/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +3 -1
    Sonra kız demiş ki;
    “Düşünüp vardığım nokta daha en başından söylediğim gibi bizim için bir şeyler çoktan geride kaldı... hayatıma tekrar seni almayacağım. Lütfen ısrar etme”
    ···
  1. 2.
    0
    iyi demiş panpa nereden alıntı bu?
    ···
  2. 3.
    +1
    Ühühühühühüh takunu yiyeyim deme öyle Ühühühühühüüh
    ···
  3. 4.
    +1
    22 Ekim 2017’de, Galatasaray Fenerbahçe maçının ilk devresinin sonuna doğru gelmişti mesaj.
    Koyu Galatasaraylı bendenizin ilgili hanımla ilişkimiz tıpkı Galatasaray Fenerbahçe maçlarına benzemesine dair güzel bir tesadüftü mesajın tarafıma iletilme zamanı.
    Aynı Galatasaray gibi her Fenerbahçe maçı öncesi “aha oğlum bu sefer koyacaz çocuğu!” diye şaha kalkan canım takımımın taraftarları gibi yine türlü ataklar sonrası bana göre tamamı ile hakemin tarafsızlığına gölge düşürecek bir pozisyonda kaleme gelen saçma sapan bir top ile yenilmiştim yine.
    Hayır maçın özetini izleseler ne olacak?
    Hevesim kaçmış tartışmasız pozisyonları kritik etmekten. iyi pres yapıp iyi mücadele ettiğimi söyleyen yorumcuların abidik gubidik laflarına doyduysam demek ki…

    Sen git, her seferinde yemin et “bir daha gibsen aramam” diye, sonra yine kendini “lütfen ısrar etme…” sonlu mesajların üç noktasında bul…
    Resmen saçmalık.
    Nereden baksan absürt bir durum.
    ···
  4. 5.
    +1
    Bu arada ben Bulut.
    31 yaşında, askerden yeni gelmiş, yine reddedilmiş kendi halinde bi adamım.
    3 çocuklu bi ailenin en çocuksu üyesiyim.
    Az ders çalışmama rağmen istanbul’da üniversite kazanmış, sonra neden bilinmez yarıda bırakmış, iş hayatına devam edip bi tak yapamamış, askerden 30’una kadar kaçabilmiş bir adamım özetle.
    Konuya girmeden önce belirteyim ki, anlatacaklarımda geçen kişi ve kurumların işime gelen kısmı hayal ürünü, 10 lafımdan 9’u palavra ve biri şüpheli.
    Ya da değil.

    Neyse…
    Hazırsanız başlıyorum.
    ···
  5. 6.
    +1
    Yağmur’dan ayrıldıktan sonra ancak kendime gelebilen zat-ı alim, sigara parasına da razı olarak bir iş arayışına girmiştim.
    Ne kariyer ne gelecek planı yapabilen biri olarak en kolay bulunan işlerden biri olan çağrı merkezi elemanı ilanlarında göz gezdirmeye karar vermiştim.
    iş bulma sitelerinden birinde ismine bile bakmadan yaptığım 10-15 başvurudan sonra ertesi gün telefonum çaldı.
    “Bulut bey ile mi görüşüyorum?”
    Öyle şüpheyle sorulan bir soru idi ki ben bile afalladım.
    “Evet” diyebildim, ama sessizce.
    O ara popüler olan hesabınızdan terör örgütüne para aktarılmış tezgahına gelmeye yüzde bir sürü hazır olan ben karşı taraftan gelen yeni cümle ile rahatladım bir anda.
    “Merhaba Bulut bey. Ben Klex Teknoloji’den arıyorum ismim Merve. Ekranımdan tarafımıza bir iş başvurunuz olduğunu görüntülemekteyim. iş arayışınız devam etmekte midir?”
    “E-evet”
    “Eğer sizin için uygunsa yarın saat 13.00’te görüşmek isteriz.”
    “……”
    “Bulut bey?”
    “E-evet uygundur. Adresini- “
    “Adres bilgilerini tarafınıza mail yolu ile size yollayacağız.”
