yani sadece en güçlüleri ve sabırlıları, bir başka deyişle "en uygunları" hayatta bırakmaya yönelik bir sistemin içinde yaşar Victor Frankl. Gelgelelim kendisi bir şekilde savaşın sonuna kadar hayatta kalmayı başarır. Savaşın bittiği ve Nazilerin kaybettiği, kamptaki yahudilere duyurulur, bunlar da sevinir falan. Kamptan çıkarlar, kurtulmuşlardır ve karşılarına çıkacak ilk şehre kadar yürümeleri gerekir. Bizim Frankl, kamptaki bir yahudi arkadaşıyla beraber yürür. Bir tarlanın içinden geçmek zorundadırlar. Frankl tarladaki ekinleri çiğnememek için titizlik gösterir ama diğer arkadaşı hatır hutur basar tarladaki ekinlere. Frankl arkadaşını uyarır, niye milletin malına zarar veriyorsun olum der, arkadaşı da şu minvalde bir cevap verir "ulan yıllarca amımıza koydular bizim, giberim tarlasını da sebzesini de, basar geçerim tabi ki"

    Frankl buradan yola çıkarak, bir insanın acılar çekmiş olmasının, ona ekstradan herhangi bir hak veya üstünlük vermeyeceğini söyler. Ve kitabında, bu durumun insanlar için büyük sorunlara yol açabileceğini söyler. Yani adam daha israil Devleti henüz kurulmamışken şu pgibolojinin teşhisini koyuyor:

    http://imgim.com/c5.png

    Burada bir grup israil vatandaşı, bombalanan Gazze şehrini seyreder. Seyrederken alkışlarlar, sevinirler. Alkışlayıp sevindikleri şey ise, "kendilerinden başka" insanların kafalarına bombalar yağdırılmasıdır.

    Bu pgibolojinin altında elbette geçmişte çekilen acılar ve çileler vardır. Fakat bu yaşanmış çileler onlara böyle bir hak ve üstünlük verir mi, elbette vermez.

    Şimdi de Frankl'ı ve Tarladaki ekinleri çiğneyen arkadaşını karşılaştıralım. Her ikisi de çok büyük çileler çekiyorlar. Acıları bittiğinde ise birisi tarladaki ekinlere basmıyor, yaşadıkları üzerine düşünüyor, çektiği acıların vesilesiyle logoterapi yöntemini geliştirerek insanlara faydalı olmak için uğraşıyor. Diğeri ise kendini her türlü ihtiyacın üstünde görerek tarladaki ekinlere basıyor ve böyle bir hakka sahip olduğunu iddia ediyor, bu üstün görme ihtiyacının tek sebebi ise yaşamış olduğu acılar.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 10.
    0
    Adam fakir ailede doğup büyümüştür, parası yok diye itin zütüne sokulur. Kadın çirkin doğmuştur, güzel olmadığı için yemediği hakaret kalmaz. Adam zenci doğmuştur, niye beyaz değilsin diye ağzına bir güzel sıçarlar. insanlar diğer insanlara, zaten sahip olmadıkları şeyler yüzünden suç yüklerler. Fakat Allah hiçbir insana "neden buna sahip değilsin" diye sormayacak, Allah'ın yöntemi farklı. Allah "buna sahip olduğun halde neden kullanmadın" diye, ya da "buna sahip olduğun halde neden kötüye kullandın" diye soracak. Yani Allah, seni sahip olmadığın şeyler üzerinden imtihan etmez, sahip oldukların üzerinden imtihan eder. En basitinden paran yok diye çok insan sana bikbik edecektir, ama Allah'ın bir insana parası yok diye kızdığını görmedim ben Kuran'da, Allah paraya sahip olana "o parayı neden paylaşmadın", "neden iyiye kullanmadın" diye sorar. Kısacası sahip olduğun her şeyden sorumlusundur. Zeka, para, güzellik, özgür irade, aklına ne geliyorsa... Sana verilen bu nimetlerin en başında da "akıl" gelir. Aklı olan her insan, bu akla sahip olmanın sorumluluğunu taşır. insanın sınav edilme sebeplerinden birisi de budur, sahip olduğun aklın bir bedeli vardır. O halde, o aklı kullanmak zorundasın, hem de iyiye kullanmak zorundasın. Çalıştıracaksın saksıyı, bunun başka bir yolu yok.

    "Yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir." (Enfal 22)

    Şimdi işin biraz daha alengirli boyutuna gireceğuk sayın kaynatasızlar, burası işin inançla ilgili kısmı değil, herkesi ilgilendiren bilgi kısmı. Arka sıra dinle burayı evladım, dıbına korum aksi takdirde.

    Binlerce yıldır, belki de daha fazla var olan bu panteist felsefe 20. yüzyılda New Age hâlini almıştır. 20. yüzyılda New Age'i hortlatanların başında Alice Bailey adlı Amerikalı bir abla gelir. Alice Bailey'in öğretileri de ne Mevlana'dan, ne de günümüzdeki herhangi bir spiritüalistten farklıdır, aynı şeylerin laciverte boyanmışını anlatır o da. Bu abla da panteisttir, yani "her şey Tanrı'dır, sen de Tanrı olduğunu keşfet" der. Bu Alice Bailey adlı abla, 1922 yılında Lucifer Publishing Company'i kurar, yani Lucifer adında bir yayınevi kurar kendisi [62]. Lucifer; Latince "ışık getiren" demektir, yani bu ruhçuların kasıtlı olarak kullandığı "ışık varlığı", "ışık sizinle olsun", "ışığın gücüyle" lafları Lucifer'la ilintilidir. Lucifer (iblis), insanlara kötülük yaparak aslında onların iyiliğine, yani tekamüllerine hizmet ettiği için ışığı, aydınlanmayı ve kurtuluşu getirendir. "Illuminati" yani "aydınlanmışlar" ismi de buradan türemiştir, her neyse biz konumuza dönelim. Alice Bailey adlı abla 1922'de kurduğu Lucifer Yayınevi'nin ismini "lan biraz ileri gittik galiba" deyu 3 sene sonra değiştirir, Lucis Trust'a dönüştürür. Lucis Trust günümüzde de birçok alt şirketiyle beraber faaliyette olan bir spiritüalist şirkettir. Lucis de yine Lucifer demektir, bir fark yok arada.

    Alice Bailey bu işlerle kafayı kırmış kendi halinde bir abla değildir, yani burada bir Harun Kolçak yok karşımızda ehehe. Günümüzde pörtleyen New Age'e en büyük ivmeyi kazandıran şahıstır Alice Bailey. Ve daha da önemlisi, kendisi Bush gibi birçok ABD'li siyasetçinin 2000'lere doğru konuşacakları lisanı daha yıllar öncesinde kullanmıştır. Nasılını göstereceğim.

    Kendisinin 1957'de yazdığı "The Externalisation of the Hierarchy" adlı kitaptan bazı bölümlere bakalım [63]:

    http://imgim.com/e1.png

    Kendisi kitapta sık sık "Efendiler"den (Masters) bahseder. Bu Efendiler, insanlığa ve dünyaya hizmet gönüllüsü, yüce, seçkin ve elit kişilerdir. Gizli kardeşlik örgütleri vardır bu Efendilerin. Tıpkı insanlara kötülük ederek onlara hizmet eden Lucifer misali, bu Dünya Efendileri de dünyanın ve insanların anasını giberek insanlığa hizmet edeceklerdir. Hem alt insanların (!) adına kötülük dediği o yüce hizmetleri yaparak insanların tekamülüne hizmet edeceklerdir, hem de dünyayı alt ırklardan temizleyeceklerdir. Altını son çizdiğim bölümde kendisi şunu söylemektedir: "Dünya Hizmetlisi bir yeni grup, her millette etkin olacak ve dünyanın her yerinde iş başında olacaktır".

    Bu adına "Dünya Hizmetlisi Yeni Grup" dediği oluşum tam olarak bizim banker çetesi Illuminati ve onların alt kuruluşlarıdır.

    Kendisi bu kişilerin misyonunu daha sonra şu şekillerde açıklar [64]:

    http://imgim.com/e2.png

    "Bu Dünya Hizmetlisi Grup insan hakları için, insanlığın ruhani geleceği için ve yeni dünya düzeni için savaşacak"

    Yeni dünya düzeninin ne olduğunu artık biliyorsunuz, "insanlığın ruhani geleceği"nden kastı da şudur kendisinin:

    http://imgim.com/x62.png
    Tümünü Göster
    ···
  11. 11.
    0
    Bu müritin anlattıklarından da alacağınız birtakım mesajlar vardır elbet. Mesela ABD'de ve Avrupa'da bu işin nasıl okulları olduğunu, nasıl türediğini, öyle ki popüler kültüre bu ruhçu öğretilerin ve ruhçu sembollerin nasıl hızla girmeye başladığını daha iyi anlarsınız bu adamın yazdıkları sayesinde. Zira yağmur sonrası yerdeki tuğlaların arasından fışkıran yosunlar gibi çoğalıyor bu spiritüalizm, bu iş de elbette küresel sermayenin sayısı bitmeyen spiritüalist kuruluşları sayesinde oluyor günümüzde. Spiritüalizm, ileride kurulması planlanan tek dünya devletinin tek dini olacaktır, zira insanlara inançsızlık ile hükmedemezsiniz, inanç bir ihtiyaçtır.

