/i/İnanç

İnanç
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 26.
    0
    Arabi yine anlattığı saçmalıkları Allah'tan "keşif" yoluyla aldığını söyler. Ve düşük seviyeli kimselerin, kendilerine keşif yoluyla gelen bu bilgileri anlayamayacağını söyleyerek "cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" der. Kısacası, bu şeyh bozuntularına inanmıyorsan, sen cahilsin, zira cehaletin ve bilginliğin kriteri akıl yoluyla ilim-bilim öğrenmek değil, "keşif"tir. Arabi bu sebeple alimleri de sürekli kötüler, yerin dibine sokar, zira onlar akıl ve düşünce yoluyla bir şeyler elde etmeye çalışan düşük seviyeli kimselerdir. Devam ediyoruz [36]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwA

    Arabi burada yine insanları havas-avam olarak ikiye ayırır. Avam sığırdır. Havas ise keşif yoluyla Allah'tan bilgi alan ulu zatlardır. Bu bilgiler sayesinde havas, Kuran'da "gizlenen" ve esas söylenmek istenen mesajı alır, düşük seviyeli avam ise Kuran'daki bu sırları anlayamaz. Bu ne demek biliyor musunuz? "Bizim Kuran'ımız başka, sizin Kuran'ınız başka" demek. Ha bu arada Kuran "apaçık bir kitap" olduğunu iddia eder ama önemli değil.

    Peki Arabi'ye göre Kuran'daki sırları sadece keşif ehli bu yüce şeyhler anlıyorsa ve avamın Kuran'dan anlayabilecekleri sınırlıysa, bu başka ne anlama geliyor, bir düşün bakalım...

    Bu, şu demektir güzel kardeşim: Kuran'ı okuma! Okusan da anlayamazsın, onun yerine şeyhine bağlan, zira o senin anlayamadıklarını anlıyor Kuran'dan. Sen okursan ya birazını anlayacaksın, ya da yanlış anlayacaksın, sen Arabi gibi yüce zatları dinle.

    Ve bu sayede şeyhlerin doğruları müritlere öğretilir, bu öğretilenler günümüze gelenek yoluyla aktarılır ve ortaya çıkan bu şeyh, veli, zart zurt dininin adı islam olur. Müslümanların bugünkü hali de ortadadır.

    Peki Kuran'ı herkes aynı ölçüde mi anlar? Hayır, tabi ki de kimisi kimisinden fazla şey anlayabilir. Örneğin Ankebut suresinin şu ayetini bir oku:

    Allah'ın berisinden veliler edinenlerin durumu, bir ev edinen dişi örümceğin durumuna benzer. Ve evlerin en güvensizi elbette ki dişi örümceğin evidir. Keşke bilselerdi! (Ankebut 41)

    Allah, dişi karadul örümceğinin çiftleşmeden sonra eşini yemesi üzerinden bir benzetme yapar. Allan'tan başka "veli" (dost) edinenlerin durumunu, dişi karadulun ev edinmesine benzetir. Zira tıpkı o yuvada karadulun çiftini yemesi gibi, Allah'tan başka veli edinme inancı da bu insanların dünyasını ve ahiretini yer bitirir. Birkaç ayet sonra da Allah, karadul örümceği ile verdiği örnek için şu ifadeyi kullanır:

    Bunlar bizim, insanlara vermekte olduğumuz örneklerdir ki ilim sahiplerinden başkası onlara akıl erdiremez. (Ankebut 43)

    Bu karadul analojisini herkesin anlayamayacağını, bunu bilmek için "ilim sahibi" olmak gerektiğini bildiriyor Allah. işte aynı bunun gibi, "ilim sahibi" kişiler elbette başkalarının anlayamadıklarını anlayabilir Kuran'dan. Peki bu "şeyh" veya "veli" inancına bir delil midir? Bu mana aleminde uçup kaçtığını iddia eden elemanların üst insan olduklarına bir delil midir? Bu adamların hesapta Kuran'ın esas söylemek istediklerini anlayabilen yüce varlıklar olduklarına bir delil midir? Tam tersine, bu kişilerin yalancı olduklarına bir delildir bu ayetler. Sana örnek olarak verdiğim şu ayette bile "Allah'tan başka veli edinme" inancı yerin dibine sokuluyor.

    Neyse, Arabi efendiden devam edelim. Tasavvuf şeyhleri bilgiyi ilk kaynaktan, yani Allah'tan aldıkları için, onlara Kuran'ın gizli sırları, bir başka deyişle güncel versiyonları inmektedir. Yani Kuran, sıradan halkın anlaması içindir, sen esas hakikata ulaşmak için şeyhini dinlemelisin. Bak ne diyor Arabi abi [37]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwL

    devamı vardır rağbete göre eklenecektir.
    Bu Arabi'nin söylediği "Kuran, avamın akıl seviyesine göre indi, fakat ondaki gizli sırları ancak biz keşif ehli anlarız" lafının aynı anlama gelenini farklı kelimelerle günümüz ruhçuları da söyler. Onların iddiasına göre de kutsal kitaplar o dönemki insanların bilinç seviyesine göre inmiştir, fakat artık insanoğlu tekamül edip başka bir boyuta geçtiği için yeni bilgiler üst boyut varlıklarından seçilmiş kimselere iner. Tamamen aynı senaryo. Bu sufiler ile spiritüalistlerin jargonları dışında hiçbir farkları yoktur. Birinin kafası sarıklıdır, ötekinin vakslı, gerisi aynı

    Arabi tüm kitabı boyunca Kuran ayetlerine mecazi anlamlar yükler, zira bunları sadece onun gibi ulu bir zat anlayabilir. Bu sayede Kuran'dan bambaşka bir kitap çıkarmış olur. Arabi'nin "ancak keşif ehli arifler anlar" dediği o sırlar ve anlamlar nedir peki? [38]

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwl

    "Tek varlıktan başka varlık yoktur"

    Geldik mi yine bizim meşhur panteizme. Adamlar Kuran'daki "Allah'tan başka ilah yoktur" sözünü, "Allah'tan başka varlık yoktur"a dönüştürüyorlar ve son satırda da görebileceğiniz üzere bunun sadece seçkin kişiler tarafından anlaşılabilen ulvi bir gerçek olduğu masalıyla insanlara kakalıyorlar. Bir sonraki sayfadan devam ediyoruz [39]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwU
    Tümünü Göster
    ···
  2. 25.
    0
    okuyanlar var devam.

    Evet, bizim Arabi, muhafazid peygamberi rüyasında görür ve peygamberimiz bu Arabi'ye Fusüsül Hikem'i verir ve "Hadi bu ulvi gerçekleri halka anlat" der.

    Bu, isa'yı gören Pavlus'un aynısı değil midir güzel kardeşim?

    Ne tesadüftür ki Arabi'nin kitabında da yine tüm varlığın bir olduğunu, Allah'ın her şey olduğunu, veliler ile sıradan halkın Kuran'larının farklı olduğunu ve daha nice saçmalıkları öğreniriz. Ki bunlar Kuran'da olmayan, hatta Kuran'ın tam tersini söylediği iddialardır. Arabi'nin dili diğerlerinden biraz daha ağırdır, ben her şeyi elimden geldiğince sade bir şekilde açıklayacağım ama yine de isteyen okusun diye fotoğrafları da ekleyeceğim. Başlıyoruz gadasını boynuma doladıklarım:

    Arabi'ye göre gerçek bilgiye ulaşmanın tek yolu "keşif" ve "ilham"dır. Peygambere gelene "vahiy" dendiği için, Arabi gibi şeyh veya velilere gelene de "keşif" ve "ilham" dendiğini, bu sayede de müslüman cemaatinin "noluyo lan?" tepkisinden kıvrak bir bilek hareketiyle sıyrıldıklarını söylemiştim. Şimdi Füsusul Hikem'in şu bölümüne bir bakalım, altını çizdiğim cümleleri lütfen oku [34]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUg

    Bu paragraf var ya, koca bir tarihin ve müslümanların içinde bulunduğu sefaletin özetidir. Nasılını anlatacağım.

    Bu bölümde Arabi, Kuran'la alakası olmayan saçmalıkları dizer de dizer ve bunları "gerçek bilgi" diye kakalar. Neden? Çünkü ona göre gerçeğe ulaşmanın tek yolu "keşif" ve "ilham"dır. Akıl ve düşünce ile gerçek bilgiye hiçbir zaman ulaşılamaz. E "keşif" ve "ilham" denilen olay da sadece Arabi gibi seçilmiş kullara, yani Tanrı parçası olduğunu idrak etmiş şeyhlere nasip olduğu için, gerçeği sadece şeyhlerden öğrenebiliriz. Akıl yoluyla veya düşünce yoluyla gerçek bilgiye ulaşmak mümkün değildir. Akletmek ve düşünmek boş işlerdir, ancak avamın uğraşacağı işlerdir. Veliler ise bilgiyi ilk kaynaktan, yani Allah'tan alan yüce kimselerdir.

    Arabi'nin şu sayfada anlattıkları bunlardır ki aynı saçmalıkları kitabının çoğu bölümünde tekrarlar.

    ibn Arabi 12-13. yüzyıllarda yaşamıştır. Mevlana ve Yunus gibi birçok ismi günümüze ulaşmış sufi de 13. yüzyılda yaşamıştır. 13. yüzyıl tasavvufun altın çağıdır. Bu tarihlerde islam coğrafyasının her yerini dergahlar kaplayıvermiştir. Ve ne tesadüftür ki müslümanların bilimde ve üretimde dünyanın çok önünde olduğu "islamın Altın Çağı" denilen o refah dönemleri de 13. yüzyılda biter. Sebep?

    Sebebi işte yukarıdaki paçavrada yazıyor.

    Akıl yoluyla, düşünceyle hiçbir şey elde edemezsin. Gerçek bilgi sadece şeyhten gelir, çünkü şeyh Allah'a bağlıdır, hatta Allah'ın vücut bulmuş halidir. Sen bu dünya işlerini bırak, gel şeyhine bağlan ve kurtul.

    Müslümanların içinde bulundukları hâlin en büyük sebebi, işte bu adamlardır. Tasavvuftur.

    Bu adamlar hem müslümanlarda o döneme kadar yer alan bilim yapma, araştırma, sorgulama kültürünü yıkmıştır, hem de onun yerine "şeyhe teslim olmayı" öğütleyen uyuşuk ve iğrenç bir inanç sistemi inşa etmiştir.