    “Anladım”
    “iyi günler Bulut bey. Görüşmek üzere”
    “Sağ olun” diyerek kapattım.

    2013 yılının ikinci yarısıydı.
    27 yaşımdaydım.
    iyi kötü nasıl bir iş olursa olsun artık çalışmam lazımdı.
    Ailemden yana bir sıkıntım olmasa da kendimi işe yarar biri olarak görmemi sağlayacaktı bu durum.
    Yağmur’dan ayrıldıktan sonra Sülüman’dan ayrılmış Hürrem gibi kalmıştım ortada.
    Bu ayrılık sonrası triplerim anlamsızlaşmıştı artık. Tekrar hayata kaldığım yerden devam etmem gerektiğinin farkındaydım.
    Sonuçta bir Meryem Uzerli değildim ve bu kadar tükenmişlik sendromu bana fazlaydı.
    ···
  6. 7.
    +1
    Çalışmadığım ve ergen gibi takıldığım bu dönemde günlerim nerdeyse Mourinho ciddiyeti ile Football Manager oynayarak, Galatasaray’ın altyapısını yenileyerek, sosyal platformlardaki arkadaşlarımın hesaplarından onların ne kadar mutlu ve kaliteli benimse ne kadar bomtak bi hayatım olduğunu düşünerek geçiyordu.
    Günümüzde insanların depresif hallerinden kurtulması sanırım daha uzun sürüyor Instagram denen zamazingodan öncesine göre.
    Aga, ağız tadıyla bir yeilenemiyorsun ki…
    Sen orada yatmaktan saçın 2 paket margarine bulanmış kadar yağlanmış saçların ve bilmem kaç günlük sakalınla ekrana bakarken, sana göre senin yanında bir hiç olan arkadaş çevrendekiler içtiği mochalara, yediği garip sunumlu tatlılarla ve yudumladığı abidik gubidik markalı içkileriyle sanki taşak geçer gibi sana bakıyorlar.
    Daha beter yerin dibine giriyor pgibolojin.
    “Ayazda kalmış bekçi yannanı” gibi ufalıp, büzüşüp siniyorsun köşene.
    Keşke konum etiketler gibi ruh halimizi de etiketlesek, kategorize edebilsek sosyal medyaya fotoğraf yüklerken. Daha sonra da sayfa açılışında sadece bizim seçtiğimiz “mutluluk/mutsuzluk bandı”ndaki fotoğrafları görsek.
    itiraf etmeliyiz ki, kimsenin bizden daha mutlu olmasını çekemeyen ilkel yaratıklarız.
    Ve çoğumuz besin piramidinde planktonlar nereye tekabül ediyorsa, mutluluk piramidinde o civarda seyrediyoruz.
    ···
  7. 8.
    +1
    Yatağa erkenden uyuma parolasıyla girip güneş doğarken kendimi Ahmet Kaya dinler bulduğum yeni güne bilmem kaç gündür kesmediğim sakallarımı makine ile keserek başladım.
    Akabinde girdiğim duşta ilk yıkamada köpürmeyecek kadar yağlanmış saçlarımı ikincisinde temizleyebilmenin haklı gururu ile duşakabinden çıktım ve mağrur bir şekilde önce saçımı kuruladığım havluyla en son taşaklarımı silerek temizlenme işimi tamamlamış oldum.
    Buğulu aynayı çıkarıp kirli sepetine henüz koymadığım boxerımla silip saçlarımı taramaya çalıştım.
    Her duştan yeni çıkıp saçı hafif nemli kalmış erkek gibi saçımın aldığı büyülü şekilden inanılmaz hoşlanıp sarışın olmama müteakip kendimi Kıvanç Tatlıtuğ ile yarıştırdığımı, ama bir kaç saniye süren bu durumu kendi kendime ve sadece kendi kulaklarıma yetecek bir tonda “yoğdıbına” nidası ile savuşturduğumu da inkar etmeyeceğim.
    Dolaptan yata yata zaten hayvan gibiyken daha da irileştirdiğim kendi 108 kiloluk bünyeme yakıştırdığım bir iki kıyafeti üstüme geçirdikten sonra anneme gözükmeden kapıya doğru hareketlendim.
    iş görüşmesine hazırdım.