    Geçen gün kendimle ilgili bir şey fark ettim. Yani otomatiğe alarak, fark etmeden sürekli yaptığım bir şeyin var olduğunu gördüm. "Oha, ben sürekli bunu yapıyorum lan" dedim kendi kendime. O şey şu, ben insanların söylediklerinin çoğunu, samimi olmadıklarını görerek ciddiye almıyorum. Birisinin söylediği bir lafı ciddiye almıyorum, çünkü içimden "gibtir lan, sen yalnızken içinden böyle düşünmüyorsun" diyorum. Çok süslü bir laf duyuyorsun birinden, veya süslü olması da gerekmez "ben şöyle yaparım, buna inanırım, şöyle yaparım" gibi iddialı bir laf duyuyorsun ve bunu gram ciddiye almıyorsun. Çünkü söyleyenin o an ona inanmadığını biliyorsun. Nereden biliyorsun diye soracak olursan, işte bunu bilmiyorum. Hani bir insanın cahil olduğunu bakışlarından anlayabilirsin ya, onun gibi, biliyorsun işte ama nasıl bilebildiğini bilmiyorsun. Her neyse, bu sebeple benim dünyamda "rol yapma" denilen şey çok önemli. Zira bir insanı ciddiye alıp almama kriterim tamamen bu. Rol yapıyorsa o adam, yani sırf ağzından bir laf çıkmış olması için söylüyorsa o lafı, veya sırf toplum içinde olduğu için normalde inanmadığı bir şeyi söylüyorsa, veya içtiği zaman en yakın arkadaşına itiraf ettiği şeyin tam tersini savunuyorsa o anlığına, bunu görüyorsam, gram ciddiye almıyorum.

    O sebeple gram ciddiye alınmak istiyorsan, bana delikanlı gibi tasavvufun islam ile bir alakası olmadığını söyleyeceksin. Çünkü saf duygularla "böyle yapınca iyi oluyo" diye düşünen kandırılmış cahil bir tonton dede değilsen veya saf Anadolu çocuğu değilsen, gayet iyi biliyorsun sen bu tasavvufun ne olduğunu. Hem de gayet iyi biliyorsun. O halde bildiğin şeyi kabul edip söyleyeceksin, zütverenliğin lüzumu yok. Zaten görmekte olduğun şeyi kabul et ve delikanlı gibi söyle. De ki, ulan bu tasavvufun ne alakası var Kuran'ın söyledikleriyle, bu müslümanlar nasıl bu tasavvufçuları sahiplenebilecek kadar gerizekalı olabiliyorlar, ortada islam falan kalmamış ki anasını satayım falan de. Bunları de adam gibi. Heh.

    Şimdi yine size gözlem olsun diye bir şey göstereceğim. Türkiye'de birtakım spiritüalist tarafından takip edilen bir Facebook hesabı var "Ruhun Uyanışı" adında. Takipçileri genellikle Facebook'unda manzara ve melek resimleri paylaşan orta yaşlı kimselerle genç yaşında yogaya merak salan tiplerdir. Şimdilik Türkiye'deki ruhçu profili de genellikle böyle zaten. Neyse, bu Facebook hesabı birçok yerli ve yabancı spiritüalistin sözlerini, kitap bölümlerini paylaşır ve takipçilerini bu yazarları okumaya yönlendirir. Mesela:

    http://imgim.com/d5.png

    Bu yazıda pek çok defa kullandığım Ramtha'nın sözlerini paylaşır. Altına da hayatın sırrını çözen arkadaşlar "çoook güzel kalp kalp kalp" falan yazar.

    http://imgim.com/d6.png

    Yine bir başka ruhçu yazarın acıyı ve çileciliği öven bir yazısını paylaşır. Tasavvufla aynı felsefeye sahip olan spiritüalizmde de acı çekmek = daha çok pişmektir. Hayatın anlamı tekamül etmek, yani ruhani evrim geçirmek ve nihayetinde de Tanrı olmaktır. Bu nedenle acılar ve başa gelen zorluklar çok iyi şeylerdir. Bunları anlatmıştım zaten. Pagan hurafelerinden biri olan asketizm, Cihangirli denyo aydınlarımıza satılır. Zaten sosyoekonomik düzeyi yüksek olan insana kafadan aydın deniyor dıbına koduğumun yerinde, ona da ayrı fitim. Ha çileciliği öven bu tipler dergahlara kapanmazlar, ponpon terlikleri ve nescafe fincanlarıyla Instagram'da bu kitapların fotoğrafını çekip paylaşırlar, spiritüalistler iş pratiğe gelince bizim hacı hoca tayfası tasavvufçular kadar samimi değillerdir. Zaten Allah aşkına böyle saçma bir inanç sisteminde nasıl samimi olabilir, nasıl işi pratiğe dökebilirsin? Olgunluğu, sabrı, acıyı öven ama arkadaşı Şems gidince zırıl zırıl ağlayan Mevlana misali, söylediklerinle yaptıklarının birbirini tutmaması kaçınılmazdır.

    http://imgim.com/d7.png

    Veya aynı hesap, 4 sene önce yazdığım şu yazıda ne mal olduğunu anlattığım Burak Özdemir'in spiritüalist saçmalıklarını da sık sık paylaşır. Burak Özdemir sık sık Rotary'de konuşmalar yapar, Rotary'ler tarafından desteklenir. Buradaki pasajda da Burak Özdemir, tıpkı bizim tasavvufçular gibi cennet ve cehennemin mecazi kavramlar olduğunu söyler. Yani ateistin biri "cennet, cehennem diye şeyler yoktur" dese ona bu muameleyi yapmam, inancı budur derim, başka şekilde tartışırım, fakat bu tasavvufçu ve spiritüalist tayfa hem Kuran'a inanıyorum ayağına yatıp hem de Kuran ayetlerine mecazi anlamlar yükleyerek Kitabı tahrif etme niyetinde oldukları için işin rengi değişiyor doğal olarak. Bu tam bir sinsilik örneğidir.

    http://imgim.com/d8.png

    Bir örnek daha vereyim. "Başmelek Cebrail (Gabriel)'in mesajı!!" şeklinde dünya çapında bir ruhçu furya var. Hani nasıl ki Mevlana'lar, Arabi'ler direkt Allah'tan bilgiler alıyorlar veya peygamberlerle mana katında görüşerek bilgiler alıyorlar, bu ruhçu arkadaşların senaryoları da kimi zaman medyum vasıtasıyla iletişime geçen üst boyut varlıkları, kimi zaman da insanlarla iletişime geçen melekler oluyor. Bunların "vahiy" senaryosu da bu. Hesapta Cebrail, Mikail gibi melekler bazı seçilmiş kişilerle iletişime geçer, onlara gizli sırları açıklar, Türkiye'de de "Meleklerle Yaşamak" adında kitapları 100 küsürden fazla baskı yapan bir şarlatanlık örneği var, dünyadaki spiritüalist furyanın Türkiye şubesidir kendileri. O konuya daha sonra gireceğiz. Peki neden melekleri alet ederler ? Eh Hristiyanlara ve Müslümanlara uzak kavramlar değildir "melekler", bu sebeple insanları kandırabilmek için aşina oldukları şeyleri kullanırlar. Semavi dinlerin öğretilerini kendi işlerine yarayacak şekilde kullanırlar.

    Şimdi gelelim zurnanın zart dediği yere:

    http://imgim.com/d9.png

    Aynı sayfa bizim Mevlana'nın çok aydınlatıcı, çok bilgelik dolu sözlerini de paylaşır elbette. Peki neden herhangi bir Kuran ayeti paylaşmazlar da gider Mevlana sözü paylaşırlar? E çünkü Kuran bambaşka şeyler söyler, bu adamlar bambaşka şeyler... Mevlana ise bu ruhçu arkadaşlarla aynı şeyleri söyler. Hem Kuran ayeti paylaşarak insanları Kuran okumaya teşvik etmenin ne alemi var? Mevlana sözleri paylaş ki insanlar mistisizme kaysın, spiritüalistlerle aynı şeyleri söyleyen Mevlana'dan öğrensinler Kuran'da yazmayan o ulvi hakikatleri!

    Mistiklerin ve ruhçuların tasavvuf sevgisi boşuna değildir, hatta Tayyip'in türbanlı bacısının Mevlana sevgisinden milyon kere daha tutarlıdır. Bozuk bir Türkçeyle "aradigim husuru meflanada buldim" diyen yabancı elemanlar, müslüman tasavvufçulardan daha mantıklıdır, zira tasavvufun islam'la en ufak bir alakası yoktur. Bin yıldır kekliyorlar bizim müslümanları yani. Konuya dışarıdan bakabilen herkes, müslümanların tasavvuf sevgisinin komikliğini fark eder. insanlar duygusal oldukları için kendi kültürlerine yakın olan veya kendilerine çevresi tarafından öğretilen her taku savunma meyilli oluyorlar, müslümanların tasavvufçuları sahiplenme sebebi de işte bu duygusallık ve kibirdir. Tabi bu şeyh veya veli geçinen beyin takımı tipler durumun gayet farkındadır, burada kandırılan mürit sürüsünden bahsediyorum ben. Duygusallık adamın dıbına kor, yer bitirir onu. Kafayı kullanacaksın dayı, başka yolu yok.