    Müslümanlar özellikle 9-13. yüzyıllar arasında, matematikle, tıpla, astronomi ve coğrafyayla uğraşan sayısız bilim adamı çıkardılar, bu alanlarda sayısız eserler verdiler. Yani o meşhur Haçlı Seferleri boş yere olmadı, müslümanlar 13. yüzyıla kadar baya baya bir ilerideydi. Fakat ne zaman ki "bu dünya boştur, her şeyini terk et, benliğini terk et" laflarıyla milletin beynini uyuşturan bu adamlar gücü ve kudreti ellerine geçirdiler, çoğunluk üstünde söz sahibi oldular, işte o zaman müslümanlar patır patır dökülmeye başladılar. Müslümanların 13. yüzyıldan önce ve sonra çıkardığı bilim adamlarını bir mukayese edin. 13. yüzyıldan önce matematikçisi, filozofu, tıpçısı cirit atarken, 13. yüzyıldan sonra müslümanların çıkardıkları "alim"lerin birçoğu hiçbir halta merhem olmayan "din adamları"dır. Sebep? Sebebi işte bu yazıda. Uyanın güzel kardeşim, Allah rızası için uyanın. Size "mübarek" diye kakalanan adamlar şeytanın ta kendileridir. Sizin hem bu dünyanızı, hem de ahiretinizi mahvediyor bunlar. Ve sanmayın ki bunlar sadece eskide yaşamış, ölüp gitmiş heriflerdir, tabi ki ölüp gittiler fakat etkileri bugün tüm şiddetiyle devam ediyor.

    Tasavvufun önemli ve etkili bir kolu olan Nakşibendiliğe girmenin 4 şartı vardır: Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk. Hey babam hey.

    Yani: Bu dünyayı terk, ahireti terk, benliği terk, terk etmeyi de terk.

    Sonuncusuna hastayım esas, hani terk ediyon ediyon, sonra öyle aydınlanıyosun, öyle ulvileşiyorsun ki, "lan bu ne bee" deyip terk etmeyi de terk ediyosun. Ehehe. Sırf laf anasını satayım.

    Kuran'da bu dünyayı terk etmek var mıdır güzel kardeşim?

    Bak bakalım Kuran'a göre ne vardır, lütfen şu ayetleri tek tek okuyun:

    "Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur." (Necm 39)

    "O halde, bir iş ve oluştan boşalır boşalmaz yeni bir işe koyulup yorul!" (inşirah 7)

    Kuran, her fırsatta çalışmayı ve üretmeyi emreder. Dünyayı, çalışmayı, nimetleri terk etmeyi asla öğütlemez. Hatta Kuran'ın vadettiği cennet bile bir "nimet" yeridir, nimete sırt dönme veya Allah ile bir olma yeri değil.

    Bu tarikatlar ve tasavvuf şeyhleri sürekli nafile ibadetleri emretmiş, insanlara dergaha kapanıp hababam zikir çekmeyi nasihat etmiştir. Allah'ı zikretmeyi (anmayı) emreden ayetleri de kendi sapık inançlarına alet etmişlerdir. Tasavvufa göre bu dünya boştur, dünya nimeti pistir, o sebeple sadece oturup Allah Allah diyerek nimetlerden uzak durmak, arınmak gereklidir. Peki Kuran ne der? Bak, Kuran'da cuma namazı bile (ki önemli bir namazdır) şöyle anlatılır:

    "Namaz kılınınca hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın! Allah'ı çok anın ki, kurtuluşa erebilesiniz." (Cumua suresi 10)

    Namazını bitirir bitirmez hemen çalışmaya devam et diyor Allah. Allah'ın emrettiği hem çalışmak, hem ibadet etmektir. Allah öyle keşişler gibi çileci bir hayat çekmeyi veya dergahlara kapanıp zikirler çekmeyi emretmez. Müslümanlar ne zaman böyle bir hayat tarzına yöneldiler, zirveden dibe çöktüler. Ne zaman dünya nimetini düşman olarak gördüler, ne zaman çalışmak yerine dünyadan soyutlanmayı seçtiler, ne zaman Arabi efendinin söylediği gibi aklı ve düşünceyi küçümsediler, ne zaman bilim ve teknolojiye bu adamlar vesilesiyle düşman kesildiler, işte o zaman "kafir" dedikleri adamlar bunların sırtına bindi. Suçlu kim? Müslümanların ta kendisi.

    13. yüzyıla kadar Ebu Kamil Şuca'sından tut, Biruni'sine, Battani'sinden tut Harezmi'sine saymakla bitiremeyeceğin kadar bilim adamı çıkıyor müslümanlardan. Sırf 1077-1231 yılları arasında var olan bir Türk ve Müslüman devleti olan Harzemşahlar bile patır patır bilim adamı yetiştiriyor, hatta Harzemşahların birçok şehri hem bilim, hem de sanat merkezi o yıllarda, Ve müslüman coğrafyasındaki bu tür şehirlerin sayısı Avrupa'yla kıyaslanamayacak kadar fazla. Zira müslümanların kültüründe bilim öğrenmek, sanat icra etmek saygın mesleklerdi, takdir edilirdi. Zira Kuran ön plandaydı, Allah'ın yaratışını ve düzenini incelemeyi, çalışmayı, üretmeyi, ilim öğrenmeyi emreden ayetler bu kültürün mimarıydı. Ki yaratıcının sanatını incelemek ve bu sayede insanlara faydalı olmak, sadece müslümanların değil, Newton gibi birçok Hristiyan bilim addıbının da en büyük motivasyon kaynağı olmuştur, bu çok ama çok etkili itici bir kuvvettir, asla küçümsemeyin. Fakat işte bu Arabi gibi aklı ve düşünceyi küçümseyen, Mevlana gibi her şeyi terk etmeyi öğütleyen şeyh bozuntuları çoğunluğa söz geçirmeye başlayınca, artık kültür; bilim öğrenmek yerine dergaha kapanmak oldu. Zira sufilere göre ilim öğrenmek, ancak keşif ve ilham ile mümkündü! insanların içindeki o büyük iman duygusu, o büyük itici kuvvet, işte böyle bir kanalizasyon çukuruna yönlendirilmiş oldu.

    Arabi -ki kendisi çok etkili bir sufiydi, söylemiştik- bakın neler yumurtluyor o Fusüsul Hikem denen kahrolasıca kitabında [35]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAw9
    Tümünü Göster
    ···
  3. 24.
    -1
    çuğu .
    ···
  4. 23.
    0
    Michael gibkofielddan okuyun bunu. Gözü yanar adamın burada

    Editovski: Kendi eserin tabi. Kaynatasız kalıbı senin en çok kullandığın kalıp olup Karagümrük çocuğusun ayrıca. Sözün senetti dimi?
    ···
  5. 22.
    0
    UPUPUPPUUP
    ···
  6. 21.
    0
    Tepkiye göre devam edilecektir. Çalıntı diyen huuur çoçuklarını görür gibiyim çık dışarı çık ! (Ama kendi eserim demekki iyiki çalıntı diye ağllıyan çok var)
    ···
  7. 20.
    0
    E o zaman Allah bunu nerede demiş, hangi kitaptan konuşuyorsun sen, diye soracak olursanız Mevlana'ya, kendisi zaten vahiy aldığını pek çok kez belirtmişti. Onların her sözleri Allah'ın sözüdür zaten, sorgulayamazsınız.

    Mevlana gibi yüce zatlar, "keşif" veya "ilham" yoluyla Allah'tan birtakım bilgiler alırlar. "Keşif" ve "ilham" diye iki söz uydurmuştur tasavvufçular, zira "vahiy" demeleri bizim müslüman cemaatinin tepkisini çekiyordu, onlar da bu sebeple "vahiy" ile aynı anlama gelen "keşif-ilham" laflarını uydurdular. Soracak olursan "keşif" ve "ilham" ile "vahiy" arasındaki fark nedir diye, sana süslü sözlerle ve uyduruk yorumlarla bir sürü izahta bulunurlar, onların saçmalıklarını buraya yazmayacağım kafanızda gereksiz bilgi yer etmesin diye. Ama keşif veya ilham demek, bu adamların jargonunda vahiy demektir. Bu budur.

    Tanrının çocukları, parçası olan Veliler, işten güçten beridirler Mevlana'ya göre. Şarap da içerler, ibadet de etmezler, onlar bizim gibi alt mahluklarla aynı kefeye konulacak varlıklar değillerdir.

    Peki bu elin sarıklı sakallı, hiçbir taka derman olmayan herifleri nasıl bunları iddia ederler? Nereden alırlar bu gücü?

    Tabi ki kandırdıkları sığır ve mürit sürüsünden alırlar. Tüm güçleri bu kandırılmış sığır sürüsünden gelir. Bak bu yazının altında Kuran ayetlerine zıt gitmek pahasına bu adamları savunan müslümanlar (!) göreceksin. Anla işte bu adamların nasıl böyle zütleri kalkıyor, nasıl Allah'lık ilan edecek kadar ileri gidebiliyorlar.

    Yasin suresinin 74. ve 75. ayetlerinde şeyh-mürit ilişkisi anlatılır:

    "Kendilerine yardım edilir ümidiyle Allah'tan başka ilahlar edindiler.

    Oysaki, o ilahlar bunlara yardım edemezler. Tam aksine, bunlar, o ilahlara hizmet eden ordular durumundadır."

    Ya son cümleyi bir daha oku lütfen: "Tam aksine, bunlar o ilahlara hizmet eden ordular durumundadır"

    Uyduruk Mevlanaları, Yunusları siz yarattınız, hala da sahipleniyorsunuz. Siz onlara hizmet ediyorsunuz siz, onların size hayrı yok, hiçbir zaman da olmadı.

    Ama siz yıllardır Kuran'ı anlamadığınız Arapça dilinde okursanız, hele hele bunların söylendiği Yasin suresini gidip ölülerin arkasından okunan bir ritüel aracına dönüştürürseniz (ki Yasin suresi "bu kitap diriler içindir" lafının geçtiği tek suredir, ironiye bak) gider böyle sömürülürsünüz. Ne diyim, Allah islam'ı ve dünyayı bu müslümanlardan korusun.

    Şimdi bakın Mevlana ile aynı dilden konuşan bir başkasını göstereceğim size, bu varlık bugün yüzbinlerce müride sahip. isteyen şu video'ya baksın:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUb

    Şeyh Nazım Kıbrısi'nin vekili olan bu ulu zat (!) diyor ki: "Bir kardeşimiz soruyor, sözlerinizin hangi kitaptan olduğunu söyleyebilir misiniz, diyor. Biz burada kitaptan konuşmuyoruz ki, şu kitaptan konuşuyorum diyeyim. Allah, peygamberlerine nasıl vahyederse, velisine de ilham eder."

    Şimdi buraya Mevlana öyküleri yazan Elif Şafak'ı getirin. Bu adamı görünce "ıyy" diyecektir. Sebep? Oysa Mevlana ile birebir aynı şeyi söylüyor bu adam.

    Şimdi buraya Mevlana'yı sırf toplumun dayatmaları yüzünden savunan ortalama bir Türk müslümanını getirin. Bu adamı görünce "ıyy" diyecektir. E sebep? Mevlana ile aynı şeyi söylüyor bu adam.

    Şimdi buraya şu spiritüalist derneklerdeki kısa boyalı saçları olan ablaları getirin. Onlar da bu adamı görünce "ıyy" diyecektir. Niye ki? Mevlana ile aynı şeyi söylemiyor mu bu adam güzel kardeşim?

