-
26.
0http://imgim.com/4625incio6729914.pngTümünü Göster
Şimdi bu çok nurlu, çok mübarek Mesnevi bölümünde anlatılan şudur: iblis bir gün gider Muaviye'yi namaza kalkması için uyandırır ve iblis ile Muaviye'nin arasında birtakım konuşmalar gerçekleşir.
Şimdi işin felsefi bölümüne devam etmeden evvel ufak bir bilgilendirme yapayım. Muaviye denilen adamın herhangi bir ruhani özelliği mi vardır ki iblis'le konuşur? Hayır, siyasetçinin biridir Muaviye. Mevlana'nın böyle Muaviye gibi belirli kitleler tarafından sevilen kişileri hikayelerinde kullanmasının tek sebebi prim yapmaktır elbette. Aynı şekilde prim yapmak için ve islam'la alakası olmayan fikirlerini müslümanlara kakalamak için peygamberleri de aşırı şekilde över kendisi. Bu Mevlana denilen abi, tıpkı La Fontaine'in horoz ile tilkiyi konuşturması gibi, kafasından bir senaryo yazarak iblis ile Muaviye'yi konuşturur. Tabi bu bilgiler Mevlana'ya vahiy ile geldiği için, ben "kendi kafasından uydurdu" diyerek bu Allah dostuna büyük bir iftira atmış oluyorum ehehe. Müslüman görünümlü Hindular sizi.
Şimdi Mesnevi'deki bu hikayeye göre iblis gider Muaviye'yi "hadi kalk la, namaz vakti geldi" diye uyandırır. Bunun üzerine Muaviye'nin kafası karışır, "yahu sen iblis'sin, neden beni namaza kaldırıp bana iyilik yapıyorsun" diye düşünür. Fakat hikayenin sonunda göreceğimiz üzere iblis şunları der [52]:
http://imgim.com/c3.png
Yani size kolaylık olsun diye en önemli cümleyi çerçeve içine alayım dedim ama aslında hepsi önemli ve hepsi rezalet. iblis'in Muaviye'yi namaza kaldırma sebebi şudur: Eğer Muaviye uykuya dalıp namazı kaçırsaydı, uyandığında namazı kaçırdığı için çok üzülüp, çok çile çekecekti. işte Muaviye'nin çekeceği o çile var ya, namazdan bile üstün bir ibadettir. Muaviye'nin duyacağı o acı var ya, Allah ile bir olma yolunda en önemli iştir. iblis, Muaviye'yi namaza kaldırarak ve onun acı çekmesini önleyerek Muaviye'ye kötülük yapmış olur. Görüyor musun mantığı?
http://imgim.com/c4.png
Yani normalde insanların çile çekmelerini sağlayıp onlara yardım eden iblis, bu sefer öyle kıskançlaşır ki, Muaviye'nin çile çekip ermesini önlemek için ona iyilik yapar, onu namaza kaldırır! Çünkü eğer Muaviye namazı kaçırsaydı çok çile çekecekti ve çile gibi namazdan üstün bir ibadeti yerine getirdiği için daha kamil bir insan olacaktı! Yani Muaviye'nin çile çekmesi, onun için namazdan bile faydalı bir iştir. Ne yolunda faydalı bir iştir? "Allah olma" yolunda elbette, bakın Allah yolunda demiyorum.
Mesnevi'deki bu saçma hikaye özetle budur. Öncelikle şunu söyleyeyim ki namaz, savaşta bile kılınması farz olan önemli bir ibadettir. Nisa suresi 101 ve 102. ayetlerde Allah, savaşta kılınacak namazı anlatır ve 101. ayette "bu durumda namazın süresini kısaltmanızda bir sakınca yoktur" der. Yani savaşta bile "namaz kılmasan da olur" gibi bir şey demiyor Allah, kısa da olsa yine de namazı kılmanı emrediyor. Bu ayetler, benim namazın önemini anlayıp kafama bazı şeyleri dank ettiren ve beni namaza başlattıran ayetler olmuştu hacı. Yani namaz kılmayıp çile çekmek, namazdan daha önemli bir ibadet şekli değildir, bu bir.
ikincisi, çile çekmek bir ibadet bile değildir. Çile ve acı çekmek, insana daima olumlu katkılar sağlayan şeyler değildir. Bu tamamen "Allah ile bir olma" öğretisine dayanan panteist/panenteist inancın bir uydurmasıdır. Kuran'a göre çekilen acılara sabretmek gerekir, fakat acı çekmenin insana bir katkısı olup olmayacağı sizin o olaydan çıkaracağınız derse ve sabrınıza bağlıdır.
Kafayı çalıştır biraz. Eğer acı çekmek, Allah ile bir olma yolunda çok faydalı bir iş olsaydı, Kuran'da şu şekilde bir dua olur muydu:
"... Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme." (Bakara 286'dan)
Kuran'da Allah, bir müslümanın bu şekilde dua etmesini istiyor, zira akıl sağlığı yerinde bir insan acıyı istemez, acı onun için kötü bir şeydir. E oysa, eğer çekilen acılar ve çileler bizim Allah ile bir olmamızı sağlayan ulvi yardımlar olsaydı, bu şekilde acıdan kaçınma isteği barındıran dualar Kuran'da yer almazdı. Zira Allah, kulunun acıdan kaçınmasını istiyor.
Böylece tasavvuftaki bu çilecilik anlayışı da, binlerce yıllık pagan hurafelerinin arasına tescilli bir şekilde girmiş oluyor.
Şimdi, bu adamlar "acı" ve "çile"ye böyle anlamlar yüklüyor diye, elbette acının insana hiçbir şey katmadığını iddia etmiyorum. Fakat acı çekmenin insana olumlu katkı yapması; kesinlikle garanti değildir. Üzerinden ders çıkarılmamış her acı boşadır.
Benim kanaatimce acı, iyileri daha iyi, kötüleriyse daha kötü yapan bir katalizördür. Yani acı çekmek, Allah ile bir olma yolunda değil, hak edenin hak ettiğine kavuşması yolunda bir hızlandırıcıdır. Şimdi size durumu somut ve yaşanmış bir örnek üzerinden anlatayım, dinle burayı.
Viktor Frankl, 2. Dünya Savaşı döneminde nazi kamplarında işkence görmüş bir yahudidir ve aynı zamanda pgibiyatristtir. insanın Anlam Arayışı adında bir de kitabı vardır, kitapta başından geçenleri ve Nazi kampında yaşadıklarından yola çıkarak geliştirdiği pgiboterapi yöntemini anlatır. Victor Frankl herhalde bir insanın bu dünyada yaşayabileceği en büyük acıları ve eziyetleri çeker. Karısı ve çocukları öldürülür, arkadaşları gözü önünde öldürülür veya tecavüze uğrar, kendisi türlü işkencelere uğrar, bir deri bir kemik kalmasına rağmen yıllarca ağır amele işleri yapar vs. Bak vesaire deyip geçiyorum ama şu arasına virgül koyarak söylediğim şeylerden bir tanesinin bile insanın başına gelmesi felaket dıbına koyim. Bu adamın o kampta yaşadığı hayat "doğal seleksiyon"un Naziler tarafından insan eliyle hızlandırılarak uygulanmış halidir. Yani sadece en güçlüleri ve sabırlıları, bir başka deyişle "en uygunları" hayatta bırakmaya yönelik bir sistemin içinde yaşar Victor Frankl. Gelgelelim kendisi bir şekilde savaşın sonuna kadar hayatta kalmayı başarır. Savaşın bittiği ve Nazilerin kaybettiği, kamptaki yahudilere duyurulur, bunlar da sevinir falan. Kamptan çıkarlar, kurtulmuşlardır ve karşılarına çıkacak ilk şehre kadar yürümeleri gerekir. Bizim Frankl, kamptaki bir yahudi arkadaşıyla beraber yürür. Bir tarlanın içinden geçmek zorundadırlar. Frankl tarladaki ekinleri çiğnememek için titizlik gösterir ama diğer arkadaşı hatır hutur basar tarladaki ekinlere. Frankl arkadaşını uyarır, niye milletin malına zarar veriyorsun olum der, arkadaşı da şu minvalde bir cevap verir "ulan yıllarca amımıza koydular bizim, giberim tarlasını da sebzesini de, basar geçerim tabi ki"
Frankl buradan yola çıkarak, bir insanın acılar çekmiş olmasının, ona ekstradan herhangi bir hak veya üstünlük vermeyeceğini söyler. Ve kitabında, bu durumun insanlar için büyük sorunlara yol açabileceğini söyler. Yani adam daha israil Devleti henüz kurulmamışken şu pgibolojinin teşhisini koyuyor:
http://imgim.com/c5.png
Burada bir grup israil vatandaşı, bombalanan Gazze şehrini seyreder. Seyrederken alkışlarlar, sevinirler. Alkışlayıp sevindikleri şey ise, "kendilerinden başka" insanların kafalarına bombalar yağdırılmasıdır.
Bu pgibolojinin altında elbette geçmişte çekilen acılar ve çileler vardır. Fakat bu yaşanmış çileler onlara böyle bir hak ve üstünlük verir mi, elbette vermez.
Şimdi de Frankl'ı ve Tarladaki ekinleri çiğneyen arkadaşını karşılaştıralım. Her ikisi de çok büyük çileler çekiyorlar. Acıları bittiğinde ise birisi tarladaki ekinlere basmıyor, yaşadıkları üzerine düşünüyor, çektiği acıların vesilesiyle logoterapi yöntemini geliştirerek insanlara faydalı olmak için uğraşıyor. Diğeri ise kendini her türlü ihtiyacın üstünde görerek tarladaki ekinlere basıyor ve böyle bir hakka sahip olduğunu iddia ediyor, bu üstün görme ihtiyacının tek sebebi ise yaşamış olduğu acılar. -
27.
0Yaşanan acılar aynı, fakat bu acılar bir insanı daha iyi yaparken, birini daha kötü yapıyor. Elbette sırf tarladaki üç beş tane patlıcana bastı diye kötü biri demiyorum bu adama, fakat böyle bir kafa yapısına sahip olduğu için kötü birine dönüşmesi kaçınılmaz. Tarladaki sebzelere basması, sadece çektiği acılar sonunda ulaştığı kafa yapısının bir sembolü, bir göstergesi, bir özeti. işte yukarıdaki fotoğrafın özeti lan o tarladaki sebzeleri çiğnemek. Frankl için de aynısı geçerli, onun da tarladaki o sebzelere basmamasıyla, kamptan kurtulduktan sonra insanlık adına yaptıkları paralel, zira daha o tarlada gösterdiği hassasiyet bile, onun da çektiği acılardan çıkardığı dersler sonucunda ulaştığı kafa yapısının bir özeti.Tümünü Göster
Yani acı, iyi bir insanın daha iyi olmasına vesile olabilirken, kötü birisinin daha kötü olmasına yol açabilir. Acı dediğimiz şey, içinizdekini daha kolay ve daha hızlı ortaya dökmenizi sağlayan bir katalizördür.
insanlar çektikleri acılara büyük anlamlar yüklemek isterler, çünkü canları yanar, bu yüzden o acı mutlaka çok önemli olmak zorundadır. Fakat üzerinden ders çıkarılmamış her acı, boşa yaşanmıştır. Ne kadar canın yanarsa yansın, ne kadar dıbına koyulursa koyulsun, eğer sen eşşeksen (iki ş ile) acı çekmiş olman sana hiçbir gib katmaz
Hiçbir insan kolay kolay "ben daha üstünüm" demez, belki sinirlendiğinde yada alkollüyken ağzından kaçırır. Ama ağzıyla demese bile kendisini sırf yaşadığı acılar yüzünden daha üstün gördüğü her lafından, her davranışından, her yaptığı işten belli olur. Hani bazı kadınlar "ben para için şunu şunu yapacak bir insan mıyım?" derler de, sonra aynen para için şunu şunu yaparlar ya, ve sen bunu ona asla ağzıyla söylettiremezsin ya, o hesap işte.
Çilecilik (asketizm), tam bir hurafedir. Tasavvufu islam zanneden kültürümüzde de acı çekmenin önemli bir yeri vardır. Acı çekmiş olman asla senin herhangi bir şekilde daha üstün olduğun veya bir şeyleri aştığın anldıbına gelmez. Hele hele tasavvuftaki bu acı da zaten kendi elinle kendine uyguladığın bir acıdır, yani başına gelmediği halde zorla sen başına getirirsin acıyı Tanrı'yla bir olmak için. Daha iyi şartlarda yaşama imkânın varken gider bir hırka bir lokma sufi hayatı yaşarsın, ne bileyim dergâha odun taşırsın, odalara kapanıp çileci bir hayat yaşarsın, sonra bunların sana bir şey kattığını iddia edersin. Sen malsın canım arkadaşım benim, malsın sen.
Şimdi gelelim işin daha alengirli boyutuna. Bu Arabi'lerin, Mevlana'ların, kısacası bizim tasavvufçuların, günümüz spiritüalistlerinden farklı bir şey demedikleri ortada. Ben sana örnek olarak Ramtha ve Ra Bilgileri adlı spiritüalist kitapları sundum, karşılaştırdım. Aynı şeyden bahsettiklerini, aynı öğretiye sahip olduklarını gözlerinle gördün. istediğin spiritüalist kitabı al, yanına da istediğin tasavvufçunun kitabını koy, durum yine değişmeyecek. Üç beş tana kılkuyruk yorum farkı dışında, yine hep aynı felsefeye sahip olduklarını göreceksin.
Tıpkı Mevlana ve Arabi gibi her şeyin bir olduğunu ve her şeyin Allah olduğunu, maddenin illüzyon olduğunu, ben denilen şeyin olmadığını, Allah dışında hiçbir varlık olmadığını öğütleyen Ra Bilgileri adlı kitabın kapağını göstereyim size [53]:
http://imgim.com/9707incik5285689.png
Tanıdık geldi di mi ehehe. Bu kitabın ne ismi ne de kapağı tesadüfidir, hepsini elimden geldiğince açıklayacağım.