    Sonuçta Koç Holding’e CEO olmayacaktım, kıçı kırık bir müşteri temsilcisi için fazla bile özenmiştim.
    ···
  8. 9.
    +1
    Bana bildirilen adres Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin yakınında, 6 katlı bir "plazamsı"nın 5. katındaydı.
    "Plazamsı" dedim çünkü eskiden apartman olan bir binayı üstüne cam giydirmeyle plazaya çevirmişler. Tıpkı benim Yağmur'un isteksiz tavırlarına yana yakıla "naz yapıyo yaa" tavrımı giydirip bizi zorla sevgiliye dönüştürmem gibi.
    ···
  9. 10.
    +1
    içeri girip danışmadaki arkadaşa Umut bey ile randevum olduğunu söylediğimde benden bir kimlik istedi ve dandirik bir ziyaretçi kartı verdi ve kendisine haber vereceğini söyleyerek için beni içeride 4-5 kişinin daha oturduğu bir bekleme salonunda boş bir koltuğa oturtuverdi.
    Çok ciddi takım elbiseli, hayatı iplemez uzun saçlı, hafif kaşarımsı sosyal medya kızı, gariban tipli ama ayakkabıları o dönem moda olan Tiger'dan şaşmamış bağcılar apaçisi ve ben...
    ···
  10. 11.
    +1
    Temel fıkralarındaki bir Rus, bir alman, bir Fransız, bir ingiliz ve temel gibiydik. Ben yaşlardaki kimi erkek kendini Polat, Abdülhey, Memati, Güllü Erhan veya Mecnun, iskender Baba, ismail Abi, Yavuz ortamlarında hayal ederken ben içinde bulunduğum ve muhtemel iş arkadaşlarıma, dolayısı ile ilerideki olası sosyal çevreme göz gezdiriyordum. Kulaklarımda sorulması kuvvetle muhtemel "5 yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?" sorusuna özdeş kendimi Bağcılar apaçisi ile meslek lisesi önlerinde kız kovalayıp "bonzai adamı bozayiii" esprisine gülerken bulduğum hayallerde geziniyordum.
    ···
  11. 12.
    +1
    Tam hayalimdeki bir tırrekten 50 kuruş isteyip milli olmaya ramak kalmışken "Bulut beyyy" diye seslendiler danışmadan.
    Sıra bana gelmişti.
    Daha doğrusu bize gelmişti.
    Benimle birlikte kaşar kızı, bağcılar apaçisini ve çok ciddi olanı da çağırmışlardı görüşme odasına.
    Ne kadar önemsemiyor gibi hissetsem de ufak bir heyecan olmadı değil.
    Acaba ne soracaklardı?
    Beni yetersiz gördüğüm bu işe yeterli görecekler miydi?
    içeri girdiğimde 30-35 yaşlarında hafiften fırlama tipli bi adamın oturduğu masanın karşı tarafına benimle birlikte iş görüşmesine çağırılan diğerleri ile yan yana oturduk.
    "Hoş geldiniz arkadaşlar. ismim Ümit. Bu çağrı merkezinin operasyon lideriyim" diye lafa girdi içeri girdiğimizde masada oturuyor olan çok yetkili abi. Ve "Sırayla tanıyalım sizi" diye devam etti cümlesi.
    ···
  12. 13.
    +1
    Sırayla tanıttık kendimizi, ne kadar tanıyacaksa o kadarcık cümleden...
    Bana geldiğinde sıra "Bulut ben 27 yaşımdayım. Sarıyer'de oturuyorum. Marmara Üniversitesi'nde öğrenciyim hala. Sanırım asla bitiremeyeceğim" dedim.
    Sonda o esprimsiyi yapmasam iyiydi de benden önce çok ciddili olan cümlelerinin sonunda "yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim" deyince gaza geldim herhâlde.
    Bir de güldük falan, mecburiyetten.
    Kendimi huur gibi hissettim.