    Mevlana bu adamın aynısıdır, Mevlana'nın bu adamdan tek farkı daha iyi şiir yazabiliyor olmasıdır. Mevlana'nın da böyle müritleri vardır ve onlara "ben de peygamberler gibi Allah'tan ilhamla, keşifle bilgiler alıyorum" der. Sana Mevlana'nın kitaplarındaki yukarıda gösterdiğim bölümleri okumuş olman bile bunu bilmen için yeterlidir. Mevlana da aynı bu adamlar gibi "şeyhler/veliler vahiy alır" der. Mevlana o uyduruk kitaplarında "Tanrı şöyle şöyle dedi" diye yazar, fakat hiçbir kitapta yazmaz Tanrı'nın öyle dediği, zira o sözler Mevlana'ya Tanrı tarafından bildirilir!

    Allah ise Kuran'da uyarır:

    "Yalan düzüp Allah'a iftira eden veya kendine bir şey vahyedilmediği halde "Bana vahyedildi" diyen kişi ile, "Allah'ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim" diyen kimseden daha zalim kim vardır! ... " (Enam suresi 93. ayetten)

    Bu şirin ve ponpon görünümlü tasavvuf öyle bir pisliktir ki kaz kaz bitiremezsin. Ama yine de kazmaya devam edeceğiz, maksat Allah'ın rızasını kazanmak. Tasavvufun 12-13. yüzyıllarda yaşamış olan bir diğer ağır topu, ibn Arabi'dir. Kendisi Endülüslüdür ve bu tasavvuf inancının şekillenmesinde en çok payı bulunanlardandır.

    ibn Arabi'nin en önemli eseri "Fusüsül Hikem"dir. Fusüsül Hikem, bu Arabi denen arkadaşa verilmiştir (!). Durumu, kitabın önsözünü okuyarak ibn Arabi'nin kendisinden öğrenelim [33]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAw7
    Tümünü Göster
    ···
  8. 19.
    0
    Şimdi bak güzel kardeşim, bir adam şarap içer mi? içer. Hatta isterse o şarabın şişesini zütüne de sokar. Banane. Kendi meselesidir.

    Fakat bir adam, hele hele bunlar gibi islam adı altında her taku yiyen pislikler şarap içip bir de "bu bana helaldir" derse orada sıkıntı vardır. Orada müdahale etmek, uyarmak gerekir. Zira şarap Kuran'da kesinlikle ve kesinlikle haramdır, sen eğer islam adı altında Allahçılık oynayarak kendi kafana göre helaller haramlar koyarsan, hele hele bu pisliklerinle milletin aklını çelersen, orada sana dur derler. Şarap içen bir müslümanın kafa yapısı ancak ve ancak "günahı boynuma, Allah affetsin" olabilir, eğer "bu bana helal, içerim" diyorsa, tıpkı Kuran'da söylenen şu tipe dönüşür:

    Kendi istek ve tutkularını ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? (Furkan suresi, 43)

    Şarap içip günah olduğunu bilen, kabul eden kişi yalnızca şarap içme günahını işler ve günahkar olur. Ama bu pislikler gibi şarap içip Tanrılığını ilan ettiği için şarabın kendisine "helal" olduğunu iddia eden tipler sadece şarap içme günahını değil, aynı zamanda en büyük günah olan "şirk"i, yani Allah'a ortak koşmayı da işler. Allah'a, kendisini ortak koşar. Müritleri ise bu herifleri Allah'a ortak etmiş olur.

    Eylem aynı eylemdir; şarap içmek. Fakat zihinde Allah'a karşı işlenen suç yüzünden, iki günahın boyutu çok farklıdır.

    Bu tıpkı estetik olarak beğendiğin bir heykele bakmakla, aynı heykele "bu Allah'ın bir temsilidir" manası yüklemek arasındaki fark gibidir. Birinde hiç günah yoktur, biri ise en büyük günahtır, Allah'a aracılar koymaktır.

    Fakat bunu "kardanadam puttur" diyen sığır oğlu sığır ilahiyatçılara anlatamazsın, zira bu adamların put anlayışı bile puttur. Kafalarındaki put imajı bile heykelden ibarettir. Oysa put esasen fikir olarak meydana gelir. Mekke müşriklerinin Allah'a aracı koyduğu putların isimleri Kuran'da söylenir, fakat bu putların heykel olup olmadıkları dahi söylenmez. Zira belki de bu putlar şimdilerin evliyaları, şeyhleri, hayali varlıkları gibi putlardı. Eğer bu putlar heykeldense bile, bu olay tamamen o heykele yüklenen anlamla ilgilidir, yani heykelin bir Tanrı parçası veya Tanrı'ya yaklaştırıcı unsur olduğunu iddia etmekle ilgilidir. Heykelin kendisi put olmak zorunda değildir. Bu dünya üzerinde yaşamış hiçbir insan bir heykel parçasına "aha bu Allah" diyecek kadar salak değildir, ancak bu Mevlana'lar gibi bir felsefe kurarak o putun Allah'ın parçası/temsili olduğuna inanırlar. işte Kuran'da insanların uyarıldığı "Allah'a ortak koşma" suçu tam olarak budur.

    isteyen istediğine inanabilir elbette, seçim sizin. Ahirette nasıl olsa görüşeceğiz.

    Şeyh, tıpkı Matrix'teki Neo gibidir, üst insandır. Hatta üst insan tanımı yetersizdir, insan bile değildir o, Tanrı'dır. Müritler ve diğerleri ise avamdır, Matrix'teki Tank ve Doser gibi henüz Tanrı olduğunu idrak edememiş alt varlıklardır, bunlar ayak işleriyle uğraşan hamallardır ve feda edilebilirler.

    Mesnevi'den devam ediyoruz, isteyen tamdıbını, isteyen sadece çerçeve içine aldığım kısmı okusun [32]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAw6

    Mevlana burada müritlerine, "veli" adlı yüce kişilere karşı nasıl davranmaları gerektiğini tembih eder. Onların gözünü iyice korkutur, zira çerçeve içindeki bölümde de okuyacağınız üzere Allah demiş ki: "Veliler benim çocuklarım gibidir. Bu dünya gurbetinde işten güçten beridirler (muaftırlar)".

    Böyle bir Kuran ayeti yok tabi ki de.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 18.
    0
    Evet, gerçekten de kendi içerisinde tutarlı bir argüman bu, hayır ironi yapmıyorum, ciddiyim.

    Eğer adına "insan" dediğimiz varlık aslında Tanrı'ysa, cehennem diye bir yerin olması saçmadır, çünkü bu Tanrı'nın kendini cezalandırması demek olurdu. Aynı mantıkla, eğer her şey Tanrı ise, "kötü" veya "yanlış" denilen şeyler de yoktur, her şey iyidir, her şey sadece olması gerekendir. Bunları da altını çizdiğim yerden sonraki cümlelerde söylüyor Ramtha gördüğünüz gibi. Evet her şey Tanrı ise, kötülük veya yanlışlık denilen şeyler de olamaz ve o halde Hitler'inden Cem Garipoğlu'na kadar her şey "iyi", "olması gereken", "yargılanamaz" Tanrı parçalarıdır. Bakın bu mantık örgüsü kesinlikle kendi içerisinde tutarlıdır, kimse "olur mu öyle şey ya?" diyemez, zira sen başta "her şey Tanrı'nın bir parçasıdır" demekle bunu söylemiş oldun zaten. Esas sorun felsefenin temelindedir, yani "her şeyin Tanrı olması" öğretisindedir. Temeli uyduruk olduktan sonra, üstüne istediğiniz kadar tutarlı tuğlalar ekleyin, yarattığınız şey en nihayetinde yine saçma olur. işte bu meselenin herkesi ilgilendiren şeytani boyutu da budur: Kötüler aslında iyilerdir. Size sempatik gösterilen o Mevlana'lar, Hallaç'lar hep bu felsefeyi öğütler. Bu uyduruk kitaplar da, Matrix de... Hatta Plotinus da, anlaşılamamış (!) filozof Spinoza da ki kendisi ünlü panteistlerden biridir. Ne güzel iş lan, saçmala saçmala, sonra "insanlar bizi yanlış anladı, hayır o öyle demek istemedi". Her şey apaçık ortada güzelim, saçmalıklarınızı "anlaşılamayan ulvi gerçekler" diye bir gizem perdesiyle süsleyince söyledikleriniz doğruya dönüşecek mi sandınız siz? Ancak rol yapan, toplum içindeyken "salak gözükmeyeyim de insanlar beni beğensin" bilinçaltıyla çoğunluğa uyan gerzekleri kandırırsınız, söylediklerinizin saçmalığı ise baki kalır. Neyin ne olduğunu sana apaçık deliller göstererek anlatıyoruz, akıllı ol.

    Şimdi yine pası Ramtha'dan alıp, bizim ak sakallı Mevlana'ya geçiyoruz. Ramtha "Her şey Tanrı'dır, cehennem yoktur, Tanrı kendisini niye cehenneme atsın ki?" demişti en son. Şimdi Mevlana'nın şu meşhur Mesnevi'sinde neler yumurtladığına bakıyoruz, şu 3 beyiti lütfen okuyun, burası önemli [30]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwQ

    Ruh hastası manyak herif. Allah sizin belanızı versin.

    Okudunuz di mi?

    Şeyh, Allah'ta yok olmuş yani Allah olmuş kişidir. Ve şeyhin ağzından çıkan söz, Allah'ın sözü olur Mevlana'ya göre, aynen bunları söyler yukarıdaki bölümde. Tüm sufiler de bunları söyler ya... Ve son satırda Mevlana bu durumu, Ramtha ile aynı şekilde açıklar: Şeyh Allah'tır, öyleyse şeyhin dua etmesi, Allah'ın dua etmesi gibidir. Şeyhin duası kabul olur, çünkü Allah kendi isteğini niye reddetsin?

    Sapık kere sapıklar sizi.

    Ulan bunları islam diye millete kakaladığınız için şu an içimden size envai çeşit küfürler etmek geliyor ama kendimi frenlemem lazım, zira size en güzel cevabı yine Kuran veriyor. Şu ayeti lütfen okuyun, bu ayette Allah, muhafazid peygambere şunları söylemesini emreder:

    De ki: "Ben sadece sizin gibi bir insanım. ilahınızın bir tek ilah olduğu bana vahyediliyor. O halde şaşıp sendelemeden O'na yönelin ve O'ndan af dileyin. Vay haline ortak koşanların! (Fussilet suresi, 6)

    Peygamberimize bile "Ben sadece sizin gibi bir insanım" denmesi emredilirken (çünkü kendisi de sadece bizim gibi bir insandır), bizim Mevlana gibi ne idüğü belirsiz sarıklı herifler Allah olduklarını ilan ediyorlar. işte tasavvuf alçakgönüllülüğü ve tevazusuyla karşı karşıyayız. Kes sesini, sakın bana "ama orada demek istiyor ki... " diye başlayan uyduruk izahlarla gelme. Sus lan. Cümle bile kurma. Orada ne denmek istediğini gayet iyi biliyorum ki senin islam zannettiğin bu pagan saçmalıklarının nereden geldiğini izah ediyorum sana deminden beri insan hayvanı seni. içinde Arapça terimler geçen ezbere cevaplar verme bana adam ol. Şu kafanın içindeki sümüğümsü organını kullan biraz.

