/i/Dertleşme

Derdini anlatmayan derman bulamaz..
  1. 1.
    +1
    ben böyle kin görmedim arkadaş.

    " tannnrı ım
    nerden sevdim, nerden düştüm bu belaaaa ya " şeklinde sözleri olan elimizdeki tek şarkının hareketli ritmine kapılmış, freud'u, jung'u filan gibtir etmiş, " aşk neşeli bir acıdır " modunda ilerlerken hendek civarı bi yerde dışarıdaki dünyanın yeşilliğine aldanıp indik arabadan. kırlar, çiçekler, böcekler... oh mis, kariyeri bırak buraya yerleş, hayır şuraya yerleş, olmaz tam buraya yerleş filan derken baktım ilerde arı petekleri. aaa ne ilginç. lan nesi ilginç? petek işte. hep bu " arıların işi çok zor, allah'ın mucizesi " filan sözleri. bi bakalım dedik içine, naapıyor bunlar yani olayı ne?

    arı fobisinin en kötü yanı, bunu zaman zaman unutmanızdır. yani yükseklik korkusu olan birisi onu unutup uçurum kenarında yürümez ama arıfobisi olan birisi unutup bir kovana çomak sokabilir. ve işin enteresan yanı, arının tüylerini, tüylerinde hissedene dek yeniden hatırlamaz ki hatırladığın da çok az bi zamanı kalmıştır korkmak için.

    tam da böyle oldu. kendi ensemizi şaplaklarken bulduk kendimizi aniden. sonra hızlıca bütün vücuda tokatlar atmaya başladık ve farklı yönlere koştuk istemsizce. arıların giderek yükselen sesleri savaşın başladığının habercisiydi. biz sadece kapağı kaldırıp balı nasıl yaptıklarına filan bakacaktık. nerden bilelim bunun böyle devlet sırrı gibi bi şey olduğunu? artık iki seçenek vardı; ya kalıp savaşacak ve hepsini öldürecektik, ya da kaçacaktık. takdir edersiniz ki korkudan değil saygıdan kaçmaya karar verdik. sonuçta bunlar önemli hayvanlardı.

    farklı yönlere dağılmış olsak da, bal yapan o çok zeki arıların henüz ulaşamadığı teknoloji, cep telefonlarımız vardı. haberleşip gizlice arabanın orda buluşmaya karar verdik.

    çömelerek yola doğru ilerlerken ben, tam ense kökümde aniden beliren bir arı sesi duydum. öyle uzaktan yaklaşarak gelmemişti. sanki gideceğim yeri biliyordu da orda pusuya yatmıştı. ya da dünya yuvarlak değildi. ses kesilince arının bi yerlerimde iğneyi hazırladığını düşünüp, korku anında üç katına uzayan kollarımla sağımı solumu tokatlayarak koşmaya başladım araca doğru.

    soluk soluğa yola çıktığımda diğer arkadaşı aracın yanında beklerken gördüm. " bin bin çalıştır çabuk " gibi komutlar vererek aracın kapısına ulaştım ve biner binmez camları kapadım. motor çalışınca şarkı kaldığı yerden çalmaya devam etti; tannnrı ım nerden sevdim, nerden düştüm bu belaaa ya. hala aynı şeyleri söylüyordu. kimi sevdiyse artık. yola koyulmuştuk ki arının şarkıya eşlik eder gibi daha yüksek bi sesle vızıldamaya ( tabi bize kükremek gibi geliyor ) başladığını fark ettik. ikimizde aynı anda çırpınmaya başlayınca direksiyon hakimiyetini kaybettik. karşı şeritten gelen kamyonla kafa kafaya girmek üzereyken ben mi, arkadaş mı, arı mı; birimiz refleksle kırdık direksiyonu ve kurtardık. " frene bas " diye bağırdım. araba stop etti. indik ve can havliyle yol kenarına doğru koştuk. güneşin battığı yere doğru koştuk.

