1. 1.
    0
    sokrates’in ana düşüncesi daimi olarak; bilmediğini kavramak ve bunu etrafındaki insanlarla paylaşarak onların da aslında ‘bilme’ olgusundan uzakta olduğunu öğretme üzerine olmuştur. sokrates, bilgiden kaçan ve bilgiyi kötüleyen biri olmamasına rağmen kendisinde hiçbir bilgi kırıntısının dahi bulunmadığını açık yüreklilikle ortaya koymuştur. tüm bu ‘bilgisizliğe’ rağmen sokrates yaşadığı toplumun en ‘bilge’ kişisi olduğunu da ileri sürmektedir.
    sokrates’e göre bilgi ve bilgelik
    sokrates’in bilgi üzerine düşüncelerini öncelikli olarak kendi sözleriyle anlamalıyız.
    “aslında ikimizin de iyi ya da güzel bir şey bildiği yok; fakat ben ondan daha bilgiliyim çünkü o hiçbir şey bilmiyor ama bildiğini sanıyor; bense bilmiyorum ve bildiğimi de sanmıyorum. öyleyse ben ondan daha bilgiliyim, çünkü bilmediğimi bildiğimi sanıyorum.”
    sokrates’in bu düşüncesine mağara metaforu ile bakacak olursak; sokrates önünde süzülen ve ateşin hareketleri ile yer değiştiren gölgelere ve o gölgeler ile gelen her türlü düşüncenin ‘bilgi’ niteliği taşımadığını savunurken; bir yandan da gözlerini kapatmayı reddetmektedir. i̇nsanların ‘bilgi’ diye kastettikleri olgunun bir kandırmaca olduğunu ileri sürmüştür. bunun hakkında bir yarışçıyı kastederek söylediği sözlerinde:
    “o size mutluluğun görüntülerini, bense gerçekleri veriyorum.”
    bu düşünceyi insanlara aktarmayı ve onların yüzlerine aslında bir şey bilmediklerini anlatmayı görev bilmiştir. buna rağmen karşısındakinde olmadığını kanıtladığı bilginin kendisinde de bulunmadığını belirtmiştir. kendisine bilge denmesini ise şöyle açıklamıştır:
    “adım bilgeye çıktı, çünkü sözlerime kulak verenler, başkalarında bulunmadığını gösterdiğim bilginin bende olduğunu sandılar.”
    bilgi sahibi olmadığının ‘bilge’ anldıbına gelmediği üzerinde durulacak olunursa: sokrates, iki şekilde de bilgi sahibi olmanın ‘bilge’ olma şartını karşılamadığını anlatmak istemiştir.
    birinci olgu; sahip olduğumuz bilginin gerçekliği olarak tanımlanabilir. sokrates –daha önce de belirttiğim gibi- insanların sahip olduğunu zannettiği düşüncelerin aslında bir yanılsamadan, bir yanlıştan ibaret olduğunu savunmuştur. birinci olgu “doğa-düşünce-dil-kültür-tarih” bağlamında düşünülebilir. eğer zihnimiz bu bağlam çerçevesinde şekilleniyor ve tüm bu etkiler ile gerçeklik kazanıyor ise; kendisine ‘bilgi’ diye inandırıyor ise bu metanın varlığına nasıl gerçek denilebilir. bu olgu ile ilgili olarak sokrates’in aşk üzerine söylediği bir cümle üzerinden konuşalım: sokrates’e göre aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma arzusudur. i̇nsanlık, aşk denilen bir tanımı kendi duyguları üzerinden sahip oldukları bağlam ile açıklamayı seçerken; sokrates, gerçekleri göz önünde bulundurarak açıklamada bulunmuştur. şüphesiz bu açıklama; sokrates’in her durumda savunacağı, bir dogma olarak kabul edeceği bir tanım değildir. bu cümle: platon’un “lakhes diyalogu” adlı kitabında; sokrates’in dostluk üzerine yaptığı tanımlamalarda, her seferinde kendinin çürüttüğü tanımlardan sadece biri olabilir. ama bu cümlesiyle bile sokrates’in ‘bilgi’ anlayışının ne olduğunu anlayabiliriz.
    i̇kinci olgu; elde ettiğimiz bilginin çerçevesi olarak tanımlanabilir. bilgi olarak ardından koştuğumuz metanın, yalnızca ortaya başkaları tarafından veya ‘bağlam’ ile bizim ortaya koyduğumuz tanımların sorgulamadığımız çerçevelerinden ibaret olduğudur. i̇nsan elde ettiği ‘bilgi!’ ile bu çerçeve dışında kalan tüm olguları sorgulama dışında bırakıyor ise nasıl ‘bilge’liğe kavuşabilir. sokrates’in bilgeliğine giden yolun bir şey bilmediğinden geçmesi bu sav ile açıklanabilir. bu savı da sokrates’in bir sözü ile tamamlayacak olursak:
    “en iyi ustalarda bile şairlerin kusurları var; kendi işlerinde çok iyi oldukları için en yüksek konularda da iyi olduklarını sanıyorlar, bunun sonucu olarak da asıl bilgileri kenarda kalıyordu."

    Özet: okumayın lan manyak mısınız
    ···
  1. 2.
    0
    mısınız dan sonrasını okumadım.
    ···
  2. 3.