Adına Illuminati dediğimiz oluşum panteist ve spiritüalisttir. Öğretisi budur. Her Horus'un gözü sembolünün kullanıldığı kitap veya şirketin; Illuminati ile, Rockefeller ve Rothschild aileleri ile illaki fiziksel bir bağı yoktur. Yani bu kitabın yazarlarının veya yayınevinin, bizim bir doların üzerine mühürlerini basan banker çetesiyle bir bağı olup olmadığını Allah bilir. Ve bunun pek de bir önemi yoktur. Zira aralarında gerçekten bir bağ olsa da olmasa da, aynı öğretiyi pompalarlar. Amaçları aynıdır. inançları aynıdır. Ki birçoğunun da zaten Rockefeller'ın ve Rothschild'in vakıflarıyla direkt olarak bağı vardır, ama tutup da bizim Harun Kolçak'a Lady Gaga muamelesi yapmayın diye söylüyorum bunları. Heh dur lan, aslında Harun Kolçak ve Lady Gaga meseleyi anlatmak için güzel örnekler oldu, buradan devam edeyim. Lady Gaga'yı 3-4 sene evvel yazdım, tüm dünyaya yedirilen laboratuvar üretimi dejenere bir kukladır, küresel sermaye desteklidir. Bu Jay-Z falan da öyledir, adamın plak şirketinin adı bile Rocafella Records'tur hatta. Fakat her klibinde ruhçu semboller kullanan şarkıcı da böyle bir destek alıyor değildir, misal bizim Harun Kolçak kendi halinde bir spiritüalisttir, adamın inancı budur, ne diyeceksin ki? iyi bir şey yaptığına inanır, öyle Rockefeller'la zartla zurtla bir bağı da yoktur anasını satayım, ama o da bu adamlarla aynı nanelere inanır. Varlığın bir olduğuna, üst boyut varlıklarının insanlara yardım ettiğine, hayatın amacının tekamül ve Tanrı ile bir olmak olduğuna inanır. Şşşt la Harun, muhtemelen okuyacaksın bu yazıyı, gel dön bu işlerden diyecem sana ama inancında çok ilerlemiş ruhçuların kulaklarını bu laflara nasıl tıkadıklarını iyi biliyorum. Sen bilirsin dayı, bana düşen uyarmaktan fazlası değil.
Veya size şimdi şöyle bir örnek vereyim. Günümüzde hala yaşamakta olan Alex Grey adında bir ressam vardır ve bu abi sanatında harbiden çok kabiliyetlidir. Kendisi aynı zamanda spiritüalisttir. Kendi internet sayfasını göstereyim size [54]:
http://imgim.com/c6.png
Kendisinin spiritüalist olduğunu söylemiştim, internet sayfasındaki bu spiritüalist semboller de gayet doğal. Alex Grey'in "Chapel of Sacred Mirrors" adında spiritüalist bir kilisesi ve buraya iştirak eden takipçileri vardır. Şimdi yine aynı meseleye geldik, bu elemanın da bizim küresel sermaye ile bir bağı var mıdır bilinmez, elimde delil yok. Gerçi öyle kilise kurmak falan kolay işler değil ama yine de boşver, bunun peşine düşmek gereksiz, zira dediğim gibi öğretileri aynı olduktan sonra bunun hiçbir önemi yok. ABD'de bu işin (spiritüalizmin yani) okulları vardır. Bu adamlar 20. yüzyılın başlarında spiritüalizmi modern dünyaya gayet güzel uyarladılar, eski öğretileri yeni bir lisanla gayet güzel pazarladılar. Böyle bir öğretiyi pompaladıktan sonra da, bunun bir sürü inanırı türedi dünya çapında. Hangisi direkt Illuminati bağlantılıdır, hangisi değildir, buunn peşine düşmek anlamsız, zira hepsi aynı kapıya çıkıyor.
Şimdi bu kendi kilisesi olan spiritüalist ressam Alex Grey'in 2013'te attığı bir tweet'i göstereyim size:
http://imgim.com/c9.png
Kendisi bizim Arabi hakkında yazılmış bir kitabı tavsiye ediyor takipçilerine. Dur dur, devam ediyorum.
Veya blog'undaki bir röportajda yine Arabi'yi sevip okuduğunu söylüyor:
http://imgim.com/c11.png
Veya sitesindeki şu habere bakalım şimdi de:
http://imgim.com/d1.png -
28.
0Alex Grey, eşiyle beraber spiritüalist kilisesinde seminerler verir. Sitesindeki bu haberde göreceğiniz üzere seminerlerinde tasavvufun da öğretildiğini söylüyor. (Tasavvufun ingilizcesi "sufism"dir)Tümünü Göster
Tasavvufun yanısıra Budizm, Hinduizm gibi diğer mistik dinlerin de eğitimini veriyor kendisi.
Neden mi? Yahu yazının başından beri anlatıyorum işte sana, tasavvuf tıpkı Kabalizm gibi, Hinduizm ve Budizm gibi mistik bir dindir. Onlarla aynı şeyi söyler. Varlığın bir olduğu ve her şeyin Allah olduğu inancına dayalıdır. Tasavvuf, spiritüalizmdir güzel kardeşim. Spiritüalizmin islam'a göre uydurulmuş halidir tasavvuf. Spiritüalizmin; Mevlana'lar ve bilimum şahıslar tarafından binbir türlü laf kıvırmayla, Kuran ayetlerine mecazi ve uyduruk anlamlar yüklenilerek müslümanlara yedirilmiş halidir tasavvuf. islam'la zerre kadar alakası yoktur.
Eloğlu da bu durumun gayet farkındadır, Mevlana'dır, Arabi'dir, bunlar spiritüalistler tarafından pek sevilir. Mevlana'nın ABD'de bu kadar popüler olmasının sebebini ne zannediyorsunuz siz? Mevlana'yı sevmeyen bir spiritüalist yoktur, varsa da henüz Mevlana'yı tanımıyordur. Çünkü Mevlana spiritüalisttir. Peki neden bu Mevlana bizim kültürümüzde yer edinmiştir? Neden Mevlana'yı hala hacı hocalar, ilahiyatçı tayfa falan pek sever, sürekli över? Neden Mevlana hala müslümanmış gibi, islam'ın sevgi pıtırcığı yüzüymüş gibi kabul edilir? Çünkü insanlara böyle olduğu öğretildi. Gerçek olmasa bile dogmatik bir şekilde böyle öğretildi ve böyle gidiyor. Hiçbir rasyonel tarafı yok.
Bizim ilahiyatçılar veya imamlar, kendilerine çocukken çevresi tarafından öğretilenin en doğru olduğu inancına sahip oldukları için Mevlana'ya toz kondurmazlar. Halbuki inandıklarını iddia ettikleri kitap, yani Kuran, Mevlana'nın ve bilimum tasavvufçunun dediklerinin tam tersini söyler.
Ulan bu nasıl bir ikiyüzlülüktür? Siz hiç mi sevdiğiniz, peşine düştüğünüz adamın ne yazdığına bakmazsınız, arada açıp okumazsınız. Toplumun büyük çoğunluğu sırf cehaletinden veya imajı yüzünden, Mevlana gibi hesapta sevgi pıtırcığı tasavvufçuların peşine düşer, onlara bu ayet gelsin: "Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! ... " (isra 36'dan)
Bu ilahiyatçı ve gelenekçi müslüman tayfanın bir kısmı da, neyin ne olduğunu gayet iyi bilir ama kabul edemez! Mevlana'nın söylediklerini sürekli islam'a yontmaya çalışır. Bir Ahmet, bir Mehmet söylese "ya olur mu öyle şey" diyeceği sözün Mevlana tarafından söylendiğini görünce "ya vardır bir kerameti, öyle demek istemiyordur" düşüncesiyle ıkınır da ıkınır, islami hale getirmeye çalışır Mevlana'nın söylediklerini. Kendi vicdanına da sığmaz, çeliştiğini gözleriyle görür ama yine de putuna sahip çıkmak için kıvranır. Yukarıda Mevlana'nın Kuran'la çelişen pek çok öğretisini gösterdim size, daha da göstereceğim. Buna rağmen ona çocukluğunda öğretilen veya yıllardır doğru olduğunu zannettiği saçmalıklar, Allah'ın indirdiğinden üstün gelir. Putunu kırmaya bir türlü cesaret edemez. Tıpkı 600'lü yıllardaki Mekkeli müşriklerin yaptığı gibi... Onlar da Allah'a inanmalarına rağmen, hiçbir delili olmayan inançlarını, o gelenek dinlerini büyük bir imanla savundular. Günümüz tasavvufçuları ve tasavvuf sempatizanı müslümanları (!) da aynen bu durumdadır işte. Onlara da bu ayet gelsin: "Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap’tan olmayan bir şeyi siz Kitap’tan sanasınız diye, dillerini Kitap’la eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde “Bu, Allah katındandır.” derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler." (Ali imran 78)
Yine bir kısım ilahiyatçı veya imam veya din adamı -adına her ne dersen ne- kesim vardır ki, bunlar da tasavvufun ne olduğunu hem bilir, hem de kabul eder ama dışlanma korkusuyla dile getiremez. işimden olurum, cemaatimden olurum, toplum tarafından dışlanırım korkusuyla, toplumun büyük çoğunluğunun bilmeden sevdiği tasavvufa karşı gelmeye cesaret edemez, onlara da bu ayet gelsin: "ibrahim dedi: "Şu bir gerçek ki, siz dünya hayatında aranızda sevgi oluşturmak için Allah'ın berisinden putlar edindiniz. Sonra, kıyamet gününde birbirinizi tanımaz olacaksınız, bazınız bazınıza lanet edecek. Hepinizin varacağı yer cehennemdir; hiçbir yardımcınız da olmayacaktır." (Ankebut 25)
Bak dayı, ben çok şükür müslüman adamım. Bu yazıyı da kendim için yazıyorum. Bildiklerimi sana söylüyorum ve seni uyarıyorum ki, ahirette Allah'ın karşısına bomboş çıkmayayım, en azından "şunu, şunu yaptım" diyebileyim... Yani kendi çıkarımı düşünüyorum. O yüzden, sen de akıllı davran ve kendi çıkarını düşün. iş banka kuyruğunda öne geçmek olunca binbir türlü şark kurnazlığına kafan basar da, iş nihai çıkarına gelince neden hiç çalıştırmazsın o kafayı? Neyin ne olduğunu gör, berrak bir kafayla düşün şu meselenin üstünde.
Bu yazıda ben hem müslümanlara, hem de her inançtan adama seslenmeye çalışıyorum. Sadece bir müslümanın değil, bir ateistin, deistin veya müslüman olmayan herhangi birinin de tasavvufa veya spiritüalizme inanmasını istemem, zira yazının ilerleyen kesimlerinde daha net göreceğiniz üzere "her şey Tanrı/Evren ile bir olma uğrunda" olduğu için, ortada "kötülük" diye bir kavram bırakmaz tasavvuf ve ruhçuluk. Kendi çıkarını düşünen bir insan evladı olarak daha iyi bir toplumda yaşamak istediğim için de, kimsenin bu tasavvuf veya spiritüalizm saçmalıklarına inanmasını, inancında ileri gitmesini istemem. Fakat yine de şunu söyleyebilirim size, müslüman olmayan birisinin tasavvufa ve spiritüalizme inanması kendi içerisinde tutarlıdır. Bir tutarlılık vardır inancında. Zaten ateist olmasına rağmen konu Mevlana olunca "oo, ne haddimize onun hakkında konuşmak" diyen insanlar tanıdım ve bunu gayet doğal karşıladım, zira adam anlamış Mevlana'nın ne dediğini. Kendi tercihidir der geçerim. Fakat bir müslümanın tasavvufa inanması, Mevlana'yı sevmesi, neresinden tutarsan tut elinde kalır. Neresinden bakarsan bak tutarsızdır. Neresinden bakarsan bak saçmalıktır. Birbiriyle çelişen şeylere aynı anda inanılmaz güzel kardeşim. Aklını işleten ve tarafsız olabilen her insan da, tasavvuf ve islam'ın birbiriyle alakası olmadığını kabul edecektir zaten. Yani konu müslümanların tasavvufa inanması olunca iş iki boyut kazanmış oluyor: 1- Kötü bir şeye inanıyorlar 2- Birlikte doğru kabul edilmesi mümkün olmayan zıt şeylere inanıyorlar.
Umarım anlıyorsunuzdur mevzuyu. Yani kapağında Horus'un Gözü sembolü olan Ra Bilgileri adlı kitap der ki [55]:
http://imgim.com/02.png
"Her şey birdir"
E bizim ibn Arabi de Fusüsul Hikem'inde der ki [56]:
http://imgim.com/by.png
"Tek varlıktan başka varlık yoktur"
E tabi ki de spiritüalistler Arabi'yi severler, çünkü onlarla aynı şeyi söylemiştir bu herif ve bu panteist inanışı müslümanlara da bir güzel kakalamıştır. Kuran'da "Allah'tan başka ilah yoktur" şeklinde söylenen tevhid inancını, "Allah'tan başka VARLIK yoktur" diyerek değiştirmiştir tasavvufçular.
Arabi, daha önce anlattığım gibi birtakım bilgileri mana katında yükselerek Allah'tan aldığını iddia eder. Sadece Arabi değil, tüm veliler bu özelliğe sahiptir tasavvuf inancına göre. Mesela Arabi, şu gizli hakikatleri de Allah'tan öğrenmiştir [57]:
http://imgim.com/3928incib8488904.png
Süleyman Peygamber'in mertebesini sadece Arabi gibi üst boyut varlıkları/ulu zatlar bilebilir, bu hakikatler herkese anlatılmaz, çünkü her önüne gelen bunları idrak edebilecek seviyede üstün varlıklar değildir. Hatta kitabın çevirmeni de bir başka sufinin şöyle bir lafını dipnot verir buraya [58]:
http://imgim.com/cvcv.png
Yani bu "vahdet-i vücud" sırlarını bilmek herkesin harcı değildir, Süleyman Peygamber bu vahdeti vücudu biliyordu, Süleyman'ın inandığı din, tasavvuf diniydi. Ama Süleyman da, tıpkı bu veliler gibi, herkes bu sırrı anlayamaz diye bu sırları gizledi.
Kuran'da böyle bilgiler var mıdır? Elbette hayır. Kuran'da kendi inançlarına dair bu tür saçmalıkların olmayışını da şöyle açıklar tasavvufçular: Kuran alt insanların anlayış kapasitesindedir, ancak veli gibi ulu kişiler gizli hakikatleri Allah'tan öğrenebilme kapasitesine sahiptir.
Peki kapağında Horus'un Gözü olan Ra Bilgileri'nin senaryosu nedir? Ra Bilgileri adlı kitap, bir grup spiritüalistin toplanarak yaptıkları celse seanslarından oluşur. Yani bir grup eleman bir odaya girerler, bir de medyum vardır aralarında, üst boyut varlığı bu medyumun bedeni vasıtasıyla bu insanlarla konuşur. Bunları kitabın kendisi anlatıyor gayet, sır değil olum bunlar bak [59]: -
29.
