1. 26.
    0
    büyük gibertme var toplanın demete
    ···
  2. 27.
    0
    «Gidecek bu evden mutlaka!» diye bağırdı kızkardeşi. «Başka çare yok, baba!» Sen onun Gregor olduğu düşüncesini ka fandan söküp atmaya çalış, yeter! Zaten bizim asıl mutsuzlu ğumuz, bunca zaman onun Gregor olduğuna inanmamız de ğil mi? Nasıl Gregor olabilir düşünsenize! Gregor olsa, insanların kendisi gibi bir hayvanla bir arada yaşayamayacakla rını görür ve çekip giderdi. Böyle yapsaydı, bir kardeşten yoksun kalırdık, ama yaşamamızı sürdürebilir ve onun anısını da içimizde tertemiz korurduk. Oysa şimdi peşimizi bir an bile bırakmıyor, kiracılarımızı kaçırıyor; galiba bütün eve kendisi el koyup bizi sokağa atacak. Baksana şuna baba!» diye haykırdı kızkardeşi birden: «Gene başladı işte!» Hattâ kızkardeşi Gregor'un düpedüz anlayamadığı bir korkuya kapılarak annesini bıraktı, Gregor'un yakınında bulunmaktansa annesini gözden çıkarmaya razıymış gibi, onun sandalyesini adeta itip uzaklaştırdı kendisinden ve koşup babasının arka sına sığındı. Kızkardeşinin davranışı babasını da telaşlandır mıştı; doğrulup kalktı babası, kollarını kızkardeşini korumak ister gibi yarı havaya kaldırdı.

    Ama herhangi bir kimseyi, hele kızkardeşini ürkütmeyi asla aklından geçirdiği yoktu Gregor'un. Yalnızca gerisin geri odasına yollanmak için arkasına dönmeye koyulmuş, duru mundaki nezaket dolayısıyla çetin dönüşlerde başını yardıma çağırması gerektiğinden ve bu arada kafasını pek çok kez kaldırıp yere vurduğundan, dönüşü kuşkusuz tuhaf bir izle nim uyandırmıştı. Gregor, durup çevresine bakındı. Kötü bir niyet taşımadığı anlaşılmışa benziyordu; ailesini saran korku bir an sonra kaybolmuştu. Hepsi suskun ve üzgün, Gregor'a bakıyordu şimdi. Annesi, bacaklarını uzatıp birbirine bastıra rak sandalyeye serilmiş yatıyor, bitkinlikten nerdeyse gözleri kapanıyordu; kızkardeşi, elini babasının boynuna dolamıştı. «Belki artık dönebilirim», diye düşündü Gregor ve yeniden uğraşmaya koyuldu. Kendini zorlamaktan ileri gelen o sesli soluyuşun önüne geçemiyor, yer yer çaresiz dinlenmesi gere kiyordu. Beri yandan, kendisinden odasına dönmesini kimse nin istediği yoktu şimdi, her şey ona bırakılmıştı. Dönme işini tamamlar tamamlamaz, doğru odasının yolunu tuttu. Odasıyla arasındaki uzaklığın büyüklüğüne şaştı ve aynı yolu nasıl biraz önce o dermansız haliyle, adeta farkına varmaksı zın geride bırakabildiğini bir türlü aklı almadı. Hızlı hızlı sü rünüp ilerlemekten başka şey düşünmediği için, ailesinden kendisini rahatsız edecek bir söz, bir sesleniş duyulmadığına pek dikkat etmiyordu. Ancak kapıya vardığında başını geriye döndürdü; hani boynunda hissettiği sertleşme dolayısıyla tam bir döndürüş sayılamazdı bu, ama yine de arkasında hiçbir şeyin değişmediğini gördü; yalnızca kızkardeşi ayağa kalk mıştı şimdi. Gregor'un son bakışı, o anda büsbütün uyuyakalmış annesini sıyırıp geçti.

    Gregor daha odadan içeri ayağını atar atmaz, bir anda itilip sürmelenerek kilitlenivermişti kapı. Arkasında başgösteren gürültüden Gregor öylesine korktu ki, bacakları bükülü bükülüverdi. Bu kadar acele davranan kızkardeşiydi; dimdik oracıkta beklemiş, sonra hafifçe sıçrayıp ileri atılmıştı. Kızkardeşinin arkadan yaklaştığını hiç de işitememişti Gregor; kızkardeşi, kilidin içinde anahtarı çevirirken, anne ve babası na doğru; «Hele şükür!» diye seslenmişti.

    Gregor: «Peki şimdi ne olacak?» diye sordu kendi kendine. Çok geçmeden hiç kımıldayamadığını gördü. Buna şaşmadı; tersine, şimdiye dek doğrusu bu bacaklarla devinebilmesini tuhaf buldu. Ama başka bakımdan oldukça rahat hissediyor du kendini. Gerçi bütün vücudunda ağrı ve sızılar vardı; ama öyle sanıyordu ki, bunlar yavaş yavaş gücünü yitirecek ve so nunda büsbütün silinip gidecekti. Sırtındaki çürümüş elmayı ve onun iltihaplanıp üzeri baştan aşağı yumuşak tozla örtül müş çevresini pek algıladığı yoktu artık. Ailesini düşündükçe duygulanıyor, içinde sevgi hisleri uyanıyordu. Hani kendisi de, belki kızkardeşinden daha bir kesinlikle ortadan kaybol ması gerektiğine inanıyordu. Kulenin, saati sabahın üçünü vurana dek, bu boş düşünceleri sessiz sakin kafasından geçir di. Derken dışarıda, pencerenin önünde günün yavaş yavaş ağardığını gördü. Başı, elinde olmaksızın göğsü üzerine düş tü ve burun kanatlarından o güçsüz son nefesi çıkıp gitti.

    Sabah erkenden hizmetçi gelip - güçlü kuvvetli ve aceleci bir kadın olduğundan kapıları öylesine sert vurup kapıyordu ki, o geldikten sonra evde rahat bir uyku uyunamıyordu; oy sa böyle davranmaması kendisine tekrar tekrar tembih edil mişti - her günkü ziyaretini yaptı, Gregor'da pek dikkati çe kecek bir taraf göremedi. Onun kasten kımıldamadan yattı ğını ve kendisine kırılıp gücenmiş bir süs verdiğini düşündü; çünkü hizmetçiye göre, zeki Gregor'dan beklenmeyecek şey yoktu. O sırada tesadüfen elinde bulunan süpürgeyle Gregor'u gıdıklayıp kapıdan uzaklaştırmak istedi. Başaramayınca kızdı, biraz dürttükleri Gregor'u, bir direnişle karşılaşmaksızın onu yerinden itebildiğini görünce anladı birden. işin ger çek yüzünü öğrenerek hayretle gözleri açıldı, kendi kendine bir ıslık tutturdu; ama fazla da oyalanmayarak gidip yatak odasının kapısını birden açtı ve yüksek sesle karanlıktan içe ri seslendi: «Gelin bakın şuna ayol! Gebermiş! Gebermiş sa hi, yatıyor!»
    Samsa ailesinin üyeleri doğrulup yataklarında oturdu; hiz metçinin halinden duydukları korkuyu yenebilmeleri kolay olmadı, ancak neden sonra onun verdiği haberi kavrayabildi ler. Her biri kendi yattığı taraftan çarçabuk terketti yatağı. Bay Samsa, yorganı omuzlarına almıştı; Bayan Samsa'nın üzerinde yalnız gecelik vardı. Böylece Gregor'un odasına girdiler. Eve kiracı bayların gelmesinden bu yana Grete'nin yattığı oturma odasının da kapısı açıldı derken; Grete baştan aşağı giyinikti, sanki yatmamıştı hiç, solgun yüzü de bunu doğrular, gibiydi «Ölmüş mü?» dedi. ilkin annesine, sonra başını kaldırıp soran gözlerle hizmetçinin yüzüne baktı; oysa kendisi durumu araştırabilir, hattâ bir araştırmada bulunma dan olup biteni anlayabilirdi. «Galiba öyle», diye cevapladı hizmetçi ve sözlerinin doğruluğunu göstermek için süpürgey le Gregor'un ölüsünü itip bir kenara aldı. Bayan Samsa hizmetçiyi alıkoymak ister gibi bir hareket yaptı, ama alıkoy madı. «Eh», dedi Bay Samsa, «artık Tann'ya şükredebiliriz.» Ardından istavroz çıkardı ve odadaki üç kadın da kendisi gi bi yaptılar. Gözlerini bir an bile ölü Gregor'dan ayırmayan Grete: «Görüyor musunuz, ne kadar sıskalaşmış. Tabii bun ca zaman bir şey koymadı ağzına. Odasına taşıdığımız ye mekleri yine olduğu gibi dışarı çıkarıyorduk.» Gerçekten de Gregor'un vücudu yamyassı ve kupkuru bir hal almıştı, bu nun da ancak şimdi farkına varılabiliyordu; çünkü Gregor'u havada taşıyan bacakçıklan yoktu artık, başkaca dikkati üzerine çeken bir şey de bulunmuyordu.