    Bu dünyada hep, zaten sahip olmadığımız şeyler yüzünden sorguya çekilir, bedel öderiz. Sanki senin kabahatinmiş gibi "buna niye sahip değilsin?" denir sana. Daha ilkokulda bile resime kabiliyeti olmayan çocuk, kötü resim çizdiği için resim dersinden iyi not alamaz.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 12.
    0
    http://imgim.com/xcv.png

    Yani Ra adlı ne idüğü belirsiz üst boyut varlığı, biz basit insanların bilmediği hakikatleri bilir ve o hakikat de tüm varlığın bir olduğu hakikatidir. Ra adlı üst boyut varlığı, medyum vasıtasıyla insanlara birtakım hakikatleri açıklar ama yine de insanların anlayabileceği kadarını anlatır, her şeyi anlatmaz, anlatsa da insan denilen düşük boyutlu varlık anlamaz. Tıpkı Arabi gibi şeyhlerin her hakikati bilmeleri ama müritlerine ve insanlara her şeyi anlatmamaları, çünkü anlatmaya kalksalar bile düşük seviyeli avamın bunu anlamayacak olması gibi! Tamamen aynı mantığa sahiptir günümüz spiritüalizmi ile tasavvuf, sadece paketleri farklıdır. Birinde veli vardır, şeyh vardır, gavs vardır, diğerinde üst boyut varlığı vardır, ışık varlığı vardır. insanların kanına girmek için kullandıkları kılıf ise hep aynıdır: Sevgi.

    Interstellar filminde de üst boyuttaki sevgi dolu varlıklar safsatası izleyiciye bir güzel kakalanır. Annenin oğluna köftenin arasına katarak yedirdiği antibiyotik misali, o kadar bilimsel teorinin arasına bir güzel spiritüalizm hurafelerini de gömer Christopher Nolan abimiz. Sahte bilim, yani gavurun deyimiyle pseudo-science yapar. Filmde tam dünya kaynakları tükenmek üzereyken, insanların başka bir galaksiye geçiş yapabilmelerine olanak sağlayan bir solucan deliği oluşur dünyanın yakınlarında. Ve herkes hemen bunu, insanlara yardım etmeye çalışan ulvi, sevgi dolu üst boyut varlıklarının kerametine bağlar. Filmdeki "başka boyutlarla iletişim kurmanın tek yolu sevgidir" teması da yine spiritüalizm öğretisidir. Etkileyicidir, zira duygusal bir mevzudur, ama hurafedir.

    Spiritüalizm popüler kültür üzerinde sandığınızdan çok daha fazla etkilidir. Bir kitapçıya girip kitapları az kurcalayın, eğer konuya hakimseniz, durumu kendiniz göreceksiniz zaten.

    Daha önceki yazılarımda Ashtar adlı bir spiritüalist oluşumdan bahsetmiştim. Ashtar, insanlığa yardım eden bir üst boyut varlığıdır, inanırlarına varlığın bir olduğunu ve her şeyin Allah olduğunu öğütler. Ashtar'ın yakın gelecekte uzay gemileriyle beraber insanoğluna yardım edeceğine inanan bir grup manyaktır bu elemanlar. Ashtar inanırlarının internet sayfasından bir görüntü vereyim size [60]:

    http://imgim.com/d2.png

    "Rumi" dedikleri bizim Mevlana Celaleddin Rumi'dir işte, yaban ellerde Rumi derler kendisine daha çok. Ashtar adlı spiritüalist ekip birçok yerde Mevlana şiirleri ve Mevlana sözleri paylaşır, sayfanın birçok yerinde vardır tasavvufçuların ve Mevlana'nın öğretileri. Neden? E onlarla aynı şeyi söylüyor çünkü Mevlana, sadece jargonu farklıydı, müslümanları keklemek için daha değişik bir dille anlattı olayları ama öğrettikleri temelde hep aynıydı.

    Bunları size gözlem sahibi olun, kim neye neden inanır bunları görün diye gösteriyorum. Bu adamların Mevlana sevgisi tamamen tutarlıdır, bilinçlidir, zira Mevlana'nın ne dediğini anlamışlardır. Müslümanların Mevlana sevgisi ise tutarsızdır, bilinçsizdir, Müslümanlar, Mevlana'nın söylediği pagan saçmalıklarını "ya orada öyle demek istemiyo" şeklinde kıvırıp Kuran'a uygun hale getirmeye çalışarak hem kendilerini, hem de milleti kandırırlar. Bak mesela pgibopat olduğum için ingiltere'deki bir grup tasavvufçunun internet sayfasını buldum [61]:

    http://imgim.com/d3.png

    ingiltere'deki bu tasavvufçu grup Nakşibendilik, Kadiriye vs gibi tasavvuf tarikatlerinin öğretilerini anlatır müritlerine. Sitede bu gruba katılan müritlerin anlattıklarına da yer veriliyor, müridin biri dahil olduğu bu grubu öve öve bitiremiyor ve şunları söylüyor:

    http://imgim.com/d4.png

    Mürit eleman bu gruba girmeden önce ABD'deki başka tasavvufçu ve New Age'ci gruplara da katıldığını söylüyor. Eh eleman arayış halinde, bunu gerçekten takdir ediyorum ama olayı çok yanlış yerlerde araması ve bu New Age tarikatlerinin çoğalarak bu tür sorgulayan insanları kapıyor olması beni sinir ediyor tabi ki. Neyse, bu çocuğun lafı getirdiği yer şu oluyor: "Tasavvuf bu New Age safsatalarıyla çok iç içe geçmiş halde, ben New Age'in uydurma olduğunu biliyorum ama gerçek tasavvuf böyle değil". Yani çocuk lafı, şu an dahil olduğu tasavvufçu grubun doğru yolda olduğuna getirmeye çalışıyor.

    Bu her spiritüalistin uydurmasıdır. Spiritüalistler bir şekilde kötü şöhretinden dolayı New Age'e veya spiritüalizme karşı olduklarını söyleyip, yine New Age ve spiritüalizm safsatalarını gömerler takipçilerine. Yani, lafta karşı olduklarını söyledikleri fikirin tüm öğretilerini bir güzel yedirirler müritlerine. Bu yöntemi Türkiye'deki ruhçular da uygular, o sebeple işin felsefesini öğrenmeniz şart ki bu tür aptal laf oyunlarıyla kandırılmayasınız.

    Neyse, yukarıda çerçeve içinde aldığım bölüme bakarsanız eğer, bu mürit eleman dahil olduğu tasavvufi cemaatlerde "Tasavvufun islami olamayacak kadar iyi bir şey" olduğunu görüyor! ABD'deki ve Türkiye'de de 20 küsür yıldır patır patır çoğalmaya başlayan ruhçu/tasavvufçu derneklerde de zaten açık açık tasavvufun islam'dan bağımsız olduğu, tasavvufun (spiritüalizmin) çok daha üstün bir yol olduğu söylenir. En azından bizim hacı hocalarınkinden daha açık sözlü bir tavırdır bu, o açıdan takdir ediyorum.

    Gelgelelim bu mürit arkadaş yazısının devamında da şu minvalde şeyler söylüyor: "Bazı kimseler tasavvufu new age haline getirdiler, ama ben bu dergah sayesinde doğru yolu buldum, şu an gerçek tasavvuf sayesinde Kuran'ı daha iyi anlıyorum"

    Size ben tasavvufun kaynağını da gösterdim bu yazıda, yani Hallac-ı Mansur'ların, Arabi'lerin, Mevlana'ların ne dediğini de gördünüz. Gerçek tasavvuf dediğin şey zaten işte bu New Age'dir, spiritüalizmdir, bunun "gerçek tasavvuf öyle değil hüğoooo" yapılacak bir tarafı yok sevgili kendini kandıran arkadaşım. Tasavvufun kaynağında vardır her şeyin Allah olduğu inancı, bu tasavvufun daha kaynağında vardır iblis'in çok asil bir varlık olduğu inancı, bu tasavvufun daha kaynağında vardır "kötülük" diye bir şeyin olmadığı çünkü her şeyin Allah'ın bir parçası olduğu öğretisi. Ulan tasavvufun kendisi zaten "Allah ile bir olma yolculuğu"dur. Daha sen ne tak yemeye tasavvuf ile spiritüalizm aslında farklı şeylermiş gibi göstermeye çalışıyorsun? Neden biliyor musun? Rol yapıyorsun.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 13.
    0
    Alex Grey, eşiyle beraber spiritüalist kilisesinde seminerler verir. Sitesindeki bu haberde göreceğiniz üzere seminerlerinde tasavvufun da öğretildiğini söylüyor. (Tasavvufun ingilizcesi "sufism"dir)

    Tasavvufun yanısıra Budizm, Hinduizm gibi diğer mistik dinlerin de eğitimini veriyor kendisi.

    Neden mi? Yahu yazının başından beri anlatıyorum işte sana, tasavvuf tıpkı Kabalizm gibi, Hinduizm ve Budizm gibi mistik bir dindir. Onlarla aynı şeyi söyler. Varlığın bir olduğu ve her şeyin Allah olduğu inancına dayalıdır. Tasavvuf, spiritüalizmdir güzel kardeşim. Spiritüalizmin islam'a göre uydurulmuş halidir tasavvuf. Spiritüalizmin; Mevlana'lar ve bilimum şahıslar tarafından binbir türlü laf kıvırmayla, Kuran ayetlerine mecazi ve uyduruk anlamlar yüklenilerek müslümanlara yedirilmiş halidir tasavvuf. islam'la zerre kadar alakası yoktur.