0E o zaman Allah bunu nerede demiş, hangi kitaptan konuşuyorsun sen, diye soracak olursanız Mevlana'ya, kendisi zaten vahiy aldığını pek çok kez belirtmişti. Onların her sözleri Allah'ın sözüdür zaten, sorgulayamazsınız.Tümünü Göster
Mevlana gibi yüce zatlar, "keşif" veya "ilham" yoluyla Allah'tan birtakım bilgiler alırlar. "Keşif" ve "ilham" diye iki söz uydurmuştur tasavvufçular, zira "vahiy" demeleri bizim müslüman cemaatinin tepkisini çekiyordu, onlar da bu sebeple "vahiy" ile aynı anlama gelen "keşif-ilham" laflarını uydurdular. Soracak olursan "keşif" ve "ilham" ile "vahiy" arasındaki fark nedir diye, sana süslü sözlerle ve uyduruk yorumlarla bir sürü izahta bulunurlar, onların saçmalıklarını buraya yazmayacağım kafanızda gereksiz bilgi yer etmesin diye. Ama keşif veya ilham demek, bu adamların jargonunda vahiy demektir. Bu budur.
Tanrının çocukları, parçası olan Veliler, işten güçten beridirler Mevlana'ya göre. Şarap da içerler, ibadet de etmezler, onlar bizim gibi alt mahluklarla aynı kefeye konulacak varlıklar değillerdir.
Peki bu elin sarıklı sakallı, hiçbir taka derman olmayan herifleri nasıl bunları iddia ederler? Nereden alırlar bu gücü?
Tabi ki kandırdıkları sığır ve mürit sürüsünden alırlar. Tüm güçleri bu kandırılmış sığır sürüsünden gelir. Bak bu yazının altında Kuran ayetlerine zıt gitmek pahasına bu adamları savunan müslümanlar (!) göreceksin. Anla işte bu adamların nasıl böyle zütleri kalkıyor, nasıl Allah'lık ilan edecek kadar ileri gidebiliyorlar.
Yasin suresinin 74. ve 75. ayetlerinde şeyh-mürit ilişkisi anlatılır:
"Kendilerine yardım edilir ümidiyle Allah'tan başka ilahlar edindiler.
Oysaki, o ilahlar bunlara yardım edemezler. Tam aksine, bunlar, o ilahlara hizmet eden ordular durumundadır."
Ya son cümleyi bir daha oku lütfen: "Tam aksine, bunlar o ilahlara hizmet eden ordular durumundadır"
Uyduruk Mevlanaları, Yunusları siz yarattınız, hala da sahipleniyorsunuz. Siz onlara hizmet ediyorsunuz siz, onların size hayrı yok, hiçbir zaman da olmadı.
Ama siz yıllardır Kuran'ı anlamadığınız Arapça dilinde okursanız, hele hele bunların söylendiği Yasin suresini gidip ölülerin arkasından okunan bir ritüel aracına dönüştürürseniz (ki Yasin suresi "bu kitap diriler içindir" lafının geçtiği tek suredir, ironiye bak) gider böyle sömürülürsünüz. Ne diyim, Allah islam'ı ve dünyayı bu müslümanlardan korusun.
Şimdi bakın Mevlana ile aynı dilden konuşan bir başkasını göstereceğim size, bu varlık bugün yüzbinlerce müride sahip. isteyen şu video'ya baksın:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUb
Şeyh Nazım Kıbrısi'nin vekili olan bu ulu zat (!) diyor ki: "Bir kardeşimiz soruyor, sözlerinizin hangi kitaptan olduğunu söyleyebilir misiniz, diyor. Biz burada kitaptan konuşmuyoruz ki, şu kitaptan konuşuyorum diyeyim. Allah, peygamberlerine nasıl vahyederse, velisine de ilham eder."
Şimdi buraya Mevlana öyküleri yazan Elif Şafak'ı getirin. Bu adamı görünce "ıyy" diyecektir. Sebep? Oysa Mevlana ile birebir aynı şeyi söylüyor bu adam.
Şimdi buraya Mevlana'yı sırf toplumun dayatmaları yüzünden savunan ortalama bir Türk müslümanını getirin. Bu adamı görünce "ıyy" diyecektir. E sebep? Mevlana ile aynı şeyi söylüyor bu adam.
Şimdi buraya şu spiritüalist derneklerdeki kısa boyalı saçları olan ablaları getirin. Onlar da bu adamı görünce "ıyy" diyecektir. Niye ki? Mevlana ile aynı şeyi söylemiyor mu bu adam güzel kardeşim?
Mevlana bu adamın aynısıdır, Mevlana'nın bu adamdan tek farkı daha iyi şiir yazabiliyor olmasıdır. Mevlana'nın da böyle müritleri vardır ve onlara "ben de peygamberler gibi Allah'tan ilhamla, keşifle bilgiler alıyorum" der. Sana Mevlana'nın kitaplarındaki yukarıda gösterdiğim bölümleri okumuş olman bile bunu bilmen için yeterlidir. Mevlana da aynı bu adamlar gibi "şeyhler/veliler vahiy alır" der. Mevlana o uyduruk kitaplarında "Tanrı şöyle şöyle dedi" diye yazar, fakat hiçbir kitapta yazmaz Tanrı'nın öyle dediği, zira o sözler Mevlana'ya Tanrı tarafından bildirilir!
Allah ise Kuran'da uyarır:
"Yalan düzüp Allah'a iftira eden veya kendine bir şey vahyedilmediği halde "Bana vahyedildi" diyen kişi ile, "Allah'ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim" diyen kimseden daha zalim kim vardır! ... " (Enam suresi 93. ayetten)
Bu şirin ve ponpon görünümlü tasavvuf öyle bir pisliktir ki kaz kaz bitiremezsin. Ama yine de kazmaya devam edeceğiz, maksat Allah'ın rızasını kazanmak. Tasavvufun 12-13. yüzyıllarda yaşamış olan bir diğer ağır topu, ibn Arabi'dir. Kendisi Endülüslüdür ve bu tasavvuf inancının şekillenmesinde en çok payı bulunanlardandır.
ibn Arabi'nin en önemli eseri "Fusüsül Hikem"dir. Fusüsül Hikem, bu Arabi denen arkadaşa verilmiştir (!). Durumu, kitabın önsözünü okuyarak ibn Arabi'nin kendisinden öğrenelim [33]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAw7 -
30.
0Bizim Neo, Kahin'le görüşmeye gider. içeride kaşık büken keşiş tipli bir çocuk görür.Tümünü Göster
Neo, çocuğun kaşığı nasıl büktüğünü merak eder. Çocuk da "al kardeş ben aydınlandım, bi tur da sen dön" diye bükmesi için kaşığı Neo'ya uzatır.
Çocuk baktı ki Neo'dan bir gib olmayacak, hemen Neo'ya bir tüyo verir. Dikkatle okuyun:
Çocuk çok bilge bir edayla "Kaşığı bükmeye çalışma, gerçeği anlamaya çalış" der. Peki nedir o ulvi "gerçek"?
Kaşık yok. Yani o "gerçek"; aslında hiçbir şeyin gerçek olmadığıdır. Her şey bir illüzyon, bir yanılsamadır. Ve çocuk esas bombayı patlatır:
Neden eğdiğin kaşık değil de kendinsin? Zira bütün varlık birdir. Sen, ben, kaşık, elma, armut diye ayrı varlıklar yoktur. Vahdet-i vücud, yani varlığın birliği vardır. Panteizm işte tam olarak budur.
Mevlana, Divan-ı Kebir'de "Sen bensin, benden ibaretsin." der [26]. Tıpkı "Eğdiğin kaşık değil, kendinsin" diyen Matrix filmi gibi.
Mevlana yine Divan-ı Kebir'de "Biz benlikten, senlikten kurtulunca hepimiz bir oluyoruz" der [27]. Tıpkı spiritüalistlerin ve Matrix filminin söylediği gibi.
Matrix'in başından sonuna kadar Neo'nun tekamül (ruhani evrim) sürecini izleriz. ilk başlarda Neo toydur, fakat sonra pişer, tekamül eder ve "O" olduğunu ispat eder. Peki ne olur Neo? Nedir "O"?
Cevabı içinde gizli: Neo neyin anagramıdır? Yani N-E-O harfleriyle ne yazabilirsin?
"One", bir.
Wachowski Kardeşler, Neo ismini bu sebeple vermiştir bizim süper kahramana.
Neo, birlik olduğunu fark eder. Neo, esasen "The One"dır. Neo ile temsil edilen şey, varlığın birliğidir. Tanrı olduğunu, tüm varlık gibi her şeyin bir olduğunu idrak etmiş hesapta bilge kişidir Neo. Tasavvuf jargonuyla konuşacak olursak, varlığı Allah ile bir olmuş kişi, yani insan-ı kamildir Neo. Yok eğer Budizm diliyle konuşacaksak, benliği evren ile bir olmuş, Nirvana'ya ermiş kişidir Neo. Tüm bu mistik dinler aynı şeyi söyler, sadece jargonları farklıdır.
1200'lü yıllarda yaşayan Mevlana ile 1999 yapımı Matrix aynı şeyi söyler. ikiz Kule saldırılarından beri müslümanlara potansiyel terörist gözüyle bakılan Amerika'da, bu Mevlana nasıl bu kadar popüler olabildi sanıyorsun sen? Kuran'la zerre kadar alakası mı var zannediyorsun sen Mevlana'nın? Mevlana binlerce yıllık ruhçu öğretinin temsilcilerinden biridir güzel kardeşim. UNESCO ne gibime 2007'yi "Mevlana Yılı" ilan etti zannediyorsun sen?
Ruhçu felsefeye göre "sadece Allah vardır" ve "her şey Allah'tır". Ve yine ruhçu felsefeye göre aynı zamanda "her şey illüzyon"dur, "her şey yokluk"tur. Kısacası "Allah her şeydir" demekle "Allah yoktur" demek arasında fark yoktur.
Mevlana'nın Divan-ı Kebir'deki şu sözlerini okuyun [28]:
• Ey zavallı insan! Senin varlığın Hakk'ın varlığı önünde yoktur. Yoktan ibarettir. Sen var gibi görünen bir yoksun.
îşte bu hakîkati anlarsan şaşılıktan kurtulursun.
Mevlana'ya göre bu gerçeği anlarsak şaşkınlıktan kurtulurmuşuz. Hakkı var, söylediği şeyin ne olduğunu tam olarak anlarsan böyle bir salaklığa inanma şaşkınlığından kurtulursun. He yok, eğer anlamazsan "Siz onların ne demek istediğini anlayamıyorsunuz cahiller, orada Allah aşkıııüüğğeee" diye ortalıkta dolanan bir denyo olur çıkarsınız. Anlamadığınız şeyi "vardır bir kerameti" diye savunursunuz. Bu lafım Mevlana seven müslümanlaraydı elbette, zira hem Kuran'a hem de Mevlana'ya inanmak felsefi açıdan mümkün değildir. Mantıksızlığın dik alasıdır. Aynı anda hem Fenerli hem Galatasaraylı olmak gibidir. Fener tribününe geçip "Ananın amı Galatasaray" diye bağırdıktan sonra, hemen Cimbom tribününe geçip bu sefer de "gibilmiş Fenerbahçe" diye tezahürat tutmaktan farkı yoktur bu işin. He bir de neyin ne olduğunu gayet iyi bilen, saman altından su yürüten azınlık fakat etkili bir hacı-hoca sınıfı var ki, onlar bu saçmalıkları Kuran'dan üstün tutarak seçimlerini çoktan yapmış durumdalar zaten.
Peki, Kuran'a göre bu dünya bir hayal midir? Bu dünya bir illüzyon, yok efendim gölge varlık, veya yokluk mudur sufilerin iddia ettiği gibi? Kuran'dan öğrenelim:
"Biz gökleri, yeri ve bunların arasındakileri hak olarak yarattık. ... " (Hicr suresi, 85. ayetten)
"Hak olarak" yaratmak nedir? Hak nedir? Gerçektir ulan, gerçek. -
31.
0Arkadaşlar gece inci bakıma alındı devam edemedim. Kusura bakmayın devam ediyorum.
-
32.
0Michael gibkofielddan okuyun bunu. Gözü yanar adamın burada
Editovski: Kendi eserin tabi. Kaynatasız kalıbı senin en çok kullandığın kalıp olup Karagümrük çocuğusun ayrıca. Sözün senetti dimi? -
33.
0Şimdi bak güzel kardeşim, bir adam şarap içer mi? içer. Hatta isterse o şarabın şişesini zütüne de sokar. Banane. Kendi meselesidir.Tümünü Göster
Fakat bir adam, hele hele bunlar gibi islam adı altında her taku yiyen pislikler şarap içip bir de "bu bana helaldir" derse orada sıkıntı vardır. Orada müdahale etmek, uyarmak gerekir. Zira şarap Kuran'da kesinlikle ve kesinlikle haramdır, sen eğer islam adı altında Allahçılık oynayarak kendi kafana göre helaller haramlar koyarsan, hele hele bu pisliklerinle milletin aklını çelersen, orada sana dur derler. Şarap içen bir müslümanın kafa yapısı ancak ve ancak "günahı boynuma, Allah affetsin" olabilir, eğer "bu bana helal, içerim" diyorsa, tıpkı Kuran'da söylenen şu tipe dönüşür:
Kendi istek ve tutkularını ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? (Furkan suresi, 43)
Şarap içip günah olduğunu bilen, kabul eden kişi yalnızca şarap içme günahını işler ve günahkar olur. Ama bu pislikler gibi şarap içip Tanrılığını ilan ettiği için şarabın kendisine "helal" olduğunu iddia eden tipler sadece şarap içme günahını değil, aynı zamanda en büyük günah olan "şirk"i, yani Allah'a ortak koşmayı da işler. Allah'a, kendisini ortak koşar. Müritleri ise bu herifleri Allah'a ortak etmiş olur.
Eylem aynı eylemdir; şarap içmek. Fakat zihinde Allah'a karşı işlenen suç yüzünden, iki günahın boyutu çok farklıdır.
Bu tıpkı estetik olarak beğendiğin bir heykele bakmakla, aynı heykele "bu Allah'ın bir temsilidir" manası yüklemek arasındaki fark gibidir. Birinde hiç günah yoktur, biri ise en büyük günahtır, Allah'a aracılar koymaktır.