    «Biraz bizim odaya gelir misin, Grete!» dedi Bayan Samsa ve mahzun gülümsedi. Grete, arada bir başını çevirip ölü Gregor'a bakarak anne ve babasının ardından yürüdü, onlar la yatak odasına girdi. Hizmetçi, Gregor'un kapısını kapayıp pencereyi ardına kadar açtı. Sabahın henüz bu erken saatin de serin havaya bir ılıklık karışmıştı; mart ayının sonlarıydı artık.

    Bu sırada odalarından çıkan üç kiracı bay, şaşırmış gözlerle sağa sola bakınıp kahvaltılarını arandı. Bayları düşünen ol mamıştı. Orta boyluları suratını ekşiterek hizmetçiye: «Kah valtımız nerde?» diye sordu. Ama hizmetçi parmağını dudak larına zütürüp, acele ve suskun, Gregor'un odasına gelmele rini işaret etti. Gregor'un odasına giren baylar, elleri biraz havı dökülmüş ceketçiklerinin ceplerinde, artık iyice aydın lanmış odada ölü Gregor'un çevresinde dikilmeye başladılar.

    Birden yatak odasının kapısında üzerinde resmî üniformasıy la Bay Samsa göründü; bir koluna karısı, öbür koluna kızı girmişti. Hepsinin de gözlerinde ağlamış bir ifade vardı; Grete, yüzünü arada bir babasının koluna bastırıyordu.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 28.
    0
    Ancak, kendisine dikkat eden de olmamıştı hani. Bütün aile, çalan kemana dalmıştı; baylara, ilkin elleri pantolonlarının ceplerinde, nota sehpasının pek yakınına, notaları görebile cekleri ve kızkardeşinin kuşkusuz rahatsız olacağı yere kadar sokulan baylara gelince, çok geçmeden yarı işitilir bir sesle konuşarak başlarını önlerine eğip pencereden yana çekilmiş ler, bundan böyle de pencere kenarında kalarak, Gregor'un babası tarafından kaygılı gözlerle izlenmeye başlanmışlardı. Doğrusu apaçık görülüyordu ki, şöyle nefis ya da eğlendirici bir keman müziği dinleyecekleri sanısına kapılmakla düş kı rıklığına uğramışlardı; sanki bütün bu gösteriden bıkmışlardı da, ancak nezaket gereği rahatsız edilmelerine göz yumuyor lardı. Özellikle sigaralarının dumanını havaya üfleyişlerinden enikonu sinirli oldukları çıkarılabilirdi. Oysa kızkardeşi bir güzel çalıyordu ki! Başı yana eğilmiş, gözleri, yoklayarak ve mahzun, nota çizgilerini izliyordu. Gregor sürünerek biraz daha ilerledi, belki kızkardeşiyle göz göze geleceğini umarak başını yere yakın tutuyordu. Müzik onu bu kadar duygulan dırdığına göre, kendisine bir hayvan gözüyle bakılabilir miy di? Sanki özlemini çektiği bilinmedik besine zütüren yol so nunda ortada gözükmüşçesine bir sanıya kapılmıştı. Kızkar deşinin yanına kadar ilerleyerek kolundan çekip çekiştir meye ve böylece ona, kemanını alıp kendi odasına gelmesini dolaylı yoldan anlatmaya karar vermişti; çünkü oradakilerin hiçbiri, kendisinin yapmayı düşündüğü gibi, kızkardeşinin ke man çalışını takdir edecek durumda değildi. Kendisi, hiç de ğilse hayatta olduğu süre kızkardeşini bir daha odasından salmayacaktı; görünümündeki korkunçluk ilk kez bu konuda işine yarayacaktı; odasının bütün kapılarına aynı anda yetişe cek ve olası saldırıları tıslayarak nefesiyle geri püskürtecekti. Ama kızkardeşi zorla değil de, kendi gönlüyle onun yanında kalacaktı; yanıbaşında kanepede oturacak, kulağını kendi sine doğru eğecek, o da kızkardeşine, kendisini konservatuara yollamayı kafasına koyduğunu ve bunu başına gelen şu felâket araya girmese daha geçen Noel'de - Noel geçmişti herhalde - yapılacak itirazlara falan kulak asmaksızın anne ve babasına açıklamayı düşündüğünü bir sır gibi emanet ede cekti. Bütün bunları açıklayınca duygulanan kızkardeşinin gözünden yaşlar boşanacak, Gregor da kızkardeşinin omuz larının hizasına kadar doğrulup kalkarak, onun bir mağazada çalışmaya başlayalı beri eşarp ya da yakalık takmadığı boy nuna bir öpücük konduracaktı.

    Kiracı baylardan orta boylusu: «Bay Samsa!» diye seslendi babasına ve bundan başka bir söz söylemeyi gereksiz bularak yalnızca işaret parmağıyla, ilerden ağır ağır yaklaşan Gre gor'u gösterdi. Keman sesi sustu birden; baylardan orta boy lusu ilkin başını sallayarak arkadaşlarına gülümsedi, sonra yeniden Gregor'a baktı. Babası Gregor'u odadan çıkarmayı bırakıp, ilkin kiracı bayları yatıştırmayı zorunlu görmüştü, oysa baylar hiç de sinirlenmiş değildi ve Gregor kendilerini çalan kemandan daha çok eğlendirmişti adeta. Babası bay lara doğru seğirtmiş, kollarını açarak onları odalarından içeri sokmaya, bir yandan da vücudunu siper ederek Gregor'u on ların gözünden saklamaya çalışıyordu. Ne var ki, baylar bu nun üzerine gerçekten biraz kızar gibi oldular, babasının davranışına mı, yoksa Gregor gibi bir oda komşuları bulun duğunu şimdiye dek farketmeyip, şimdi ansızın anladıklarına mı içerledikleri belli değildi. Babasından bir açıklama bekle yerek onlar da ellerini ve kollarını oynattılar, tedirgin ve te laşlı, sakallarını çekiştirdiler, ancak yavaş yavaş uzaklaşıp odalarına girdiler. Bu arada kızkardeşi, ansızın keman çal masına ara vermenin kendisini içine sürüklediği yitikliği yen miş, gevşecik sarkan ellerinde bir süre kemanla yayı tuttuk tan ve hâlâ çalıyormuş gibi notalara baktıktan sonra birden kendini toparlamış, kemanı güçlükle soluyan ve hızlı hızlı ça lışan ciğerlerle hâlâ sandalyesinde oturan annesinin kuca ğına bırakmış, babasının sıkıştırması karşısında bayların şimdi daha bir çabuk yaklaştıkları bitişik odaya seğirtmişti. Kızkar deşinin becerikli ellerinin altında yastık ve yorganların nasıl havada uçar gibi sağa sola gidip gelerek bir çeki düzene ka vuştuğu görülüyordu. Daha baylar odaya varmadan, kızkardeşi yatakları yapıp hazırlamış, odadan dışarı süzülmüştü. Babasının da öyle bir inadı tutmuştu ki, kiracılarına karşı göstermekle yükümlü bulunduğu saygıyı unutmuştu büsbü tün; bayları habire gerilere doğru itip sürüyordu. Sonunda baylardan orta boylusu odanın kapısında ayağını güm diye yere vurarak babasını olduğu yerde durdurdu, elini kaldırıp gözlerini annesiyle kızkardeşine çevirerek: «Şurasını açıkla mak isterim ki», diye söze başladı, «bu evde ve bu aile için deki çirkin durumları dikkate alarak... » -sözün burasında kısaca karar vermiş, yere tükürdü- «odadan hemen çıkacağım. Kuşkusuz, burada kaldığım günler için de bir kuruş ödeye cek değilim. Hattâ tersine; nedenler bulmakta hiç zorluk çekmeyeceğim bir tazminat talebiyle karşınıza dikilip dikil meyeceğimi de ayrıca düşüneceğim.» Adam sustu ve bir şey bekliyormuş gibi önü sıra bakmaya başladı. Gerçekten de çok sürmedi, iki arkadaşı atıldı oradan: «Biz de hemen çıkı yoruz!» Bunun üzerine, baylardan orta boylusu, kolu yakala yarak çat diye vurup kapıyı kapadı.
    Babası yalpalayarak, elleriyle sağa sola tutunup koltuğuna yürüdü ve koltuğun üzerine yığılıp kaldı; normal akşam uykucuğunu uyuyormuş görünüyor, ama sanki gerekli destek ten yoksunmuş gibi başının hızlı hızlı sallanmasına bakılırsa hiç de uyumadığı anlaşılıyordu. Gregor, bütün zaman, kiracı bayların kendisini keşfettikleri yerde kımıldamadan kalmıştı. Planın başarısızlığa uğramasından duyduğu düş kırıklığı, öte yandan belki uzun süren bir açlığın doğurduğu dermansızlık, onu hareket etme yeteneğinden yoksun bırakmıştı. Bir an sonra her şeyin başına yıkılacağından adeta kesinlikle korku yor ve bunu bekliyordu. Hattâ annesinin titreyen parmakları arasından kayarak kucağından yere düşen ve sesi bir süre yankılanan keman bile Gregor'u ürkütüp yerinden oynata madı. Konuşmasına bir giriş olarak eliyle masanın üzerine vuran kızkardeşi: «Sevgili anneciğim, sevgili babacığım!» diye sesini yükseltti. «Bu böyle yürümeyecek. Belki siz değil siniz ama, ben farkındayım. Bu canavar karşısında kardeşi min adını ağzıma almak istemediğim için, şöyle söyleyece ğim; bu belayı başımızdan atmadan olmayacak. Gücümüz yettiği kadar kendisine bakıp etmeye, kendisine katlanmaya çalıştık. Sanıyorum, bu konuda kimse bize karşı en ufak bir suçlama yöneltemez.»

