-
1.
+41 -1Sultan 2.Abdulhamid Han ve Yavuz Sultan Selim in türbedarı
Sultan II. Abdülhamid Han zamanında Yavuz Sultan Selim’in türbedarının hanımı gebe kalır ve bir gün canı kiraz çeker. Ve kocasına der ki :
- ” Canım çok kiraz çekti bana bir kilo kiraz alda gel.” Adam çarşıda köşe bucak kiraz aramaya koyulur. Kiraz var ama çok pahalıdır. Bir türlü parasını toplayıp kiraz parasını bir
araya getiremez. Döner dolaşır türbeye gelir. Kabir’in yanı başında oturur ve sandukaya vurur. Der ki :
- Ey büyük islam padişahı, cihan şahı, onca senedir hizmetini görürüm ama bir himmetini görmedim” diyerek sandukaya dokundurur elini.
Daha sonra evine gider ve karısına alamadığını söyler karısı biraz üzülür haliyle. Ertesi sabah kapıya iki asker gelir ve faytonu göstererek “Sultan Hazretleri seni huzura bekler, hemen çağırır” derler. Adam bir an tereddüt eder içinden. Emri tebliğ eden asker fazla sabırlı değildir.
- Efendi ne durursun, Sultanın emrini tebliğ ederim sana ! Türbedar bakar ki ağırdan almanın zararı olacak… Çaresiz faytona atlar, doğruca sarayın avlusuna giderler. Nöbetçiler girer
çıkar, hemen huzura alırlar türbedârı. Sultan Abdülhamid Han, türbedarı tepeden aşağı bir süzer. Sonra,
kelimelere basa basa fakat yumuşak bir eda ile sorar :
- Ceddim Yavuz Sultan Selim Han’ın türbedarı sen misin ?
Adam güçlükle cevap verir :
- Evet Sultanım !
- Söyle bakalım dün türbede neler oldu?
- Derdin nedir ?
- Bir meselen olmalı ?
Bir anda zihninden bir sürü şey geçer. Acaba Sultan neyi sormak istiyor.
- Neyi kast ediyor ?
- Hangi derdimi soruyor?
Şaşkın ve ürkek bir eda ile :
- Sultanım bir şeyler olmadı, bir derdim de yoktur, sağlığınıza duacıyım.
Abdülhamid Han, hem sesini yükseltir hem de sertleştirir.
- Türbedar efendi ! Sana söylerim. Dün türbede neler oldu, meselen nedir, açık söyle !
Bir şeyler hisseder gibi oldu ama söylemeye cesaret gerek. ister istemez hadiseyi anlatır:
-Sultanım zevcem hamile. Benden kiraz istedi. Çok pahalı olduğu için alamadım. Bunun için de velinimetim Sultan Selim Han’ın sandukasına dokundum : “Bir himmetini görmedim.” dedim .
Ortalığı bir sessizlik kaplar. iki tarafta da derin tefekkür .
sonra daldığı alemden çıkan Abdülhamid Han, söylenmeye
başlar:
- Sen orda dedemin sandukasına vurdun, o da burada sabaha kadar benim başıma vurdu. Al şu bir kese altını, bir daha da böyle şeyler için dedemi rahatsız etme, doğruca bana gel !
Bundan sonra emir subayına dönen Abdülhamid Han :
_ Selim Han’ın türbedarının maaşı iki misline çıkarılsın, sıkıntıdan kurtulsun. Bir derdi olunca da hemen bana gelmesine izin verilsin.
Bir önceki başlığı görmek için (bkz: kanuni sultan süleyman ve yeniçeri)
edit:Bir panpamız okuması zor demiş o yüzden 3 5 cümlede bir boşluk bırakıcam.
edit2:Devam etmemi isteyen olursa elimde bir hikaye daha var. ilgi gelirse atarım
-
2.
+1 -1Özet geç bin
-
-
1.
+1Oyshh =I
-
-
1.
0Aşkımmm
-
1.
-
2.
+1Bizde seni bekliyoduk nerde kaldın amq
-
1.
-
3.
+1Ulu hakan Gök Sultan
-
4.
0Ne yani bu okunacak mı? Boşluk tuşu niye var lan? Acaba???