    Eloğlu da bu durumun gayet farkındadır, Mevlana'dır, Arabi'dir, bunlar spiritüalistler tarafından pek sevilir. Mevlana'nın ABD'de bu kadar popüler olmasının sebebini ne zannediyorsunuz siz? Mevlana'yı sevmeyen bir spiritüalist yoktur, varsa da henüz Mevlana'yı tanımıyordur. Çünkü Mevlana spiritüalisttir. Peki neden bu Mevlana bizim kültürümüzde yer edinmiştir? Neden Mevlana'yı hala hacı hocalar, ilahiyatçı tayfa falan pek sever, sürekli över? Neden Mevlana hala müslümanmış gibi, islam'ın sevgi pıtırcığı yüzüymüş gibi kabul edilir? Çünkü insanlara böyle olduğu öğretildi. Gerçek olmasa bile dogmatik bir şekilde böyle öğretildi ve böyle gidiyor. Hiçbir rasyonel tarafı yok.

    Bizim ilahiyatçılar veya imamlar, kendilerine çocukken çevresi tarafından öğretilenin en doğru olduğu inancına sahip oldukları için Mevlana'ya toz kondurmazlar. Halbuki inandıklarını iddia ettikleri kitap, yani Kuran, Mevlana'nın ve bilimum tasavvufçunun dediklerinin tam tersini söyler.

    Ulan bu nasıl bir ikiyüzlülüktür? Siz hiç mi sevdiğiniz, peşine düştüğünüz adamın ne yazdığına bakmazsınız, arada açıp okumazsınız. Toplumun büyük çoğunluğu sırf cehaletinden veya imajı yüzünden, Mevlana gibi hesapta sevgi pıtırcığı tasavvufçuların peşine düşer, onlara bu ayet gelsin: "Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! ... " (isra 36'dan)

    Bu ilahiyatçı ve gelenekçi müslüman tayfanın bir kısmı da, neyin ne olduğunu gayet iyi bilir ama kabul edemez! Mevlana'nın söylediklerini sürekli islam'a yontmaya çalışır. Bir Ahmet, bir Mehmet söylese "ya olur mu öyle şey" diyeceği sözün Mevlana tarafından söylendiğini görünce "ya vardır bir kerameti, öyle demek istemiyordur" düşüncesiyle ıkınır da ıkınır, islami hale getirmeye çalışır Mevlana'nın söylediklerini. Kendi vicdanına da sığmaz, çeliştiğini gözleriyle görür ama yine de putuna sahip çıkmak için kıvranır. Yukarıda Mevlana'nın Kuran'la çelişen pek çok öğretisini gösterdim size, daha da göstereceğim. Buna rağmen ona çocukluğunda öğretilen veya yıllardır doğru olduğunu zannettiği saçmalıklar, Allah'ın indirdiğinden üstün gelir. Putunu kırmaya bir türlü cesaret edemez. Tıpkı 600'lü yıllardaki Mekkeli müşriklerin yaptığı gibi... Onlar da Allah'a inanmalarına rağmen, hiçbir delili olmayan inançlarını, o gelenek dinlerini büyük bir imanla savundular. Günümüz tasavvufçuları ve tasavvuf sempatizanı müslümanları (!) da aynen bu durumdadır işte. Onlara da bu ayet gelsin: "Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap’tan olmayan bir şeyi siz Kitap’tan sanasınız diye, dillerini Kitap’la eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde “Bu, Allah katındandır.” derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler." (Ali imran 78)

    Yine bir kısım ilahiyatçı veya imam veya din adamı -adına her ne dersen ne- kesim vardır ki, bunlar da tasavvufun ne olduğunu hem bilir, hem de kabul eder ama dışlanma korkusuyla dile getiremez. işimden olurum, cemaatimden olurum, toplum tarafından dışlanırım korkusuyla, toplumun büyük çoğunluğunun bilmeden sevdiği tasavvufa karşı gelmeye cesaret edemez, onlara da bu ayet gelsin: "ibrahim dedi: "Şu bir gerçek ki, siz dünya hayatında aranızda sevgi oluşturmak için Allah'ın berisinden putlar edindiniz. Sonra, kıyamet gününde birbirinizi tanımaz olacaksınız, bazınız bazınıza lanet edecek. Hepinizin varacağı yer cehennemdir; hiçbir yardımcınız da olmayacaktır." (Ankebut 25)

    Bak dayı, ben çok şükür müslüman adamım. Bu yazıyı da kendim için yazıyorum. Bildiklerimi sana söylüyorum ve seni uyarıyorum ki, ahirette Allah'ın karşısına bomboş çıkmayayım, en azından "şunu, şunu yaptım" diyebileyim... Yani kendi çıkarımı düşünüyorum. O yüzden, sen de akıllı davran ve kendi çıkarını düşün. iş banka kuyruğunda öne geçmek olunca binbir türlü şark kurnazlığına kafan basar da, iş nihai çıkarına gelince neden hiç çalıştırmazsın o kafayı? Neyin ne olduğunu gör, berrak bir kafayla düşün şu meselenin üstünde.

    Bu yazıda ben hem müslümanlara, hem de her inançtan adama seslenmeye çalışıyorum. Sadece bir müslümanın değil, bir ateistin, deistin veya müslüman olmayan herhangi birinin de tasavvufa veya spiritüalizme inanmasını istemem, zira yazının ilerleyen kesimlerinde daha net göreceğiniz üzere "her şey Tanrı/Evren ile bir olma uğrunda" olduğu için, ortada "kötülük" diye bir kavram bırakmaz tasavvuf ve ruhçuluk. Kendi çıkarını düşünen bir insan evladı olarak daha iyi bir toplumda yaşamak istediğim için de, kimsenin bu tasavvuf veya spiritüalizm saçmalıklarına inanmasını, inancında ileri gitmesini istemem. Fakat yine de şunu söyleyebilirim size, müslüman olmayan birisinin tasavvufa ve spiritüalizme inanması kendi içerisinde tutarlıdır. Bir tutarlılık vardır inancında. Zaten ateist olmasına rağmen konu Mevlana olunca "oo, ne haddimize onun hakkında konuşmak" diyen insanlar tanıdım ve bunu gayet doğal karşıladım, zira adam anlamış Mevlana'nın ne dediğini. Kendi tercihidir der geçerim. Fakat bir müslümanın tasavvufa inanması, Mevlana'yı sevmesi, neresinden tutarsan tut elinde kalır. Neresinden bakarsan bak tutarsızdır. Neresinden bakarsan bak saçmalıktır. Birbiriyle çelişen şeylere aynı anda inanılmaz güzel kardeşim. Aklını işleten ve tarafsız olabilen her insan da, tasavvuf ve islam'ın birbiriyle alakası olmadığını kabul edecektir zaten. Yani konu müslümanların tasavvufa inanması olunca iş iki boyut kazanmış oluyor: 1- Kötü bir şeye inanıyorlar 2- Birlikte doğru kabul edilmesi mümkün olmayan zıt şeylere inanıyorlar.

    Umarım anlıyorsunuzdur mevzuyu. Yani kapağında Horus'un Gözü sembolü olan Ra Bilgileri adlı kitap der ki [55]:

    http://imgim.com/02.png

    "Her şey birdir"

    E bizim ibn Arabi de Fusüsul Hikem'inde der ki [56]:

    http://imgim.com/by.png

    "Tek varlıktan başka varlık yoktur"

    E tabi ki de spiritüalistler Arabi'yi severler, çünkü onlarla aynı şeyi söylemiştir bu herif ve bu panteist inanışı müslümanlara da bir güzel kakalamıştır. Kuran'da "Allah'tan başka ilah yoktur" şeklinde söylenen tevhid inancını, "Allah'tan başka VARLIK yoktur" diyerek değiştirmiştir tasavvufçular.

    Arabi, daha önce anlattığım gibi birtakım bilgileri mana katında yükselerek Allah'tan aldığını iddia eder. Sadece Arabi değil, tüm veliler bu özelliğe sahiptir tasavvuf inancına göre. Mesela Arabi, şu gizli hakikatleri de Allah'tan öğrenmiştir [57]:

    http://imgim.com/3928incib8488904.png

    Süleyman Peygamber'in mertebesini sadece Arabi gibi üst boyut varlıkları/ulu zatlar bilebilir, bu hakikatler herkese anlatılmaz, çünkü her önüne gelen bunları idrak edebilecek seviyede üstün varlıklar değildir. Hatta kitabın çevirmeni de bir başka sufinin şöyle bir lafını dipnot verir buraya [58]:

    http://imgim.com/cvcv.png

    Yani bu "vahdet-i vücud" sırlarını bilmek herkesin harcı değildir, Süleyman Peygamber bu vahdeti vücudu biliyordu, Süleyman'ın inandığı din, tasavvuf diniydi. Ama Süleyman da, tıpkı bu veliler gibi, herkes bu sırrı anlayamaz diye bu sırları gizledi.