    «Yerden göğe hakkı var kızın», diye söylendi babası kendi kendine. Hâlâ nefes almakta güçlük çeken annesi, elini ağzı nın önüne tutarak, gözleri adeta yuvalarından fırlamış, bo ğuk boğuk öksürmeye başladı.

    Kızkardeşi, annesinin yanına seğirtip alnını tuttu. Kızkardeşinin sözleri, babasının kafasında daha kesin kimi düşünceler uyandırmışa benziyordu; babası doğrulup dimdik oturmuş, kiracı bayların akşam yemeklerinden hâlâ masa üzerinde du ran tabaklar arasındaki müstahdem kasketiyle oynuyor, arada bir sesi sedası çıkmayan Gregor'a bakıyordu.

    Öksürmekten annesinin kulağı hiçbir şey işitmediğinden, bu kez yalnızca babasına dönüp: «Başımızdan atmaya bakmalı yız onu!» dedi kızkardeşi. «Sizin ikinizi de mezara yollayacak, hiç kuşkunuz olmasın. Hepimiz böyle canını dişine takıp çalıştıktan sonra, evde bu bitip tükenmez işkenceye katlanılamaz doğrusu. Ben de katlanamayacağını artık.» Bunun üzerine hüngür hüngür ağlamaya başladı kızkardeşi; gözyaş ları annesinin yüzüne damlıyor ve kızkardeşi bilinçsiz el hareketleriyle onları buradan silip uzaklaştırıyordu.

    Acımaklı bir ses ve belirgin bir anlayış ifadesiyle: «Peki ama, elimizden ne gelir yavrucuğum?» dedi babası. Kızkardeşi, omuzlarını silkerek çaresizliğini belirtti; daha ön ce ağlarken güven dolu bir eda vardı halinde, oysa şimdi kendisini bir çaresizliğe kaptırmıştı.

    Babası yarı sorar gibi: «Konuştuklarımızı anlayabilse bari», dedi. Kızkardeşi böyle bir şeyin düşünülemeyeceğini belirt mek üzere, ağlamasının arasında hızlı hızlı elini salladı.
    «Konuştuklarımızı anlayabilse bari!» diye yineledi babası ve gözlerini yumarak, böyle bir şeyin olamayacağını söyleyen kızkardeşinin görüşünü benimsediğini belirtti. «Belki o za man kendisiyle bir anlaşmaya varılabilirdi. Ama bu durum da... »
    Tümünü Göster
    ···
  4. 29.
    0
    Bundan böyle Gregor hiçbir şey yememeye başlamıştı. Kendisi için hazırlanmış yemeğin önünden tesadüfen geçtikçe, sanki oyun olsun diye bir lokma alıp ağzına atıyor, lokmayı saatlerce ağzında tutup çokluk geri tükürüyordu. ilkin odası nın durumundan duyduğu üzüntünün, kendisini yemek yemekten alıkoyduğunu düşündü, ama odasındaki değişikliğe pek çabuk alışmıştı. Başka yere yerleştirilemeyen eşyaları habire kendi odasına tıkıştırıyorlardı ve evin bir odası üç bay'a kiralandığı için de böylesi eşyalar hayli çoktu. Ağırbaşlı bay lar - Gregor'un bir yol kapı aralığından gördüğüne göre, üçünün de top sakalı vardı - yalnız kendi odalarında değil, bir kez kiracı bulunduklarından bütün evde, ama en çok mut fakta her şeyin düzen içinde ve yerli yerinde olmasına alabil diğine dikkat ediyorlar, işe yaramaz, her şeyden önce pis öte beriler görmeye asla katlanamıyorlardı. Üstelik odalarındaki mobilyaların çoğunu beraberlerinde getirmişler, bu yüzden evdeki eski eşyalardan kimisi gerekliliğini yitirmişti; satılabi lecek gibi değilse de, sokağa atılmak da istenmeyen şeylerdi bunlar; dolayısıyla, hepsi de Gregor'un odasını boyluyordu. Kül sandığıyla mutfaktaki çöp bidonu da bunların arasınday dı. Kullanılmayacak gibi ne varsa, hep de pek aceleci hiz metçi tarafından Gregor'un odasına atılıp geçiliyordu. Allah’a şükür Gregor, çokluk sözkonusu eşyayla onu tutan eli görüyordu yalnız. Belki de hizmetçinin niyeti, uygun bir za man ve fırsatta eşyaları yine Gregor'un odasından almak ya da tümünü birden kaldırıp sokağa atmaktı. Ama ilk getirilip bırakıldıkları yerde kalıyordu hepsi; Gregor pılı pırtı arasın da ıkına sıkına dolaşıyor, bunları yerlerinden sağa sola oyna tıyordu; ortada sürünecek başka yer olmadığından, ilkin ister istemez yaptı bunu; ancak zamanla bundan giderek artan bir haz duymaya başladı; oysa sözkonusu gezinmelerden sonra, ölesiye yorgun ve üzgün, yine saatlerce yerinden kımıldamaksızın duruyordu.

    Kiracı baylar bazen akşam yemeklerini ortaklaşa kullanılan salonda yediklerinden, kapı kimi akşamlar kapalı tutuluyordu; Gregor, kapının açık kalmasından pek kolay vazgeçebilmişti; nihayet kapı açık olduğu bazı akşamlar da bundan ya rarlanmamış, ailesi tarafından farkına varılmaksızın, odanın en karanlık bir köşesinde uzanıp yatmıştı. Ama bir defasında salonun kapısını azıcık aralık bırakmıştı hizmetçi; kiracı bay lar, akşamleyin içeri girip ışığı yaktıklarında da yine kapı açıktı. Baylar, eskiden babası, annesi ve Gregor'un hep bir likte yemek yediği masanın baş köşesine kurulmuş, peçetele rini açıp çatal ve bıçaklarını ellerine almışlardı. Derken bir tabak etle annesi, hemen arkadan elinde patates dolu büyük bir çanakla kızkardeşi göründü. Yemekten yoğun bir du mana benzer bir buğu yükseliyordu. Kiracı baylar, sanki ön ce bir denemek ister gibi, önlerine getirilip konan tabaklar üzerine eğilmişler ve gerçekten, duruma bakılırsa öbür ikisi nin bir otorite saydığı üçüncüleri servis tabağı üzerinde et ten bir parça kesmiş, anlaşılan etin yeterince pişip pişmedi ğini, mutfağa geri yollanmasının gerekip gerekmediğini anla mak istemişti. Ama memnun kalmıştı sonuçtan; merakla olayı izleyen Gregor'un annesiyle kızkardeşi, bunun üzerine rahat bir nefes alarak gülümsemişlerdi.