    Aslında hiç yapmayacağım bir şeyi o anki faydası için karakterime ters düşse de yapmak durumunda olduğum her an hissettiğim gibi.
    ···
  13. 14.
    +1
    Saçma salak sorularla geçen 30 dakikadan sonra sanki daha önce bir yerlerde gördüğüm yalancı bir yüz ifadesi ile "Arkadaşlar çok teşekkür ederiz geldiğiniz için. Sizi tanımak harikaydı. Ben hepiniz için ön tanışmada inanılmaz kaliteli iş arkadaşları olacağınız yönündeki notumu eklediğim dosyalarınızı bu proje ile bizzat ilgilenen patronumuz Hasan Ali beye ulaştıracağım. Zaten birkaç güne kadar da süreç hakkında bilgilendirilirsiniz" diyerek taytay yaptı bize.
    Aklımda bu sahte ama o an inanmak istediğim ve inandığım ifadeleri nereden tanıdığımı düşüne düşüne danışmaya verdikleri ziyaretçi kartını iade edip kimliğimi almaya giderken aklıma geldi.
    Ne salaktım!
    Nereden hatırlayacaktım?
    Tabii ki Yağmur'dandı aklımda kalanlar.
    Aptal ben...
    Sanki çok kişiyle çok anım varmış gibi düşünüyordum bir de.
    Lan kimliğin üzerinde yazmasa doğum yerini bile unutmuş olan ben ne tak yemeye düşünmüştüm ki daha önce de yaşadığım bir anı ilk kiminle yaşadığımı?
    Sanki O'ndan önce yaşamış gibi, sanki şimdi O'ndan sonra buna yaşamak denilirmiş gibi...
    Kafamda milyonlarca yağmur damlası ile kimliğimi almak için ismimi söylediğimde danışmadaki görevli "Bulut bey müsaitseniz sizi ikinci görüşme için çok kısa bir süre daha bekletmek isteriz" dedi mıymıy bir ses tonuyla.
    ···
  14. 15.
    +1
    “Umarım çok sürmez” diye cevap verdim ben de. Sanki çok acil işlerim varmış gibi.
    isteksiz ve “sen ne diyon la yarraaaam” altyazılı bir “Hayır, birazdan Ümit bey sizinle ikinci görüşme için hazır olacak” cevabı alıp görüşme için beklemem gereken odaya girdim.
    Yine aynı odada bu sefer kaşar kız ile ben kalmıştık.
    Kaşar kızın ikinci görüşmede daha da açılmış göğüs dekoltesine selam vererek boş sandalyelerden birisine oturdum ve beklemeye başladık.
    Ulan acaba ikimizi de alacaklar mı, yoksa ikimizden birini mi alacaklar diye düşünürken kaşar dile geldi.
    “Selam, ben Ayça”
    Daha önce hiç bu kadar büyük bir dilli kaşar görmemiş olmanın şaşkınlığını 0,005896 saniyede üzerimden atıp “Bulut ben de” dedim gülümseyerek.
    ···
  15. 16.
    +1
    “Ay çok heycanlıyım ya” dediğinde ben 0,2169 saniye acaba “heycan değil dıbına kodumun kaltağı, heyecan olacak o” diye düzeltsem mi diye düşünsem de 0,0089. Saniyede ya o da bana “gibtir lan züt! dıbına kodumun değil dıbına koyduğumun olacak o” derse diye vazgeçtim bu gönüllü imla elçiliğinden. Onun yerine “Evet ben de heyecanlıyım biraz. Ama bunlar güzel heyecanlar” deyiverdim sanki ultrasonda bebeğimiz kız ya da erkek haberi bekler gibi. Allahtan kız kaşar olduğu kadar geri zekâlıydı da yadırgamadı bu durumu.
    Ardından kapı açıldı ve Ümit bey girdi içeri elinde kupasıyla.
    “Evet arkadaşlar, tekrar hoş geldiniz. Sizinle tekrar görüşmek için diğer arkadaşları nazikçe yolcu ettik. isimler neydi…” dedikten sonra kafasını öne eğip masadaki notlar arasında isimlerimizi ararken ben girdim lafa “Bulut ben”. E tabi dilli kaşar da “Ayça ben de” dedi.