    Kuran'da böyle bilgiler var mıdır? Elbette hayır. Kuran'da kendi inançlarına dair bu tür saçmalıkların olmayışını da şöyle açıklar tasavvufçular: Kuran alt insanların anlayış kapasitesindedir, ancak veli gibi ulu kişiler gizli hakikatleri Allah'tan öğrenebilme kapasitesine sahiptir.

    Peki kapağında Horus'un Gözü olan Ra Bilgileri'nin senaryosu nedir? Ra Bilgileri adlı kitap, bir grup spiritüalistin toplanarak yaptıkları celse seanslarından oluşur. Yani bir grup eleman bir odaya girerler, bir de medyum vardır aralarında, üst boyut varlığı bu medyumun bedeni vasıtasıyla bu insanlarla konuşur. Bunları kitabın kendisi anlatıyor gayet, sır değil olum bunlar bak [59]:
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    0
    Yaşanan acılar aynı, fakat bu acılar bir insanı daha iyi yaparken, birini daha kötü yapıyor. Elbette sırf tarladaki üç beş tane patlıcana bastı diye kötü biri demiyorum bu adama, fakat böyle bir kafa yapısına sahip olduğu için kötü birine dönüşmesi kaçınılmaz. Tarladaki sebzelere basması, sadece çektiği acılar sonunda ulaştığı kafa yapısının bir sembolü, bir göstergesi, bir özeti. işte yukarıdaki fotoğrafın özeti lan o tarladaki sebzeleri çiğnemek. Frankl için de aynısı geçerli, onun da tarladaki o sebzelere basmamasıyla, kamptan kurtulduktan sonra insanlık adına yaptıkları paralel, zira daha o tarlada gösterdiği hassasiyet bile, onun da çektiği acılardan çıkardığı dersler sonucunda ulaştığı kafa yapısının bir özeti.

    Yani acı, iyi bir insanın daha iyi olmasına vesile olabilirken, kötü birisinin daha kötü olmasına yol açabilir. Acı dediğimiz şey, içinizdekini daha kolay ve daha hızlı ortaya dökmenizi sağlayan bir katalizördür.

    insanlar çektikleri acılara büyük anlamlar yüklemek isterler, çünkü canları yanar, bu yüzden o acı mutlaka çok önemli olmak zorundadır. Fakat üzerinden ders çıkarılmamış her acı, boşa yaşanmıştır. Ne kadar canın yanarsa yansın, ne kadar dıbına koyulursa koyulsun, eğer sen eşşeksen (iki ş ile) acı çekmiş olman sana hiçbir gib katmaz

    Hiçbir insan kolay kolay "ben daha üstünüm" demez, belki sinirlendiğinde yada alkollüyken ağzından kaçırır. Ama ağzıyla demese bile kendisini sırf yaşadığı acılar yüzünden daha üstün gördüğü her lafından, her davranışından, her yaptığı işten belli olur. Hani bazı kadınlar "ben para için şunu şunu yapacak bir insan mıyım?" derler de, sonra aynen para için şunu şunu yaparlar ya, ve sen bunu ona asla ağzıyla söylettiremezsin ya, o hesap işte.

    Çilecilik (asketizm), tam bir hurafedir. Tasavvufu islam zanneden kültürümüzde de acı çekmenin önemli bir yeri vardır. Acı çekmiş olman asla senin herhangi bir şekilde daha üstün olduğun veya bir şeyleri aştığın anldıbına gelmez. Hele hele tasavvuftaki bu acı da zaten kendi elinle kendine uyguladığın bir acıdır, yani başına gelmediği halde zorla sen başına getirirsin acıyı Tanrı'yla bir olmak için. Daha iyi şartlarda yaşama imkânın varken gider bir hırka bir lokma sufi hayatı yaşarsın, ne bileyim dergâha odun taşırsın, odalara kapanıp çileci bir hayat yaşarsın, sonra bunların sana bir şey kattığını iddia edersin. Sen malsın canım arkadaşım benim, malsın sen.

    Şimdi gelelim işin daha alengirli boyutuna. Bu Arabi'lerin, Mevlana'ların, kısacası bizim tasavvufçuların, günümüz spiritüalistlerinden farklı bir şey demedikleri ortada. Ben sana örnek olarak Ramtha ve Ra Bilgileri adlı spiritüalist kitapları sundum, karşılaştırdım. Aynı şeyden bahsettiklerini, aynı öğretiye sahip olduklarını gözlerinle gördün. istediğin spiritüalist kitabı al, yanına da istediğin tasavvufçunun kitabını koy, durum yine değişmeyecek. Üç beş tana kılkuyruk yorum farkı dışında, yine hep aynı felsefeye sahip olduklarını göreceksin.

    Tıpkı Mevlana ve Arabi gibi her şeyin bir olduğunu ve her şeyin Allah olduğunu, maddenin illüzyon olduğunu, ben denilen şeyin olmadığını, Allah dışında hiçbir varlık olmadığını öğütleyen Ra Bilgileri adlı kitabın kapağını göstereyim size [53]:

    http://imgim.com/9707incik5285689.png

    Tanıdık geldi di mi ehehe. Bu kitabın ne ismi ne de kapağı tesadüfidir, hepsini elimden geldiğince açıklayacağım.

    Adına Illuminati dediğimiz oluşum panteist ve spiritüalisttir. Öğretisi budur. Her Horus'un gözü sembolünün kullanıldığı kitap veya şirketin; Illuminati ile, Rockefeller ve Rothschild aileleri ile illaki fiziksel bir bağı yoktur. Yani bu kitabın yazarlarının veya yayınevinin, bizim bir doların üzerine mühürlerini basan banker çetesiyle bir bağı olup olmadığını Allah bilir. Ve bunun pek de bir önemi yoktur. Zira aralarında gerçekten bir bağ olsa da olmasa da, aynı öğretiyi pompalarlar. Amaçları aynıdır. inançları aynıdır. Ki birçoğunun da zaten Rockefeller'ın ve Rothschild'in vakıflarıyla direkt olarak bağı vardır, ama tutup da bizim Harun Kolçak'a Lady Gaga muamelesi yapmayın diye söylüyorum bunları. Heh dur lan, aslında Harun Kolçak ve Lady Gaga meseleyi anlatmak için güzel örnekler oldu, buradan devam edeyim. Lady Gaga'yı 3-4 sene evvel yazdım, tüm dünyaya yedirilen laboratuvar üretimi dejenere bir kukladır, küresel sermaye desteklidir. Bu Jay-Z falan da öyledir, adamın plak şirketinin adı bile Rocafella Records'tur hatta. Fakat her klibinde ruhçu semboller kullanan şarkıcı da böyle bir destek alıyor değildir, misal bizim Harun Kolçak kendi halinde bir spiritüalisttir, adamın inancı budur, ne diyeceksin ki? iyi bir şey yaptığına inanır, öyle Rockefeller'la zartla zurtla bir bağı da yoktur anasını satayım, ama o da bu adamlarla aynı nanelere inanır. Varlığın bir olduğuna, üst boyut varlıklarının insanlara yardım ettiğine, hayatın amacının tekamül ve Tanrı ile bir olmak olduğuna inanır. Şşşt la Harun, muhtemelen okuyacaksın bu yazıyı, gel dön bu işlerden diyecem sana ama inancında çok ilerlemiş ruhçuların kulaklarını bu laflara nasıl tıkadıklarını iyi biliyorum. Sen bilirsin dayı, bana düşen uyarmaktan fazlası değil.

    Veya size şimdi şöyle bir örnek vereyim. Günümüzde hala yaşamakta olan Alex Grey adında bir ressam vardır ve bu abi sanatında harbiden çok kabiliyetlidir. Kendisi aynı zamanda spiritüalisttir. Kendi internet sayfasını göstereyim size [54]:

    http://imgim.com/c6.png

    Kendisinin spiritüalist olduğunu söylemiştim, internet sayfasındaki bu spiritüalist semboller de gayet doğal. Alex Grey'in "Chapel of Sacred Mirrors" adında spiritüalist bir kilisesi ve buraya iştirak eden takipçileri vardır. Şimdi yine aynı meseleye geldik, bu elemanın da bizim küresel sermaye ile bir bağı var mıdır bilinmez, elimde delil yok. Gerçi öyle kilise kurmak falan kolay işler değil ama yine de boşver, bunun peşine düşmek gereksiz, zira dediğim gibi öğretileri aynı olduktan sonra bunun hiçbir önemi yok. ABD'de bu işin (spiritüalizmin yani) okulları vardır. Bu adamlar 20. yüzyılın başlarında spiritüalizmi modern dünyaya gayet güzel uyarladılar, eski öğretileri yeni bir lisanla gayet güzel pazarladılar. Böyle bir öğretiyi pompaladıktan sonra da, bunun bir sürü inanırı türedi dünya çapında. Hangisi direkt Illuminati bağlantılıdır, hangisi değildir, buunn peşine düşmek anlamsız, zira hepsi aynı kapıya çıkıyor.

    Şimdi bu kendi kilisesi olan spiritüalist ressam Alex Grey'in 2013'te attığı bir tweet'i göstereyim size:

    http://imgim.com/c9.png

    Kendisi bizim Arabi hakkında yazılmış bir kitabı tavsiye ediyor takipçilerine. Dur dur, devam ediyorum.