    Asıl aile üyeleri ise yemeği mutfakta yiyordu; ama babası mutfağa yollanmadan salona girip, başında bere, önlerinde eğilerek oradakilerin hepsini birden selamlıyor, masanın çev resini şöyle bir dolanıyordu. Kiracı bayların her üçü de doğ rulup kalkarak top sakallarından içeri bîr şeyler mırıldanıyor, sonra yalnız kalıp tam bir sessizlik içinde yemeklerini ye meye koyuluyorlardı. Gregor'un yadırgadığı şey, çeşitli gürül tüler ortasında hep onların yemeği öğüten dişlerinin sesini işitmekti; bununla Gregor'a yemek yemek için dişlerin ge rektiği, dişler olmadan en sağlam çenelerin bile işe yarama yacağı anlatılmak isteniyordu adeta. Gregor, mahzun: «işta hım var ama, böyle yiyecekler için değil!» diye söyleniyordu kendi kendine. «Bu baylar nasıl da karınlarını doyuruyor! Oysa ben açlıktan ölüyorum.»

    Tam da o akşam Gregor'un kulağına - hanidir evde keman çalındığını anımsamıyordu - mutfaktan doğru bir keman sesi geldi. Yemeklerini yiyip bitiren baylardan orta boylusu bir gazete çıkarmış, öbür ikisine gazetenin bir yaprağını uzat mıştı; hep birden arkalarına yaslanmış, gazete okuyup pipo larım tüttürüyorlardı. Keman sesini işitince kulak kabarttılar; ayağa kalkıp parmak uçlarına basarak holün kapısına geldi ler, burada birbirlerine iyice sokularak durdular. Herhalde bayların gelişi mutfaktan işitilmişti, çünkü babasının sesini duydu Gregor: «Yoksa baylar hoşlanmadılar mı kemandan? Hani isterlerse hemen susabilir yine.» - «Hayır! Tam tersi!» diye cevapladı baylardan orta boylusu. «Acaba küçük hanım bizim buraya gelip çalamaz mı? Ne de olsa çok daha rahat ve iyi burası.» Sanki keman çalan kendisiymiş gibi: «A ta bii», dedi babası.

    Baylar, yeniden salona dönüp beklediler. Çok geçmeden no ta sehpasıyla annesi, notalarla babası ve kemanla kızkardeşi mutfaktan çıkıp geldi. Kızkardeşi, acele etmeksizin gerekli hazırlıkları yapmaya koyuldu; daha önce hiç de oda kiraya vermemiş, dolayısıyla kiracı baylara karşı nezaketi aşırılığa vardıran anne ve babası sandalyelere oturmayı bir türlü göze alamamıştı, babası sağ elini üniformasının iki düğmesi arasın daki boşluğa sokarak kapıya yaslanmıştı; ancak annesi, bay lardan birinin buyur ettiği sandalyeye çöktü; sandalyeyi bayın o anda rasgele koyduğu yerde bırakmış, dolayısıyla salonun bir köşesinde kalmıştı.

    Derken kızkardeşi çalmaya başladı; anne ve babası, her biri kendi bulunduğu yerden, kızkardeşinin ellerinin devinimle rini dikkatle izliyordu. Çalan kemanın cazibesine kapılan Gregor, her zamankinden biraz daha ileri çıkmayı göze al mıştı; bir ara başını salonun kapısından içeri soktu. Evdekilere karşı beslediği ilgi eskiden hep göğsünü kabartmıştı; son zamanlar ise onları umursadığı yoktu ve buna da şaşmıyordu pek. Oysa asıl şimdi saklanıp gizlenmesi için daha çok neden vardı; çünkü odasının dört bir yanı toz toprak içindeydi, en ufak bir kımıldanışta sağa sola tozlar uçuştuğundan, kendisi de baştan aşağı toza bulanmıştı; iplikmiş, kıllarmış, yemek artıklarıymış, ne varsa hepsini sırtında ve böğürlerinde ken disiyle gittiği yere taşıyıp zütürüyordu; her şeye karşı takın dığı umursamazlık alabildiğine büyüktü; dolayısıyla, eskisi gi bi günde pek çok kez sırt üstü yatıp halıya sürtünerek temizlenmeyi artık bırakmıştı. Ama yine de salonun tertemiz dö şemesinin üzerinde biraz daha sürünerek ilerlemekten çe kinmemişti.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 30.
    0
    @1 haşere ilaçlama fakültesi terk
    ···
  6. 31.
    0
    beyler migros tribününe bir tane biletim var.
    bir arkadaşım gelemeyeceği için şu an bende.
    satış fiyatından veriyorum. ilgilenen msj atsın

    http://yfrog.com/5a28565909j
    ···
  7. 32.
    0
    Saat onu vurur vurmaz, annesi usulca seslenerek babasını uyandırmaya, sonra onu ikna edip yatağa yatırmaya, uğraşı yordu; çünkü babasının durumunda doğru dürüst bir uyku nun sözü edilemezdi; oysa sabah saat altıda görevine başla yacağı için bu uyku kendisine son derece gerekliydi. Ama, bankada müstahdem göreviyle çalışmaya başladığından beri davranışlarında açığa vurduğu bir dikbaşlılıkla, babası biraz daha masa başında kalmak için diretiyor, ancak bu arada hep de uyuyakalıyor ve o zaman sandalyesini yatakla değiş tirmeye kendisini razı etmek için evdekiler akla karayı seçi yordu. Annesi ve kızkardeşi küçük çapta uyarılarla ne kadar üzerine düşerlerse düşsün, babası nerdeyse bir çeyrek saat hep hayır anlamında usulcacık başını sallıyor, gözlerini ka palı tutup yerinden kalkmıyordu. Annesi kolundan çekip çe kiştiriyor, kulağına hoşuna gidecek sözler söylüyor, kızkardeşi de işini bırakıp annesine yardıma geliyor, ama babasına bu da kâr etmeyerek, sözkonusu çabalar onun koltuğuna daha çok gömülmesine yol açıyordu. Ancak kadınlar kollarına girince babası gözlerini açıyor, sırayla bir annesine, bir kızkardeşine bakıyor ve hep şöyle söylüyordu: «Bu da yaşamak sözde! Yaşlı günlerimde göreceğim rahat bu ha?» Derken iki kadına yaslanıp, sanki kendi kendisi için alabildiğine bü yük bir yükmüş gibi ağırdan alarak, onlar tarafından kapıya kadar zütürülmesine rıza gösteriyor, kapıda annesiyle kızkardeşini bir el işaretiyle uzaklaştırıp bundan böyle yalnız başına ilerlemeye çalışıyor, ama az sonra annesi elindeki di kişi, kızkardeşi elindeki kalemi çarçabuk bir kenara bıraka rak yine babasına yardım için arkasından koşuyorlardı.

    Çalışmaktan yıpranmış ve aşırı yorgun. düşmüş bu ailede ki min Gregor'la öyle fazla ilgilenmeye vakti vardı. Eve harca nan para gittikçe kısılıyordu; hizmetçiye çaresiz yol verilmiş ti. Ak saçları başının çevresinde uçuşan iri yan bir kadın, pek ağır işleri görmek için sabah ve akşam eve uğruyor geri kalan işleri ise, o bir sürü dikişlerinin yanı sıra annesi yapı yordu. Hattâ Gregor'un bir akşam satış fiyatları üzerinde ko nuşulurken öğrendiğine göre, eskiden annesi ve kızkardeşinin bayram ve seyranlarda takıp takıştırdığı çeşitli aile mü cevherleri de elden çıkarılmıştı. Ama en büyük yakınma ne deni, şimdiki durumda kendilerine pek büyük gelen evden çıkamayışlarıydı; çünkü Gregor'un bir başka yere nasıl taşı nacağı konusunda kimsenin aklına bir çare gelmiyordu. Ama evdekileri bir başka yere taşınmaktan alıkoymadığını pekâlâ seziyordu Gregor; çünkü birkaç hava deliği bırakılmış uygun bir sandığın içine koyup onu, bir yerden bir yere kolaylıkla zütürebilirlerdi; ailesini ev değiştirmekten en başta alıkoyan, daha çok, kendilerini kaptırdıkları tam bir umutsuzlukla bü tün akraba ve eş dost çevresinde kimsenin başına gelmeyen bir felakete uğradıkları düşüncesiydi. Elâlemin yoksul kişi lerden beklediği ne varsa, hepsini ekgibsiz yerine getiriyor lardı; babası bankadaki küçük memurlara kahvaltı için dışar dan yiyecek alıp geliyor, annesi yabancı insanlara çamaşır dikeceğim diye kendini helak ediyor, kızkardeşi ise müşterile rin isteklerini yapmak için tezgâhın arkasında sağa sola koş turuyor, daha fazlasına da ailenin gücü elvermiyordu. Beri yandan annesiyle kızkardeşi, babasını yatağa yatırdıktan son ra dönüp gelerek ellerindeki işleri bırakıyor, birbirlerine so kulup yanak yanağa oturuyorlar, derken annesi Gregor'un odasını göstererek: «Şu kapıyı kapar mısın, Grete!» diyor, bunun üzerine Gregor yine karanlıkta kalıyordu; bitişikte ise annesiyle kızkardeşi gözyaşlarını birbirine katarak ağlaşıyor ya da donuk bakışlarla önlerindeki masaya bakıp duruyorlar, bu da Gregor'un sırtındaki yaranın sanki yeni açılmış gibi sızlamasına yol açıyordu.