    Mevlana bir şeyhtir. Şeyhler, Tanrı parçası olduklarını fark etmiş ve ermiş yüce kişilerdir, tıpkı Matrix'teki Neo gibi yani. Neo da bizim bu sufi abiler gibi hamdır, pişer ve olur. ilk başlarda testleri geçemez, bulunduğu çatıdan karşı çatıya uçmayı beceremeyip rezil olur, fakat tekamül ettikçe "O" olduğunu anlar, yükselir ve ilahlaşır.

    Ve tabi ki Tanrıların bazı (!) ayrıcalıkları da vardır. Örneğin Mesnevi'deki şu hikâyeye bakalım, biraz uzun olduğu için okumanıza gerek yok, açıklayacağım anlatılanları [31]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwO

    Mesnevi'nin bu sayfalarında anlatılan şudur: Şeyhin biri şarap içer, ardından tasavvufun yüceliğini anlamamış halktan birisi de şeyhin şarap içmesine karşı çıkar. Fakat tam da Mevlana'nın istediği sığır mürit profilinde olan başka birisi hemen olaya atlar ve özetle şunları söyler: "Sus senin ne haddine o ululara dil uzatmak. O şeyh koca bir Kızıl Deniz'dir, sense küçücük bir havuzsun. Kızıl Deniz bir şişe şarapla kirlenmez ama senin gibi bir havuz kirlenir."

    Yani şeyh koca bir derya olduğu için bir şişe şarap onu kirletmez, şarap şeyhe helaldir. Ama sıradan halk, yani Mevlana'nın deyimiyle "halden habersiz" avam ise sığ ve basit insanlardır, şarap ancak onlara haramdır. Tasavvufa göre üst insanların (havas) ve alt insanların (avam) Kuran'ı farklıdır demiştim size.

    Yine bir tasavvuf alçakgönüllülüğü ile karşı karşıyayız mına kodumun yerinde.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 17.
    0
    Bu dünya gerçektir. Elin, ayağın, gözlerin, sokaktaki kedi gerçektir. Çektiğin acılar gerçektir. Duyduğun mutluluk gerçektir. Bunlar görelidir, kişiden kişiye farklı algılanır, fakat göreli olmaları; gerçek oldukları gerçeğini değiştirmez. Hatta sadece acı, mutluluk vb değil, objeler bile görelidir. Senin renkli gördüğün binayı bazı hayvanlar siyah-beyaz görür, renk körü farklı görür, hatta sağlıklı iki insan bile aynı binayı ufak da olsa farklı renklerle algılar (geçenlerde peydah olan herkesin farklı renkte gördüğü elbise muhabbeti de bunun güzel bir örneğidir). Hatta sen bile aynı binayı gündüz başka, akşamüstü başka, gece başka renkte algılarsın. Fakat bu görelilik, o binanın "var olduğu" gerçeğini değiştirmez.

    Bir de bu ruhçu inancı sözüm ona bilimsel bir hâle getirmek için kuantum fiziğini falan kullanırlar. "Kuantuma göre madde yokmuş" diyen kılkuyruk tipler dolaşır piyasada. Kuantum "madde yoktur" diye bir şey demez güzel kardeşim, bunu sadece gibindirik bir kurstan 2 sertifika alıp bir şeylerin uzmanı olan kılkuyruk ruhçular ve "lan madem bilim adamıyım, öyleyse bu konular hakkında da ahkâm kesme hakkına sahibim" düşüncesiyle felsefe konularına giren, ama onu da eline yüzüne bulaştıran tek tük fizikçiler söyler. Bundan birkaç yüzyıl öncesine kadar her din addıbının söylediğini en büyük hakikat olarak kabul eden gerizekalı atalarımızın torunları, bugün dedelerinin izinden giderek her bilim addıbının söylediğini en büyük hakikat olarak kabul ettiğinden, tek tük bile olsa "madde yalaaaan" diyen kadın kuşağı programlarının vazgeçilmezi kılıklı bilmem kim doktor buldular mı bunu "bilim" diye kakalarlar millete. Durum bundan ibaret.

    Ruhçular ve günümüz sufileri, maddeyi ve dünyayı reddederek materyalizme karşı olduklarını söylerler ve böylece dindar kişilere sempatik gözükmeye çalışırlar. iyi de güzel kardeşim materyalizme ne kadar zıt gidersen o derece yüce ve bilge bir kişi olmazsın, zira maddeyi yaratan da Allah'tır ve onları tıpkı Kuran'da söylediği gibi "hak olarak" yaratmıştır. Hatta Allah, cennette bile bedenli bir hayat vadeder insanlara.

    Ruhçular ve sufiler, lafta kutsal kitaplara inanırlar, fakat kutsal kitapların söylediklerine daima mecazi anlamlar yüklerler. Yahudi mistikleri olan kabalacıların Tevrat'a mecazi anlam yüklemeleri gibi, Hristiyan ülkelerde yaşayan new age'cilerin incil'e mecazi anlam yüklemeleri gibi, bizim tasavvufçular da Kuran'a mecazi anlamlar yüklerler. Bu, "ben bu kitaba inanmıyorum" demenin kurnazca bir yöntemidir. "Ben bu kitaba inanmıyorum" diyerek dindarlar tarafından dışlanmak yerine, kitabın söylediği her cümleye kendilerince bir anlam katar, kendi dinlerini kurarlar. Sufilere göre Kuran'daki cennet ve cehennem de mecazdır, zira işin sonunda Allah ile bir olmak vardır. Cehennem onlara göre kişinin Allah'tan uzaklaşması, cennet de Allah'a yakınlaşması anlamında mecazi terimlerdir. Örneğin Yunus'un şu meşhur dörtlüğünde de bunu görebilirsiniz:

    Cennet cennet dedikleri,
    Birkaç köşkle birkaç huri,
    isteyene ver onları,
    Bana seni gerek seni.

    Yüzyıllardır bize bu sufiler sempatik olarak gösterildikleri için, Yunus'un bu dörtlükte "Bana Allah'ın rızası gerek" demek istediğini düşünebilirsiniz. Fakat Yunus'un söylediği çok açıktır: "Cenneti, nimeti boşver, ben Allah ile bir olmak istiyorum",

    Bizim gelenekçi hacı hoca tayfası bu sözleri "hayır, yani orada şöyle demek istiyor... " diye kıvıra kıvıra halka izah etmeye, Kuran'a uygun hale getirmeye çalışırlar. Fakat hem kendilerini, hem de insanları kandırırlar. Burada yeni bir şeyden, başka bir inançtan söz edilir. Yunus alenen Allah'ın Kuran'da vadettiği cennetin fasa fiso olduğunu, esas isteğinin Allah ile bir olmak olduğunu söyler. Allah'ın vadettiği ödül olan "nimet"i reddeder, küçümser. Böyle bir cennet; ancak küçümsedikleri ve adına "avam" dedikleri halkın (yani alt insanların) inanacağı bir yerdir. Fakat "havas" için, yani ermiş olan tasavvuf ehli bu kişiler için Kuran'da sözü edilen bu "cennet" mecazdır. Havasın Kuran'ı, Allah'ın Kurana gizlediği mecazi anlamlardadır (!). Yani Allah "alt insan"lar için yazmıştır Kuranı, "üst insan"larla iletişim kurmak için de aynı Kuran'a sembolik ve mecazi anlamlar eklemiştir. Bak sen şu Allah'ın işine!

    Oysa bu iftirayı attıkları Allah, Kuran'da onları da bizi de uyarır:

    "Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap’tan olmayan bir şeyi siz Kitap’tan sanasınız diye, dillerini Kitap’la eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde “Bu, Allah katındandır.” derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler." - Ali imran 78

    Okudun mu? Allah, Kuran'da nokta atışı yaparak, işte bu tasavvufçulara karşı uyarır bizleri.

    Tasavvufla Kuran'ı barıştıran (!), sünnilerin en bayıldığı isimlerden olan imam Gazali, Cevâhir’ul Kuran adlı kitabında tıpkı size anlattığım şekilde cenneti; avamın ve havasın cenneti olmak üzere ikiye ayırır. Havasın cenneti, işte Yunus'un bahsettiği, Allah ile bir olunan, Allah olunan cennettir.

    Tasavvuf dinine hoşgeldiniz.

    "Bana seni gerek seni"ymiş, hayırdır ne yapacan sen Allah'la? Karşılıklı sudoku mu oynayacan Allah'la? Ulan Kasparov bile santrançta rakibinin 6 hamle sonrasını tahmin edebiliyor, Allah'la ne yapacan sen söyle bakayım bana bi? He Yunus'um benim?

    "Zındık, sen kim oluyorsun da dil uzatıyorsun o büyük islam alimlerine" seslerini daha bu satırları yazarken duyar gibiyim dıbına koyim ehehe. Gelin gelin, senin islam alimin uzatmış o dilin kralını, aklını başına devşir dayı, Allah'ın kitabına uy. Ha bu adamlara inanmakta özgürsün elbette, fakat inandığın şeyin Kuran'la zerre kadar alakası olmadığını bil. Onu göresin diye uğraşıyoruz burada.

    Neyse, şimdi yine parçaları birleştirmek adına bizim ruhçu kitap Ramtha'ya geri dönelim. Hatırlarsanız bu Ramtha, hesapta Amerikalı bir ablanın bedeni aracılığıyla insanlara seslenen bir üst boyut varlığıydı.

    Ramtha, kitabın bir bölümünde, seminerine gelen Hristiyan bir kadını cehennem inancından vazgeçirmek için diller döker. Ramtha öncelikle kadına "Tanrı'nın bir parçası olduğunu" söyler, egonun oldukça hoşuna gider bu [29]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwD

    Tanrı'nın bir parçası olmak = Tanrı olmaktır elbette. Şimdi şu paragrafı, özellikle de altını çizdiğim cümleyi okuyun lütfen:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwJ

    Öncelikle altını çizdiğim cümleyi ele alalım. Ramtha özetle der ki, sen Tanrı'sın ve Tanrı kendisini cezalandırmak için mi cehennem diye bir yer yaratacak? Tanrı kendini cezalandırır mı hiç?
    Tümünü Göster
    ···
  11. 16.
    0
    Bizim Neo, Kahin'le görüşmeye gider. içeride kaşık büken keşiş tipli bir çocuk görür.

    Neo, çocuğun kaşığı nasıl büktüğünü merak eder. Çocuk da "al kardeş ben aydınlandım, bi tur da sen dön" diye bükmesi için kaşığı Neo'ya uzatır.

    Çocuk baktı ki Neo'dan bir gib olmayacak, hemen Neo'ya bir tüyo verir. Dikkatle okuyun:

    Çocuk çok bilge bir edayla "Kaşığı bükmeye çalışma, gerçeği anlamaya çalış" der. Peki nedir o ulvi "gerçek"?