    Veya blog'undaki bir röportajda yine Arabi'yi sevip okuduğunu söylüyor:

    http://imgim.com/c11.png

    Veya sitesindeki şu habere bakalım şimdi de:

    http://imgim.com/d1.png
    Tümünü Göster
    ···
  15. 15.
    0
    Ardından Arabi'ye göre Allah'ın bir parçası olan Firavun cehennemden kurtulur [48], zira Allah nasıl kendini cehenneme atsın ki? iyi okuyun şurayı iyi okuyun, binbir türlü laf kıvırmalarla adam Firavun'u cennetlik ilan ediyor, sonra da başımıza kural koyucu islam alimi oluyor bu zerzevatlar. Arabi'nin şizofrenik hayal dünyasına göre Musa ve Firavun kendi aralarında "varlığın birliği" hususunda anlaşıyor, onları izleyen halk bunu anlamasa da, Firavun da varlığın birliğine inandığı için cehennem azabından kurtuluyor.

    Oysa Kuran'da Firavun için şu denir: "Sabah-akşam, ateşe arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de şöyle denir: "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!"" (Mümin suresi, 46. ayet)

    Tabi Arabi, binbir türlü laf kıvırmalarla ve bu ayetlerde söylenenlere mecazi anlamlar yükleyerek bu ayetleri geçersiz kılar. Zira kendisi bu ayetlerin esas söylemek istediklerini (!) bize mana katından aldığı bilgilerle aktarır. Yani Arabi'nin Fusüsul Hikem'i > Kuran.

    Şimdi sevgili kaynatasızlar, insanlara bazı meseleleri soyut kavramlar üzerinden anlattığında bunun önemini yeterince idrak edemiyorlar. Ancak o söylenen olay somut bir şekilde başına geldiğinde veya soyut kavramlarla anlatmaya çalıştığınız o olayın sonuçlarını bir şekilde gözleriyle gördüğünde işin önemini fark edip tepki gösterebiliyorlar. Şimdi o sebeple, bu adamların iblis'i ve Firavun'u övmeleri ne demektir, işin ciddiyeti nedir, bunları size daha net bir şekilde anlatmam lazım.

    Arabi'nin Firavun'u övmesi veya Hallac-ı Mansur'un iblis'i övmesi, öyle başına boynuzlu taç takıp, eline de üç dişli mızrak oyuncağı alarak şeytan kılığında partiye katılan Selin'in yaptığı gibi laylaylom bir mevzu değildir. Selin'in yaptığına güler geçersin veya "hay dıbına koduğumun salağı" dersin ama yine geçersin, fakat gelgelelim bu adamların iblis'i ve Firavun'u övmeleri tam bir şeytanlıktır, ciddidir.

    iblis ve Firavun, kötülükte en ileri giden yaratıklardandır. Yukarıda Firavun'un akıbetiyle ilgili ayeti okudunuz, Allah cehennem azabının en şiddetlisine layık görüyor Firavun'u, zira yaptığı kötülükler maksimum düzeyde. Buradan şunu anla ey gadasını aldığım: iblis'i ve Firavun'u övmek, kötülükleri övmektir. Zira iblis de Firavun da Kuran'da yaptıkları kötülüklerle anılan ve lanetlenen yaratıklardır. iblis ve Firavun bir yerde "kötülük" demektir. Bu adamların iblis'i ve Firavun'u yüceltmelerinin tek sebebi kötülükleri yüceltmek istemeleridir. Zira ruhçuluk ve tasavvuf inancına göre "kötülük" dediğimiz şey yoktur, çünkü her şey Allah'tır ve Allah zaten apriori olarak iyidir. Her şey Allah'ın bir parçasıysa bu durumda nasıl kötülük var olabilir? işte iblis'in ve Firavun'un yaptığı ve bizim de adına "kötülük" dediğimiz bu şeyler, ruhçuluk/tasavvuf inancına göre insanların ruhani evrimine katkı sağlayan, Allah ile bir olma sürecini hızlandıran "olumlu" şeylerdir. Yani düşük seviyeli insanların (!) adına "kötülük" dediği olaylar, aslında harika olaylardır, zira sizin daha fazla acı çekerek daha fazla yücelmenizi, pişmenizi ve Tanrı ile bir olma yolunda hızlanmanızı sağlarlar.

    Ramtha adlı ruhçu kitapta bu işin felsefesi gayet açık seçik anlatılır, şimdi bu sefer ekleyeceğim bölümleri okumanızı istiyorum, Ramtha'nın şu altını çizdiğim kısımda söylediklerini okuyun [49]:

    http://imgim.com/2b2.png

    Her şey gibi insan da Tanrı'nın bir parçasıdır ve dolayısıyla insan; Tanrı'dır. O halde insanın yaptığı hiçbir şey yargılanamaz. Zira insanın yaptığı her şey Tanrı'nın yaptıklarıdır. E Tanrı da kötülük yapmayacağına göre, insan da kötülük yapmaz. He ama gidip tecavüz mü eder, adam mı öldürür, çocuk mu keser, hırsızlık mı yapar, heh işte tüm bunlar insan denilen varlığın yararınadır. Size tecavüz eden bir insan, aslında sizin daha fazla çile çekip daha hızlı bir şekilde Tanrı ile bir olmanız için size "yardım" ediyordur. O sebeple Tanrı gibi insan da yargılanamaz, sınırlandırılamaz. insanın yaptığı işlere "suç", "günah", "kötülük" gibi sınırlayıcı isimler takılamaz, zira insanın yaptığı her şey Tanrısaldır. Hatta bu spiritüalistlerin üst boyut varlıkları, insanlara zaman zaman "yaramaz varlıklar" diye hitap ederler, yaramazlıktan kastı da insanın işlediği suçlardır işte.

    Anlatabildim mi ne demekmiş iblis'i ve Firavun'u övmek, kötülükleri övmek?

    Ramtha'dan devam edelim, şu ufacık kısmı da kendin okuyacaksın ki gözlerinle görüp beyninle anlayacaksın bu pisliğin ne olduğunu [50]:

    http://imgim.com/bg.png

    • *ramtha sf 226 son 1,5 buçuk paragraf--

    Bir şeye "iyi" demek, onun karşısında bir de "kötü"yü yaratacağından, hiçbir şey ne iyidir ne de kötü. Her şey Tanrı'dır, her şey sadece "var olan"dır. Her şey birdir işte yahu. Siz ne diye tecavüz edip adam öldürenlere, veya yalan söyleyip insanları dolandıranlara tepki gösteriyorsunuz? Siz basit varlıklar mısınız? O tecavüz edenler, çalanlar, öldürenler var ya, Tanrı'nın bir parçasıdır ve sizleri zor olaylarla karşı karşıya bırakarak Tanrı'ya dönüşme ve bedenli insan halinizden kurtulma sürecinizi hızlandırırlar. işte tasavvufun ve ruhçuluğun "sevgi, aşk, barış" maskeli öğretisi budur. Tabi ki "aşk"ı ve "sevgi"yi bu kadar sık kullanacaklar, çünkü onlara göre her şey sevgidir, her şey, aklına ne geliyorsa...

    Adına kötülük dediğimiz (ki gerçekten de kötülük olan) bu olaylar ve çileler, tasavvufta çok kutsaldır. Zira ruhçulukla tamamen aynı mantığa sahip olan tasavvufta da çok çile çekmek; çok pişmek demektir. Çok fazla kötülüğe (aslında yardıma) maruz kalmak; Tanrı ile bir olma yolunda ilerlemektir. Şimdi Mevlana'nın Mesnevi'sinden bir hikâyeye geçiyoruz, hikaye uzun olduğu için sadece bir kısmını ekleyeceğim buraya, içeriğini ben anlatacağım [51]:
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    0
    Gelecekte "Yeni Dünya Dini"ni kuracaklardır ki bu da Alice Bailey'nin de temsilcilerinden biri olduğu spiritüalizmdir.

    Evet, Alice Bailey adlı spiritüalist abla, daha 1957 yılında tam olarak Illuminati'nin misyonunu açıklar. "New World Order" (Yeni Dünya Düzeni) ifadesi insanlara kameralar önünde ilk olarak 1990'lı yıllarda George Bush tarafından bir basın toplantısında açıklanacaktır, fakat ne hikmetse bu ruhçu abla daha 30 yıl önce Bush'un söylediklerinin aynısını söyler. Yeni Dünya Düzeni ifadesi, Alice Bailey'inin kitaplarında sıklıkla kullanılır, bahsettiğim bu kitapta da defalarca bahsedilir, açıklanır, detaylı olarak izah edilir. Ve bu kitabın basım yılı daha 1957'dir. Alice Bailey'in kullandığı Yeni Dünya Düzeni ifadesi öyle alelade bir rastgelme veya kelime benzerliği değildir, kitabı okuyan olursa rahatça görecektir ki kendisinin Yeni Dünya Düzeni tanımı; ABD başkanı Bush'unkiyle birebir olarak aynıdır.

    Meseleyi tekrar anlatayım.

    Şimdi bu George Bush adlı abi ki kendisi ABD başkanıdır, şu video'da göreceğiniz üzere artık Yeni Dünya Düzeni'nin hüküm süreceğini açıklar 1991 senesinde.

    http://imgim.com/e3.png

    Ve ne hikmetse, kendisinden 30 küsür sene önce Alice Bailey adlı abla da aynı lafları kitabında yazar.