    Geceleri ve gündüzleri adeta gözlerini kırpmadan geçiriyor du, Gregor. Bazen, kapının bir dahaki açılışında işleri tıpkı eskisi gibi kendi eline almayı düşünüyordu; uzun zaman son ra yine patronla müdür, yardımcılar, çıraklar, aklından biraz zoru olan odacı, başka mağazalarda çalışan iki üç dost, bir taşra otelindeki oda hizmetçisi, bir anlık tatlı bir anımsama, bir şapkacı dükkânında çalışıp kendisine içtenlikle, ama pek nazlanarak kur yaptığı kasadar kız, bütün bunlar yabancı ya da artık unutulup gitmiş kimselerin görüntüleriyle karışarak hayalinde beliriyordu; ama kendisine ve ailesine yardım edebilmekten uzak, hepsi de yanına yaklaşılmaz kimselerdi; do layısıyla, bunların sonradan yine zihninde kaybolup gitme sine seviniyordu. Ama bir an da geliyor, ailesiyle ilgilenmek için hiçbir istek duymuyordu; kendisine gereken bakımı gös termediklerinden ötürü bir hınç yüreğini dolduruyor, hangi yiyeceği canı çektiğini hiç bilmemesine karşın, yiyeceklerin saklandığı yere nasıl bir yolunu bulup ulaşacağına ilişkin ola rak kafasında planlar kuruyordu; açlık falan hissetmese de, payına düşenleri toparlayıp alacaktı buradan. Artık onun pek hoşlanıp hoşlanmayacağını düşünmeyen kızkardeşi, sabahları işe giderken ayağıyla rasgele bir yiyeceği çarçabuk odasından içeri itiyor, akşam da sadece şöyle bir tadına mı bakılmış, yoksa, çok vakit olduğu gibi, el sürülmeden bırakıl mış mı, hiç aldırış etmeden süpürgenin ucuyla çekip dışarı alıyordu. Odayı derleyip toplamak için artık hep akşamlan uğruyor ve bu işi öylesine çabuk yapıp çıkarıyordu ki, daha çabuğu can sağlığıydı. Pislik duvarlar boyunca yol yol uzanı yor, sağda solda yumak yumak toz ve çıkartı görülüyordu, ilk zamanlar kızkardeşi geldiğinde, Gregor odanın en pis köşe bucağına gidip beklemiş, böylece kızkardeşine adeta sitemde bulunmak istemişti. Ama öyle anlaşılıyordu ki, haftalarca ol duğu yerde kalabilir, yine de kızkardeşi bildiğinden şaşmaz dı; ortadaki pisliği kızkardeşi de Gregor gibi görüyordu, ama bu pisliğe el sürmemeyi anlaşılan kafasına koymuştu. Beri yandan, aslında bütün aileyi sarmış yepyeni bir duyarlıkla, Gregor'un odasının derlenip toplanmasının kendisine bıra kılmasına çalışıyordu kızkardeşi. Birinde annesi Gregor'un odasında büyük bir temizliğe girişmiş, ancak birkaç kova su harcadıktan sonra bu işi başarabilmişti. Ama aşırı rutubetin hasta yaptığı Gregor sonradan kanepe üzerine serilip kızgın ve kımıldamadan yatmış, bunun da cezasını yine annesi çek mişti; çünkü akşam olup kızkardeşi Gregor'un odasındaki değişikliği farkeder farketmez, son derece alınmış bir tavırla oturma odasına seğirtmiş, annesinin yakaran bir edayla elle rini havaya kaldırmasına aldırmayarak, ansızın bir ağlama nöbetine kapılmıştı. Anne ve babası - babası kuşkusuz kor kuyla fırlamıştı koltuğundan - ilkin şaşkın ve çaresiz bakakalmışlar, ama sonunda harekete geçmişlerdi; sağda babası Gregor'un odasının temizlenmesini kızkardeşine bırakmadığı için annesine atıp tutmuş, solda Gregor'un odasını bundan böyle asla temizlemeyeceğim! diye kızkardeşinin bağırdığı duyulmuştu. Beri yandan, annesi, sinirinden gözü hiçbir şey görmeyen babasını adeta çekip sürükleyerek yatak oda sından içeri sokmaya çalışmış, kızkardeşi, hıçkırıklarla sarsı larak, küçük yumruklarıyla masayı dövmüştü. Gregor'a gelin ce, kimse kapıyı kapayıp onu bu manzaradan ve gürültü patırtıdan esirgemediğine öfkelenerek yüksek perdeden ıslıksı sesler çıkarmaya başlamıştı.
    Ama dışarda çalışmaktan bitkin düşen kızkardeşi usanıp es kisi gibi Gregor'la ilgilenmeye yanaşmasa bile, yerini hiç de annesinin alması gerekmez, Gregor ihmal edilmiş sayılmazdı; çünkü artık bir hizmetçi bulunuyordu evde. Uzun yıllar iri kemikli sağlam vücudu sayesinde pek çok varta atlatıp ayakta kalabildiği anlaşılan bu yaşlı dul kadının Gregor'dan pek tiksindiği yoktu. Öyle merak ettiği için değil, rasgele bir gün odasının kapısını açmış, Gregor'un düpedüz şaşırdığını ve kendisini bir kovalayan bulunmazken sağa sola koşmaya baş ladığını görünce, ellerini kucağında kavuşturup hayretle ol duğu yerde kala kalmıştı. O gün bu gün de sabah ve akşam kapıyı şöyle bir aralayıp Gregor'a bakmaktan kendini alamı yordu. Hattâ başlangıçta, belki kendisinin sevimli bulduğu: «Gelsene bakayım buraya, koca takböceği seni!» ya da «Şu koca takböceğine de bak!» sözleriyle yanına bile çağırdığı olmuştu Gregor'u. Sözkonusu çağrıları Gregor düpedüz ce vapsız bırakıyor, sanki kapı hiç açılmamış gibi yerinden kı mıldamıyordu. Bu hizmetçi olacak kadına, canı istedikçe kendisini rahatsız edeceğine, odasını her gün temizlemesini tembih etselerdi ya! Birinde sabahın erken vakti - belki de yaklaşan baharı müjdeleyen fena bir yağmur camları dövüp durmaktaydı - hizmetçi yine bu türlü sözler söylemeye kal kınca, Gregor'un tepesi öyle attı ki, adeta üzerine saldırmak ister gibi, ama yavaş ve güçsüz, kadına doğru döndü. Ama korkuya kapılmayan kadın, yalnızca kapının yanıbaşındaki bir sandalyeyi tutup havaya kaldırmıştı ve iyice açılmış ağzıy la oracıkta dikilirken niyeti açıkça belliydi: Elindeki sandalye Gregor'un sırtına indiği zaman ağzını kapayacaktı. Gregor yine arkasına dönerken: «Demek hepsi bu kadardı?» dedi ve sandalyeyi serinkanlılıkla köşedeki yerine bıraktı.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 33.
    0
    Gregor'un kapı aralığından gördüğüne göre, salonda gaz lambası yakılmıştı; ama her vakit günün bu saatinde babası, ikindi üzeri çıkan gazeteyi annesine ve bazen de kızkardeşine yüksek sesle okurken, şimdi ses seda işitilmiyordu. Belki kızkardeşinin her vakit anlattığı ve kendisine yazdığı mek tuplarda sözünü ettiği bu gazete okumaların arkası kesilmiş ti. Ama ev kuşkusuz boş değildi, öyleyken enikonu bir ses sizliğe gömülmüştü. «Şu bizim aile ne sakin bir hayat yaşı yor», diye söylendi Gregor kendi kendine, gözlerini dikip önü sıra karanlığa bakıp dururken, anne ve babasıyla kızkardeşine, böyle güzelim bir evde böyle bir hayat yaşama olana ğını sağlayabildiğinden ötürü büyük bir gurur duydu. Ama ya şimdi bütün bu huzur, bu rahatlık, bu memnun yaşayıp git meler fecî bir şekilde sona ererse? Derken böylesi düşünce lerle oyalanmayı bırakarak biraz hareket etmeyi uygun gör dü, odada aşağı yukarı gezinmeye başladı.
    Uzun akşam süresince bir kez yan kapılardan biri, bir kez de öbürü hafifçe aralanıp, sonra hemen kapatıldı; herhalde biri içeri girmek gereksinimini duymuş, ancak bundan enikonu sakınmıştı. Gregor, salon kapısının hemen yanına gelip dur du; odaya girmekten çekinen ziyaretçinin ne yapıp yapıp içe ri girmesini sağlamak ya da hiç değilse kim olduğunu öğren mek istiyordu. Ne var ki, kapı bir daha açılmadı ve Gregor da boş yere bekledi. Sabahleyin kapılar kilitliyken yanına gelmek istemişti herkes; oysa şimdi kendisi bir kapıyı açmış, öbür kapılar da galiba gündüz açılmışken hiç kimse yanına uğramıyordu; üstelik anahtarlar da şimdi dışardan kilitte so kulu durmaktaydı. Ancak gece geç vakit salondaki ışık sön dürüldü, anne ve babasıyla kızkardeşinin bu vakte kadar uyanık beklediklerini anlamak güç değildi; çünkü Gregor'un çok iyi işittiğine göre, her üçü de parmak uçlarına basarak salondan uzaklaşıyordu. Artık sabaha kadar kimse Gre gor'un yanına uğramayacak demekti, yani şimdi bol zamanı vardı Gregor'un, bundan sonraki yaşdıbına nasıl bir çeki dü zen vermesi gerektiğini kimse tarafından rahatsız edilmeksi zin düşünüp kararlaştırabilirdi. Ama zemini üzerinde yam yassı bir durumda yattığı yüksek tavanlı geniş oda onu ürkü tüyor, bu ürküntünün nedenini de bir türlü kestiremiyordu; çünkü beş yıldan beri yatıp kalktığı kendi odasıydı burası. Yarı bilinçli bir dönüşle, beri yandan hafif bir utanç duygu suyla seğirtip kanepenin altına girdi; sırtının biraz sıkışması na ve başını yukarı kaldıramamasına karşın, o saat kendini pek rahat hissetti burada; üzüldüğü bir şey varsa, fazla geniş bedenini tümüyle kanepe altına yerleştirememesiydi.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 34.
    0
    II