    Kaşık yok. Yani o "gerçek"; aslında hiçbir şeyin gerçek olmadığıdır. Her şey bir illüzyon, bir yanılsamadır. Ve çocuk esas bombayı patlatır:

    Neden eğdiğin kaşık değil de kendinsin? Zira bütün varlık birdir. Sen, ben, kaşık, elma, armut diye ayrı varlıklar yoktur. Vahdet-i vücud, yani varlığın birliği vardır. Panteizm işte tam olarak budur.

    Mevlana, Divan-ı Kebir'de "Sen bensin, benden ibaretsin." der [26]. Tıpkı "Eğdiğin kaşık değil, kendinsin" diyen Matrix filmi gibi.

    Mevlana yine Divan-ı Kebir'de "Biz benlikten, senlikten kurtulunca hepimiz bir oluyoruz" der [27]. Tıpkı spiritüalistlerin ve Matrix filminin söylediği gibi.

    Matrix'in başından sonuna kadar Neo'nun tekamül (ruhani evrim) sürecini izleriz. ilk başlarda Neo toydur, fakat sonra pişer, tekamül eder ve "O" olduğunu ispat eder. Peki ne olur Neo? Nedir "O"?

    Cevabı içinde gizli: Neo neyin anagramıdır? Yani N-E-O harfleriyle ne yazabilirsin?

    "One", bir.

    Wachowski Kardeşler, Neo ismini bu sebeple vermiştir bizim süper kahramana.

    Neo, birlik olduğunu fark eder. Neo, esasen "The One"dır. Neo ile temsil edilen şey, varlığın birliğidir. Tanrı olduğunu, tüm varlık gibi her şeyin bir olduğunu idrak etmiş hesapta bilge kişidir Neo. Tasavvuf jargonuyla konuşacak olursak, varlığı Allah ile bir olmuş kişi, yani insan-ı kamildir Neo. Yok eğer Budizm diliyle konuşacaksak, benliği evren ile bir olmuş, Nirvana'ya ermiş kişidir Neo. Tüm bu mistik dinler aynı şeyi söyler, sadece jargonları farklıdır.

    1200'lü yıllarda yaşayan Mevlana ile 1999 yapımı Matrix aynı şeyi söyler. ikiz Kule saldırılarından beri müslümanlara potansiyel terörist gözüyle bakılan Amerika'da, bu Mevlana nasıl bu kadar popüler olabildi sanıyorsun sen? Kuran'la zerre kadar alakası mı var zannediyorsun sen Mevlana'nın? Mevlana binlerce yıllık ruhçu öğretinin temsilcilerinden biridir güzel kardeşim. UNESCO ne gibime 2007'yi "Mevlana Yılı" ilan etti zannediyorsun sen?

    Ruhçu felsefeye göre "sadece Allah vardır" ve "her şey Allah'tır". Ve yine ruhçu felsefeye göre aynı zamanda "her şey illüzyon"dur, "her şey yokluk"tur. Kısacası "Allah her şeydir" demekle "Allah yoktur" demek arasında fark yoktur.

    Mevlana'nın Divan-ı Kebir'deki şu sözlerini okuyun [28]:

    • Ey zavallı insan! Senin varlığın Hakk'ın varlığı önünde yoktur. Yoktan ibarettir. Sen var gibi görünen bir yoksun.
    îşte bu hakîkati anlarsan şaşılıktan kurtulursun.

    Mevlana'ya göre bu gerçeği anlarsak şaşkınlıktan kurtulurmuşuz. Hakkı var, söylediği şeyin ne olduğunu tam olarak anlarsan böyle bir salaklığa inanma şaşkınlığından kurtulursun. He yok, eğer anlamazsan "Siz onların ne demek istediğini anlayamıyorsunuz cahiller, orada Allah aşkıııüüğğeee" diye ortalıkta dolanan bir denyo olur çıkarsınız. Anlamadığınız şeyi "vardır bir kerameti" diye savunursunuz. Bu lafım Mevlana seven müslümanlaraydı elbette, zira hem Kuran'a hem de Mevlana'ya inanmak felsefi açıdan mümkün değildir. Mantıksızlığın dik alasıdır. Aynı anda hem Fenerli hem Galatasaraylı olmak gibidir. Fener tribününe geçip "Ananın amı Galatasaray" diye bağırdıktan sonra, hemen Cimbom tribününe geçip bu sefer de "gibilmiş Fenerbahçe" diye tezahürat tutmaktan farkı yoktur bu işin. He bir de neyin ne olduğunu gayet iyi bilen, saman altından su yürüten azınlık fakat etkili bir hacı-hoca sınıfı var ki, onlar bu saçmalıkları Kuran'dan üstün tutarak seçimlerini çoktan yapmış durumdalar zaten.

    Peki, Kuran'a göre bu dünya bir hayal midir? Bu dünya bir illüzyon, yok efendim gölge varlık, veya yokluk mudur sufilerin iddia ettiği gibi? Kuran'dan öğrenelim:

    "Biz gökleri, yeri ve bunların arasındakileri hak olarak yarattık. ... " (Hicr suresi, 85. ayetten)

    "Hak olarak" yaratmak nedir? Hak nedir? Gerçektir ulan, gerçek.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 15.
    0
    Okudunuz mu? Sapık herif. Yemin ederim sinirlendim şu an, bu saçmalıkları nasıl anlatacağımı bilemiyorum yemin ederim. Padişahlar padişahı ile halvetteymiş Mevlana'mız. Bu sufiler halvete girip kendilerini bir odaya kilitlerler, amaç olgunlaşmak, ermek gibi tıraş sözcüklerle halka açıklanır, esas amaç ise Mevlana'nın söylediği gibi "benliği terk ederek Allah ile bir olmak"tır.

    Hemen bir sonraki sayfadan devam ediyorum [20]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUQ

    Mevlana bu satırlarda Allah'ı tehdit eder. Neden? Çünkü ruh hastasıdır da ondan.

    Allah olma aşkıyla yanıp tutuşan Mevlana, açık seçik eğer "bir olma" çağrısına cevap vermezse çeşitli kargaşalar çıkaracağını söyler Allah'a. Koşun beyler kavga var.

    Ya güzel kardeşim bu nedir lan? Üşenmeyip bi okuyun n'olur ya. Herif bildiğin ibrahim Kutluay'a laf sokma kaygısıyla şarkı yazan Demet Akalın misali şiir yazıp Allah'a rest çekiyor "bu gece de yanıma gelmezsen gürültüler koparırım" diye.

    He oldu, istersen bi de Facebook'tan engelle de seni merak etsin. Manyağa bak la.

    Şimdi aklınıza şöyle bir soru takılmış olabilir: Eğer ruhçuluk (spiritüalizm) ve tasavvuf öğretisine göre her şey zaten Allah'sa, neden benliği terk etmek gerekir? E biz zaten Allah değil miydik, hani marjinal bizdik?

    Bu soruyu cevaplamam uzun sürecek. Ve bu sorunun cevabını öğrendiğinizde, sevgi pıtırcığı gözüken tasavvufun ve ruhçuluğun, ne gibi iğrenç sonuçlara yol açtığını da göreceksiniz. Bu iğrenç sonuçların bir kısmı yalnızca müslümanları bağlar, işin inanç boyutuyla ilgilidir, o kısımları okuyan bir ateist veya deist "ee banane" demesin, zira bu iğrenç sonuçların diğer kısmı ise sadece müslümanları değil herkesi ilgilendirir, hayatın pratiği ile ilgilidir. ilk anlatacaklarım işin müslümanları bağlayan, inançla alakalı kısmı olacak. Zira bunu anlatmadan evvel işin herkesi bağlayan kısmına geçiş yapmam mümkün değil. Öyle ki işin temelinde Kuran-tasavvuf çatışması yatar. Şimdi arkanıza yaslanın, ve buradan sonra anlatacaklarımı büyük bir sabırla tane tane okuyun. Arka sıra dinle burayı evladım, laf anlatıyoruz burada.

    Öncelikle şunu söyleyeyim hacı, insan ürünü olan bir felsefede muhakkak saçmalıklar (ki hem de büyük saçmalıklar) ve mantıksızlıklar olacaktır. Zaten bu yüzden bunlara kulak asmayıp "hurafe" diyoruz ya. Diğer sebebi ise, ruhçuların ve sufilerin bu dünyayı "illüzyon" diye tanımlamasıdır. Bu maddelerden oluşan dünya, onlar açısından bir "hayal"dir, aslında yoktur. Bu madde dünyasının bir aldatmaca, bir hayal olduğunu fark eden ve bu aldatmaca dünyadan, aldatmaca benliğinden sıyrılan ulvi kişiler de Allah ile bir olur. Yani tasavvufa göre Allah'ın bir yansıması olan bu dünya, Allah'ın insanlara kurduğu bir tuzaktır, yanılsamadır. Ulvi kişiler bu yanılsamayı fark eder ve madde dünyasından sıyrılarak Allah ile bir olma yolculuğuna çıkarlar. Bu ulvi kişilerin adı spiritüalizmde kimi zaman "ermiş", "üst boyut varlığı" gibi tıraş isimlerdir, aynı kişilere tasavvufta ise "insan-ı kamil" veya "veli" veya "şeyh" denir. Bu kişiler, dünyanın illüzyon olduğunu fark ederek Allah olduklarını anlarlar.

    Örneğin, Ramtha adlı ruhçu kitaba bakalım şimdi, derhal okuyun kaynatasına horyuken çektiklerim [21]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwi

    Veya diğer ruhçu kitabımız olan Ra Bilgileri'nde de aynı lafları görebiliriz [22]:

    Allah olduğunu idrak etmiş olan yüce varlık Ramtha, insanlara bu madde denen, benlik denen illüzyonu aşmaları ve Allah olduklarını fark etmeleri çağrısında bulunur [23]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwH

    Evet, şimdiye kadar yaptığımız gibi, günümüzde yazılmış bu kitaplar ile, 1200'lü yıllarda yaşamış olan Mevlana'nın AYNI şeyden bahsettiğini ispatlamak adına hemen Mevlana'nın Divan-ı Kebir adlı eseriyle karşılaştırma yapıyoruz. Şunları söyler Mevlana [24]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAU1

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAU9

    Bildiğin Burhan Altıntop'un dergâhlısı yemin ederim, "ben yoğum" nedir olum. Ruhçuların "illüzyon, aldatmaca, hayal, yokluk" dediği şeye Mevlana tıpkı onlar gibi "hayal" veya "yokluk" der, veya bazen de "gölge" der, bazen de "vehim" der. Tasavvufçuların kullandıkları bu kelimeler, ruhçuların kullandıkları "illüzyon" sözcüğü ile tamamen aynı anlama gelir, sadece jargonları farklıdır.

    Peki sadece "benlik" mi bir hayaldir? Mevlana'ya göre sadece "benlik" mi yoktur? Hayır, "ben, sen" ayrımı yoktur bu adamlar için dedik ya, tüm varlık birdir. O sebeple tüm varlık "hayal"dir, tüm varlık yoktur Mevlana'ya göre. Divan-ı Kebir'den devam ediyoruz, şu tek cümleyi okuyun [25]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUA

    Mevlana bütün varlığa illüzyon der, çünkü bütün varlık Allah'tır.