Fakat bunu "kardanadam puttur" diyen sığır oğlu sığır ilahiyatçılara anlatamazsın, zira bu adamların put anlayışı bile puttur. Kafalarındaki put imajı bile heykelden ibarettir. Oysa put esasen fikir olarak meydana gelir. Mekke müşriklerinin Allah'a aracı koyduğu putların isimleri Kuran'da söylenir, fakat bu putların heykel olup olmadıkları dahi söylenmez. Zira belki de bu putlar şimdilerin evliyaları, şeyhleri, hayali varlıkları gibi putlardı. Eğer bu putlar heykeldense bile, bu olay tamamen o heykele yüklenen anlamla ilgilidir, yani heykelin bir Tanrı parçası veya Tanrı'ya yaklaştırıcı unsur olduğunu iddia etmekle ilgilidir. Heykelin kendisi put olmak zorunda değildir. Bu dünya üzerinde yaşamış hiçbir insan bir heykel parçasına "aha bu Allah" diyecek kadar salak değildir, ancak bu Mevlana'lar gibi bir felsefe kurarak o putun Allah'ın parçası/temsili olduğuna inanırlar. işte Kuran'da insanların uyarıldığı "Allah'a ortak koşma" suçu tam olarak budur.
isteyen istediğine inanabilir elbette, seçim sizin. Ahirette nasıl olsa görüşeceğiz.
Şeyh, tıpkı Matrix'teki Neo gibidir, üst insandır. Hatta üst insan tanımı yetersizdir, insan bile değildir o, Tanrı'dır. Müritler ve diğerleri ise avamdır, Matrix'teki Tank ve Doser gibi henüz Tanrı olduğunu idrak edememiş alt varlıklardır, bunlar ayak işleriyle uğraşan hamallardır ve feda edilebilirler.
Mesnevi'den devam ediyoruz, isteyen tamdıbını, isteyen sadece çerçeve içine aldığım kısmı okusun [32]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAw6
Mevlana burada müritlerine, "veli" adlı yüce kişilere karşı nasıl davranmaları gerektiğini tembih eder. Onların gözünü iyice korkutur, zira çerçeve içindeki bölümde de okuyacağınız üzere Allah demiş ki: "Veliler benim çocuklarım gibidir. Bu dünya gurbetinde işten güçten beridirler (muaftırlar)".
Böyle bir Kuran ayeti yok tabi ki de. -
34.
0Evet, gerçekten de kendi içerisinde tutarlı bir argüman bu, hayır ironi yapmıyorum, ciddiyim.Tümünü Göster
Eğer adına "insan" dediğimiz varlık aslında Tanrı'ysa, cehennem diye bir yerin olması saçmadır, çünkü bu Tanrı'nın kendini cezalandırması demek olurdu. Aynı mantıkla, eğer her şey Tanrı ise, "kötü" veya "yanlış" denilen şeyler de yoktur, her şey iyidir, her şey sadece olması gerekendir. Bunları da altını çizdiğim yerden sonraki cümlelerde söylüyor Ramtha gördüğünüz gibi. Evet her şey Tanrı ise, kötülük veya yanlışlık denilen şeyler de olamaz ve o halde Hitler'inden Cem Garipoğlu'na kadar her şey "iyi", "olması gereken", "yargılanamaz" Tanrı parçalarıdır. Bakın bu mantık örgüsü kesinlikle kendi içerisinde tutarlıdır, kimse "olur mu öyle şey ya?" diyemez, zira sen başta "her şey Tanrı'nın bir parçasıdır" demekle bunu söylemiş oldun zaten. Esas sorun felsefenin temelindedir, yani "her şeyin Tanrı olması" öğretisindedir. Temeli uyduruk olduktan sonra, üstüne istediğiniz kadar tutarlı tuğlalar ekleyin, yarattığınız şey en nihayetinde yine saçma olur. işte bu meselenin herkesi ilgilendiren şeytani boyutu da budur: Kötüler aslında iyilerdir. Size sempatik gösterilen o Mevlana'lar, Hallaç'lar hep bu felsefeyi öğütler. Bu uyduruk kitaplar da, Matrix de... Hatta Plotinus da, anlaşılamamış (!) filozof Spinoza da ki kendisi ünlü panteistlerden biridir. Ne güzel iş lan, saçmala saçmala, sonra "insanlar bizi yanlış anladı, hayır o öyle demek istemedi". Her şey apaçık ortada güzelim, saçmalıklarınızı "anlaşılamayan ulvi gerçekler" diye bir gizem perdesiyle süsleyince söyledikleriniz doğruya dönüşecek mi sandınız siz? Ancak rol yapan, toplum içindeyken "salak gözükmeyeyim de insanlar beni beğensin" bilinçaltıyla çoğunluğa uyan gerzekleri kandırırsınız, söylediklerinizin saçmalığı ise baki kalır. Neyin ne olduğunu sana apaçık deliller göstererek anlatıyoruz, akıllı ol.
Şimdi yine pası Ramtha'dan alıp, bizim ak sakallı Mevlana'ya geçiyoruz. Ramtha "Her şey Tanrı'dır, cehennem yoktur, Tanrı kendisini niye cehenneme atsın ki?" demişti en son. Şimdi Mevlana'nın şu meşhur Mesnevi'sinde neler yumurtladığına bakıyoruz, şu 3 beyiti lütfen okuyun, burası önemli [30]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwQ
Ruh hastası manyak herif. Allah sizin belanızı versin.
Okudunuz di mi?
Şeyh, Allah'ta yok olmuş yani Allah olmuş kişidir. Ve şeyhin ağzından çıkan söz, Allah'ın sözü olur Mevlana'ya göre, aynen bunları söyler yukarıdaki bölümde. Tüm sufiler de bunları söyler ya... Ve son satırda Mevlana bu durumu, Ramtha ile aynı şekilde açıklar: Şeyh Allah'tır, öyleyse şeyhin dua etmesi, Allah'ın dua etmesi gibidir. Şeyhin duası kabul olur, çünkü Allah kendi isteğini niye reddetsin?
Sapık kere sapıklar sizi.
Ulan bunları islam diye millete kakaladığınız için şu an içimden size envai çeşit küfürler etmek geliyor ama kendimi frenlemem lazım, zira size en güzel cevabı yine Kuran veriyor. Şu ayeti lütfen okuyun, bu ayette Allah, muhafazid peygambere şunları söylemesini emreder:
De ki: "Ben sadece sizin gibi bir insanım. ilahınızın bir tek ilah olduğu bana vahyediliyor. O halde şaşıp sendelemeden O'na yönelin ve O'ndan af dileyin. Vay haline ortak koşanların! (Fussilet suresi, 6)
Peygamberimize bile "Ben sadece sizin gibi bir insanım" denmesi emredilirken (çünkü kendisi de sadece bizim gibi bir insandır), bizim Mevlana gibi ne idüğü belirsiz sarıklı herifler Allah olduklarını ilan ediyorlar. işte tasavvuf alçakgönüllülüğü ve tevazusuyla karşı karşıyayız. Kes sesini, sakın bana "ama orada demek istiyor ki... " diye başlayan uyduruk izahlarla gelme. Sus lan. Cümle bile kurma. Orada ne denmek istediğini gayet iyi biliyorum ki senin islam zannettiğin bu pagan saçmalıklarının nereden geldiğini izah ediyorum sana deminden beri insan hayvanı seni. içinde Arapça terimler geçen ezbere cevaplar verme bana adam ol. Şu kafanın içindeki sümüğümsü organını kullan biraz.
Mevlana bir şeyhtir. Şeyhler, Tanrı parçası olduklarını fark etmiş ve ermiş yüce kişilerdir, tıpkı Matrix'teki Neo gibi yani. Neo da bizim bu sufi abiler gibi hamdır, pişer ve olur. ilk başlarda testleri geçemez, bulunduğu çatıdan karşı çatıya uçmayı beceremeyip rezil olur, fakat tekamül ettikçe "O" olduğunu anlar, yükselir ve ilahlaşır.
Ve tabi ki Tanrıların bazı (!) ayrıcalıkları da vardır. Örneğin Mesnevi'deki şu hikâyeye bakalım, biraz uzun olduğu için okumanıza gerek yok, açıklayacağım anlatılanları [31]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwO
Mesnevi'nin bu sayfalarında anlatılan şudur: Şeyhin biri şarap içer, ardından tasavvufun yüceliğini anlamamış halktan birisi de şeyhin şarap içmesine karşı çıkar. Fakat tam da Mevlana'nın istediği sığır mürit profilinde olan başka birisi hemen olaya atlar ve özetle şunları söyler: "Sus senin ne haddine o ululara dil uzatmak. O şeyh koca bir Kızıl Deniz'dir, sense küçücük bir havuzsun. Kızıl Deniz bir şişe şarapla kirlenmez ama senin gibi bir havuz kirlenir."
Yani şeyh koca bir derya olduğu için bir şişe şarap onu kirletmez, şarap şeyhe helaldir. Ama sıradan halk, yani Mevlana'nın deyimiyle "halden habersiz" avam ise sığ ve basit insanlardır, şarap ancak onlara haramdır. Tasavvufa göre üst insanların (havas) ve alt insanların (avam) Kuran'ı farklıdır demiştim size.
Yine bir tasavvuf alçakgönüllülüğü ile karşı karşıyayız mına kodumun yerinde. -
35.
0Bu dünya gerçektir. Elin, ayağın, gözlerin, sokaktaki kedi gerçektir. Çektiğin acılar gerçektir. Duyduğun mutluluk gerçektir. Bunlar görelidir, kişiden kişiye farklı algılanır, fakat göreli olmaları; gerçek oldukları gerçeğini değiştirmez. Hatta sadece acı, mutluluk vb değil, objeler bile görelidir. Senin renkli gördüğün binayı bazı hayvanlar siyah-beyaz görür, renk körü farklı görür, hatta sağlıklı iki insan bile aynı binayı ufak da olsa farklı renklerle algılar (geçenlerde peydah olan herkesin farklı renkte gördüğü elbise muhabbeti de bunun güzel bir örneğidir). Hatta sen bile aynı binayı gündüz başka, akşamüstü başka, gece başka renkte algılarsın. Fakat bu görelilik, o binanın "var olduğu" gerçeğini değiştirmez.Tümünü Göster
Bir de bu ruhçu inancı sözüm ona bilimsel bir hâle getirmek için kuantum fiziğini falan kullanırlar. "Kuantuma göre madde yokmuş" diyen kılkuyruk tipler dolaşır piyasada. Kuantum "madde yoktur" diye bir şey demez güzel kardeşim, bunu sadece gibindirik bir kurstan 2 sertifika alıp bir şeylerin uzmanı olan kılkuyruk ruhçular ve "lan madem bilim adamıyım, öyleyse bu konular hakkında da ahkâm kesme hakkına sahibim" düşüncesiyle felsefe konularına giren, ama onu da eline yüzüne bulaştıran tek tük fizikçiler söyler. Bundan birkaç yüzyıl öncesine kadar her din addıbının söylediğini en büyük hakikat olarak kabul eden gerizekalı atalarımızın torunları, bugün dedelerinin izinden giderek her bilim addıbının söylediğini en büyük hakikat olarak kabul ettiğinden, tek tük bile olsa "madde yalaaaan" diyen kadın kuşağı programlarının vazgeçilmezi kılıklı bilmem kim doktor buldular mı bunu "bilim" diye kakalarlar millete. Durum bundan ibaret.
Ruhçular ve günümüz sufileri, maddeyi ve dünyayı reddederek materyalizme karşı olduklarını söylerler ve böylece dindar kişilere sempatik gözükmeye çalışırlar. iyi de güzel kardeşim materyalizme ne kadar zıt gidersen o derece yüce ve bilge bir kişi olmazsın, zira maddeyi yaratan da Allah'tır ve onları tıpkı Kuran'da söylediği gibi "hak olarak" yaratmıştır. Hatta Allah, cennette bile bedenli bir hayat vadeder insanlara.
Ruhçular ve sufiler, lafta kutsal kitaplara inanırlar, fakat kutsal kitapların söylediklerine daima mecazi anlamlar yüklerler. Yahudi mistikleri olan kabalacıların Tevrat'a mecazi anlam yüklemeleri gibi, Hristiyan ülkelerde yaşayan new age'cilerin incil'e mecazi anlam yüklemeleri gibi, bizim tasavvufçular da Kuran'a mecazi anlamlar yüklerler. Bu, "ben bu kitaba inanmıyorum" demenin kurnazca bir yöntemidir. "Ben bu kitaba inanmıyorum" diyerek dindarlar tarafından dışlanmak yerine, kitabın söylediği her cümleye kendilerince bir anlam katar, kendi dinlerini kurarlar. Sufilere göre Kuran'daki cennet ve cehennem de mecazdır, zira işin sonunda Allah ile bir olmak vardır. Cehennem onlara göre kişinin Allah'tan uzaklaşması, cennet de Allah'a yakınlaşması anlamında mecazi terimlerdir. Örneğin Yunus'un şu meşhur dörtlüğünde de bunu görebilirsiniz:
Cennet cennet dedikleri,
Birkaç köşkle birkaç huri,
isteyene ver onları,
Bana seni gerek seni.
Yüzyıllardır bize bu sufiler sempatik olarak gösterildikleri için, Yunus'un bu dörtlükte "Bana Allah'ın rızası gerek" demek istediğini düşünebilirsiniz. Fakat Yunus'un söylediği çok açıktır: "Cenneti, nimeti boşver, ben Allah ile bir olmak istiyorum",
Bizim gelenekçi hacı hoca tayfası bu sözleri "hayır, yani orada şöyle demek istiyor... " diye kıvıra kıvıra halka izah etmeye, Kuran'a uygun hale getirmeye çalışırlar. Fakat hem kendilerini, hem de insanları kandırırlar. Burada yeni bir şeyden, başka bir inançtan söz edilir. Yunus alenen Allah'ın Kuran'da vadettiği cennetin fasa fiso olduğunu, esas isteğinin Allah ile bir olmak olduğunu söyler. Allah'ın vadettiği ödül olan "nimet"i reddeder, küçümser. Böyle bir cennet; ancak küçümsedikleri ve adına "avam" dedikleri halkın (yani alt insanların) inanacağı bir yerdir. Fakat "havas" için, yani ermiş olan tasavvuf ehli bu kişiler için Kuran'da sözü edilen bu "cennet" mecazdır. Havasın Kuran'ı, Allah'ın Kurana gizlediği mecazi anlamlardadır (!). Yani Allah "alt insan"lar için yazmıştır Kuranı, "üst insan"larla iletişim kurmak için de aynı Kuran'a sembolik ve mecazi anlamlar eklemiştir. Bak sen şu Allah'ın işine!