    Ancak akşamın alacakaranlığında baygınlığa benzer derin uykusundan uyandı, Gregor. Kuşkusuz dışarıdan gelen gü rültü olmadan da az sonra uyanacaktı, çünkü kendisini yete rince dinlenmiş ve uykusunu almış hissediyordu; ama öyle sanıyordu ki, hemen belirip kaybolan bir ayak sesi ve hole açılan kapının sakınarak kapatılması onu uyandırmıştı. So kaktaki elektrik fenerlerinin ışığı yer yer odanın tavanına ve mobilyaların üst kısımlarına vurmuştu; ama aşağısı, Gregor' un bulunduğu yer karanlıktı. Gregor, ancak şimdi değerini anladığı duyargalarıyla, henüz beceriksiz ve sağı solu yoklayarak, ağır ağır kapıya doğru sürüklendi; kapının ardında ne ler olup bittiğini görmek istiyordu. Sol tarafı tatsız bir geri lim içinde bulunan bir tek uzun yaradan oluşuyordu sanki; iki dizi bacak üzerinde, hayli topallayarak yürümesi gereki yordu. Üstelik bacakçıklanndan biri, öğleden önceki olaylar da ağır bir yara almıştı - hani bir tek bacağının yaralanması mucizeydi - ve bu bacakçık cansız sürüklenip arkadan geli yordu.

    Gregor ancak kapıya varınca, kendisini oraya çeken şeyin ne olduğunu anladı; bir yiyecek kokuşuydu bu; küçük kapının eşiğinde süt dolu bir kâse duruyor, sütün içinde ufak ufak doğranmış francala parçalan yüzüyordu. Nerdeyse sevincin den kahkaha atacaktı Gregor, çünkü sabahkine kıyasla açlığı daha da büyümüştü; hemen başını kâseye daldırdı, başı nere deyse gözlerinin üstüne kadar sütün içerisine gömüldü. Ama çok geçmeden, düş kırıklığına uğramış, kendini geriye çekti; hani yalnızca o incinmiş sol böğründen ötürü bir şey yemek te güçlük çektiği için yapmamıştı bunu - ancak bütün vücuduyla sesli sesli soluyarak yemek yiyebiliyordu -, genellikle en sevdiği yiyecek sayılıp kızkardeşinin kuşkusuz bu yüzden odasına getirip koyduğu sütün hiç tadına varamamıştı; hattâ nerdeyse tiksinerek kâseden çevirdi yüzünü, geri dönüp sü rüne sürüne odanın ortasına geldi.
    ···
  10. 35.
    0
    Gregor, annesine bakarak: «Anne! Anne!» diye seslendi usulca, Müdür Bey bir an için tamamen aklından çıkmıştı; ama akan kahveyi görünce çeneleriyle birkaç kez boşluğa doğru hamle yapmadan duramadı. Bunun üzerine yeniden bağırmaya başladı annesi; masayı bırakıp kaçtı, karşıdan se ğirtip gelen babasının kollarına bıraktı kendini. Ama Gregor'un o anda anne ve babasına ayıracak vakti yoktu; merdi venden inmeye koyulan Müdür Bey, çenesini korkuluğun üzerine dayayarak son bir kez dönüp arkasına baktı. Müdür Bey'e yetişmek isteyen Gregor, ileriye atıldı hemen. Müdür Bey anlaşılan bir şeyler sezinlemiş olacaktı, birkaç basamağı birden inmeye başladı. «Vay canına!» diye haykırdı evden çı kıp gitmek üzereyken ve ses bütün merdivenlerde çınladı. Ne yazık ki, Müdür Bey'in gidişi şimdiye dek serinkanlılığını pek yitirmemiş babasını da hayli şaşırtmışa benziyordu; çün kü Müdür Bey'in arkasından koşması ya da hiç değilse Gre gor'u onun peşine düşmekten alıkoymaması gerekirken, sağ eliyle Müdür Bey'in şapka ve pardösüsüyle bir sandalyenin üzerinde bıraktığı bastonunu kapıp sol eliyle masadan büyük bir gazete aldı, ayaklarını yere vurup baston ve gazeteyi ha vada sallayarak Gregor'u odasından içeri tıkmaya çalıştı. Gregor'un yalvarıp yakarmalarının hiçbiri para etmedi ve hiçbiri de anlaşılmadı. Gregor başını istediği kadar süklüm püklüm döndürsün, babası ayaklarıyla giderek daha hoyrat yeri dövüyordu. Karşıda annesi serin havaya aldırmayarak bir pencere açıp dışarı sarktı, pencereden hayli ilerde tut tuğu yüzünü ellerine gömdü. Bunun sonucu olarak sokakla merdiven arasında güçlü bir hava akımı başgösterdi, perdeler uçuşmaya başladı, masanın üzerindeki gazeteler hışırdayıp gazete yapraklarından kimisi esintiyle yerde sürüklenmeye koyuldu. Babası aman vermeksizin Gregor'u sıkıştırıyor, bu arada vahşi bir insan gibi sesler çıkarıyordu. Ne var ki, geri geri gitme konusunda Gregor'un hiç egzersizi yoktu ve ger çekten pek yavaş yürüyordu bu iş. Gregor bir arkasına dönebilse, o saat odasında alabilirdi soluğu; ama fazla zaman iste yen dönme girişimiyle babasını sabırsızlandırmadan çekini yordu; üstelik her an babasının elindeki bastondan sırtına ya da başına öldürücü bir darbenin inmesi işten değildi. Ancak, sonunda Gregor için başka yapacak şey kalmadı; çünkü geri geri giderken gidiş yönünü bile koruyamadığını dehşetle farketmişti. Dolayısıyla, bir yandan göz ucuyla sürekli babasına bakarak elden geldiğince hızlı, ama gerçekte pek yavaş, dön me eylemine girişti. Herhalde babası iyi niyetini sezmişti ki, dönüş sırasında Gregor'a ilişmedi, tersine bastonunun ucuyla uzaktan onun bu girişimini yönetmeye çalıştı. Ne olurdu san ki, babası ağzından o katlanılmaz ıslıklı sesleri çıkarmasaydı! Bu sesler, Gregor'un aklım başından alıyordu. Nerdeyse ta mamen arkasına dönmüştü ki, kulakları boyuna ıslık sesle rinde, şaşırarak yine biraz gerisin geri çarketti. Ama sonunda çok şükür başıyla kapının önüne geldi, gövdesinin kapıdan kolay geçemeyecek kadar geniş olduğunu gördü. içinde bu lunduğu ruh durumundan ötürü, kapının öbür kanadını da açıp Gregor'a geçebileceği gibi bir yer sağlamayı hiç düşün medi babası; aklına taktığı tek şey varsa, Gregor'u bir an ön ce odasına tıkmaktı. Gregor'un doğrulup kalkarak, kapıdan geçmek için gerekli uzun boylu hazırlıklara girişmesine de asla izin verecek gibi görünmüyor, kendine özgü bir takım sesler çıkararak, sanki önünde hiçbir engel yokmuşçasına onu ileri doğru sürüp zütürmeye uğraşıyordu; Gregor'un pe şinden gelen ses, bundan böyle hiç de bir tek babanın sesi gibi çıkmamaktaydı. Ve gerçekten, işin şakaya gelir yanı kal mamıştı artık. Gregor, ne olursa olsun, ıkına sıkma kapıdan geçmeye çalıştı, yere sürtünmekten böğürlerinden biri baş tan aşağı yara bere içinde kalmıştı, beyaz kapıda iğrenç leke ler bırakıyordu. Olduğu yere çivilenip kalan Gregor bazen tek başına kıpırdayacak gücü bulamıyor, bir tarafındaki bacakçıklar boşlukta habire çırpınırken, yere bastırılmış öbür taraftakiler sızlayıp duruyordu. Ansızın babası arkadan, Gre gor'u gerçekten esenliğe kavuşturan bir tekme savurdu. Bu nun üzerine havada uçtu Gregor, orası burası şiddetle kanayarak soluğu odanın hayli içerlerinde aldı. Derken bastonla itilerek kapatıldı kapı ve sonunda ortalık yatıştı.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 36.
    0
    Ama onca zahmetten sonra eskisi gibi yine ahlayıp oflayarak yatakta yatıp bacakçıklarının belki eskisinden de fena birbir leriyle boğuştuğunu görünce ve bu keyfî davranışları düzene sokmak için aklına bir çare de gelmeyince, yatakta asla kala mayacağını, yataktan kurtulmak için en ufak bir umut bile bulunsa, bu umut uğrunda her şeyi feda etmesinin en uygun davranış olacağım geçirdi içinden. Beri yandan, elden geldiği kadar serinkanlı düşünüp taşınmaları, umutsuzlukla verile cek kararlara yeğlemek gerektiğini zaman zaman aklına ge tirmeyi unutmuyordu. Böylesi anlar pek büyük bir dikkatle pencereye dikiyordu gözlerini; ancak, dar sokağın karşı ya kasını da bürüyen sisin görünümü, insana pek güven ve neşe sağlayacak gibi değildi. Saatin yeniden vurması üzerine: 'Ye di oldu!' diye söylendi kendi kendine. «Saat yedi oldu, hâlâ bu yoğun sis kalkmadı.» Sanki tam bir sessizlik başgösterirse gerçek ve normal durum yeniden dönüp gelecekmiş gibi bir umuda kapılarak, kısa bir süre nefes almasını yavaşlatıp kı mıldamadan yattı.