    Mevlana'nın deyimiyle sen yoksun, hayvanlar yok, bitkiler yok, çünkü sadece Allah var. O sebeple bu varlıklar birer illüzyondur tasavvufa göre, çünkü sadece Allah vardır ve her şey Allah'tır.

    Matrix filminin senaristi ve yönetmeni olan Wachowski Kardeşler de spiritüalisttir. Seyredenlerin kaçta kaçı fark etti artık orasını bilmiyorum ama son filmleri olan Cloud Atlas da alenen new age propagandasıdır. Cloud Atlas gibi Matrix de panteizm ve ruhçuluk öğretisini başarıyla yedirir izleyiciye. Herkes toplum içinde salak gözükmemek için Matrix'i anlamış ayağına yatar, halbuki panteizm bilinmeden Matrix anlaşılmaz. Gel bak, Matrix'in o meşhur sahnesinde neyden bahsedilir gör:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUl
    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUq
    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUx
    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAU0
    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUK
    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUT
    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUW
    Tümünü Göster
    ···
  13. 14.
    0
    Sen Allah değilsin, çünkü sen yoruluyorsun, uyuyorsun, bıkıyorsun, heyecanlanıyorsun. Sen Allah değilsin çünkü senin koltukaltın 2 gün yıkanmadın mı leş gibi kokuyor. Sen Allah değilsin, sen bir yaratıksın. Nice çileler de çeksen (ki çile çekmek sana illa ki bir şeyler katmak zorunda değildir), milyonlarca yılı gibtir et katrilyonlarca yıl da geçse, sen Allah'la bir olmayacaksın, tekamül etmeyeceksin. insan doğdun, insan öleceksin, ve Kuran'a göre de bu dünyada yaptıklarınla yüzleştirilmek için insan olarak ahirette yeniden yaratılacaksın.

    Tasavvuf denilen şey, mistik ve pagan bir dindir güzel kardeşim.

    Ra Bilgileri adlı spiritüalist kitaptan devam edelim [14]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAU8

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUo

    Gördüğünüz üzere yine her şeyin "bir" olduğu ve her şeyin Tanrı olduğu düşüncesi, tıpkı tasavvufi metinlerde olduğu gibi burada da okuyucuya yedirilir. Her şeyin bir olması düşüncesi panteist/panenteist öğretinin bir eseridir. islam inancına göre ise bir olan Allah'tır. Fakat tasavvufçular, islam'a tamamen ters olan "her şey birdir" felsefesini şu şekilde islam'a yamamışlardır: Allah her şeydir, ve Allah birse, o halde her şey birdir. Vücud (varlık), birdir.

    Yani ayrı ayrı benlikler, ayrı ayrı varlıklar yoktur tasavvufçulara ve spiritüalistlere göre, çünkü her şey birdir. Hatta "benlik", öldürülmesi gereken bir lanettir tasavvufa göre. Tasavvufçuların çile çekip nefslerini öldürmeye çalışmaları da bu sebepledir ki Kuran'da benliği/nefsi öldürmek değil, ona iyi ve güzel davranmak öğütlenir. Yine Kuran'la taban tabana zıt olan bir anlayışla karşı karşıyayız yani. Tasavvuf düşüncesine göre insanın "benliğinden" kurtulması gerekir, çünkü "benlik" denilen şey insanın haşa Allah olmasını engelleyen bir aldatmaca, bir illüzyondur.

    Şimdi konuyla ilgili olarak kameralarımızı yeniden Konya gecelerine, yani Mevlana'ya çeviriyoruz [15]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUm

    Mevlana'ya göre "benlik" bir suçtur, bu beyitlerde Mevlana süslü sözlerle benliği öldürmeyi ve koyun olmayı öğütler müritlerine. "Sürüde kal" der.

    Mevlana'nın "benliğini öldür, sürüde kal" diyerek verdiği öğütler, meseleyi tam olarak bilmeyen ve Mevlana'nın her dediğini iyiye yormaya meyilli zihinlerde şöyle bir etki bırakır: "Ya adam işte halkın arasında kalmayı öğütlüyor, benliğini öldür, çok sivrilme diyor, ne kadar kibirden uzak bir şey değil mi?". He canım, Mevlana'nın "benliği öldür" tavsiyesi vermekle amaçladığı şey şudur, bakın eğer benliğinizi öldürürseniz ne olurmuşsunuz, lütfen hepsini okuyun [16]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUC

    Eğer benliğinizi öldürürseniz Allah olurmuşsunuz, evet gerçekten de kibirden çok uzakmış Mevlana hazretleri. Nefs-i Emmare, tasavvufta Allah'la bir olmak için aşılması gereken bir mertebedir ki bu tasavvufun mertebeleri de yine Hinduizm ve Budizm gibi mistik dinlerden araktır. Ve bu mertebelerin sonuncusu da daima Allah veya Evren ile bir olunan yokluk hâlidir. Tanrı/Evren ile bir olunan bu yokluk hâlinin adı tasavvufta fenafillah, Hinduizm'de samadhi, Budizm'de nirvana'dır. Mevlana'nın bu satırlarda "padişah" dediği de Allah'tır elbette. Mevlana'ya göre eğer benliğinizi öldürürseniz, padişah yani Allah oluverirsiniz. Zira nefs, yani benlik, insanın Allah olmasını engelleyen bir zincirdir Mevlana'nın deyimiyle.

    Şimdi pası Mevlana'dan aldık, bizim Ramtha adlı spiritüalist kitaba geçiyoruz. Ramtha adlı yüce varlık, insanoğluna şunları öğütler [17]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwp

    Ramtha, Mevlana ile "tamamen" aynı şeyi söyler: Benlik, insanın Allah olmasına izin vermeyen bir engeldir.

    Konuşma dilinde "Ego"yu çoğu zaman "kibir" anlamında kullanırız, hani "egonu kır" falan deriz ya, işte bu yanlış bir kullanımdır hacı. Zira ego ve kibir bambaşka şeylerdir. Kibir kötüdür, ego ise kötü falan değildir. Ego demek; benliktir, nefstir. Seni sen yapan şeydir ego. Ramtha da bu bağlamda eğer egonuzu, yani benliğinizi öldürürseniz Tanrı olacağınızı öğütler tıpkı Mevlana gibi.

    Yeniden Mevlana'ya, Divan-ı Kebir'e bakalım, çerçeve içindeki kısımları okuyun [18]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUJ

    Bu süslü lafların anlamı yine aynıdır: Benliğini öldür, Allah ol. Mevlana, tekamül sürecinde Allah'la bir olunca "cefaların vefaya dönüştüğünü" söyler. Çilecilik veya asketizm olarak bilinen saçmalığın sebebi de budur; çileler çekerek benliğini öldürmek ve Allah olmak. Zira benlik bir suçtur, günahtır (tıpkı Hristiyanlıktakı gibi). Benlik, insanın Allah ile arasına giren bir engeldir. Bu nedenle benliğin aşağılanması, işkenceler görmesi, paramparça edilmesi gerekir. Zamanında dergâha girmek isteyen gençlere hakaretler edilmesi, onurlarının kırılması, çeşitli ritüellerle canlarının acıtılması bu sebeptendir. O Yunus Emre'nin çileler çekmesi, bir lokma bir hırka yaşaması nedendir sanıyordunuz siz ağalar? Mevlana'nın, Yunus'un ve diğer büyükbaş tasavvufçuların "Allah sevgisi" diye kakaladıkları şey esasen "Allah olma sevgisi"dir.

    Bazı örneklerini de gördüğünüz üzere Mevlana şiirlerinde Allah'tan "padişah", "sevgili", "maşuk" gibi isimlerle bahseder. Gelelim Mevlana'nın Divan-ı Kebir'deki bir diğer bombasına [19]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUO
    Tümünü Göster
    ···
  14. 13.
    0
    Sen seçilmiş adam değilsin merak etme, senin içinde doğduğun toplum nihai doğrulara sahip yüce bir toplum değil. Zaten kendi emeğiyle hiçbir taka derman olmamış her gerizekalı, her tembel adam da buna inanır. Toplumu tarafından kendisine öğretileni sorgulamaksızın sahiplenir ve savunur. Biri Sanskritçe "Aham Brahma asmı" demiş, biri Arapça "Enel Hakk" demiş, arada zerre kadar fark yoktur. ikisi de "Ben Allah'ım" demektir.

    Günümüzdeki Hristiyanlık; Pavlus (Aziz Paul) ve Plotinus'un eseridir, isa'nın değil. Pavlus; isa'ya karşı savaşanlardan birisidir ve döneminde nüfuz sahibi, yetkili bir abidir. Derken isa, Hristiyan inancına göre çarmıha gerilir, islam inancına göre çarmıha gerilmeyip Allah tarafından öldürülür ve kendi katına yükseltilir (bkz Ali imran 55). Her neyse, isa öldükten sonra Pavlus'a bir haller olur. Bu Pavlus bir vizyon görür, vizyon demem çok entel dantel geldiyse şöyle diyeyim, Pavlus bir anda ölmüş olan isa'yı görür. isa buna "Ben Tanrı'nın oğluyum" der ve Pavlus da bir anda imana gelir. Artık koyu bir Hristiyan olan Pavlus, insanları isa'nın kendisini bir havari olarak tayin ettiğine inandırır. Aslına bakarsan bence Pavlus yalan söylemiyordur, cidden kendi gerçekliğinde bir şeyler görmüştür herif, yoksa o kadar nüfuz sahibi bir Yahudi'nin her şeyi bırakıp Hristiyan olması bana pek akıl kârı gözükmüyor. Gördüğü artık halüsinasyon mudur, cinlerin bir oyunu mudur, yoksa Allah tarafından yapılan bir sınav mıdır orasını bilemem. Her neyse, Pavlus'un Hristiyanlığında kominyon ayini, bir başka adıyla şarap ekmek ayini vardır. Kominyon ayininde müminler şarap içer ve içilen bu şarap isa'nın kanıdır. Müminler ekmek yer ve bu ekmek isa'nın etidir. Peki müminler neden isa'nın kanını içer, etini yer? Çünkü isa Tanrı'nın oğlu olduğu gibi aynı zamanda panteist öğreti çerçevesinde Tanrı'nın ta kendisidir, zaten günümüz Hristiyanlarının bile büyük çoğunluğu bu sebeple isa'nın Tanrı olduğuna inanır ve ona "Rabbimiz" der. E dolayısıyla isa'nın kanını içip etini yemek, isa'yla bir olmaktır ve isa'yla bir olmak ise Allah'la bir olmak, Allah'la bütünleşmektir. Al geldik mi yine aynı yere, Allah olmaya?