Oysa bu iftirayı attıkları Allah, Kuran'da onları da bizi de uyarır:
"Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap’tan olmayan bir şeyi siz Kitap’tan sanasınız diye, dillerini Kitap’la eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde “Bu, Allah katındandır.” derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler." - Ali imran 78
Okudun mu? Allah, Kuran'da nokta atışı yaparak, işte bu tasavvufçulara karşı uyarır bizleri.
Tasavvufla Kuran'ı barıştıran (!), sünnilerin en bayıldığı isimlerden olan imam Gazali, Cevâhir’ul Kuran adlı kitabında tıpkı size anlattığım şekilde cenneti; avamın ve havasın cenneti olmak üzere ikiye ayırır. Havasın cenneti, işte Yunus'un bahsettiği, Allah ile bir olunan, Allah olunan cennettir.
Tasavvuf dinine hoşgeldiniz.
"Bana seni gerek seni"ymiş, hayırdır ne yapacan sen Allah'la? Karşılıklı sudoku mu oynayacan Allah'la? Ulan Kasparov bile santrançta rakibinin 6 hamle sonrasını tahmin edebiliyor, Allah'la ne yapacan sen söyle bakayım bana bi? He Yunus'um benim?
"Zındık, sen kim oluyorsun da dil uzatıyorsun o büyük islam alimlerine" seslerini daha bu satırları yazarken duyar gibiyim dıbına koyim ehehe. Gelin gelin, senin islam alimin uzatmış o dilin kralını, aklını başına devşir dayı, Allah'ın kitabına uy. Ha bu adamlara inanmakta özgürsün elbette, fakat inandığın şeyin Kuran'la zerre kadar alakası olmadığını bil. Onu göresin diye uğraşıyoruz burada.
Neyse, şimdi yine parçaları birleştirmek adına bizim ruhçu kitap Ramtha'ya geri dönelim. Hatırlarsanız bu Ramtha, hesapta Amerikalı bir ablanın bedeni aracılığıyla insanlara seslenen bir üst boyut varlığıydı.
Ramtha, kitabın bir bölümünde, seminerine gelen Hristiyan bir kadını cehennem inancından vazgeçirmek için diller döker. Ramtha öncelikle kadına "Tanrı'nın bir parçası olduğunu" söyler, egonun oldukça hoşuna gider bu [29]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwD
Tanrı'nın bir parçası olmak = Tanrı olmaktır elbette. Şimdi şu paragrafı, özellikle de altını çizdiğim cümleyi okuyun lütfen:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwJ
Öncelikle altını çizdiğim cümleyi ele alalım. Ramtha özetle der ki, sen Tanrı'sın ve Tanrı kendisini cezalandırmak için mi cehennem diye bir yer yaratacak? Tanrı kendini cezalandırır mı hiç? -
36.
0Sen seçilmiş adam değilsin merak etme, senin içinde doğduğun toplum nihai doğrulara sahip yüce bir toplum değil. Zaten kendi emeğiyle hiçbir taka derman olmamış her gerizekalı, her tembel adam da buna inanır. Toplumu tarafından kendisine öğretileni sorgulamaksızın sahiplenir ve savunur. Biri Sanskritçe "Aham Brahma asmı" demiş, biri Arapça "Enel Hakk" demiş, arada zerre kadar fark yoktur. ikisi de "Ben Allah'ım" demektir.Tümünü Göster
Günümüzdeki Hristiyanlık; Pavlus (Aziz Paul) ve Plotinus'un eseridir, isa'nın değil. Pavlus; isa'ya karşı savaşanlardan birisidir ve döneminde nüfuz sahibi, yetkili bir abidir. Derken isa, Hristiyan inancına göre çarmıha gerilir, islam inancına göre çarmıha gerilmeyip Allah tarafından öldürülür ve kendi katına yükseltilir (bkz Ali imran 55). Her neyse, isa öldükten sonra Pavlus'a bir haller olur. Bu Pavlus bir vizyon görür, vizyon demem çok entel dantel geldiyse şöyle diyeyim, Pavlus bir anda ölmüş olan isa'yı görür. isa buna "Ben Tanrı'nın oğluyum" der ve Pavlus da bir anda imana gelir. Artık koyu bir Hristiyan olan Pavlus, insanları isa'nın kendisini bir havari olarak tayin ettiğine inandırır. Aslına bakarsan bence Pavlus yalan söylemiyordur, cidden kendi gerçekliğinde bir şeyler görmüştür herif, yoksa o kadar nüfuz sahibi bir Yahudi'nin her şeyi bırakıp Hristiyan olması bana pek akıl kârı gözükmüyor. Gördüğü artık halüsinasyon mudur, cinlerin bir oyunu mudur, yoksa Allah tarafından yapılan bir sınav mıdır orasını bilemem. Her neyse, Pavlus'un Hristiyanlığında kominyon ayini, bir başka adıyla şarap ekmek ayini vardır. Kominyon ayininde müminler şarap içer ve içilen bu şarap isa'nın kanıdır. Müminler ekmek yer ve bu ekmek isa'nın etidir. Peki müminler neden isa'nın kanını içer, etini yer? Çünkü isa Tanrı'nın oğlu olduğu gibi aynı zamanda panteist öğreti çerçevesinde Tanrı'nın ta kendisidir, zaten günümüz Hristiyanlarının bile büyük çoğunluğu bu sebeple isa'nın Tanrı olduğuna inanır ve ona "Rabbimiz" der. E dolayısıyla isa'nın kanını içip etini yemek, isa'yla bir olmaktır ve isa'yla bir olmak ise Allah'la bir olmak, Allah'la bütünleşmektir. Al geldik mi yine aynı yere, Allah olmaya?
Ardından gelelim milattan sonra 3. yüzyıla. Bu sefer Plotinus deyu bir filozof abi türer ve adından da belli olacağı üzere Platon'un düşünceleri üzerine neo-platonizmi kurar, gerçi Platon'un düşünceleri de bu şekli almak için Plotinus'u beklemek zorunda değildir aslında, zira Platon da üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri söyler, her neyse. Plotinus'un icat ettiği sudur teorisine göre Tanrı yaratmaz, yaratılmış olan varlıklar Tanrı'dan taşar, fışkırır. Hani zeki çocuklar için "paçalarından zeka akıyo" deriz ya, Plotinus'a göre Tanrı öyle yaratıcıdır ki paçalarından yaratık akar. E dolayısıyla Plotinus'a göre de her şey Allah'tan taştığı için, her şey O'nun bir parçasıdır. Plotinus'un sıçtığı bu "sudur teorisi", daha sonra çok yeni bir şeymiş gibi islam alemine "vahdet-i vücud, vahdet-i şühud" gibi isimlerle sızacaktır.
Gelelim günümüzdeki spiritüalist yayınlara ki onlar da tamamen aynı şeyleri söyler Hindular, mistik Hristiyanlar, Kabalistler, Budistler ve Sufilerle birlikte: "Her şey Tanrı'dır" ve dolayısıyla "Her şey Bir'dir". Tasavvuftaki vahdet-i vücud'un Türkçesi de "Varlığın birliği" demektir, meseleye uyanın, Arapça bir laflar var diye işin içinde "mübareklik" var önkabulüyle yaklaşmayın, denyo musunuz lan siz?
Elimde Ramtha adında spiritüalist bir kitap var, ki spiritüalist kitapların alayında aynı naneleri bulabilirsiniz zaten, ben konu mankeni olarak bu kitabı seçiyorum. Lütfen şu altını çizdiğim kısımları okuyun sevgili kaynataseverler [11]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwM
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwV
Kitabın tamamı bu saçmalıklarla doludur. Ramtha da yine her şeyin Tanrı olduğunu ve dolayısıyla bizim de Tanrı olduğumuzu bildirir insanlara. Adı günümüzde "spiritüalizm" veya "new age" olan dinin temeli budur, yeni bir şey söylemezler, binlerce yıllık paganlık aynen devam eder. Ha bunları söylediğim için spiritüalistlere göre ben, onların bilgeliğine erişemeyen, onları anlayamayan, yeterince ruhani evrim geçirmemiş düşük bir varlığımdır. Kendilerine karşı olanlara sürdükleri ilk ezbere argüman budur. Tıpkı tasavvufçuların "halk bizi anlamaz"ı gibi yani. Yöntemleri bile aynıdır bunların, zira inançları "tekamül" denilen ruhani evrim safsatasına dayanır ve bu inanca göre dünya tekamül etmiş üst insanlar ve tekamül edememiş alt insanlarla doludur.
Bu arada size işin tiyatral yanı hakkında da bir bilgi vereyim. ABD'de J. Z. Knight adında bir abla vardır, Bu Ramtha adlı kitabın yazarı da aslında odur ama aynı zamanda değildir (hö nasıl yani, diyorsan izah edeceğim). Bu abla seminerler verir, kitaplar yazar. Fakat bu seminerleri veren o değildir, kitapları yazan da o değildir. Çünkü Ramtha adında bir üst boyuttaki varlık (tıpkı Interstallar filmindeki, üst boyutlardaki sevgi dolu, yardımsever varlıklar gibi) bu ablanın bedenini kullanarak insanlara seslenir. Ve bu Ramtha adındaki varlık tüm mistik dinlerde ve mistik bir din olan tasavvufta olduğu gibi "varlık birdir, çünkü her şey Tanrı'dır, sen de Tanrı'sın, kendini keşfet" diye seslenir insanoğluna. Peki bu Amerikalı abla sahiden bir şeyler görür duyar mı, yoksa şarlatan mıdır? Amerikalı J. Z. Knight denen kadın ne ilk, ne de sondur, Tanrı'dan veya üst boyutlardaki varlıklardan vahiy aldığını iddia eden milyonlarca spiritüalistten birisidir. Şarlatan da olabilirler, kendilerini "üst varlık, ışık varlığı, melek, peygamber" diye tanıtan cinlere inanan kandırılmışlar da olabilirler. işin orası hakkında kesin bir şey söyleyemem, tıpkı Pavlus'ta olduğu gibi.
Velhasıl kelam işin tiyatral yanı değişir, ama öğreti aynıdır. Kimi zaman sufiler dergahta Allah aşkıyla cezbeyle kapılırlar ve "varlık birdir, her şey Allah'tır" derler, kimi zaman birtakım mistikler medyumlar vasıtasıyla celse törenleri düzenleyip üst boyuttaki varlıklarla temasa geçerler ve o varlıklar bir medyumun ağzından "varlık birdir, her şey Allah'tır" derler, kimi zaman da mantarı veya dönemindeki uyuşturucuyu kökleyen şamanlar sarhoşluk halinde her şeyi bir algılayıp "varlık birdir, her şey Tanrı'dır" derler. Toplumuna göre, kültürel etkenlere göre işin bu senaryosu değişir, ama ağızlardan çıkan o öğreti hep aynıdır "Sen Tanrı'sın".
Ramtha'dan devam edelim, şunu lütfen okur musun güzel kardeşim [12]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwa
Sizin Hallac-ı Mansur'unuz ve Mevlana'nızla aynı şeyi söyler spiritüalistler: Ben Tanrı'yım, her şey Tanrı. Uyan dayı uyan geldik, hooouuuuu.
Her şeyin Allah olması ve dolayısıyla her şeyin bir olması öğretisini pompalayan yayınlara bir örnek daha vereyim. Sıradaki kitabımızın adı "Ra Bilgileri". ismi ilginç geldi di mi, bu kitabın adının neden "Ra (Horus) Bilgileri" olduğunu da anlatacağım yazının ilerleyen kısımlarında, daha ortaya dökülecek çok hurafe var, dur hele. "Ra Bilgileri" adlı spiritüalist kitaptan bir kesit, al bak senin gül kokulu Mevlana'nla aynı şeyi söylüyorlar ama sen Kuran okumamış bir kültürel müslümansan bu adamlara "kafir" deyip Romalı Celaleddin'e "Mevlana Hazretleri" diyeceksin orası ayrı [13]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUd
Hah, her şey Yaratan'ın (yani Tanrı'nın) bir parçası ve o halde her şey Yaratan, her şey Tanrı. Söyle bakayım bana şimdi, bu tasavvuftan farklı mıymış? Aynısı güzel kardeşim. islam'daki bir olan ve eşi, benzeri, dengi bulunmayan Allah inancı ile, bu şekildeki bir Allah inancının hiçbir alakası yoktur. Fakat "Allah'ın bir olması" kavrdıbını işte bu şekilde tahrif eder bu herifler. Senin "eski toplumlar büssürü Tanrıya inanıyodu yeeaa" dediğin olay da budur zaten merak etme. Zira hiçbir insan evladı taştan yaptığı heykele "aha bu Allah" diyecek kadar denyo değildir, adam o heykelde Allah'ın temsil edildiğine, zira o heykelin Allah'ın bir parçası olduğuna inanır. Kuran'da "şirk" yani "ortaklık" denilen olay da tam olarak budur. Fakat Allah'ın ortağı yoktur. Sen Allah değilsin. Sen Allah değilsin, çünkü senin içinde kötülük potansiyeli var, sen kötülük yapıyorsun. Sen Allah değilsin, çünkü sen yoruluyorsun, uyuyorsun, bıkıyorsun, heyecanlanıyorsun. -
37.
0Burada Arabi efendi yine arifin (gönül gözü açık kimse) kendisinde Allah'ı bulacağını, çünkü arif ile Allah'ın kimliğinin bir olduğunu, hatta aynı varlık olduklarını yumurtluyor. Ne Mevlana'dan, ne günümüz spiritüalistlerinden, ne de Hinduizm'in Upanişad'larından farklı bir şey söylüyor kendisi. Aynı terane, daha islami bir jargonla millete yediriliyor.Tümünü Göster
Arabi'yle ilgili buraya kadar anlattıklarım genellikle müslümanların sefaletine yol açan saçmalıklarıydı. Şimdi hem müslümanların hem de insanlığın sefaletine yol açan kısmına gelelim. "Allah'tan başka varlık yoktur" öğretisinin yine nelere yol açtığını göreceğiz.
Size bir soru, eğer her şey Allah ise, öyleyse putperestlik denen olay neden yanlış olsun? Yahu adam o putta her şeyde var olan Allah'ı görüyorsa eğer, bunun nesi yanlış olabilir? Panteist/Panenteist bakış açısına ve tasavvufa göre bu tarz bir putperestlik yanlış değil, tam aksine doğru olandır. Şimdi konuyla ilgili olarak Arabi'nin Fusüsul Hikem'ine geri dönelim.