    sesi artık duymadığımızı fark edince durup birbirimizi kontrol ettik. arının bizimle olmadığına emin olunca rahatlasak da bi sorun vardı; kaşınıyorduk. ensemiz, kollarımız, ve yüzümüz kaşınıyordu. ve kabarcıklar... vurulmuştuk. ilk önce bi telaş sarsa da bünyemizi, olan olmuştu ve bu demekti ki arı ölmüştü. artık güvenle yolun ortasında, yola çapraz duran ve içinde hala aynı şarkı çalan, sağından solundan geçen araçların sanki yol ortasında durmuş sevişiyormuşuz gibi kızgın kornalarla tokatladığı aracımıza doğru ilerledik. ama hala bi terslik vardı. ekgib bi şey mi vardı hayatımızda filan derken hatırladım; arılar sadece bir kere ısırabilirdi. yani biz bu yaraları muhtemelen ilk kovan önü meydan muharebesinde aldık. peşimizden gelen arının durumla alakası yok ve muhtemelen o hala aracın içinde. arkadaşın kolundan tutup dur yolcu!! dedim. bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir. orası çanakkale'ydi pardon. arı arabada olabilir. tekrar yol kenarına geri dönüp plan yapmaya karar verdik.

    polisi çağırsak gelmez, itfaiyeyi çağırsak koca araçla gelir derdimizi giberler, yol yardımı çağırsak alay ederler... lan dedim, zaten ısırıldık. noolacak sanki. gidelim birimizi bir daha ısırır ve ölür. süper plan dedi. git seni ısırsın ve ölsün. niye ben gidiyorum aq sen şüşkosun sen git, olmaz sen git, hayır sen git... kura çekelim. yazı gelirse ben tura gelirse sen. veeee izmir'in dağlarında çiçekler açmıştı. yaşa mustafa kemal paşa yaşa. yürü arabaya.

    bu yola çıktı. titreyerek ilerliyor arabaya doğru. arkadan cesaret verici şeyler söylüyorum. ortaokulda mehteran bölüğündeydik, mehteran bölüğü, has durrr!! diye bağırıyorum. sonunda ulaştı araca ve girdi içeri. birazdan uzaktan kumandayla birisi bombayı patlatacak ve arkadaş havaya uçacakmış gibi kulaklarımı kapatıp bekliyorum, bi şey olumuyor. bir kaç dakika geçti mesaj geldi gel, sanırım gitmiş. dünyanın en güzel cümlesi tümörünüz iyi huylu çıktı değil, buydu o an. koşarak gidip bindim. derin bir nefes aldım. motor çalışınca şarkı çalmaya başladı. yola koyulduk. kapat şunu da artık gibicem düştüğü belayı deyip elimi ekrana doğru uzatırken arıyı gördüm. sanırım şarkıyı çalmaya çalışıyordu. sessizce arkadaşa işaret ettim. sağa çek dedim. nefes almadan arabadan indik. hani gitmişti ulan, gir içeri çabuk ısırsın seni diyorum, yok girmem diyor. ya kura çektik, sen kaybettin diyorum, kura geçerliliğini kaybetti diyor. sanki lozan antlaşması amk. lan tamam naled olsun, ben giriyim ısırsın artık bitsin çilemiz. dedim içeri girdim.