    Ve ne hikmetse, Alice Bailey adlı abla New Age'in kurucularından biridir, spiritüalist ve okültisttir.

    Ve yine ne hikmetse, George Bush da oğlu gibi Yale Üniversitesi'nin spiritüalist ve okültist bir cemiyeti olan Bones and Skulls üyesidir.

    Acaba bu spiritüalist arkadaşlar sandığımız kadar saf olmayabilir ve gizli kardeşlik örgütleriyle gayet, çatır çatır dünyanın anasını belliyor olabilirler mi? Çatır çatır dünyayı yönlendiren kilit siyasetçileri, yöneticileri, medya üyelerini, yazarlarını, sanatçılarını çıkarıyor olabilirler mi? Peşlerine taktıkları bu spiritüalist ve new age derneklerindeki aydın görünümlü denyoları da gayet sömürüyor olabilirler mi?

    Yoksa 20 yaşında hayatın anldıbını çözen, ateist olduğu için otomatikman bilim adamı olan, uzun kollu tişörtünün üstüne kısa kollu gömlek giyen, hayattaki en önemli derdi Tayyip'in o günkü sözüyle ilgili esprili tweet atıp takipçi sayısını arttırmak olan dıbına koduğumun evladı "yeni dünya düzeni yav he he" deyince tüm meseleyi çözmüş mü oluyor? Şşş bana bak hele bana, senin daha kendi cümlelerini kurma kabiliyetinden yoksun olup "yav he he" diyen o milyonlarca beyin hücreni bir araya getirip giberim amın oğlu seni. Facebook'unun kapağına aydınlanma çağı düşünürlerinin resmini koyan ama sabahtan akşama kadar laklak yapan boş beleş huur evladı seni. dıbına koduğumun kahvede pişpirik atan Erkan'ın bilgisayarlısı seni. Ya olum valla bak sabahtan beri anlatıyorum yok Mevlana'dır yok tasavvuftur diye ama, gözünde canlandır şu adamı; adam köyde doğmuş, anası babası yönlendirmiş bi cemaate ya da tarikata, herif de "böyle yapınca iyi oluyo" deyip girmiş bi cemaatin arasına. Abuk subuk şeylere inansa da, hayatı hiç uğruna kendine dar etse de, ben bu adama kızamıyorum. Herifin imkânı yok çünkü, vizyonu dar, çevresi dar. Tanıdığı tek insanlar, sahip olduğu tek çevre de adamı böyle bir hayata yönlendirmiş. Ben bu adama kızma veya küfretme hakkını bulamıyorum kendimde. Onun hesabını da Allah görecektir deyip bırakıyorum kendi içimde. Ama bu anasını gibtiğimin boş beleş jenerasyonu var ya, imkân sahibi olup da o imkânlardan gram faydalanmayan ve sırf sahip olduğu imkânlar yüzünden kendini şu insanlardan üstün gören amın evlatları var ya, işte bunlara öyle nefret doluyum ki sana anlatamam. O nefreti anlatabileyim, azıcık da olsa ifade edebileyim diye küfürde yaratıcılığın dibini görüyorum ama yine de yetmiyor, sana yemin ederim ki yetmiyor. Sizin kalibrenizi ölçünüzü ayarınızı gibeyim ben. Bu hayatın her yerinde karşıma çıkacaksın sen, her gittiğim yerde olacaksın, o meymenetsiz suratını her dışarı adımımı attığımda görcem, o hiçbir gibten memnun olmayan surat ifadenle sürekli karşı karşıya gelcem, 5000 sene yaşasan da üretiminde hiçbir katkının olmayacağı o telefonunla vıyıl vıyıl etrafta dolaşıp üstünlük taslamana şahit olcam, kendi vasıfsızlığını başka insanların sırtından geçinerek ve hayatı başkaları için daha da zorlaştırarak kapatacaksın ve beni de tüm bunları seyretmek zorunda bırakacaksın, işte bu sebeplerden ötürü senin ananı bir kez daha gibeyim, Ulan seni zaman makinesiyle 3000 sene öncesine göndersek o insanlara tek bir faydan olmaz, şu an içinde bulunduğun toplumdan tek bir şey öğretemezsin onlara. Ne bir alet edevat üretebilirsin, ne onlara bir icat sunabilirsin, ne de onları ileri taşıyabilecek tek bir fikir verebilirsin. Neden biliyor musun dıbına koduğumun evladı? Çünkü sen sığır gibi bomboş yaşıyorsun. içinde bulunduğun refah ve teknolojiyi sadece diğer zeki insanlara ve ortak mirasa borçlusun, ve sen sığır gibi bomboş yaşayarak hiçbir gibe derman olmamana rağmen sahip olduğun imkânlar yüzünden üstün olduğunu iddia ediyorsun. Senden nefret ediyorum nefret.

    Neyse gibtir et şu amın evlatlarını, biz meseleye geri dönelim. Irzını gibtiğimin sümük suratlıları. Aslında daha çok küfretmek istiyorum ama yazı uzadı. Orrrrrospu çocukları sizi. Lafta demokrasiyi, özgürlüğü, barışı savunan ama her türlü ikiyüzlülüğü ve pisliği yapmaktan geri kalmayan kahpe topluluğu sizi.

    Bu spiritüalist Alice Bailey'in kitaplarında çok sıklıkla kullandığı bir laf var, "ışık hüzmeleri" (points of light) deyu. Misal eski adı Lucifer Yayınevi, yeni adı Lucis Trust olan ruhçu şirketin şu anki internet sayfasına bir bakalım. Internet sayfasında da doğal olarak Alice Bailey'in öğretileriyle dünyayı aydınlatır bu yüce oluşum [65]:

    http://imgim.com/e4.png

    Çerçeve içine aldığım bölümde şu denir: "Ben daha büyük bir Işığın içindeki ışık hüzmesiyim"

    Alice Bailey'in öğretilerinin de panteist olduğunu söylemiştim. Dikkat ederseniz "greater Light"taki Light büyük harfle yazılıyor, zira "daha büyük Işık"la kastedilen Tanrı'dır. Burada söylenen sözle anlatılmak istenen şudur: Tüm varlık ışıktır, yani tüm varlık birdir. Ben de bu bütün ve bir olan varlığın bir parçası olduğuma göre, ben de ışığım, ben de Tanrı'yım.

    Bu New Age öğretilerinin bizim Mevlana'lardan, Arabi'lerden hiçbir farkı olmadığını ve tek farklarının işte bu yeni çağa adapte edilmiş ışıklı, enerjili jargonları olduğunu elli kez söylemiştim. Şekil A'da da bunu gayet güzel görüyoruz. He bu arada Mevlana denen 1200'lü yılların sakallı cübbeli elemanı ile bu adamların arasında fiziksel bir bağ olduğunu düşünmüyorum. Fakat tüm mistikler gibi temel öğretileri aynıdır, aynı sonuca ulaşmışlardır. Her neyse, Alice Bailey'in 1957 yılında yayınlanan kitabına geri dönelim. Alice Bailey öğretilerinin özeti olan şöyle bir şiire yer verir kitabında [66]:

    http://imgim.com/e5.png

    Alice Bailey burada yine ışık hüzmelerinin insanlığa aydınlanma (illumination) getireceğinden bahseder. Panteist öğreti çerçevesinde ışık hüzmeleri olan insan, büyük ışık olan Tanrı'nın bir parçasıdır.

    Şimdi neden Alice Bailey'nin bu saçmalıklarını size gösteriyorum, şu yüzden:

    http://imgim.com/e6.png

    Bu kareyi şu an sizin de ulaşabileceğiniz New York Times gazetesi internet arşivinden aldım, 19 Ağustos 1988 tarihli sayıda, yakında ABD başkanı olacak olan George Bush'un görev kabul konuşmasının metni vardır [67].

    Bu konuşmada George Bush ilginç bir ifade kullanır:

    http://imgim.com/e7.png
    Tümünü Göster
    ···
  17. 17.
    0
    Bush, Amerika'daki çeşitliliği anlatır ve Amerika'yı "thousand points of light", yani "binlerce ışık hüzmesi"ne benzetir. Thousand Points of Light ifadesi, spiritüalist okültist Alice Bailey'in ürettiği bir terimdir. Bu söz öyle Amerikalıların sıklıkla kullandığı bir deyim falan değildir. Spiritüalist Bones and Skulls üyesi olan Bush, yine hocalarının ona öğrettiği mistik lisanı kullanır konuşmalarında.

    Ardından aynı George Bush'un 1991 tarihli, Yeni Dünya Düzeni'ni duyurduğu şu meşhur konuşmasına da bir bakalım. Video'su da var. Yukarıdakinden farklı bir konuşma bu.

    http://imgim.com/e8.png

    Bu konuşmanın bir bölümünde (videoda tam olarak 9:00) ABD başkanı Bush amaçlarının şu olduğunu söyler: Binlerce ışık hüzmesinin aydınlanması (Illumination of a thousand points of light).