    Ama sonra: 'Saat yediyi çeyrek geceyi vurmadan, her ne pa hasına olursa olsun yataktan çıkmalıyım tamamen', diye dü şündü. 'Zaten o zamana kadar beni sormak üzere firmadan biri gelecektir, çünkü yediden önce açılır mağaza.' Bunun üzerine vücudunu boylu boyunca ve vücudunun her bir ye rini aynı ölçüde yataktan aşağı sarkıtmaya çalıştı. Kendini ya taktan aşağı bıraktı mı, yere düşerken iyice havaya kaldıraca ğı başı belki bundan hiç zarar görmeyecekti; sırtı sertleşmişe benziyordu; düşmeden dolayı herhalde incinmezdi. Onu en çok kaygılandıran, sözkonusu davranışın ister istemez yol açacağı büyük gürültüydü ve gürültü bakarsın bütün kapıla rın ardında korku değilse bile tasa uyandıracaktı. Ama böyle bir şeyin de göze alınması gerekiyordu.
    ···
  12. 37.
    0
    ilkin vücudunun alt bölümüyle yataktan çıkmayı düşündü; ama kendisinin henüz gözüyle görüp, en ufak bir bilgi edine mediği bu alt bölümün fazla hantal olduğunu anladı; işte öy lesine yavaştı devinimleri. Sonunda, nerdeyse çılgına dön müş, bütün gücünü toparlayıp hiçbir şeye aldırmayarak ken dini ileriye itti; ancak yönünü doğru dürüst belirleyemediğinden, karyolanın ayaklarına şiddetle çarptı gövdesi; duyduğu müthiş acıyla o anda özellikle bu alt bölümün belki de bede ninin en nazik yeri olduğunu anladı.