    “Aa evet… Ayça hanım ve Bulut bey…
    Ayça hanım sizden başlayalım, daha önce bir çağrı merkezi deneyiminiz olmuş muydu?”
    “Hayır, ama kendime güveniyorum” dedi dilli kaşar, sanki içeride kulağımızda kulaklık varken atom parçalayacakmışız gibi… Altı üstü gelen telefonlara bakacaktık. Daha doğrusu ben öyle sanıyordum.
    ···
  16. 17.
    +1
    Şimdi arkadaşlar çağrı merkezlerinde iki çift çalışma metodu vardır.
    Birincisi Inbound, gelen çağrıları karşılamak.
    ikincisi ise Outbound, dışarıya yapılan çağrılarda görevli olma hali.
    Mantıken ilki daha kolay.
    Çünkü biri sizi arıyor. Yani o size derdini anlatmak zorunda. Şikâyet etmek için aradığınız, sipariş vermek veya sipariş durumunuzu kontrol ettirmek istediğinizde aradığınız çağrı merkezleri buna örnektir.
    ikincisi, yani Outbound, ise sizi arayan çağrı merkezlerinde sizinle konuşan arkadaşların yaptığının genel adı. Bunu daha zor olarak nitelendirmemin sebebi ise siz birini arıyorsunuz ve bu sefer siz ona derdinizi anlatmak zorundasınız. (Yaptığınız şikayetlere geri dönüşler hariç) Genellikle satış ve pazarlama, reklam için kullanılır. Hani sizi arayan “merhaba X bankasından arıyoruz. Bireysel emeklilik sistemimizle alakalı bilgi vermek için aradım” diye başlayan çağrılar var ya, işte onlar bunlar.
    ···
  17. 18.
    +1
    Ümit bey bana da aynı soruyu sorduğunda kendisine zamanında önde gelen bir teknoloji mağazasının çağrı merkezinde takım lideri olarak çalıştığımı söyledim. Sanırım hoşuna gitti.
    Ardından her ikimizle de çalışmak istediklerini, yani bunun bir eleme olmadığını söyleyerek çalışma şartlarını ve maddi konuları konuşmaya başladık.
    Sabah 10.00 akşam 18.00 saatleri arasında çalışacaktık.
    Yapacağımız iş Cisco adı verilen sistemin otomatik olarak arayıp bir ses kaydı ile “Tebrikler her yöne 1000 dakika kazandınız. Hediye paketinizin hattınıza yüklenmesi için lütfen 1’e basınız” şeklinde bize bağlayacağı potansiyel müşterilere elimizde bulunan 1000 dk + 1 gr altın + dandik bir tablet bilgisayar şeklindeki paketi kredi kartı bilgilerini alıp 900 liraya satmaktı. Ve bunun karşılığında bize aylık 1200 TL + sattığımız paket başına 30 TL prim + yol masrafları ve anlaşmalı bir lokantada öğle yemeği vereceklerdi.
    Bana para vermeseler de çalışmaya hazırdım. Zihnimi Yağmur’dan başka şeylerle doldurmalıydım. Gerçi bunu eylül ayında yapmaya çalışıyor olmam bile ne kadar anlamsız olduğuna bir işaret olsa da benim de Yağmur’un bana gösterdiği gibi O’na onsuz da bir hayatımın olabileceğini göstermem lazımdı.
    “Ben kabul ediyorum” dedim,
    “Ne zaman başlıyorum?”
    ···
  18. 19.
    +1
    işe giriş evraklarını toparlayıp, görüşmeden 2 gün sonra sabah 9.30’da iş yerime gelmiştim.
    ilk günler oryantasyon hesabı bana boş beleş gelen “işin püf noktaları” temalı eğitimlerle geçiyordu.
    Müşteriden kredi kartı bilgileri nasıl istenir, sattığımız ürünleri nasıl olduğundan daha iyi gösteririz, telefonda müşteriye nasıl güven veririz…
    Yani “Biz bu adamları nasıl giberiz”in kibarcası…
    Öyle lafın gelişi değil, cidden adam gibiyorduk.