Arabi, Musa peygamberin başına gelen ve Kuran'da da anlatılan bazı olayların bize iç yüzünü (!) anlatır. Arabi'nin kaynağı o kadar sağlamdır ki, o kadar olur hacı. Arabi bu bilgileri, direkt Musa peygamberden aldığını söyler ehehe, hemen altını çizdiğim cümleye bakınız [40]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwT
Musa ile mana aleminde görüşen Arabi'miz, şimdi alt insanların (avam) seviyesinde inen Kuran'da anlatılmayan o ulvi hakikatleri anlatacakmış bize. Zira bunları Musa ile mana aleminde görüşüp öğrenmiş. Kitabı okurken dayanamayıp kenarına ben yazmıştım o YUH'u. Yani bakmayın burada ehehe mehehe diye anlattığıma bu konuları, bu adamların saçmalıklarını okurken az küfürler etmedim dıbına koyim. He bundan da şüpheniz yoktur zaten ehehe.
Neyse, Kuran'da Musa hakkında anlatılanlardan biri şudur: Musa 40 geceliğine israiloğullarını bırakır ve döndüğünde onları altın bir buzağı heykeline tapınırken bulur. Gerekçe ise bu altın buzağı heykelinin böğürebilmesidir. Bu böğüren altın buzağı heykelini yapan ise israiloğulları'ndaki Samiri adında bir elemandır.
Şimdi Arabi'nin Musa'dan aldığı bilgiler eşliğinde (ehehe) bu ayetleri nasıl yorumladığına bakalım [41]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwO
Musa, Samiri'ye "Ey Samiri, maksadın nedir?" diye sorar Taha suresi 95. ayette.
Her akıl fikir sahibi insanın anlayacağı üzere Musa'nın Samiri'ye bu soruyu sormasının sebebi, Samiri'nin altın bir buzağı heykelini ilah edinmesi ve insanları putperestliğe teşvik etmesidir. Fakat yukarıda da göreceğiniz üzere Arabi'ye göre Musa'nın "Maksadın ne ey Samiri?" demesinin sebebi şuymuş: "Neden bu heykeli yapmak için milletinin altınlarını topladın?". Yahu güzel kardeşim, Musa dediğimiz kişi bir peygamber ve 40 günlüğüne bıraktığı toplumunu geri döndüğünde putperest bir halde buluyor, çok da umrundaydı altınlar. Peki Arabi, neden böyle yorumlar bu ayeti? Çünkü ona göre her şey zaten Allah olduğu için, gidip de özellikle altından bir put yapıp ona "Allah" demenin manası yoktur. Tüm mesele budur! Arabi'ye göre Musa'nın kızdığı şey de budur. Yani her şey Allah zaten, neden sen gidip insanların altınlarını toplayıp özellikle bir Allah heykeli yapıyorsun?
Devam ediyoruz [42]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwq
Taha suresi 97. ayette görürüz ki Musa, buzağı putu yapan Samiri'ye kızar ve "Yaptığın ilahına bak" der. Fakat ibn Arabi yukarıdaki satırlarda bu ayeti şöyle deforme eder, güncel bir Türkçe'yle yazdıklarını sadeleştiriyorum: Musa, Samiri'ye kızarken bile altın buzağı heykelini kastederek "yaptığın ilah'ına bak" der, yani Musa o heykel için "ilah" ifadesini kullanır, çünkü Musa o heykelin de Allah'ın bir tecellisi (görüntüsü) olduğunu bilir. Altını çizdiğim bölümde aynen bunları söyler Arabi.
Sapık olum bu adamlar. Musa'yı bile putperest yaptı herif. Yahu Musa tabi ki de "ilah'ın" diyecek o buzağı heykeli için, zira Samiri'nin dünyasında o heykel bir ilah. Yani Kuran'da "Allah katında din islam'dır" ifadesi de geçer, fakat Allah daha sonra Kafirun suresinde bize "Sizin dininiz size, benim dinim bana" demeyi emreder. E peki, biz tek din islam olmasına rağmen başkalarının inancını "din" diye tanımladığımız için o dini de mi kabul etmiş olduk şimdi? Yahu geçerliliği olmasa da o da bir din, adına Speedy Gonzales diyecek halimiz yok. Aynı şekilde Musa da elbette "ilahın" der o heykele, hatta Allah bile Kuran'da "Allah'tan başka ilah yoktur" der. Böyle demekle onların da birer ilah olduklarını söylemiş olmaz Allah da, Musa da... Fakat siz kendi pagan inancınızı Kuran'a yerleştirmeye kararlı bir ruh hastasıysanız, "işte bunlar bana inen gizli hakikatler, ariflerden başkası anlayamaaaz hohooo" şeklinde yalandan bir gizem perdesiyle kıvıra kıvıra bu hale getirirsiniz ayetleri.
Birkaç sayfa sonradan devam ediyoruz [43]
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwe
Buralarda da Arabi, az önce ayetleri deforme ederken anlatmaya çalıştığı şeyleri patır patır söyler. "Kemal ehli arif", Allah'ın her şeyde olduğunu bilen kimseymiş ve bu kimselerin heykele, yıldıza, ağaca, herhangi bir varlığa "Allah" demelerinde bir sakınca yokmuş. Arabi'ye göre eğer "taklit" yoluyla bir puta Allah derseniz ha işte o yanlışmış, fakat o putta Allah'ın var olduğunu bilen ulvi bir insansanız, bunların jargonunda "kemal ehli arif" iseniz gerçek iman buymuş. Ve hatta bir sonraki sayfada göreceğiniz üzere [44]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwg
Eğer Allah'ın her şeyde var olduğunu bilmeyen biriyseniz siz Allah'ın cahiliymişsiniz Arabi hazretlerine göre.
Valla sırf ihlas suresi bile Allah'ın eşi, benzeri ve dengi olmadığını söyleyerek, zaten yaratıcı ve yaratılan ayrımını keskin çizgilerle yapar. Sizin Plotinus'un Sudur'undan arak "Her şey Allah" inancınızdan eser yoktur Kuran'da güzel kardeşim.
Şimdi pası Arabi'den alıp günümüzdeki bir Mevlanasever teyzeye çeviriyoruz kameralarımızı. Şu video'nun ilk dakikasını isteyen seyretsin.
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUU
Cemalnur Sargut isimli bu ablamız bir tasavvufçu/ruhçudur, çıktığı her programda "Mevlana hazretleri, aşk, sevgi, Allah, Mevlana, aşk, hazret, hatta bir daha hazret" kelimelerini shuffle'a alarak sevgi pıtırcıklığı yapar. Bu teletabi ablamız Trt 1'deki bir programda bir Hindu mabedini ziyaret edişini ve orada fil kafalı Tanrı'ya tapınan insanların yaptıklarını anlatır. Mevlana'sının izinden giden Cemalnur Sargut ablamız aynen şunları söyler yukarıdaki video'da, lütfen okuyun: "Ben böyle bir saygı, böyle bir hürmet görmedim. Sanki oradaki heykeli yıkamıyorlar da, karşılarında Allah var, Allah'ı yıkıyorlar. Şimdi bu insanların taşa tapmaları mümkün mü? Hayır. Aslında onlar o taştaki hakikate, yani her yerden tecelli eden Allah'a tapıyorlar"
Dediklerinin Arabi'den herhangi bir farkı var mı? -
38.
0UPUPUPPUUP
-
39.
0Tasavvufu edebiyat dersinde, din dersinde sürekli görmedin mi evladım sen okuldayken? Sürekli Yunus'tur, Mevlana'dır, bilmem kim tasavvufçudur, bunları görmedin mi sen edebiyat dersinde? E işte o yüzden gibkonun biri çıkıp "bu adamlar müslüman falan değil olum, bildiğin pagan, aha delili de şu, şu ve şu" dediğinde önyargıyla yaklaşıyosun, hatta gibine bile takmıyosun adamı. Neden? Çocukken sana öyle öğretildi. Neden? Okulda ders kitabında öyle yazıyordu. Neden? Çevren sana öyle öğretti, mahallendeki imam öyle söyledi, çok feyzli bir abi olan falanca öyle söyledi, öğretmenin öyle söyledi. Bu kültürü de işte öyle güzel yapılandırır ki bu adamlar ufak ufak... Şu tasavvufun hâlâ kültürümüzde bu kadar canlı biçimde yer alması, hâlâ ders kitaplarında bile olması %50 bu adamların tak yemesidir, %50 de müslümanların salaklığındandır. Aslında %100'ü müslümanların salaklığından ya neyse.Tümünü Göster
Bu El Kaide veya IŞiD gibi (veya yakında pörtlemesi muhtemel potansiyel El Zamazingolar gibi) Amerikan silahlarıyla cihat eden radikal dinci gerizekalılar veya dini siyasete alet eden siyasal islamcılar zaten insanları islam'dan yeterince uzaklaştırır. Fakat insansın sen, inanmak senin için bir ihtiyaç, hele hele bu coğrafyanın insanıysan, ne kadar soğursan soğu muhakkak ki islam'la bir bağ hissedersin içten içe, öyleyse ne yapacaksın? Karşında işte güler yüzlü tasavvuf var. Senin inandığın o "gerçek islam", aha bu tasavvuf, koş sarıl ona. RAND'ın raporlarında da göreceğiniz üzere ABD'nin islam coğrafyasındaki tüm stratejisi buna odaklıdır: Radikal dincilerden soğuyanları, sevgi dolu tasavvuf ile karşıla. Bir başka deyişle, yağmurdan kaçarken doluya tutulsunlar.
Küresel sermaye yine Hegel diyalektiğini kullanır ve dünyayı tez-antitez çatışmalarıyla şekillendirir. Dikkat ederseniz, kafa kesen cihatçıları da, tasavvufi kuruluşları da desteklerler.
Tasavvufun sevgi imajı tamamen tırttır. Orasına burasına şiş batırıp Allah Allah diyen adamlar da tasavvufçudur. Veya sırf bu yazımdan dolayı beni eline geçirse 50 kere kafamı kesecek olan adamlar da bilmemkim cemaatindendir ve o cemaat de tasavvufçudur. Küresel çetenin müslümanları tasavvufa yöneltmek istemesinin sebebi tasavvufun sevgi doluluğu değil, ileride tek ve ortak dünya dini olmasını planladıkları spiritüalizmin tasavvuf ile aynı şey olmasıdır. Yüzeysel bilgi ve yüzeysel sorgulama insanı genellikle yanlışa zütürür. Her konuda sadece iki cümlelik kulaktan dolma bilgi sahibi olan ve bu yüzden de kendini her konunun uzmanı zanneden günümüz sığır aydın gençliği, bu adamların tasavvufu destekleme sebeplerini "tasavvufun barış dini olması"na yoracaktır muhakkak, fakat işin aslının bunla alakası yoktur. Yüzlerce yıllık bir projedir spiritüalizm. Ve bu spiritüalizm; tasavvuf ile aynı şey olduğu için, spiritüalizmin müslümanlara kakalanmasının yegane yolu tasavvuftur. Gör bunu ulan gör, gördüğünden eminim de işte, kabul et. Sırf benim anlattıklarım bile aklı olan adam için yeterlidir ama, temiz bir kafayla düşünerek kendi araştırmanı yap bakalım, sen de bunu fark edeceksin. Zira şeytanın tuzağı zayıftır.
Rand'ın 2005'teki bu raporu baştan aşağı aynı talimatla doludur: Tasavvufu destekle.
http://imgim.com/f2.png
Ayrıca Fethullah Gülen ve tasavvufi bir oluşum olan Nurculuğun da desteklenmesi önerilir bu raporda. Fethullah bol bol övülür:
http://imgim.com/f3.png
3-4 sene evvel bu Fethullah ve Said Nursi ile ilgili uzuncana bir yazı yazmıştım, o zaman Fethullah'ı savunan Akp'liler şimdi doğal olarak ondan nefret ediyorlar, çünkü reisleri öyle emretti. Fakat şimdi de politik nedenlerden dolayı Fethullah'a giydirip "ama Bediüzzaman Said Nursi hazretleri başka" diyorlar. Oysa işin kaynağı Said Nursi'dir. Said Nursi denen adamın risaleleri de tasavvufidir, yığınla hurafeyle doludur, o da Mevlana'lardan farklı bir şey söylemez.
Ayrıca içinde Feto ismi geçen bu belgeyi de işine geldiği şekilde kullanacak olan ilk A Haber çalışanının kaynatasına buradan kucak dolusu sevgiler gönderiyorum. Birkaç sene öncesine kadar tüm bu belgelere kör kesiliyordunuz, şimdi başımıza James Bond kesildiniz maşallah.
Arkadaşlar bölüm 2 mevcuttur rağbete göre eklenicek iyi okumalar. -
40.
0http://imgim.com/xcv.pngTümünü Göster
Yani Ra adlı ne idüğü belirsiz üst boyut varlığı, biz basit insanların bilmediği hakikatleri bilir ve o hakikat de tüm varlığın bir olduğu hakikatidir. Ra adlı üst boyut varlığı, medyum vasıtasıyla insanlara birtakım hakikatleri açıklar ama yine de insanların anlayabileceği kadarını anlatır, her şeyi anlatmaz, anlatsa da insan denilen düşük boyutlu varlık anlamaz. Tıpkı Arabi gibi şeyhlerin her hakikati bilmeleri ama müritlerine ve insanlara her şeyi anlatmamaları, çünkü anlatmaya kalksalar bile düşük seviyeli avamın bunu anlamayacak olması gibi! Tamamen aynı mantığa sahiptir günümüz spiritüalizmi ile tasavvuf, sadece paketleri farklıdır. Birinde veli vardır, şeyh vardır, gavs vardır, diğerinde üst boyut varlığı vardır, ışık varlığı vardır. insanların kanına girmek için kullandıkları kılıf ise hep aynıdır: Sevgi.
Interstellar filminde de üst boyuttaki sevgi dolu varlıklar safsatası izleyiciye bir güzel kakalanır. Annenin oğluna köftenin arasına katarak yedirdiği antibiyotik misali, o kadar bilimsel teorinin arasına bir güzel spiritüalizm hurafelerini de gömer Christopher Nolan abimiz. Sahte bilim, yani gavurun deyimiyle pseudo-science yapar. Filmde tam dünya kaynakları tükenmek üzereyken, insanların başka bir galaksiye geçiş yapabilmelerine olanak sağlayan bir solucan deliği oluşur dünyanın yakınlarında. Ve herkes hemen bunu, insanlara yardım etmeye çalışan ulvi, sevgi dolu üst boyut varlıklarının kerametine bağlar. Filmdeki "başka boyutlarla iletişim kurmanın tek yolu sevgidir" teması da yine spiritüalizm öğretisidir. Etkileyicidir, zira duygusal bir mevzudur, ama hurafedir.