    Bak, Bush'un bu sözü öyle AKP Bilecik milletvekilinin "Rabbim bize aydınlık günler nasip etsin enşallaaah" demesi gibi alelade bir söz değildir. "Illumination of a thousand points of light", Alice Bailey'nin kitaplarında da sıklıkla geçen, ezoterik ve okült manaları olan bir sözdür ki ne manaya geldiğini sabahtan beri açıklıyorum zaten bu öğretinin. iradesi ve karakteri olmayan bir kukladır Bush, eline verilen metni okur. Eline verilen metin elbette başta ABD'yi ve ABD üzerinden de tüm dünyayı saran panteist, mistik çetenin bir ürünüdür. Fabrika orasıdır.

    George Bush bu ifadeyi konuşmalarında o kadar sıklıkla kullanır ki, 1990 yılında "Points of Light" (Işık Hüzmeleri) adlı hesapta bir hayır kurumu da kurar. Bu spiritüalist oluşum hâlâ dünya çapında aktiftir. Tıpkı Bailey'nin söylediği gibi, Efendiler dünyanın her yerinde aktiftir.

    Bu "binlerce ışık hüzmesi" muhabbeti, şu ikiz Kuleler ve Pentagon saldırılarını yıllar öncesinden bildiren 1995 üretimli Illuminati oyun kartlarında da vardır. Bu oyun kartları muhabbeti de karşınıza bin kere çıkıp klişe bir hâl aldı diye gerçekliğini yitirmez, gayet açık seçik dalga geçer gibi birçok faaliyetlerini oradan duyurdu bu abiler zamanında:

    http://imgim.com/e9.jpg

    Şu ana kadar tüm anlattıklarımı aklında biriktir, zira parçaları birleştiriyoruz. Devam ediyorum.

    RAND Corporation'dan daha önceki yazılarda illaki bahsetmişimdir. Bu RAND, hesapta kâr amacı gütmeyen bir düşünce kuruluşudur. Esasen RAND, tıpkı Stratfor gibi tüm dünyayı sosyolojik, askeri, ekonomik, zart zurt her alanda inceleyen, analizler yapan bir istihbarat ve analiz kuruluşudur, yani gavurun deyimiyle "think tank" kuruluşu. Bir nevi küçük CIA de diyebiliriz kendisine. Dünyanın hemen hemen her ülkesi ve tüm coğrafyaları hakkında yığınla bilgiye, veriye sahiplerdir ve küresel çetenin ileride yapacağı hamlelere dair fikirler sunarlar. E adamlar yapacakları yatırım veya operasyonlar için gerekli ön bilgiyi gökten zembille almıyorlar elbette, RAND gibi, Stratfor gibi yığınla think tank kuruluşu vasıtasıyla sağlıyorlar bu bilgileri.

    RAND 2005'te "Civil Democratic islam: Partners, Resources and Strategies" adında bir rapor yayınlar [68]. Yani adından da belli olacağı üzere; müslüman ülkelerde kimlerle işbirliği yapabileceklerini, kimlerin kendi çıkarlarıyla uyuştuğunu, kimlerin suyuna gidilip kimlere karşı gelinmesi gerektiğini izah eden bir yol-yöntem haritası çizerler. RAND'ın 2005'te yayınladığı bu raporu bir inceleyelim bakalım.

    http://imgim.com/e10.png

    Raporda en çok selefi/cihatçı gruplar ve tasavvufçular (sufiler) üzerinde durulur. Selefi/cihatçı gruplar dediğim işte bu El Kaide'dir, Işid'dir, veya diğer potansiyel radikal dinci gruplardır, bunlara üye olabilme potansiyeli taşıyan ayılardır. ABD'nin bu selefiler üzerindeki tutumu özetle şudur: Kullan, at.

    işin bu raporda bahsedilmeyen (aslında üstü kapalı olarak ima edilen) kısmını anlatayım size, ABD'nin kafa kesicilere karşı tutumu şudur: Bu köktendinci arkadaşlar muhakkak ki oradan buradan pörtleyecektir, bunu önleyemezsin. Çıkan bu radikal dincileri sen silahlandır, sen organize et, yeri geldiğinde sür sahaya, saldırsınlar istediğin noktaya Allahuakbar deyu. Fakat destekte fazla ileri gitme, toplumun çoğunluğuna yayılmalarına izin verme, yoksa bu işin önünü alamazsın. Zira bu elemanlar manyak oldukları için zaptedilmeleri zordur. Sağları solları belli olmaz. Ayrıca küreselleşme karşıtı oldukları için de toplumun çoğunluğuna yayılmaları işimize gelmez, o sebeple sadece kısıtlı güce sahip olmalılar. istediğimiz bölgeleri karıştırabilecek kadar ve medyada vahşiliklerini gösterecekleri pozlar verecek kadar güçlü olmaları yeterli.

    Yani bu adamlar elbette desteklenir, fakat görüşlerinin topluma yayılmaları istenmez, büyümeleri istenmez. Ha ABD bu adamları dibine kadar desteklemiyor diye de gidip bu adamları destekleyecek halimiz yok, zira düşmanın düşmanı her zaman dost değildir.

    Yukarıda Rand'dan aldığım bölümde de müslümanların, bu pgibopat cihatçılardan sonra üzerinde en çok durulan ikinci kesimi anlatılır: Tasavvufçular.

    Tasavvufçular ABD tarafından pek sevilir. 2005'teki bu Rand raporunda da göreceğiniz üzere tasavvufçular, islam'ın sözüm ona modernist ve entelektüel yüzü olarak lanse edilir.

    Şimdi Rand Raporu'nun şu kısmına bakalım:

    http://imgim.com/f1.png

    Kelimesi kelimesine tercüme ediyorum: "Tasavvufun önemini arttır. Güçlü tasavvufi gelenekleri olan ülkeleri, tarihlerinin bu bölümüne odaklanmaları konusunda teşvik et ve okul müfredatlarına da tasavvufu koysunlar. Tasavvufa daha fazla önem ver."

    Ehehe, ya bu dıbına koduğumun tarihi bazen sahiden tekerrürden ibaret olabiliyor. Şimdi ABD'li think-tank kuruluşu RAND'ın müslümanlar hakkındaki bu raporu ve tasavvufçular hakkında şu söyledikleri aklınızda kalsın, zira geri döneceğiz. Ben o arada meselenin önemini izah etmek için 150 yıl geriye zütüreceğim sizleri.

    1800'lerin ilk yarısında yaşamış bir Fransız düşünür vardır Tocqueville adında, kendisi aynı zamanda tarihçi, devlet adamı ve biraz da iktisatçıdır. 1840'ların başında Tocqueville'i Cezayir'e gönderirler, zira Fransa, Cezayir'i sömürgeleştirmektedir ve isyan hareketleri de Fransızların başını ağrıtır. Abdülkadir adında bir Cezayirli lider, yabancı Fransızlara karşı halkı ayaklandırır. Fransızlar da napacağuk, bu Cezayirlileri nasıl yöneteceğuk diye kara kara düşünürler. Tocqueville'i Cezayir'e göndermelerinin sebebi de budur zaten; gözlem yapsın, Cezayir halkını analiz etsin, bize istihbarat sağlasın. Tocqueville 1847'de, tarihe "Cezayir Raporları" adıyla geçecek analizlerini yollar Fransa'ya. Tocqueville'in raporlarını zamanında okumuştum, o koca raporda anlattıklarının tüm özeti şudur: "Eğitimlerine ve dinlerine karışmayın, rahat rahat sömürürüz. Eğer eğitimlerine ve dinlerine müdahale etmeye kalkışırsanız başınız ağrır, çok tepki toplarsınız."

    Bir halkı, hele hele müslümanlar gibi (ama doğru ama yanlış) güçlü din gelenekleri olan bir halkı yönetmek için dikkat etmeniz gereken ilk husus dindir. ikincisi ise eğitimdir. 150 sene öncesinin Fransız'ı işin önemini ve karmaşıklığını görüp "bu işlere hiç karışmayın, siz sömürmenize bakın" der. Fakat günümüzde her halkın ne yiyip içtiğinden tut, kimi ne oranda sevip kimden ne oranda nefret ettiğine kadar her takunu bilen bir yapılanmamız var. CFR'sinden tut Stratfor'una, aha bu Rand'ına kadar saymakla bitiremeyeceğin kadar istihbarat örgütü var bu adamların. Sırf Twitter ve internet sayfalarında yayınladıkları raporlarda bile bu adamların ne derece bilgi ve gözlem sahibi olduklarını görürsün zaten. Gelgelelim 1900'lerin başından itibaren, halkı yönetmek için gerekli olan bu "din" ve "eğitim"den uzak durmamıştır küresel çete, zira artık bunları karıştıracak, yönlendirecek gücü ve istihbarat bilgisi vardır. Artık 1800'lerin Fransası kadar aciz bir emperyalist güç yok yani karşımızda.

    Bunu nasıl yaparlar? Aha şu raporda tasavvufla ilgili söylenenlere bak anlarsın işte.

    Bu tasavvufu destekle, eğitimlerine de bir güzel sok, sürekli canlı tutsunlar tasavvufla olan bağlarını diye açık seçik talimat veriyor adamlar.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    0
    orijnal ol huur çocuğu seni.
    ···
  19. 19.
    0
    gibkofield'dan çalmışsın, üstüne de kendin yazmışsın gibi anlatıyorsun millete. Yazık lan sana.

    http://michaelgibkofield....ikatlardan-tek-dunya.html
    ···
  20. 20.
    0
    Kardeşim direk siteyi verseydin keşke
    ···