    Bu o dönem 30 TL’ye satılan nar paketi, 20 TL’lik bir adet gram altın ve piyasa değeri taş çatlasa 300 lira olan bir adet çin malı tablet.
    Kaç para?
    900 TL.
    Vay dıbına koyayım!
    500 lira kâr…
    Ondan da 30’unu bize veriyor prim diye, kaldı mı sana kemiksiz 470 lira!
    ···
  19. 20.
    +1
    Yapmamız gereken şuydu;
    Telefon çalar, müşteri hediye dakikalarını yüklemek için iştahla 1’e basar ve telefona ben çıkarım…
    “Merhaba, ben Klex Teknoloji’den Bulut. Nasıl yardımcı olabilirim?”
    “Ben… Hediye… Dakika…”
    “Anladım, hediye dakikalarınızın hattınıza yüklenmesini talep ediyorsunuz. Doğru mudur efendim?”
    “Iııı… Evet… Hediye…”
    “Öncelikle bilgi teyidi amacı ile isminizi öğrenebilir miyim?”

    (Atıyorum… Adı Mehmet olsun)
    “Mehmet ben. Mehmet Mehmetoğlu”
    “Hemen kontrol ediyorum…”
    Tabii ki burada kontrol edilen bir tak yok.
    Maksat müşteri sansın ki bu bi sistemden benim bilgilerime görebiliyor”
    2-3 saniyelik bir susmadan sonra yine lafa giriyorum;
    “Sistemimi kontrol ettiğimde düzenli KREDi KARTI kullanımlarınız neticesinde adınıza tanımlanmış 1000 dakika hediye paketiniz olduğunu görmekteyim. Bu hediyenizi anlaşmalı olduğumuz kurumlardan KREDi KARTINIZLA yapmış olduğunuz akaryakıt, market ve giyim alışverişleriz neticesinde kazanmışsınız”
    Hooohoooo….
    Yalanlara bak yalanlara…
    Bu koca cümlenin tek maksadı şu; “Olum, sen bi hediye kazanmışsın. Ama bu hediyeyi kazanmanı sağlayan şey senin o güzel kara kaşın, kara gözün değil. Sen kredi kullanan bi yaratıksın ve bana o kredi kartın lazım”
    Ve tabii ara vermeden, müşterinin işe uyanmasını beklemeden;
    “Az önce belirttiğim gibi ilgili hediyeyi söz konusu kredi kartınızla yapmış olduğunuz düzenli alışverişler neticesinde kazandığınız için küçük bir kimlik teyidi yapmamız gerekiyor”
    Üstteki cümle eşittir “köprüden önceki son çıkış”…
    Uyandı uyandı…
    Eğer buna da uyanmazsa hiç sekmez, 900 lira limiti varsa o limit düşerdi hesabından.
    Baktım lafımı kesmedi “ne kredisi ne kartı kardeşim!!! Dolandırıcı mısınız siz? Hebele hübele… Goy goy goy…” diye, hemen devam ediyordum…
    “100 dakika konuşma paketi hediyenizi kazanmanızı sağlayan, düzenli olarak kullandığınız kredi kartı hangi bankanındır efendim?”
    (Atıyorum)
    “Garanti Bonus”
    Sonuçta sakıncasız bir bilgi…
    Neden vermesin ki?
    işin ucunda beleş 1000 dakika var.
    “Teyit için soruyorum efendim. Kartınızın alt köşesinde ‘MASTER’ ya da ‘VISA’ yazar. Lütfen kartınızı kontrol eder misiniz?”
    Eee bu da çok da kişisel değil… buna da cevap verilir değil mi?
    “VISA”
    Ahaa…
    Hayırlı olsun, kucağa oturdun Mehmetçiğim…
    Çünkü kredi kartlarının üzerinde yazan 16 haneli rakamın ilk 6 hanesi genel olarak belirlenmiş olan “Kredi Kartı BIN Listesi” yüzünden bilinebilirdi.
    Tümünü Göster
    ···