Edit: Şimdi daha güzel oldu. Şuku -
-
1.
0panpa aralara boşluk attım ama daha fazla atarsam metin metinlikten çıkıcak kusura bakma elimden bu geldi
-
1.
-
5.
+2Ruhu şad olsun.
-
6.
-2Osmanlı var çugu
-
7.
0Rezzzzzzzz
-
8.
0Devam panpa
-
9.
+3Saat 03.00 sıralarında idi Abdülhamit han hazretlerinin sesi sarayın karanlık duvarlarında şimşek gibi yankılandı.Tümünü Göster
- Arabacı!
Arabacı yatağından fırladı. Atlar koşumlar alelacele hazırlanmaya başlandı. Derken koca sultan heybetiyle sahanlıkta göründü. Halinden çok acelesinin olduğu belli oluyordu. Daha sabahlığının bir kolunu giymemişti. Elinde yalın kılıcı vardı. Merdivenleri koşarak inerken kolunu taktı. Formaliteler bir kenara bırakılmış bütün kâinat bir noktaya kilitlenmişti sanki. Hışımla merdivenleri üçer beşer inip uçar gibi atladı arabaya. Hırsından yerinde duramıyordu. Hiç kimse hatta nöbetçiler bile neler olup bittiğini anlayamamıştı. Sert bir sesle:
- Sür evladım hadi çabuk ol…
Arabacı şaklattı kırbacı. Atlar ok gibi fırladı yerinden istanbul sokaklarında bir koşuşturma başlamıştı. Bir sultan bir arabacı gecenin karanlığında olacak iş değildi? Nal sesleri gecenin karanlığını yırtıyor arada bir sultanın sert emirleri geliyordu arkadan;
- Daha hızlı yavrum daha hızlı şu sokağa sap şuradan gir…
Atlar soluk soluğa kan ter içinde koşuşuyordu. Bütün her şey dikkat kesilmiş ağaçlar evler kurt kuş hal ile daha daha hızlı diyordu. Yola çıkalıdan beri bir rüzgârda mı peydâh oldu ne? Arkadan itekliyor sanki. Arabacı hiç bir şey düşünemiyordu. Kafası allak bullak olmuştu. içi bomboştu. Bir hoş oluyordu. Öylece yol aldılar. Nihayet Abdülhamit Han Hazretleri;
- Şu çatal kapının önünde dur!
Diye emir verdi. Arabanın daha durmasını beklemeden arabadan atladı kılıcının kabzasıyla kapıyı yumrukladı. Bütün istanbul top gülleleri ile sarsılıyordu adeta. Nihayet bir erkek başı uzandı kapı aralığından ürkek tedirgin isteksizce sordu;
- Kim o?
Sultanın beklediği an gelmişti. Bir çırpıda indirdi kılıcı. Daha ne olduğunu anlayamadan bir baş gövdesinden düştü ayaklar altına. O koca Sultan derin bir oh çekti. Rahatlamış hırçınlığı gitmişti. Yavaşça sıvazlayıp arabacının sırtını müşfik bir sesle emir verdi.
- Hadi yavrum saraya… Sarsmadan…
El etek fark etmeden ağır ağır uzaklaştılar oradan. Arabacı bu sefer bir başka şaşkındı. Kaldırım taşları bile artık ahenkli bir ses çıkartmakta yol boyu ağaçlarda selam mı veriyorlar ne? Ne garip bir yolculuktu bu? O adam kimdi? Sultan neden boynunu vurmuştu. Giderkenki o hışım haşmet mehtapta gezintiye çıkmış gibi şimdiki bu ahestelik ne? Çözebilmiş anlayabilmiş değildi. Saraya girmişlerdi. Sultan odasına çekildikten sonra birkaç meraklı arabacıya yaklaştı sessizce. Arabacı bilmiyorum diyebildi.
Gerçektende olan biteni bilebilmiş değildi. Yatağındaydı ama uyuyamıyordu. Bir iş vardı bu işte. Adil adaletli dini bütün bir hükümdardı. Yargılamadan bir insana ceza verdiği görülmemişti. Herkesi okşar hoş tutardı. Af ve müsamahayı çok severdi. Yeter ki dine ve devlete karşı suç işlenmesin.