    arı hala aynı yerde kıpırdamadan duruyor. öldü mü acaba diye yoklamak isterken aklıma dahiyane bi fikir geldi. orta parmağımla tık bi koysam uçacak. sen kapıyı aç dedim arkadaşa, ben arıya vurayım, o dışarı çıkınca kapıyı kapa. diğer taraftan dolaş, ben burdan direksiyona geçeyim, hızlıca kaçalım. tam dedi. kapıyı açtı. orta parmağı kıvırıp sessizce yaklaştırırken heyecanlıydım. tek seferde en az beş metrelik bi atış yapmalıydım. parmağım arıya bir santim kadar yaklaşmıştı ki muallak şerefsiz his mi etti artık nedir, vızzzzzz... bir anda bütün dünyam yıkıldı, bu sesle hendek yankılandı vızzzzzz. alel acele attım kendimi arabadan ve yeni biçilmiş yonca tarlalarında koşmaya başladık. bu kez daha hızlı koşuyorduk çünkü arı bu kez peşimizdeydi ve gittikçe yaklaşıyordu. araba yol kenarında bangır bangır tannnnrı ımm nerden sevdim nerden düştüm bu belaaa ya yı çalarken biz yonca tarlasında koşuyorduk. arı yaklaşıyordu.

    bir km kadar koştuktan sonra arkadaş pes edip durdu. ona doğru baktığımda beni bırak, sen kaç modundaydı. dizlerinin üstüne çöküp arıyı beklemeye koyuldu. geri dönüp koltuğunun altına girdim, pes edemeezzzsssiinn ! dedim ve iki katım kilolu arkadaşı kaldırdım. yeniden koşmaya başlasak da hızımız yavaşlamıştı. ani bir vıııızzz sesi hızla kesildi. arı yakalamıştı bizi ve birimizin üstündeydi. ahhh dedi arkadaş. evet, her şey bitmişti. kızgın kumlardan serin sulara. çöktüm yanına. alnımın terini sildim. elimi sırtına koyup geçti dedim. sakinleştirdim. yerlerde arının ölüsünü aramaya başladık. emin olmalıydık. ve yeniden o ses...

    bu bir lanet. lanetlenmiştik. arı yaşıyordu. kaçacak takatimiz kalmamıştı. baş ucumuzda dönüp durmaya başladı. hızlı bir sortiyle benim kulağımı soktu. aynı saniyeler içinde arkadaş kaşını tuttu. derken boynumun sağ yanı. pata küte girişmişti arı bize. tanrım!!! neyin öfkesiydi bu? bu kin, bu nefret nereye kadar sürecekti. kanımın damarlarımdan çekildiğini hissedip yeni kesilmiş yoncaların üstüne uzandım. artık arının sesini duymuyordum. ellerimle kurumuş yonca köklerini kavradım. bu dünyada kalmak istiyordum ama engel olamıyordum. gözlerim kapanıyordu. güçlükle açmaya çalıştığımda son gördüğüm şey arının pis sırıtışıydı. kalbin ya taşlaşmak ya da paramparça olmak zorunda olduğu bu dünyayı terk ediyorum dedim ve bıraktım kendimi.

    yeniden gözlerimi açtığımda hava kararmıştı. arkadaş baş ucumda oturmuş, telefonun feneriyle parmak uçlarını inceliyor, kötü kötü sırıtıyordu. nooluyor dedim, birleştirdiği iki parmağının ucunu gözlerime doğru yaklaştırdı. arının cesedi... ölmüştü. arkadaş ölüsüne ne gibi işkenceler yapacağımızı düşünüyordu. hayır dedim, bunu yaparsak ondan bir farkımız kalmaz. yonca diplerinde ona güzel bir mezar hazırlayıp gömdük. ve mezar taşına nefretin kazananı yoktur yazdık. evrimin bize sağladığı fiziksel üstünlükle sağ çıktığımız savaştan, yorgun, bitkin ve kederle aracımıza doğru yürüyüp yeniden yola koyulduk...
    ···
  1. 2.
    0
    KÖR OLDUM AMK
    ···
  2. 3.
    0
    Okumadım
    ···
  3. 4.
    0
    Vııızzz vızzzzzzzz
    ···
  4. 5.
    0
    Kanka üşenmedinmi yazarken
    ···
    1. 1.
      0
      Ben okumaya üşendim
      ···
  5. 6.
    0
    insan okuyacak bunu
    ···
  6. 7.
    0
    Guldum bin
    ···