    0
    sokrates’e göre yaşam ve ölüm
    sokrates’e göre yaşam; doğruluğun, iyiliğin, güzelliğin ve gerçekliğin ardından koşmaktır. ölüm ise yaşamın küçük bir kısmını kaplar ve yaşarken ölümü düşünmek ve ona göre hayata yön vermek onun gerçek amaçlarına ters düşer. ölüm düşünülüyor olsa bile sokrates’in dediği gibi:
    “i̇ki şeyden biri ötekinden ötürü düşünülürse asıl düşünülen o şey değil, ötekidir.”
    bu söz gösteriyor ki, ölümü düşünürken bile asıl düşünülen yaşamdır. yaşamak da yalın bir halde sokrates’e yetmez. yaşamak amaçları ile ele alınmalı ve yaşamı bütünsel hale getirmelidir:
    “değeri olan herhangi biri yaşayacak mıyım, ölecek miyim diye düşünmemelidir; bir iş yaparken sadece doğru mu yanlış mı davrandığını, korkusuzca mı, korkakça mı davrandığını düşünmelidir.”
    ölüm sadece yaşamın son verilme şeklidir. ama ölümü sadece bir olay olarak düşünürsek bu kavrama varırız. çünkü ölüm, yalnızca bir anlık bir olay olarak ele alınmak yerine sonrasını da içine alınacak şekilde düşünülebilir. nitekim sokrates de ölüm ve arkasından gelenleri birlikte düşünmüş ve kendi ölümüne hazır olduğunu aktarmıştır:
    “ölüm bir bilinçsizlik ve düşsüz uyuyan birinin uykusu gibi bir uykuysa, o ne kusursuz, ne eşsiz kazançtır.
    “fakat ölüm bizi bu dünyadan başka bir dünyaya zütüren bir yolculuksa ve herkesin dediği gibi ölenlerin hepsi başka bir dünyada yaşıyorsalar, ey hakimler bizim için bundan daha büyük bir iyilik olabilir mi?”
    sokrates ölümün getireceği tüm olası güzelliklere rağmen ölümle yargılanırken bile yaşama isteğini sürdürmüş ve tüm kazançlarını göz ardı ederek kendi toplumu için yaşamanın ve onları doğruya yöneltmenin amacını savunmuştur. bu mücadelenin yüceliği ölüm karşısında ortaya koyduğu ‘cesaretin’ temel taşı olmuştur:
    “… bir değil bin kez ölmem gerekse de, doğru bildiğimi yapmaktan vazgeçmeyeceğim.”
    ···
  3. 4.
    0
    sokrates’i̇n erdemi̇
    sokrates, bir çok öğenin varlığının sonucu olarak erdemi açıklar. bir insan ancak, yaşarken ortaya koyduğu iyiliği, güzelliği, doğruluğu; savunduğu inançları, adaleti; insanlara karşı dostluğu; olayların karşısındaki cesareti; isteklerine karşı koyabilmeyi ve buna benzer birçok şeyi bir araya toplayarak erdemli olmayı başarabilir. peki tüm bunların ne anlamı var ya da tüm ortaya konulan gereklilikler yalnızca birer kelime ve tanım olarak ele almak ne anlama gelir. kelimeler ve tanımlar elbet erdemli bir kişiyi açıklamaktan uzak bir girişim olacaktır. kaldı ki sokrates bile yaptığı tartışmalarda bu öğeleri tanımlamaya ne kadar yaklaşmışsa da sonuca varmaktan kaçınmıştır. diyaloglarında, bunları açıklama amacından daha üstün olarak insanların bu konular üzerinde düşünmesini sağlamak amacıyla yer vermiştir.
    “bizi dinleyenler buradan giderken diyecekler ki birbirine dost diyen bu insanlar –çünkü ben de kendimi dostunuz sayıyorum- daha dost nedir bulup çıkaramıyorlar.”
    sokrates’in erdemini ve bilgeliğini bir metafor ile açıklamaya çalışalım. i̇nsanların ‘doğa-düşünce-dil-kültür-tarih’ bağlamı ile elde ettiği veya öğretilen bilgileri ile bir balonu dolduralım. bu balon tanımların çizdiği bir dış duvar olarak görülebilir. bu balon önyargılar ve sorgulamasızlık ile katranlanmış bir madde olsun. eğer insanın zihni bu balon içinde yer alan bir ışık ise, bu balona sahip bir insana nasıl bilge denilebilir? başkalarını aydınlatmak şöyle dursun zihnini duvarlar ile örtüp sonra sahip olduğunu üstün görmek bilgelikten uzak bir davranış olacaktır.
    sokrates ise insanlarla yaptığı konuşmalar ile aslında bir şey bilmediklerini anlatmaya çalışmıştır. dostum dediği insanlar ile yaptığı konuşmalarda bile önce bir tanım ortaya atarak onaylarını aldıktan sonra kendi tanımını çürütmüş ve başka tanımlamalarda bulunmuştur (bu metodu lykis lakhes ile yaptığı ‘dostluk üzerine’ ve ‘cesaret üzerine’ diyaloglarında görmekteyiz). eğer sokrates her yaptığı tanım ile insanların ışık geçirmez balonları üzerine bir çekiç darbesiyle delikler açıyor ve ışığın dışarı çıkmasını sağlıyorsa; sokrates’in ‘bilgeliğe’ ulaşmak için ‘bilgiye’ ihtiyacı olmadığını söylemek fazla mı olur?
    ···
  4. 5.
    0
    çok güzel kanka bilgileniyoruz
    ···