Sultanı hiç böyle görmemişti. Düşünüyordu; neden kendisi gitti? Neden gecenin o saatinde gitti. Giderkenki o acelecilik neydi? Merak içini kemiriyordu. Hele o yoldaki haller. … Çok tuhaf şeyler olmuştu. Olup biteni gidip öğrenmeliydi. Kalktı belli etmeden giyindi hırsız gibi sessizdi. Bir at seçti kendisine. Yavaşça çıktı saraydan. Kıvrılınca köşeyi mahmuzladı atı. Bir solukta vardı aynı eve. Kapı tokmağının sesi bir kez daha yankılandı. Zayıf cılız ürkek bir kadın sesi titreyerek sordu:
- Kim o?
- Teyze aç hele bir olaya şahit oldum. Beni mazur gör uyku tutmadı. Meraktan kurtar nedir bütün bunlar?
Kadın heyecanla hayretle kapıyı çabucak açtı. Gözleri karanlıkta ışıl ışıldı.
- Yavrum evladım kimdi o? Madem gördüm diyorsun ne olur söyle.
- Kim olduğunu sorma! Kellemden korkarım söylenmeyecek bir zattır. Merakımı giderirsen ne ala yoksa sen beni görmedin ben seni.
Kadın üzülmüştü. O büyük zatı öğrenememişti. Mahzundu boynu büküktü. Hıçkırıklar içinde boğuluyordu güçlükle konuştu;
- Peki madem öyle o sır seninle kalsın.
Kapıyı ardına kadar açmıştı kafası kopuk adamı içeri sürükleyip üzerine bir örtü atıvermişlerdi. Güçlükle konuştu
- Bu benim oğlumdu içkili gelmişti bana tecavüz etmek üzereydi Yarabbi beni kurtar diye çok yalvardım. Sonunu sen biliyorsun.
Arabacı donup kalmıştı. Aman ’ım böyle bir şey olabilir miydi? Kadının içeri kaçışını dahi fark edemedi. Söylenenler beynini tırmalıyordu kulakları uğulduyordu. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Olduğu yere yığıla kaldı. Neden sonra kendine geldi. Biraz sakinleşmişti.
Onca yolu nasıl gelmişti bilemedi. Düşünüyordu. Her gün hizmetinde bulunduğu bu zatı neden şimdiye kadar tanıyamadığına yanıyordu. O kadın nasıl bir kadındı ki duası kabul edilmişti? Koca sultan nasıl sultanmış ki: O’na git o kadını kurtar demişlerdi. Kim demişti? Nasıl demişlerdi? Hafsalası almıyordu. Nasıl oluyordu bütün bunlar? Görünüşte bir kafa kopmuştu. Ama o çözmüştü her şeyi. Bu sırrı kimselere açmaya cesaret edemezdi. Belki son günlerinde ifşa edebilir miydi kim bilir? Aklı karmakarışıktı.
Demek her şey böyle idi. Görünenin altında anlaşılamayan bambaşka bir dünya manevi bir dünya manevi bir hayat vardı. O artık ehlince malum o hayatı o hazzı istiyordu. Nasıl da farkına varamamıştı. Ne büyük bir gafletti. Deryanın yanında bulunup damladan istifade edememek ne acı diye düşündü. Dünyanın geçici aldatıcı zevkleri ile uğraşmamalı perdenin altını görmeli diyordu.
Artık içi içine sığmıyordu coşmuştu. Dağa taşa haykırıyordu:
Asıl hayat bu bu hayatı tanımak yaşamak lazım. O hazzı tatmalı içeri girmeli O’nunla olmalı;
Kapıyı arala ya Rab! Beni de içeri al ya Rab! O hazzı tattır ta Rab! Nasib et!.. Nasib et!.. -
10.
0tutacak rez
-
11.
0Guzel hikaye etkilendim
-
12.
0güzel hikaye
-
13.
0okuyodum sonra gözlerime bişey oldu
-
14.
0Rezervasyon
-
15.
+2Beyler okuyan var mı
-
16.
0Rezerve
-
17.
0Rezz pampa
-
18.
0Verdim sukunu