    Ardından gelelim milattan sonra 3. yüzyıla. Bu sefer Plotinus deyu bir filozof abi türer ve adından da belli olacağı üzere Platon'un düşünceleri üzerine neo-platonizmi kurar, gerçi Platon'un düşünceleri de bu şekli almak için Plotinus'u beklemek zorunda değildir aslında, zira Platon da üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri söyler, her neyse. Plotinus'un icat ettiği sudur teorisine göre Tanrı yaratmaz, yaratılmış olan varlıklar Tanrı'dan taşar, fışkırır. Hani zeki çocuklar için "paçalarından zeka akıyo" deriz ya, Plotinus'a göre Tanrı öyle yaratıcıdır ki paçalarından yaratık akar. E dolayısıyla Plotinus'a göre de her şey Allah'tan taştığı için, her şey O'nun bir parçasıdır. Plotinus'un sıçtığı bu "sudur teorisi", daha sonra çok yeni bir şeymiş gibi islam alemine "vahdet-i vücud, vahdet-i şühud" gibi isimlerle sızacaktır.
    Gelelim günümüzdeki spiritüalist yayınlara ki onlar da tamamen aynı şeyleri söyler Hindular, mistik Hristiyanlar, Kabalistler, Budistler ve Sufilerle birlikte: "Her şey Tanrı'dır" ve dolayısıyla "Her şey Bir'dir". Tasavvuftaki vahdet-i vücud'un Türkçesi de "Varlığın birliği" demektir, meseleye uyanın, Arapça bir laflar var diye işin içinde "mübareklik" var önkabulüyle yaklaşmayın, denyo musunuz lan siz?

    Elimde Ramtha adında spiritüalist bir kitap var, ki spiritüalist kitapların alayında aynı naneleri bulabilirsiniz zaten, ben konu mankeni olarak bu kitabı seçiyorum. Lütfen şu altını çizdiğim kısımları okuyun sevgili kaynataseverler [11]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwM

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwV

    Kitabın tamamı bu saçmalıklarla doludur. Ramtha da yine her şeyin Tanrı olduğunu ve dolayısıyla bizim de Tanrı olduğumuzu bildirir insanlara. Adı günümüzde "spiritüalizm" veya "new age" olan dinin temeli budur, yeni bir şey söylemezler, binlerce yıllık paganlık aynen devam eder. Ha bunları söylediğim için spiritüalistlere göre ben, onların bilgeliğine erişemeyen, onları anlayamayan, yeterince ruhani evrim geçirmemiş düşük bir varlığımdır. Kendilerine karşı olanlara sürdükleri ilk ezbere argüman budur. Tıpkı tasavvufçuların "halk bizi anlamaz"ı gibi yani. Yöntemleri bile aynıdır bunların, zira inançları "tekamül" denilen ruhani evrim safsatasına dayanır ve bu inanca göre dünya tekamül etmiş üst insanlar ve tekamül edememiş alt insanlarla doludur.

    Bu arada size işin tiyatral yanı hakkında da bir bilgi vereyim. ABD'de J. Z. Knight adında bir abla vardır, Bu Ramtha adlı kitabın yazarı da aslında odur ama aynı zamanda değildir (hö nasıl yani, diyorsan izah edeceğim). Bu abla seminerler verir, kitaplar yazar. Fakat bu seminerleri veren o değildir, kitapları yazan da o değildir. Çünkü Ramtha adında bir üst boyuttaki varlık (tıpkı Interstallar filmindeki, üst boyutlardaki sevgi dolu, yardımsever varlıklar gibi) bu ablanın bedenini kullanarak insanlara seslenir. Ve bu Ramtha adındaki varlık tüm mistik dinlerde ve mistik bir din olan tasavvufta olduğu gibi "varlık birdir, çünkü her şey Tanrı'dır, sen de Tanrı'sın, kendini keşfet" diye seslenir insanoğluna. Peki bu Amerikalı abla sahiden bir şeyler görür duyar mı, yoksa şarlatan mıdır? Amerikalı J. Z. Knight denen kadın ne ilk, ne de sondur, Tanrı'dan veya üst boyutlardaki varlıklardan vahiy aldığını iddia eden milyonlarca spiritüalistten birisidir. Şarlatan da olabilirler, kendilerini "üst varlık, ışık varlığı, melek, peygamber" diye tanıtan cinlere inanan kandırılmışlar da olabilirler. işin orası hakkında kesin bir şey söyleyemem, tıpkı Pavlus'ta olduğu gibi.

    Velhasıl kelam işin tiyatral yanı değişir, ama öğreti aynıdır. Kimi zaman sufiler dergahta Allah aşkıyla cezbeyle kapılırlar ve "varlık birdir, her şey Allah'tır" derler, kimi zaman birtakım mistikler medyumlar vasıtasıyla celse törenleri düzenleyip üst boyuttaki varlıklarla temasa geçerler ve o varlıklar bir medyumun ağzından "varlık birdir, her şey Allah'tır" derler, kimi zaman da mantarı veya dönemindeki uyuşturucuyu kökleyen şamanlar sarhoşluk halinde her şeyi bir algılayıp "varlık birdir, her şey Tanrı'dır" derler. Toplumuna göre, kültürel etkenlere göre işin bu senaryosu değişir, ama ağızlardan çıkan o öğreti hep aynıdır "Sen Tanrı'sın".

    Ramtha'dan devam edelim, şunu lütfen okur musun güzel kardeşim [12]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAwa

    Sizin Hallac-ı Mansur'unuz ve Mevlana'nızla aynı şeyi söyler spiritüalistler: Ben Tanrı'yım, her şey Tanrı. Uyan dayı uyan geldik, hooouuuuu.

    Her şeyin Allah olması ve dolayısıyla her şeyin bir olması öğretisini pompalayan yayınlara bir örnek daha vereyim. Sıradaki kitabımızın adı "Ra Bilgileri". ismi ilginç geldi di mi, bu kitabın adının neden "Ra (Horus) Bilgileri" olduğunu da anlatacağım yazının ilerleyen kısımlarında, daha ortaya dökülecek çok hurafe var, dur hele. "Ra Bilgileri" adlı spiritüalist kitaptan bir kesit, al bak senin gül kokulu Mevlana'nla aynı şeyi söylüyorlar ama sen Kuran okumamış bir kültürel müslümansan bu adamlara "kafir" deyip Romalı Celaleddin'e "Mevlana Hazretleri" diyeceksin orası ayrı [13]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUd

    Hah, her şey Yaratan'ın (yani Tanrı'nın) bir parçası ve o halde her şey Yaratan, her şey Tanrı. Söyle bakayım bana şimdi, bu tasavvuftan farklı mıymış? Aynısı güzel kardeşim. islam'daki bir olan ve eşi, benzeri, dengi bulunmayan Allah inancı ile, bu şekildeki bir Allah inancının hiçbir alakası yoktur. Fakat "Allah'ın bir olması" kavrdıbını işte bu şekilde tahrif eder bu herifler. Senin "eski toplumlar büssürü Tanrıya inanıyodu yeeaa" dediğin olay da budur zaten merak etme. Zira hiçbir insan evladı taştan yaptığı heykele "aha bu Allah" diyecek kadar denyo değildir, adam o heykelde Allah'ın temsil edildiğine, zira o heykelin Allah'ın bir parçası olduğuna inanır. Kuran'da "şirk" yani "ortaklık" denilen olay da tam olarak budur. Fakat Allah'ın ortağı yoktur. Sen Allah değilsin. Sen Allah değilsin, çünkü senin içinde kötülük potansiyeli var, sen kötülük yapıyorsun. Sen Allah değilsin, çünkü sen yoruluyorsun, uyuyorsun, bıkıyorsun, heyecanlanıyorsun.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 12.
    0
    "içlerinden her kim, "Ben O'nun berisinden bir ilahım!" derse böylesini cehennemle cezalandırırız. Zalimleri işte böyle cezalandırırız biz." (Enbiya suresi 29)

    Bizim müslümanların "islam alimi" diye sahiplendiği bu herifler, yine Kuran'da "cehennemlik" ve "zalim" diye nitelendirilen kişilerin yaptığının birebir aynısını yapmaktadır. Benim derdim ise bu Mevlana denen adam değil, hala bu adamı izleyen, sevip bağrına basan müslüman kitledir. Ve bu "müslüman kitle" dediğim de tahmin edeceğiniz gibi öyle 3-5 kişi değil, müslümanların büyük çoğunluğudur. Rezilliği sen düşün.

    Şimdi bu "ben Allah'ım, sen Allah'sın, her şey Allah" denen motto, günümüzde de spiritüalist yayınlarla ve çaktırmadan Hollywood'la, popüler kültürle verilen panteist/panenteist öğretinin eseridir. Bunları ilk yumurtlayan ne Mevlana'dır, ne de Hallac, bu kişiler sadece bu binlerce yıllık pagan öğretiyi üstüne biraz Allah, biraz muhafazid lafı ekleyerek islam'a sızdırmayı başarmış heriflerdir. Budizmde, Hinduizmde, Pavlus ve neo-platonizmi kuran Plotinus'un öncülüğünde şekillenen Hristiyanlıkta ve Yahudi mistisizmi olan Kabala'da da vardır bu. Günümüzdeki spiritüalizmde de elbette... Antik Mısır'da, Babil'de ve Sümerlerde de vardır aynı inanç, zaten yazılı tarihte bilinen ilk çıkış noktaları da buralardır. Bizim ilahiyatçı sufi takım, hacı hocalar ve bunların takipçileri, dinler tarihi hakkındaki sıfıra yakın bilgileriyle Mevlana'yı sanki çok mübarek, çok ilahi ve çok yeni bir şey söylüyormuş gibi şöyle savunurlar "Siz o lafın ne anlama geldiğini anlamıyorsunuz, cahilsiniz, beyniniz yetmez, wara wara wara wara". Tabi bunları derken kendisi de bir tak anlamamıştır Mevlana'dan, o ayrı. Mevlana'nın binlerce yıllık pagan öğretinin temsilcilerinden sadece biri olduğundan bihaberdir. Divan-ı Kebir'den bazı güzel (!) beyitleri toparlayan Divan-ı Kebir'den Seçmeler adlı kitabın hazırlayıcısı Şefik Can da, kitabın önsözünde şöyle söyler, lütfen okuyun çünkü ben bu yazıyı yayınladıktan sonra bu blog'taki yorumlarda ve sağda solda da aynı içi boş saçmalıkları duyacaksınız [10]:

    http://www.hizliresimyukle.com/image/BAUD

    He Allah aşkıyla söylüyosa tamam o zaman.