Spiritüalizm popüler kültür üzerinde sandığınızdan çok daha fazla etkilidir. Bir kitapçıya girip kitapları az kurcalayın, eğer konuya hakimseniz, durumu kendiniz göreceksiniz zaten.
Daha önceki yazılarımda Ashtar adlı bir spiritüalist oluşumdan bahsetmiştim. Ashtar, insanlığa yardım eden bir üst boyut varlığıdır, inanırlarına varlığın bir olduğunu ve her şeyin Allah olduğunu öğütler. Ashtar'ın yakın gelecekte uzay gemileriyle beraber insanoğluna yardım edeceğine inanan bir grup manyaktır bu elemanlar. Ashtar inanırlarının internet sayfasından bir görüntü vereyim size [60]:
http://imgim.com/d2.png
"Rumi" dedikleri bizim Mevlana Celaleddin Rumi'dir işte, yaban ellerde Rumi derler kendisine daha çok. Ashtar adlı spiritüalist ekip birçok yerde Mevlana şiirleri ve Mevlana sözleri paylaşır, sayfanın birçok yerinde vardır tasavvufçuların ve Mevlana'nın öğretileri. Neden? E onlarla aynı şeyi söylüyor çünkü Mevlana, sadece jargonu farklıydı, müslümanları keklemek için daha değişik bir dille anlattı olayları ama öğrettikleri temelde hep aynıydı.
Bunları size gözlem sahibi olun, kim neye neden inanır bunları görün diye gösteriyorum. Bu adamların Mevlana sevgisi tamamen tutarlıdır, bilinçlidir, zira Mevlana'nın ne dediğini anlamışlardır. Müslümanların Mevlana sevgisi ise tutarsızdır, bilinçsizdir, Müslümanlar, Mevlana'nın söylediği pagan saçmalıklarını "ya orada öyle demek istemiyo" şeklinde kıvırıp Kuran'a uygun hale getirmeye çalışarak hem kendilerini, hem de milleti kandırırlar. Bak mesela pgibopat olduğum için ingiltere'deki bir grup tasavvufçunun internet sayfasını buldum [61]:
http://imgim.com/d3.png
ingiltere'deki bu tasavvufçu grup Nakşibendilik, Kadiriye vs gibi tasavvuf tarikatlerinin öğretilerini anlatır müritlerine. Sitede bu gruba katılan müritlerin anlattıklarına da yer veriliyor, müridin biri dahil olduğu bu grubu öve öve bitiremiyor ve şunları söylüyor:
http://imgim.com/d4.png
Mürit eleman bu gruba girmeden önce ABD'deki başka tasavvufçu ve New Age'ci gruplara da katıldığını söylüyor. Eh eleman arayış halinde, bunu gerçekten takdir ediyorum ama olayı çok yanlış yerlerde araması ve bu New Age tarikatlerinin çoğalarak bu tür sorgulayan insanları kapıyor olması beni sinir ediyor tabi ki. Neyse, bu çocuğun lafı getirdiği yer şu oluyor: "Tasavvuf bu New Age safsatalarıyla çok iç içe geçmiş halde, ben New Age'in uydurma olduğunu biliyorum ama gerçek tasavvuf böyle değil". Yani çocuk lafı, şu an dahil olduğu tasavvufçu grubun doğru yolda olduğuna getirmeye çalışıyor.
Bu her spiritüalistin uydurmasıdır. Spiritüalistler bir şekilde kötü şöhretinden dolayı New Age'e veya spiritüalizme karşı olduklarını söyleyip, yine New Age ve spiritüalizm safsatalarını gömerler takipçilerine. Yani, lafta karşı olduklarını söyledikleri fikirin tüm öğretilerini bir güzel yedirirler müritlerine. Bu yöntemi Türkiye'deki ruhçular da uygular, o sebeple işin felsefesini öğrenmeniz şart ki bu tür aptal laf oyunlarıyla kandırılmayasınız.
Neyse, yukarıda çerçeve içinde aldığım bölüme bakarsanız eğer, bu mürit eleman dahil olduğu tasavvufi cemaatlerde "Tasavvufun islami olamayacak kadar iyi bir şey" olduğunu görüyor! ABD'deki ve Türkiye'de de 20 küsür yıldır patır patır çoğalmaya başlayan ruhçu/tasavvufçu derneklerde de zaten açık açık tasavvufun islam'dan bağımsız olduğu, tasavvufun (spiritüalizmin) çok daha üstün bir yol olduğu söylenir. En azından bizim hacı hocalarınkinden daha açık sözlü bir tavırdır bu, o açıdan takdir ediyorum.
Gelgelelim bu mürit arkadaş yazısının devamında da şu minvalde şeyler söylüyor: "Bazı kimseler tasavvufu new age haline getirdiler, ama ben bu dergah sayesinde doğru yolu buldum, şu an gerçek tasavvuf sayesinde Kuran'ı daha iyi anlıyorum"
Size ben tasavvufun kaynağını da gösterdim bu yazıda, yani Hallac-ı Mansur'ların, Arabi'lerin, Mevlana'ların ne dediğini de gördünüz. Gerçek tasavvuf dediğin şey zaten işte bu New Age'dir, spiritüalizmdir, bunun "gerçek tasavvuf öyle değil hüğoooo" yapılacak bir tarafı yok sevgili kendini kandıran arkadaşım. Tasavvufun kaynağında vardır her şeyin Allah olduğu inancı, bu tasavvufun daha kaynağında vardır iblis'in çok asil bir varlık olduğu inancı, bu tasavvufun daha kaynağında vardır "kötülük" diye bir şeyin olmadığı çünkü her şeyin Allah'ın bir parçası olduğu öğretisi. Ulan tasavvufun kendisi zaten "Allah ile bir olma yolculuğu"dur. Daha sen ne tak yemeye tasavvuf ile spiritüalizm aslında farklı şeylermiş gibi göstermeye çalışıyorsun? Neden biliyor musun? Rol yapıyorsun. -
41.
0"içlerinden her kim, "Ben O'nun berisinden bir ilahım!" derse böylesini cehennemle cezalandırırız. Zalimleri işte böyle cezalandırırız biz." (Enbiya suresi 29)
-
42.
0Okudunuz mu? Sapık herif. Yemin ederim sinirlendim şu an, bu saçmalıkları nasıl anlatacağımı bilemiyorum yemin ederim. Padişahlar padişahı ile halvetteymiş Mevlana'mız. Bu sufiler halvete girip kendilerini bir odaya kilitlerler, amaç olgunlaşmak, ermek gibi tıraş sözcüklerle halka açıklanır, esas amaç ise Mevlana'nın söylediği gibi "benliği terk ederek Allah ile bir olmak"tır.Tümünü Göster
Hemen bir sonraki sayfadan devam ediyorum [20]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUQ
Mevlana bu satırlarda Allah'ı tehdit eder. Neden? Çünkü ruh hastasıdır da ondan.
Allah olma aşkıyla yanıp tutuşan Mevlana, açık seçik eğer "bir olma" çağrısına cevap vermezse çeşitli kargaşalar çıkaracağını söyler Allah'a. Koşun beyler kavga var.
Ya güzel kardeşim bu nedir lan? Üşenmeyip bi okuyun n'olur ya. Herif bildiğin ibrahim Kutluay'a laf sokma kaygısıyla şarkı yazan Demet Akalın misali şiir yazıp Allah'a rest çekiyor "bu gece de yanıma gelmezsen gürültüler koparırım" diye.
He oldu, istersen bi de Facebook'tan engelle de seni merak etsin. Manyağa bak la.
Şimdi aklınıza şöyle bir soru takılmış olabilir: Eğer ruhçuluk (spiritüalizm) ve tasavvuf öğretisine göre her şey zaten Allah'sa, neden benliği terk etmek gerekir? E biz zaten Allah değil miydik, hani marjinal bizdik?
Bu soruyu cevaplamam uzun sürecek. Ve bu sorunun cevabını öğrendiğinizde, sevgi pıtırcığı gözüken tasavvufun ve ruhçuluğun, ne gibi iğrenç sonuçlara yol açtığını da göreceksiniz. Bu iğrenç sonuçların bir kısmı yalnızca müslümanları bağlar, işin inanç boyutuyla ilgilidir, o kısımları okuyan bir ateist veya deist "ee banane" demesin, zira bu iğrenç sonuçların diğer kısmı ise sadece müslümanları değil herkesi ilgilendirir, hayatın pratiği ile ilgilidir. ilk anlatacaklarım işin müslümanları bağlayan, inançla alakalı kısmı olacak. Zira bunu anlatmadan evvel işin herkesi bağlayan kısmına geçiş yapmam mümkün değil. Öyle ki işin temelinde Kuran-tasavvuf çatışması yatar. Şimdi arkanıza yaslanın, ve buradan sonra anlatacaklarımı büyük bir sabırla tane tane okuyun. Arka sıra dinle burayı evladım, laf anlatıyoruz burada.
Öncelikle şunu söyleyeyim hacı, insan ürünü olan bir felsefede muhakkak saçmalıklar (ki hem de büyük saçmalıklar) ve mantıksızlıklar olacaktır. Zaten bu yüzden bunlara kulak asmayıp "hurafe" diyoruz ya. Diğer sebebi ise, ruhçuların ve sufilerin bu dünyayı "illüzyon" diye tanımlamasıdır. Bu maddelerden oluşan dünya, onlar açısından bir "hayal"dir, aslında yoktur. Bu madde dünyasının bir aldatmaca, bir hayal olduğunu fark eden ve bu aldatmaca dünyadan, aldatmaca benliğinden sıyrılan ulvi kişiler de Allah ile bir olur. Yani tasavvufa göre Allah'ın bir yansıması olan bu dünya, Allah'ın insanlara kurduğu bir tuzaktır, yanılsamadır. Ulvi kişiler bu yanılsamayı fark eder ve madde dünyasından sıyrılarak Allah ile bir olma yolculuğuna çıkarlar. Bu ulvi kişilerin adı spiritüalizmde kimi zaman "ermiş", "üst boyut varlığı" gibi tıraş isimlerdir, aynı kişilere tasavvufta ise "insan-ı kamil" veya "veli" veya "şeyh" denir. Bu kişiler, dünyanın illüzyon olduğunu fark ederek Allah olduklarını anlarlar.
Örneğin, Ramtha adlı ruhçu kitaba bakalım şimdi, derhal okuyun kaynatasına horyuken çektiklerim [21]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwi
Veya diğer ruhçu kitabımız olan Ra Bilgileri'nde de aynı lafları görebiliriz [22]:
Allah olduğunu idrak etmiş olan yüce varlık Ramtha, insanlara bu madde denen, benlik denen illüzyonu aşmaları ve Allah olduklarını fark etmeleri çağrısında bulunur [23]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwH
Evet, şimdiye kadar yaptığımız gibi, günümüzde yazılmış bu kitaplar ile, 1200'lü yıllarda yaşamış olan Mevlana'nın AYNI şeyden bahsettiğini ispatlamak adına hemen Mevlana'nın Divan-ı Kebir adlı eseriyle karşılaştırma yapıyoruz. Şunları söyler Mevlana [24]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAU1
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAU9
Bildiğin Burhan Altıntop'un dergâhlısı yemin ederim, "ben yoğum" nedir olum. Ruhçuların "illüzyon, aldatmaca, hayal, yokluk" dediği şeye Mevlana tıpkı onlar gibi "hayal" veya "yokluk" der, veya bazen de "gölge" der, bazen de "vehim" der. Tasavvufçuların kullandıkları bu kelimeler, ruhçuların kullandıkları "illüzyon" sözcüğü ile tamamen aynı anlama gelir, sadece jargonları farklıdır.
Peki sadece "benlik" mi bir hayaldir? Mevlana'ya göre sadece "benlik" mi yoktur? Hayır, "ben, sen" ayrımı yoktur bu adamlar için dedik ya, tüm varlık birdir. O sebeple tüm varlık "hayal"dir, tüm varlık yoktur Mevlana'ya göre. Divan-ı Kebir'den devam ediyoruz, şu tek cümleyi okuyun [25]:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUA
Mevlana bütün varlığa illüzyon der, çünkü bütün varlık Allah'tır.
Mevlana'nın deyimiyle sen yoksun, hayvanlar yok, bitkiler yok, çünkü sadece Allah var. O sebeple bu varlıklar birer illüzyondur tasavvufa göre, çünkü sadece Allah vardır ve her şey Allah'tır.
Matrix filminin senaristi ve yönetmeni olan Wachowski Kardeşler de spiritüalisttir. Seyredenlerin kaçta kaçı fark etti artık orasını bilmiyorum ama son filmleri olan Cloud Atlas da alenen new age propagandasıdır. Cloud Atlas gibi Matrix de panteizm ve ruhçuluk öğretisini başarıyla yedirir izleyiciye. Herkes toplum içinde salak gözükmemek için Matrix'i anlamış ayağına yatar, halbuki panteizm bilinmeden Matrix anlaşılmaz. Gel bak, Matrix'in o meşhur sahnesinde neyden bahsedilir gör:
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUl
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUq
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUx
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAU0
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUK
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUT
http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUW -
43.
0UPUPUPU
-
44.
0Adam fakir ailede doğup büyümüştür, parası yok diye itin zütüne sokulur. Kadın çirkin doğmuştur, güzel olmadığı için yemediği hakaret kalmaz. Adam zenci doğmuştur, niye beyaz değilsin diye ağzına bir güzel sıçarlar. insanlar diğer insanlara, zaten sahip olmadıkları şeyler yüzünden suç yüklerler. Fakat Allah hiçbir insana "neden buna sahip değilsin" diye sormayacak, Allah'ın yöntemi farklı. Allah "buna sahip olduğun halde neden kullanmadın" diye, ya da "buna sahip olduğun halde neden kötüye kullandın" diye soracak. Yani Allah, seni sahip olmadığın şeyler üzerinden imtihan etmez, sahip oldukların üzerinden imtihan eder. En basitinden paran yok diye çok insan sana bikbik edecektir, ama Allah'ın bir insana parası yok diye kızdığını görmedim ben Kuran'da, Allah paraya sahip olana "o parayı neden paylaşmadın", "neden iyiye kullanmadın" diye sorar. Kısacası sahip olduğun her şeyden sorumlusundur. Zeka, para, güzellik, özgür irade, aklına ne geliyorsa... Sana verilen bu nimetlerin en başında da "akıl" gelir. Aklı olan her insan, bu akla sahip olmanın sorumluluğunu taşır. insanın sınav edilme sebeplerinden birisi de budur, sahip olduğun aklın bir bedeli vardır. O halde, o aklı kullanmak zorundasın, hem de iyiye kullanmak zorundasın. Çalıştıracaksın saksıyı, bunun başka bir yolu yok.Tümünü Göster
"Yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir." (Enfal 22)
Şimdi işin biraz daha alengirli boyutuna gireceğuk sayın kaynatasızlar, burası işin inançla ilgili kısmı değil, herkesi ilgilendiren bilgi kısmı. Arka sıra dinle burayı evladım, dıbına korum aksi takdirde.