    Bu yüzden, ilkin vücudunun üst bölümüyle yataktan çıkmayı denemek istedi, kollayıp gözeterek başını yatağın kenarına doğru döndürdü, kolayca da başardı bunu; genişlik ve ağırlı ğına karşın, vücudu sonunda başın dönüşünü izledi. Ama ba şını yatağın dışına alıp boşlukta tutar tutmaz, böyle bir yol izleyerek ilerlemekten korktu; çünkü kendisini nihayet bu durumda yere bıraktı mı, kafasının yaralanmaması için adeta bir mucize gerekliydi. Oysa şimdi her zamankinden çok aklı nın başında bulunacağı zamandı; dolayısıyla, en iyisi yine ya takta kalmaktı.
    ···
  13. 38.
    0
    Niyeti ilkin hiç istifini bozmadan serinkanlılıkla yataktan kalkıp giyinmek, kahvaltı yapmak, ancak ondan sonra ilerisini düşünmekti; yatakta düşünüp durmaların kendisini makul bir sonuca ulaştırmayacağını kuşkusuz biliyordu. Şimdiye dek yatakta yatarken sık sık vücudunda herhangi bir nedenin, belki de yalısındaki bir anormalliğin yol açtığı hafif bir sızı hissettiğini, ama bu sızının yataktan kalktığında kuruntudan başka şey olmadığının açığa çıktığını anımsadı. Acaba bugün kü kuruntusu nasıl yavaş yavaş silinip gidecekti, merakla beklemeye koyuldu. Sesindeki değişikliğe fena bir üşütme nin, yani pazarlamacılarda görülen bir meslek hastalığının ön belirtisinden başka gözle bakılamayacağından en ufak kuş kusu yoktu.. Yorganı üzerinden sıyırıp atmakta hiç güçtük çekmedi; ciğerlerini biraz havayla şişirmek bunun için elvermiş, yorgan kendiliğinden yere düşmüştü. Ama sonrası kolay değildi, geniş bedenli biri oluşu işi daha da zorlaştırıyordu. Doğrulup kalkabilmesi için eller ve kollar gerekliydi; oysa Gregor'da bir sürü bacakçık vardı yalnız ve bu bacakçıklar durmadan birbirinden değişik devinimlerde bulunuyor, bir türlü denetim altında tutulamıyordu. Gregor içlerinden bi rini bükeyim dese, hemen bu bacak yine kurtulup gergin du rum alıyor, sözkonusu bacağa istediği devinimi yaptırsa, öte kilerin hepsi ağrı veren alabildiğine bir telaşla adeta başıboş çalışmaya koyuluyordu. Kendi kendine: «Bir kez şu yatakta gereksiz yere yatıp kalmaktan kurtarmalıyım kendimi!» diye söylendi.
    ···
  14. 39.
    0
    Bütün bunları alabildiğine bir çabuklukla kafasından geçirir, ancak doğrulup kalkmaya da bir türlü karar veremezken -tam bu sırada yediye çeyrek kalayı vurmaya başlamıştı saat -, yatağının başucundaki kapının kollanarak tıklatıldığını işitti. «Gregor!» dedi bir ses. Annesiydi. «Saat, yediye çeyrek var. Hani bu sabah yola çıkmıyor muydun?» Annesinin yumuşak sesi. Gregor, cevap verip de kendi sesini işitince irkildi bir den; hiç kuşkusuz eski sesiydi; ama şimdi buna aşağılardan gelip yukarlara çıkması bir türlü önlenemeyen ıslığa benzer acınacak bir ses karışıyor, konuşulan sözleri ancak ilk anda açık seçik bırakıp yankılanmaya başlar başlamaz bunları öy lesine bozuyordu ki, işittiklerinin doğruluğuna insan inanamıyordu. Aslında Gregor uzun boylu cevap verecek, her şeyi açıklayacaktı; ama bu durum karşısında: «Evet, evet, teşek kür ederim anne, şimdi kalkıyorum!» demekle yetindi. Kapı ahşap olduğu için sesindeki değişiklik dışardan galiba farkedilmemişti, çünkü bu sözler üzerine yatışan annesi ayaklarını sürüyerek uzaklaştı. Aradaki kısa konuşma, Gregor'un sanıl dığı gibi işe gitmediğine ve henüz evde bulunduğuna öbür aile bireylerinin dikkatini çekmişti. Hafiften, ama yumrukla kapıya vurmaya başladı babası: «Gregor! Gregor!» diye seslendi. «Bir şey mi var, Gregor?» Ve az sonra babasının uya rıcı sesini daha bir pes perdeden tekrar duydu: «Gregor! Gregor!» Öteki kapıdansa kızkardeşinin usulcacık: «Gre gor?» diye sızlandığını işitti. «Rahatsız mısın yoksa, Gre gor? Bir şeye ihtiyacın var mı?» Her iki kapıya birden: «He men şimdi geliyorum», diye seslendi Gregor ve sözcükleri enikonu bir titizlikle söyleyip, aralarına uzun süreli boşluklar yerleştirerek sesindeki tuhaflığı örtbas etmeye çalıştı. Bunun üzerine gerçekten kahvaltısının başına döndü babası; ama kızkardeşi fısıltıyla konuşmasını sürdürdü: «Gregor! Aç ka pıyı, ne olursun, Gregor!» Ancak, kapıyı açmayı aklının ucundan geçirdiği yoktu Gregor'un; tersine, bunca gezilerde alıştığı tedbirli davranışından, evde bulunduğu zaman bile geceleyin bütün kapıları kilitlemeksizin rahat etmeyişinden ötürü kutladı kendini.
    ···
  15. 40.
    0
    Komedinin üzerinde tik tak edip duran saate bir göz attı. 'Hay Allah!' diye geçirdi içinden. Saat altı buçuktu ve gös tergeler habire ilerleyip durmaktaydı. Hattâ altı buçuk da geride kalmıştı şimdi, nerdeyse yediye çeyrek vardı. Yoksa çalmamış mıydı saat? Dörtte çalması için saatin gereği gibi kurulduğu yataktan görülebiliyordu ve çaldığına da hiç kuş ku yoktu. iyi ama, odadaki bütün eşyayı zangır zangır titre ten zil sesini işitmeyerek uyuyakalmış olabilir miydi? Doğru, rahat bir uyku uyuduğu söylenemezdi; ancak rahatsızlığı ka dar deliksiz bir uyku uyumuştu anlaşılan. Peki, şimdi ne yapacaktı? Bir sonraki tren saat yedideydi ve bu trene yetiş mek istiyorsa iki ayağının bir pabuca girmesi gerekiyordu. Üstelik kumaş örnekleri henüz ambalajlarına yerleştirilmemişti; ayrıca bir kırıklık, bir halsizlik vardı üzerinde. Hem trene yetişse bile, patronun paylayıcı sözlerini işitmekten ka çınılacak gibi değildi; çünkü mağazadaki yardımcı kuşkusuz beş treninde kendisini beklemiş, gelmediğini görerek du rumu çoktan patrona rapor etmişti. Patronun, zekâ denen şeyden nasibini almamış kişiliksiz bir uşağıydı adam. Peki, hastalandığını haber verse? Ama bu da alabildiğine tatsız bir şeydi, kuşku uyandırmaktan öte bir işe yaramayacaktı; çünkü Gregor beş yıldır firmada çalışıyordu ve bu beş yıl içinde bir kez olsun hastalanmamıştı. Kuşkusuz, patron hemen sigorta doktorunu yanına alıp gelecek, anne ve babasına oğullan Gregor'un tembelliğinden yakınacak, bütün karşı görüş ve itirazları, daha ağızdan çıkar çıkmaz doktoru tanık gösterip geri çevirecekti. Öyle ya, sigorta doktoru için insanların hep si sapasağlamdı, işten kaçarlardı yalnız. Ama şimdi Gre gor'un durumunda böyle düşünmekte pek de haksız mıydı doktor? Gerçekten Gregor, uzun bir uykunun ardından ba şındaki doğrusu nedensiz sersemlik bir yana, kendini pek iyi, hattâ enikonu acıkmış hissediyordu.
    ···
  16. 41.
    0
    Sırtüstü kayarak eski durumunu aldı. 'Sabah erkenden bu yataktan kalkmalar yok mu', diye düşündü, 'adamı büsbütün serseme çeviriyor. insan dediğin uykusunu alacak. Başka pa zarlamacılar bir haremdeki kadınlar gibi yaşıyor tıpkı. Örne ğin, müşterilerden aldığım siparişleri firmaya iletmek için, kaldığım otele öğle öncesi bir ara döneyim desem, bu beyleri henüz kahvaltı masasının başında görürüm. Ama sen gel de, bizim patronun karşısında böyle davran; hemen kapı dışarı edilirsin. Ama kimbilir, belki kapı dışarı edilmek benim için hepsinden hayırlısı olurdu. Hani anne ve babam olmasa, çoktan bırakmaz değildim bu işi. Patronun önüne geçip diki lir, ne düşündüğümü bütün açıklığıyla yüzüne karşı söyler dim. Diyeceklerimi işitmeye görsün, kesinlikle düşüp kalırdı yere. Sonra masasının üzerine o ne acayip oturuş öyle, ya nında çalıştırdığı kişilerle o ne yüksekten konuşma! Üstelik kulakları ağır işittiğinden, konuştuğu kimse hemen burnu nun ucuna kadar kendisine sokulmak zorunda. Ancak yine de umudumu büsbütün yitirmiş değilim. Anne ve babamın firmaya borcunu bir yol ödeyecek parayı biriktirdim mi - ki bu da beş, altı yıl sürer daha -, aklımdan geçirdiğim şeyi ke sinlikle gerçekleştireceğim. O zaman görsünlerdi bakalım! Ama yataktan çıkmam gerekiyor şimdi, trenim beşte kalkı yor.'
    ···
  17. 42.
    0
    'Hay Allah!'-diye düşündü. 'Ne zahmetli bir meslek seçmişim kendime. Gün yok ki, yolda olmayayım. Burada, firmadaki asıl işler, gezilerde katlandığım kadar telaş ve tedirginlikle dolu değil. Üstelik bu baş belası yolculuklar; aktarma trenle rini kaçırmamak için çektiğim sıkıntılar, rasgele yenen ber bat yemekler, boyuna değişik insanlarla düşüp kalkmalar, as la bir süreklilik, asla bir içtenlik kazanamayan ilişkiler. Şey tan görsün hepsinin yüzünü!' Ansızın yukarıda, karın bölge sinde hafif bir kaşıntı duydu; başını daha iyi kaldırıp bakmak için, sırtüstü yavaş yavaş karyolanın ayağına yaklaştı. Kaşınan yeri gördü derken; baştan aşağı küçük ve beyaz noktacıklarla örtülmüştü. Noktacıkların ne olabileceği konusunda karara varamadı, bir ayağıyla sözkonusu yeri yoklamak istedi, ama hemen yine vazgeçti; çünkü daha ayağını dokundurur do kundurmaz, bütün vücudunu bir ürperti kaplamıştı.
    ···
  18. 43.
    0
    http://www.capsver.tr.cr/image/2310
    ···
  19. 44.
    0
    'Hay Allah!'-diye düşündü. 'Ne zahmetli bir meslek seçmişim kendime. Gün yok ki, yolda olmayayım. Burada, firmadaki asıl işler, gezilerde katlandığım kadar telaş ve tedirginlikle dolu değil. Üstelik bu baş belası yolculuklar; aktarma trenle rini kaçırmamak için çektiğim sıkıntılar, rasgele yenen ber bat yemekler, boyuna değişik insanlarla düşüp kalkmalar, as la bir süreklilik, asla bir içtenlik kazanamayan ilişkiler. Şey tan görsün hepsinin yüzünü!' Ansızın yukarıda, karın bölge sinde hafif bir kaşıntı duydu; başını daha iyi kaldırıp bakmak için, sırtüstü yavaş yavaş karyolanın ayağına yaklaştı. Kaşınan yeri gördü derken; baştan aşağı küçük ve beyaz noktacıklarla örtülmüştü. Noktacıkların ne olabileceği konusunda karara varamadı, bir ayağıyla sözkonusu yeri yoklamak istedi, ama hemen yine vazgeçti; çünkü daha ayağını dokundurur do kundurmaz, bütün vücudunu bir ürperti kaplamıştı.
    ···
  20. 45.
    0
    ccc franz kafka ccc
    ···