    Hallac-ı Mansur ve Seyyid Nesimi gibi sufiler "Ben Allah'ım" dedikleri için öldürülmüşlerdir, tasavvufçular da bu durumu gayet güzel bir duygu sömürüsü aracı yaparlar. Şimdi şunu belirtmek lazım ki Yunus 99, Kafirun 6 ve daha birçok ayete göre bir insanın inancından dolayı kılına bile dokunamazsın. "Ben Allah'ım" deseler dahi bu insanlar sizin üstünüze yürümedikçe, siz onların üstüne yürüyemezsiniz. inançları yüzünden bu insanları öldürenler cinayet işlemişlerdir, katildirler. Ne zaman bir IŞiD ya da El Kaide olayı patlak verse, veya ruh hastası Ebu Cabbar Bin Zamazingo'nun teki adam öldürse "işte islam böyle bi şey!!!" diye ortaya fırlayan denyo ateist tayfayı geç, onlar için islam en kötüsü olmak zorunda, çünkü buna inanmak istiyorlar, Onlar en doğrusunu bilirler, çünkü profil fotoğrafında Einstein resmi olan ateist Facebook sayfası paylaşımları like'lıyorlar. Fakat ayetlere göre sadece nefsi müdafaa hakkın vardır, nefsi müdafaadan bir gıdım ötesini bile yapamazsın. Bu Hallac'lar falan "Ben Allah'ım" deyip öldürülünce de, zalimden mazlum durumuna terfi ettiler insanların gözünde. Zira hak etmedikleri bir ceza aldılar. Bu hep böyledir, haddi aşan ceza zalimi mazlum yapar. Eminim ki bu yazının üstüne "işte zaten sizin gibiler öldürdüler Hallac'ı" diye demagoji yapan tipler de fırlayacak, yok güzelim, adamın inancı sapıkça da olsa kılına bile dokunamazsın, hiç oradan vurmaya kalkma. Aslında Hallac-ı Mansur'un durumunu en iyi Oscar Wilde'ın şu sözü özetler: "Sırf adamın biri uğruna öldü diye, o şey ille de doğru olacak değildir"

    Tasavvufçular işte yukarıdaki sayfada göreceğiniz üzere "anlaşılmazlık" kisvesi altında kendi saçmalıklarını insanlara kabul ettirmişlerdir. Onlara göre tasavvufu anlamak her babayiğidin harcı değildir. Valla güzelim o halde Kuran'ı gönderen Allah da anlamamış olacak ki senin Hallac'ının, Bestami'nin ilahi aşkını ve derin felsefesini, o da "ben Allah'ım" diyen kişiler için zalimler demektedir Kuran'da. Galiba sizin Mevlana'lar falan Allah'a karşı platonik aşıklar, çünkü Allah bunların aşkına gereken cevabı verememiş :(

    Hayırdır, siz Allah'a dinini mi öğretiyorsunuz?

    Hinduizm düşüncesinin dayandığı en önemli metinler Upanişad'lardır. Upanişad'ların temel öğretisi ise "Tat tvam asi" (Sen O'sun) ve "Aham Brahma asmı" (Ben Brahma'yım) cümleleridir ki ikisi de aynı anlama gelir. Brahma, Hinduizm'de her şeyi yaratan Tanrı'dır. Günümüzde internet diye güzel bir nimet var arkadaşım, Google'a yaz şu sözleri de ufak çaplı bir araştırma yap bakalım, bunların binlerce yıllık pagan öğreti olduğunu ve tüm mistik dinlerde aynı nanenin bulunduğunu, bunların Kuran'daki tevhid inancıyla hiçbir alakası olmadığını, hatta tam tersi olduğunu kendi gözlerinle gör bir bakalım.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 11.
    0
    "içlerinden her kim, "Ben O'nun berisinden bir ilahım!" derse böylesini cehennemle cezalandırırız. Zalimleri işte böyle cezalandırırız biz." (Enbiya suresi 29)
    ···
  17. 10.
    0
    Evet, Hallac- Mansur adındaki eleman Allah'lığını ilan etti. Peki, yukarıda dediklerimi hatırlayın şimdi. Size eğer her şey Allah ise her şeyin iyi olacağını söylemiştim. Tasavvuf ve ruhçuluk düşüncesine göre bu hayatta "kötü" olanlar aslında "kötülük rolünü üstlenen gerçek iyiler"dir. Bu sebeple Hallac-ı Mansur sık sık Şeytan'ı över. Evet Hallac, iblis'e övgüler yağdırır, zira iblis de tıpkı her şey gibi Allah'ın bir parçasıdır. Yani Hallac'ı Mansur da Allah'tır, iblis de Allah'tır, gülünce aniden burnundan balon şeklinde fışkıran sümük de Allah'tır. Şimdi sabırla okuyun bu kısmı, bu düşüncenin nasıl iğrenç olduğunu, mantık örgüsünü kurarak anlayacaksınız:

    Kuran'a göre iblis'in Adem'e isyan etmesinin sebebi "kibir"dir. Allah, insanı yaratır ve iblis ise insandan daha üstün olduğunu iddia ederek, sırf boş bir hırs ve kibirle Allah'a isyan eder. Fakat Hallac, iblis'in isyan etme sebebini şöyle açıklar:

    Tanrı ona buyurdu: «Secde et!» O da şöyle dedi:
    «Senden başkasına secde etmem.» [7]

    Hallac tamamen kafasından senaryo üreterek Kuran'a eklemeler yapar ve iblis'in "ben Allah'tan başkasına secde etmem" bahanesiyle Adem'e secde etmediğini iddia eder. Oysa Kuran'a göre durum şudur:

    "Allah buyurdu: 'Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?' iblis dedi: 'Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.'" (Araf 12)

    Apaçık ortada di mi? Kuran'a göre iblis, insanı kıskanarak kibirlenir. Ve tarihteki ilk ırkçılık örneğini verir bize: "Ben insan'dan daha üstünüm, çünkü insan çamurdan yaratıldı, ben ateşten yaratıldım". inanın bana, bunun beyazların zencilerden üstün olduklarını iddia etmelerinden hiçbir farkı yok, altında yatan duygu tamamen aynıdır: Kibir ve boş gurur, yani hiçbir çaba sarfetmeden sahip olduğun yaratılış/doğum özelliğin ile üstünlük iddia etmek. Kuran'a göre gerçekten de insanlar birbirinden üstündür, fakat bu üstünlük yaratılıştan/doğumdan gelen özelliklere dayalı değil, özgür irade ile yapılan eylemlere dayalıdır. Ve tabi ki üstünlük de kişinin kendi çabasıyla yaptığı iyi işlere dayalı olduğundan, kimin kimden üstün olduğunu da tek bilen Allah'tır.

    Gelgelelim Hallac, Şeytanın avukatlığını yaparak iblis'i "asil" ilan eder. Bakın devamında şunları söyler Hallacı Mansur [8]:

    "Yüceliğin
    onuru konusunda iblis'le ve Firavun'la konuştum. iblis
    dedi ki 'Secde etseydim, onurlu adımı yitirirdim.’ Firavun
    ise, şöyle dedi: 'Bu Haberci'ye inansaydım, onurlu
    katımdan aşağı düşerdim.'"

    iblis, Adem'e secde etmemekle onurlu bir davranış sergilemiştir Hallac'a göre ki bu düşünce daha sonra Yezidiliğin temelini oluşturacaktır. Aynı mantıkla Allah'a isyan eden ve Musa peygambere inanmayan Firavun da çok asildir Hallac'a göre. Hatta Hallac hızını alamaz ve şunları söyler Tavasin adlı kitabında:

    "Yoldaşım ve öğretmenimdir, iblis'le Firavun" [9]

    Şimdi bak hacı, insanlar soyut kavramlardan pek anlamıyorlar, "iblis'le Firavun'u övmüş adam, ee kime ne zararı var bunun" gibi algılanıyor bu durum. Bunlar öyle basit, zararsız düşünceler değildir. iblis'i ve Firavun'u yüce varlıklar ilan edip övmek ne demektir sen biliyor musun? Gel bak, az çalıştır saksıyı. Firavun dediğin adam nedir, kimdir, ne yapar da Allah tarafından cehenneme atılır? Kuran'a bakalım:

    "Sizi Firavun hanedanından kurtardığımızı da hatırlayın. Hani, onlar size azabın en çirkiniyle kötülük ediyorlardı: Erkek çocuklarınızı boğazlıyorlar, kadınlarınıza hayasızca davranıyorlar/kadınlarınızın rahimlerini yokluyorlar/kadınlarınızı hayata salıyorlardı. işte bunda sizin için, Rabbinizden gelen büyük bir ıstırap ve imtihan vardı." (Bakara suresi, 49)

    Firavun, cinayet işleyen, tecavüz eden bir adamdır Kuran'a göre. E al sana Özgecan'ın katilleri işte. Firavun için "yoldaşım, öğretmenim" diyen Hallac-ı Mansur'a göre ve Hallac'ın yolundan giden Mevlana'ya göre Özgecan'ın katilleri de Allah'tır. Yaptıkları kötülük değildir. Çünkü kötülük diye bir şey yoktur.

    Peki Hallac'ın "yoldaşım ve öğretmenim" dediği iblis kimdir, nedir? iblis de insanlara kötülük yapmalarını fısıldayan lavuktur. Al sana adam öldürmek, hırsızlık yapmak, ırza geçmek, yalan söylemek ve aklına gelen tüm kötülüklerin yüceltilmesi... Tüm bunlar aslında kötülük değildir tasavvufa göre. Bunlar insanların "tekamül"üne yani "ruhani evrim"ine katkıda bulunan sınavlardır ve aslında çok faydalıdırlar. O sebeple bizim "kötü" dediğimiz kişiler kötü rolünü üstlenen gerçek "iyi"lerdir ve bizim "kötülük" dediğimiz eylemler aslında gerçek "iyilik"lerdir. Hallac'ın iblis ve Firavun'u övmesinin sebebi budur.

    Anladın mı şimdi "her şey Allah'tır" gibi masumane gözüken saçmalığın ciddi sonuçlarını?

    Sevgi, barış, aşk kılıfıyla; sadece yüzeysel bilgilerle hayat görüşü edinen denyo kesime hitap eden bu görüşün kötülüğü öldürme yöntemi; her şeye iyi demektir, her şeye iyi demenin tasavvufi yöntemi de "her şey Allah'tır" demektir. Zira Allah apriori olarak iyidir ve her şey Allah ise, her şey iyi olur, Oysa kötü, ona iyi denilerek yok edilemez. Kötüye iyi demek, kötülüğün en büyüklerinden biridir. Gerçek iyi ve gerçek adalet; iyi ile kötü arasına keskin çizgiler koymaktır, onları bir görmek değil.

    "Her şey Allah'tır" veya "Her şey Allah'ın bir parçasıdır" düşüncesinin yarattığı şeytani sonuç işte budur.

    Peki, her şey gibi kendisinin de Allah olduğunu söyleyen Hallac'ı ve onunla aynı fikirde olan Mevlana'yı gördük. Kuran bu kişiler için ne der?
    Tümünü Göster
    ···
  18. 9.
    0
    Arkadaşlar gece inci bakıma alındı devam edemedim. Kusura bakmayın devam ediyorum.
    ···
  19. 8.
    +1
    gibko sen misin ?
    ···
  20. 7.
    -1
    çalıntı amk muallaksi.
    Micheal gibkofield'in blogundan çalmış huur. http://michaelgibkofield....lardan-tek-dunya.html?m=1
    ···
    1. 1.
      -1
      lan ibin kimseye kendimi kanıtlamak zorunda değilim kaç sene önce uzun zaman harcayıp yazdığım bu gerçekleri blogumda paylaşmıştım ve şimdi burda paylaşma kararı aldım hepsinide paylaşıcam eğerki zoruna gidiyorsa girme buraya huuur çocu
      ···
      1. 1.
        0
        Senin bacını giberim Yalancı huur eniği seni.
        gibko olduğunu kanıtla züt capsimi atacam.
        ···