Binlerce yıldır, belki de daha fazla var olan bu panteist felsefe 20. yüzyılda New Age hâlini almıştır. 20. yüzyılda New Age'i hortlatanların başında Alice Bailey adlı Amerikalı bir abla gelir. Alice Bailey'in öğretileri de ne Mevlana'dan, ne de günümüzdeki herhangi bir spiritüalistten farklıdır, aynı şeylerin laciverte boyanmışını anlatır o da. Bu abla da panteisttir, yani "her şey Tanrı'dır, sen de Tanrı olduğunu keşfet" der. Bu Alice Bailey adlı abla, 1922 yılında Lucifer Publishing Company'i kurar, yani Lucifer adında bir yayınevi kurar kendisi [62]. Lucifer; Latince "ışık getiren" demektir, yani bu ruhçuların kasıtlı olarak kullandığı "ışık varlığı", "ışık sizinle olsun", "ışığın gücüyle" lafları Lucifer'la ilintilidir. Lucifer (iblis), insanlara kötülük yaparak aslında onların iyiliğine, yani tekamüllerine hizmet ettiği için ışığı, aydınlanmayı ve kurtuluşu getirendir. "Illuminati" yani "aydınlanmışlar" ismi de buradan türemiştir, her neyse biz konumuza dönelim. Alice Bailey adlı abla 1922'de kurduğu Lucifer Yayınevi'nin ismini "lan biraz ileri gittik galiba" deyu 3 sene sonra değiştirir, Lucis Trust'a dönüştürür. Lucis Trust günümüzde de birçok alt şirketiyle beraber faaliyette olan bir spiritüalist şirkettir. Lucis de yine Lucifer demektir, bir fark yok arada.
Alice Bailey bu işlerle kafayı kırmış kendi halinde bir abla değildir, yani burada bir Harun Kolçak yok karşımızda ehehe. Günümüzde pörtleyen New Age'e en büyük ivmeyi kazandıran şahıstır Alice Bailey. Ve daha da önemlisi, kendisi Bush gibi birçok ABD'li siyasetçinin 2000'lere doğru konuşacakları lisanı daha yıllar öncesinde kullanmıştır. Nasılını göstereceğim.
Kendisinin 1957'de yazdığı "The Externalisation of the Hierarchy" adlı kitaptan bazı bölümlere bakalım [63]:
http://imgim.com/e1.png
Kendisi kitapta sık sık "Efendiler"den (Masters) bahseder. Bu Efendiler, insanlığa ve dünyaya hizmet gönüllüsü, yüce, seçkin ve elit kişilerdir. Gizli kardeşlik örgütleri vardır bu Efendilerin. Tıpkı insanlara kötülük ederek onlara hizmet eden Lucifer misali, bu Dünya Efendileri de dünyanın ve insanların anasını giberek insanlığa hizmet edeceklerdir. Hem alt insanların (!) adına kötülük dediği o yüce hizmetleri yaparak insanların tekamülüne hizmet edeceklerdir, hem de dünyayı alt ırklardan temizleyeceklerdir. Altını son çizdiğim bölümde kendisi şunu söylemektedir: "Dünya Hizmetlisi bir yeni grup, her millette etkin olacak ve dünyanın her yerinde iş başında olacaktır".
Bu adına "Dünya Hizmetlisi Yeni Grup" dediği oluşum tam olarak bizim banker çetesi Illuminati ve onların alt kuruluşlarıdır.
Kendisi bu kişilerin misyonunu daha sonra şu şekillerde açıklar [64]:
http://imgim.com/e2.png
"Bu Dünya Hizmetlisi Grup insan hakları için, insanlığın ruhani geleceği için ve yeni dünya düzeni için savaşacak"
Yeni dünya düzeninin ne olduğunu artık biliyorsunuz, "insanlığın ruhani geleceği"nden kastı da şudur kendisinin:
http://imgim.com/x62.png -
45.
0Bush, Amerika'daki çeşitliliği anlatır ve Amerika'yı "thousand points of light", yani "binlerce ışık hüzmesi"ne benzetir. Thousand Points of Light ifadesi, spiritüalist okültist Alice Bailey'in ürettiği bir terimdir. Bu söz öyle Amerikalıların sıklıkla kullandığı bir deyim falan değildir. Spiritüalist Bones and Skulls üyesi olan Bush, yine hocalarının ona öğrettiği mistik lisanı kullanır konuşmalarında.Tümünü Göster
Ardından aynı George Bush'un 1991 tarihli, Yeni Dünya Düzeni'ni duyurduğu şu meşhur konuşmasına da bir bakalım. Video'su da var. Yukarıdakinden farklı bir konuşma bu.
http://imgim.com/e8.png
Bu konuşmanın bir bölümünde (videoda tam olarak 9:00) ABD başkanı Bush amaçlarının şu olduğunu söyler: Binlerce ışık hüzmesinin aydınlanması (Illumination of a thousand points of light).
Bak, Bush'un bu sözü öyle AKP Bilecik milletvekilinin "Rabbim bize aydınlık günler nasip etsin enşallaaah" demesi gibi alelade bir söz değildir. "Illumination of a thousand points of light", Alice Bailey'nin kitaplarında da sıklıkla geçen, ezoterik ve okült manaları olan bir sözdür ki ne manaya geldiğini sabahtan beri açıklıyorum zaten bu öğretinin. iradesi ve karakteri olmayan bir kukladır Bush, eline verilen metni okur. Eline verilen metin elbette başta ABD'yi ve ABD üzerinden de tüm dünyayı saran panteist, mistik çetenin bir ürünüdür. Fabrika orasıdır.
George Bush bu ifadeyi konuşmalarında o kadar sıklıkla kullanır ki, 1990 yılında "Points of Light" (Işık Hüzmeleri) adlı hesapta bir hayır kurumu da kurar. Bu spiritüalist oluşum hâlâ dünya çapında aktiftir. Tıpkı Bailey'nin söylediği gibi, Efendiler dünyanın her yerinde aktiftir.
Bu "binlerce ışık hüzmesi" muhabbeti, şu ikiz Kuleler ve Pentagon saldırılarını yıllar öncesinden bildiren 1995 üretimli Illuminati oyun kartlarında da vardır. Bu oyun kartları muhabbeti de karşınıza bin kere çıkıp klişe bir hâl aldı diye gerçekliğini yitirmez, gayet açık seçik dalga geçer gibi birçok faaliyetlerini oradan duyurdu bu abiler zamanında:
http://imgim.com/e9.jpg
Şu ana kadar tüm anlattıklarımı aklında biriktir, zira parçaları birleştiriyoruz. Devam ediyorum.
RAND Corporation'dan daha önceki yazılarda illaki bahsetmişimdir. Bu RAND, hesapta kâr amacı gütmeyen bir düşünce kuruluşudur. Esasen RAND, tıpkı Stratfor gibi tüm dünyayı sosyolojik, askeri, ekonomik, zart zurt her alanda inceleyen, analizler yapan bir istihbarat ve analiz kuruluşudur, yani gavurun deyimiyle "think tank" kuruluşu. Bir nevi küçük CIA de diyebiliriz kendisine. Dünyanın hemen hemen her ülkesi ve tüm coğrafyaları hakkında yığınla bilgiye, veriye sahiplerdir ve küresel çetenin ileride yapacağı hamlelere dair fikirler sunarlar. E adamlar yapacakları yatırım veya operasyonlar için gerekli ön bilgiyi gökten zembille almıyorlar elbette, RAND gibi, Stratfor gibi yığınla think tank kuruluşu vasıtasıyla sağlıyorlar bu bilgileri.
RAND 2005'te "Civil Democratic islam: Partners, Resources and Strategies" adında bir rapor yayınlar [68]. Yani adından da belli olacağı üzere; müslüman ülkelerde kimlerle işbirliği yapabileceklerini, kimlerin kendi çıkarlarıyla uyuştuğunu, kimlerin suyuna gidilip kimlere karşı gelinmesi gerektiğini izah eden bir yol-yöntem haritası çizerler. RAND'ın 2005'te yayınladığı bu raporu bir inceleyelim bakalım.
http://imgim.com/e10.png
Raporda en çok selefi/cihatçı gruplar ve tasavvufçular (sufiler) üzerinde durulur. Selefi/cihatçı gruplar dediğim işte bu El Kaide'dir, Işid'dir, veya diğer potansiyel radikal dinci gruplardır, bunlara üye olabilme potansiyeli taşıyan ayılardır. ABD'nin bu selefiler üzerindeki tutumu özetle şudur: Kullan, at.
işin bu raporda bahsedilmeyen (aslında üstü kapalı olarak ima edilen) kısmını anlatayım size, ABD'nin kafa kesicilere karşı tutumu şudur: Bu köktendinci arkadaşlar muhakkak ki oradan buradan pörtleyecektir, bunu önleyemezsin. Çıkan bu radikal dincileri sen silahlandır, sen organize et, yeri geldiğinde sür sahaya, saldırsınlar istediğin noktaya Allahuakbar deyu. Fakat destekte fazla ileri gitme, toplumun çoğunluğuna yayılmalarına izin verme, yoksa bu işin önünü alamazsın. Zira bu elemanlar manyak oldukları için zaptedilmeleri zordur. Sağları solları belli olmaz. Ayrıca küreselleşme karşıtı oldukları için de toplumun çoğunluğuna yayılmaları işimize gelmez, o sebeple sadece kısıtlı güce sahip olmalılar. istediğimiz bölgeleri karıştırabilecek kadar ve medyada vahşiliklerini gösterecekleri pozlar verecek kadar güçlü olmaları yeterli.
Yani bu adamlar elbette desteklenir, fakat görüşlerinin topluma yayılmaları istenmez, büyümeleri istenmez. Ha ABD bu adamları dibine kadar desteklemiyor diye de gidip bu adamları destekleyecek halimiz yok, zira düşmanın düşmanı her zaman dost değildir.
Yukarıda Rand'dan aldığım bölümde de müslümanların, bu pgibopat cihatçılardan sonra üzerinde en çok durulan ikinci kesimi anlatılır: Tasavvufçular.
Tasavvufçular ABD tarafından pek sevilir. 2005'teki bu Rand raporunda da göreceğiniz üzere tasavvufçular, islam'ın sözüm ona modernist ve entelektüel yüzü olarak lanse edilir.
Şimdi Rand Raporu'nun şu kısmına bakalım:
http://imgim.com/f1.png
Kelimesi kelimesine tercüme ediyorum: "Tasavvufun önemini arttır. Güçlü tasavvufi gelenekleri olan ülkeleri, tarihlerinin bu bölümüne odaklanmaları konusunda teşvik et ve okul müfredatlarına da tasavvufu koysunlar. Tasavvufa daha fazla önem ver."
Ehehe, ya bu dıbına koduğumun tarihi bazen sahiden tekerrürden ibaret olabiliyor. Şimdi ABD'li think-tank kuruluşu RAND'ın müslümanlar hakkındaki bu raporu ve tasavvufçular hakkında şu söyledikleri aklınızda kalsın, zira geri döneceğiz. Ben o arada meselenin önemini izah etmek için 150 yıl geriye zütüreceğim sizleri.
1800'lerin ilk yarısında yaşamış bir Fransız düşünür vardır Tocqueville adında, kendisi aynı zamanda tarihçi, devlet adamı ve biraz da iktisatçıdır. 1840'ların başında Tocqueville'i Cezayir'e gönderirler, zira Fransa, Cezayir'i sömürgeleştirmektedir ve isyan hareketleri de Fransızların başını ağrıtır. Abdülkadir adında bir Cezayirli lider, yabancı Fransızlara karşı halkı ayaklandırır. Fransızlar da napacağuk, bu Cezayirlileri nasıl yöneteceğuk diye kara kara düşünürler. Tocqueville'i Cezayir'e göndermelerinin sebebi de budur zaten; gözlem yapsın, Cezayir halkını analiz etsin, bize istihbarat sağlasın. Tocqueville 1847'de, tarihe "Cezayir Raporları" adıyla geçecek analizlerini yollar Fransa'ya. Tocqueville'in raporlarını zamanında okumuştum, o koca raporda anlattıklarının tüm özeti şudur: "Eğitimlerine ve dinlerine karışmayın, rahat rahat sömürürüz. Eğer eğitimlerine ve dinlerine müdahale etmeye kalkışırsanız başınız ağrır, çok tepki toplarsınız."
Bir halkı, hele hele müslümanlar gibi (ama doğru ama yanlış) güçlü din gelenekleri olan bir halkı yönetmek için dikkat etmeniz gereken ilk husus dindir. ikincisi ise eğitimdir. 150 sene öncesinin Fransız'ı işin önemini ve karmaşıklığını görüp "bu işlere hiç karışmayın, siz sömürmenize bakın" der. Fakat günümüzde her halkın ne yiyip içtiğinden tut, kimi ne oranda sevip kimden ne oranda nefret ettiğine kadar her takunu bilen bir yapılanmamız var. CFR'sinden tut Stratfor'una, aha bu Rand'ına kadar saymakla bitiremeyeceğin kadar istihbarat örgütü var bu adamların. Sırf Twitter ve internet sayfalarında yayınladıkları raporlarda bile bu adamların ne derece bilgi ve gözlem sahibi olduklarını görürsün zaten. Gelgelelim 1900'lerin başından itibaren, halkı yönetmek için gerekli olan bu "din" ve "eğitim"den uzak durmamıştır küresel çete, zira artık bunları karıştıracak, yönlendirecek gücü ve istihbarat bilgisi vardır. Artık 1800'lerin Fransası kadar aciz bir emperyalist güç yok yani karşımızda.
Bunu nasıl yaparlar? Aha şu raporda tasavvufla ilgili söylenenlere bak anlarsın işte.
Bu tasavvufu destekle, eğitimlerine de bir güzel sok, sürekli canlı tutsunlar tasavvufla olan bağlarını diye açık seçik talimat veriyor adamlar.
başlık yok! burası bom boş!